Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Featured Replies

Gönderi tarihi:

AVRUPALI OLMAK(1)

 

Kendine şu soruyu sormayan Batılı aydın yok gibidir: "Biz kimiz ve neyiz?" 21. yüzyılın Fransızları, Almanları, İngilizleri, İtalyanları velhasıl bütün Avrupa halkları, geçmişte olduğu gibi bugün de, bu soruya verilecek cevabın türdeşliğiyle karakterize edilir. Cevap ayrıntılarda farklılaşabilir, ama genel olarak ortaktır: Avrupalı, beyaz, Hıristiyan.

 

Yazı: Kemal Tayfur

 

Yerleşik, kentli, incelmiş. Dahası var. Dünyanın beyni; felsefenin, bilimin, tarihin, öğrenmenin, sanatın ve uygarlığın tüm inceliklerinin ondan geldiği büyük akıl. Evrensel olanın tek kaynağı. Devam edelim: Duygulu ve sevecen. Özgür, bağımsız, uçarı ve maceracı. Ayırt edici olan, kendini diğerlerinden ayırt eden. Dünyayı yönetmeye yazgılı. Sorumluluk üstlenen, misyoner; sevgisi ve sorumluluğu gereği saldıran ve koruyan. Özgürlük, demokrasi ve zenginlik götüren. Barışçıl ama en kötüyle yüzleşmekten korkmayan en iyi, tetikte bekleyen ruh. Doğayla savaşımın öncüsü, doğanın dönüştürülmesinin en yüksek seviyesi. Gereksinimlerin, çalışmanın, verimin, sermayenin, gücün, tutkunun, ihtirasın doruğu. Tatminkâr ve hoşnutsuz, hümanist ve erdemli, gururlu ve onurlu. Arzu ve iradenin yönlendirdiği, ırkın, dilin, dinin, geleneğin belirlediği modern insan... Homo Europus.

Her şeyin ya da hemen hemen her şeyin, ama daima en iyi olanın ondan geldiği biricik beşer.

Avrupa'ya tinsel bir taç giydiren Hegel de odur, Avrupa'nın, özellikle de Hıristiyan Avrupa'nın can düşmanı Nietzche de. Diri diri yakılan Bruno'dur, bilimin zirvesi Einstein ya da. Da Vinci'dir, Tolstoy'dur, Adam Smith'tir ve Marx'tır. Keşfedilen Amerika'da Tanrı'nın gazabı gibi ölüm kusan Cortes'tir, Pizarro'dur ve Afrika'nın iyilik meleği Rahibe Terasa'dır. O, Büyük Engizitör'dür, hümanist Erasmus'tur aynı zamanda. ?arlman'dır, Aslan Yürekli Richard'dır, Napolyon'dur, Bismarc'tır ve evet Hitler'dir.

Belirli bir mekânın ürünüdür. Asya'dan "çılgın bir atılışla" batıya fırlamış bir yarımadanın. "Kendini öncü, coğrafyanın ve tarihin ileri noktası" olarak kabul eden ve ettiren Avrupa'nın.

Peki nedir bu Avrupa? Dünyanın yerleşime uygun diğer topraklarına nazaran küçük bir parça, ancak ayrıcalıklı bir yer. Toplam kara alanlarının sadece yüzde 7.65'i. Dünya nüfusunun yüzde 14'ünü (AB üyesi 25 ülkenin toplam nüfusu ise dünya nüfusunun yüzde 7'si) barındıran bir "ortak ev". Avrupalı insan denilen şaheserin ana rahmi. İnsanlığın ve gezegenin merkezi. Dünyayı kendine çeken, baştan çıkaran, birörnekleştiren; yayılan, yönlendiren canlı bir karakter. Dünyanın yedi deniziyle çevrili bir burun; eski kıta Asya'nın burnu (Avrupalı "başı" demeyi tercih eder); bir çıkıntı, bir ek. Daima bir hedef, fiziki ve tinsel coğrafya olarak ereksel son nokta. Engin bir okyanusa ve yeni kıtalara açılan bir kapı. "Keşifler, icatlar, serüvenler, arayışlar ve sömürgeler için bir hareket noktası." Aralarındaki düşmanlıklar tarih kadar eski olsa da, içsel bir akrabalığı paylaşan halkların mekânı. Temelinden çatısına inşa edilen bir yapı; tasarlanıp kurgulanan, yapılıp bozulan, sonra yeniden kurulan zihinsel bir imge. Bir icat. İcat edilen bir kıta...

Gönderi tarihi:
  • Yazar

BATININ DOĞULU ADI(2)

 

Ansiklopedileri açın: Avrupa maddesinin şu sözlerle açıldığını göreceksiniz: "Bütün kıtalar arasında, üzerinde yaşayanlarca algılanmış ve adlandırılmış tek kıta." Başka kıtalarda yaşayanların algılama ve adlandırma yeteneğinden yoksun oldukları yönündeki kaba ima bir yana, bu sözler doğru da değil.

Avrupa'ya adını söylendiği gibi Yunanlılar vermedi. Onun adı Doğu'dan, Suriye kıyalarından geldi; bir Sami dili olan Fenikeceden. Batı dünyasının alfabeyi ve daha pek çok şeyi borçlu olduğu Fenikeliler tarafından bilinçli olarak adlandırıldı. Denizcilikte çok ilerlemiş bu tüccar halkın –Atlas Okyanusu'na açıldıkları bile biliniyor– Avrupa kıyılarına ve hatta içlerine kadar nüfuz ettiklerini gösteren sayısız belge var. Doğu Akdeniz'in güneşli kıyılarından kalkıp güneşin kendisini pek az gösterdiği Avrupa'nın puslu coğrafyasında dolaşan Fenikeliler, iklime dayanan bu keskin farklılığı "aereb" kelimesiyle ifade ettiler. Kelime hem coğrafi bir yön olarak "gün batışı", hem de "karanlıklar ülkesi" anlamına geliyordu. Asya da "assu"dan (gün doğuşu) geliyordu. Böylece Fenikelilerin verdiği "aereb" adı, söyleyiş değişikliklerine uğrayarak çeşitli aşamalardan geçti. Yunanlıların kullandığı "Europa" adının kaynağı ve aynı anlama geliyordu. Mitolojideki Europa ise Fenike etkisinin Yunan zihnindeki yansımasıydı. Nitekim, yakın zamanlara kadar Europa adı, Araplar ve hatta bizzat Avrupalılar tarafından Fenikecedeki anlamıyla "Karanlıklar Ülkesi" ya da "Gece Ülkeleri" diye kullanıldı. Ta ki, Avrupa'nın kendini Doğu'nun karşıtı diye tanımladığı, uygarlığını saf bir uygarlık olarak inşa etmeye başladığı ana kadar.

 

 

Avrupa'nın kıta olarak kabul edilmesine ne demeli? Kıta olmak bir seviye değilse eğer, tarihçi Fernand Braudel'i izleyerek, "göze batacak kadar aşikâr olan gerçeği" söyleyelim: "Avrupa, Asya'nın bir yarımadasıdır." Onun kıtalığı coğrafi bir veri değildir. Tarihin bir ürünüdür. Her alanda üstünlük peşinde koşan Avrupalının bir projesidir, anlamlandırılmış bir bütünlüktür. Bu bütünlüğün içinde yer alanlar, Avrupa projesine ruhen ve bedenen katılanlar Avrupalı sayıldılar ve sayılacaklar. Kültürel, tarihsel, dinsel nedenlerle bu projenin dışında kalanlar Avrupalı sayılmadılar ve sayılmayacaklar: Avrupa'nın yarısına yüzyıllarca hükmeden Osmanlı, Avrupalı değildi mesela; Osmanlı egemenliğindeki Yunanistan da. Vaktaki, Yunanistan bağımsızlığını ilan edinceye kadar. Tatar hanlarının Rusya'sı kesinlikle Avrupalı sayılmadı. İroniye bakın ki, ömrünü Avrupalılaşmaya adamış Büyük Petro'nun Rusya'sı da aynı muameleye tabi tutuldu. Avrupa'nın coğrafi sınırları içinde gösterilmesine rağmen, Putin'in Rusya'sı için de durum değişmedi. ?imdilerde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne alınmasına karşı çıkanlar tarihi, kültürel ve siyasal gerekçeleri sıraladıktan sonra haritayı da gösterirler: "Avrupa boğazlarda biter, Türkiye Asyalıdır."

 

Avrupalı olmak kolay değil demek ki. Her isteyene bu paye verilmez, verilemez. Dışarıda kalanın, coğrafi ya da kültürel bakımdan yabancı olanın Avrupa'nın evcilliği içinde yeri yoktur. Hatta denilebilir ki, dışarıda kalan bütün dünya, Avrupa'nın karşıtıdır. Bundan 80 yıl önce, Fransız şair ve düşünürü Paul Valery, terazinin bir kefesine Avrupa'yı, bir kefesine de dünyayı koyuyor ve gösteriyordu: "Bakın. Daha az ağırlık olan kefe sarkıyor." Bu bir mucize miydi, yoksa diyalektik şaka mı? Hayır, gerçeğin ta kendisiydi. Valery, bunları söylediğinde Avrupa, dünyanın yüzde 85'ine hükmediyordu. Unutmayalım, kefe bugün de sarkmaya devam ediyor.

Bu güç yoğunlaşmasının, Avrupa'nın lehine böylesine çarpıcı denge bozukluğunun bir sebebi olmalıydı. Valery ne ilkti, ne de son; Avrupa'nın bütün büyük beyinleri bunu aradı. Kimi tarihten, kimi kültürden, kimi dinden, kimi de coğrafyadan kaynaklanan gerekçeler buldu. Kimi iktisadi yapıların Avrupa'ya özgü gelişiminden, kimi zihniyet kalıplarından, aklın serüveninden fışkıran özel niteliklere işaret etti. Voltaire'den Montesquieu'ye, Hegel'den Husserl'e, bu konuda kafa yormuş kim varsa, ortak bir paydada birleşti: Avrupalı insan. Mucize, onun niteliğindeydi...

Bu niteliği belirleyen temel koşullar da belliydi. Tarih, din, uygarlık: Roma İmparatorluğu'na dayanan eşsiz bir geçmiş, kökeni Doğu'ya dayansa da mükemmel bir şekilde Batılılaştırılmış Hıristiyanlık, Eski Yunan'dan kaynaklanan saf bir uygarlık. Avrupalıyı yapan hamur, bu üçünün çok özel bir şekilde yoğrulmasıydı. Valery çok açık konuşuyordu: "Başarıyla Romalılaştırılmış, Hıristiyanlaştırılmış her ırk ve toprak, Yunanlıların disiplininin egemenliğine girmiş her tin tamamen Avrupalıdır." Bunlardan birini atlayanın şansı yoktur. Bu, aynı zamanda Avrupa'nın da seçeneksizliğidir. Fernand Braudel'in dediği gibi: "Avrupa kendini meydana getirmiş olan, bugün onu hâlâ derinlemesine işleyen şu eski güçlere dayanmazsa, bütün canlı hümanizmalarını ihmal ederse olmayacaktır..." Kuşkusuz Braudel, Valery gibi Avrupa'yı, sadece bu üç öğenin bir sentezi olarak görmüyordu. Bu temeller üzerinde yükselen özgürlük, demokrasi, ilerleme gibi ideallerin; bir "canavarı andıran" davranış özelliklerine rağmen sömürgecilik, endüstrileşme, kapitalizm gibi modern yükselişlerin bütünü olarak yüceltiyordu. Doğrusu da buydu ama sonuçta her yol Roma'ya çıkıyordu. (ALINTI)

Gönderi tarihi:
  • Yazar

ROMA TACI(3)

Roma, birliğini arayan Avrupa'nın kendine aldığı örnekti. Kökenleri üzerine kafa yormaktan ısrarla kaçınmasının ve tarihini Roma ile başlatmasının nedeni buydu. Peki ne gördü Roma'da ve ondan ne aldı? "Sarışın barbarlar" olarak kuzeyin ormanlarından gelip sınırları aştığı zamanlara bakarsak, hemen hemen hiçbir şey. Ne birlik, ne hukuk, ne yönetim, ne de yaşam tarzına ait özellikler. Karşılaştıkları Roma, bölünmüş imparatorluğun batıdaki küçük parçasıydı; Doğu'yla bağları koptuğu için ömrünü tamamlamış, güç ve debdebe bakımından soluğu tükenmişti. Evrensel hukukunun hükmü başkentinde bile işlemiyordu. Bugünkü Avrupalıların ataları, kendi dillerini ve dinlerini getirmişlerdi; Roma Hukuku'nu değil, Germenlerin "barbar yasalarını" uyguluyorlardı. Romalıların deyişiyle imparatorluğun kentli, incelmiş yaşamına uyum sağlayamayacak kadar "kaba ve yontulmamış geleneklere" sahiplerdi.

 

Roma yüz yıl içinde silinip gitti; ne imparator kaldı ne de imparatora bağlı yurttaş. Bütün Batı, bir "barbar krallıklar" mozaiğine dönüştü. Roma uygarlığının temeli olan kentler, Doğu'yla Batı'nın kucaklaştığı limanlar Avrupa'nın manzarasından çekildi. Hayat kırsal bir kalıba döküldü; İslam'ın yayılmasına bağlı olarak hızla Akdeniz'den koptu ve kuzeyin karanlık, puslu atmosferine çekildi. Süreç Batı'yı Roma'nın yoluna sokmadı, tarihçilerin "karanlık zamanlar" dediği Ortaçağ'a sürükledi. Gerçek Roma unutuldu, kayboldu; onun yerine hayaleti yüzyıllarca dolaştı durdu. Germen İmparatorluğu'nun "Kutsal Roma İmparatorluğu" adını taşımasına aldanmamalı. Voltaire'in sözleriyle o, "ne kutsal, ne Romalı, ne de imparatorluk"tu. Ortaçağ'ın ortasında Petrarca "Tarihte Roma'yı övmeyen ne var ki" diye soruyordu hüzünle. 1789 Fransız Devrimi'nin önderlerinden Saint-Just ise "Dünya Romalılardan sonra bomboş!" diye yakınıyordu.

Roma böylesine unutulmuşken, 17. yüzyıldan itibaren Avrupa muhayyilesine tumturaklı bir giriş yaptı. Eskiden sadece soy kütüğü denemesi olarak efsanelere sızan; kâh yüceltilen, kâh "Hıristiyanların aslanlara atıldığı lanetli şehir" olarak mahkûm edilen Roma, Avrupa tarihinin bir parçası olarak ele alınmaya başlandı. Roma hakkında muhteşem bir külliyat oluştu; Roma, kitaplarda yeniden kuruldu; Batılılaştırılarak Avrupa kimliğine hediye edildi. Gibbon'dan Pirenne'ye, Michelet'den Braudel'e Batı'nın en büyük tarihçileri Romalı Avrupa'ya selam durdular.

Gerçek şu ki, Avrupalılar Roma'yı ilk karşılaştıkları anda değil, yüzyıllar sonra keşfettiler. Amaçları Roma'yı tanımak, onu tarihteki gerçek yerine oturtmak olmadı. Roma üzerinden iktidar mücadelelerini yürüttüler. Hem kökenlerine muhteşem bir vurgu yaptılar, hem de dünya üzerinde siyasal iddia sahibi olmanın tarihsel ve ideolojik temelini inşa ettiler. Bugün aynı siyasal iddiayı sürdürmenin bir biçimi olarak ortaya çıkan Avrupa Birliği'nin, yine Avrupalı aydınlarca "Yeni Roma" diye nitelendirilmesi boşuna değil. Ama bu kez, bir rakip var: Uzun süre "Avrupa tininin bir şaheseri" olarak görülen ve 20. yüzyıla damgasını vuran ABD, "Roma dahil, dünyanın gördüğü en büyük imparatorluk" unvanını çoktan aldı.

Bu "Yeni Roma" bir mübalağa değil, asla. Avrupalı boş işlerle uğraşmaz. Henüz bir ay kadar önce, bu özlem, simgeler aracılığıyla çok güçlü bir şekilde yeniden vurgulandı. İtalya'nın başkenti Roma'da toplanan Avrupa liderleri, Avrupa Birliği Anayasası'nı imzalarken Roma İmparatorluğu'nu diriltir gibiydiler. Törene gelenler, binanın girişine asılan "Avrupa Cumhuriyeti Anayasası" yazısının Latince olduğunu gördüler. Toplantının yapıldığı görkemli salon ise "Sezar" adını taşıyordu. Sanki Roma ruhu yeni bir bedene kavuşuyordu. Çarpıcı olan şu ki, Roma'nın Doğu'dan kopmasıyla ortaya çıkan bir figür de sahnede hazır ve nazırdı: Papa... Hatırlatalım; Roma yıkıldıktan çok sonra, 800 yılında Roma imparatoru olarak taç giyen ilk Avrupalı kral ?arlman'dı. Papa tarafından takdis edilmiş ve böylece tacın sahibi olmuştu. Avrupa'nın bugünkü liderlerinin imzalarını attıkları masa da tam Papa X. Innocenzio'nun dev heykelinin gölgesine, takdis için öne uzanmış elinin altına kurulmuştu. Mesaj açıktı: Avrupa Roma'dır ve elbette Hıristiyandır.(ALINTI)

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.