Gönderi tarihi: 29 Mayıs , 2008 17 yıl Öncelikle bu bir Tartışma değildir... Sayın DemirEfe ile çok güzel olacağına inandığım bir sohbettir diye düşünüyorum... O yüzden, elbette ki herkes davetli olmakla birlikte Tartışmadan ziyade sohbet havasında yaparsak daha zevkli olur kanısındayım... Anladım sayın boşig. Ben bu sorgulamayı senin belli terminolojiyi kullanma yatkınlığını test etme açısından yapmıştım. Yoksa tecellinin ne olduğu filan tabii ki umurumda değil. Anladığım o ki sen bazı terminolojileri içi boş olsa da, önüne eşittir y kare artı x üzeri aç parantez...vs. yazılamasa da kullanma yanlısısın. Beni bu tür bir teste kalkıştığım için bağışlamanı dilerim, ama bu terminoloji konusunda bazen iletişim sorunları çıktığını biliyorsun... Özür dileyecek bir şey yok Sayın DemirEfe... Haklı olarak anlamak istediniz... Kavramların gereksiz olduklarını hiç düşünmedim... Şöyle ki: Henüz ilk okula gitmiyordum sanırım. Annem birgün yanlışlıkla yoğurdu ekşitmiş... Bende ayran istemiştim ve o yoğurttan yapmıştı ayranı... İçtiğimde, o yaşlarda şöyle tanımlamıştım verdiği hissi: "Dilime çivi batırıyorlar gibi oldu!" Ekşi demek aklıma gelmiyordu, Çünkü Ekşilik sadece Limonun özelliğiydi bana göre... Bende o ayrana "Çivitli Ayran!" dedim... Her canım istediğinde "Çivitli Ayran isterim!" diye yaygarayı koparıyordum Ama annem anlamıyordu... Aradan yıllar geçti ve bu Çivitli Ayran hatırası sönmeye uğradı belleğimde, unuttum yani... Bir süre önce annem yine yoğurdu ekşitmiş, ayran yapıp içtim... Ve o an, o kavram yeniden çaktı zihnimde: "Ahanda bu Çivitli Ayran..." Bir kere daha yapıp yapıp içtim... Şimdi yeryüzünde hiçkimse için "Çivitli Ayran" tamlaması bir şey ifade etmiyor... Hatta "Çivit"in bir anlamı bile yok... Ama bende bir anlamı var o kelimenin ve neyi tanımladığımı biliyorum... Demek istediğim, bugün insan kulağına gelen hiçbir kavram anlamsız ve gereksiz değildir... İçleri bize boş gibi geliyor olabilir ancak mutlaka ve mutlaka karşıladıkları bir anlam var... İşte farkında olduğumuz her kavramın, anlamını bilmek zorundayız... Ancak şu da var, her kavramı öğrendiğimiz gibi Birde biz o kavramlara anlamlar yükleriz... İşte bu bizden kaynaklanan anlam yükleme olgusu İnsanı özgür kılar... (devamı aşağıda) Neyse, bir "her şeyin kuramı" anlayışı olabilir mi, buna ne diyorsun. Yani şimdi senin anlatımına bakınca materyalizm ayrı bir şey, tasavvuf ayrı bir şey. O ona, o da ona karışmaz, ilgilenmez. Fakat acaba tüm varlığın özünde olan bir gerçekten kaynaklanan, her şeyi kapsayan, her şeyle ilgisi olan bir "her şeyin kuramı" olabilir mi sence? Olabilirse ne olabilir? Gerçeğin erişilemez olduğuna inanırım. Ama baktığımız her şeyde en azından gerçeğin ipuçlarını görebileceğimiz bir düşünsel araç, bir felsefe olabilir mi? Bunun senin açından materyalizm olmadığını görüyorum, çünkü tasavvufu beğeniyor ve seviyorsun, ama materyalizmle onu karıştırmıyorsun. O halde materyalizm senin için her şeyi açıklayabilen bir kapsayıcılığa ulaşamamış. Peki nasıl özgür kılar? Herşeyin, herkes için genel geçer bir kuramı yoktur elbette... Doğmalara o yüzden inanmam... Kavramlar belirli bir anlam taşırlar, ancak o var olan anlamlara bağlı kalmak insanları durağanlaştırır... Var olanı tekrarlamaktan öteye götürmez... Öyle ise insanın özgür olmak için, kaçınılmaz olarak yapması gereken şudur ki: Kavramların anlamlarını, kişi kendisinden birşeyler katarak Kendisini de ifade edebilir hale getirebilmelidir... Sagopa Kajmer'in çok güzel bir sözü vardır: "Varlığımı tanımlamak adına yeni sıfatlar yaratabilmeliyim!" der... Materyalizm bir yöntem olarak vardır... Yani Varlığı anlayabilmek için yapabileceğimiz insani devinimleri bir yöntem olarak ortaya koyar... Belirli bir dünya görüşü ifade eder... Ancak Materyalizmde bütün gerçekliği açıklayamaz... Çünkü gerçek ulaşılmazdır, eğer varlığın sonsuz olduğunu düşünüyorsak... Elde ettiğimiz ve edeceğimiz gerçeklerin ötesinde de bir gerçeklik mutlaka olmak zorunda... Çünkü değişmeyen tek şeyin değişim olması kadar başka bir gerçek daha var ki, Devinimin ve Nedenselliğin ucu bucağı yok... Ben aslında "her şeyin kuramı" anlayışına karşıyım. Çünkü gerçek, basit ilkelerle açıklanamayacak kadar çok ama çok karmaşıktır. Bir "her şeyin kuramı" geliştirilebilmesi, çok büyük bir devrim olur. İnsanlığın en çetin iki sorusunun "what is the time and what is the trust" olduğuna inanıyorum. Bunu niye İngilizce yazdığımı ben de bilmiyorum. Bu şekilde yazmak, sorunun tüm kültürler ve tüm insanlar için ortak bir sorun olduğunu vurguluyor gibi. Hoşlansak da hoşlanmasak da İngilizce bir dünya ortak dili. İkincisi Arapça. Dur bakalım: "Mel zamanu ve mel hakku"? Yok ya, olmuyor. Çok soyut ve uhrevi kaçıyor. Maddi ve somut bir gerçek kavramı peşinde koşmak için İngilizce çok uygun. (*) "Herşeyin Kuramı" düşüncesi, insanın gerçeğe giden yolu bulduğunu sanarak Diğer gerçekliklerden uzaklaşmasına neden olur diye düşünüyorum... Hedefine odaklanmış bir ok'u düşünün... Yaydan çıktığı an, etrafında olup bitenleri umursamadan hedefe ilerler... Ancak o etrafındaki değişkenlerin kurbanı olmaktan kurtulamaz... Aniden esen rüzgar, birisinin kalkanı, hedefin orada olmaması, yayın eksik gerilimi... "Herşeyin Kuramı" düşücesi bence buna benziyor... Zaten bu yüzden Dinleri, toplumsallaşmada bir basamak olmaktan öte birşey olarak görmüyorum... Benim için Dinler hiçbir şekilde "Herşeyin Kuramı" olamazlar... Belki sadece "Herşeyi açıklamak için kuramlardan birisi" olabilirler... Materyalizm benim için "Var Olan"ı anlamak için şu an en yetkin kuramdır... "Var Olmayan" ile zaten bir sorunum olmadığı için "Var Olmayanı" açıklamak gibi boş bir çabaya girmiyorum... Tercih meselesi olmakla birlikte, ben iç huzuru yakalamak adına Tasavvufla ilgileniyorum... Yunus'u okuduğumda, Hayyam'ı ya da Mevlana'yı okuduğumda Benden daha huzurlusu yoktur... Açıkça ifade etmem gerekirse Bana göre hiçkimse zaten "Var Olan"dan başkasını açıklama çabasında olmamıştır... Ben şimdiye kadar, Melametin içersinde olduğum dönemde bile, Oturup ta "Ya hu dur cinlerin ne olduğunu ortaya koyayım, Melekleri ortaya koyayım..." deyipte tefekküre yatan adam görmedim... Saçmalamayan mutasavvıfların hepsi her zaman "Var Olan"ı kavramak için çabalamışlardır... Bu mutasavvıflardan olmayan en yetkinsiz düşünür(!)'de bence Said Nursi'dir zaten... Birde Gazzali... Hatta sıradan bir imamdan daha fazlası olarak bile görmem kendisini... Demek istediğim: "Zaman Nedir? Gerçek Nedir?" sorusunu "Kendinden başlayarak cevapla" diyerek karşılayan bir öğreti Sizce "Cevap Vermiş" mi demektir? Yoksa bir yöntem mi ortaya koymuş demektir? O yüzden Melamilik bir Tarikat olarak görülememiştir hiçbir zaman... Hatta Tarikatlere, tarikatlerin o kasvetli, kasıcı havasına... O hiyerarşilerine... Kısıtlayıcı ve tanımlayıcı giyimlerine karşıdırlar... "Tasavvufun Asi Çocuklarıdır..." denilebilir... "Rocker"lar gibi aynen... Yani Tasavvuftan hoşlanmamın nedeni budur işte... Melamilik kişiyi belirli bir doğmaya koşullamıyor... Ya hu Tanrı ile hem-hal olduğunu söyleyen birisi Bu gerçekliği kavrayamayacak olanlar idare etsin diye ortaya çıkmış olan dinlere Ne kadar ihtiyaç duyar ki? "Yahu elin İngilizcesinden Arapçasından sana ne, Türkçenin suyu mu çıktı?" denebilir. Ama evrensellik önemli. Bir de Türkçenin dil uzmanlarınca bilinen bir sözcük-kavram üretme yeteneksizliği var. Bu, eklerin ardarda ulanması yüzünden oluyor. "Türkiyelileştiremediklerimizdenmisiniz" bunun somutlaştırılmış örneği. Türkçe, ekleri takıları ayrı bir kelime olarak saymamış. Halbuki takılar başlı başına birer kavram temsilcisi. Arapça "min" başlı başına bir kavram temsilcisi sözcük, bir takı değil sadece. O yüzden ithalatla büyüyen ekonomimiz gibi dilimiz de... Sanırım bunu "Kişisel Görüş" olarak ele almak lazım... Çünkü ben Türkçe'yi gayet yetkin bir dil olarak görüyorum... Zira kendimi ifade etmekte hiç zorlanmıyorum... Neyse, filolojiyi (ve ekonomiyi) bir kenara bırakalım. Benim üzerinde durduğum, determinizmin neden dünyada sadece bir bilimsel yönteme indirgenmiş olduğu. Buna cidden hayret ediyorum. Bilimcilerden başka determinizmin farkında olan kimse yok gibi. Ben buna sessiz çoğunluk diyorum. Aslında çoğunluk determinizmi bilincinde olmadan, yüzeysel biçimde benimsiyor. Fakat adını koymuyor ve bir yöntem olarak bilincinde değil. Çıkıp devrimci bir tarzla diyalektik materyalist felsefeyi ortaya atmış ve kitleleri sürüklemiş, devletler kurmuş ideolojiler var. Diğer yanda idealist felsefeler dünyayı sarmış, dinler, tasavvuf... Temelde dünya bu ikisinin savaşımı üzerine kurulu gibi. Aslında Materyalist Felsefe ile İdealist Felsefe birlikte varlar başlangıçtan beridir... Yani birisi diğerinden sonra çıkmış değildir... Lakin şu var; Materyalizm ile İdealizm niye birbirlerine rakip olarak görülüyor ki? Materyalizm "Var Olanı" anlamak için gayet net Bilimsel Yöntemler ortaya koyuyor... Yani Fizik'i anlamak için... Lakin "Fiziki Olmayan"ı anlamak için ne yapmak lazım? Ya da "Fiziki Olmayan"dan kastımız nedir? Metafizik; Madde var olmadan önceki "Fiziği olmayan varlığı/Enerjiyi"mi kasteder aslında, yoksa "Soyut bir Tanrı" anlayışını mı? Sanırım yerine göre ayrı ayrı ama her ikisini de karşılıyor... Fakat Tasavvuf öğretisi bence İslam'ın daha doğrusu Gazzali'nin ve günümüzde de Said Nursi'nin tekeline girdikten sonra Materyalizm'in karşılığında bir alternatif olarak güçlendi... Çünkü İbn-i Sina, Farabi, Muhiyiddin Arabi vs... Varlığı "Madde"ye bağımlı olarak ele aldıkları gibi Aynı zamanda da Mutasavvıfdılar. Mesela Farabi'nin öğretisi şöyle ele alınır: "Maddenin başlangıcının olmadığı ve herşeyin maddeden ibaret olduğunu düşündüğü halde imani olarak Yaratılış'ı kabul ederdi..." (üni.de Felsefe hocamız genelde böyle tanımlardı ) Aslında bunda yanlış bir anlaşılma var bence... Bu kimseler "Var Olanı" maddeye dayandırarak ele alırlardı bence, Ancak iç huzurlarını Tasavvuf'a adamışlardı... Bugün yaşıyor olsalardı, softa insanlar olacaklarını hiç sanmıyorum... Aksine biz bugün bile onların sergiledikleri anlayışın hala gerisindeyiz... Ben Nasreddin hoca'yı mükemmel bir determinist olarak görüyorum. Bu tam keşfedilmemiş gizli değer, aslında Sokrates'ten bile daha üstün bir diyalektik ustası ve ironi üstadı. Daha önemlisi mükemmel bir determinist. Ama ortaya çıktığı ortam uygun değil. İbn Sina gibi. Her vurgusu determinizme müthiş göndermeler yapıyor. Ruh diye bir şey olduğunu bilsem Nasreddin Hoca'nın ruhuyla konuşmak isterdim. Hayatta bir dileğin var mı deseler bunu dilerdim. Ha, belki karşıma bir softa çıkardı. Belki de abartılmış ve saptırılmış bir fenomenle karşı karşıya olduğumu anlayıp hayal kırıklığına uğrardım. Ama bu olasılık önemli değil. Nasreddin Hoca görüp görebileceğimiz en zeki insanlardan birisidir bence... Herkes onun, şu "Dünyanın merkezi neresi?" hikayesini yanlış anlar mesela... Ben Melami olunca çözmüştüm sırrını... Diyorlar ki: "Ya hoca, dünyanın merkezi neresidir?" Hoca cevap veriyor durduğu yeri göstererek: "İşte burası!" "Ya hoca nasıl olur?" dediklerinde de "İnanmıyorsan say da bak!" der... Herkes sanır ki hoca orada bir cinlik yapmıştır... Kimsenin sayamayacağını bildiği için öyle cevaplamıştır sanırlar... Oysa Nasreddin Hoca o dönemin Melamilerindendir... Melamilere göre, daha yetkin birisi yoksa o kişi oranın önderidir... Ya da merkezidir... Biraz egoist bir düşünce gibi duruyor farkındayım ama aslen öyle değil... Zira adamlar zaten onu "Danışılacak kişi" olarak merkez görmektedirler... Nasreddin hoca'yo "Aaa ne güzel mizah yapıyor!" şeklinde bir komedyen olarak tanıttığımız için Aslında en büyük bilmezliği işliyoruz... Herneyse... Saygılarımla...
Gönderi tarihi: 28 Haziran , 2008 17 yıl çok faydalandım bu yazıdan ve tecrübelerinden teşekkürler tengeriin boşig
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.