Misafir demirefe Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 İslam dinine inananlar fikir planında kaça kaça, geriye çekile çekile duvara dayandılar. Artık kale kapısını koruma pozisyonundalar, korudukları; son kalenin duvarları... Her şeyi kabul ettiler. "Tamam Kurân'da namaz tarif edilmiyor. Nasıl istiyorsan öyle kıl, istersen kılma... Tamam mucize yok, inanmayacaksan inanma... Tamam peygamber hata edebilir, etmiştir..." Geriye atılmadık bir adım kalmadı. Kaleyi de savunmazlarsa, bu işten vaz geçmekten başka çare yok. Fakat Kurân da yenir yutulur şeylerden bahsetmiyor. Empoze ettiği tanrıya eş koşanlara dört seçenek sunuyor: 1. Müslüman olursunuz. 2. Yakalandığınız yerde katledilirsiniz. 3. Yaşadığınız, doğup büyüdüğünüz vatanınızdan sürülürsünüz. 4. İslam'ı illa kabul etmeyecekseniz bari ehli kitap olur, küçülerek elinizle cizye ödersiniz. Son kale savunuluyor ya, yapılabilecek tek şey var: "Burada patates buğulama tarifi yapılmaktadır. Müşrik, aslında patates demektir. Erbakan hoca buna dayanarak "patates dini" demişti. Katletmek, "suda haşlamak" demektir. "Sürmek" ise pişince tencereden alıp suyunu süzmektir. Ehli kitap olmak demek, yemek tarifi kitabına uygun patates haşlamak anlamına gelir. Cizye vermek demek de "sofraya servis etmek" demektir. Afiyet bal şeker olsun efendim! Tüm yemeklerinizi Kurâna bakarak pişirin, hem zamandan tasarruf edin, hem malzemeden, hem de ağzınız tatlansın efendim..." Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Belirtmek isterim ki tüm söylediklerimdeki amacım saldırmak, yaralamak, yıkmak değil. Tüm amacım inancın empoze edilebilir, dayatılabilir ve inanılması zorunlu, inanılmazsa kötü şeylerin olacağına inandırılacak bir olgu olmadığı. İnancın, her bir bireyin sadece kendine özel olarak içinde taşıdığı, hiç bir empozeye, dayatmaya, zorlamaya gelmeyen, çok hassas ve kırılgan bir duygusu olduğu... Onu metalaştırmayın, şekillendirmeye, adlandırmaya, hele hele kullanmaya çalışmayın. Hiç ama hiç bir şeye alet etmeyin. Bırakın karanlık gecede gözlerim açık düşünürken gözlerimden akan yaşlarda gizlice pırıldasın, hiç ama hiç kimse ona elini uzatıp dokunmasın! O sadece ve sadece bana ait olsun! Ne birilerinin sözlerine, yazdıkları kitaplara, ne yaptıklarına, ne isimlere, ne kalıplara, ne şekillere bağlı olsun. Hiç bir tanımı, şekli, şemali, adı, sanı olmasın. Sadece içimden taşıp gelen bir coşku olsun. Öyle coşkun, öyle özel olsun ki kimselerle paylaşamayayım, herkeslerden kıskanıp saklayayım. Hoyrat eller ona değmesin, görmez gözler görmesin... Hatta onun ne olduğunu ben de bilemeyeyim. Ona isim takmayayım, şekil, kalıp biçmeyeyim. Sadece titreşimlerini, heyecanını hissedeyim. O öyle büyük, öyle ulaşılmaz olsun ki, zaman nehrinde akan bir damlanın parlayıp sönmesi kadar olan hayatımda ona dair bir fikir geliştirmemin olanaksız olduğunu anlayayım. Onu hiç kimsenin anlayamamış, anlatamamış olduğunu bileyim. Onu gördüğünü, anladığını iddia edenler sadece buruk bir gülümsemeye yolaçsın bende. İşte benim inancım budur... Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Fakat Kurân da yenir yutulur şeylerden bahsetmiyor. Empoze ettiği tanrıya eş koşanlara dört seçenek sunuyor: 1. Müslüman olursunuz. 2. Yakalandığınız yerde katledilirsiniz. 3. Yaşadığınız, doğup büyüdüğünüz vatanınızdan sürülürsünüz. 4. İslam'ı illa kabul etmeyecekseniz bari ehli kitap olur, küçülerek elinizle cizye ödersiniz. Demirefe,bunları neye dayanarak yazdığınızı belirtseniz;ayrıca dinlerim Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 bunları neye dayanarak yazdığınız Tevbe suresi... Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Belirtmek isterim ki tüm söylediklerimdeki amacım saldırmak, yaralamak, yıkmak değil. Tüm amacım inancın empoze edilebilir, dayatılabilir ve inanılması zorunlu, inanılmazsa kötü şeylerin olacağına inandırılacak bir olgu olmadığı. İnancın, her bir bireyin sadece kendine özel olarak içinde taşıdığı, hiç bir empozeye, dayatmaya, zorlamaya gelmeyen, çok hassas ve kırılgan bir duygusu olduğu... Onu metalaştırmayın, şekillendirmeye, adlandırmaya, hele hele kullanmaya çalışmayın. Hiç ama hiç bir şeye alet etmeyin. Bırakın karanlık gecede gözlerim açık düşünürken gözlerimden akan yaşlarda gizlice pırıldasın, hiç ama hiç kimse ona elini uzatıp dokunmasın! O sadece ve sadece bana ait olsun! Ne birilerinin sözlerine, yazdıkları kitaplara, ne yaptıklarına, ne isimlere, ne kalıplara, ne şekillere bağlı olsun. Hiç bir tanımı, şekli, şemali, adı, sanı olmasın. Sadece içimden taşıp gelen bir coşku olsun. Öyle coşkun, öyle özel olsun ki kimselerle paylaşamayayım, herkeslerden kıskanıp saklayayım. Hoyrat eller ona değmesin, görmez gözler görmesin... Hatta onun ne olduğunu ben de bilemeyeyim. Ona isim takmayayım, şekil, kalıp biçmeyeyim. Sadece titreşimlerini, heyecanını hissedeyim. O öyle büyük, öyle ulaşılmaz olsun ki, zaman nehrinde akan bir damlanın parlayıp sönmesi kadar olan hayatımda ona dair bir fikir geliştirmemin olanaksız olduğunu anlayayım. Onu hiç kimsenin anlayamamış, anlatamamış olduğunu bileyim. . . Bir insan kendisini ne kadar...., karsi tarafin da gercekten anlayabilecegi kadar, ifade edebilir..? Cogu zaman ya yalnis anlasilmis, yada düsüncelerini tam kelimeleri secip' te yazamadigindan dolayi yalnis anlasilmisindir....ki bu bende cok oluyor... ve sizin yazmis oldugunuz bu yaziyi gördügüm de...icimden gecenler i ve kelimelere aktaramadigim...anlatamadiklari mi...yazamadiklari mi buldum Bundan dolayi cok Tesekkür etmek istiyorum size sayin demirefe Saygilar Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Sayın Birce, bahsettiğiniz iletimi tabii ki duygusal bağlamda yazdım ve konu zaten duygusal bağlamda bakılacak bir konu. Bu yüzden duygularımı gizlemeden yazmam gerekirdi, öyle yaptım. Her zaman ve her alanda duygularımızla hareket edemiyoruz. Ama yeri geldikçe onları kullanabilmemiz gerek diye düşünüyorum. Gerçek şu ki çok kapsamlı beyinlere sahibiz. Robot ve yapay zeka araştırmacıları, taklidini yapmak için uğraşırken insan beyninin derinliklerine indikçe ne büyük bir karmaşa ile karşılaşıldığını en iyi bilen kişilerdir. Çünkü söz konusu olan, aynını başarmak. Şu şöyledir, bu böyledir diye yüzeysel açıklamalar değil. Yaptığınız robot insan gibi düşünüp, davranabilecek! Sorun son derece net! İşte böylesi net bir sorunla uğraşmak, onların farkındalıklarını çok artırıyor. Bu yüzden onlar doğaya en çok saygı duyan insanlardır. Doğanın asla basitçe açıklanamadığını çok iyi bilirler. Neyse, konumuza dönersek; bunu şunun için söylüyorum: Bu kadar kapsamlı duygularımızın bir gün örneğin hatalı sollayan biri ve küt... bitti. Televizyon kapandı... şeklinde sona erivereceği, veya başka çok anlamlı olmayan bir nedenle, farketmez... Bu hepimize kabul edilemez gelir. Bu konuda hepimiz bir şeyler yapmaya çalışırız. Biz olmadıktan sonra neler olabileceğini düşlemek hepimizin kafamızın bir kenarında bekleyen düşüncelerdir. Bu insani bir şey, kapsamlı bir beyin karmaşasının doğal bir sonucu. Ancak şeytan ve onun askerleri, tanrı ve onun askerleri şeklinde satranç taşlarını mutlaka siyah ve beyaz taşlara ayırarak hayat oyununun oynandığını, kuralın bu olduğunu empoze eden dinler bizim zihinlerimizde en büyük tahribatı yapmış olan dayatmalardır. Dünyada gerçekten çok kötü insanlar olabiliyor. Ve dünya aslında pek güzel bir yer de değil. Ama her şeyin nedenleri vardır, raslantının bile... Bunu hiç unutmayın. Ben teşekkür ediyor ve saygılar yolluyorum... Alıntı
Φ Dayı Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Belirtmek isterim ki tüm söylediklerimdeki amacım saldırmak, yaralamak, yıkmak değil. Tüm amacım inancın empoze edilebilir, dayatılabilir ve inanılması zorunlu, inanılmazsa kötü şeylerin olacağına inandırılacak bir olgu olmadığı. İnancın, her bir bireyin sadece kendine özel olarak içinde taşıdığı, hiç bir empozeye, dayatmaya, zorlamaya gelmeyen, çok hassas ve kırılgan bir duygusu olduğu... Onu metalaştırmayın, şekillendirmeye, adlandırmaya, hele hele kullanmaya çalışmayın. Hiç ama hiç bir şeye alet etmeyin. Bırakın karanlık gecede gözlerim açık düşünürken gözlerimden akan yaşlarda gizlice pırıldasın, hiç ama hiç kimse ona elini uzatıp dokunmasın! O sadece ve sadece bana ait olsun! Ne birilerinin sözlerine, yazdıkları kitaplara, ne yaptıklarına, ne isimlere, ne kalıplara, ne şekillere bağlı olsun. Hiç bir tanımı, şekli, şemali, adı, sanı olmasın. Sadece içimden taşıp gelen bir coşku olsun. Öyle coşkun, öyle özel olsun ki kimselerle paylaşamayayım, herkeslerden kıskanıp saklayayım. Hoyrat eller ona değmesin, görmez gözler görmesin... Hatta onun ne olduğunu ben de bilemeyeyim. Ona isim takmayayım, şekil, kalıp biçmeyeyim. Sadece titreşimlerini, heyecanını hissedeyim. O öyle büyük, öyle ulaşılmaz olsun ki, zaman nehrinde akan bir damlanın parlayıp sönmesi kadar olan hayatımda ona dair bir fikir geliştirmemin olanaksız olduğunu anlayayım. Onu hiç kimsenin anlayamamış, anlatamamış olduğunu bileyim. Onu gördüğünü, anladığını iddia edenler sadece buruk bir gülümsemeye yolaçsın bende. İşte benim inancım budur... İfade etmeye çalıştığın İÇindeki SEVGİN demirefe..yaşamın tek dinamiği..(duygusal bağlamda elbet.. ) Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 İfade etmeye çalıştığın İÇindeki SEVGİN demirefe.. Fizik doğada dört temel kuvvet olduğunu söyler. Beşincisi sevgi olabilir... Alıntı
Φ Dayı Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Dört temel kuvvetten daha kuvvetlidir SEVGİ.. Bilim,ilim hepsi bir kenara..evet hepsi gerekli..olmalı..eywallah..fakat İÇİNDE SEVGİ,de olmalı..değilmi..içine sevgimizide kattığımız,severek yaptığımız her iş ne kadarda güzel sonuçlar veriyor..bir deneyimleyebilsek..tadından yenmiyor walla.. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Yoo, Dayı... Kusura bakma, bilim benim için daima ve kuşkusuz önceliklidir. Hiç bir şeyi ondan önde tutamam. Bilim olmadan hiç ama hiç bir şeyin anlamı yoktur benim için. Bu derece tutkunum bilime. Fizik dört kuvvet diyorsa bitti. Beşincisi ancak "belki"dir dediğim gibi. Ha ama sen "tercih"ten bahsetmiyorsun, öncelikten bahsetmiyorsun, tabii o zaman doğru söylüyorsun. Yani sonuçta bilimi de robot gibi değil, aşkla yapmak gerek diyorsun, haklısın elbette... Alıntı
Φ Dayı Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Bilim yapamıyorsanız takip edin..M.K.ATATÜRK.. Aşkla sevgiyle ve ilgiyle ATAM.. Sevgili demirefe..kim olursak olalım..kartvizitte ne yazarsa yazssın..İNSAN sevdikleri ile sevgisi ile vardır..işini sever..eşini sever..bilimi sever..döner kebabı çok sever sevgisi ile vardır kısacası.. Alıntı
Φ Artropod Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2008 Dini inancı herşeyden üstte tutan birisi ötedeki başka bir yaşama inandığından dolayı kaçınılmaz bir şekilde dünya yaşamını yeterince ve tutkulu bir biçimde merak edip, yetkin bir şekilde çözmeye çalışmayacaktır. Bunu yapmaya niyeti olsa ve çabalasa dahi inancı bir noktada devreye girer ve araştırma tutkusu sekteye uğrar. İşte, dindarlar bunu da kabul etmekten kaçınırlar. Ve öyledir ki, bir kitaba sahip olan dinlerin inananları olguları kitaba uydurmaya çalıştıkları oranda tatmin oldukları sürece durum gittikçe daha trajik olmaktan kurtulamaz. Yaşam her yönüyle kalıpları ve duvarları parçalıyor. Birşeyleri henüz çözemedik diye kalkıp da heyecan ve tutkumuzu geçmişin şüphe düşmanı kalıplarına sıkıştırırsak bu bize yakışır mı? Kendimizi doğanın evcilleşen vahşi çocuğu olarak değil de cennetlerin prensi ya da cehennemlerin kölesi olarak görerek nasıl anlayabiliriz? İnsanın, uzak geçmişin çocuksu kurgularıyla kendisini yok yere oyalaması, hayatın bir sifonu olmadığı gerçeğini ve sözde ahlakların biçareliğini örtemeyecek... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 5 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 5 Kasım , 2008 Artropod, birşeyler ekleyecektim ama, sonra vazgeçtim, çünkü gerek olmadığını gördüm. Ekleyeceğim her şey, söylediklerinin başka şekilde tekrarlanmış hali olacaktı çünkü... Alıntı
Φ FUZULİ Gönderi tarihi: 5 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 5 Kasım , 2008 Bilim ilerledikçe bilimle eşdeğer mutluluk da büyüyor sevgi de ilerliyor diyebilseydik keşke.Bilimin ulaşamadığı alanları ıska geçiyoruz nedense!Bilim kendi ilerlemesinin bütün sonuçlarının insanlığa fayda getirdiğini deneyimleyebilir mi acaba?Bilim yapılmasın demiyorum ama bilimle insanlık da yok edilmesin bunu hangi bilim söylüyor? MUHABBETLE... Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 5 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 5 Kasım , 2008 Eğer sizin din anlayışınızda,kabullenmek varsa...o zaman kapatın gözlerinizi,cennet için çalışın! Eğer sizin din anlayışınızda,anlamak,sorgulamak varsa...bilimi sırtlanın,olmanız gereken yerde olun. Bilim,din,sevgi...bunlar insan için vardır;insanla vardır...madem herşey insan için o zaman;buyrun olduğunuz yere dönüp bakmayı. Alıntı
Φ Patates Soğancı Gönderi tarihi: 5 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 5 Kasım , 2008 Fakat Kurân da yenir yutulur şeylerden bahsetmiyor. Empoze ettiği tanrıya eş koşanlara dört seçenek sunuyor: 1. Müslüman olursunuz. 2. Yakalandığınız yerde katledilirsiniz. 3. Yaşadığınız, doğup büyüdüğünüz vatanınızdan sürülürsünüz. 4. İslam'ı illa kabul etmeyecekseniz bari ehli kitap olur, küçülerek elinizle cizye ödersiniz. Son kale savunuluyor ya, yapılabilecek tek şey var: "Burada patates buğulama tarifi yapılmaktadır. Müşrik, aslında patates demektir. Erbakan hoca buna dayanarak "patates dini" demişti. Katletmek, "suda haşlamak" demektir. "Sürmek" ise pişince tencereden alıp suyunu süzmektir. Ehli kitap olmak demek, yemek tarifi kitabına uygun patates haşlamak anlamına gelir. Cizye vermek demek de "sofraya servis etmek" demektir. Afiyet bal şeker olsun efendim! Tüm yemeklerinizi Kurâna bakarak pişirin, hem zamandan tasarruf edin, hem malzemeden, hem de ağzınız tatlansın efendim..." Sayın Demirefe Bunların hepsinin Tevbe suresinde, müşriklerin Müslümanlara saldırıp yok etmeye çalışmaları durumunda, yapılacaklar olduğunu yani meşru müdafaa olduğunu söyleyip geçeyim. Bu savaş durumunda bile pek çok seçenek tanınmıştır. İslam dinine inananlar fikir planında kaça kaça, geriye çekile çekile duvara dayandılar. Artık kale kapısını koruma pozisyonundalar, korudukları; son kalenin duvarları... Her şeyi kabul ettiler. "Tamam Kurân'da namaz tarif edilmiyor. Nasıl istiyorsan öyle kıl, istersen kılma... Tamam mucize yok, inanmayacaksan inanma... Tamam peygamber hata edebilir, etmiştir..." Geriye atılmadık bir adım kalmadı. Kaleyi de savunmazlarsa, bu işten vaz geçmekten başka çare yok. Sadece Kuran'a inanılmalı, çünkü Kuran ne diyor: -Allah, elçisi ve son peygamber olan Muhammed'e Kuran'ı indirdi(Neml 6) -Peygamber'in dünyaya bildirdiği biricik kitap Kuran'dır(Enam 19) -Elçinin biricik görevi mesajı iletmektir(Nahl 35) -Sadece Kuran'ı izlemekle emrolunduk(Araf 2 ve 3, İsra 46) -Kuran hidayetimiz için gerekli herşeyi içermektedir(Nahl 89) -Allah gerekli hiçbir şeyi Kuran'da eksik bırakmamıştır(Enam 38) -Hikmet, insanın ürünü olan hadis kitaplarında değil, Allah'ın kitabındadır(İsra 39, Yasin 2) -Kuran'da emredilip yasaklanmayan her şey, kişisel ve toplumsal seçiminize bırakılmıştır(Maide 101) -Kuran'dan başka hiçbir hadise inanıp kaynak edinmeyiniz(Casiye 6) -Halkı bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak için boş hadislere değer verenler için acı bir azap vardır(Lokman 6) -Sahte hadislere ihtiyacımız yoktur, çünkü Kuran tam detaylıdır(Yusuf 111) -En güzel hadis Kuran'dır(Zümer 23) -Tek geçerli sünnet, Allah'ın sünnetidir(Ahzab 38 ve 62, Fatır 43) -Allah izni olmadan dini hüküm koyanlar ve onları izleyenler, müşriktir yani putperesttirler(Şura 21) -Kuran mücmel değil, detaylıdır, inananlar için kapalı değil apaçıktır(Rum 28, Fussilet 3) -Kuran bizzat Allah tarafından açıklanıp detaylandırılmıştır(Hud 1, Kıyamet 19) -Kuran'a inananlar tarafından anlaşılması kolay, putperestler içinse anlaşılması zor ve imkansızdır(Kamer 17,22,32 ve 40, İsra 46,Kehf 57) -Bizim için güzel örnek olan Muhammed Peygamber, Kuran'dan başka bir hüküm kaynağı kabul etmemiştir.(Maide 48 ve 49, Enam 114, Yunus 15) -Allah hadislerin değil Kuran'ın korunmasını garantilemiştir(Hicr 9, Yasin 69, Sad 87) -Allah'ın kelimeleri tastamam ve mükemmeldir(Enam 115) -Şüpheli rivayetlere uyanlar sapmışlardır(Enam 112) -Allah unutkan değildir(Meryem 64) -Allah kelime sıkıntısı çekmez(Kehf 109) -Ahiret hakkında kuşkusu olanlar Kuran'la yetinmezler veya onu başka kitaplarla değiştirmek isterler(Yunus 15) -Dinleri mezhep mezhep ayırarak ihtilaf edenlerin Muhammed Peygamber ile bir ilişkileri yoktur(Enam 159) -Allah elçisinin ahiretteki tek şikayeti, halkının Kuran'dan uzaklaşması hakkında olacaktır, hadisten uzaklaşması hakkında değil(Furkan 30) Kuran, Peygamber'in ağzından çıkan hadisler için ne der: -Bakara 67-70, Maide 101, Enam 112-117, Casiye 6,Tur 34, Lokman 6, Ahzab 53, Tahrim 3 Kuran, sünnet için ne der: -Ahzab 38 ve 62, Fatır 43, Ğafir 85, Fetih 23 Kuran, icma için ne der: -Yunus 71, Yusuf 15, 102, Taha 64, İsra 88, Hac 73 Sünni ve Şii mezheplerinde hadis kitaplarının gerçek sayısı belli değildir. Üstüne üstlük bu sayısı belli olmayan hadis kitaplarındaki "doğru" hadis sayısında da mezhepler uzlaşamaz. Birinin doğru(sahih) kabul ettiğini diğeri yalan(zayıf) kabul eder. Ancak genelde altı kitap(Kütüb-i Sitte) ön plandadır. Sünni din adamları Buhari'nin kitabında KURAN'LA ÇELİŞEN HADİSLERİ KURAN'DAN ÜSTÜN KABUL EDERLER. Hanefi mezhebinin alimleri, hadis ile Kuran çeliştiğinde HADİS'İN KURAN'I İPTAL EDEBİLECEĞİNİ İDDİA ETMİŞLERDİR. Hadis ve Sünneti savunmak için Ahzab 21 "Sizin için Allah'ın elçisinde güzel bir örnek vardır" ayetini örnek gösterenler şu ayeti unutur "Sizin için İbrahim ve onunla beraber olanlarda güzel bir örnek vardır"(Mumtahine 4 ve 6). Demek li ne yapıp, ne edip İbrahim Peygamber'in sözlerinin yazılı olduğu bir kaç kitap bulmak lazım, bir de o nasıl davranıyor, yaşıyorsa aynısını yapmak lazım. Bazıları "O hevasından(keyfinden) konuşmuyor. O sadece bir vahiydir"(Necm 3 ve 4) ayetini "Muhammed Peygamber'in söylediği her söz Allah tarafından bildirilmiştir" olarak yorumlayıp savunuyor. Söz konusu ayetteki ilk "o" zamiri Muhammed Peygamber'i, ikinci "o" zamiri ise Kuran'ı işaret eder. Çünkü Necm Suresi tamamen Kuran'ın vahyedilmesinden ve Kuran'ın Peygamber'in uydurması olmadığından bahseder. Yani "o" zamirini açarsak: "Muhammed hevasından konuşmuyor. Kuran sadece bir vahiydir" anlamına gelir. Muhammed'in nakledilen en uzun, en bilindik ve en çok kişinin şahit olduğu hadis 100 bin kişinin şahit olduğu Veda Hutbesi'dir. Bakalım hadis kitapları neler demiş Veda Hutbesi için: -"Size izleyeceğiniz iki şey bırakıyorum: Kuran ve benim sünnetim"(Muvatta) -"Size Kuran'ı ve aile halkımı(ehl-i beyt) bırakıyorum"(Buhari, Hanbel, Darimi) -"Size Kuran'ı bırakıyorum, onu izlemelisiniz"(Müslim, İbn Mace, Ebu Davud) Bu en çok şahit önündeki sözde bile böyle tahrifat varken gerisini siz düşünün. Muhammed Peygamber put değil rehberdir: -Müslümanlar Kuran'dan uzaklaşıp hadislerle meşgul olmaya başlamakla Muhammed Peygamber'in yolundan uzaklaşmış ve onun şikayetine muhattap olmuştur(Furkan 30) -Kuran'a göre hüküm koyucu sadece Allah'tır. Muhammed Peygamber Kuran'dan başka hüküm kaynağı tanımamıştır(Yusuf 40, Kehf 26, Maide 48 ve 49, enam 114) -Kuran'a göre Muhammed Peygamber bizim gibi beşeridir.Kendisini beşeri niteliklerin üzerinde niteleyenleri reddetmiştir(Kehf 110, Fussilet 6) -Kuran'a göre Muhammed Peygamber hatasız değildir. Her insan gibi günahlar işlemiştir(Muhammed 19, Fetih 2, Ahzab 37) -Kuran'a göre Muhammed Peygamber ahirette kendisine bile yarar ve zarar veremez(Yunus 49) -Kuran'a göre ahirette hiç kimse hiç kimseyi kurtaramaz(Ra'd 16, Furkan 3, Sebe 42, Fetih 11) -Muhammed Peygamber'i Allah'ın hiçbir elçisinden üstün tutmayız(Bakara 285) -Allah kainatı Muhammed Peygamber için değil, bütün insanlar için yaratmıştır(Nahl 12, Lokman 20) -Kuran'a göre Muhammed Peygamber, ilk halifeler ve peygamberin torunları kendilerini putlaştıranlardan davacı olacaklardır(Meryem 81 ve 82, Yunus 29, Ahkaf 5 ve 6, Kehf 110, Fussilet 6) Kuran'da "La İlahe İllallah" veya "La İlahe İlla Hu"(Allah'tan başka ilah İmran 18'de Kelime-i Şahadet'i şöyle açıklar: "Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şahadet eder. Melekler ve adaleti gözeten ilim sahipleri de...". Yani İslam'ın temel şartı Kelime-i Şahadet'te dahi herhangi bir peygamberin ismi yoktur. Kuran'a göre Kelime-i Şahadet yalnızca "Eşhedü en la ilahe illallah" yani " Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur"dan ibarettir. Peki Kelime-i Şahadet'in sonun "Ve eşhedü enne Muhammeden resulüllah"ı kim eklemiştir? Cevabı Kuran veriyor: "Sadece Allah'ın ismi anıldığında ahirette gerçekten inanmayanların kalbi nefretle çarpar, ancak ondan sonra başkaları da anılınca hoşlanırlar"(Zümer 45) Kelime-i Şahadet'e Muhammed Peygamber'in ismi eklenince, İslam'ın ilk şartı tahrif edilip, ezana da bu sokulunca Aleviler de sonuna "Eşhedi enne Aliyyen veliyüllah"ı ekleyip ezana sokmuşlardır. Bu her şeyden önce şu ayete terstir: "Mescidler Allah'a aittir. Allah ile beraber bir başkasını çağırmayın"(Cin 18) Yani dinin ve dincilerin son kaçış noktası dediğiniz şey, en baştan beri Kuran'ın dediği, Kuran'dan başka hiç bir kaynağa inanılamayacağı imiş. Saygılar, sevgiler. 8 Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 6 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 6 Kasım , 2008 Sayın Patates Soğancı, Tevbe suresi meşru müdafaa ile ilgili olamaz. Çünkü Mekke ele geçirildikten sonra yazılmıştır. Nerden anlıyoruz? "3. Hacc-ı ekber gününde Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir" demesinden. Arabistan'ın kalbi ele geçirilmiş ve sıra Arabistan'ı tümden temizlemeye gelmiştir. Halbuki Mekke'liler müslümanların barış içinde Kabe'yi ziyaret etmesi için Hudeybiye'yi imzalamışlardı. Muhammed ise Mescid'i Haram'a müşrik ayağı basmasını yasaklamış ve müşrikleri "necis" ilan eden ayet yazmıştır ve onlara söylediğim dört seçeneği bırakmıştır. Kurânın tümü, kendine inanandan gayrının en ağır hakaretlere uğratıldığı bir metindir. Diğer tüm Kurân hakkındaki verdiğiniz ayetler "kerameti kendinden menkul" özelliği taşır. Biri "ben şöyleyim böyleyim" demekle öyle böyle olmaz. Kendini öven sözler geçersizdir. Sadece "Ay yarıldı" "Sen atmadın lakin Allah attı" "Eşit tepeler vardır" "Mescidi Haram'dan Mescid'i Aksa'ya götüren" diye muğlak, ne olduğu belirsiz sözler yazılı Kurân mı apaçık? Ay niye yarıldı? Yarıldı da ne oldu? Ne attı, kim tuttu? Mescidi Aksa'ya uçakla mı gitti helikopterle mi? Ne tepesi? Nasıl tepe, niye eşit? Söylemez. Muhammed Kurân ile belirsizlik ve korku salar, gerisini hegemonya kurarak ve bağnaz müritlerini devreye sokarak halleder. Ben Allah sözü, Muhammed sözü diye bir ayrım yapmıyorum ki bana bunu savunuyorsunuz? Hepsi Muhammed sözüdür. Her yerinde "Allah ve Resulü" nün şöyle böyle buyurduğundan söz eder. Kendi icat ettiği belirsiz kavramın ardından kendi buyruklarını bildirir. Ben hadisler doğrudur, değişmeden gelmiştir demedim ki? Fakat Muhammed sırf Kurân yazmış, onun haricinde mum gibi susmamıştır diyorum. Bir şeyler yapmış, bir şeyler söylemiş ve tarihi verilerle uyumlu ise bunlar ölçü alınır. Tüm sözleri ve yazdığı Kurân değişmiştir elbette. Siz "delil olarak kabul etmek"ten bahsediyorsunuz. Ben delil olarak kabul edip etmemekten bahsetmiyorum. Ben ne hadisi ne Kurânı, Muhammed'in söylediği hiç bir şeyi delil olarak kabul etmiyorum zaten. Tarihe ışık tutmak, neler olup bittiğini anlamak için bir belge olarak kabul ediyorum, hadis, Kurân diye bir ayrım yapmadan... Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 6 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 6 Kasım , 2008 1. Müslüman olursunuz.2. Yakalandığınız yerde katledilirsiniz. 3. Yaşadığınız, doğup büyüdüğünüz vatanınızdan sürülürsünüz. 4. İslam'ı illa kabul etmeyecekseniz bari ehli kitap olur, küçülerek elinizle cizye ödersiniz. Meşru müdafaa mı?Bakın Tevbe süresi benim aklımı karıştırdı.Lütfen geçmeyelim;meşru müdafa diyorsak bile,bunu neden dediğimizi yazalım. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 6 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 6 Kasım , 2008 Sayın Gökyüzü, dini konularda aykırı şeyler söylendiğinde insanların niye kafalarının karıştığını, bocaladıklarını, "maneviyatlarının sarsıldığını" niye ikilem içinde kıvrandıklarını ben anlayamıyorum. Niye bu huzursuzluk, niye bu gerçeği tekdüze, değişmez, basit bir kalıp içinde görme isteği? Niye gerçek binlerce yıl önce yaşamış kişilerin tekelinde kalsın? Hayat, evren ve oluşum hakkında en küçük bir doğru düzgün fikirleri olmayan, -bu onların suçu değil, yaşadıkları çağın gereğiydi- olması olasılığı bulunmayan kişilerin doğruları motamot almış ve öğrenmiş olduklarına inanma zorunluluğu niye? Niye böyle bir tekelcilik anlayışına prim verelim? Ben onları yalancılıkla, sahtecilikle de suçlamıyorum. Herkes bir takım gerçeklere ulaştığını düşünebilir. Buluşlarının zihnine başka bir kaynaktan aktarıldığına inana da bilir. Fakat onun bu inancı başkalarını niye bağlasın? Onun bu inancının benimle ne ilgisi var ve beni bağladığına niye inanmak zorunda olayım? Ben tek başıma başka türlü inanıyor olabilirim. Dünyada kişi sayısınca inanç olabilir ve hiç bir kimsenin inancı, bir diğerini hiç ama hiç bir şekilde bağlamaz. İnanç kişinin sadece kendini bağlar. Pazar günleri asansöre binmemem gerektiğine inanıyorsam bu benim inancımdır. başka biri de cumartesi günleri parkta koşmak gerektiğine inanıyordur. Ha Allah ve meleklerine inanmış, ha Zeus ve tanrılara inanmış. Bunun bir kıymeti harbiyesi var mı? Senin tanrın benim tanrım muhabbetinin en küçük bir anlamı var mı? Gerçek, bir kalıba sıkışmış tekdüze bir şey midir ki, o kalıp hakkında olumsuz şeyler söylendiğinde inanç yitimi tehlikesinden söz ediliyor? Zavallı fani bir insan kim, gerçeğe laf etmek kim? Ben mi gerçeğe dil uzatıp onu sarsacağım? Benim dokunmamla kalıbı dağılan gerçek, aynada hapsolmuş çok ama çok küçük bir yansımadır, hiç üzülmeye değmez. Dünyanın tüm insanları gökyüzüne üflese, güneş söner mi? Doğru bilinenlerin doğru olmaması olasılığından bu kadar korkmak için hiç bir gerekçe yok. Çünkü gerçeğin ne olduğunu hiç ama hiç bilen olmadı. Kaçırdığınız balık için "büyüktü" diye hayıflanın, hiç oltanızın yakınından geçmeyen hayalinizdeki dev balıklar için hayıflanmanın anlamı yok... Alıntı
Φ Patates Soğancı Gönderi tarihi: 6 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 6 Kasım , 2008 Sayın Patates Soğancı, Tevbe suresi meşru müdafaa ile ilgili olamaz. Çünkü Mekke ele geçirildikten sonra yazılmıştır. Nerden anlıyoruz? "3. Hacc-ı ekber gününde Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir" demesinden. Arabistan'ın kalbi ele geçirilmiş ve sıra Arabistan'ı tümden temizlemeye gelmiştir. Halbuki Mekke'liler müslümanların barış içinde Kabe'yi ziyaret etmesi için Hudeybiye'yi imzalamışlardı. Muhammed ise Mescid'i Haram'a müşrik ayağı basmasını yasaklamış ve müşrikleri "necis" ilan eden ayet yazmıştır ve onlara söylediğim dört seçeneği bırakmıştır. Kurânın tümü, kendine inanandan gayrının en ağır hakaretlere uğratıldığı bir metindir. Sayın Demirefe ve Sayın Mavi Olmayan Gökyüzü Kendilerine dört ay süre tanınan bu müşriklerin kimler olduğu üzerinde hayli görüş ayrılığı vardır. Bunlar; andlaşma süreleri dört aydan az olan müşriklerle, andlaşmalarında bir süre belirtilmemiş olan müşriklerdir. İşte bunlara dört aylık süre verilmiştir. Fakat Allah'ın Elçisi ile belli bir süre için andlaşma yapmış olanlar, andlaşmada belirtilen sürenin sonuna kadar güvence içindedirler. Fakat sonradan Peygamber Tebük seferine çıkınca münafıklar ve müşrikler andlaşmaları bozmaya başladılar. Allah bu ayetleri indirerek andlaşması dört aydan az olana da, çok olana da dört ay süre tanıdı. Surenin 4. ve 7. ayetleri, andlaşmalarına uyan müşriklerin, andlaşma şartlarının yerine getirilmesini emretmektedir. Demek ki burada dört ay süre tanınan müşrikler, andlaşmalarını bozarak müslümanlara ihanet eden müşriklerdir. Andlaşmanın ihlali savaş halinin devamı anlamına gelir. Müslümanların bu durumda meşru müdafaa hakları ortaya çıkar. Normalde bu ihanetin cezası ölümdür. Ama yine de işte bu hainlere, son olarak dört ay süre verilmiştir. Bu süre içinde ya Allah'a teslim olacaklar ya da öldürüleceklerdir. Ama andlaşmalarını bozmamış olan müşriklerin andlaşmaları devam eder. Onlara saldırılmaz. 4. ayetten açıkça anlaşılıyor ki kendilerine dört ay süre verilen müşrikler, andlaşmalarını bozmuş olan müşriklerdir. çünkü ayette sözlerinde duran müşriklerle yapılmış andlaşmaya, sonuna kadar uyulması emredilmektedir. Beşinci ayetten de ihanet eden müşriklere verilen dört aylık sürenin, haram ayları sonunda biteceği anlaşılmaktadır. İşte bu dört ay geçtikten sonra müslümanlara ihanet eden müşriklerin her yanda araştırılmaları, nerede bulunurlarsa yakalanıp öldürülmeleri, ancak tevbe edip İslam'a döndükleri takdirde serbest bırakılmaları emredilmektedir. Ayetin, Allah'ın ğafur ve rahim(çok bağışlayan, çok esirgeyen) sıfatlarıyla bitirlmesi de müslümanlara, affetmenin, şefkatli ve merhametli olmanın önemini anlatmaktadır. Bu ayetler, müslümanlarla müşrik kabileler arasında barış andlaşmaları yapıldığını, bazı müşriklerin verdikleri sözde durduklarını, bazılarının da sözlerinden cayıp müslümanlara ihanet ettiklerini, müslümanların düşmanlarıyla birleştiklerini göstermektedir. Dördüncü ayette bu husus, gayet açık olarak görülmektedir. Dördüncü ayette andlaşmaya riayet eden müşriklerin andlaşmalarının, sonuna dek götürülmesi emredilmiştir. Acaba andlaşma süresi sona erince bu müşrikler de öteki müşrikler gibi mi olurlar? Yoksa bunlarla andlaşmayı tazelemek mümkün müdür? Allah'ın elçisi devrinde müslümanlarla andlaşma yapanlar iki gruba ayrılırlardı. Bir kısmı daha önce müslümanlara düşman, onlarla savaş halinde olup sonradan müslümanlarla andlaşma yapmış olanlardı ki Kureyş böyleydi. bir kısmı da müslümanlarla hiç savaşa girmemiş, barış içinde, onların müttefiki veya tarafsız kalmış olan kimselerdi. İşte Nisa 90, bu tarafsız müşriklere dokunulmayacağını bildirmiştir. Diğer tüm Kurân hakkındaki verdiğiniz ayetler "kerameti kendinden menkul" özelliği taşır. Biri "ben şöyleyim böyleyim" demekle öyle böyle olmaz. Kendini öven sözler geçersizdir. Sadece "Ay yarıldı" "Sen atmadın lakin Allah attı" "Eşit tepeler vardır" "Mescidi Haram'dan Mescid'i Aksa'ya götüren" diye muğlak, ne olduğu belirsiz sözler yazılı Kurân mı apaçık? Ay niye yarıldı? Yarıldı da ne oldu? Ne attı, kim tuttu? Mescidi Aksa'ya uçakla mı gitti helikopterle mi? Ne tepesi? Nasıl tepe, niye eşit? Söylemez. Muhammed Kurân ile belirsizlik ve korku salar, gerisini hegemonya kurarak ve bağnaz müritlerini devreye sokarak halleder. Bahsettiğiniz tüm konular Kuran'ın dediği gibi aklı ile inananlar için son derece anlaşılırdır. Bu başlıkta konu uzamasın diye sonra yazayım ama duramıyorum hadi söyleyeyim. Kamer 1; "Saat geldi, ay yarıldı" diye tercüme edilmiş ayetin tercümesi eksikdir. Yarılma anlamında kullanılmış olan arapça "şakka" kelimesinin diğer anlamı insan eliyle toprağın kazılması, eşelenmesidir. O devrin insanları ve tercümecileri insanın ay toprağını kazıp, eşeleyerek toprak alabileceğine imkan vermediklerinden, "şakka"nın diğer anlamını yarılmayı kullanmıştır. Nereden bilsin adamcağızlar insanın zamanı gelince aya gidip yüzeyinde izler bırakacağını, astronotların toprak kazıp getireceğini, Kuran'ın da bunu bu kadar yıl öncesinden söyleyeceğini Ne attığına gelince, önemli olan ne attığı değil ki? Düşmana atılan bir şey.(Yorumcular bir avuç çakıl diyor ya?). Burada Enfal 17'de vurgulanan şey, peygamberin attığı şeyin, içindeki Allah inancından kaynaklandığıdır. İçinde inancından aldığı bu güç olmasa, kendisinin buna kalkışamayacağıdır. Ona bu gücü veren Allah inancıdır. Mescidi Aksa'ya götüren birşey yazılmadığına göre, gerçekte götüren bir şey de yoktur. Bu düşünsel bir yolculuktur. Burak falan değil? Burada önemli olan bunun sonunda ayet verilmiş olmasıdır. Bu surelerin inişi sırasında peygamberin yaşadığı trans halinde hissettikleridir. Rüyada veya hipnoz altında hissedilenler gibi. Peygamberin trans halinde inenleri görüntüler şeklinde de hissettiğini gösterir(Halüsinasyon benzeri). Daha fazla uzatmak da istemiyorum. Çünkü bunlar benim yorumum. Kuran'ı herkesin kendi anlaması lazım. Kimsenin kimseye öğretmemesi şartı var. Bu yüzden kendiniz okuyun ve karar verin ama inanan gözle bakın yeter. Korku falan da salmaz. İnananlar için korkulacak bir durum yoktur ve onlara korku salmaz. İnanmayanlar için de, zaten bunlara inanmadıklarından korkulacak bir şey yoktur ve onlara da korku salmaz Kuran zorla bir şey yapmayın dediğinden, o bağnaz müritler dedikleriniz, zaten din dışı görülürler. Onların yaptıklarının ise Kuran'la bir ilgisi yoktur. Ben Allah sözü, Muhammed sözü diye bir ayrım yapmıyorum ki bana bunu savunuyorsunuz? Hepsi Muhammed sözüdür. Her yerinde "Allah ve Resulü" nün şöyle böyle buyurduğundan söz eder. Kendi icat ettiği belirsiz kavramın ardından kendi buyruklarını bildirir. Siz bu konunun başlığında Dinin ve dincilerin son kaçış noktası dememiş misiniz. Bu dinin aslında böyle demediği halde, dincilerin son çare olarak sadece Kuran'a sarıldıkları anlamında değil mi. Ben yazdığım yazıda ilk inen şey Kuran olduğuna göre ve onun her yerinde de, Kuran sözünden başkasına inanmayı yasakladığını, zaten hurafelerin dinle ilgisi olmadığını, kimsenin kaçmadığını, meselenin özünün en baştan beri Kuran'a inanmak olduğunu söylemekteyim. Hepsi Muhammed sözü ise Kuran Muhammed'e niye fırça çekiyor(3 kere). Ne diye onun her söylediği doğrudur demiyor da, sadece Kuran doğrudur diyor. Muhammed bu fırsatı bulmuşken ben Allah'la sürekli temas halindeyim, o yüzden benim her dediğim Allah kelamıdır niye demiyor? Ne diye bu kadar uğraşıyor? Size Kuran'da hadise, sünnete değer verilmemesini söyleyen bir dünya örnek yazdım. Bırakın artık tercüme hatalarını da Kuran'ı dediğim gözle okumaya çalışın, yani pozitif bakış açısıyla, ancak o zaman çelişki zannettiklerinizin doğrularını görebilirsiniz. Kuran her yerinde bunu diyor, inanan gözle bakılması halinde Kuran'ın apaçık olduğunu, görmek istemeyen gözlerle bakan için ise anlaşılmaz olduğunu söylüyor. Ben hadisler doğrudur, değişmeden gelmiştir demedim ki? Fakat Muhammed sırf Kurân yazmış, onun haricinde mum gibi susmamıştır diyorum. Bir şeyler yapmış, bir şeyler söylemiş ve tarihi verilerle uyumlu ise bunlar ölçü alınır. Tüm sözleri ve yazdığı Kurân değişmiştir elbette. Siz "delil olarak kabul etmek"ten bahsediyorsunuz. Ben delil olarak kabul edip etmemekten bahsetmiyorum. Ben ne hadisi ne Kurânı, Muhammed'in söylediği hiç bir şeyi delil olarak kabul etmiyorum zaten. Tarihe ışık tutmak, neler olup bittiğini anlamak için bir belge olarak kabul ediyorum, hadis, Kurân diye bir ayrım yapmadan... İşte aramızdaki fark bu, ben Kuran'da pek çok mucizeyi görüyorum. Bu yüzden inanıyorum. Çünkü acaba burada ne demiş olabilir diye okudum, içindeki şifreleri çözdükçe her gün daha şaşırıyorum. Sizin çelişki dediğiniz hiç bir şeyde çelişki görmüyorum. Sizin okuduğunuz gibi acaba bu dediğini nasıl başka türlü anlarım, nasıl hatalı gösterebilirim diye okusaydım, durumum sizle aynı olurdu. Hata dediğiniz her şeyi inceliyorum. Bunların hepsinin Kuran bütünlüğü içinde anlamlı olduğunu görüyorum. Bu tutumum beni Kuran'a yaklaştırırken, sizin tutumunuz da sizi Kuran'dan uzaklaştırıyor. Ve ne ilginçtir ki Kuran en çok bu tutumun öneminden ve sonuçlarından bahsediyor durmadan. Önce doğru teoriyi kurmalısınız ki, sonra yıkmaya çalışabilesiniz. Bu tıpkı, Einstein'in ne dediğini anlamadan onu eleştirmeye benziyor. Saygılar, sevgiler. 8 Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Sayın Patates Soğancı, sondan başlayarak yanıt vereceğim. Ben Kurânı hiç bir zaman neresinde bir yanlış bulabilirim düşüncesiyle okumaya başlamadım. Tam tersine, bu kitabın hiç bir yanlış içermeyen, insanüstü ve doğaüstü bir kaynaktan geldiğini söylemişlerdi, ben de o gözle inceledim. İlk intibam, bunun neresine bu özellikleri atfediyorlar diye bir şaşırmak oldu. Hiç bir olağanüstülük göremedim. Tersine son derece sıradan ve bilgi açısından ise son derece fakir gördüm. Belli bazı şeyleri durmadan tekrarlamanın dışında dişe dokunur hiç bir bilgi vermiyordu. Halbuki bana anlatılanlardan, bu kitabın mucizevi ve olağanüstü olduğuna gerçekten inanmıştım. Hatta bu kitabı yazanın belli bir sistematik içinde yazmadığı son derece açıktı. Ne başı ile son arasında bağlantı, ne giriş, gelişim, sonuç bağlantısı... Hiç bir sistematik ve akıcılık göremedim. Olağandışı şekilde gereksiz tekrarlar, bıktıran bir takılmış plak görüntüsünden başka hiç bir şey yok. Bir adam aklına bir şey gelmiş, yazmış. Bir süre sonra bir şey daha gelmiş, yine yazmış ve bu böyle gitmiş. Sistematiğin "s"si yakınından bile geçmiyor. Karmakarışık bir anlamsızlık öbeği çıkmış ortaya. Ben tam tersine Kurânı okumamış olsaydım, kulaktan dolma bilgilerle onun olağanüstü bir mucize olduğuna inanmaya devam edecektim. Zaten de bir büyük ağabey ben ve benimle birlikte Kurânı incelemeye alan arkadaşlarımı uyardı: "Siz dinden çıkacaksınız" dedi. "Peki ne yapalım?" diye sordum. "Hiç sorgulamayın, ne dediğini araştırmayın, alimlere sorun, onların kitaplarını okuyun, onlar ne yazıyor diyorlarsa onu yazdığına inanın!" Ben de saf saf bu tavsiyeye karşı çıktım: "Olur mu hiç?" dedim. Ne kadar derinine iner anlarsak, o kadar çok inanırız." Kazın ayağı öyle gelmedi. Adam haklıydı. Öbür arkadaşlar çok geçmeden bu işin sonunda İslam dininden çıkmaları gerekeceğini anlayarak bazıları yavaşça ortadan toz oldular. Çünkü kelime kelime çözümleme tekniği uyguluyordum. Neredeyse Arapça bile öğrenecektim. Bu işler artık kolay, bir tık Arapça sözlük ekranında. Neyse ki çocukken bir ara beni mahalle hocasına göndermişlerdi, Arap yazısını sökmem zor olmadı. Arapça klavye ile yazabildin mi, sorun yok. Tüm anlamlara ulaşmak bilgisayar ortamında çok kolay. Meallere asla güvenmedim ve kelime kelime kontrol ettim. Birlikte çalıştığımız geriye kalan arkadaşlardan biri aniden isyan etti: "Yahu kardeşim biz dinden çıkacağız. Arapça kıraat çalışsak daha iyi olmaz mı?" Alarm zillerini duymuştu. Şaşkınlıkla yüzüne baktım: "Hiç anlamına önem vermeden papağan gibi okuyalım mı diyorsun?" dedim. Açıkça: "Evet" dedi. "Tecvit kurallarını, kıraat kurallarını öğrenelim. Ne yapacağız anlamını?" Şaşkınlıkla gruba göz gezdirdim. Hepsi sessiz kalıp boyunlarını bükünce ve beni desteklemeyince hemen o anda tası tarağı topladım. "Bu iş burda biter, size iyi tecvitler ve mükemmel kıraatlar. Hangi makamda okuyacağınıza iyi karar verin, fazla nağme yapmayın" deyip onları terkettim. Çalışmama kendim devam ettim. Onlar da hemen benim arkamdan dağılıp işe güce bakmaya, bu işleri kurcalamamaya karar vermişler ve benim terkettiğim toplantı son toplantı olmuş. Tecvitçi arkadaş bir daha milleti toparlayamamış ve tecvit öğretememiş ama kendisi bayağı namaza filan başlamış. Bizim çalışma üç ürün verdi: Gözünü yumup inancını koruyan birini, gözünü açan beni birer nümunelik olarak ve ezici çoğunluk olarak ne etliye ne sütlüye karışmayan vasat kişileri... Her yerde de bu vasat çoğunluğun daima ezici oranda fazla olduğunu görüyorum. Neyse, öykü bu kadar, size gelirsek asıl siz peşin karar ile kutsallığına inandığınız için mucize görüyorsunuz. Tevbe suresi son derece açık ve nettir. İslam toprağında hiç bir müşrik bulunmayacak, ya müslüman olacak, ya öldürülecek, ya da sürülecek. Hiç bir kuşkuya yer yok, böyledir. Dört ay süre verir ve bu sürenin tek istisnası, daha uzun süreli anlaşma yapmış olanlardır. Onların süresi de anlaşma süresi dolunca bitecek, onlar da dört seçeneğe muhatap olacaklardır, olmuşlar ve dört seçenekten birine uymuşlar, yok olmuşlardır. Sadece Tevbe suresi değil, Kurânda nereye gözünüzü çevirseniz, İslam dininin yeryüzünde egemen olması için savaşmaya çağırır. Kurân'ın ilkesi şudur: Yeryüzünde nerde bir Allaha inanmayan kavim gördünüz, İslam'a davet edeceksiniz. Kabul etmezlerse savaş açacaksınız. Ehli kitapsa cizye verecekler. Müşrikseler yok edilecek veya sürülecekler. Ta yeryüzünde şirk kalmayıncaya kadar. Bu böyle olunca diğer ayetleri yanıtlamayı gereksiz buluyorum. Kurân çelişkilerle doludur. İşine geldiği gibi her şeyi çevirir. Bir gün dinde zorlama olmadığını söyler, ertesi gün müşrikleri bulduğunuz yerde katletmeyi emreder. İşinize ne geliyorsa onu bulabilirsiniz, diğerlerine gözünüzü yumarak ve "bu ayet üzerine alimler ihtilaf etmişlerdir" bahanesine sığınarak... Bir şey ekleyeyim, Kurân'ın Muhammed'i azarladığını çok kişiden çok olağanüstü bir şeymiş gibi duyuyorum. Bunda hiç bir olağanüstülük yoktur. Bunu herkes yapabilir ve biraz akıllı olan, kendi gibi bir faniyi değil de doğaüstü, insanüstü bir hayali varlığı ön plana çıkarıp onun ardına saklanmayı, onu ve adını kullanmayı pekala bilebilir. Hatta ben gereğinden fazla alçakgönüllük gösterenden şüphelenirim, ardından ne çıkaracak diye... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Bu arada eklemek isterim, Patates Soğancı, hadisler konusunda son derece haklısınız bakın, onu da net olarak söyleyeyim. Muhammed sağlığında hadis yazımını şiddetle yasaklamıştır. Öyle ki ölümünden sonra uzunca bir süre hadis toplama cesareti bulamadı kimse. Neden sonra ucundan kıyısından toplama çalışmaları başlayabildi. Hatta ben hadis yazımını İslam karşıtı, ve evet sizin de dediğiniz gibi Kurân karşıtı bir hareket olarak görüyorum. Birileri bu tarihi gerçeklerin gizli kalmasına daha fazla izin vermek istememiş gibi görünüyor. Ve tabii birileri de kafasına göre yaptığı yorumlara sağlam arka bulma fırsatını kaçırmamış! Zaten Ömer'in tavrı net: Peygamber ölüm döşeğinde ve "vasiyetine ihtiyacımız yok, bize Kur'an yeter!" diyor. Kağıt kalem getirilmesine engel oluyor. Bu Ömer hiç hadis toplattırır mı? Rıdvan ağacını kestiren adam! Ben bunların farkında değilim sanmayın. Ama bunlar bir şey kanıtlamaz. Dediğim gibi, hadis Kurân farketmez, benim için hepsi tarihi belge. Hepsi tarihe bir ışık tutabilir. Ebu Hureyre'den, İbni Abbas'tan gelen bir rivayet, tarihi bir belgedir. Çünkü olayın direk kaynağından geliyor. Ne kadar değişmiş olursa olsun, bir belge olarak değeri vardır. Tarihi verilerle uyumuna göre değerlendirilir ve değişim oranı tahmin edilebilir. Bir Kurân ayetinin büyük bir tarihi değeri vardır. Geçmişten günümüze uzanmış eşsiz bir ipucu. Bazen bir çiçek poleni, bir parazit yumurtası, bir DNA parçası, bir organik molekül kalıntısı, bir balık pulu fosili, çok şey söyleyebilir... Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 İnananırsınız yada inanmazsınız,bu vicdanı bağlar.İsteyen inanır ,isteyen inanmaz.Bu, bu kadar basittir.Benim için inanç özeldir;inanan da özeldir,inanmayan da! Ben bundan 2 yıl önce inanmayanlardandım,bana saçma gelirdi bazı şeyler.Ama inanmamam İslam yada genel anlamda dini tanımakla ilgili değildi;inanmazdım çünkü bana göre insanların yaşadığı tüm yıkımlarda,dinlerin öngördüğü iyi insanlar kaybeden oluyordu...ister istemez ''neden'' diye soruyordum. Sonra ''yapan da yıkan da insan iken neden başka suçlu'' deyip inanç noktasında ilk adımı atmıştım.Sonra ne mi oldu;ben çok dindar değilim ama bugün benden çok daha öte bir varlığa inanmak bana güç veriyor,bu sefer de inanıyorum;ama neden inandığımı da bilmiyorum. Neden bunları yazma gereği hissettiğimi bende bilmiyorum,belki de ''demirefe''nin yazdıklarını okuyunca bende kendime döndüm. Neden inandığımı bilmemek ,hiçbir şekilde kılıf uydurtulacak bir gerekçe değildir; işin aslı kitap hastası olan ben birgün olsun Kuran'ı açıp okumadım,ne demek istediğini anlamaya çalışmadım. Kimbilir,''demirefe'' ye denildiği gibi sadece anlamadan okumak yeter mantığı vardır benden,ki bunu bile yapamıyorum. Onun için ''tevbe'' de söz konusu olan ayet gerçekten beni şaşırttı. Ve ben ifade edilmek istenen gerekçeyi anlamak istedim. Din bir afyon değil benim için,olmamalı.Ne gelirse başa sorgusuz kabullenmeden gelir.Bunun için din anlamayı telkin eden olmalı. Ben kalkıp da bir din,ideoloji vs insanlarla değerlendirme yanlışına da girmem,İslam'da benim için ölçüt kaynağıdır,Peygamberidir... Bunun için kaynağından verilen ayetleri bana açıklayın dedim;bunu kendim de direk kaynağa yönelerek de yapabilirdim,ama o kadar çalışkan değilim.Bunun için açıklayın dedim...Sayın Patates Soğancı sizi de Sayın demirefe'yi de dinliyorum;sadece anlamak için...saygılar! Alıntı
Φ Patates Soğancı Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Sayın Patates Soğancı, sondan başlayarak yanıt vereceğim. Ben Kurânı hiç bir zaman neresinde bir yanlış bulabilirim düşüncesiyle okumaya başlamadım. Tam tersine, bu kitabın hiç bir yanlış içermeyen, insanüstü ve doğaüstü bir kaynaktan geldiğini söylemişlerdi, ben de o gözle inceledim. İlk intibam, bunun neresine bu özellikleri atfediyorlar diye bir şaşırmak oldu. Hiç bir olağanüstülük göremedim. Tersine son derece sıradan ve bilgi açısından ise son derece fakir gördüm. Belli bazı şeyleri durmadan tekrarlamanın dışında dişe dokunur hiç bir bilgi vermiyordu. Halbuki bana anlatılanlardan, bu kitabın mucizevi ve olağanüstü olduğuna gerçekten inanmıştım. . . . Her yerde de bu vasat çoğunluğun daima ezici oranda fazla olduğunu görüyorum. Sayın Demirefe Durumunuzu içtenlikle anlatmışsınız. Fakat bence hatanız şu noktada olmuş, o incelemenizi sonuna kadar devam ettirmeliydiniz. Bu yüzden tüm Kuran'a hakim olamamış, Kuran'ın bütünlüğü içinde kelimenin hangi anlamının, kullanılması gerektiğini çözememişsiniz. Acaba internetteki sözlüğünüz yetersiz de, kelimenin tüm karşılıklarını mı yazmıyordu? Beni şu ana kadar Kuran'ın hatalı olduğuna ikna edemediniz, farkındaysanız. Hep size ya mealen yanıldığınızı, ya da Kuran'ın bütünlüğü içinde durumun çözüldüğünü veya hadis veya sünnetlerden yanıldığınızı anlattım, söylediklerinizin hiç birinin o anlamda olmadığını söyledim. Örneğin her gördüğü kafirin üstüne atlayan benzetmenizi, Allah öyle istemiş emretmiş, kendi için tehlike görmüş yazmış diyebilirdim. Ama bu anlamda değilse ne diye yalan söyleyeyim. Dememiş ki işte! O zaman ben de dememiş demek zorundayım. Yani anlatmak istediğim Allah demiş, o kadar demiyorum, inceliyor ve başka şey dediğini görüyor, onu söylüyorum. Kuran'ın apaçık olması demek, Kuran okurken çözemediğiniz her konunun, Kuran'ın başka bir yerinde açıklanacağı ve apaçık hale getirileceği, çelişkilerin ortadan kaldırılacağıdır. Anlaşılan sizin 3 grupta hatalıdır, doğru olan dördüncü ve benim de dahil olduğum, Kuran'ın her noktasını inceleyerek, Kuran'ın anlatmak istediğini net anlayabilen, bunun için her tür rivayetten sakınıp, bilimi Kuran'ı anlamakta kendine rehber edinen gruptur. Neyse, öykü bu kadar, size gelirsek asıl siz peşin karar ile kutsallığına inandığınız için mucize görüyorsunuz. Tevbe suresi son derece açık ve nettir. İslam toprağında hiç bir müşrik bulunmayacak, ya müslüman olacak, ya öldürülecek, ya da sürülecek. Hiç bir kuşkuya yer yok, böyledir. Dört ay süre verir ve bu sürenin tek istisnası, daha uzun süreli anlaşma yapmış olanlardır. Onların süresi de anlaşma süresi dolunca bitecek, onlar da dört seçeneğe muhatap olacaklardır, olmuşlar ve dört seçenekten birine uymuşlar, yok olmuşlardır. Tevbe suresinin açık ve netliğini eğer bir önceki mesajda anlattıklarımı dikkatlice okumuş olsaydınız anlayabilirdiniz. İyi okumadığınızı fark ettim. Bu dediklerinizin ne olduğunun cavabını orada net bir biçimde vermiştim. Hiç dikkate almadan tekrar etmişsiniz. Tevbe suresinin anlamının söylediğiniz şekilde olmadığı açık ve nettir. Bahsettiğim ayrıntılara dikkat etmeden okursanız, bazı şeyleri atlar ve sureyi bu dediğiniz haliyle algılarsınız ve yanılırsınız. Sadece Tevbe suresi değil, Kurânda nereye gözünüzü çevirseniz, İslam dininin yeryüzünde egemen olması için savaşmaya çağırır. Kurân'ın ilkesi şudur: Yeryüzünde nerde bir Allaha inanmayan kavim gördünüz, İslam'a davet edeceksiniz. Kabul etmezlerse savaş açacaksınız. Ehli kitapsa cizye verecekler. Müşrikseler yok edilecek veya sürülecekler. Ta yeryüzünde şirk kalmayıncaya kadar. Bu böyle olunca diğer ayetleri yanıtlamayı gereksiz buluyorum. Kurân çelişkilerle doludur. İşine geldiği gibi her şeyi çevirir. Bir gün dinde zorlama olmadığını söyler, ertesi gün müşrikleri bulduğunuz yerde katletmeyi emreder. İşinize ne geliyorsa onu bulabilirsiniz, diğerlerine gözünüzü yumarak ve "bu ayet üzerine alimler ihtilaf etmişlerdir" bahanesine sığınarak... Şu kafirlerle ilgili ayeti iyice okuyun lütfen Nisa 90: Ancak sizinle aralarında antlaşma olan bir topluma sığınanlarla, kendi toplumlarıyla yahut sizinle savaşma konusunda yürekleri yetersiz kalıp da size gelenlere dokunmayın. Allah dileseydi onları elbette sizin üstünüze salardı, onlar da sizinle mutlaka savaşırlardı. O halde, sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış eli uzatırlarsa, artık Allah size, üzerlerine gitmek için bir yol vermemiştir. E, hani bütün kafirlere yapmadığımızı bırakmayacaktık demiştiniz, bulduğumuz yerde öldürecektik, cizye vereceklerdi, zorlayacaktık. Sizin sıkıntınız sadece Tevbe suresini yanlış anlayıp, çelişki var zannetmeniz. Dediğim gibi çelişki olmadığını size bir önceki mesajda anlatıyorum zaten. Savaş halinde ve andlaşmanın karşı tarafca bozulup geçersiz hale getirilmesi durumunda ki bu savaş halinin devamı demektir, ancak o zaman o dedikleriniz geçerlidir. Ama dediğiniz gibi sadece bir kısma bakıp, eğer yazılanın tümüne bakmayacak olursak, işimize ne geliyorsa onu bulabileceğimiz doğrudur. Kuran'ın iddiası bir bütün olduğu ve çelişki içermediğidir. Eğer çelişki olarak algıladığınız bir durum varsa, bu yanıldığınızın işaretidir. Çünkü Kuran'ın tümünde uyumsuz bir durum olmaması gerekliliği vardır. O halde çok daha dikkatle tüm Kuran'ı inceleyerek hatanızın farkına varıp, neyi neden yanlış anladığınıza vakıf olmanız gerekir. İşte bunu yapar, bütünlüğü kaybetmezseniz, o çelişki zannettiklerinizin ortadan kalkacağını görürsünüz. Tıpkı bir filmde bir bölümü seyrederek tüm film hakkında bilgi sahibi olamayacağınız gibi. Seyrettiğiniz bölümde bir adamın öldürüldüğünü görebilir ve seyretmediğiniz kısımda bunun bir düşten ibaret olduğu açıklanabilir. Yani bir kitap, bir film gibi bütünlük içinde incelenmelidir. Siz orada adamın bıçakla mı, yoksa tabanca ile mi öldüğünü tartışsanız ne fark eder, zaten bir rüyadır. Bir şey ekleyeyim, Kurân'ın Muhammed'i azarladığını çok kişiden çok olağanüstü bir şeymiş gibi duyuyorum. Bunda hiç bir olağanüstülük yoktur. Bunu herkes yapabilir ve biraz akıllı olan, kendi gibi bir faniyi değil de doğaüstü, insanüstü bir hayali varlığı ön plana çıkarıp onun ardına saklanmayı, onu ve adını kullanmayı pekala bilebilir. Hatta ben gereğinden fazla alçakgönüllük gösterenden şüphelenirim, ardından ne çıkaracak diye... Ya şu adam ne kadar akıllı ki bu kadar ince düşünüyor ve ne kadar aklısız ki tüm yazdıkları çelişki dolu mu diyorsunuz. Artık bir karar verseniz iyi olacak; akıllı mı, akılsız mı? Bir Kuran yazacak, bu Kuran'da kendi sözlerine inanılmamasını isteyecek, doğru olan sadece Kuran'dır diyecek. Oysa o sırada etrafındaki herkes onu tanrı yerine koymaya çalışacak, Kuran dışında ağzından her çıkanı hadis ve sünnet adı altında Kuran'a göre putlaştırmış olacak. O da bu herşeye hazır toplumun isteklerine, artık her ne içinse karşı gelecek, benim her dediğim' Allah'ın direk emridir diyemeyecek, üstelik herkes buna hazırken. Bayağı ilginç bir senaryo olmuş. Bu teorinizin, Kuran'da iddia ettiğinizden çok daha fazla çelişki içerdiği kesin. Bunu anlayabilene aşk olsun. Yani peygamberi bir noktadan sonra kanaatkar buluyorsunuz anlaşılan. İnsanları kandırmak için o kadar uğraştıktan sonra her şeyi tam punduna getirmişken, önündeki nimeti elinin tersiyle itmiş demek... Gerçekten çok şüpheci olduğunuz doğru, ama şüphelerin de mantıklı bir kurgusu olması lazım tabii! Saygılar, sevgiler. 8 Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 7 Kasım , 2008 Olağanüstü bir kitap denilen Kuran'dan sadece ''Maide'' suresindeki birkaç çekişkili ayeti ele alalım hazır çelişki lafı geçmişken: Maide 14 : "Biz hıristiyanız" diyenlerden de sağlam söz almıştık. Ama onlar da akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını unuttular. Bu sebeple biz de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kini salıverdik. Allah ne yapmakta olduklarını onlara bildirecek! Maide 47 : İncil ehli Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir. Maide 48 : (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab'ı (Kur'an'ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp ta onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir. Maide 51 : Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez. Maide 82 : (Ey Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah'a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da "Biz hıristiyanlarız" diyenler olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar. Maide 14'te Hıristiyanların arasına kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık salınır. Maide 47'de ise Hıristiyanların İncil'deki hükümlerle hükmetmeleri, aksi halde fasık olacakları belirtilir. Maide 48'de tüm ümmetlerin ayrı ayrı şeriatleri olduğu ve her ümmetin kendi şeriatı ile hareket edip birbiriyle yarışmasını emreder. Maide 51'de ise hem Yahudilerin, hem de Hıristiyanların dostluğunu yasaklar. Maide 82'de Yahudiler düşman, Hıristiyanlar ise dost olarak gösterilir. Tanrının gönderdiği bir kitabın herşeyiyle olağanüstü olması gerekmez mi? Ancak görüldüğü üzere Kuran eksiklikleri ve yanlışlarıyla çelişkilerle dolu insan yapıtı bir kitaptır. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.