Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 16 yıl Türkiye üzerindeki ABD ipoteğini kaldırmanın zamanı gelmiştir. Türkiye halkı, AKP'yi süpürme yetkisini ABD'nin elinden alacaktır...(¹) Şu sözü Meclis kürsüsünden CHP Genel Başkanı'nın veya bir milletvekilinin Tayyip Erdoğan'ın yüzüne söylemesi yerinde olurdu:"Siz kim milli irade kim?" Ne var ki, bu tür büyük gerçeklikler, tarihte hep sistemin dışından söylenmiştir. BOP EŞBAŞKANISINIZ! Bugün her yerde, her fırsatta Abdullah Gül - Tayyip Erdoğan ikilisine hatırlatılacak gerçek şudur: • Siz, Türk milletinin değil, ABD'nin iradesini temsil ediyorsunuz, BOP Eşbaşkanısınız! • Siz, ABD'nin Sözleşmeli Personelisiniz, Washington yönetimine "2 sayfa 9 maddelik" hizmet sözleşmesiyle bağlısınız! • Sizi iktidar koltuklarına oturtan, ABD Gladyosu'dur; Abramowitzler'dir; Grossmanlar'dır; Bushlar'dır! • Siz milletin değil, şeyhlerin, cemaatlerin iradesine bağlanmışsınız, İskenderpaşa Dergâhı mensubusunuz! İşte AKP'li saltanat düşkünlerinin çalımına son verecek doğrular bunlardır! İRADE FESADI Toplumsal gerçeklikte olsun, hukukta olsun, iradenin geçerli olmasının koşulu, bağımsız ve özgür olmasıdır. Nikâh memuru evlenen çifte sorar: "Hiçbir baskı ve etki altında kalmadan falancayı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Ekonomik hayatta ve siyasette de böyledir. İradenin yasal ve geçerli olması için, kişinin veya topluluğun, özgür ve bağımsız kararı gerekir. Bu koşul yoksa irade fesadından söz edilir. SÜPÜRÜLEN İRADE! Tayyip Erdoğan'ın en yakın çevresinden Cüneyt Zapsu ABD yetkililerine diyor ki: "Bu adamı kullanın, deliğe süpürmeyin." Deliğe süpürülen milli irade olmaz! Şu an Türkiye'nin en büyük gerçeği budur. Ülkemizi Washington yöneticilerinin deliğe süpürebileceği bir cemaat yönetmektedir. O cemaat, kaderini ABD'nin süpürgesine bağlamıştır. ABD süpürgesiyle gelenler, ABD süpürgesiyle gitmekten korkuyorlar. ANAYASA MAHKEMESİNİ AŞAN YETKİ Anayasa Mahkemesi'nin AKP hakkındaki kararı dahi, Türkiye'de milli irade olmadığını kanıtlıyor. Çünkü Türkiye'nin yazılı olmayan, gerçek anayasasına göre, iktidar partisini deliğe süpürme yetkisi, ABD'ye verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, AKP'nin Cumhuriyet yıkıcısı faaliyetin odağı haline geldiğini saptıyor, fakat kapatılmasına karar veremiyor. Mahkeme de biliyor ki, böyle bir karar, onun yetkisini aşar. O yetki, Atlantik'in ötesindedir. YASALAR İTHAL EDİLİYOR Meclis'e ipotek koyan, Anayasa Mahkemesi değildir; Türkiye'yi AB kapısında çarmıha gerenlerdir. Hangi Meclis iradesi? Bugün Meclis'in milletten kaynaklanan bağımsız ve özgür iradesi yoktur. Türkiye'nin yasaları Meclis'te yapılmıyor; ABD'den AB'den geliyor. "Reform süreci", "Uyum yasaları" vb dedikleri, Washington ve Brüksel'de yapılan sözde yasalara parmak kaldırmaktır. Meclisi bir cimnastik salonuna dönüştüren bu süreç, 12 Eylül'de başlamıştır. 12 EYLÜL'ÜN GAYRİ MEŞRU ÇOCUKLARI ABD'nin 12 Eylül darbesi, milli iradeye tecavüzdü. Bu gladyo darbesi, aynı zamanda Türk Ordusu'na darbe idi; 2000 Atatürkçü subayı TSK'dan attı. 12 Eylül rejimi, Cumhuriyet Devrimi'nin ekonomik, toplumsal ve kültürel kurumlarını yıkan programı zulümle, şiddetle uygulamaya soktu. Kenan Evren'i yüzde 92 oyla Cumhurbaşkanı yapan irade, Tayyip Erdoğan'ı da en son yüzde 47 ile BOP Eşbaşkanılığı'na atamıştır. Tayyip Erdoğan'lar, Tansu Çiller'ler, Turgut Özal'lar 12 Eylül'ün gayrimeşru çocuklarıdır. Amerikancı askeri darbeyle gelen Neoliberal programı bunlar yürüttü. GLADYO REJİMİ Doğru, bu sistemin zehirli kökleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar uzanıyor. Ancak Cumhuriyet'in kurumları, 12 Eylül'e kadar az çok yaşıyordu. 12 Eylül, bir Gladyo rejimi getirmiştir ve o Gladyo doğası gereği Fethullahçı Gladyo olmuştur. Artık demokrasi adına söylenen her şey, kuyruklu bir yalandır. Türkiye'de bir rejim sorunu vardır; Cumhuriyet rejimi esas olarak yıkılmıştır. Varolan rejim, Atatürk önderliğinde devrimle kurduğumuz Cumhuriyet değil, bir Mafya-Gladyo-Tarikat rejimidir. Sandıklar, seçimler, ABD güdümlü Haçlı irticanın tahakkümü altında, halkın özgür iradesini fesada uğratan dalavere mekanizmalarına dönüştürülmüştür. İşte Cumhuriyet'e karşı asıl darbecilik budur. Türban, ABD tarafından yalnız kadınlarımızın ve kızlarımızın başına değil, siyasal rejimimizin başına geçirilmiştir. GAZOZ KAPAĞINDAN MADALYA Şu gazoz kapağından milli irade madalyasını Tayyip Erdoğan'ın göğsüne ne yazık ki MHP ve CHP taktılar. ABD servislerinin 1996'da başlayan bir operasyonla milletin tepesine oturttuğu cemaat mensuplarına, siz "ABD iradesiyle geldiniz" diyemediler. AKP liderlerinin "yüzde 47" diye tutturduğu laf cambazlığı karşısında eziklik duydular. ABD'nin kurguladığı sahte demokrasiyi sorgulayamadılar. Hele MHP, yasadışı Gladyo rejiminin koltuk değneği oldu. Zaten daha 1960'lardaki kuruluş amacı buydu. AKP YÖNETİMİNİN YASADIŞILIĞI Halkın ABD dayatmalarıyla ve Ortaçağ ağları içinde zavallılaştırıldığı ve köleleştirildiği bu milli irade fesadından tek bir çıkış vardır: Bağımsızlıkla! Özgürlükle! Bağımsızlık varsa, milli irade vardır! Laiklik varsa, özgür yurttaş ve milli irade vardır. Milli devlet yaşıyorsa, milli irade vardır. Bugün bağımsızlık da, laiklik de, milli devlet de can çekişiyor. O zaman milli iradeyi boğan bu tahakkümden kurtulmak, bir ölüm kalım sorunudur. Türkiye üzerindeki ABD ipoteğini kaldırmanın zamanı gelmiştir. İnsancıklarımızı cemaat ve tarikat şeyhlerinin tahakkümünden kurtarmak şarttır ve biricik demokrasi çaresidir. Anayasa Mahkemesi, AKP iktidarının Cumhuriyet yıkıcısı, yasadışı karakterini yargı kararıyla da saptamıştır. Abdullah Gül- Tayyip Erdoğan yönetimi, kaderini Türkiye'yi parçalayan ABD'nin BOP planıyla birleştirmiştir; Türkiye'yi parçalayan büyük tertibin içindedir. ÇAĞRI VE GÖREV Bütün milleti, ülke bütünlüğünü ve Cumhuriyeti savunan bütün siyasal partileri, BOP Eşbaşkanlığı'na karşı birleşmeye ve ABD güdümlü saltanat düşkünlerinin yüzüne şu büyük hakikati haykırmaya çağırıyorum: Siz kim, milli irade kim! Bundan sonra milli irade, BOP Eşbaşkanlığı'na son veren, Türkiye'yi bağımsızlaştıran ve halk yönetimini kuran iradedir! Türkiye halkı, AKP'yi süpürme yetkisini ABD'nin elinden alacaktır. ________________ DİPNOT / KAYNAK (¹) http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=1434
Gönderi tarihi: 8 Kasım , 2008 16 yıl Yazar İLK YİTİRDİĞİMİZ GENÇLİĞİMİZDİR... SEKSENLER: SON MUTLU KUŞAK... (¹) Pembo’yu anımsıyor musunuz? Hayatını anımsamak üzerine kurmuş insanların kaçınılmaz yazgısıdır; süresiz bir özlem duygusuyla yaşarlar hep. Geçmişe kilitlenmiş gözlerinde insanların, anıların, olayların, kitapların, sevdaların, kısacası belki de zamanın geçip gidişine dair ince bir uzaklık vardır. Çoklarının, geçmişe özlem diyerek burun kıvırdıkları bu uzaklığın, geçmişe özlem değil, ‘özlenen bir geçmiş’ olduğunu bilmesi gerekir. Biliyorum yukardaki cümlem yarım. Ama ne yapayım, böylece belki sadece kaybedilmiş zamana; artık sonsuza dek o saflıkla, aynı umutlu yüzlerle, aynı şaşkınlıkla bir daha yaşayamayacağımız o zamana göz atmak; göz atarken de ‘Aaa benim de bundan vardı’ ya da ‘Ben de bundan yemiştim’ veya ‘En çok sevdiğim diziydi, izlerken ben de hüzünlenmiştim,’ dedirtmek derdindeyim. Pembo, pembecik bir kahraman, bizlerse yeşilcik, küçük çocuklardık. Sahi Mehmet Müfit’in o güzelim şiirinden dizeler esiverdi birden: ‘Yeşilcik bir çocuktum / tıngırtılı mıngırtılı sahil kasabalarında / sınavlara ve sevdalara her an hazırdım...’ Tam da bu şiirdeki gibi. Sokağa çıkmak nasıl bir deyimse, güzel sesli olmak da bir deyimdi. Bu adamın ya da şu kadının sesi çok güzel derdik. Şimdilerde olduğu gibi her önüne gelen şarkı söylemediğinden, o zamanlar birinin ‘sesinin güzel’ olması; o birinin skandallarıyla, sevgilileriyle, ne kadar fakirlik çektiği ya da ne kadar zengin bir yaşam sürdüğüyle, mutlu bir aile tablosu çizip çizmediğiyle yanyana duran bir şey değildi. Hatta o biri, ‘bu sanatçıdır’, ‘bu önemli kişidir’, ‘bu ünlüdür’ diye günün her saati televizyonun cıvık programlarında burnumuzun içine dek sokulmazdı. Uzaklık, kendini korudukça güzeldi. Televizyon böylesine renkli değildi ama devrin başbakanı bile bazı akşamlar, elinde kalemiyle karşımıza çıkardı. Bizler ya da doğrusunu söyleyeyim, herkesi zan altında bırakmayayım: Ben, onun çenesinden çok korkar, bir gün onun gibi ‘yarık’ bir çenem olursa öleceğimi düşünürdüm. Bilmiyorduk ve fakat bilmemek, bizi öğrenme isteğiyle dolduruyordu. Fırt dergisinin arka kapağında, göğüslerine karikatür çizilmiş kadınları unutmak mümkün mü? Attila İlhan’ın ‘Ne kadınlar sevdim zaten yoktular’ dizesini başka türlü nasıl anlardık. Arkadaş evlerinin, perdeleri çekilmiş odalarında, gündüzün aydınlık loşluğunda, üzerindeki etikete “Okul” yazılmış ***** filmler izledik ama onlardan bir şey öğrenmedik. İzledik sadece. Dışardaki kızlar, kadınlar başkaydı. Erkekler başkaydı. Filmdekiler yapmacıktı. Anlamadığımız bir takım Almanca kelimelere gülmek, o loşlukta içilen ilk biraların buzlu sarı tadı, köpüklerin dudakta bıraktığı tuz, Kurtuluş’un sokaklarından Kapalıçarşı’ya doğru giden kaçak dolmuşların takıldığı sözde durağın yanındaki bakkaldan aldığımız bazı gazetelerin hafta sonu eklerinde verdikleri çıplak kadın resimleri; cinselliğimiz bunlardan ibaretti. **** body’lerimiz, one night stand’lerimiz, sorumluluk–ilişki+seks şeklinde formülize edilmiş yaşamlarımız yoktu… Yarım bırakıyorum. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın hüznü anlattığı şu dizesinde olduğu gibi: “İlk yitirdiğimiz gençliğimizdir…” Bizim ilk yitirdiklerimiz bunlardı. Bunlarla birlikte şimdi otuzlu yaşlarına gelen, belki de son mutlu, son umutlu kuşağın bir üyesi olarak ben, bir çok parçamızın seksenlerde kaldığına inanıyorum. Hâlâ içimizde bir parça iyilik barındırıyorsak, hâlâ bir kitap okuduğumuzda duyduğumuz ferahlık bize iyi geliyorsa ve hâlâ aşka karşı az da olsa bir inancımız kalmışsa; Hayat Bilgisi’nin artık kirli bir ders olduğunu biliyorsak, bu biraz da seksenleri yaşadığımız içindir. Ötesi sadece laf-ı güzaf. _____________________________________ DİPNOT... (¹)- ONUR CAYMAZ / 08.11.2008 Gazete Birgün...</P>
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.