Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

HANGİ ATATÜRK?

 

Kimininki kalpaklı kiminki fraklı, kimi sert kimi güler yüzlü... Herkes kendine göre bir Atatürk portresi çiziyor. Peki bunların hangisi gerçek Atatürk?

 

 

Ben gözümle görmedim, anlattılar: Atatürk, Anadolu'nun direniş ruhunun nasıl örgütlendiğinden söz ederken 'küçük kıvılcımlardan büyük yangınlar doğabileceğini' söylemiş.

Sonra bu söz "Küçük kıvılcımlar, büyük yangınlar doğurur" diye pankart olup asılmış.

Nereye biliyor musunuz?

İtfaiyenin girişine...

 

Hangisi yalancı?

Atatürk'ü hepimizin değilse de, çoğumuzun yanlış ya da hiç değilse eksik anladığımızı söyleyebiliriz.

Yıllar önce TRT'de Üç Yalancı diye bir program vardı.

Üç tiyatro oyuncusu yan yana dizilir, ekranda gösterilen bir nesnenin ne olduğunu anlatırdı. Mesela birisi o nesnenin bir motor parçası, diğeri çocuk oyuncağı olduğunu söyler, üçüncüyse savaş meydanında bulunduğunu iddia ederdi. Yarışmacı 'üç yalancı'dan hangisinin doğru söylediğini bulmaya çalışırdı.

Günümüzün Atatürk tarifleri biraz bu yarışmayı andırıyor.

Baksanıza, Ata'nın müzede sergilenecek balmumu heykeli, gerçek boyuna uygun olarak 1.68 yapılınca, Atatürkçüler "Bu çok kısa" diye tepki gösteriyor ve heykelin boyu sipariş üzerine 1.85'e çıkarılıyor.

Boyu konusundaki karmaşa, fikirleri konusunda da yaşanıyor.

Atatürkçülük modası öyle bir hal aldı ki, artık herkes ondan bir parça koparıyor, o parçayı öne çıkarıp ona övgüler düzüyor. Zamanla Atatürk'ün sadece o parçadan ibaret olduğuna kendisi de inanıyor. İşte o yüzden, bütün bu parça-koparıcılar kadar çok sayıda Atatürk çıkıyor ortaya...

 

Erbakan'dan Çelik'e kadar

Ne demek istediğimizi anlatmak için Atatürkçüler listesine şöyle bir göz atmak yeterli:

Adnan Hoca da Atatürkçü, Doğu Perinçek de...

Popçu Çelik de Atatürkçü, 'ordu göreve' pankartı açan gençler de...

Erbakan Başbakanken "En büyük Atatürkçü biziz" demişti; tabii onu hapseden Kenan Evren de...

Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, partisinin başkanı Tansu Çiller'in yarımyüz fotoğrafını Atatürk'ünkiyle eşleştirecek kadar Atatürkçüydü...

Bu kadar farklı eğilimden insan, aynı liderden "Bizim önderimiz" diye söz ediyorsa bu işte bir yanlışlık olmalı.

O zaman da sormak gerekiyor:

Kaç farklı Atatürk var?

Ve hangisi gerçek Atatürk?

 

 

Bir liderden kaç farklı kimlik çıkar?

 

DEVRİMCİ ATATÜRK

 

Aslında 'Kuvvacı Atatürk' demek daha doğru...

Kuvvacılarınki, post bıyıklı, kalpaklı, antiemperyalist bir lider.

Daha 1960'larda Deniz Gezmiş, anti-Amerikan gençlik mücadelesine başlarken babasına şöyle yazıyordu:

"Sana müteşekkirim, çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni... Küçüklüğümden beri evde Kurtuluş savaşı anılarıyla büyüdüm. O zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Biz Türkiye'nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız." Bu antiemperyalist ve sivil direnişçi ruh, bugün de siyasal alanda pekçoklarına ilham veriyor.

"Ordu göreve" diyen Türk Solu dergisi, kalpaklı Mustafa Kemal kapağıyla çıkıyor.

Kemal Paşa'nın 1920'de bir komünist partisinin kurucusu olması, Lenin'e 'ezilen milletleri emperyalizmin hegemonyasından kurtarmak için' mektup yazması 'Solcu Atatürk'çülerin dayanakları...

Onun Anadolu halkına hitaben yayınladığı bir beyanname elden ele geziyor:

"Müslüman kardeşlerim, komünist arkadaşlar...!

Büyük devletler yeni bir Müslüman kurbanını boğazlıyorlar. Onu yok etmek azmindedirler. Fakat biz, elde silahımız, anavatan topraklarını savunarak ve haklarımızı haykırarak ölmesini bilenlerdeniz. Köylülerimiz topraklarını, yurtlarını ve köylerini istilacıya karşı müdafaa ederken, şehit düşerken emin olabilirler ki, yakın bir zamanda bütün İslamiyet, komünizmle birlik olarak onların intikamını alacaktır."

ÜLKÜCÜ ATATÜRK

 

Ata'nın sağlığında yazılan tek biyografisinde H. C. Amstrong, ona 'Bozkurt Atatürk' ismini takmıştı.

Nazım Hikmet'in tabiriyle 'sarışın bir kurda' benziyordu.

MHP Kongresi'nde asılan bir afişte o Atatürk'ü, bıyıkları fırça darbeleriyle sarkıtılmış, sert bakışlı bir asker olarak tanımıştık.

Ülkücülerinki, "Komünizm gördüğü yerde ezilmelidir" dediği önesürülen, daha 1933'te Sovyetler'in ilerde dağılabileceğini görüp "Oralardaki dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimize sahip çıkmalıyız" diyen bir 'başbuğ'...

Atatürk, 1927'de piyasaya çıkarılan 5 ve 10 liralık banknotların üzerine bozkurt resmi koydurmuştu.

1930'da tarihçilere 'Türk tarihinin ana hatları'nı yazdırmaya başladığında, İslam'ın Türk tarihinin sadece bir bölümünü oluşturduğunu, oysa ondan önce de Türklere ait şanlı bir mazi bulunduğunu anlatmıştı. Alfabede, giyside, müzikte Osmanlı'yı çağrıştıran ne varsa silmeye çalışıyordu.

Yıllar önce Celal Bayar'ın damadı Ahmet İhsan Gürsoy'dan dinlediğim bir anıyı burada nakletmekte yarar var. Gürsoy'un anlattığına göre Atatürk, 30'lu yıllarda Türk bayrağını da değiştirmeyi düşünmüş. Çünkü ayyıldız simgesinin Osmanlı'yı ve Arap dünyasını çağrıştırdığına inanıyormuş. Türklere yeni bir ulusal kimlik kazandırmaya çalışırken, ona İslamiyet öncesi köklerini hatırlatan bir bayrağın yakışacağını hesaplamış ve Göktürk'lerin bayrağını düşünmüş.

O proje gerçek olsaydı, bugün Türk bayrağında ne olacaktı biliyor musunuz:

Mavi fon üzerinde yeşil bir kurt profili...

 

KÜRTLERİN ATATÜRK'Ü

 

Mustafa Kemal, Anadolu'ya geçtikten sonra Amasya'dan Kâzım (Karabekir) Paşa'ya çektiği telgrafta şöyle diyordu:

"Ben Kürtleri ve hatta bir özkardeş olarak tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu cihana göstermek karar ve azmindeyim."

Bu kararla, Amasya protokolünde 'Türklerin ve Kürtlerin oturdukları yerler' diye adlandırılan ülke için milli mücadele başladı ve BMM kuruldu.

Meclis'teki ilk tartışmalardan biri Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey'in, "Türklerin sağlığı korunmalıdır" demesiyle patlamış, Sivas Mebusu Emir Paşa, bu vatanda sadece Türklerin yaşamadığını hatırlatmıştı. O aşamada, Mustafa Kemal Paşa devreye girmiş ve 'Meclis'in sadece Türklerden değil, Çerkezlerden, Kürtlerden, Lazlardan oluştuğunu ve bunların çıkarlarının ortak olduğunu' vurgulamıştı.

Kurtuluş Savaşı başlarken Kemal Paşa, Kürtlere özerklik verilmesinden bile söz etmişti.

Kürt sorunu yeniden gündeme geldiğinde, şahinler, Dersim isyanını sertlikle bastıran Atatürk'ü örnek alırken, güvercinler Mustafa Kemal'in 1920'lerdeki sözlerini arşivden çıkardılar.

DİNDAR ATATÜRK

 

Bitmek bilmez bir tartışma da Atatürk ve din meselesidir.

Timur Selçuk, Yaşar Nuri Öztürk gibi Atatürkçü müminler Kur'an'la Nutuk'u bir arada saklar kütüphanelerinde... Başuçlarında Ata'nın Meclis açılışında ellerini kaldırmış dua ettiği fotoğrafı asılıdır. Fotoğrafın altında da Ocak 1923'teki konuşması vardır.

"Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır."

Onlara göre 'Atatürk dinin özüne değil, din olarak kabul edilen geleneğe ve eskimiş kurumlara karşı tavır almış'tır ve vahiy ile akıl arasında uzlaşmazlık görmemiştir.

Ateistler, buna bir başka Atatürk metniyle karşı çıkar.

Onların elindeki metin, 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasıdır: "Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı siyasetler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipler gökten indirildiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz."

 

DEMOKRAT ATATÜRK

 

Ve nihayet liberal-demokrat Atatürk...

Özellikle Cumhuriyet'le yaşıt İktisat Kongresi'nde uygulamaya konan ekonomi politikası ve Celal Bayar'ın Başbakanlığı döneminde hayata geçirilen uygulamalar, Atatürk'ü, İş Bankası'nın kuruluşuna imza atmış bir 'liberal devlet adamı' yönüyle öne çıkarır.

Hele İsmet Paşa'nın Başbakanlığında iki kez direkten dönen çok partili rejim arayışları onu 'demokrat' sıfatıyla bir arada değerlendirenlerin en inandırıcı kanıtıdır.

Her ne kadar Cumhuriyet tarihi boyunca demokrasiyi askıya alan tüm askeri müdahaleler, Atatürkçülük adına yapılsa da, Cumhuriyet'in asıl hedefinin demokrasi olduğuna inananlar, 'muhtaç oldukları kanıt'ı, onun Afet İnan'a verdiği el yazısı notlarında bulabilirler:

"Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükümetlerin bu denizde boğulduğunu göstermiştir."

 

Neden bu kargaşa?

Baştaki soruya dönelim: Hangisi doğru bunların? Her biri gerçek belgelere, tanıklıklara, konuşmalara dayandırılan bu politik kimliklerin hangisi gerçek Atatürk?

Bir insan aynı anda hem devrimci hem ülkücü, hem 'Kürtler'in özerkliğinden yana', hem Türkçü, hem dindar hem pozitivist, hem otoriter hem demokrat olamayacağına göre bu iddia sahiplerinden biri yalan söylüyor olmalı...

Hangisi?

Sanıyorum, bu zor sorunun yanıtını bulabilmek için 1920'lerin koşullarını ve Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet'in hangi şartlar altında gerçekleştirildiğini iyi bilmek gerek.

Kurtuluş Savaşı verilirken, Anadolu ahalisinin kahir çoğunluğu, nihai amacın Saltanat ve Hilafet'i korumak olduğunu düşünüyordu.

Kürtler'in bazısı özerklik peşindeydi.

Komünistler, Sovyet devrimine özeniyordu.

Bütün bu farklı eğilimlerden, ortak bir mücadele azmi yaratabilmenin yolu, hepsine yönelik sıcak mesajlar vermekten geçiyordu.

O yüzdendir ki, Meclis'in açılışında eller açıldı, dualar edildi, Kürtler'e özerklik vaat edildi, muvazaalı bir resmi komünist parti kurulup Sovyet etkisindeki komünist hareket yok edildi.

Ulus olma sürecinde din yerine tutkal olarak Türklük ruhu gerekiyordu; bozkurtlu bayrak düşünüldü.

Ancak bunlar 1920'lere özgü geçici tedbirlerdi; hiçbiri bugün Atatürkçülük adına savunulamayacak kimliklerdi.

O yüzden zaman zaman birbiriyle çelişen bu sözler, tavırlar, tutumlar kargaşasını, Atatürk'ün olgunluk dönemine ait notlarının, konuşmalarının, eylemlerinin süzgecinden geçirmek şart...

Bu yapılmayıp da 1920'lerin kargaşasından rastgele bir fotoğraf çekince Atatürk, herkesin kullanımına açık "Binbir surat"lı bir lidere dönüşüyor ve 'bunca yalancı' içinde kimin doğruyu söylediğini bulmak, hepten güçleşiyor.

 

Can Dündar

 

Sizin Atatürk'ünüz hangisi ?

Gönderi tarihi:

Sayin Dogrucudavut

Herkes kendi kafasinda Ataturku cizmis ve suan Ataturk mezardan cikip gelse ben Ataturkum diye sizin bu saydiginiz cogu insan onun gercek Ataturk oldugunu inkar dahi eder cunku kafalarinda oyle bir Ataturk cizmislerki erisilmez yer yuzunde esi benzeri yoktur Ataturkte senin benim gibi etten kemikten halkin arasindan birisiydi halkla ic iceydi ama bugunku yoneticilere bakin bir mevkiye geldiklerinde geldikleri yeri unutup burunlari neredeyse kafdagina ulasiyor.. Ataturk halki icin devlete bas kaldirdi ve bugun bunu bizim zmaanda yapmis olsaydi kesin terorist damgasini yerdi :) Ataturk israfi sevmezdi ama biz israfa bayiliyoruz sahit getir ve 70 milyonu goster bunlar Ataturkun Turkiye Cumhuriyetini emanet ettigi genclik desen kimse inanmaz

saygilar

Gönderi tarihi:
  • Yazar
Ataturk halki icin devlete bas kaldirdi ve bugun bunu bizim zmaanda yapmis olsaydi kesin terorist damgasini yerdi

 

Diğer söylediklerinize atılıyorum, ancak, niyetiniz bu olmasa da bu sözünüz farklı anlamlara gelebilir. O yüzden vurgulamam gerekir ki; Atatürk, 1919 'dan itibaren Kurtuluş Savaşı sürecinde hiç bir zaman yasal dayanağı olmadan, halkın desteğini almadan harekete geçmemiştir. Samsuna çıktığında yaptığı tek şey sağa sola telgraf çekmek, her bölgenin ileri gelenlerini, halkın temsilcilerini bu mücadelenin verilmesi için kongrelerde biraraya gelmeye ikna etmek olmuştur. Yine, 1. İnönü savaşı öncesi Ankaranın çok yakınına, Eskişehire kadar gelmiş Yunan ordusuna rağmen, Mecliste, başkumandanlık yetkisini herkesin oyunu alarak kazanmış ve kumandayı ele almıştır. Kısacası, terörist benzetmesi yakışıksız olmuş, Sn. Yakışıklı!

 

Can Dündar'ı, hele son filminden dolayı pek samimi bulmama rağmen, bu yazısını buraya koydum. Benim burda göstermeye çalıştığım, Atatürk'ün, ilah gibi gösterilip gösterilmemesi değil, yada insan olup olmadığı değil. Benim için önemli olan ne kişiliği ne de kişisel tercihleri! Benim için önemli olan Atatürk'ün düşünceleri ve bugün, düşüncelerinin, Türkiye, Türk, Cumhuriyet düşmanları tarafından nasıl çarpıtıldığı.

Saygılar.

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde

Atatürk ve Kürtler (I)

 

Heyet-i Temsiliye’deki o Kürt!

 

Yıllardır Atatürk’ü Batıcı bir devlet adamı gibi gösteren sağcı güçlerin yarattığı tahrifat, tam tersi kutupta başka bir tahrifata daha yol açtı. Sağcıların Atatürk’ü Batıcı gibi göstermesi gibi kimi sözde solcu ve Kürtçü akımlar da Atatürk’ü “Kürtçü” göstermeye başladılar.

Bu zevata bakılırsa Atatürk, aslında Kürtlere özerklik verecekti. Perinçek’ten Apo’ya kadar Kürtçü akım bu tez üzerinde durarak, Atatürkçülere ve milliyetçilere, Kürtçülük aşılamaktadır. İşin garibi bu tezlerin hiçbir gerçek yanı yoktur ama tarih bilgisinden yoksun “şu ***** Türklerimiz” Kürtçülerin bu oyununa gelmektedir. Bu yazımızda Kürtçülerin Kurtuluş Savaşımız, Cumhuruyetimiz ve Atatürk üzerinde yarattığı tahrifata karşı gerçekleri ortaya koymaya çalışacağız.

 

Kürtçülerin en önemli tezi Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle Kürtlerin birlikte verdikleridir. Öyle bir tarih uydurulmuştur ki, Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk Kürt ağalarla birlikte vermiştir. Kürtlerin Kurtuluş Savaşımıza katıldıkları ise en büyük uydurmaların başında gelir.

 

O halde Kurtuluş Savaşımız boyunca Kürtlerin gerçekte ne yaptığını ortaya koyalım.

 

Kurtuluş Savaşımızın başlangıcında, Milli Güçleri idare etmek üzere Erzurum’da bir Heyet-i Temsiliye oluşturulur. 24 Ağustos 1919’da oluşturulan Heyet-i Temsiliye Mustafa Kemal Paşa başkanlığında 9 kişiden oluşur. Diğer temsilciler, eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, eski Trabzon milletvekili İzzet Bey, eski Erzurum milletvekili Raif Efendi, eski Trabzon milletvekili Servet Bey, Erzincan’da Nakşi Şeyhi Fevzi Efendi, eski Beyrut valisi Bekir Sami Bey, eski Bitlis milletvekili Sadullah Efendi ve Mutki aşireti lideri Hacı Musa Beydir.

 

Kurtuluş Savaşımızın bu ilk önder kadrosundan sadece Rauf ve Bekir Sami Beyler Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar yola devam etmişlerdir. Yani denildiği gibi Kurtuluş Savaşımız ağaların ve şeyhlerin desteğiyle verilmemiştir.

 

Ama burada çok daha önemli bir gerçeği de ortaya koymamız gerekmektedir. Mutki Aşireti reisi Hacı Musa Bey sözde Kurtuluş Savaşımızın ilk önderlerindendir. Belgeleri inceleyenler bunun böyle olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar. Ancak gerçek bambaşkadır.

 

Hacı Musa Bey, 1923 yılı Mayıs ayında Erzurum’da kurulan Kürt Azadi Cemiyeti’nin de lideridir. Azadi Cemiyeti’nin üyelerinden biri de Şeyh Sait’tir. Azadi Cemiyeti İngilizlerle, Fransızlarla ve Sovyetler Birliği ile temas kurarak Bağımsız Kürdistan için destek aramıştır. Daha sonra bu örgüt İngiliz desteği ile başlayan Nasturi Ayaklanması’na katılır. Nasturi Ayaklanması’nın bastırılmasından sonra ise İran’a kaçarlar.

 

Mustafa Kemal de Nutuk’ta bu konuya şöyle değinir:

 

“Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada ‘yurtseverim’ diyen bin bir çeşit kişinin, binbir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi? Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin Erzincanlıbir Nakşi Şeyhi ve Mutki’li gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi?”

 

Mustafa Kemal’e idam kararı veren de Kürttü!

 

Kürtlerin ağaları bunu yaparken milletvekilleri de boş durmaz. Bitlisli Kürt milletvekili Yusuf Ziya Bey de Azadi örgütünün içindedir. Yusuf Ziya Bey aynı zamanda İngiliz ajanıdır. Mustafa Kemal Paşa, Yusuf Ziya Bey’den kuşkulanmakta ve onu takip ettirmektedir. Gerçekten de Mustafa Kemal’in kuşkuları gerçek olur ve Yusuf Ziya Bey Nasturi İsyanı’na katılır.

 

İşin daha da vahimi Yusuf Ziya Bey’in askeriye içinde de adamları vardır. Nasturi İsyanı’nı bastırmakla görevli birlikten, Fırka komutanı İhsan Nuri, Vanlı Rasim, Tevfik Cemal ve Teğmen Ali Rıza da Kürt örgütünün üyesidir ve isyan sırasında 270 askerle birlikte karşı tarafa geçerler!

 

Görüldügü gibi Kurtuluş Savaşımıza katılan ve Türklerle savaşan Kürtlerle değil, Kurtuluş Savaşı’nın içine sızan, ancak kendi Kürt örgütlenmesini devam ettiren, İngiliz, Fransız işgalcilerle işbirliği yapan ve en sonunda da Türk askerine karşı cephe açan Kürtleri görüyoruz. Bu örgütün İngiliz desteğini sağlamak için Nasturi isyanından üç yıl önce 1920 yılında yine Hakkari’de başka bir isyan çıkarttığını da kaydedelim.

 

Peki Kürtlerin Kurtuluş Savaşımız sırasındaki tek ihanetleri bu mudur?

 

Aslında Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren Mustafa Kemal’in karşısındadır Kürtler. Mustafa Kemal’in idam emrini veren Kürt Mustafa Paşa’dır!.

 

Aynı Kürt Mustafa Paşa’nın eniştesi ise Kürt İzzet Bay’dir ve İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanıdır. Kürt İzzet Bey de İngiliz ajanıdır. Kürt İzet Bey’in bir de yeğeni vardır Şerif Paşa, o da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Paris temsilcisidir.

 

İstanbul Hükümeti’nin ve İngilizler’in Mustafa Kemal hareketini engellemek için kullanmayı düşündükleri kütle ise Kürtlerdir. Damat Ferit, Kürdistan Teali Cemiyeti ile görüşerek onlara özerklik karşılığında Mustafa Kemal’e karşı savaşmayı teklif eder. Damat Ferit Yüksek Komiser De Robeck ile görüşerek Sevr koşulları gereğince 15 bin kişilik bir Kürt ordusu kurulmasını ve Kürtleri Mustafa Kemal’e saldırtmayı teklif eder.

 

Bu yönde en önemli girişim Ali Galip olayıdır. İngiliz ajanı Binbaşı Noel, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderleri Malatya’ya geçerler. Burada bir Kürt birliği kurarak Sivas yolunda Mustafa Kemal’i öldürecekler ve Kongre’nin toplanmasına engel olacaklardır.

 

Ancak Mustafa Kemal girişimi haber alır ve tedbir alır. Malatya’da Türk birlikler İngiliz ajanı, Ali Galip ve Kürdistan Teali Cemiyeti liderlerini kıstırırlar. Tutuklama emri vardır. Noel, İngilizlerden yardım ister. Saraya baskı yapılır fakat sonuç varmez. En sonunda kaçmak zorunda kalırlar.

 

Görüldüğü üzere daha Sivas Kongresi öncesinde bile Kürtler İngilizlerle, İstanbul Hükümeti ile birlikte Mustafa Kemal’e kaşıdır.

 

İngiliz gizli belgeleri de bunu doğrulamaktadır.

 

28 Kasım 1919’da Mr. Kindson’un Londra’ya gönderdiği raporda şöyle yazılıdır:

 

“Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir.

 

9 Aralık 1919 tarihli Yüksek Komiser Robeck’in Lord Curson’a raporunda ise şunlar yazılıdır:

 

“Kürtler bütün ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kullanmak için para ödemeye hazırdırlar”

 

Yunan ordusundaki Kürtler

 

Ama Kürtler bununla da yetinmemektedir. İngiliz Gizli Belgeleri’nin verdiği bilgiye göre Kürtler aynı zamanda Yunanlılarla da temas halindedir. Amasya’da Yunan temsilcisi ile görüşün Kürtler, Yunanlılara Türk ordusunda ele geçcirilen Kürt esirlere iyi davranılmasını ve bu esirlerin Türk ordusuna karşı kullanılmasını önerir. Teklif kabul edilir ve esir Kürtler Yunan ordusunun hizmetine girerler.

 

Kürt-Yunan işbirliğinin en büyük sonucu ise Koçgiri İsyanı’dır. Yunan ordusu büyük ilerleyişe geçmeden hemen önce Kürtler isyan eder. Yunan ordusu Bursa’ya doğru ilerlerken Kürtler Sivas’a doğru yürümeye başlar.

 

Amerikan Askeri Ateşesi durumu şöyle rapor eder:

 

“... Yunanlılar önemli bir zafer kazanırlarsa Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir şekilde tehdit edebilir. Ancak Batıdaki savaş Türklerin lehine gelişirse, Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler kuşkusuz bu durumu bilmektedirler. Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar.”

 

Koçgiri İsyanı’nın başlangıç tarihi sadece Yunan ilerleyişine değil aynı zamanda Londra ve San Remo Konferansları’na da denk gelir. Ankara Hükümeti böylece sıkıştırılmaktadır.

 

Koçgiri İsyanı’nın liderlerinden Baytar Nuri isyan programını şu şekilde açıklar:

 

“İlk önce Dersim’de Kürt istiklali ilan edilecek, Hozat’a Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürt milli kuvveti Erzincan, Elazığ ve Malatya istikametlerinden Sivas’a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti’nden Kürdistan istiklalinin tanınmasını isteyecekti. Türkler bu isteği kabul edeceklerdi. Çünkü isteğimiz silah kuvvetiyle desteklenmiş olacaktı.”

 

Ayaklanma büyür ve isyancılar Ankara Hükümeti’ne bir muhtıra yollarlar. Telgraf yoluyla iletilen muhtıra şu maddelerden oluşmaktadır:

 

1-İstanbul Hükümeti’nce kabul edilen Kürdistan özerkliğinin Ankara Hükümeti’nce de tanınıp tanınmayacağının açıklanması

 

2-Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal hükümetinin ivedi yanıt vermesi

 

3-Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesi

 

4-Kürt çoğunluğu bulunan illerden Türk memurlarının çekilmesi

 

5-Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması.”

 

Kürtler bununla da kalmaz, 25 Kasım 1920 tarihinde Batı Dersim Aşiretleri reisleri adına TBMM’ye şu şekilde başvurur:

 

“Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa, bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz.”

 

Yunanlar Bursa’ya Kürtler Sivas’a saldırıyor

 

Ankara Hükümeti, Batıda Yunanların Bursa’yı ele geçirmesine rağmen Kürtlere karşı geri adım atmaz. Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa isyanı bastırmak için bir plan hazırlar. Topal Osman komutasındaki Giresun alayı da Nurettin Paşa’nın emrine verilir.

 

Türk Ordusu 11 Nisan 1921 günü Kürtlerin üzerine yürüyüş başlatır. 45 bin kişilik Kürt milisleri ile çapışmalar 3 ay sürer. 17 Haziran 1921 günü isyancılar teslim alınır.

 

Koçgiri isyanının bastırılmasından sonra BMM’deki Kürt milletvekilleri Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın halka zulmettiği, gereksiz yere kan döktüğü gerekçesiyle olağanüstü ve gizli bir oturum talep ederler. Kürtler isyanı bastıran Nurettin Paşa’nın kellesini istemektedir.

 

Mustafa Kemal daha sonra Nutuk’ta şu şekilde anlatır:

 

“Nurettin Paşa merkez bölgesinde bir yıla yakın bu görevi yaptı ama yetkisi dışında kimi yurttaşların haklarına el uzatıyar diye milletvetkillerinin yakınmaları ve İçişleri Bakanlığı’na soru yöneltmeleri, Bakanlığın da yakınmaları yerinde görmesi üzerine Meclis’in isteğiyle Kasım 1921 başlarında görevden çıkarıldı. Meclis Nuettin Paşa’nın yargılanmasına da karar verdi. Bu iş, benimle Bakanlar Kurulu arasında bir sorun çıkmasına da yol açtı. Ben, Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Fevzi Paşa Hazretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle, Batkanlar Kurulu arasında çıkan anlaşmazlık Meclisçe bir çözüme bağlandı. Meclis’te Nurettin Paşa’yı savundum, kendisini ağır bir işleme uğramaktan kurtardım.”

 

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, sadece Kürt isyanını bastırmakla kalmamış, isyanı bastıran komutanı da sonuna kadar savunmuştur. Mustafa Kemal’in, Meclis’te tek kalması ise son derece öğreticidir. Gerçekten de Birinci Meclis’te, Mustafa Kemal Paşa, Şeriatçılara ve Kürtçülere karşı tek başına kalmaktadır. Ama tek kalmak pahasına kendi komutanını savunmuştur!

 

Görüldüğü üzere, daha Sivas Kongresi’nin toplanma hazırlıklarından başlanarak Kürtler, Kurtuluş Savaşı için çalışmamış, tam tersine hep Kurtuluş Savaşı’na karşı savaşmışlardır. Koçgiri ayaklanması bunun en büyük kanıtıdır.

 

Genel Kurmay Başkanlığı da bu isyanı şu şekilde değerlendirmektedir:

 

“Siyasi bakımdan büyük bir önem taşıyan bu harekat dolayısıyla, Kürt bağımsızlık davasının ilk basamağının Koçgiri olayları ile kurulmak istendiği, bu dış etkilerin en açık ve kesin delilidir.”

 

Bu değerlendirmeden de anlaşılacağı gibi, olay münferit bir isyan değil, bir davanın ilk adımıdır! Ardından gelecek olan Kürt isyanları da bunu kanıtlayacaktır. Nitekim isyanın liderleri de olayı böyle değerlenodirmektedir:

 

“Koçgiri, Kürt İstiklal Savaşı’nın bir merhalesidir, onunla bir meydan muharebesi kaybettik, fakat harp bitmedi. Biz son zaferi kazanacağız.”

 

Kürtlere özerklik Mustafa Kemal’in değil Damat Ferit’in programı

 

Kürtler’in Kurtuluş Savaşı’na ne şekilde katıldıkları yalanını gördükten sonra şimdi de Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik vereceği yalanının nasıl uydurulduğuna geçebiliriz.

 

12 Eylül 1919’da İstanbul Hükümeti ile İngiltere arasında gizli bir antlaşma imzalanır. Sekiz maddelik anlaşma maddelerinden üçüncüsü şöyledir:

 

-Türkiye bağımsız bir Kürdistan kurulmasına karşı çıkmayacaktır.

 

Anlaşmanın altında Damat Ferit’in imzası vardır.

 

Anlaşma’nın esas önemi Damat Ferit’in Mustafa Kemal hareketine, yani Türk milli hareketine karşı Kürt ayrılıkçılarıyla uzlaşması ve Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmasını saptamasıdır. Yukarıda bu kullanmanın ne şekilde hayata geçirildiğini görmüştük.

 

İstanbul Hükümeti’nin bu tür bir yola girmesi aslında Damat Ferit Hükümeti’nin sonunu getirir. Kabine değişikliği olur ve Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulur. Bu değişiklik son derece önemlidir çünkü Kürt milliyetçiliğinin ve ayrılıkçılığının önü kesilecektir.

 

Amasya Görüşmeleri bunun ilk safhasıdır. Kürtlere özerkliğin ilk belgesi imiş gibi sunulan Amasya Görüşmelerinde şu karar alınmıştır:

 

“Beyannamenin 1. maddesinde Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkansızlığı izah edildikten sonra, bu sınırın asgari bir istek olmaz üzere elde edilmesinin temininin lüzumumüştereken kabul edildi. Bununla beraber, yabancılar tarafından görünüşte Kürtlerin bağımsızlığı maksadı altında yapılmakta olan tezvirlerinönüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi uygun görüldü.”

 

Tutanaktan da anlaşılacağı üzere Ankara ile İstanbul’un yeni hükümeti, Kürt ayrılıkçılığına karşı ortak bir karar almışlar ve kurulacak ya da kurtarılacak devletin sınırlarının Kürtlerin oturduğu arazıyi de kapsadığını belirtmişlerdir. Bu tutanaktan çıkacak biricik sonuç, Kürtlerin oturduğu arazide ayrı bir devlet ve özerklik hakkının bu tutanakla reddedildiğidir. Ama ne hikmetse gördüğü her Kürt kelimesini özerkliğe yoran tarih heveslisi bir kısım hukuk asistanı bunu tam tersine yormaktadır.

 

Amasya görüşmesinin teyidi ise Misak-ı Milli’dir. Misak-ı Milli ise, özerklik değil ulusal bir devlet programıdır. Kuvayı Milliye’nin bu ilk belgesi, aynı zamanda İstanbul Meclisi’nin son kararında özerklik yoktur! Dahası Misak-ı Milli için çalışan bir harekete katılan herkes de ulusal devleti kabul etmiş demektir.

 

Milli Mücadele’nin Kürtlere özerklik vereceğini söyleyenlerin iddiası aynı zamanda son derece de komiktir. Kürtler bağımsızlık ve özerkliği zaten Sevr ile kazanmışlardı. Sevr’e karşı çıkan bir hareketin Sevr’de dayatılan bir maddeyi savunması olacak şey değildir!

 

Kaldı ki ne Erzurum, ne Sivas Kongrelerinde de bu yönde alınmış bir karar yoktur. BMM’nin bu yönde aldığı bir karar da yoktur. Özerkliği savunan bir hareketin bunu bir karar olarak duyurması gerekmez miydi? Komik olmayı bırakın: Mustafa Kemal sizin gibi gizli bir Kürtçü değildi! Sizin gibi hem tek bayrak, hem de Kürtler kendi kendini yönetsin diyecek kadar hain değildi...

 

İngilizlerin Kürtlere özerklik uydurması

 

Mustafa Kemal’in Kürtlere özerklik vereceği uydurmasının kaynağı ise doğrudan İngilizlerdir!

 

Yukarıda bahsettiğimiz gibi Koçgiri isyanının bastırılmasından sonra Meclis’te Kürt milletvekilleri isyancılara destek çıkarlar. Uzun süren tartışmalardan sonra Mustafa Kemal’in isyanın bastırılmasını savunan konuşması üzerine tartışma kapanır.

 

Ancak İngiliz raporlarına göre bu görüşmeler sırasında Kürtlere özerklik verilen bir karar alınır. Maddeler şunlardır:

 

1-Uygarlığın gereklerine uygun olarak Türk milletinin ilerlemesini sağlamayı hedefleyen BMM, ulusal gelenekleriyle uyum içinde, Kürt milletinin özerk yönetimini kurmayı üzerine alır.

 

2-Çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bu topraklar için Kürt ileri gelenleri tarafından bir genel vali, vali yardımcısı ve bir müfettiş seçilebilir. ...

 

4-Kürt ulusal meclisi doğu vilayetlerinde kurulacak ve 3 yıl için oluşturulacaktır.

 

5-Özerk yönetim Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri, Dersim sancağı, bazı nahiye ve kazaları içine alacaktır.

 

Toplam 9 maddelik kanun tasarısı İngilizlere göre kabul edilmiştir!

 

Ancak İngiliz raporlarının gösterdiği 10 Şubat 1922 tarihinde anılan gizli oturum yoktur! TBMM Gizli Celse Zabıtları yayınlanmıştır ve orada böyle bir gün yoktur! Olması da son derece saçma olurdu. Çünkü anılan 9 maddenin Sevr’den bir farkı yoktur. Kaldı ki Koçgiri isyanını bastıran bir Meclis’in bu kararları alması da mantıksızdır. Çünkü bu kararları alacak Meclis, mantıken isyancılarla anlaşır ve istenilen bu hakları verirdi.

 

İngilizler yetmedi bir de Perinçek...

 

Atatürk’ün Kürtlere özerklik vereceğine ilişkin ikinci bir iddia ise İngilizlerden sonra Perinçek’ten gelmektedir. Atatürk 16/17 Ocak 1922 tarihinde çıktığı İzmit seyahatinde gazetecilerin sorularını yanıtlar. Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın “Kürtlük Sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinmeniz iyi olur” sorusuna şu yanıtı verir:

 

“Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarı için kesinlikle sözkonusu olamaz. Çünkü, bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir.

 

....

 

“Bu nedenle başlıbaşına bir Kürtlük düşünmekten çok Anayasamız gereğince zaten bir çieşit özerklik oluşacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir...”

 

Perinçek ve Apo, Atatürk’ün bu demecini Atatürk’ün özerkliği savunduğunun kanıtı olarak verirler. Oysa Uğur Mumcu’nun da belirttiği gibi Mustafa Kemal özerklikten değil bir çeşit özerklikten bahsetmektedir. Bu ise, 1921 Anayasasına göre illerin manevi kişiliğe ve özerkliğe sahip olmaları maddesiyle uyum içindedir.

 

1921 Anayasasının 21. maddesi şöyledir:

 

“İl yönetimi yerel işlerde manevi kişilik sahibidir ve özerktir”

 

Buradan da anlaşılacağı üzere Atatürk, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesinden değil illerin kendilerini yönetmesinden bahsetmektedir. Zaten Kürtlerin yoğunluğundan bahsetmesi de bu nedenledir.

 

Aslında Atatürk’ün bu açıklamasının özerklik için değil tam tersine Kürt sorununun kabul edilmemesi için bir dayanak olarak gösterilmesi gerekmektedir. Gerçekten de bu açıklamasında Atatürk, Kürtlüğü reddetmekte, dahası Kürt sorununu kabul etmemektedir!

 

Dahası açıklamaların devamında Lozan’da tartışılan Musul meselesi ele alınmakta ve şu ifade edilmektedir:

 

“İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bune engel olmak için sınır güneyden geçirmek gerekir.”

 

Yani Atatürk bizim sınırlarımı içindeki Kürtlerin olası bir talebine karşı olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmekte bu nedenle de Musul’u vermemeyi savunmaktadır! Nitekim Lozan’da Türkiye, Kürt meselesinin konuşulmasını dahi kabul etmemiştir! Çünkü Türkiye için artık böyle bir mesele yoktur!

 

Şeyh Sait isyanı ve Mustafa Kemal tedbiri: Takrir-i Sükun, İstiklal Mahkemesi

 

İkinci uydurmanın da çürütülmesinden sonru Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet idaresinde Kürt meselesinin nasıl ele alındığına geçebiliriz. Burada karşımıza Musul Sorunu çıkar. İngilizler’le Musul müzakereleri sürmektedir. Türkiye Musul’u geri almak için askeri bir harekatın da hazırlıklarını yapmaktadır. Tam bu ortamda Şeyh Sait isyanı patlak verir.

 

Kürtler yine İngilizlerin oyuncağı olmuştur. İngiliz desteği ile ayaklanan Şeyh Sait, önemli başarılar kazanır. Başbakan Fethi Okyar’dır. Fethi Bey, isyanı çok önemsemez ve üzerine hemen gitmez. Daha sonra Meclis’te kendini savunacağı üzere “gereksiz kan dökülmesine karşıdır”

 

Tam bu sırada Mustafa Kemal, Ankara Garı’nda İsmet Paşa’yı beklemektedir. Hükümet değişir, İsmet Paşa kabinesi kurulur. İsmet Paşa hükümeti iki karar alır, biri İstiklal Mahkemelerinin kurulması, ikincisi Takrir-i Sükun kanunu. Bu, devletin isyanın üzerine sertlikle gideceğinin işaretidir.

 

Takrir-i Sükun görüşmeleri, gizli Kürtçü liboşlarla, Cumhuriyetçilerin hesaplaşmasına dönüşür. Terakiperver Cumhuriyet Fırkası liderleri, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Rauf Bey, Takrir-i Sükun’a karşı çıkarlar. Onlara göre isyancılarla masum halkı ayırmak gerekmektedir. Takrir-i Sükun özgürlükleri ortadan kaldıracak ve bir dikta idaresi kuracaktır.

 

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 15 milletvekili bulunmaktadır. Bunlardan özellikle Dersim milletvekili Feridun Fikri’nin isyancıları korumak için çırpındığı görülür. TCF’nin tüm muhalefetine karşın Takrir-i Sükun Yasası ve İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşu yasası kabul edilir.

 

Çünkü başta Atatürk olmak üzere, Cumpuriyetçiler, isyancılara özgürlük tanımanın Cumpuriyet’in sonu olacağını görmektedirler. Cumhuriyet Halk Fırkası içinde de bir bölünme olmuştur. 92 millitvekili isyanın üzerine sertlikle gitmekten yana tavır koyarken 60 milletvekili buna karşı çıkmaktadır. Son noktayı Mustafa Kemal koyar. 2 Mart günü kürsüye çıkar ve kararı açıklar: “Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. Devrimi başlayan tamamlayacaktır.”

 

Nifak vardır vahdet olsun diyoruz

 

Böylece Mustafa Kemal’in çözümü uygulanmaya koyulur. Mustafa Kemal muhalifleri ve ürtçüler ise özellikle İstanbul basınında yuvalanmıştır. Milli Savunma Bakanı Recep Peker durumu şu şekilde ifade eder:

 

“... Türkiye’de devlet nüfuzu adına gösterilen hoşgörünün sonunda devlet işlemez hale gelmiştir. Çok yüksek adlar adına yapılmış yasalar da buna yol açmıştır. Basın, özellikle İstanbul sbasını Türkiye’de devlet gücü diye ne kadar kutsal yer ve makam varsa hepsini ite kaka meşruluk dışı bir çekişme aracı yapmıştır. Bunlar, devlet kuruluşu diye ne varsa hepsine birden yalan ve iftiralarla saldırıp tüm devleti tahrip etmektedirler.

 

“Her sabah milletin yüzüne fışkıran mikroplu balgamlar masum halka devlet gücünün değerli birşey olmadığını aşılyamaktadır...

 

“Hükümetimiz pislik yuvalarını temizlemeye yetkisi olmadan bu ülkenin yönetimini ele alamaz. İç tehhlike içinden yanan yangın gibidir. Eğer devlet kuruluşları, meclisler ve hükümetler, bu yangını patlamadan önce bulup gereken yasal önlemleri almazsa yangın büyüdükten sonra önlem almaya da zaman kalmaz.

 

“Herhangi bir düşünce ile ve herhangi bir amaçla, özgürlüğü yine bizzat özgürlüğe çevrilmiş bir silah gibi kullanmak, gerçeğe ve yurt yararına uygun değildir.”

 

Sonuçta isyan bastırıldı.

 

İsyanın elebaşılarındak 46’sı idam edildi.

 

Mehmet Emin Bey,

 

Meclis’te Cumhuriyet’in isteğini açıklıyordu:

 

“Memlekette nifak vardır vahdet olsun diyoruz.

 

İhanet vardır sadakat olsun diyoruz.

 

İzmihlal tehlikesi vardır beka olsun diyoruz.

 

Ölüm vardır hayat olsun diyoruz.”1

 

( Gökçe Fırat-Türk Solu )

Gönderi tarihi:
  • Yazar
Can Dündar'ı, hele son filminden dolayı pek samimi bulmama rağmen, bu yazısını buraya koydum. Benim burda göstermeye çalıştığım, Atatürk'ün, ilah gibi gösterilip gösterilmemesi değil, yada insan olup olmadığı değil. Benim için önemli olan ne kişiliği ne de kişisel tercihleri! Benim için önemli olan Atatürk'ün düşünceleri ve bugün, düşüncelerinin, Türkiye, Türk, Cumhuriyet düşmanları tarafından nasıl çarpıtıldığı.

Saygılar.

 

Kişisel Gelişim - 31.10.2008 - 12:30

Mustafa filmi gösterime girmeden önce ve girdikten sonra tartışmalar devam ediyor. Bu anlamda dikkatle incelenmesi gereken bir konu. Can Dündar bir röportajında "Hangi belgesel üzerine çalışıyorsunuz? " sorusuna şu cevabı veriyor. "Neşet Ertaş belgeseli montaj aşamasında. Mülkiye belgeselini bitirmek üzereyiz. Bu kadar Atatürk lafı edilen bir ülkede Atatürk belgeseli bile henüz yapılamadı. Said-i Nursi üzerine bir teklif var, ona da çalışıyoruz. "

 

Atatürk Lafı kelimeleri oldukça ilginç. Sonraki cümle de ise Said'i Nursi Belgeseli üzerine çalışıldığının söylenmesi daha da ilginç. Demek ki bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir çalışma yok. Mustafa Kemal'i normalleştirmek özellikle tarikatçı kesimin isteklerinden birisi. Blogda yayınlanan Mustafa Kemal Hakkında internette dolayan bir yazı üzerine düşünceler de böyle bir yapıda hazırlanmış yazının altında yatan düşüncelerin neler olduğunu gösteriyor. http://blog.milliyet.com/erenlp blogunda en çok okunan yazı kısmında görebilirsiniz.

 

Filmde vurgulanan temel öğe yanlızlık. Liderlerin yanlız olması doğal sayılabilir ama bunun acınılacak bir durum olması ve bu şekilde verilmesi Can Dündar'ın temel yanlışlarından bir tanesi. John Nash'in hayatının anlatıldığı Beautiful Mind filminde de anlatılmaya çalışılan alt mesaj bu idi. John Nash'in hastalıkları ve çektiği acının altında dahi olmasının yattığı farkında olmadan söyleniyordu. "Dahi olursanız, acı çekersiniz" mesajı derinden derine veriliyor, Forrest Gump gibi olun, herşeye kavuşun demek istiyor olabilirlerdi.

 

Can Dündar da Laf olarak gördüğü Atatürk'ü geçmişini arayan adam olarak gösterirken yanlızlık acı çekmektir demek istiyor. Said'i Nursi'yi incelerken onun yanlızlığından etkilenmiş olabilir mi? Bunu kendisi bilebilir. Ama bu öğenin etkin olarak kullanılması gelecekteki bir açılım yüzünden olabilir. Şu anda tarikat lideri olup yaşayan, acı ve yanlızlık çeken birisi Fetullah Gülen'dir. Said'i Nursi belgeselinden önce Mustafa yorum-belgesel filmininyapılması gelecekte çekilecek ve para kazanılacak bu iki filme hazırlık olsa gerektir.

 

Mustafa Kemal yanlızlıktan dolayı acı çekti, bari yaşayanlar çekmesin diyerek Türkiye'ye gelemeyen kişilerin getirilmesine çalışılabilir.

 

Kendisi de yanlızlıktan çok korkmaktadır. Yazılarına baktığımızda herkese verilecek mesajı olduğu halde hiçbir zaman açık bir tavır ortaya koyamamaktadır. Duygulu yazıları internette dolaşır ama insanları biraz da Orhan Gencebay, Sezen Aksu şarkıları gibi pasifleştirir. Pasiflora etkili yazılar içinde hayır yoktur ve tavır yoktur.

 

Bunları yaparken bu sefer önemli bir hata yapmış ve konuya Turkcell'i karıştırmıştır. Turkcell'e vurulmak istenen darbeyi kurum atlatmış ve film üzerindeki tartışmalar Can Dündar tarafından başka bir alana çekilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda Turkcell yönetimini de tebrik etmek gerekiyor sponsor olamadığı için bu filme. Önemli sayılabilecek bu hata yakın zamanda Can Dündar'ı bir seçim ve karar noktasına getirecektir.

Yılmaz Erdoğan bir televizyon kanalı tarafından beğenilmeyen bir bölümün geri dönmesi üzerine "boş kaset göndersem yayınlamak zorundadırlar" dedikten sonra tükenmiştir. Can Dündar için de benzer bir süreç yaşanabilir.

 

Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz ve izleyeceğiz. Sonuç umarım kaynakları zengin Can Dündar'ın değişim sürecine olumlu katkılarda bulunur ve bilgilerini yeniden tarafsız olarak aktarmaya başlar yeniden. Mustafa Kemal Atatürk ise bu yanlış filmden dolayı zayıflamadığı gibi kavram olarak daha da güçlenerek çıkacaktır.

Cengiz Eren

Gönderi tarihi:

EN BÜYÜK TARİKAT MEDENİYET TARİKATIDIR....Bu kendini bilmez insnlar ne yapmaya çalsııyor...AVrupa avrupa diyorUZ Dİye sonrada vatan haini diyorlar bize..Biz vatan haini deigliz..orda özgür dusunce sistemi var..Dikkat ederseniz Olayları da degistirmeden anlatıyorlar..

 

 

Bu hareketler neye benziyor biliyormunz:

Hristiyanların İncil kitabını kendi kafalarına gore duzenlenmesine benziyor..Acaba ULU ÖNDER ATATÜRK 25 yıl daha yaşasaydı bunlar daha neler uydururdu ben onu aklıma bile getirmek istemıyorum..Fakat soyle bir gerçek var ki 25 yıl yaşasaydı süper bir ülke haline gelirdik

Gönderi tarihi:
  • Yazar

ÖZCAN YENİÇERİ - Ülkenin birliği ve milletin bütünlüğü tehdit altındayken, medya ve siyaset dünyası büyük bir sorumsuzluk içinde adeta yangına körükle gitmektedir.

 

Son zamanlarda medyada eli kanlı faşist teröristlerin ağzıyla konuşan ve yazan demokrasi tacirlerinin sayısı giderek artmaktadır. Demokrasi, insan hakları ya da kültürel hakların arkasına sığınarak kan döken teröristlere medyanın verdiği dolaylı destek inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. PKK’nın kanlı eylemlerini bir hakkın gaspına karşı gösterilen tepki olarak niteleyenler bile çıkmıştır.

 

Demokrasiyi, insan haklarını, kardeşliği ve barışı bölücü projelerinin aracı olarak kullananlar uzun süredir buna Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü de ilave etmeye çalışmaktaydılar. Yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin ve oyunların aracı konumuna düşmemek gerekirken Can Dündar’ın yönetiminde çekilen “Mustafa” adlı belgeselde bunun tam tersi yapılmıştır.

 

Filmde, Mustafa Kemal 1923’te, İzmit Kasrı’na davet ettiği dönemin ünlü gazetecilerine ’yazılmamak’kaydıyla şunları söylediği iddia ediliyor: “Başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özellikler oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz”. Bu ifadeler gerçekte Atatürk’e atılmış en büyük iftiradır. Çünkü Atatürk, söylediğini yapan, yaptığını da söyleyen bir liderdir. O, hayatı boyunca doğru bildiği, inandığı ve milletinin çıkarına gördüğü her şeyi büyük bir cesaretle yapmaktan geri durmamıştır.

 

Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda izlediği Kürt politikasını Nutuk’ta anlatılan şu olay özetler: Dönemin ünlü Kürt liderleri Kamuran Ali Bedirhan emrindeki birkaç yüz kişilik Kürt grubuyla birlikte Sivas Kongresi’ni basmak üzere yola çıkar. Atatürk bunu şöyle anlatır: “..10 Eylül’de İlyas Bey’e verdiğim talimatta belirttiğim başlıca noktalar; 1. Kaçakların sür’atle yakalanmaları 2. Kürtlük akımına asla elverişli ortam bırakılmaması...”

 

Atatürk, “Kürtlük akımına asla elverişli ortam bırakılmaması” nı bu tür olayların bir daha gerçekleşmemesi için gerekli bir tedbir olarak görmektedir.

 

Diğer yandan ’Mustafa Kemal Atatürk, Eskişehir-İzmit Konuşmaları, 1923’adlı kitabın girişindeki şu sözler onun bu konudaki temel görüşüdür: “Kürt meselesi, bizim, yani Türklerin menfaatine olarak da katiyen mevzubahis olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi, bizim milli hudutlarımız dahilinde Kürt unsurlar öyle yayılmışlardır ki, pek sınırlı yerlerde yoğundurlar. Fakat yoğunluklarını kaybede ede ve Türk unsurların içine gire gire öyle bir hudut ortaya çıkmıştır ki, Kürtlük namına bir hudut çizmek istesek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir”.

 

Atatürk’ün bu sözlerinden “Kürtlere muhtariyet” vermenin, Kürtlerle Türkler arasına sınır çizmek anlamına geldiğini, bunun da “Türkiye’yi mahvetmek” le eşdeğer olduğunu herkesin çıkarması gerekir. Türkiye’yi mahvetme propagandalarının hangi damarlardan nasıl beslendiğini de Atatürk’ün şu sözlerinde görmek mümkündür: “Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lâzlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, -birkaç, düşman âleti mürteci, beyinsizden başka- hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar”.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.