Zıplanacak içerik

NAZIM HİKMET RAN 104 YIL ÖNCE BUGÜN DOĞMUŞTU... SOSYALİS ŞAİR MEMLEKET HASRETİ İLE SÜRGÜNDE ÖLDÜ...

Featured Replies

Gönderi tarihi:

İyi ki doğdun Nazım...

 

Geçen yüzyılın en önemli şairlerinden Nazım Hikmet Ran 104 yıl önce bugün doğmuştu. Türkçe'yi dünyaya sevdiren sosyalist şair, memleket hasretiyle sürgünde olduğu Rusya'da gözlerini kapamıştı...

 

“Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine…” diyen geçen yüzyıla damgasını vuran ilk üç şair arasında sayılan Nazım Hikmet'in fırtınalı yaşamı ne yazık ki memleket hasreti çektiği Rusya'da son buldu...

 

Nazım'ın kronolojisi şöyle:

 

1902 - 15 Ocak'ta Selânik'te dünyaya gelir.

1913 - "Feryad-ı Vatan" başlığını taşıyan ilk şiirini yazar. Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başlar.

1914 - Ekonomik nedenlerle Nişantaşı Sultanisi'ne geçer.

1917 - Bahriye Mektebine girer.

1918 - İlk kez bir şiiri yayınlanır. Yeni Mecmua'da yayınlanan bu ilk şiiri "Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı" başlığını taşır.

1920 - Bahriye'yi bitirmesine birkaç ay kala sağlık nedeniyle ayrılmak zoruna kalır. İstanbul işgal altındadır.

Arkadaşı Vâ-lâ Nurettin ile birlikte gizlice Anadolu'ya geçer. Ankara Hükümeti tarafından Bolu'ya öğretmen olarak atanır.

1921 - Azerbaycan üzerinden Moskova'ya gider. Devrimin ilk yıllarına tanık olur. Ekonomi politik öğrenim görür. Sanat çalışmalarına katılır.

1924 - Moskova'da yayınlanan ilk şiir kitabı "28 Kânunisani" sahnelenir. 12 Mart günü Pravda'da bu gösteri övgüyle yer alır. Türkiye'ye döner ve Aydınlık Dergisi'nde çalışmaya başlar.

1925 - Ankara İstiklâl Mahkemesi'nde gizli örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle yokluğunda yargılanarak "on beş yıl küreğe konulma cezası" verilir. Bu durum onun ülkeden ayrılmasına yol açar. Moskova'ya gider.

1926 - Viyana'ya geçerek ileride suçlanmasına konu olarak "parti" toplantısına katılır. Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle, "küreğe konulma" cezası ortadan kalkar.

1927 - Katılmış olduğu "Viyana Konferansı" nedeniyle İstanbul Ceza Mahkemesi'nde yokluğunda yargılanır. Üç ay hapis cezası verilir.

1928 - Yurda dönmek üzere Moskova'daki Büyükelçiliğe başvurur. Pasaport almak istemektedir. Ancak kendisine yanıt verilmez bunun üzerine gizlice sınırı geçerse de Hopa'da yakalanır. İstanbul üzerinden Ankara'ya götürülür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde, daha önce yokluğunda yapılan yargılamalar yinelenir. Üç ay hapis cezası verilir. Cezaevinde geçirdiği süre gözönüne alınarak serbest bırakılır.

1929 - Resimli Ay Dergisi'nde çalışır. İlk şiir kitabı "835 Satır" yayınlanır. Bunu diğerleri izler.

1930 - "Sesini Kaybeden Şehir" başlıklı şiir için dava açılır. Yargıtayca aklanır.

1931 - "1+1=1", "835 Satır", "Jokond ile Si-Ya-U" ile bir kez daha "Sesini Kaybeden Şehir" ve "Varan 2" adlı kitapları hakkında dava açılır. Hepsinden aklanır.

1932 - "Kafatası" oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahneye konur.

1933 - "Gece Gelen Telgraf" şiirinden dolayı yargılanır. Altı ay üç gün hapis cezası verilir. Babası bir kaza sonrası ölür. Onun ölümü üzerine "Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye" başlıklı şiiri yazar. Şiirde babasının patronu Süreyya Paşa'ya hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında dava açılır. Bir yıl hapis, 200 lira para cezasına çarptırılır. Bu sıralarda "gizli örgüt" kurduğu savıyla Bursa Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan ayrı bir davada idamı

istenir. Dört yıl ağır hapisle cezalandırılır.

1934 - Cumhuriyetin 10. Yılı nedeniyle çıkarılan af yasasından yararlanır. Serbest bırakılır.

1936 - Gizli örgüt kurmak ve yönetmek savıyla yargılanır ve aklanır.

1937 - "Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı" yayınlanır.

1938 - Askeri öğrencileri isyana teşvik suçlamasıyla da "Donanma" davaları açılır. Toplam 28 yıl 4 ay ağır hapisle cezalandırılır.

1941 - Bursa'da "Memleketimde İnsan Manzaraları" nı yazmaya başlar.

1943 - Cezaevi arkadaşı Orhan Kemal tahliye olur. Balaban'ın resim çalışmalarına yardımcı olur, yetişmesini sağlar.

1944 - Karaciğer ve kalp rahatsızlıkları başlar.

1949 - Basında haksız mahkumiyetine ilişkin yazılar artmaya başlar. Ahmet Emin Yalman, Vatan Gazetesi'nde "Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet" başlığını taşıyan bir yazı yayımlayarak dikkatleri Nâzım'ın haksız mahkumiyeti çeker.

1950 - Yurt içinde ve dışında çeşitli kuruluşlarca "Nazım'a Özgürlük Kampanyaları" açılır. Meclis'in gündeminde bulunan Af Kanunu'nu çıkarmadan tatile girmesi üzerine, Nazım, 8 Nisan'da açlık grevine başlar. Aynı gün, Bursa'dan İstanbul'a Paşakapısı Cezaevi'ne götürülür. 23 Nisan'da grevini avukatlarının isteği üzerine geçici olarak durdurur. Ağır hastadır, doktorlar üç ay bir hastanede tedavi görmesi gerektiğini belirtirler. Ancak durumunda hiçbir değişiklik olmayınca 2 Mayıs'ta yeniden greve başlar. Açlık grevi kamuoyunda büyük yankı uyandırır. İmza kampanyaları başlatılır. "Nâzım Hikmet adlı bir dergi çıkarılır 9 Mayıs'ta annesi Celile Hanım 10 Mayıs'ta şair Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat açlık grevine başlarlar. 14 Mayıs seçimleri sonucunda ortaya çıkan yeni durum üzerine, 19 Mayıs'ta greve ara verir. Çıkarılan Genel Af Kanunu'yla serbest bırakılır. 22 Kasım'da Dünya Barış Konseyi tarafından Pablo Picasso, Paul Robeson, Wanda Jakubowska ve Pablo Neruda'yla birlikte "Uluslararası Barış Ödülü"nü almaya hak kazandığı açıklanır. Kendisinin katılamadığı törende ödülünü

Neruda alacaktır.

1951 - Oğlu Memed dünyaya gelir. Askere çağrılır, 49 yaşındadır ve hastadır. Üstelik askeri okulda öğrenci olarak geçirdiği sürelerin yasa gereği askerliğe sayılması gerekmektedir. Yaşamına yönelik tehditler üzerine ülkeden ayrılır. 15 Ağustos günü resmi gazetede, Bakanlar Kurulu kararıyla "yurttaşlıktan çıkarıldığı" duyurulur. Dünya Barış Konseyi'nin bir yıl önce kendisine verdiği "Uluslararası Barış Ödülünü" Prag'da düzenlenen bir törenle alır.

1952 - Çine'e gider. Ancak hastalanınca gezisini yarım bırakmak zorunda kalır. Enfaktüs geçirmiştir. Dört ay yatar. Bundan sonraki yaşamı artık doktor gözetiminde geçecektir.

1953 - Uluslar arası toplantılara katılmayı sürdürür. "Bir Aşk Masalı" oyunu Moskova'da sahnelenir. Bunu diğer oyunlarının sahnelenmesi izler.

1958 - Paris'e gider. Aralarında Aragon ve Picasso'nun da bulunduğu çok sayıda yazar ve sanatçıyla görüşür.

1962 - Sovyet Yazarlar Birliği tarafından 60. yaş günü kutlanır. Yazarlar Evi'nde düzenlenen gecenin ertesinde Politeknik Müzesi'nde, okuyucuları için ikinci bir toplantı gerçekleştirilir. Gecenin yöneticiliğini İlya Ehrenburg yapar.

1963 - Afrika'ya, Tanganika'ya gider. "Cenaze Merasimim" başlıklı şiirini kaleme alır. (Nisan) 3 Haziran sabahı Moskova'da evinde ölür.

 

İyi ki doğdun Nazım... :clover::clover::clover:

Gönderi tarihi:

Bunları burada söylemen tabiki çok hoş da...

Ama bir de fikirlerini ve hayata bakışını anlatsan bence daha iyi olur...

NAZIM sadece bir TÜRKÇE şairi değildir...

NAZIM dedikleri gibi sadece bir AŞK şairi değildir...

NAZIM sadece bir KURTULUŞ SAVAŞI şairi de değildir...

NAZIM bütün bunların ötesinde bir KOMÜNİST bir ŞAİR'dir...Ve öyle de kalmalıdır...İçi boşaltılarak önümüze sunulmamalıdır...

EVET Türkçe yazmıştır;çünkü en iyi bu dille kendini ifade etmektedir...

EVET aşk şiirleri yazmıştır;çünkü aşık olmuştur hepimiz gibi,ve bunu dile getirmiştir...

EVET kurtuluş savaşı destanını yazmıştır;çünkü partisi TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ bu görevi vermiştir.Kendisi bunu bir görev olarak ifşa etmiştir.KOMİTERN'in TKP'ye,"kemalistlerle barışın" demeleri üzerine kandisine verilen bu görevi yerine getirmeye çalışmıştır NAZIM...

NAZIM öncelikle bir KOMÜNİSTTİR...

Sonra da yüzyılın en büyük ŞAİRİ'dir...

Ve diğer özelliklerini sadece bunu unutmal için kullanılmaktadır...

 

YATAR BURSA KALESİNDE

 

Sevdalınız komünisttir,

on yıldan beri hapistir,

yatar Bursa kalesinde.

 

Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar,

en âlâ mertebeye ermiş yatar,

yatar Bursa kalesinde.

 

Memleket toprağındadır kökü,

Bedreddin gibi taşır yükü,

yatar Bursa kalesinde.

 

Yüreği delinip batmadan,

şarkısı tükenip bitmeden,

cennetini kaybetmeden,

yatar Bursa kalesinde.

 

Bir de bunu G.EKİN'in müziği ile dinleyin...Ki EKİN,G.YORUM'un alt guruplarından biridir ve onlar bile buradaki Komünist kelimesini SEVDALINIZ olarak değiştirmişlerdir...Komünist olmakla övünen NAZIM'ı komünist olarak övünen bir grup bile kabul edemiyor...

İşte bizim HALKIMIZ...

Ne olursa olsun saçmalıklarından vazgeçemiyor...

Genlerimizde var demek ki...

Gönderi tarihi:

Nazım "Ayakta Öldü"

 

"..Bu işte insafsız olmalı , birazcık da kibirli

ne kahır, ne keder, ne zulüm,

seni ancak ölüm,teslim alabilmeli."

 

3 Haziran sabahı erken saatlerde evindeki merdivenlerin başına gelmiş...Elindeki anahtarla kapıya yönelmiş...Kilidi açmak üzereyken son nefesini vermişti...Doktorların verdikleri ölüm raporuna göre yere düştüğünde çoktan ölmüştü...Yani usta şair Nazım Hikmet öldüğünde tıpkı şiirlerinde anlattığı gibi "asırlık çınarlar" gibi dimdik ayaktaydı.

 

vatan gazetesi

 

 

 

Zoe’ydi adı

 

ismim Tanya dedi onlara

 

Tanya;

Bursa cezaevinde karşımda resmin

Bursa cezaevinde,

belki duymamışsındır bile Bursa’nın ismini

Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.

 

Bursa cezaevinde karşımda resmin

sene 1941 değil artık, sene 1945

Moskova kapılarında değil artık

Berlin kapılarında dövüşüyor artık seninkiler

bizimkiler

bütün namuslu dünyanınkiler ...

 

Tanya;

senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi

seni astılar memleketini sevdiğin için

ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim

ama ben yaşıyorum

ama sen öldün

sen çoktan dünyada yoksun

zaten ne kadar az kaldın orada

on sekiz senecik ...

doyamadın güneşin sıcaklığına bile ...

 

Tanya;

sen asılan partizan, ben hapiste şair

sen kızım, sen yoldaşım

resmin üstüne eğiliyor başım

kaşların incecik, gözlerin badem gibi

renklerini fotoğraftan anlamam mümkün değil

fakat yazıldığına göre koyu kestaneymişler.

bu renk gözler çok çıkar benim memleketimde de ...

 

Tanya;

saçların ne kadar kısa kesilmiş

oğlum memet’inkinden farkı yok

alnın ne kadar geniş, ay ışığı gibi

rahatlık ve rüya veriyor insanın içine.

yüzün ince uzun, kulakladır büyücek biraz,

henüz çocuk boynu boynun

henüz hiçbir erkek kolu sarılmamış anlıyor insan.

ve püsküllü bir şey sarkıyor yakandan

süsünü sevsinler mini mini kadın.

 

arkadaşları çağırdım bakıyorlar resmine;

 

_Tanya

senin yaşında bir kızım var.

_Tanya

kız kardeşim senin yaşında

_Tanya

senin yaşında sevdiğim kız

bizim memleket sıcaktır

bizde kızlar tez kadınlaşır ..

 

_Tanya

senin yaşında kızlarla

okulda, fabrikada, tarlada arkadaşız

 

Tanya;

sen öldün ne kadar namuslu insan öldü

ve öldürülmekte

ama ben,

söylemesi ayıpmış gibi geliyor bana

ama ben yedi yıldır kavgada

hayatımı tehlikeye koymadan

hapiste de olsa da yaşıyorum)

 

sabah oldu tanya’yı giydirdiler

ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu

iç etmişlerdi onları

torbasını giydirdiler

torbada benzin şişelesi, kibrit,

kurşun, tuz, şeker ....

şişelesi boynuna astılar

torbasını verdiler sırtına

göğsüne bir de yazı yazdılar

 

“partizan”

 

köyün meydanına kuruldu darağacı

atlılar çekmiş kılıcı

halka olmuş piyade askeri

zorla seyre getirdiler köylüleri

iki sandık üst üste

iki makarna sandığı

sandıkların üstüne yağlı urgan sallanır

urganın ucunda ilmik

partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına

 

partizan

kolları bağlı arkadan

durdu urganın altında dimdik ..

nazlı boynuna ilmiği geçirdiler

bir subay fotoğrafa meraklı

bir subay elinde makine; kodak

bir subay resim alacak

 

 

Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğin içinden

 

“ _ kardeşler üzülmeyin gün yiğitlik günüdür.

soluk aldırmayın faşistlere

yakın, yıkın, öldürün ....”

 

bir alman vurdu ağzına partizanın

genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan

fakat askerlere dönüp devam etti partizan:

 

“_ biz iki yüz milyonuz

iki yüz milyon asılır mı?

gidebilirim ben

ama bizimkiler gelecekler

teslim olun vakit varken ...”

 

kolhozlular kan ağlıyorlardı,

cellat çekti ipi

boğuluyor nazlı boynu kuğu kuşunun

fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan

ve hayata seslendi insan

 

“_ kardeşler

hoşça kalın

kardeşler

kavga sonuna kadar

duyuyorum nal seslerini geliyor bizimkiler ...”

 

cellat bir tekme attı makarna sandıklarına

sandıklar yuvarlandılar

ve Tanya sallandı ipin ucunda ...

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Bunları burada söylemen tabiki çok hoş da...

Ama bir de fikirlerini ve hayata bakışını anlatsan bence daha iyi olur...

NAZIM sadece bir TÜRKÇE şairi değildir...

NAZIM dedikleri gibi sadece bir AŞK şairi değildir...

NAZIM sadece bir KURTULUŞ SAVAŞI şairi de değildir...

NAZIM bütün bunların ötesinde bir KOMÜNİST bir ŞAİR'dir...Ve öyle de kalmalıdır...İçi boşaltılarak önümüze sunulmamalıdır...

EVET Türkçe yazmıştır;çünkü en iyi bu dille kendini ifade etmektedir...

EVET aşk şiirleri yazmıştır;çünkü aşık olmuştur hepimiz gibi,ve bunu dile getirmiştir...

EVET kurtuluş savaşı destanını yazmıştır;çünkü partisi TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ bu görevi vermiştir.Kendisi bunu bir görev olarak ifşa etmiştir.KOMİTERN'in TKP'ye,"kemalistlerle barışın" demeleri üzerine kandisine verilen bu görevi yerine getirmeye çalışmıştır NAZIM...

NAZIM öncelikle bir KOMÜNİSTTİR...

Sonra da yüzyılın en büyük ŞAİRİ'dir...

Ve diğer özelliklerini sadece bunu unutmal için kullanılmaktadır...

 

YATAR BURSA KALESİNDE

 

Sevdalınız komünisttir,

on yıldan beri hapistir,

yatar Bursa kalesinde.

 

Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar,

en âlâ mertebeye ermiş yatar,

yatar Bursa kalesinde.

 

Memleket toprağındadır kökü,

Bedreddin gibi taşır yükü,

yatar Bursa kalesinde.

 

Yüreği delinip batmadan,

şarkısı tükenip bitmeden,

cennetini kaybetmeden,

yatar Bursa kalesinde.

 

Bir de bunu G.EKİN'in müziği ile dinleyin...Ki EKİN,G.YORUM'un alt guruplarından biridir ve onlar bile buradaki Komünist kelimesini SEVDALINIZ olarak değiştirmişlerdir...Komünist olmakla övünen NAZIM'ı komünist olarak övünen bir grup bile kabul edemiyor...

İşte bizim HALKIMIZ...

Ne olursa olsun saçmalıklarından vazgeçemiyor...

Genlerimizde var demek ki...

 

Size inanamıyorum ve bunu kınıyorum çünkü gerçekten bu korkunç.... ve uzatmadan şunu söylemek isterim; Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türkiye denilince şu üç adı bilirler: Nasreddin Hoca, Mustafa Kemal, Nâzım Hikmet..."

 

20. YÜZYILIN EN ÇOK KONUŞULAN ADAMI

 

Nâzım Hikmet, 20.Yüzyıl'ın en çok konuşulan kimliklerinden biri oldu. İdeolojisi, şiiri, yaşam serüveni, aşkları, özlemleriyle dilimizden düşmedi. Yalnızca Türkiye'de değil, dünya edebiyat çevrelerinin de ilgi odağı oldu NÂzım.İşte onun için söylenenlerden bir derleme:

 

NURULLAH ATAÇ

"Bir manzume, bilhassa bir bestedir; manası, yani güfte, o besteyi bulmamıza yardım eden vasıtadan başka bir şey değildir. Nâzım Hikmet'in şiirini o manada 'okumak' ise, itiraf edelim ki pek kolay değildir. Şeyh Bedrettin Destanı'nı okuyun, bestesini keşfe çalışın. Bulursanız emeğinize acımazsınız; çünkü bulacağınız ahenk gerçekten asil bir ahenktir."

 

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

"Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun / Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün / Şiirin gökyüzü gibi herkesin / Sen Kızılırmak'casına bizimsin / En büyük demircisi dilimizin / Canımız ciğerimizsin"

 

ATTİLA İLHAN

"Gördün sessizce buluştuğunu Nâzım'la nedim'in / lacivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin / birinin elinde vâ ridat'ı simavnalı Bedreddin'in / birinin ağzında gül elinde mey kâsesi vardı."

 

AZİZ NESİN

"Ne yazık, Türkiye'de ulusallığı aşıp evrenselleşmiş değerlerimizin sayısı çok azdır. Lütfen sayar mısınız? Nedenleri ne olursa olsun, büyük Yunus bile dünyada yeterince tanınmış bir şairimiz değildir... Her yerde söylediğim şu;' Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türkiye denilince şu üç adı bilirler: Nasreddin Hoca, Mustafa Kemal, Nâzım Hikmet..."

 

LOIS ARAGON

"Hayır, yazamam, şimdi olmazirica ederim. Bırakın benim için bütünüyle ölsün, yoksa, daha önce, altmış yaşındaki bu delikanlı, bu sarışın boğa, ne hapisanenin, ne hastalığın, ne yaşın etkileyebildiği bu insan içimde terütaze yaşadıkça hiçbir şey yazamam. Şimdi olmaz. Daha sonra. Söz veriyorum size, yazacağım, hatta bu dergide, daha başka bir konu üzerine: Ölümünden değil, yaşamından söz edeceğim."

 

PABLO NERUDA

"Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır / senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya. / Nasıl dövüşülür, senden örnek almaksızın, / senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun? / Teşekkürler,böyle olduğun için! / Teşekkürler o ateş için / Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca."

 

JEAN-PAUL SARTRE

"Vefalı dost,y iğit militani insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde hizmet etmek ama hiçbirşeyi görmezden gelmek istemiyorum. Biliyordu ki, insan yapılacak birşeydir ve hiçbir yerde yapılmamıştır. Gerekli olan, durmadan düşmanla savaşarak kendi kendini yaratmıştır: Sözün kısası, Pascal'ın Hristiyan için dediği ve bugün militan için , Nâzım Hikmet dolayısıyla aydın militan için, denilebileceği gibi, 'asla uyumamak' gerekliydi. O asla uyumadı. Harikulade olan şudur ki, ölüm onun ilk ve son uykusu oldu.

 

Bunlar sadece birkaçı...

Gönderi tarihi:

Size inanamıyorum ve bunu kınıyorum çünkü gerçekten bu korkunç....

 

 

NURULLAH ATAÇ Şeyh Bedrettin Destanı'nı okuyun, bestesini keşfe çalışın.

 

 

AZİZ NESİN Ne yazık, Türkiye'de ulusallığı aşıp evrenselleşmiş değerlerimizin sayısı çok azdır.

 

 

PABLO NERUDA Nasıl dövüşülür, senden örnek almaksızın,

 

 

JEAN-PAUL SARTRE"Vefalı dost,y iğit militani insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde hizmet etmek ama hiçbirşeyi görmezden gelmek istemiyorum. Nâzım Hikmet dolayısıyla aydın militan için, denilebileceği gibi,

 

 

Bunlar sadece birkaçı...

Evet...

Bunlar sadece bir kaçı...

Kınamaya devam et sen...İçini boşaltarak,sadece bir şair,ve ulusal bir kahraman yapın...

Ama NAZIM öncelikle bir KOMÜNİST'tir...

Ve NAZIM'ı NAZIM yapan en büyük özelliğidir bu...

 

Yukarıdaki kestiğim laflarda bundan ibarettir...

ŞEYH BEDREDDİN...EVRENSEL DEĞER...DÖVÜŞ...MİLİTAN,AYDIN SANATÇI...

işte NAZIM budur...

Hepsini birleştirin ortaya çıkacak olan şey KOMÜNİST NAZIM olacaktır...

Ama sadece bilene...

 

ama bu oyun daha sonra YILMAZ GÜNEY üzerinde de oynandı...

Sadece bir SENARİST-YÖNETMEN olarak algılanılması için çaba harcandı...Ve bunu başlatanda şimdilerin zengin yönetmeni(!),deha insanı(!),süper yapımcı(!) Sinan ÇETiN idi ve ağzının payını HALİL ERGÜN abimizden aldı ama anlamadı...

CHE üzerinde de oynandı...

Ailesi en güzel cevabı verdi...:CHE sadece bir devrimciydi ve koministti dediler ve çenelerini kapattılar bu herşeyin içini boşaltan ve bundan meta elde etmeye çalışanların...

Gönderi tarihi:

Kimilerine göre dünyaca ünlü bir şair, kimilerince “kartpostal şairi” ve kimilerince de aşklarıyla, sevdalarıyla ünlü bir şairdir Nazım Hikmet. Oysa Nazım Hikmet’i Nazım Hikmet yapan dahiyane yetenekte bir komünist şair olmasıdır. Yaşamında da ölümünden sonra olduğu gibi bazen yere göğe sığdırılamamış bazen de yerin dibine batırılmıştır. Ama kim ne derse desin Nazım Hikmet eşsiz bir komünist şair olarak yüreklerimizde yaşayacaktır. Bu yazı, onun hatırasını ve ortak davamız olan komünist bir dünya yaratma mücadelesindeki önemli yerini anmak amacıyla yazılmıştır.

 

1902’de doğdum

 

doğduğum şehre dönmedim bir daha

 

geriye dönmeyi sevmem

 

üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim

 

on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği

 

kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu

 

ve on dördümden beri şairlik ederim

 

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir

 

ben ayrılıkların

 

kimi insan ezbere sayar yıldızların adını

 

ben hasretlerin…

 

 

 

15 Ocak 1902’de Selanik’te doğan Nazım Hikmet, kendi Otobiyografi’sinde de söylediği gibi bir daha doğduğu şehre dönmemiş, dönememiştir. Kavgayla, mücadeleyle geçen koca bir ömür ona bu fırsatı tanımamıştır. Çocuk denecek yaşlarda şiirle ve resimle uğraşmaya başlamış, ama şiiri ve edebiyatı hiçbir zaman salt sanatsal bir uğraş olarak görmemiş, daima ezilenlerin, sömürülenlerin, haksızlığa karşı dövüşenlerin yanında yer almıştır. Yaşadığı hayata, hayatın getirdiklerine karşı tarafsız olmamış, toplumsal sorunlara karşı duyarlı olmayı, halkını ve ezilenleri aydınlatmayı bir görev olarak kabul etmiştir. Onun durduğu taraf, kaypak küçük-burjuva aydınların veya salt entelektüel kaygılarla “sanat” yapanların tarafı değil, tarih bilincine sahip, materyalist ve fikirleri uğruna mücadeleye girenlerin tarafıdır:

 

“Ben 1923’ten beri Türkiye Komünist Partisi üyesiyim; övündüğüm tek şey budur. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgen kalmış bir tek yazar göstermek kuşkusuz zor olacaktır. Yansız olduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olamaz.”[1]

 

Nazım Hikmet’in bu yönü şiir yazmaya başladığı ilk gençlik yıllarına kadar uzanır. Özgürlükçü ve ilerici düşüncelerin beslediği bir aile ortamında büyüyen Nazım’ın şiirlerinde, içinde yaşadığı dönemin toplumsal sorunları hep yer almıştır. Emperyalistlerin pençesinde inleyen ülkesine ve halkına karşı bir sorumluluğu olduğunu düşündüğünden, ilk gençliğinde yazdığı şiirler vatanseverlik ve kahramanlık duygularıyla doludur. Öyle ki, sonunda kendisi de işgal karşıtı mücadeleye katılmak üzere Anadolu’ya geçmeye karar verir.

 

Sosyalist fikirlerle de ilk kez Anadolu’da tanışır. Ankara’da ve daha sonra öğretmenlik yapmak üzere gönderildiği Bolu’da yaptığı gözlemlerin ve buralarda tanıştığı sosyalistlerin etkisiyle sosyalist fikirlere olan ilgisi daha da artar. Bu kısa deneyimin ardından, devrimi bizzat görmek amacıyla Sovyet Rusya’ya gitmeye karar verir. Burada geçirdiği iki yıl boyunca siyasal kimliği iyice sağlamlaşır ve gelişir. 1923 yılında TKP’ye üye olması, artık kaderini işçi sınıfının kaderiyle birleştirdiğinin bir göstergesidir. Şiirleri ve yazılarıyla da bu kimliğini ortaya koymaktan geri durmaz. Artık onun şiiri, sosyalizm mücadelesinde ve işçi sınıfının hizmetinde bir silah olarak kullanılacak, ölümünden sonra bile on binlerce genç insan onun şiirleri sayesinde sosyalizm ve devrim mücadelesinin saflarına katılacaktır. 1923’te yazdığı Şair adlı şiirinde kendi şairliğini şöyle tarif etmektedir:

 

Şairim

 

şiirden anlarım,

 

en sevdiğim gazel

 

Anti Dühringidir Engelsin..

 

Şairim

 

bir yıl yağan yağmur kadar şiir yazdım..

 

Fakat asıl

 

şaheserime

 

başlamak için

 

Hafızı Kapital olmayı bekliyorum.

 

1924 Aralığında mücadeleye katılmak amacıyla tekrar Türkiye’ye döner. Bir yandan TKP’nin merkez yayın organı Orak-Çekiçgazetesine ve Aydınlık dergisine yazılar, şiirler yazarken diğer yandan da partinin örgütlenme çalışmalarına katılır. Polis takipleri, tutuklamalar ve mahkemelerle geçen 5 yıl içerisinde bir kez daha yurt dışına çıkar ve geri döner. Uğruna hayatını ortaya koyduğu partisi için Kemalist diktatörlüğün en azılı saldırılarına maruz kalır. Ama o, bu yolda büyük fedakârlıklara katlanmış ne ilk ne de son devrimci olduğunun da bilincindedir. Kaybettiği yoldaşlarının anısına Güneşi İçenlerin Türküsü’nü kaleme alır:

 

Ölenler

 

dövüşerek öldüler;

 

güneşe gömüldüler.

 

Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

 

Akın var

 

güneşe akın!

 

Güneşi zaptedeceğiz

 

güneşin zaptı yakın!

 

1929 yılı ise, hayatında ikinci bir dönüm noktasını oluşturur. Bir yandan şiirleriyle edebiyat dünyasında fırtınalar estirirken, öte yandan TKP içinde parti merkeziyle ve Şefik Hüsnü’yle ciddi bir polemiğe girmiş, karşılıklı eleştirilerin artık partinin günlük faaliyetini bile etkilemeye başlaması nedeniyle TKP merkeziyle arası iyice açılmıştır.

 

Günlük olaylardan, yurt ve dünya sorunlarına kadar pek çok konuda yazı ve şiirler yazan Nazım Hikmet, bir yandan da egemen sınıfların ve emperyalistlerin uşaklığını yapan edebiyat anlayışlarına karşı savaş bayrağını açmıştır. Gerçek sanatın halkın hizmetinde olması gerektiğini düşündüğünden, eserlerinde ezilenlerin ve sömürülenlerin daha iyi bir dünya kurma mücadelesine ses vermekte, kurtuluş kılavuzunun Marksizm olduğunu yinelemektedir.

 

Parti politikalarına bir türlü uyum sağlayamadığı ve parti merkeziyle arasının gittikçe açıldığı bu dönem, Şefik Hüsnü’nün parti üzerinde otoritesini kurmuş olduğu yıllardır. Şefik Hüsnü ile sürekli sert tartışmalara girdiğinden, sonunda iş Nazım’ın parti merkezinden tamamen kopmasına kadar varır.

 

1929 yılı ortalarında Pendik yakınlarındaki Pavli adasında kendisinden başka 7 kişinin[2] daha katıldığı bir toplantı düzenler. Toplantıya katılanlardan Zeki Baştımar, Komintern’in TKP merkezinden yana çıkması üzerine sonradan bu muhalif komiteden ayrılmış, diğerleri ise Komintern’in talimatı üzerine “Troçkistlik ve polis muhalefeti” suçlamasıyla partiden atılmışlardır. Ancak Nazım Hikmet ve grubu bu hükmü tanımamış ve kendilerini gerçek TKP saymaya devam etmişlerdir. Yine de Nazım’ın başlattığı bu muhalefet, uzun süre devam etmesine rağmen hiçbir zaman istenen etkiyi yaratmamıştır.

 

Nazım’ın TKP merkezine karşı yürüttüğü muhalefetin ardından gelen 30’lu yıllar, CHP’nin tek parti iktidarının Avrupa’da yükselen faşizmin etkisine girmeye başladığı bir dönemdir. Devletçilik politikaları ile yaratılan baskıcı ortamda, devlet güya “sınıflar üstü” bir konuma yükseltilerek, “milli şef”in önderliğinde parti ve devletin birliğini hedefleyen faşizan bir yönelime girilmiştir. Yasakların ve baskıların alabildiğine arttığı bu koşullarda, zaten daha 1925’lerde komünist düşüncelerin basın-yayın yoluyla propaganda edilmesi yasaklandığından, Nazım birçok kereler sorgulanır, tutuklanır ve çeşitli baskılara maruz kalır. Ama her şeye rağmen mücadelesini sürdürür ve fikirlerini şiirlerinde dile getirmekten geri durmaz:

 

İtalya’da faşizm

 

Emilialı büyük toprak kontlarının asâlarından

 

ve Romalı bankerlerin demir kasalarından

 

geçip

 

İL DUÇE’nin dazlak kafasında dank demiş

 

bir nuuurdur

 

Taranta - Babu..

 

Bu

 

nur

 

yarın

 

inecektir üstüne

 

Habeş ovalarında mezarların.

 

Fakat askeri ve sivil bürokrasi içinde çöreklenmiş olan faşist kadroların gözünde, artık Nazım Hikmet gibi komünistlerin defterinin dürülmesinin zamanı gelmiştir. Böylece, Nazım Hikmet’e ve TKP kadrolarına karşı bir komplo hazırlanır.

 

Ocak 1938’de son derece düzmece iddialarla gözaltına alınır ve hemen Divan-ı Harbe sevk edilir. Önce Harp Okulu öğrencileri arasında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 15 yıl ağır hapis cezası alır. Henüz Harp Okulu davasının yankıları sürerken bu kez de bir Donanma Olayı patlak verir. Yavuz zırhlısındaki askerlerin dolaplarında Nazım Hikmet’in şiir kitaplarının bulunmasıyla birlikte “donanmayı isyana teşvik”le suçlanır. Hakkında hiçbir delil olmadığı halde tamamen keyfi kararlarla yargılanır ve 15 yıl daha ceza alır. Önceki mahkûmiyeti de hesaba katılarak cezası 28 yıl 4 aya indirilir.

 

Olay hem yurt içinde hem de yurt dışında büyük sansasyon yaratır. Nazım Hikmet’in ve onunla birlikte pek çok solcu, muhalif ve aydının böylesi kasıtlı ve düzmece suçlamalarla keyfi biçimde hapsedilmeleri karşısında tepkiler yükselmeye başlar. Özellikle dünya basınında Türkiye’nin faşist bir rejime sürüklendiği yönünde yazılar çıkmaya başlar. Kendisi de davasını Fransa’daki “Dreyfus” olayına benzetir ve Nazım Hikmet mahkemedeki konuşmasında durumu, “Bu bir komplodur. Önceden senaryo edilmiş bir komplo olduğu mahkeme aşamalarındaki, çocukların verdiği ifadelerden de bellidir” diyerek ifade eder.

 

31 Ağustos 1938’de İstanbul (Sultanahmet) cezaevine yollanan Nazım Hikmet, orada Kemal Tahir ve Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte hapis yatar. Buradayken uzun yıllarını alacak olan Kuvâyı Milliye Destanı’nı yazmaya başlar. Amacı emperyalist işgalcilere karşı çeşitli fedakârlıklara katlanarak mücadele vermiş bir halkın portresini çizmek, bu savaşta hayatını ortaya koyanların anısını yaşatabilmektir. Savaşı verenlerin Kemalist kadrolardan ibaret olmadığı, destanı asıl yazanların kimler olduğu ustaca resmedilmiştir:

 

Onlar ki toprakta karınca,

 

suda balık,

 

havada kuş kadar

 

çokturlar;

 

korkak,

 

cesur,

 

câhil,

 

hakîm

 

ve çocukturlar

 

ve kahreden

 

yaratan ki onlardır,

 

destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

 

Zorlu ve çileli günler yaşamasına rağmen umudunu ve inancını korumaktadır. Cezaevindeki günlerini de boş geçirmez. Mektuplarıyla Kemal Tahir’i, konuşmalarıyla da Orhan Kemal ve İbrahim Balaban’ı yetiştirir. Ayrıca kendisiyle birlikte mahkûm edilmiş olan Harp Okulu öğrencileriyle de aynı cezaevinde olduğundan onlarla da ilgilenme fırsatı bulur. Bu gençlerin hepsi de ileride şair, edebiyatçı ve ülke sorunlarına duyarlı insanlar olarak yetişirler. Birlikte olduğu tutuklulara Fransızca öğretmeye başlar. Hatta hapishane müdürüne aldırttığı 3 adet dokuma tezgâhını diğer mahkûmlarla birlikte çalıştırarak yoldaşlarına, arkadaşlarına ve ailesine para bile gönderir. Kısacası Nazım Hikmet uzun hapislik yaşantısı boyunca karamsarlığa kapılmamak, mücadeleyi bırakmamak ve yaşamı her zaman ciddiye almak gerektiğini savunmuştur:

 

Yaşamak şakaya gelmez,

 

Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

 

Bir sincap gibi mesela,

 

Yani, yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

 

Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak

 

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

 

Yani o derecede, öylesine ki,

 

Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

 

Yahut kocaman gözlüklerin,

 

Beyaz gömleğinle bir laboratuarda

 

İnsanlar için ölebileceksin,

 

Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

 

Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

 

Hem de en güzel, en gerçekçi şeyin

 

Yaşamak olduğunu bildiğin halde.

....................................................

TUNCAY ALP

 

 

 

İYİKİ DOĞDUN NAZIM USTA...... :clover:

 

 

nazim11_jpg%20kopya.gif

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Evet sayın zıplayan dana... Nazım her şeyi ile solcudur...

Sol anlayışın köşe taşı göstergelerinden biri Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin destanıdır. Aynı sonuca, pek çok örneği içinde, ''Türk Köylüsü'' şiirinde ulaşılır. Olağanüstü Nâzım çizgileriyle köylü, ''Hoca Nasreddin gibi ağlayan, Bayburtlu Zihni gibi gülendir, Ferhat 'tır, Kerem 'dir ve Keloğlan 'dır. ***** felek ona eder oyunu... Bir yar sever, el alır... Kanadı kırılır, çöllerde kalır... Ölmeden mezara koyarlar onu... O Yunus-u biçaredir... Baştan ayağa yaredir...''

Kadın sömürüsünü, ''ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen'' dizelerindeki kuvvet ile anlatan kaç araştırma vardır?

Nâzım'ın düşünsel yönü kuşkusuz çok derinlemesine araştırmalara konu olmalıdır. Ancak bir nokta açıktır. Doğumunun 104. yılında Nâzım, yalnız Danıştay kararıyla değil, toplumun tarihine sol gözlükle bakışının gücü ile de büyük bir zafer kazanıyor ve kazanacak...

 

Üstelik Nazım Vatan ayinidir (Biz demokra, solcu ve aydınlar gibi)...

 

VATAN HAİNİ

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,

kapkara haykıran puntolarla,

bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un

66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali

Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

 

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,

ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse,

kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,

Amerikan donanması, topuysa,

vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

 

(28.7.962)

Gönderi tarihi:

KALBİM

 

Göğsümde 15 yara var!.

Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak!..

Kalbim yine çarpıyor,

kalbim yine çarpacak!!!

 

 

Göğsümde 15 yara var!

Sarıldı 15 yarama

kara kaygan yılanlar gibi karanlık sular!

Karadeniz boğmak istiyor beni,

boğmak istiyor beni,

kanlı karanlık sular!!!

 

Saplandı göğsüme 15 kara saplı bıçak.

Kalbim yine çarpıyor,

kalbim yine çarpacak!...

 

 

Göğsümde 15 yara var!.

Deldiler göğsümü 15 yerinden,

sandılar ki vurmaz artık kalbim kederinden!

Kalbim yine çarpıyor,

kalbim yine çarpacak!!!

 

Yandı 15 yaramdam 15 alev,

kırıldı göğsümde 15 kara saplı bıçak..

Kalbim

kanlı bir bayrak gibi çarpıyor,

ÇAR-PA-CAK!!

 

 

108_b_1346.gif

 

saygılar büyük usta nazım....... :clover:

Gönderi tarihi:

Nazimin_Mezari.jpg

 

Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne

Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta

okşar yanan alnını Nazım ustanın

Yatıyor oralarda bir eski gömütlükte

Yatıyor usta

Yatıyor Usta

Gece leylak ve tomurcuk kokuyor

Haziranda ölmekzor...

 

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Gönderi tarihi:

Oysa Nazım Hikmet’i Nazım Hikmet yapan dahiyane yetenekte bir komünist şair olmasıdır. Ama kim ne derse desin Nazım Hikmet eşsiz bir komünist şair olarak yüreklerimizde yaşayacaktır.

 

“Ben 1923’ten beri Türkiye Komünist Partisi üyesiyim; övündüğüm tek şey budur. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgen kalmış bir tek yazar göstermek kuşkusuz zor olacaktır. Yansız olduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olamaz.”

 

 

 

Buradayken uzun yıllarını alacak olan Kuvâyı Milliye Destanı’nı

Savaşı verenlerin Kemalist kadrolardan ibaret olmadığı, destanı asıl yazanların kimler olduğu ustaca resmedilmiş

 

İlk iki paragraf NAZIM'ın ne olduğunu anlatan mükemmel bir betimleme yazısısdır...

NAZIM budur işte,kendi dilinden ve kendi kelimeleriyle...

 

Alttaki paragraf ise NAZIM'ın ne olduğuna dair bir başka açıklama gereğini yeniden dile getirilme zorunluluğu veriyor...

LEO STRAUSS diye bir filozof vardır.O'na göre bazı dönemlerde filozoflar bazı şeyleri açıklarken bunu tam manasıyla dile getiremezler ve bazı cümlelerin arasına bazı imalar yerleştirirler ve biz bu kelimeleri bularak onların aslında ne demek istediğini anlarız diyordu.Ve buna ESOTERİK okuma adını verir Strauss.Bunu daha çok Skolastik felsefe ve İslam felsefecileri için kullanmıştı ve bence "istek" üzerine yazlımış bir şiirde de bunu kullanabiliriz.

İşte bence bu şiirde bu anlamda okunmalıdır.Ama arkadaşımız buna gerek bile görmeden çok net bir ifade ile anlatmıştır bunu: "SAVAŞI VERENLERİN KEMALİST KADROLARDAN İBARET OLMADIĞI,DESTANI ASIL YAZANLARIN KİMLER OLDUĞU USTACA RESMEDİLMİŞTİR..."

 

Adı bile bize çok şey ifade etmektedir bence: KUVAYI MİLLİYE...

Yani kemalist söylem ile KURTULUŞ SAVAŞI değil...Bu bile Nazım'ın aslında ne anlatmak istediğinin en güzel ifadesidir.aşağıda şiirin bir bölümü var,adı geçen zevat kimdir ve ne kadar da sıradandır değil mi?

 

Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul'dan gelen zevat.

Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,

«Hey gidi deli gönlüm,»

dedi,

«Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,

ya İSTİKLAL, ya ölüm!»

dedi.

 

 

Kim olduğu bellidir ve ardından gelen paragraf bu zevatı diğer savaşan yiğit ile aynı kefeye koyar:

 

Kambur Kerim de böyle dedi aynen.

Adapazarlıydı Kambur Kerim.

Seferberlikte ölen babası marangozdu.

 

 

Bu alttaki paragrafta savaşanların sadece türkler değil diğer kesimlerinde savaştığına istinaden yazılmış bir yazıdır:

 

«Allah büyük

ama kayık küçük» demiş Yahudi.

İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,

bir sağnak daha,

peşinden üç-kardeşler.

Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer

alabora olacaktı.

 

 

Bana bu şiirde Mustafa Kemal ve kemalist ideolojiye dair bir kelime gösterin.Sadece bir yerde o da "zevat" olarak geçer.Çünkü,NAZIM koministir ve tarihte kişlilerin değil,kitlenin ne olduğunu anlatır ve o kitlenin ne kadar her şeye muktedir ve güçlü olduğunu anlatır.Nazım bir MARXİST'tir ve her şeyi ona göre yorumlar.Şairliği de,Aşıklığı da Marxist bir bakış açısına göre biçimlendirilmiştir.

 

 

Yukarıdaki yazıyı yazan arkadaşa da teşekkür ederim.Çünkü NAZIM budur ve böyler kalmalıdır.

Ve NaaŞ'ı da orada kalmalıdır.Biz değerlerimize sahip çıkmasını bilmeyen bir halkız ve zamanında sahip çıkamıyorsan hiç laf etmeyeceksin,hakkını kaybediyorsun çünkü o zaman.

Gönderi tarihi:

CEVİZ AĞACI

 

Başım köpük köpük bulut,

içim dışım deniz,

ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,

budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

 

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,

Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.

Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil

Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,

Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.

Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım.

Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.

Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

 

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

 

 

 

iyi ki doğdun :clover:

 

 

Nazım hikmet memlet

Memlket Nazım Hikmet

Kafiye için yazmadı

Hasret sana memleket....

Gönderi tarihi:

 

Nazım hikmet memlet

Memlket Nazım Hikmet

Kafiye için yazmadı

Hasret sana memleket....

Hakikaten bu sözleri güzel bulan var mı?

Bence berbat sözler...müziğide barbat...

Gönderi tarihi:

Karçiçeğinin yazısının sonunda bir resim gördüm gazi nazım deniz gezmiş yanyana.Yapmayın ya ne alakası var...

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Karçiçeğinin yazısının sonunda bir resim gördüm gazi nazım deniz gezmiş yanyana.Yapmayın ya ne alakası var...

 

Lütfen alakasızlığı açıklayabilirmisin sayın VALLACE...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.