Φ vega5 Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 9 Nisan , 2008 İSLAM’DA CİHAD SALDIRGANLIK VE KADININ YERİ 1-Muhammed’in Kuran ve Hadislerde verdiği hükümlerin hepsi sadece kendi menfaatine bağlı siyasal yada kişisel hükümlerdir. Cihad’da bu hükümlerin en önemlisidir, peygamberliğinin ilk devirlerinde İslam dinini bir barış dini olarak lanse eden Muhammed ilerde taraftarları artınca Allah’ın emri bahanesiyle etrafındaki kabilelerde korkunç katliamlarda ve tecavüzlerde bulunmuştur![/green] =green]Tevbe/73. EY PEYGAMBER! KÂFIRLERE VE MÜNAFIKLARA KARSI CIHAD ET, ONLARA KARSI SERT DAVRAN. ONLARIN VARACAKLARI YER CEHENNEMDIR. O NE KÖTÜ BIR VARIS YERIDIR! 2-Gene alttaki ayette üstteki ayetle hemen hemen aynı gibidir??? bunun çelişkili durumu haricinde Medine döneminde söylenmesi Muhamed’in güçlen ve kafa tut planına başka bir örnektir. Tahrim/9. EY PEYGAMBER! KÂFIRLERE VE MÜNAFIKLARA KARSI CIHAD ET, ONLARA KARSI SERT DAVRAN. ONLARIN VARACAGI YER CEHENNEMDIR. O GIDILECEK YER NE DE KÖTÜDÜR! 3-Cihad ayetleri ganimet toprak ve kadın sağlamak için Muhammed için müthiş bir gerekçedir! Önceleri KURAN’IN sadece Mekke ve çevresine indirildiğini söyleyen Muhammed’in güçlendikten sonra Mekke’nin dışına saldırdığı alttaki ayet delil olarak gösterilir. En-am/92. BU (KUR'AN), ÜMMÜ'L-KURÂ (MEKKE) VE ÇEVRESINDEKILERI UYARMAN IÇIN SANA INDIRDIGIMIZ VE KENDINDEN ÖNCEKILERI DOGRULAYICI MÜBAREK BIR KITAPTIR. ÂHIRETE INANANLAR BUNA DA INANIRLAR VE ONLAR NAMAZLARINI HAKKIYLA KILMAYA DEVAM EDERLER. 4-Muhammed adamlarını cihada teşvik edebilmek için alttaki sözleri uydurmuştur Bakara 218 IMAN EDENLER VE HICRET EDIP ALLAH YOLUNDA CIHAD EDENLER VAR YA, ISTE BUNLAR, ALLAH'IN RAHMETINI UMABILIRLER. ALLAH, GAFÛR VE RAHÎMDIR. 5-Alttaki ayetin sonlarında az sayıda inananın çok sayıdaki düşmanı Allah’ın izniyle yeneceğini vaat etmiştir bu ayetten cesaret alıp Rusya’ya kafa tutan Çeçenleri korkunç bir akıbet beklemiştir. Bugün Çeçenistan’da hayalet şehir, köy, kasabalarla kaderine terk edilmişlerdir, çocuklarda dahil çok sayıda insan katledilip bir çok kadına tecavüz edilmiştir Bosna ve Kosavada olduğu gibi Allahlar’ı kendisine güvenen Müslümanlara nedense sırt çevirmiştir! Bakara/249. TÂLÛT ASKERLERLE BERABER (CIHAD IÇIN) AYRILINCA: BILINIZ KI ALLAH SIZI BIR IRMAKLA IMTIHAN EDECEK. KIM ONDAN IÇERSE BENDEN DEGILDIR. ELIYLE BIR AVUÇ IÇEN MÜSTESNA KIM ONDAN IÇMEZSE BENDENDIR, DEDI. IÇLERINDEN PEK AZI MÜSTESNA HEPSI IRMAKTAN IÇTILER. TÂLÛT VE IMAN EDENLER BERABERCE IRMAGI GEÇINCE: BUGÜN BIZIM CÂLÛT'A VE ASKERLERINE KARSI KOYACAK HIÇ GÜCÜMÜZ YOKTUR, DEDILER. ALLAH'IN HUZURUNA VARACAKLARINA INANANLAR: NICE AZ SAYIDA BIR BIRLIK ALLAH'IN IZNIYLE ÇOK SAYIDAKI BIRLIGI YENMISTIR. ALLAH SABREDENLERLE BERABERDIR, DEDILER. 6-Muhammed en uygunsuz en sıcak mevsimde bile cihada gitmekte nazlanan adamlarını sözde Allahın azabıyla korkutur. 72. IÇINIZDEN BAZILARI VARDIR KI (CIHAD KONUSUNDA) PEK AGIRDAN ALIRLAR. EGER SIZE BIR FELÂKET ERISIRSE: "ALLAH BANA LÜTFETTI DE ONLARLA BERABER BULUNMADIM" DER TEVBE/81. ALLAH'IN RESÛLÜNE MUHALEFET ETMEK IÇIN GERI KALANLAR (SEFERE ÇIKMAYIP) OTURMALARI ILE SEVINDILER; MALLARIYLA, CANLARIYLA ALLAH YOLUNDA CIHAD ETMEYI ÇIRKIN GÖRDÜLER; "BU SICAKTA SEFERE ÇIKMAYIN" DEDILER. DE KI: "CEHENNEM ATESI DAHA SICAKTIR!" KESKE ANLASALARDI! 7-Filistin’de tanklara taş(tank roketle imha edilir) atan yarım akıllı Müslümanlarda beklide alttaki ayetle kendilerini desteklemeye çalışmaktadırlar. Hafif silahlarla savaş kazanılmaz. Tevbe/41. (EY MÜMINLER!) GEREK HAFIF, GEREK AGIR OLARAK SAVASA ÇIKIN, MALLARINIZLA VE CANLARINIZLA ALLAH YOLUNDA CIHAD EDIN. EGER BILIRSENIZ, BU SIZIN IÇIN DAHA HAYIRLIDIR . ALTTA YAZILAN TÜM HADİSLER BUHARİ HADİSLERİDİR (Buhari hadislerine inanmayanlar İslam alimlerine göre kafirdir) altta bulunan hadisleri vakit buldukça mutlaka okuyalım. 8-Altta Muhammed ve adamlarının cihad adı altında yaptıkları vahşetlerden örnekler var. (Buhari hadisleri) Benî Kureyza Gazâsı|HAZRET-İ SA'D'İN DE NAKZ-I AHDEDEN BU VATAN HÂİNLERİNİN MUHÂRİBLERİNİN ÖLDÜRÜLMESİNE, KADINLARININ, ÇOCUKLARININ ESÎR EDİLMELERİNE HÜKMETMESİ;BU MEHÂBETLİ HÜKMÜN İNFÂZI VE AHZÂB SÛRESİ ÂYETLERİ|Ebû Saîd-i Hudrî|Rivâyete göre şöyle demiştir: Kureyza halkı Sa'd İbn-i Muâz'ın hükmüne boyun eğdi de Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem Sa'd'a haber gönderdi. Sa'd, bir merkeb üzerinde geldi. Mescide yaklaşınca Resûlullah Ensâr'a: - Haydi ulunuza ayağa kalkınız (istikbâl edip indiriniz!). Sonra Resûlullah Sa'd'a: Şunlar (Benî Kureyza) senin hükmüne râzı oldular! buyurdu. Sa'd da: - Bunların harb edenleri öldürülür, kadınları ve çocukları da esîr edilmelidir! dedi. Bunun üzerine Resûlullah: - Ey Sa'd, Azîz ve Celîl olan Allah'ın hükmüne uygun hükmettin! buyurdu. Râvî (Hükmu'llah yerinde) çok defa Hükmü'l-Melik diye rivâyet etmiştir.|1591 9-Alttaki hadiste Muhammed’in adamı kendilerinden ‘’çete’’ olarak açıkça bahsetmektedirler.!! Zâtü'r-Rika' Gazâsı|BU ADIN VERİLMESİNİN SEBEBİ HAKKINDA EBÛ MÛSE'L-EŞ'ARÎ HADÎSİ|Ebû Mûsâ el-Eş'arî|Rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem ile biz bir gazâya çıktık. Altı kişilik bir çete idik. Bir devemiz vardı. Nöbetleşe biniyorduk. Artık ayaklarımız delinmişti. Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımızda bez parçası sarıyorduk. Ayaklarımıza bu sûretle bez parçası sardığımız için bu sefere Zâtü'r-Rika' gazâsı denildi.|1593 10-Esir kadınların ırzlarına tecavüz ettiler!!(hangi esir kadın kendini esir eden bir erkekle kendi isteğiyle yatar?) Müreysi' Gazâsı|MÜREYSÎ' DENİLEN BENÎ MUSTALIK GAZÂSI VE BU SEFERİN VUKÛU TÂRİHİ VE SEBEBİ|Ebû Saîd-i Hudrî|Rivâyete göre şöyle demiştir: Benî Mustalık gazâsında Resûlullah salla'llahu aleyhi ve sellem ile berâber sefere çıkmıştık. Ve arab esirlerinden birçok kadın esirlere kavuşmuştuk. O günlerde kadınlara karşı arzumuz artmış ve bekârlık bize çok güç gelmişti. (Esir kadınlara yaklaşmak, fakat çocuk yapmamak için) azl etmeği de düşünüp azletmek istiyorduk. Ancak Resûlullah aramızda iken (bunun hükmünü) ona sormadan nasıl azlederiz? dedik de bu mes'eleyi Peygamber'den sorduk. Resûlullah: Bunu yapmamanızda bir beis yoktur. (Azil yapmamanız vâcib kılınmamıştır). Fakat Allah'ın ezelî ilminde kıyâmet gününe kadar vücud bulacak olan her zî-hayât, bu dünyâda her halde vücud bulacaktır! diye cevab verdi.|1596 11-Kadınlara tecavüzü kendilerine hak bilen Muhammed ve madamları aynı kötülükleri yapmak isteyen bir köleye fırsat tanımıyorlar çünkü o bir köle! HUNEYN SEFERİ|Tâ'if Gazâsı|TÂİF'İN MUHÂSARASI HAKKINDAKİ RİVÂYETLER|Ümm-i Seleme|Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Tâif'in muhâsarası sırasında) Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem yanıma gelmişti. O sırada yanımda (kardeşim Abdullah İbn-i Ümeyye ile kölesi) Muhannes bulunuyordu. Bir de işittim ki, Muhannes, kardeşim Abdullah'a (hayâsızca) şöyle söylüyordu: Ey Abdullah! Doğru söyle! Allah yarın size Tâif'in fethini müyesser kılarsa sana gereken Gaylân'ın (şişman) kızını yakalamaktır. O kız ki (semizlikten karnı) dört büklüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya döner! Bunun üzerine Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem: Bu makule adamlar, bir daha yanınıza sakın girmesin! buyurdu.|1630 12-HUNEYN SEFERİNDE İslam!dan dönen bir yahudinin öldürülmesi Bir kere Muâz kendi mıntakasını dolaşıp arkadaşı Ebû Mûsâ'nın vilâyetine yaklaştığında devesine binerek dostunu ziyârete gitmişti. Ebû Mûsâ'nın bulunduğu yere vardığında onu bir yere oturmuş, etrâfına da bir sürü halk toplanmış bir vaziyettebuldu. Aynı zamanda yanında iki eli boğazına bağlı birisinin durduğunu gördü. Muâz (bu garib vaziyeti istiknâh ederek) Ebû Musâ'ya: - Ey Abdullah İbn-i Kays (Ebû Mûsâ'nın adıdır) bu ne iştir? diye sordu. Ebû Mûsâ: - Bu elleri bağlı duran (yehûdî) bir kişidir. Müslümân olduktan sonra irtidâd etmiştir! dedi. Muâz İbn-i Cebel de: - Bu mürted öldürülmedikçe devemden inmem! dedi. Ebû Mûsâ: Bunun katli için mi geldin, haydi in! dediyse de Muâz: Bu mürted öldürülünceye kadar inmem! di(ye ısrâr et)di. Bunun üzerine Ebû Mûse'l-Eş'arî'nin emri ile mürted yehûdî öldürüldü. Sonra da Muâz devesinden indi. 13-Ali esir kadın’ın ırzına geçiyor!! ve diğer sahabeler onu kıskanıyor HUNEYN SEFERİ|Ganîmet mallarından kumandan hissesi|HAZRET-İ ALÎ'NİN GANÎMET MALI İÇİN YEMEN'E GÖNDERİLMESİ|Büreyde b. el-Husayb-ı Eslemî|Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem (Haccetü'l-Vedâ' 'dan önce) Alî'yi (ganîmet malının) beşte birini almak için (Yemen'e) Hâlid İbn-i Velîd'e göndermişti. Bu seferde ben de Alî'den hoşlanmaz oldum. Çünkü Alî (ganîmetten hissesine bir câriye almış, sabahleyin de) gusletmişti. Ben de sinirlenerek Hâlid İbn-i Velîd'e: Şu Alî'yi görmüyor musun (bak ne yaptı?) dedim. En sonu Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem'in huzûruna geldiğimizde Alî'nin bu hareketini Resûlullah'a da arzettim. Bunun üzerine Resûlullah: Ey Büreyde, Alî'ye sinirleniyor musun? buyurdu. Ben de: Evet! diye tasdîk ettim. Resûlullah: Hayır Alî'ye darılma!. Çünkü onun ganîmet malının beşte birindeki hissesi, aldığı câriyeden daha çoktur, buyurdu.|1641 14-Ganimet paylaşırken tartışıyorlar ve Muhammed’e karşı gelen arabın soyu lanetleniyor HUNEYN SEFERİ|;Yemen seriyyeleri|HAZRET-İ ALÎ'NİN GANÎMET MALI İÇİN YEMEN'E GÖNDERİLMESİ;YEMEN GANÎMETİNİN TAKSÎMİ|Ebû Saîd-i Hudrî|Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Alî İbn-i Ebî Tâlib radiya'llahu anh Yemen'den Resûlullah salla'llahu aleyhi ve sellem'e tabaklanmış bir meşin içinde henüz toprağından tasfiye edilmemiş altın cevheri göndermişti. Ebû Saîd (rivâyetine devâm ederek) der ki: Resûlullah bu altın cevherini şu dört kişi arasında paylaştırdı: Uyeyne İbn-i Bedir, Akra' İbn-i Hâbis, Zeydü'l-Hayl. (Râvî der ki:) dördüncüsü ya Alkame idi, yâhud Âmir İbn-i Tufeyl idi Peygamber'in Ashâbından bir kişi (bu taksîme i'tirâz ederek): Bu ihsâna biz bunlardan müstahak idik, demişti. Bu söz, Resûlullah'a erişince: (Acâib?) siz bana i'timâd etmiyor musunuz? Ben göktekilerin bile emîniyim! Sabah, akşam bana gök yüzünün haberi (vahiy) geliyor! buyurdu. Bunun üzerine -iki gözü çökük, yanağının iki elmacığı çıkık, alnı yüksek, gür sakallı, başı traşlı, izârını yukarı çemremiş (tam vahşî ve mürtecî)- bir kişi ayağa kalkıp: - Yâ Resûla'llah, Allah'tan kork! demişti. Resûlullah onu: - A hortlayası kişi! Ben, yeryüzündeki insanların Allah'tan korkmağa lâyık (ve en çok korkan)ı değil miyim? cevâbiyle karşıladı. Sonra bu kişi arkasına dönüp gitti. Hâlid İbn-i Velîd: - Yâ Resûla'llah (izin ver de) şunun kafasını vurayım! dedi. Resûlullah: - Yok vurma! Bunun da ileride namaz kılan bir kişi olması umulur! buyurdu. Bunun üzerine Hâlid: - Yâ Resûla'llah! Namaz kılanlardan öyle kimseler vardır ki, onlar gönüllerinde olmıyan şeyi dilleriyle söylerler, dedi. Resûlullah salla'llahu aleyhi ve sellem: - (Ey Hâlid) ben nâsın kalblerini açmağa, karınlarını yarmağa me'mûr değilim! buyurdu. Râvî der ki: Sonra Resûlullah o (mürtecî) kişi dönüp giderken arkasından bakıp şöyle buyurdu: - Şunun soyundan öyle bir nesil türeyecektir ki, onlar her zaman güzel sesle Allah Kitâbı'nı okuyacaklar. Fakat Kur'ân'ın halâveti onların hançerelerini ileri geçmiyecektir. Onlar -ok avı (sür'atle delip) çıktığı gibi- dinden çıkacaklar! Râvî Ebû Saîd der ki: Öyle sanıyorum ki, sonra Resûlullah: "Eğer ben bunların zamânına yetişmiş olsaydım Semûd (ve Âd kavimlerin) in (toptan) helâk olduğu gibi muhakkak bunları (toptan) öldür (mesini Allah'tan dile)rdim!" buyurdu. 15-Muhammed Allahı’nın emirlerine göre değilde kendi menfaatine göre hüküm veriyor nedenide ‘’Halk dedikodu etmesin’’ KUREYŞ'İN MENÂKIBI BAHSİ||NESEBLE TEFÂHÜRÜN CÂHİLİYYET ÂDETİ OLDUĞU|Câbir b. Abdullâh|Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Biz, (Müreysî' seferinde) Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem ile berâber gazâ etmiştik. Muhâcirlerden birtakım kimseler de toplanmış, Resûlullah ile berâber sefer etmişti. Hattâ Muhâcirler (Ensâr'dan) çoğaldı. Muhâcirlerden şakacı birisi de vardı. Ensar'dan birisinin kıçına (şaka olarak) vurmuştu. Ensârî aşırı derecede hiddetlenmişti. Nihâyet (kavga başladı) iki taraf da kabîlelerini imdâda çağırdılar: Ensar'dan olan kimse: Ey Medîneliler, imdâdıma koşunuz! diye feryâd etti. Muhâcir şakacı da: Ey Muhâcirler, imdâdıma geliniz! diye seslendi. Bu sesler üzerine Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem çıktı ve: -Câhiliyet halkının çığlığiyle feryattan maksat nedir? buyurdu. Sonra da: - Onlara ne olmuş (ki, İslâm âdetini bırakıyorlar), neden câhiliyet âdetiyle sesleniyorlar? diye sordu. Bir Muhâcirin Ensâr'dan birisine şaka ile vurduğu bildirildi. -Râvî der ki:- Bunun üzerine Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem: - Şu câhiliyet çığlığını bırakınız!. Soyunu çağırmak (onunla hak kazanmak) ne kötü şeydir? buyurdu. (Münâfıkların reîsi olan) Abdullah İbn-i Übey İbn-i Selûl de: - Vay, şunlar bizim Medîne halkı üzerine Muhâcirleri ayaklandırmak mı istiyorlar?. Hele biz bir kere Medîne'ye dönüp varalım; bizim en azîzimiz (gûyâ kendisi) onlardan en zelîl olanı (gûyâ Peygamber'i) elbette ve muhakka sûrette (Medîne'den) çıkaracaktır, dedi. Bunun üzerine Ömer, İbn-i Übey için: - Ey Allah'ın Peygamberi! Şimdi ben şu habîsi gebertmez miyim? dedi. Nebî salla'llahu aleyhi ve sellem de: - (Bırak şunu!) Halk, Muhammed, Ashâb'ını öldürmeğe başladı, diye dedi-kodu etmesin! buyurdu.|1433 16-Köle hadım ediliyor! Hadım eden efendiyede bir ceza verilmiyor!! 4139 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a yardım talep etmek üzere bir adam gelip: "Ey Allah'ın Resulü! (Efendim) falana ait şu cariye var ya (onun yüzünden efendim bana sıkıntı veriyor)" dedi. Aleyhissalatu vesselam "Vah! Neyin var?" deyince adam: "Bela hasıl oldu. Köle (ben demek istiyor) efendinin cariyesine bakmıştı, efendi kıskançlıkla erkeklik uzvunu burdu (hadım etti)" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Adamı bana getir!" emretti. Efendi çağırıldı ama getirilemedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse git, sen hürsün!" ferman buyurdu. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü! (Efendimin kölesi olmamda direnmesi halinde) kim bana yardımcı olacak?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Sana yardımcı olmak bütün müslümanlara terettüp eder" cevabını verdi." Ebu Davud, Diyat 7, (4519); İbnu Mace, Diyat 29, (2680). 17-Çocuk doğurmayan cariye satılabilir,hibe edilebilir!! (kullan kullan sat!) 4137 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma diyor ki: "Hangi cariye, efendisinden bir çocuk dünyaya getirirse, artık efendi bu cariyeyi satamaz, hibe edemez, miras da kılamaz. Hayatta oldukça ondan istifade eder, öldü mü artık cariye hür olur." Muvatta, Itk 6, (2, 776). 18-Safiyyenin önce babasını ve kocasını katlettiler sonrada safiyyeye tecavüz etti!!(Kim kocasını öldüren birisiyle isteyerek yatarki) 5581 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber'e geldi. Allah kaleyi fethetmeyi müyesser kılınca, kendisine Safiyye Bintu Huyey İbnu Ahtab'ın güzelliğinden bahsedildi. Safiyye'nin kocası savaş sırasında öldürülmüştü. Kadın daha yeni evlenmişti. Aleyhissalâtu vesselâm, ganimetten pay olarak kendisine onu seçti. Oradan Safiyye ile birlikte çıktılar. Revhâ nem mevkiye geldiler. Aleyhissalâtu vesselâm orada gerdek yaptı. Sonra küçük bir yaygı içerisinde hays (denen hurma, yağ ve keş'ten mamul bir yemek) hazırladı. Sonra bana: "Etrafındakileri çağır!" buyurdu. Bu, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Safiyye için verdiği düğün yemeği idi. Sonra oradan Medine'ye hareket ettik. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Safiyye için, bineğinin terkisine bir örtü seriyordu. Sonra devesinin yanında çömelip dizini dayadı. Safiyye radıyallahû anhâ, dizine basarak deveye bindi." Hemde 3 gün! 5679 - Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Safiyye radıyallahu anhâ'yı aldığı zaman yanında üç gece ikamet etti. Safiyye dul idi." 19-Ayşe bebekleriyle oynayan bir çocuk!! Fakat evli!! 6577 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu vesselam da benim kız arkadaşlarımı bana gönderirdi. Arkadaşlarımla beraber oynardık." 15-Sadece İslamın başında müşrikler İslam’a davet ediliyordu!! Daha sonra davet edilmeden katledildiler ve cüveyriyede muhammedin haremine katılıyor!! 1021 - Abdullah İbnu Avn anlatıyor: "Nâfı'ye yazarak savaştan önce (müşrikleri İslâm'a) davet etme hususunda sordum. Şu cevabı verdi: "Bu İslâm'ın başında idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Müstalik'e ani baskın yaptı. Adamları gâfıldi, hayvanları su kenarında sulanmakta idi. Savaşabilecekleri öldürdü, kadın ve çocuklarını da esir etti. O gün Cüveyriye (radıyallahu anhâ) validemizi esir almıştı. 16-Çok övülen sahabe-i Güzin aslında birer yağmacı! 3911 - Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Hayber fethi sırasında gazvede, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte ben de vardım. Bir grup yahudi, Aleyhissalatu vesselam'a gelerek, askerlerin ahırlarına hücum ederek (mallarını yağmalamalarından) şikayet ettiler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bunun üzerine (müslümanlara yönelerek): "(Olamaz!) anlaşma yapılan kimselerin malı onların izni olmadan helal değildir. Ayrıca size ehli eşekler, onların atları, katırları, vahşi hayvanlardan herbir kesici dişi olan, kuşlardan da herbir pençeleri olan haramdır!" buyurdular." 17-İslamda Ehli kitaba saygı ve sevgi yok! a-4592 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim: "Arap yarımadasından hıristiyan ve yahudileri mutlaka çıkaracağım, orada müslüman olmayanı bırakmayacağım." Said İbnu Abdilaziz der ki: "Arap yarımadası, el-Vadi'(l-Kurâ)'dan Yemen'in uzak kısmına, Irak sınırına, denize kadar olan kısımdır." Müslim, Cihad 63; Ebu Davud, Harac 28, (3030); Tirmizi, Siyer 43, (1606). b-439 - Adiyy İbnu Hâtim (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Fatiha'da geçen) el-mağdûb aleyhim (Allah'ın gazabına uğrayanlar) Yahudilerdir, ed-dâllîn (sapıtanlar) da Hıristiyanlar'dır". Tirmizi, Tefsir 2, (2957). 18-Muhammed Hayberli Yahudilerin becerisini ve emeğini sömürdü!! 5344 - Müslim'in bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber hurmalarını ve arazisini kendi emvalleri gibi işleyip meyvesinin yarısını Resülullah'a vermeleri şartıyla Hayberlilere geri verdi." 19-Kadın kocası tarafından tek taraflı olarak boşanabilir BAKARA–227. EĞER (MÜDDETI IÇINDE DÖNMEYIP KADINLARINI) BOSAMAYA KARAR VERIRLERSE (AYRILIRLAR). BILINIZ KI, ALLAH ISITIR VE BILIR. 20- a-Allah’ı yılanları neden yaratmış? (hayvan düşmanlığı) 4909 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Yılanların hepsini öldürün. Kim yılan(ın intikam alacağın)dan korkarsa, benden değildir." "Bir rivayette şöyle buyrulmuştur. "Gümüş çubuk gibi olan uzun yılan hâriç, bütün yılanları öldürün." Ebu Dâvud, Edeb 174, (5249, 5261); Nesâi, Cihad 48, (6, 51). b-Siyah köpek Şeytandır!! 2718 - Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa; (önünden geçtiği takdirde) siyah köpek, kadın, eşek namazını bozar. . . '' Ebu Zerr 'e dendi ki : "Siyahın kırmızıdan, beyazdan farkı nedir? '' Şu cevabı verdi: "Ey kardeşimin oğlu! Sen bana, benim Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sorduğum şeyi sordun. Efendimiz: " Siyah köpek şeytandır'' buyurmuştu. '' Müslim, Salât 265, (510) ; Ebu Dâvud, Salât 110, (702) ; Tirmizî, Salât 253, (338) ; Nesâî, Kıble 7, (2,63) ;İbnu Mâce, İkâmetu's-Salt 38, (952) c-diğer düşman hayvanlar 4904 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hayvanlardan beş tanesi vardır ki bunların herbiri fâsıktır (zararlıdır). Harem bölgesinde olsun, Hill (denen Harem dışı) bölgesinde olsun bunlar öldürülür: Karga, çaylak, akrep, sıçan, kelb-i akûr (yırtıcılar)." Buhari, Bed'u'l-Halk 16, Cezâ'u's-Sayd 7; Müslim, Hacc 66-67, (1198); Muvatta, Hacc 90, (1, 357); Tirmizi, Hacc 21, (837); Nesai, Hacc 113, (5, 208). d-tüm köpekler öldürülüyor!! KÖPEKLER 4914 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm av veya koyun veya çoban köpeği hariç diğer bütün köpeklerin öldürülmesini emretti." İbnu Ömer radıyallahu anh'a: "Ebu Hureyre, "veya ekin köpeğini de diyor!" denilmişti, bunun üzerine: "Onun ekini var da ondan!" cevabını verdi ve ilave etti: "Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz, hepsini öldürürdük. Hakkat biz, çölden gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile öldürürdük." Buhâri, Bed'ü'l-Halk 14; Müslim, Musâkât 45, (1570); Muvatta, İsti'zân 14, (2, 969); Tirmizi, Sayd 4, (1488); Nesâi, Sayd 9, (7, 184). 21-Kısas adı altında peygamber vahşeti!! 1559 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir grup insan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına gelip: Ey Allah'ın Resûlü! Biz hayvancılıkla uğraşıp sütle beslenen (çöl) insanlarıyız, (çift-çubukla uğraşan) köylüler değiliz" dediler. Bu sözleriyle, Medine'nin havasının kendilerine iyi gelmediğini ifàde ettiler. Resûlullah, onlara (hazineye ait) develerin ve çobanın (bulunduğu yeri) tavsiye etti. Kendilerine oraya gitmelerini, develerin sütlerinden ve bevillerinden içmelerini söyledi. Gittiler, Harra bölgesine varınca, İslâm'dan irtidâd ettiler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çobanını da öldürüp develeri sürdüler. Haber, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ulaştı. Resûlullah, derhal arkadaşlarından takipçi çıkardı (yakalanıp getirildiler). Gözlerinin oyulmasını, ellerinin kesilmesini ve Harra'nın bir kenarına atılmalarını ve o şekilde ölüme terkedilmelerini emretti. "(bu kişiler susuzluktan ve kan kaybından ölmüşlerdir) Buhârî, Muhâribin 16,17,18, Diyât 22, Vudü 66, Zekât 68, Cihâd 152, Megâzî 36, Tefsir, Mâide 5, Tıbb 5, 6, 29; Müslim, Kasâme 9, (1671); Tirmizî, Tahâret 55, (72), Et'ime 38, (1846); Ebü Dâvud, Hudud 3, (4364-4371); Nesâî, Tahrimu'd-Dem 7, (7, 93-98); İbnu Mâce, Hudud 20, (2578). 22-Dinden dönen şair İbni Hatal mekke’nin fethinde öldürülmüştür! 4250 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Fetih günü, Mekke'ye başında miğferiyle girdi. Onu çıkardığı zaman, bir adam gelerek: "İbnu Hatal Ka'be'nin örtüsüne sarılmış (vaziyette yakalandı, affedelim mi?)" dedi. "Onu öldürün!" emir buyurdular." Buhari, Megazi 48, Cezau's-Sayd 18, Cihad 169, Libas 17; Müslim, Hacc 450, (1357); Muvatta, Hacc 247, (1, 423); Ebu Davud, Cihad 127, (2685); Tirmizi, Cihad 18, (1693); Nesai, Hacc 107, (5, 201). 23-Muhammed cihada giderken kadınların öldürülmesini yasaklamadı(o öldürülen kadın için kısas yapılması gerekmiyormuydu!) 1024 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı." Buharî, Cihâd 147,148; Müslim, Gihâd 24, (1744); Muvatta 3, (2, 447); Tirmizî, Gihâd 19, (1569); Ebu Dâvud, Gihâd 34, (1667); İbnu Mâce, 30, (2841). 24-Ömer akıl hastası ve yaşlı bir kadın için recm cezası veriyor(üstelik kadın tecavüze uğramış!) 1569 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer'e, zinâ yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla istişare ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (radıyallahu anh) uğradı. (Hazırlığı görünce): "- Bunun hâli nedir?" diye sordu. Kendisine: "Falanca kabileden deli bir kadındır, zinâ yapmıştır. Hz. Ömer (radıyallahu anh), recmedilmesine hükmetmiştir" dediler. Hz. Ali (radıyallahu anh): "- Kadını geri götürün!" dedi, sonra Hz. Ömer'e uğrayıp: "- Ey mü'minlerin emîri! Bilirsin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) : "Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorum1u değildirler): Büluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan." Bu bîçare kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecavüz eden, muhakkak ki aklî noksanlığı sırasında tecevüz etmiştir" dedi." 25-Hadım edilmiş adama iftira atılıp nerdeyse katlediyorlardı!! 1574 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ali (radıyallahu anh)'ye : "Git boynunu vur!" diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu. "Çık dışarı!" diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (burulmuş) ve tenâsül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e haber verdi. Resûlullah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti." Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Şahid, gâibin görmediğini görür" buyurdu". Müslim, Tevbe 59, (2771). 26-Yeni doğum yapan kadın recm ediliyor ! 1581 - İmam Mâlik diyor ki: "Bana ulaştığına göre, Hz. Osman (radıyallâhu anh)'a evliliğinin altıncı ayında doğum yapan bir kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali (radıyallâhu anh): "- Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de "(İnsanın anne karnında) taşınma ve sütten kesilmesi (müddeti) otuz ay. dır..:" (Âhkâf 15) buyuruyor. Keza bir başka âyette de: "Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir.."( Bakara 233) buyurmaktadır. Bu durumda hamilelik müddeti altı aydır." Bu açıklama üzerine Hz.Osman (radıyallahu anh) kadının geri gönderilmesini emretmişti, ancak kadın recmedilmiş bulundu." Muvatta, Hudud 11 (2, 825). 27-a- Ali livata yapan homoseksüelleri yaktırtıyor!! 1587 - Yine İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'ın rivâyetine göre, Hz. Ali, livata yapan çifti yaktırmıştır. Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır." b-Hani "Ateşle azab vermek sadece ateşin Rabbine hastı’’üstte Ali buna uymuyor? 1967 - Abdurrâhman İbnu Abdullah, babası Abdurrahman (radıyallâhu anh)'dan rivâyet eder ki şöyle demiştir: "Biz bir seferde Resülullah(âleyhissalâtü vesselâm) ile beraber idik. Resülullah bir ara bir ihtiyacı için yanımızdan ayrıldı. O sırada hummara denen bir kuş gördük, iki tane de yavrusu vardı. (Kuş kaçtı) yavrularını aldık. Kuşcağız etrafımıza yaklaşıp çırpınmaya, kanatlarını çırpıp havada inip çıkmaya başladı. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz gelince: "Kim bu zavallının yavrusunu alıp onu ızdıraba attı? Yavrusunu geri verin!" diye emretti. Bir ara, ateşe verdiğimiz bir karınca yuvası gördü. "Kim yaktı bunu?" diye sordu. "Biz!" dedik. "Ateşle azab vermek sadece ateşin Rabbine hastır" buyurdu." Ebü Dâvud, Cihâd 122, (2675), Edeb,176, (5268). 28- Bir insan eli ayağı kesilince nasıl hırsızlık yapar! 1602 - Hz. Cabir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hurma özü için, ağacın başındaki meyve için, dağda otlayan (ağıla girmemiş) koyun için, ihanet edilen emânet için, yağmalanılan için, kapıp kaçırılan için el kesilmez." Rezin ilavesidir. 1603 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm)'a bir hırsız getirilmişti. "-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam sadece çaldı" denildi. Bunun üzerine "-Öyleyse (elini) kesin!" dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı adam ikinci sefer getirildi. Yine: "-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" dendi. Bunun üzerine "-Öyleyse kesinl" dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü sefer getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz. Peygamber: "-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" denildi. Bunun üzerine : "-(Sol elini) kesin!" diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere getirdiler. "-Öldürün onu !" buyurdu. Kendisine: "-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" dediler. Bunun üzerine "-(Sağ ayağını da) kesin!" diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer getiririldi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Öldürün onu" diye emretti. Hz. Câbir (radıyallâhu anh) der ki: "Adamı götürüp öldürdük. Sonra sürüyerek götürüp bir kuyuya attık. Üzerini de taşla doldurduk." Ebû Dâvud, Hudud 20, (4410); Nesâî, Sârik 15, (890, 91) 29-Cennet ve cehennemlikler ilk insandan önce yazılmış 1656 - İmran İbnu Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Mescidde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Benî Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara: "Ey Benî Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen: "Bize müjde verdin. Öyle ise (beytü'l-mâlden) iki kere bağış yap!" diye talepde bulundular. Onların bu cevabı karşısında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzünden rengi attı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna (Hayber'in fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş'ârî) girmişti. Onlara: "Ey Yemenliler! Benî Temim'in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!" dedi. Onlar: "Kabul ettik ey Allah'ın Resûlü!" dediler ve arkadan ilâve ettiler: "Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mahlükatın ve Arş'ın başlangıcını anlatmaya başladı: "Bidayette Allah vardı, O'ndan önce başka bir şey yoktu. O'nun Arş'ı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı." Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946 Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Cevap : İslam'da Kadın Hakları İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhip kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde:"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." buyurmuştur.Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda: "Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh’ın bir emâneti olarak aldınız." buyurmaktadır.Başka bir hadîs-i şerîflerinde de: "Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım." buyurur.Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, erkeklere, kadınlara dâimâ iyi davranmalarını tavsiye ederek:"Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır." buyurmaktadır.Vedâ Haccı’ndaki meşhûr hutbesinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır.Bazı hadisler : (Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim](Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hz. Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hz. Asiye gibi sevaba kavuşur.) [İ.Gazali](Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.) [İ.Lâl](En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir.) [Tirmizi](En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim.) [Nesai](Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır.) [R.Nasıhin](Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa](Hanımını döven, Allah’a ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.) [R.Nasıhin](Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.) [İ.Asakir] (Kızlarınızı altın ve gümüş ile süsleyin! Elbiseleri güzel olsun! İtibar kazanmaları için en güzel hediyelerle ihsanda bulunun!) [Hakim](Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü teâlânın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.) [Taberani] (İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mace] (İki kızı veya iki kız kardeşi olup da, maişetlerini güzelce sağlayanla Cennette beraber oluruz.) [Tirmizi] (Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene, Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Allahü teâlâ rahmetle nazar ettiğine de azap etmez.) [Harâiti] (Çarşıdan turfanda meyve alıp evine getiren, sadaka sevabı alır. Getirdiğiniz meyveyi, erkek çocuklarından önce kız çocuklarına verin! Kadınları, kızları sevindiren, Allah korkusundan ağlayan gibi çok sevap kazanır. Allah korkusundan ağlayana Cehennem haramdır.) [İbni Adiy] (Üç kızına, ihtiyaçtan kurtulana kadar iyi bakan, yedirip giydiren, elbette Cenneti kazanır.) [Ebu Davud] (Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü teâlâ Cennete koyar.) Eshab-ı kiramdan biri, (İki tane olursa da aynı mıdır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz (Evet, iki tane olursa da aynıdır) buyurdu. Başka birisi, (Ya bir tane olursa?) diye sual etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aynıdır.) [Hakim, Harâiti]... Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır." buyurarak daha yedinci yüzyılda yüzyirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamışlardır.Başka bir hadîs-i şerîflerinde: "Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fenâ söz söylemeyin!" buyurmuşlardır. Kadınlarla iyi geçinmek Kur’ân-ı Kerîm’in emridir: "Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile!.. Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allâh onda bir çok hayır takdîr etmiş bulunur." Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konuda: "Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!" buyurmaktadır. Kadınlara karşı daima hoşgörülü olmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte: "Mü’min bir erkek, mü’min bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnûn olabilir." buyurulur.Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat iyi niyetli ve ülfet edilir insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir. Onlarla kendisini memnûn ve mes’ûd edebilir. Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır.Zîrâ mârifet iltifâta tâbîdir. İltifatsız mârifet zâyîdir. "Cennet annelerin ayağı altındadır. " diyen dinimiz kadına hak etmiş olduğu değeri vermiştir. İslamiyet’in ilk şehidi bir kadındır. İlk Müslüman bir kadındır. Peygambe-rimizin soyu kızından devam eder. Hz. Ebubekir’in kitap haline getirdiği dünyadaki tek Kur’an-ı Kerim Hz.Ebubekir, Ömer, Osman dönemlerinde onlarca yıl bir kadının yanında kalmıştır. O dönemde ise Hıristiyanlar şunu tartışıyordu bir kadın İncil’e dokunabilir mi dokunamaz mı. Kur’an-ı Kerim’de Nisa (Kadınlar), Müntehine (imtihan edilen kadın), mücadele (mücadele eden kadın), Meryem (Hz. İsa’nın annesi )... gibi sure isimleri vardır. Fakat mesela, rical (erkekler) süresi yoktur. İSLAM'DA KADINA VERİLEN DEĞER Peygamberimizin ağzından uydurulan, mevzu - yalan hadisleri ve anlamı saptırılan ayet-i kerimelerin yorumunu bir kenara bırakırsak İslamiyet’i tanımayan bazı insanlar İslamiyet’te kadınlara değer verilmediği kadının erkeğin yarısı kabul edildiğini iddia etmektedirler. MİRAS Mirasta erkeğe kadına verilen miktarın iki katı verildiğini söyleyerek kadına haksızlık yapıldığını iddia ederler. Halbuki İslamiyet’te kadın erkek mirasta eşit pay alırlar. Anne, baba, dede, nine... kadın erkek oldukları halde eşit pay alırlar. Sadece kız ve erkek kardeşlerde kız kardeşe erkek kardeşin yarısı kadar verilir. Burada sanki bir haksızlık varmış gibi gözükmektedir. Fakat, örneğin baba vefat etse babanın üç dairesi olsa kız kardeş bir erkek kardeş iki daire alırlar. Kız kardeş bir erkekle evleneceği zaman kız kardeşin bir dairesiyle evleneceği erkeğin ailesinden kendisine miras kalan iki payı bir araya gelince toplam üç payları olur. Erkek kardeşinde kendi iki payıyla beraber bir kızla evlenirken evleneceği kızın bir payıyla beraber onlarında toplam üç payı olur. Ayrıca erkek kardeş evleneceği kıza mihir verir.İSLAMDA BAŞLIK PARASI YOKTUR , MİHİR KADINA BOŞANMA VUKU BULURSA BİR SOSYAL GÜVENLİK OLSUN DİYE - SİGORTA- OLARAK VERİLİR! Böylece iki dairesi erimeye başlar. Yine erkek kardeş hayatları boyunca evleneceği kadın ve çocuklarının nafakasını (yiyecek, yatacak, yakacak...) karşılamak zorundadır. İki dairesi erimeye devam eder. Halbuki kız kardeş mihir alır. Ayrıca hayatı boyunca kendisine ve çocuklarına erkek bakmak zorundadır. Kendi bir dairesini ise ailesine harcamak zorunda değildir. O dairesi onun harçlığıdır; satar, bağışlar, kiraya verir... İsterse kocasına da verebilir. Kız kardeşe erkek kardeşe verilen miras miktarının yarısı verilmiştir. Anne, baba, dede, nine ... eşit pay alırken kız kardeş ile erkek kardeşte sanki haksızlık varmış gibi gözükür. Miras : 3 daire Erkek kardeş Kız kardeş 2 1 1-) Kız kardeş Erkek 2-) Kız Erkek kardeş 1 2 1 2 3= + evleniyor 3= + evleniyor Mihir, Nafaka (+) Mihir, Nafaka (-) Görüldüğü gibi erkek kardeşe çok miras payı verilmesinin sebebi onun toplum içindeki ağır sorumluluğundan dolayıdır. Erkek kardeş aldığı iki payı hep harcayacak , hep eksilecektir. Kız kardeş ise aldığı bir payın yanında mihir, nafaka alacak. Malı artacaktır. Bir payı da kendinin olacaktır. Görüldüğü gibi ilk başta erkek kardeş fazla pay alır gibi görünürse de iş alınan payların dağılımına kullanılmasına gelince kız kardeşin az payı ile erkek kardeşinden daha fazla imkan olanak paya sahip hale geldiği görülmektedir. Erkek kardeşe ailesine -Eşine - verilmesi için fazla verilmiştir. Zamanla bu oran kız kardeş lehine değişmektedir. Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 EŞİTLİK Allah kadınla erkeği eşit yaratmamıştır. Her ikisini de insan olma yönünden, akıl, bilgi, kültür yönünden eşit olsa da, kadın erkekten daha duygusal daha hissidir. Erkek ise daha katı, olaylara daha sert,duygusal yoğunluğu az olan bir açıdan bakar. Bu psikolojik yönden farklılıktır. Biyolojik yönden, erkekte kas daha fazla iken kadında yağ daha fazladır. Bu durum erkeğin kadından üstün olduğunu göstermez.Kadın daha duygusal erkek daha az duygusal, kadın daha çok acır, sevgi hayatında daha önemli bir yer kapsar, erkekte ise daha az. Erkek daha güçlü-kaslıdır, kadın daha az güçlü ve kaslı... Her iki cinsinde üstün- eksik yönleri vardır. (Akılda, düşüncede ... her iki cinside eşittir ve birbirlerini geçebilirler.) Bu durum erkeğin üstünlüğünü veya kadının zayıflığını göstermez. Aksine bu durum her iki cinsin ayrı yaratılış özelliklerinin doğal sonucudur. Bunu kabul etmeli, yaşam tarzımızı buna göre ayarlamalıyız. İslam kadın - erkek eşitliğini değil kadın erkek adaletini savunur. Eşitlik adalet demek değildir. Eşitlikte mesela, kadına da erkeğe de 100 kg yükte 50 şer kilo her iki cinse vermek vardır. Adalette daha kaslı olan erkeğe daha fazla daha az kaslı kadına daha az yük vermek vardır. Yaratılış özelliğini kabul bunu gerektirir. İngiliz kraliyet ordusunda , kadın erkek tüm askerlere “ aynı eğitim programının “ uygulanması , kraliyet ordusu fizikçilerinden Yarbay Ian Gemmel ‘i : Fırsat eşitliği adı altında kadın askerler eziliyor , diye isyan ettirir. Erkek askerlerin eğitimi sırasında yaralanma oranı yüzde 1.5 iken , kadınlarda bu oran yüzde 11.1 ‘lere kadar çıkmaktadır .Yarbay Gemmel’e göre bunun nedeni : * Kadın kas ve kemik yapısı erkeklere göre daha zayıf . Aynı eğitim kadın bedeninde erkeklere oranla % 39 daha fazla baskı oluşturuyor. * Belirli kas olgunluğuna ulaşmak için erkek askerlerin 3 ay çalışması yeterli iken , kadınların 6 ay çalışması gerekir. * Bu kadın askerlerden 40 tanesi ordu'yu " bize fazla yükleniliyor " diyerek mahkemeye başvururlar ( The Sunday Times :10.03.2002) NASIL Kİ OKULLARDA ÇOCUKLARI YETENEKLERİNE GÖRE YÖNLENDİRİP EĞİTMEK SAVUNULACAK BİR DURUMSA , İSLAM'DA DA KADIN VE ERKEĞE DOĞA VE YAPILARINA UYGUN GÖREV DAĞILIMI YAPILMAKTADIR.RESİME YETENEKLİ BİR ÖĞRENCİYİ MATEMATİK PR.'U YAPMAK NASIL MANTIKSIZLIK İSE KADIN VE ERKEKLERE DE MİZACLARINA TERS GÖREV YÜKLEMEK O KADAR TERSTİR. BİR ERKEKTEN NE KADAR ANA SINIFI ÖĞRETMENİ OLABİLİR, HANIMLARLA KIYASLARSAK...? İngİlİz donanmasındaki kadın askerlerin dörtte biri cinsel tacize uğramış İngiltere'de kraliyet donanmasında görev yapan kadın askerlerin dörtte birinin, görevleri sırasında en az bir kez cinsel tacize uğradığı açıklandı. Donanmadaki cinsel tacizin kabul edilemez bir düzeye - demek kabul edılebılır Bır duzeyı de var ...!-ulaştığını açıklayan Savunma Bakanlığı, bundan sonra her vaka için disiplin işlemiyle yetinilmeyip adli işlem yapılacağını duyurdu.İngiltere'de sadece 2002 yılında donanmada görev yapan 2500'e yakın kadın asker gemide ya da üste bulundukları sırada tacize uğradıkları gerekçesiyle şikayette bulundu. 2003 yılında ise donanmada görev yapan kadınların yüzde 22'sinin bu tür şikayetlerde bulunduğu açıklandı. Bu rakam, 2005 yılında yüzde 25'e kadar yükselirken, donanmada görev yapan kadınların üçte biri şikayetlerinin adil biçimde ele alınıp değerlendirilmediğinden de yakındı. Genel olarak İngiliz ordusunda, aynı türdeki şikayetlerin oranının ise yüzde 12 olduğu belirtildi. ( Milliyet : 24.06.2005 ) ya ŞİKAYET edılmeyen, edılemeyenler...! Kadın subay ve askerlerin yarısı cinsel tacize uğramış İngiltere'de Kraliyet Hava Kuvvetleri içinde hazırlanan bir rapor, hava kuvvetleri mensubu kadın asker ve subayların yarısının iş hayatları boyunca en az bir kez cinsel tacize uğradıklarını ortaya koydu.Independent on Sunday gazetesi tarafından ele geçirilen rapora göre, son 12 ayda 1000 kadın asker üstlerine yaptıkları başvuruda bir meslektaşı hakkında cinsel taciz suçlamasında bulundu.Kadın asker ve subayların en az iki kez karşı cinsteki üstleri tarafından taciz edildiklerinin de rapor yazarları tarafından ortaya konulduğunu öne süren Independent, kadın asker ve subayların en azından cinsel konularda sözle sarkıntılık edilerek rahatsız edildiklerini kaydetti.Cinsel tacize uğrayanların sadece yarısının şikayette bulunduğunu iddia eden Independent, üç yıl önce de benzer bir raporun yayımlandığını, karşılaştırma yapıldığında taciz sayısının büyük artış gösterdiğinin anlaşıldığını belirtti. Independent, ''Bu durum da ordu komuta kademesini büyük bir kaygıya sürüklüyor'' diye yazdı.Raporun, hava kuvvetlerinde sadece kadın değil erkek asker ve subayların da tacize uğradıklarını ortaya koyduğunu duyuran Independent, erkek subayların ayrıca bazı gruplar tarafından korkutularak sindirildiklerini de iddia etti. ( Milliyet :24 Ocak 2005 ) ABD ordusunda cinsel taciz arttı AMERİKAN askerleri arasında yaşanan cinsel tacizin geçtiğimiz yıla oranla büyük bir artış gösterdiği ortaya çıktı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) tarafından yayınlanan rapora göre, 2004 yılında, Amerikan askerleri arasında yaşanan ve rapor edilen cinsel taciz sayısı bin 700'den, 2005'te 2 bin 374'e ulaştı. Pentagon yetkilileri askerler arasında yüzde 40'ı bulan cinsel taciz artışını yeni uyguladıkları programa bağladı. Pentagon'un yeni programı çerçevesinde cinsel tacize uğradığını beyan eden askerler, sağlık, rehberlik ve psikolojik destek alıyor. ABD ordusunda cinsel tacize uğrayanlar, çeşitli nedenlerden dolayı bu durumu rapor etmediği için cinsel taciz vakalarının pek çoğu açığa çıkmıyordu. ( Akşam 19.03.2006 ) ABD'li KADIN asker 4 ay tecavü ze uğradı Irak ve Afganistan'daki savaşlarda binlerce sivilin ölmesi, binlercesinin de yaralanmasının yanında sesi duyulmayan "kurbanlar" da var.Irak'a 2003 yılında giden Amerikalı Er Abbie Pickett, "Askerlikte kadınlara üç sıfat takılıyor. Lez biyen, orospu ya da fahişe" diyor. Tikrit'te 19 kadın ve 140 erkekten oluşan askeri birlikte 11 ay görev yapan Pickett, erkek askerlerin kendilerine yaptığı "göğüs büyüklüğü ve sek s" konulu ağır şakaları depresyona sokacak boyutta bezdirici bulduğunu söylüyor.'İKİNCİ GECE ODAMDA' Uzman çavuş Suzanne Swift (21), 9 Ocak 2006'da firar etti. Bir yıl Irak'ta Kerbela yakınındaki Camp Lima üssünde görev yapan Swift anlattı: "Görevimin ikinci gününde bir üstüm odama gelerek beni ilişkiye zorladı. Dört ay boyunca geceleri hep odama geldi. Boyun eğmek zorundaydım. Karşı çıktığımda hep ceza aldım. Diğer askerlerin önünde aşağılandım..." TACİZ, FİRAR ETTİRDİ Genç kadın ülkesine izne döndükten sonra birliğine teslim olmayıp firar etti. Kısa sürede yakalandı. Rütbesi düşürüldü. Savaş karşıtlarının kahramanı oldu. Şimdi yargılanıyor.Keri Christensen (33) de bir başka kurban... İki çocuğunu bırakıp gittiği Kuveyt'te limandan Irak'a malzeme taşıyordu. Ancak erkek meslektaşlarının göğüsleri ve cinselliği hakkında sözlü sataşmalarına maruz kaldı. Bir üstü tarafından cinsel saldırıya uğrayınca şikâyet etti. Hemen sürüldü... İddiası delil yetersizliğinden reddedildi. ( Sabah:11 Nisan 2007 ) Kadın daha duygusal olduğu için çocuk eğitimi ve büyütülmesi görevi İslâm’da daha çok kadına verilmiştir. Çünkü o duygusaldır. Acıma sevme... yoğunluğu erkekten daha fazladır. Erkek çocuk bakıcısı olamaz. Çünkü erkekte acıma, sevme, şefkat daha az yoğunluktadır. Halbuki çocuğa sevgi, anne sevgisi lazımdır. Erkek evi dışından korur. Evin mali yönden devamını sağlar. Kadın evin içişlerine bakar. Evin ahlaki yönden devamını sağlar. Kadın sadece işte çalışsa daha çok yıpranır ( o nedenle de kadınlar erkelerden daha az çalışır, daha önce emekli olur.) ve ailenin, çocuğun eğitimi ile gereği gibi meşgul olamaz. Aile düzeni bozulur. Aile bozulunca, toplum huzuru, devlet huzuru bozulur ve sosyal çöküntü başlar. Eşit toplumda çalışan kadın çocuğunu kreşte büyütür ve sevgi yerine aldığı paraya göre muamele gören çocuk büyüyünce psikolojik sorunların içine düşer. Kadın erkek eşit değildir birbirini tamamlayan iki elmanın yarısı gibidirler. Her iki cinsinde eksik ve fazlalıkları vardır (kas, yağ, şefkat, merhamet, sert, mizaçlılık...) . Ama her iki cinste insan olmada aklını kullanmada ilimde kul olmada cennet-cehennem yolunda eşittir ve yarış halindedirler. Kur’an da Allah-u Teala erkeği kadından üstün kabul eden bir ayet vardır. Ayeti incelediğimiz zaman üstünlüğün sorumluluk anlamında kullanıldığını yani erkeğin kadından daha fazla sorumluluk sahibi olduğunun ayette bildirildiği anlaşılır. Mesela müdür ile memur. Müdürde insandır memurda. İkisi de akıllıdır. Memurun aklı daha az veya müdürden aşağıdır diye kimse kabul etmez. Ama müdürün sorumluluğu işi yetki alanı geniş olduğu için memurdan bir üst makamdır. Ona bazı konularda emir verebilir. Ama her ikisi de insan, kul, akıl... yönünden eşit canlılardır.Kur’an da işte sorumluluğu fazla olan erkeği kadına üstün-sorumlu kabul etmiş iş bölümünde erkeğe daha fazla sorumluluk yüklemiş yüklenen sorumluluk oranında onu idareci üstün kabul etmiştir. Aynı durum Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında da söz konusudur. Bazı konularda kadın erkek eşitsizliği medeni kanunda da bulunmaktadır. 1-) Medeni kanun Roma hukukuna dayanır. Roma hukukunun temelinde eşitler arasında birinci erkektir ilkesi vardır. Birinci eşitsizlik budur. 2-) İkinci eşitsizlik sen evli bir kadınsın evlendirme memuru sana demiştir ki : “ evin reisi erkektir, kadın onun muavin ve müşaviridir.” İkinci eşitsizlikte budur. 3-) Üçüncü eşitsizlik ise sen ticaretle uğraşacağın zaman ticaret odasına kayıt olman için tüccarlığın muteber olabilmesi için kocanın yazılı muafakatı gerekir. Kocan gider bin türlü işle uğraşır kimse muafakatını almaz üçüncü eşitsizlik... 4-) Dördüncü eşitsizlik sen yurt dışına gideceğin zaman kocanın mutlaka yazılı muafakatı gerekir aksi taktirde kocan şikayet ederse gidemezsin. Dördüncü eşitsizlik 5-) Beşinci ve en kötüsü ! Kocanla birlikte borçlanacağın zaman vesayet maka-mının yani sulh mahkemesinin senin akıl baliğ olduğuna yani aklının başında olduğuna dair bir karar vermesi lazım ki kocası ile birlikte borçlandığı zaman muteber olsun. Bu da beşinci eşitsizlik. Feminizm batı toplumlarında başlamış bir harekettir ve o tür toplumlar için zorunlu bir harekettir. Çünkü Avrupa’da kadın, insan mıdır ? İncil’e dokunabilir mi ? ruhu var mı diye tartışılan, alınıp satılan, akrabaya, misafire peşkeş çekilen, çalışınca ücreti az verilen ... bir canlı olarak görülür. Böyle toplumlarda kadın tabii ki hak arama yarışına girişip, reaksiyon gösterip, ileri atılacaktır, hakkını arayacaktır. Fakat İslam toplumlarında kadının ne insan olma yönünün tartışılması, ne Kur’an’a dokunmaması durumu, ne alıp satılımı- fahişelik - durumu söz konusudur. İslâm’da kadın annelik görevini yerine getirdikten sonra doktor, hemşire, avukat, öğretmen, ... olabilir. Hatta bazı kadınların yukarıdaki mesleklere sahip olmaları farzı kifayedir, bir toplumda mutlaka olmalıdır. Batıda hak arama adalet arama mücadelesi sonunda sınırlarını zorlamış haklı mücadele aşırı uçlara kaymıştır. Eşitlik istekleri sonunda insan olma, kadın gücünü, hissiyatını, duygu sınırlarını zorlar hale gelmiştir. Vucud geliştiren ; kaslı kadınlar, halter kaldıran, boks yapan ... kadınlar (hepsinde de, yaratılış mizaçlarında olmadığı için erkeklerden daha az başarılılar). Batıda erkeklerde de bozulma had safhada da hom o sek süellerin evlenmeleri, kültürel giyim tarzı dışında (İskoçlar gibi), erkeklerin etek giymesi... insan cinsi olma sınırlarını zorlayan dinden uzak bu toplumlar ahlaksızlığın had saflarını zorlamaktadırlar. Günümüz Türkiye'sinde - 70 yıl aradan sonra , yani kadına haklarının tanındığı ( .... ) 1934’tan , 70 sene sonra yeniden kadın - erkek eşitsizliğini ( 2001 ) önleyecek yeni kanunlar çıkarılmaktadır....kadın hakları adına , kadın haklarının verildiğini iddia edilen kanunlar değiştirilirken. İşin en ilginç yönü ise GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE ARTIK ZİNA’NIN BİR SUÇ OLMAKTAN ÇIKARILMASIDIR : Yani günümüzde zina edene medeni ( ... ) kanunlarımız ceza vermez , zinayı suç saymazken , dini nikah yaptıran insanları kanunlarımız suç işlemiş kabul edip , ceza vermektedirler. Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Kadın ve erkek farklı yaratılmış.. Bu farklara kalp de eklendi. İsveçli bilim adamları kalp tedavilerinin erkeklerde ve kadınlarda farklı sonuçlar yaratabileceğini öne sürdüler.Araştırmacılar, Avrupa Kardiyoloji Birliği Konferansında, kalp tedavilerinin erkeklerde ve kadınlarda farklı sonuçlar yaratabileceği açıkladılar. Erkeklerin hayatını kurtaran tedaviler kadınlarda zararlı olabiliyor.İsveç Linkoping Üniversitesi Araştırma Görevlisi Eva Shawn, “bu sonuçlara çok dikkat etmeliyiz. Yürütülen araştırmada, görülüyor ki erkeklerde alınan sonuçlar kadınlarda aynı etkiyi göstermiyor.Eva Swahn, “kadınlarda erkeklerden daha fazla kanama tehlikesi ortaya çıktı, bu yüzden uyguladığımız tedaviler daha tehlikeli olabiliyor” şeklinde konuştu.Missisippi Üniversitesinden Kardiyolog Daniel Jones, “Bence görülen fark şaşırtıcı bir durum değil. Erkeklerde ve kadınlarda farklı tedavi uygulamamız gerekir. Erkekler üzerinde yaptığımız araştırmalar kadınlarda aynı sonucu alacağımız anlamına gelemez” dedi. 04 Eylül 2007 EVLENME Bazı çevreler, İslâm’da her erkeğin dört kadınla evlendirildiğini kadının görüşü-nün sorulmadığını kadının hakkının yenildiğini iddia ederler. Dört kadınla evlilik (Teaddüt-ü Zevcat) İslâm’da bir emir, mutlaka yapılması gereken bir farz değildir. Belli şartlarda belli özelliğe sahip erkeklere tanınan bir olaydır.Öncelikle şunu belirtmek gerekir. Kur’an da Allah’ü Teala tek kadınla evliliği Müslümanlara tavsiye etmektedir. Dolayısıyla İslam’da tek eşlilik esastır.Peki dört kadınla evlilik meselesi nedir ? İslâm’da bir erkeğin bir, iki, üç en çok dört kadınla evlenmesini belli şartlar dahilinde izin vardır. Bunlar kısaca şöyledir : 1-) İlk hanımın izin vermesi : Kadın kocası ile evlenirken, kocasına, benden sonra başka kadınla evlenmezsen seninle evlenirim der, erkekte kabul ederse bir daha başka bir kadınla erkek evlenmez.Eğer hanımı izin verirse, erkek ancak o zaman ikinci bir hanımla evlenebilir. 2-) Belli şartlarda ancak erkek ikinci bir kadınla evlenebilir. Mesela ; bir savaş olsa erkeklerin sayısı ülke düzeyinde azalsa (her savaşta olduğu gibi) ülkede kadın nüfusu çok, erkek nüfusu az olsa. Medeni kanunlara göre her erkek bir kadınla evlense, fazlalık olan eşitliğin üstünde fazla olan kadınlar ne yapacak? Zina mı, fuhuş mu ? ( I. Dünya savaşından sonra Almanya’da, Fransa’da olduğu gibi ) Medeni kanunlar buna bir çözüm üretemiyor. Ama İslam’ın (tek kadınla eşlilik genel tavsiyesi yanında) Taaddüt-ü Zevcat meselesi gündeme gelir. Sorun kendiliğinden çözülür.İlk hanımın iznini alan erkek ikinci eşini alır ve toplumda kim kimin eşi, kim kimin çocuğu belli olur. Toplum ahlakı bozulmamış olur. Türkiye’de çağdaş psikiyatrinin kurucusu olan Pr. Dr. Mazhar Osman bu nedenle şunu söyler : “Ben Taaddüt-ü Zevcatı bir kusur değil, kemali eser olduğuna inanıyorum.”.Zaten Avrupa’da tek eşle yaşayan, zina etmeyen , çocuğu belli olan kaç toplum vardır. Kendi toplumunun yapısını çok iyi ben Pr. Dr. Forel şunu söylemektedir : Avrupa’da tek eş taraftarlığı etiket, riyadan başka bir şey değildir. Erkek hanımını neden kandırsın ki ? Ya izin alır evlenir yada asla zina yapmaz. Batı ise zina, fuhuş, hom o-lezbiye n bir toplum olma yolunda, hayvanlarla cinselliğe yönelmiş bir çağdaş lut kavmi konumundadır. Bu nedenle Angutil, “Acele T. zevcat kabul edilmelidir. Geçen her saat toplumsal bir suç olmaktadır.” demektedir.Wictor Gambot, Charles Richet; tek eşlilik, kadına hoş görünmek için uydurul-muş yalan gösteriştir derler.Wictor Marqveritte, Ayandan Gogslere, Dr. Charles Richet, Binet Sanglet... batının içine düştüğü buhranı görüp çok kadınla evliliği savunurlar. 3-) Hanımı izin verirse, ( mali, sosyal-kültürel) şartlarda uygun olsa, erkek kendine sorar: Alacağım yeni eş ile eski eşim arasında adaleti sağlayabilecek miyim ? ikisinin çocuklarında da maddi-manevi adaleti gerçekleştirebilir miyim ? cevabı hayır ise erkek yine evlenemez, hanımı izin verse de. Yani üçüncü şart “adalet” dir. Bu üç şartta bir arada olmalı. Biri eksik olsa, ikinci eş yasaktır. Özetle erkek ikinci eşle evlenmek isterse; hanımından izin , kendisinden adalet şartına uyma, şartlarında uygun olması gerekir. Bir erkeğe dört kadınla evlenme izni varda, bir kadına neden dört erkekle evlenme izni yok ? 1- Çocuk olsa kimin olduğu nasıl belli olacak. Neslin devamı, miras... buna bağlı. Günümüzde bu DNA testleri ile anlaşılabilir. Ya 1400 seneden beri geçen sürede bu nasıl anlaşılacaktı ? O dönemde de İslam, insan ve evlilik vardı. 2-) Pr. Forel’inde belirttiği gibi erkek çok kadına temayüllüdür. Ama kadın bir erkeği sever (onunla evlenir veya evlenemez..). 3-) Kadın gebe kalınca 4 erkek ne yapar ? 4-) Kadın dokuz ayda, erkek bir kaç günde çocuk sahibi olurlar. 5-) Erkek kıskançtır. (İslâm’da ikinci eş ilk hanımın iznine bağlıdır.) Şimdi bir örnek verelim : Bir mümin erkek ve kadın düşünelim. Erkek hanımına kötü yoldaki bir kadını gösterip bana izin ver onunla evlenip onu kötü yoldan kurtaralım dese hanımda izin verse , şartlar uygun olsa adaletli davranacağına erkek kanaat getirirse ve o kadınla evlenirse... boyalı basın olayı nasıl değerlendirir ? “ Erkeğe bak, eşi üzerine kuma aldı. Bu adam aşırı dinci, yobaz der, kadın haklarını savunur rolüne girişmez mi; araba lastiği reklamında mayolu kadınları podyumda yürüten bu medya ? Kadını bataklıktan kurtarmak suç, onu her gün bir kaç erkeğe satma çağdaşlık kabul edilir. Sanki o satılan kadınlar birinin kızı, kardeşi, annesi değil, uzaydan geldiler...! Metres hayatını savunanlar T.Zevcata karşıdırlar. Genç kızları kandırıp kullanıp atmak varken evlenmeye niyetin yoksa eline bile dokunamazsın kuralını isterler mi bazı medeni(!)lerimiz. Ayrıca istisnai bir durum olan ve toplumun devamını amaçlayan bu tür konular hakkındaki sorular genelde cevap almak için sorulan sorulardan değildir, art niyetli sorulardır. İSLAM NORMALDE HER ERKEĞİN BİR KADINLA EVLİLİĞİNİ TAVSİYE EDER AMA YA ŞARTLAR DEĞİŞİRSE?:TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE KADIN NÜFUSU ERKEK NÜFUSUNU GEÇTİ: ERKEK:35.171.000 KADIN:35.362.000 ( POSTA:06.05.2003) KAZAKİSTAN'DA VE MALEZYA'DA DURUM DAHA İLERİ BOYUTLARDA ;İKİ ÜÇ KADINA BİR ERKEK DÜŞÜYOR NÜFUS OLARAK...ÇAĞDAŞ(!) SİSTEM DİYOR Kİ BİR ERKEĞE BİR KADIN YA DİĞERLERİ NE YAPACAK...!?İSLAM'DA DİYOR BİR ERKEĞE BİR KADIN AMA ŞARTLAR DEĞİŞİNCE YOLU AÇIYOR VE BELLİ ŞARTLARDA İKİNCİ EŞE DE İZİN VERİYOR! KAZAKİSTAN'IN %70'İ KADIN.16 MİLYONLUK KAZAKİSTAN'DA KADIN NUFUSU 11 MILYONA YAKLAŞMIŞ DURUMDA .( Gözcü :30.03.2006) Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Devamı... BOŞANMA Bazı çevreler, İslâm’da kadının boşanma hakkı yoktur. Erkek kadına üç kere «boş ol » dese boşanma vuku bulur, iddasındadırlar. Dilin kemiği yok, iftira atışları serbest. Ama cevap hakkımız saklı. Öncelikle İslâm’da kadınında boşanma hakkı vardır. Evlenirken «benim de boşanma hakkım var kabul ediyor musun ?» sorusuna evet diyen ve bunu yazılı belge haline getiren bir erkekle evlenen her kadın kocasını boşayabilir. Ayrıca İslâm’da «bir saniyede üç cümle ile boşanma gibi yani boş ol » ile boşanma yoktur. En az üç ay süren bir boşanma. I. Ay: Kadın erkek, kadıya (hakime) gider. Boşanmak istediklerini söylerler. Kadı onlara bir ay mühlet verir ve barışmalarını tavsiye eder. II.Ay : Eşler yine gelirlerse kadı (hakim) onları yine gönderir. Ailelerinin çağırıp onlara tavsiyede bulunmalarını söyler. Bir ayda büyüklerinin nasihatları ile geçer. III. Ay : Vazgeçmemişlerse kadı onlara; son bir ay , yine gelirseniz kesin boşanma kararı verilir der. İslami yaşam ve batı tarzı yaşam, hangi yaşam tarzı insanı mutlu kılar, hangisinde boşanma aza indirgenir. Cevabı batılı bir araştırmacıdan, Gibbon’dan alalım : 300 senelik Osmanlı dönemi İstanbul arşivini inceleyen Gibbons, 300 senede İstanbul’da toplam 10 boşanma davasının olduğunu araştırmaları sonucu bulmuştur.Ya günümüzde 3 saatte sadece İstanbul ‘un bir mahkemesinde kaç boşanma davası görülmektedir ? Hangi toplum huzur içinde yaşamaktadır ? ... Not: Seçme ve seçilme hakkı kadınlara Hz. Resul döneminde verilmişti.Hz. resul “Akabe biatlarında “ kadınlardanda biat (kabul oyu ) almıştı fakat ilerki yıllarda iktidarı elinde bulunduran bazı çevreler erkeklerden olduğu gibi kadınlardan da seçme ve seçilme hakkını almışlardır... Dolayısı ile çağımız, müslümanların (.....) hatasını yine islama mal ederek, islmda kadının seçme ve seçilme hakkının olmadığı, gibi yanlış bir sonuca varmışlardır. KADININ ŞAHİTLİĞİ Şahitlik konusunda iki kadına bir erkeği mi kabul eder İslam...?! Asla!: İslâm hukûkunda erkeklerin vâkıf olamayacağı ve tamamen kadınların ilgi sahası olan doğum, bekâret, emzirme ve aybaşı gibi kadınlara mahsûs hallerde, erkeğin değil, sadece kadının hattâ tek kadının şâhidliği yeterlidir. Bu gibi konulara, kadınların çokça şâhid olmaları ve erkeklerden fazla gözlem ve tecrübelere sahip bulunmaları sebebiyle, tek kadının şâhidliği bile geçerli sayılmıştır. Hattâ Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in emzirme konusunda tek kadının şâhidliğini kabul ettiği bilinmektedir. . Nitekim: "Erkeklerin muttalî olmadıkları şeylerde kadınların şâhidliği makbûldür." buyurması bunun en güzel delîlidir. Doğum için de tek bir kadının şâhidliği kabûl edilmektedir. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz: "Doğum konusunda bir kadının şâhidliği yeterlidir.." buyurmaktadırlar. Hz. Ömer (r.a.), boşanma konusunda yalnız başına kadınların şâhidliğini kabul etmiştir. Hz. Ali (r.a.) da, bir çocuğun öldürülmesine şâhid olan kadınların şâhidliğini muteber saymıştır Aslında iki kadının şâhidliğinin bir erkeğin şâhidliğine denk olduğu iddiâsı, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan asılsız bir iddiâdır. Konu ile ilgili olarak Bakara sûresinin 282. âyet-i kerîmesinde şöyle buyrulur: "Ey îmân edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın. Bunu, aranızda bir kâtib doğru olarak yazsın. Erkeklerinizden iki de şâhid tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şâhidlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğerinin hatırlatması için- iki kadın yeter." Yukarıda görüldüğü gibi bir bütün olarak ele alındığında, âyetin genel olarak şâhidliği düzenleyen umûmî bir hüküm koymadığı, âyet-i kerîmedeki hükmün sadece vâdeli borçlanmalarla ilgili olduğu açıkça görülür. İki kadın şâhid önerilmesinin sebebi, birisi yanılırsa diğerinin ona hatırlatması içindir. Ancak âyette "iki kadın şâhidden biri mutlaka yanılır veya unutur" denmemektedir. "Yanılırsa veya unutursa" denmektedir.O halde iki kadın şâhidden birisi, şâhidlik ettiği borçlanma akdiyle ilgili olarak yanılmaz veya unutmazsa, şâhidliğini tam olarak yaptığı için, erkek şâhid ile kadın şâhidin şâhidlikleri yeterli, aynı zamanda eşit değerde olacaktır. Bu ise kadının şâhidliğinin, erkeğin şâhidliğine denk olabileceğini gösterir. Neden mi? ...Çünkü o dönemde kadınlar ticaretle direk ilgilenmiyordu...Hatta Hz. Hatice bile kendi işlerini erkeklere, ticaretini erkeklere yaptırıyordu...!O dönemde kendi ilgi alanlarının dışındaki " vadeli borçlar " konusundaki bu istisnai hükümü genelleştirmek sadece önyargı ifadesidir...Ayrıca yukarıda da ifade edildiği gibi kendi ilgi alanlarında olan işler için - mesela doğum,emzirme... - her kişinin tek şahitliği kabul edilmektedir... Günümüzde ekonomi özel ilgi alanına giren - ekonomi alanında eğitim gören kadınlar mesela - kadınlar için bu ayet tabii kendilerini sınırlandırmaz...Çünkü "unutma ve ilgi alanı olup olmama " temel sebep...Bu sebep ortadan kalkınca hükümde kalkar...veya bu şartlara uyan - ilgilenmeyen, unutan,ilgi duymayan dolayısı ile aklında tutma ihtimali daha az olan - kimsenin şahitliğinde ilgilenen gruba göre iki kişi şartı aranır.Vadeli borçlarda şahitlikte esas olan bunlardır - ilgi, alaka,işin içinde olup olamam ve dolayısı ile ilgi ile paralel unutup unutmama- yoksa cinsiyet :kadın erkek olup olmama değil ...! MEVZU HADİSLER VE KADIN Hadis, peygamber efendimizin sözlerine denir. Mevzu hadis, kendi şahsi, siyasi,... emellerine ulaşmak için peygamberimizin ağzından uydurulan, Hz. Resül'ün söylemediği halde kendisine mal edilen sözlerdir. Uydurma- mevzu hadisler genellikle kadınlar, siyasi görüşler, ırkçılığa dayanan konular... çerçevesinde dönmektedir. Kadınla ilgili bazı uydurma-mevzu hadisler: " Kadınlara okuma- yazma öğretmeyin: " İbn-i Cevzi, İbn-i Hıbban, İbn-i Adıyy hadisi kabul etmez, uydurmadır derler. (Kitabul Mevzuat 2/268) " Kadınlarla istişare edin, onlara tanışın ve onların söylediklerinin zıttını yapın": Sehavi ve İbn-i Arrak hadisi merfu görmezler. Ebu Hatim, İbn-i Adıyy , İbn-i Cevzi, İbn-i Hıbban hadisin uydurma olduğu görüşündedirler. ( El- Makasıdul Hasene: 248 , Tezkiretul mevzuat :128, Tenzihuş Şeria : 2-204, Silsiletul Ehadis: 432 ) .Ayrıca, Hz. Resul Ümmü Seleme ile istişarede de bulunmuştur (Makasıdul Ha-sene: 585, Silsile: 436, Keşful Hafa :2-3) " Kadınlara iteat pişmanlıktır." : Sehavi, Ukayli hadisi uydurma kabul ederler. ( Tezkiratul Mevzuat : 128, Kitabul Mevzuat : 2, 272) " Kadınlar olmasaydı Allah'a hakkıyla ibadet edilirdi". Suyuti, Buhari, İbn-i Adıyy, Ebu Hatim, İbn-i Cevzi, Muhammed Nasuriddin, İbn-i Hıbban hadisi mevzu kabul ederler. ( Silsiletul Ehadisuzzaif : 74, Tenzihuşşeria : 1/62, El-leali : 2/59) " Kadınlar olmasaydı, erkekler cennete girerdi." : İbn-i Arrak, Es- sakafi hadisi kabul etmezler. ( Camiussağir: 2/113) "Güzele bakmak sevaptır veya ibadettir, gözü kuvvetlendirir.." : Ebu Nuaym, Durekutni, İbn-i Cevzi, Sehavi, İbn-i Hacer, Iraki, Zehebi, İbn-i Kayyim, Muhammed İbn-i Arrak, Nasıruddin... hadisi uydurma kabul ederler. ( El- Maka- sıd: 129, Silsiletul Ehadissuzaif : 164, Kitabul Mevzuat: 1/63, Mevzuati Aliyyul Kari: 124, Keşful Hafa: 2/317, Tenzihuşşeria: 201...) "Uğursuzluk kadın, at ve evdedir." : Peygamber Efendimiz Hz. Mö ammed 'in eşleri, Hz. Aişe bu sözü duyunca: Kur'an-ı indirene yemin ederim ki, bunu rivayet eden, Ebul Kasım'a (Hz. Muhammed'e) iftira etmiştir. Resulullah sadece, "Cahiliye insanları, uğursuzluk, kadın, ev ve hayvandır" dediklerini söylerler. Hz. Resul bu sözü cahiliye dönemi (İslam öncesi dönem) insanlarının bir sözü olarak nakleder . İslam, cahiliye görüş ve adaletlerini tümden reddettiği gibi, uğursuzluk kavramını da kabul etmemekte, reddetmektedir. " Kadınların akılları ferclerindedir :" : Sehavi, Aliyyul Kari, Acluni sözün uydurma olduğunu kabul ederler. ( El-Makasıd:292, El esrarul Merfua : 246, Keşful Hafa: 2/62) " Döl getiren siyah bir kadın, döl getirmeyen beyaz bir kadınla hayırlıdır". Iraki, hadis uydurmadır der. ( Mevzuatı Aliyyul Kari : 73). İslâm'da hayırlı olmanın ölçüsü takva (Sevgi ile karışık korku)'dur. Ayrıca Kur'an çocuk sahibi olmanın veya olmamanın Allah'tan gelen bir imtihan vesilesi olduğunu da bildirir . (Şura Suresi : 49-50) Karı ve kocayı birbirinin dostu ilan eden (Tevbe Suresi : 71), eşlerin ikisinin de birbirine ısınıp aralarında muhabbet ve merhamet oluşturan (Rum Suresi : 21). Allah'ü Teala'nın yüce Resül'ü "Sizler (Kız-erkek) çocuklarınızı seviniz, kız çocukları kendi kendilerini sevdirirler" buyururlar, Hz. Ömer:" Cahiliye döneminde kadınları, hiç bir şey saymazdık. Taki İslam geldi, Allah'u Teala onlardan bahsedince, o zaman kadınların üzerimizde bir takım hakları olduğunu gördük" derken, iyi amel işleyen kadın veya erkeğin cennete gideceğini bildiren (Nisa Suresi:124) dinimizin ve onun yüce ilahının kulları arasında ayırım yapacağını kabul etmek imkansızdır. O, rahman ve rahimdir. Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 KADININ EŞİNİ SEÇME HAKKI VE İSLAM Medine’nin yerlilerinden olan Hidam’ın kızı Hansa, bir gün Aişe validemize gelir ve sorusunu şöyle sorar: Valide, der. Babam beni itibarlı bulduğu akrabasıyla evlendiriyor. Bana sorma gereği duymuyor. Ben de bundan rahatsızlık duyuyorum. Ben bir kız olarak hayat arkadaşımı seçme hakkına sahip değil miyim? İslam bana bu hakkı tanımıyor mu? Babamın seçtiğini seçmeye mecbur muyum? Aişe validemizin cevabı: Şu anda Resulullah evde yok. Birazdan gelir. Sorunu O’na soralım, cevabını da O’ndan birlikte dinleyelim. Sen şuracıkta biraz bekle... Az sonra Efendimiz (sas) teşrif eder. Aişe validemiz de Hansa’nın sorduğu soruyu aynen sorar: Kızın seçme hakkı yok mu, der. Hansa bana böyle bir soru sordu. Babası Hidam onu itibarlı bulduğu bir akrabasıyla evlendiriyor, kızcağıza sorma gereği de duymuyormuş? Bu soruya Efendimiz özel bir ilgi gösterir ve ilk emrini verir: Hemen kızın babası Hidam’ı bulup getirin! Ensar’dan Hidam aranıp bulunur.Resulullah seni istiyor, derler. Telaşla huzura giren Hidam’a Efendimiz’in ilk sorusu: Hidam! Sen kızına sorma gereği duymuyor da kendi beğendiğini mi beğenmeye zorluyorsun? Baba Hidam’ın cevabı hazır: Ya Resulullah, der. Benim beğendiğim iyi bir ailenin akıllı bir çocuğudur. Kızıma layık olan da odur! Hidam, seçtiğin bu gençle hayatı yaşayacak olan sen misin, yoksa kızın mı? Kızımdır ya Resulullah! Öyle ise hayatı kim yaşayacaksa son söz de onun hakkı değil mi? Kızın yaşayacağı genci beğenme hakkına sahip olmazsa, beğenmediği gençle nasıl mutlu yaşayacak? Efendimiz sözünü söyler ve şöyle bağlar: Hemen kızına sormadan yaptığın bu anlaşmayı durdur! İşte bu sırada ötelerden beklenmedik bir ses gelir: Ya Resulullah, babamın seçtiğine artık ben de evet, diyorum. Anlaşmayı durdurmasın! Bundan sonra da şu fevkalâde güzel açıklamayı yapar Hansa kız. Der ki: Babamın kendi seçtiğini seçmeye beni mecbur bırakması, şehirde, ‘Kızların seçme hakkı yoktur.’ gibi bir düşüncenin yayılmasına sebep oldu. Bu yüzden sorma gereği duydum. Şimdi anlaşıldı ki, kızların seçme hakkı vardır. Ailesi kendi seçtiğini seçmeye kızlarını zorlayamaz. Artık ben babamın seçtiğine kendi isteğimle evet, diyorum. Sözünden dönme durumunda kalmasın babam! Elbette hiçbir baba kızına kötü aday seçmez...( Ahmet Şahin, 13 Mart 2007) Halife Hazret-i Ömer'in (ra) "Biz İslam'dan önce kadınları insan yerine koymazdık.islam gelince onlara hem ayetlerde hem de hadislerde yer verdi, erkekler gibi hakları anlatıldı. Ondan sonra biz kadınların da erkekler gibi hakları olduğunu düşünür hale geldik!.." (Buhari, Müslim).Bir tespit de oğlu Abdullah'tan. "Biz kadınlar hakkında ileri geri konuşmaktan korkar olduk, vahiy gelir de bizi azarlar kadın hakları konusunda diye! İSLÂM ve AKRABA EVLİLİĞİ Akraba evliliği sakat doğumlara sebep oluyorsa İslâm akraba evliliğine neden izin vermiştir?Sakat doğuma akraba evliliği değil, hastalık (kan uyuşmazlığı, ırsi hastalıklar...) neden olur. Yani her arkaba evliliği sakat doğuma neden olmaz, sakat doğuma neden olan hastalıklardır, hastalık akrabada olsun veya olmasın fark etmez. Akraba olmazsa bile hastalık nedeni taşıyan her insan sakat doğuma neden olur. Ama akraba olduğu halde hastalık nedeni taşımayan insan sakat doğuma neden olmaz. O halde yasak olan hastalık nedenleridir (kan uyuşmazlığı...), akraba evliliği değil. İslam kadını sınırlar , hayattan soyutlar mı ? : BAŞÖRTÜSÜ : kadın saçı bir süstür ve kadınlar arasında sınıf ve seviye ayırımı olmaması için emredilmiştir. Günümüzde kuaförlere daha çok kadınlar gider ve perma , boyama ... gibi şeylere daha çok para harcar ... Ya parası ve imkanı olmayan aile ve kadınlar ne yapsın .? İşte islam bu süsü sadece mahreme - helale göstermeyi emredip , toplum içinde örtünme ile ayırımı ortadan kaldırmayı amaçlar. TOKALAŞMA :İnsanın kendi kalbi temiz olsa bile karşıdaki insanın içaleminden ve temizliğinden nasıl emin olunabilecek ki ? Ç . Çaplin ‘in ( Niçin her gördüğünüz kadının elini öpüyorsunuz diye sorana ) dediği gibi “ Bir yerden başlamak lazım “ diyen birisi ile karşılaşılamayacağını kim iddia edebilir ? ÇALIŞMA : İslam kadının çalışmasına izin verir ( Önce Annelik görevini yapıp , gelecek nesli yetiştirdikten sonra ) amaO’nu korumak için belli şartlarla ; Eğit–sen‘in yaptığı bir araştırmaya göre :kadın eğitimciler arasında cinsel tacize uğrayanların oranı:% 37,7‘dir KADIN ERKEK YALNIZ KALMASI ( haremlik selamlık ) :Namahrem kadın erkek niçin birarada yalnız kalamaz ? Kadın ve erkek belli yaştan sonra anne- babası ile niçin yalnız kalamaz ? Kaynatası ile gelin neden yalnız kalamaz...? En kısa cevabı :En sets ilişki olmasın , taciz , zina artmasın diye...Her gün okunan gazetelerdeki fuhuş , cinayet, zina olaylarına haremlik – selamlık uygulansa idi olur mu idi diye bir bakılsın lütfen ... ÖNEMLİ NOT Biz ( Kadın – erkek tüm ) Müslümanlar ; “Tesettür veya kadın hakları ...” konularında diğer sistemlere göre farklı görüşleri ileri sürüyorsak , bu bizlerin kadınlara düşmanca , önyargı ile ( ... ) bir bakış açısına sahip olmamızdan ( ! ) dolayı değil , aksine biz Müslümanlar gibi islami eğitim almayan kişilerden kadınları ve onurlarını korumak amacıyla yapılan bir iyi niyet göstergesi , nemelazımcılıktan uzak bir sorumluluk örneğidir ve Yüce Yaratıcının biz Müslümanlara yüklediği bir görevdir!...Zaten medyada , internette ve hayatta “ taciz , saldırı , kadın sömürüsü “ yapanların savundukları sistem ve ideolojilere objektif bakınca kimin “ kadınları korumak , kiminde kullanma k amacına hizmet ettiği ortaya çıkmaktadır. Kadın satan , pazarlayan ,taciz eden , sömüren KAÇ DİNCİ (! ) GAZETE ; İNTERNET SİTESİ VEYA AŞIRI DİNCİ GÖSTERİLEBİLKİR Kİ ? Biz Müslümanlar “ O mazlum , kurban bizim eşimiz ,akrabamız değil “ deyip kenara çekilmeyiz, çekilemeyiz.Bize göre dünyadaki tüm kadınlar : ya annemiz , ya eşimiz , ya da kız kardeşimizdir ( Hz. Adem’den kardeş veya İslami kardeşlik ) ; Anne ve Eşimiz bellidir, geri kalan tüm kadınlar biz Müslümanların “ bacısı “, kız kardeşidir ve biz onlara öyle bakarız. Bu ; sapıkların , metresçilerin , röntgencilerin , genelevci ve ahlak abidesi gözüken içten pazarlıkçıların hoşuna gitmese de böyledir , realite ortadadır. HANGİ KADIN ÖRGÜTÜ ; GENELEVE , ARABA LASTİĞİ... REKLAMINDA KADININ KULLANILMASINA KARŞI ÇIKMIŞTIR ?.ONLAR GENELEVDEKİ KURBANI KURTARMAK YERİNE , “ SE X EMEKÇİLERİNİN “ EMEKLİLİK HAKLARINI SAVUNURLAR ( TABİİ KENDİ YAKINI AYNI YERDEN EMEKLİ OLSUN ASLA İSTEMEZ ... ÇÜNKÜ O KADIN DA OLSA , BAŞKASININ KIZI, EŞİ ,ANNESİDİR...! ) KİMSE CELLATI KURTARICI GİBİ GÖSTERMEYE KALKMASIN . HER KONUDA TEK KURTULUŞ İSLAM’DADIR. " ETEK BOYU KARARININ KAYNAĞINDA İYİ YA DA KÖTÜ DEĞERLENDİRİLMİŞ BİR TÜR DAVRANIŞ ÖZGÜRLÜĞÜ...TOPLUMSAL DAYATMALARA KARŞI GELİŞ BULUNUR..." DİYEN TENNUR KOYUNCUOĞLU'NA -Radikal :12.06.06- CEVAP : "GÜNÜMÜZDE " ASIL TESETTÜR TERCİHİNİ SEÇEN KADIN, TOPLUMSAL DAYATMAYA KARŞI GELiş VE ÖZÜNDE ÖZGÜRLÜK VE KİMLİK bilinci bulunan bir davranışı seçmiş demektir.TopluMUN " AÇ , NE OLUR..." BASKISI, DERİN SİSTEMİN "İŞ, AŞ " SAHİBİ OLAMAZSIN, " SENİ ÖCÜ GÖRÜYORUZ" CÜMLELERİNE KARŞI BİR VAR OLUŞ VE BİLİNÇLİ BİR TERCİHTE BULUNMA GÜDÜSÜDÜR TESETTÜR! YOKSA TOPLUM ZATEN " AÇ AÇABİ,LDİĞİN KADAR " MANTALİTESİNDEDİR! AÇANA DEĞİL, KAPATANA BASKI VARDIR GÜNÜMÜZDE...! LOLİTA İHTİLALİ Dünkü Milliyet'in 3. sayfasında bir haber: "12 yaşındaki kız internette tanıştığı adama kaçtı." Sayfayı çevirin: Edirne'de sevişirken görüntülenen liseli kızın fotoğrafları... Ve günlerdir Mardin'den Sivas'a kadar Türkiye'nin dört bir yanından 12 - 13 yaşında küçük kızlara tecavü haberleri... Madalyonun bir yüzünde ağzı salyalı sübyancılar var. Peki diğer yüzünde?..Alttan alta inanılmaz bir "ergen ihtilali" yaşadığımızın farkında mısınız?Son zamanlarda bir lise mezuniyet balosunda bulundunuz mu hiç? Gitseniz, gördüğünüz ağır makyajlı, cesur dekolteli, yüksek topuklu, cep telefonlu kızların 16 - 17 yaşında olduğuna inanabilir miydiniz acaba? Levent'te bir estetik kliniğinde görevli bir uzmanla görüştüm. Dinlediklerime inanamadım: "14 - 15 yaşında kızlar, ana babalarından habersiz gelip kaşlarını kaldırmak, fazla yağlarını aldırmak, selülit tedavisi yaptırmak istiyor"muş.Geçenlerde bir kız elinde Angelina Jolie'nin fotoğrafıyla gelmiş ve "Bununki gibi dudak istiyorum" demiş.18'lik bir lolita da göğüslerini büyütmesi için yalvarmış. "En büyük istekleri" neymiş biliyor musunuz? Zara'nın ya da Diesel'in 34 bedenine sığmak...Bunun için yarışıyorlarmış: "Çünkü televizyonda gördükleri mankenler 34 beden giyiyor. Onu giyebilmek için 44 kilo kalmaları lazım. Bunun için resmen aç geziyorlar. Gün boyu yedikleri, bir kase yoğurt, iki tas salata, sigara, kahve ve kola... 500 kaloriyle yaşamaya çalışıyorlar. O yüzden vücutlarında demir, sodyum eksikliği var. Yanlış beslendikleri için vücutları hızla deforme oluyor, müdahale için de bize geliyorlar."Uzman, bunun son 3 yılda gözlenen bir "patlama" olduğunu söylüyor: "Ben de anneyim, 18'lik 'lipolu' (yağ aldırmış) kızları görünce dehşete kapılıyorum. Biriktirdiği 300 - 500 milyonla gelip 'Dudağımızı şişir' diyenleri 'Bırakın dudağınızı da gidin kafanızı şişirin' diye geri yolluyorum." Genelde üst gelir grubundan hastaları bulunan bir jinekoloğun gözlemleri daha da çarpıcı: "Genç nüfusta müthiş bir uyanma var" diyor. 17 - 18 yaşlarında lise öğrencilerinin kürtaj için başvurduğunu söylüyor ve bazı gözlemlerini aktarıyor:Batı'da ergenlik yaşı 16 - 17'den 11 - 12'ye geriledi. Amerika'da 10 yaşa kadar düştü.Genç kızlar annelerinden çok daha erken adet görüyor artık...Bunun, iklimden beslenmeye kadar pek çok nedeni olabilir ama en önemli nedenlerinden biri "psiko - sek süel uyarımın artması"...Yani, okulda, çevrede ve özellikle de medyada cinsel teşhirin yaygınlaşması... Baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filmler, cinsellik yüklü diziler, çıplaklığa çağıran reklamlar, beyinde ergenliği erken uyandırıyor, cinselliğin keşfini hızlandırıyor. Özellikle varlıklı kesimden gençler, lise çağında, özentiyle büyük ve se ksi görünme derdine düşüyor. Karşı cinsi de sadece bir s eks nesnesi olarak görüyor.Anneleri mi? Onlar da kızlarının ponponlu çorapları ve lastik ayakkabılarıyla genç görünme çabasında... Küçükler büyük, büyükler küçük görünmek için yarışıyor adeta... Kimseyi suçlamayalım; bu tablo bizim eserimiz: İyi bir kalça sahibi olmanın, iyi bir kafa sahibi olmaktan daha fazla prim yaptığı bir ülkeden ne bekliyordunuz ki? Kafasını çalıştıranların kafasını koparırken, kalçasını çalıştıranları baş tacı eden bir toplumda nasıl çocuklara "Göğsünü değil, kütüphaneni büyüt" öğüdü verebiliriz ki? Yasak çare değil... Beyin faaliyetine itibar kazandırmaya ve öncelikler konusunda topyekün bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var. ( MİLLİYET : Can Dündar ) Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 ÇAĞDAŞ HAYAT ( !) VE KADIN Çağdaş olduğu iddia edilen hayat tarzında kadınlar ,kendilerinin dış görünüşleri ile değer kazanacakları konusunda ikna edilmiş durumda bulunmaktadırlar.Bilgi,görgü,zeka'dan önce uzay çağının ,21. yüzyılının kadınının (!) değeri sarı (bazen kızıl...! ) saçlar ,ikide bir değişen vücut ölçüleri daralıp bollaşan, bazen yırtık, bazen sökük ...ama daima modacılarla kumaş tröstlerinin anlaşması ile çoğu da cinsel tercihini tuhaf şekilde yapan kreasyoncularca hazırlanmış moda elbiselerini giyen ,kendince karar vermesine izin verilmeyen makyaj, giyim, ...hatta hayat tarzına, yaşam tarzına ( yani dinine) başkalarının karar verdiği evlendiği kocasının yanında yüzünde salatalık maskesi , saçlarında bigudi ...vs ile dolaşan ve kocası ile yatağa bu halde iken girerken sabah evden çıkarken , kocasından ayrılırken makyaj yapmaya çalışan süslenen, kokular sürünen kadın ne kadar hayatında hür ve doğru karar verme hakkına sahip olabilmektedirler acaba...?Örneğimize devam edelim ;her çağdaş kadın aynı şeyi yapsa, eşinin yanında savaş boyalarını sürünmüş gibi dolaşırken dışarıya çıkarken süslense eşleri ,hayat arkadaşları hanımından uzaklaşıp gözü dışarıya kaymaz mı ?Öyle ya eşine değilde dışarıdaki insanlar için süslenen kadın eşini ne kadar kendine bağlayabilir...? Kocasıda tıpkı kendi eşi gibi ,eşi için süslenmeyen ,başkaları için farkında olmadan süslenen diğer kadınlara ilgi duysa ,aynı şeyi başka erkek kendi eşine karşı hissetse toplumda aile ,ahlak ne hale gelir ,öyle değil mi!Flörtle başlayıp ,aşkla alevlenen ,evlilikle sonuçlanan çağdaş evlilikler ;ihanet,kısa süren evlilikler , boşanmalar asrı olan asrımızın temel kaynağı bu ters mantık olmasın sakın...! Hatalı olan ne kadın ne de kocadır, hata iki cinsede modern hayat diye bu tuhaf ve ters mantığı kabul ettirenlerdir! İslam'da ise kadın dışarıda örtünür , süsünü ,çekiciliğini evde eşine saklar.Tabiiki aynı durum erkek içinde söz konusudur!Yine acaba neden hostes bacılar onlarca erkeğe hizmet ederken , yemek ikram edip ,yastık kabartıp , kemer bağlarken... medeni olurlar da evlenip işini terkedip sadece eşine hizmet etmeye karar verince tenkide uğramaktadır."Hayatını güvence altına almak,ekonomik özgürlük..." sözlerinin arkasında doğru ve güvenilebilen bir eş ,hayat arkadaşı bulunamaması gibi bir mantık yatıyor olmasın sakın? Sokakta kızımızın beline bir erkek kolunu dolasa ona kızarız da adı " dans " olunca bu harekete neden tepki göstermeyiz acaba !!?? Adı "Moda " olunca yırtık,çıplak,tuhaf elbiseleri neden doğal karşılarız ! Kızımız veya oğlumuz " don " ile dışarıda dolaşsa buna karşı çıkarız da adı " mayo veya şort " olunca neden buna karşı çıkmayız ! SUNUCU -MANKEN İPEK TENOLCAY : " MİNİ ETEK GİYİP , İNCE ÇORAPLA GEZİYORSAN BAŞKALARIYLA FLÖRT EDİYORSUNDUR.İLTİFATLAR , BAKIŞMALAR ALDATMA DEĞİL Mİ ?" ( MİLLİYET :11.01.2003) Eğitimli kadınlar cinsel şiddet mağduru İstanbul Üniversitesi (İÜ) Adli Tıp Enstitüsü'nce, üniversite öğrencisi ve mezunu kadınlarla yapılan bir araştırma, katılımcıların büyük bir bölümünün cinsel şiddet türlerinden en az birisine maruz kaldığını ortaya koydu. İÜ Adli Tıp Enstitüsü'nden Prof. Dr. Mustafa Fatih Yavuz ile yüksek hemşire Zehra Kayı, 591'i üniversite öğrencisi olan 700 kadınla, ''Kadın üniversite gençliği ve mezunlarına yönelik cinsel saldırı'' konulu araştırma yaptı.Araştırma sonucunda, katılımcıların yüzde 84'ünün laf atma, açık-saçık konuşma, röntgencilik, teşhircilik, sarkıntılık, ırza geçme gibi ''sözel, görsel, dokunsal'' cinsel şiddet türlerinden en az birisine maruz kaldığı belirlendi. Bunlardan yüzde 44.8'inin, basit cinsel içerikli dokunuştan zorla cinsel ilişkiye kadar uzanan ''dokunsal şiddet'' türlerinden birini yaşadığı tespit edildi. Cinsel şiddet türleri arasında ilk sırayı yüzde 81.3 ile sözel ve dokunsal olanlar aldı. Araştırmaya katılan yaklaşık her 5 kadından birinin teşhircilik eylemiyle karşı karşıya kaldığı ortaya çıktı. Cinsel saldırı boyutundaki eylemlerin yaklaşık yarısında fiziksel şiddet kullanıldı. Yine eylemler sırasında korkutma-tehdit ile kandırma da ilk sıralarda yer aldı.(Milliyet:12.06.2003) İLK SIRADA SEVGİLİLER VAR Araştırma, sanılanın aksine, cinsel şiddet eylemlerinin yabancılar değil, çoğunlukla tanıdık kişiler tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koydu. Buna göre, saldırganların yüzde 95'inden fazlası tanıdık. Çalışmaya göre, ilk sırada sevgili düzeyindeki erkek arkadaş, ikincisi sırada nişanlılık ve sözlülük ilişkisi geliyor. Üçüncü sırada ise ens est ilişki türleri var.Araştırmada, sevgili düzeyindeki erkek arkadaşların daha çok görsel ve dokunsal cinsel şiddet türü uyguladığı dikkat çekti.Saldırganların çok büyük çoğunluğunu ise ortalama 25 yaşındaki erkekler oluşturdu. Eylemin gerçekleştirildiği yerler arasında ilk sırayı saldırganın evi aldı. Çalışma, eylemler nedeniyle adli makamlara başvuru oranının ise hemen hemen yok denecek kadar az olduğunu da ortaya koydu. Buna göre, adli makamlara iletilen cinsel şiddet türleri teşhircilik, cinsel içerikli dokunma ve cinsel birleşmeye teşebbüs eylemi ile sınırlı kaldı ve oranı yüzde 2-3'ü geçmedi.Bu tür eylemleri yaşayanların, çaresizlik ve suçluluk hissiyle utanma duygusunu yaşadığı da belirlendi. TAHMİN EDİLENİN DAHA ÖTESİNDE... Araştırma sonuçlarını değerlendiren Prof. Dr. Yavuz, cinsel şiddetin toplumdaki tüm bireyler için bir sorun ve tehlike olduğuna işaret etti.Prof. Dr. Yavuz, ''Bu çalışma, toplumumuzda cinsel şiddet boyutlarının tahmin edilenlerin de daha ötesinde olduğunu ortaya koyuyor'' dedi. Mağdurların adli makamlara başvurmama nedenleri arasında ilk sırayı toplumun olumsuz yaklaşımının aldığına işaret eden Prof. Dr. Yavuz, bunu; ispatlayama ve saldırganın misilleme yapma korkusunun takip ettiğini ifade etti.Prof. Dr. M. Fatih Yavuz, ''Cinsel şiddet eylemlerine maruz kalma oranının yüksekliği, karşı karşıya olduğumuz sorunun büyüklüğünü de gösteriyor. Adli makamlara yansıma oranlarının çok düşük olması da, bu soruna hukuksal, sosyolojik ve medikal açıdan ciddiyetle ve yoğun bir şekilde önem verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor'' diye konuştu. NOT : AŞAĞIDAKİ YAZI BİR İSLAM ALİMİNİN YAZISI DEĞİL,AKSİNE BİR YABANCI YAZARIN EVLİLİĞİN HAYAT BOYU MUTLU ŞEKİLDE SÜRMESİ İÇİN YAZDIĞI EŞLERE TAVSİYELERDEN OLUŞAN BİR KİTAPTAN ALINMIŞTIR ! Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 KARŞI CİNSTEN İNSANLARLA ARKADAŞLIK Karşı cinsten insanların uzun süreli çalışma ilişkilerinde olaylar genellikle sinsice gelişir.Kişi ”Karşı cinsten filanca kişiyle sadece arkadaşız” dediklerinde kesinlikle kendilerini aldatmaktadırlar.Bazen doğru gelebilir yada ilişkinin başında doğru gelebilir. Oysa pek çok durumda karşı cinsle kurulan arkadaşlık bir süre sonra, diğerinin zekası yada mesleki yeteneğine duyulan saygıya bağlı olarak arkadaşlıktan öte bir şey haline gelmeye başlar.İlişki adım adım daha açık ve güvenilir bir nitelik kazanır.Küçük şeyler paylaşıldıkça bir takım tesadüfler ve ortaklıklar sonucunda daha yakınlaştığınızı fark edersiniz. Eğer evliyseniz eşinizle aranızdaki farklılıklar yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlar. Bir bakmışsınız ki yeni arkadaşınızla her şeyde uyuşurken ,eşinizle hiçbir konuda uyuşmaz hale gelmişsiniz.Tabii sonunda diğer insanla (arkadaşınızla) uyum faktörü yada fiziksel çekicilik nedeniyle hormonlar faaliyete geçer ve kaçınılmaz olay nihayet gerçekleşir.Olmasını asla tasarlamadığınız şeyler olur. Konunun trajik yanı Çoğu cazip şeyin zamanla felaket getireceğinin başta inkar edilmesidir.Karşı cinsten biriyle gözlerin SANİYENİN ONDA BİRİ KADAR BİR ZAMANDA uzunca birleşmesi , koridorda yanından geçerken özel bir itina göstermek,herhangi bir yerde tesadüfen çarpışmak,TOKALAŞIRKEN veya bir şey alıp verirken ellerin bir iki saniye daha uzun tutulması,… bunlar ve bunun benzeri ipuçlarını görmemezlikten gelmek … bu gibi şeyler kırmızı bayraklardır böyle durumlarda kendinize “zararsız flört “ olamayacağını hatırlatın. Eğer evli iseniz olan şeyi dürüstçe kabul edin – mazeret aramayın – ve eşinize bağlılığınızı hatırlayın. İş yerinizdeki arkadaşınızla veya sekreterinizle bir kere yemeğe çıksam ne olur , demeyin : Boşanmaların yüzde yetmişi aynı iş yerinde veya yakın iş birliği halinde çalışan şahısların yakınlaşması sonucu oluşuyor.yüzde ellisi de eşlerden birinin bir alış veriş merkezinde veya otoparkta karşı cinsten biri ile tanışması ve o kişiye karşı ilgi duyması ile gerçekleşiyor. Kısacası sekreterinizle veya işbirliği içinde olduğunuz karşı cinsle iş yemeğine veya bir yerde buluşmanızın size hiçbir kazancı olmaz , ama kaybedeceğiniz çok şey olur! İşin gerçeği bu konuda duyarlı öğütler vardır :” evlilikten önce iffet , evli iken sadakat gerekir.”Karşı cinsten biri ile çalışmanız gereken durumlar olacaktır. Bu durumu önleyemeyebilirsiniz ama kendi düşünce ve konuşmalarınızı pekala denetleyebilirsiniz.Temel sorun , dostluk ile flört arasındaki çizgiyi aştığınız zaman sonuçta bir şeylerin yaşanabilecek olmasıdır.yaşananlarda kötü sonuçlar doğurur. ( Z. ZİGLAR : HAYAT BOYU FLÖRT ) REKLAMLAR VE KADIN HAKLARI - BIR PARTIDESINIZ ,SIZI NASIL FARKETMELERINI SAGLARSINIZ ? ...GÜLÜMSEMENIZE GÜVENEREK ( DISLERINIZLE ! ) - FARKEDECEKLER (SAÇLARINIZI ...) - BAKALIM ILK KIM BIRISININ DIKKATINI ÇEKECEK ? ... ( TABII KI EN DEKOLTE GIYINIP, SAÇLARINI AHENKLE DANSETTIRENLER...) KRAVAT RAKLAMINDA BUZ PATENI YAPAN MINI ETEKLI , KRAVATLI ( ! ) BAYAN, MAYO ILE GÖZLÜK REKLEMI YAPAN MANKEN ( ! ) LER , ...; GÖZLER BAYRAM ETTI , ÜRÜN DEGIL , MANKEN ILGI TOPLADI HABERLERI ... Sömürülmek isteyen "çağdaş(!) yaşamı savunmaya devam etsin ...taki GERÇEK yüzünmüze çarpana kadar. HA SAHI ! ! , HIÇ KADIN SÖMÜRÜSÜ YAPAN SAHIBI ASIRI DINCI BIRI OLAN MAMÜL REKLAMI GÖRDÜNÜZ MÜ ?... Ne ilginçtir , " sevgilinizin çıplak resmini gönderim , yayınlayalım" diyen genel yayın yönetmeni , kendi eşinin çıplak resminin yayınlamayı reddediyordu bir özel kanaldaki sohbette...!!! YA BU HABERLERİ (!) YAPANLARA NE DEMELİ ' En öpülesi dudaklar' Jessica Alba'nın Colgate'in 'Ağız Sağlığı Haftası' için gerçekleştirdiği ankete göre erkekler en çok sek si yıldız Jessica Alba'yı öpmek istiyor.Mükemmel vücut hatlarıyla erkeklerin hayallerini süsleyen ünlü oyuncu Alba 'En Öpülesi Dudaklar' anketine katılanlardan aldığı oylarla dolgun dudaklarıyla ün yapan Holywood'un sek si oyuncusu Angelina Jolie'yi bile geride bırakarak birinci oldu. Son günlerde Hollywood'dun en çok konuşulan isimlerinden biri olan Alba aldığı bu yeni unvanla yine adından sıkça söz ettirecek gibi duruyor.( Milliyet :04.10.2006 ) En güzel kalçalar Beyonce'un Knowles, ABD'de yayınlanan In Touch dergisinin gerçekleştirdiği bir anketle, 'Hollywood'un en güzel kalçalı yıldızı' seçildi. Knowles, birçok ünlü ismin yanısıra, kalçaları da adı kadar ünlenen Jennifer Lopez'i de tahtından etti.En sek si kalçalara sahip Hollywood ünlülerini belirlemek için gerçekleştirilen ankette, Jessica Simpson ikinci, Salma Hayek üçüncü olurken, Lopez bu sıralamada ancak sekizinci sırada yer bula bulabildi.( Milliyet :02 Ekim 2006) En güzel ve en çirkin bacaklar seçildi Bir şarap firmasının geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği ankette Hollywood’un en ‘çirkin bacaklı’ ünlüleri belirlendi. ‘Lmbrini’ adlı şarap firmasının düzenlediği ankete katılan 3000 kişi ‘En çirkin bacaklı’ ünlüleri belirlerken ‘En güzel bacaklıları’ da unutmadı.Ankette son zamanların en popüler oyuncularından Kelly Brook’un bacakları ‘en güzel’ seçilirken şaşalı yaşantısıyla gündemden düşmeyen Victoria Beckham ‘en çirkin’ bacaklı ünlü seçildi.( Milliyet :28 Kasım 2006) SİZE NE MİLLETİN ORASINDAN BURASINDAN...AKLI, İLMİ, NEZAKETİ..ÖN PLANA ÇIKARSANIZA..! Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 15 YAŞINDA ÇAĞDAŞ HAYATIN KURBANI OLDU ! MERSİN'de evlenme vaadi ile kandırılan liseli 15 yaşındaki N.Ö., sevdiği gencin kendisini terk etmesinin ardından fuhuş batağına düştü. N.Ö.'yü ïpara karşılığı pazarlamak, zorla cinsel ilişkiye girmek, oral ve grup toplu s eks yapmağı iddialarından aralarında sendikacı, öğretmen, işadamı, muhasebeci, muhtar ve eski bir bürokrat eşinin de bulunduğu 11 kişi yakalandı. 2 kişi ise aranıyor. Olay, Yeni Mahalle'de oturan 46 yaşındaki anne Hamide Ö.'nün Cumhuriyet Savcılığı'na verdiği şikayet dilekçesi ile ortaya çıktı. Dilekçenin Emniyet Müdürlüğü'ne havale edilmesi üzerine Ahlak Masası operasyon başlattı. İfadesini gözyaşları içinde veren N.Ö., başından geçen olaylar zincirini tüm ayrıntısına kadar anlattı.`EVLENECEKTİK' Genç kız geçen aralık ayında komşuları olan Gökhan Nayman'la tanışıp arkadaşlık yapamaya başladığını belirterek, ``Gökhan ile arkadaşlığımızda evine gittik. Burada bir süre oturduktan sonra bana evleneceğimizi, mutlu bir yuvamızın olacağını söyleyerek benimle sevişmeye başladı. Ben de evleneceğimiz için sesimi çıkarmadım. Daha sonra benimle evlenmeyeceğini söyleyerek ayrıldı. Ben de korktuğum için kimseye bir şey söylemedim. Daha sonra beni terk edip ortada bıraktı. Bu olaydan sonra barda tanıştığım Garip Öztürk benimle evleneceğini söyledi. O da bir süre benimle olduktan sonra kayıplara karıştı'' dedi. Yaşamı kararan genç kız ifadesinde öz teyzesi N.'nin evinde de eski İl Daimi Encümen Üyesi, Selüloz-İş Sendikası Silifke Şube Başkanı ve MHP milletvekili aday adaylarından İ.Y. ile tanıştığını ifade ederek, ``Bir gün Silifke'ye gittiğimde İ. ile karşılaştım. Beni bürosuna çıkarttı. Orada ilişkiye girdikten sonra bana 30 milyon lira para verdi'' diye konuştu. ....... İşçi Nejat Ö. ile evli olan anne Hamide Ö.'nün şikayeti üzerine başlatılan soruşturma kapsamında N.Ö.'nün verdiği ifadelerden sonra polis, genç kızla ilişkiye giren sendikacı, öğretmen, işadamı, emlakçı, muhasebeci, muhtar ve aracı kadınları yakalayarak gözaltına aldı. Garip Öztürk ile İ.Y., T.K., M.A., B.K., G.T., H.K., M.T., O.T., R.Y., M.A. gözaltına alınırken; polis N.Ö.'yü evlenme vaadiyle kandırıp birlikte olan Gökhan N. ile ilişki kurduğu B.A.'yı ise arıyor. ( Milliyet :20 Eylül 2003 ) BİZLER GAZETELERDEKİ BU TÜR ****** OLAYLARA , HABER NİTELİKLİ YAZILAR GÖZÜYLE BAKMAYIZ,BAKAMAYIZ !AKSİNE AYNI OLAYLAR BAŞKA GENÇ KIZLARIN- SİSTEMİN KURBANLARININ - BAŞINI GELMESİN DİYE HAREMLİK-SELAMLIK'I TAVSİYE ETMEKTE, SAVUNMAKTAYIZ!!! AYRICA YUKARIDAKİ MAĞDUR AİLE DE BİR GÜN BAŞLARINA BÖYLE BİR ŞEY GELECEK DİYE BEKLEMİYORLARDI. AYNI OLAYIN BAŞINA GELMESİNİ İSTEMEYEN TÜM TOPLUMA HAREMLİK-SELAMLIK'I SAVUNMALARINI TAVSİYE EDİYORUZ...SENDİKACI,ÖĞRETMEN,MUHTAR,İŞADAMI,ASKER,POLİS...HEPSİ OKUMUŞ İNSANLAR AMA EĞİTİM ,NEFSE UYMAYA-ZİNA ETMEYE HATTA ZALİMLİĞE-SAPIKLIĞA-SÜBYANCILIĞA ENGEL DEĞİL...! KISACA "HANGİ ÇAĞDAYIZ , 21.YY , ...VS LAFLARININ İÇİ BOŞ , HEDEFİ KADIN-KIZLARI ERKEKLERİN SOFRASINA YEM YAPMAKTAN BAŞKA BİR İŞE YARAMIYOR ! KADINLARIN OY KULLANMASI MÜMTEHİNE SURESİ 12. AYETTE KADINLARIN BİATLARININ - O YILLARIN OY KULLANMA ŞEKLİ - KABUL EDİLECEĞİ BELİRTİLMİŞ VE BU HAK KUR'AN İLE 1400 SENE ÖNCE KADINLARA BİR HAK OLARAK TANINMIŞTIR !HZ. RESUL'DE AKABE BİATLARINDA KADINLARDAN BİAT - OY - ALMIŞTIR.AMA DAHA SONRA PADİŞAHLIK ,EMİRLİK GİBİ MAKAMLAR İLE OY -BİAT SİSTEMİ KULLANILMADIĞI İÇİN , HEM ERKEK HEM KADIN OY HAKLARINDAN MAHRUM KALMIŞTIR! KADIN DÖVÜLÜR MÜ? HZ. EYYÜB ( AS) KENDİSİNE ASİ OLAN HANIMINI DÖVMEYE KARAR AHDEDER.İYİLEŞİNCE ALLAH AYET İNDİRİR:" ELİNE BİR DEMET ÇİMEN SAPI AL VE ONUNLA VUR ! "( SAD :44).DEĞNEK YERİNE ÇİMEN.! KUR'AN'DA KADINLARIN SERKEŞLİK ETME TEMAYÜLLERİ HALİNDE , AİLE HAYATINI BİTİRECEK BİR AHLAKİ ZAAFİYET DURUMU HASIL OLUNCA SIRA İLE ÜÇ AŞAMALI BİR AİLEYİ - DOLAYISI İLE TOPLUMU - KURTARMA OPERASYONUNDAN BAHSEDİLİR ( NİSA : 34 ) : ( SERKEŞLİK ;AHLAKİ ZAAFİYET OLDUKTAN SONRA ZATEN BOŞANMA VUKUU BULACAKTIR;DOLAYISI İLE AİLELERİN DAĞILMASININ , FERT ÇOCUK,TOPLUM ÜZERİNDEKİ YIKICI ETKİLERİ ORTAYA ÇIKABİLECEKTİR !) İSLAM AİLE PARÇALANMADAN ,AİLEYİ KURTARMA UMUDU VARKEN ÖNLEM OLARAK ŞU TAVSİYELERDE BULUNUR: *" NASİHAT ET " : HANIMIN ADININ KÖTÜYE ÇIKMASINDAN,ÇOCUĞUN ANNE ŞEFKATİNDEN MAHRUM KALMASINA,AİLENİN DAĞILMASINA,...OLAYLARA GENEL BAKMASI İÇİN KADINA NASİHATTE BULUNUR ÖNCELİKLE EŞİ...! * " YATAKLARI AYIRMA " : KADININ KÖTÜ EĞİLİMLERİNİ ENGELLEMEK İÇİN , PSİKOLOJİK OLARAK , AYRI KALMANIN ,YAPTIKLARINI DÜŞÜNMENİN , KÖTÜ EYLEMLERİN SONUCUNU KAVRAYABİLMESİ İÇİN BİR ORTAM HAZIRLANIR.KADIN YALNIZ KALINCA DÜŞÜNÜR,HATASINI ANLAMASI İSTENİR. * " AİLE DAĞILMASIN ,KADIN-ERKEK-ÇOCUK VE GELECEĞİN TOPLUMU İÇİN SON OLARAK YÜZE OLMAMAK ŞARTI İLE , BELKİ DE OT SAPI İLE ( KADIN DÖVÜLÜR DEMİYORUZ , BU DÖVME DEĞİLDİR VE İSLAM'DA DÖVME YOKTUR,... ) KADININ AHLAKİ ZAAFİYET GURURU , KÖTÜLÜĞE YÖNELMİŞ NEFSİ , ,İSTEKLERİ KIRILIR VE AİLE DAĞILMADAN SON KURTARMA OPERASYONU GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ OLUNUR! HALA DURUM ÜMİTSİZ İSE BOŞANMA GERÇEKLEŞTİRİLİR! İki tokat atsaydı boşanmazdık Demet: Maçoluk istiyorum İncir çekirdeğini doldurmayacak şeylerden kavga çıktı. Genelde çıban başı benim. Zor bir kadınım. Problemler benden çıkıyor. Oğuz'un benden tek bir isteği vardı; İstanbul'da sahneye çıkmamı istemiyordu. Huzurumuz bozulur diye düşünüyordu ki haklıydı da. Sonunda sözüne geldim ama Oğuz'un. Belki iki tokat atsaydı otururdum. Ama Oğuz böyle biri, hayatta yapmaz. Kavga ederken bile sesini yükseltmez. Boşanalım dediğin de bağırıp, çağırsaydı, ben dururdum. Biraz maçoluk istiyorum.( Hürriyet :15 Mart 2007 ) Devamı Gelecek... Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Devamı... NOTLAR: KADIN HAKLARI : "Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..." (Kur'ân-i Kerîm 16 (en-Nahl)/58 ) Bu âyette Allah (c.c.) cahiliyet insanının kadina bakışını anlatır ve takbih eder. Halbuki, "Allah diledigine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikisini birden verir, dilediğini de kısır yapar."(Kur'ân-i Kerîm 42 (es-Sûrâ)/49) Kadın da tıpkı erkek gibi doğar, erkek gibi insan yavrusudur. Sefkatte ve hediyede aralarını ayırırlarsa, anne baba sorumlu olurlar. Peygamberimizin vasiyetini gözetmemiş olarak şefaatten mahrumiyeti hak ederler. Cahiliyet duygularının insanlarda zaman zaman depreşeceğini bildigi için, Efendimiz kız çocuklarının, egitimini özellikle vurgular ve "üç, iki, hattâ bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetistiren babanin, Cennette kendisiyle beraber olacağını" (Ibn Mâce, edep3) duyurur. Çocugun kız doğmasında da erkekte oldugu gibi, "Şükür" olarak "akîka" kurbani kesilir. İsmi güzel verilir, zorunlu egitimi yaptırılırr. Gerekli cinsel bilgileri anneden alır. Kur'ân'da ve Sünnette ilme teşvik eden hiç bir nas, kadınları bundan ayırmaz. Tersine, ihmale ugrayacaklarını bildigi için, Peygamberimiz özellikle kadın eğitimini tavsiye etmiş. haklarının korunmasını emretmiştir. Onun devrinde "müctehid" olan kadınlar yetişmiştir. (Meselâ Resûlüllah'in (s.a.) zevceleri Âişe validemiz bunlardan biridir.) Kadın hiçbir konuda erkekten ayrı tutulmadan büyütülmüş ve yetiştirilmiş, sira evlenmesine gelmiştir. Damat adayını görmesi bir hakkı ve ayni zamanda bir sünnettir. Beğenmezse reddeder, velîlerin ve damat adayının ısrarı hiçbir şeyi değiştirmez. Evlenirken ağırlığını koyar, damat adayından istediği kadar "mihir" alir. Mihir onun Allah'ça belirlenmiş en tabii hakki ve hayat garantisidir. Harcama sahasi, mesru çerçevede tamamen kendi iradesine bağlıdır. Mihrini, ya da varsa diğer mal varlığını, hayir yolunda harcayabileceği gibi ticarî işletmelerde kullanabilir, şirketler kurar, şirketlere hisse senetleriyle ortak olur, kazanır ve kazandığını da istediği yerde harcar. Çünkü kendi sosyal güvenliği, kocaya varmakla garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için gerekli bütün zarûri harcamalar erkegin sırtınadır. Erkek, elbiseni ya da süs malzemeni kendi kazancınla al, diyemez. Kendi varlığı ölçüsünde kadının nafakasını sağlamak zorundadır. Sağlayamayacaksa evlenemez. Evlendikten sonra sağlamazsa kadının boşanma talebi olumlu sonuçlanır. Kocası onu tahkir edemez, onun hayat arkadaşı olduğunu unutmamak zorundadır, darılıp evinde yalnız bırakamaz. Erkeğin en hayırlısı, kadına en iyi davranandır. (Bk. Buhâri, nikâh 43; Müslim, fedâil 68) Evde hanımıyla şakalaşmak, eğlenmek ve onu eğlendirmek kocanın görevlerindendir. Kadının hak-hukuk tanımayıp isyan etmesi dışında, sudan bahanelerle erkek karısını dövemez, (Karının dövülmesi konusunda Kur'ân-ı Kerîm 4 (en-Nisâ)/34 âyeti ve tefsirlerine bakılabilir. Örnek olarak bk. Ibn Kesîr N/257; Kurtubî NI/170,172,173; Elmali N/1351; Ebû Dâvûd, menâsik 56; Ibn Mâce, menâsik 84; Müslim hac 147; Tirmizi, Rada'11; Ebû Dâvûd, menâsik 56; Halebî Sagîr s. 395; Halebî Kebîrs. 621; Canan, Terbiyes. 391;) hastalık kıskançlığından kaynaklanan süphesinden ötürü karısını anî baskınlarla rahatsız edemez. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadîslerinde ailesinden uzun zaman ayrı kalan birisinin, haber vermeden gece ansızın eve gelmesini yasaklamıstır. Bunda ayrıca koltuk altı, etek tıraşı ve süslenip taranmayla kocasına hazirlik yapabilme imkâni bulması da, sebep olarak zikredilmiştir. (Bu konuda bir hadîs-i serîfin meâli söyledir: "(Uzaklardan) geceleyin geldiginde hanımın yanına girme ki, bıçak kullanıp tıraş olsun, dağınıksa tarasın. (gelişine hazırlansın)" Buhârî, nikâli 121,122; Müslim, radâ' 58, imâret 181,182; Dârimî, nikâh 32, cihâd 163; Müsned NI/298. Hadîs serhleri buna sebep olarak bir de, eve geceleyin aniden girmesinin, hanımının ihanetinden süphelendiği anlamına gelebileceği ihtimalini gösterirler.) Kocanın karısını cinsel yönden tatmin görevi de vardır. Peygamberimiz, karısını düsünmeden, işini bitirerek hemen inen insanları horoza, yani hayvana benzetmiş ve sevişip oksama olmadan cinsel iliskiye geçilmemesini tavsiye etmistir. (Deylemî'den, Gazâlî, Ihyâ N/52 (Terc. N/129); Ayrıca bk. Suyutî, el Camiu's-sagîr (Fethu'I-Kadîr ile) VI/323) Çünkü erkek bakmakla hemen tahrik olabilir, ama kadın cinsel iliskiye ancak uzun bir okşama döneminden sonra hazır hale gelir. Iyi bir erkek, karısını bu işe hazırlamayı başarabilen ve kendi doyduğu gibi onu da doyurabilen erkektir. Cinsel iliskide sadece kendisini düsünen erkekler, karşısındakine zulmettiklerini ve işkence ederek zevk aldıklarını unutmamalıdırlar. Evlendikten sonra bir yıl içerisinde hiç cinsel iliski yapamayan erkekten kadının ayrılma hakkı vardır. Kadın "peşin mihrini" almadan kendisini erkeğe teslim etmeyebilir.Kadının nafakası gibi, tedavisi ve ilâç harcamaları da kocaya aittir. Kadın ekmek yapamayan birisi ise, erkek hazır ekmek almak zorundadır. Süslenmesini istiyorsa, süs malzemeleri ve koku masrafı erkeğe aittir. Yılda en az yazlık ve kışlık olmak üzere iki takim elbise erkeğe aittir. Anlaşmazlık söz konusu olursa elbisenin nitelikleri mahalli idarelerce tesbit edilir. Kadın, kocası sefere çıkarken, gelmediği günler için nafakasına, ondan kefil alabilir. Âdetli günlerinde kocasından ayrı yatmak isterse, ayrı bir yatak istemek hakkıdır. Durumuna göre kadın kocasından hizmetçi isteyebilir. Hizmetçinin ücreti kocasina aittir. Örfe göre kadınların yapmaması ayıplanan ev işleri dışında kadın, hiçbir is yapmak zorunda değildir. İhtiyaç duyarsa kocasıyla aylık nafaka miktarında anlaşırlar. Yetmediğini anlarsa artırmasını ister, koca kabul etmezse mahkemeye başvurabilir. Kadın kocanın yakınlarını istemediği takdirde, kocası onu müstakil bir evde oturtmak zorundadır. Buna sebep olarak, kocasıyla oynaşmak ve yararlanmak arzusuna, onların bulunmasının engel olacağı gösterilmistir. Hattâ cinsel iliskiyi bilmeyecek kadar küçük olan çocugu dışındakiler için de aynı sebeble ayrı odalar istemek, kadının hakkıdır.Erkeğin haklarına bir zarar vermeyen meşru işlerde; kadının meşru çerçevede çalışmak hakkıdır. Âdet ve lohusalıktan ötürü hamama gitmek istediği takdirde, hamam parasını erkek verir, ancak hamamda avret yerlerinin açılmamasına riayet edilmediği biliniyorsa, kadın hamama gönderilmez."Ric'î" (dönülebilir) ya da "bâin" talakla boşanan karısının her türlü nafakasını, iddeti içerisinde erkek verir.Bu söylediklerimiz bütün fıkıh kitaplarında kadının erkek üzerindeki hakları sayılırken açıklanan konulardan sadece birkaç örnektir. Sonra bunlar birer tavsiye niteliğinde değil, yaptırımı olan kanûni haklardır. Karadeniz'de, Anadolu'da. şurada-buradâ kadınlar çalıştırılıyor ve ancak erkeğin yapabileceği zor işler altında eziliyorlarsa, bunun suçu İslam'ın değil, İslâmı onların hayatından uzaklaştıranların olsa gerektir. Bir seçim söz konusu olduğunda kadının seçme hakkının bulunduğunu çoğu İslâm bilginleri söylemişlerdir. Çünkü onların böyle bir hakkının olmadığına dair hiçbir delil yoktur. Kaldı ki seçme, "bey"at"tan ibarettir. Halbuki, Peygamberimiz kadınlardan da bey'at almıştır. (bk. Kur'ân-ı Kerîm 60/12 âyeti ve tefsirleri.) Hz. Ömer'den sonra seçilecek halife için, evlenmemiş genç kızlar dahil, herkesten fikir alınmıştır.(bk. Muhammed Hamîdullah, Islâm Müesseselerine Giriş Ist.1981, s. 112 (Ibn Kesîr'den nakil) Nihayet kadın öldüğünde kefeni de kocasına aittir. (Özet olarak sunduğumuz bu maddelerin daha geniş bir açıklaması için bk. Ibn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, Mısır 1380 (1960) NI/571 vd. Ayrıca bütün fıkıh kitaplarının nafaka bölümleri ve özellikle Serahsî, Mebsût V/180 vd.) Görüldüğü gibi kadın geçim konusunda hiçbir derdi ve endişesi olmayan, yani alabildiğine sosyal güvenliği bulunan bir insandır. Ve bütün bunlar bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda mahkeme kararı ile belirlenecek olan kanunî haklardır. Yoksa İslâm'da karı-koca birbirinden devamlı hak koparmak için çekişip duran iki düşman kutup değildirler. Birbirlerini tamamlayan, birbirlerine yardım eden, destek olan, huzur ve moral kaynağı oluşturan, bir bütünün iki yarım parçasıdırlar. Tıpkı Peygamberimiz'in ev işlerine yardım etmesi, Hz. Ali ile eşi Fatıma arasında iş bölümü yapması gibi. Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Kadının Aklı ve Dini Yarım mı? "Allah Resulü Ramazan veya Kurban Bayramında musallaya gitmek üzere yola çıktığında kadınlara rastladı ve şöyle dedi: " Ey kadınlar topluluğu sadaka veriniz, zira cehennem ehlinin çoğunluğunu sizlerin oluşturduğunu gördüm. Kadınlar neden ya Resullullah diye sorduğunda Allah Resulü "Çünkü kadınlar çok lanet ettiler ve kocalarına karşı da nankör oldular, cevabını vermiş ve devamla sizin kadar eksik akıllı ve eksik dinli birinin akıllı ve dini sağlam bir kimsenin aklını çelebildiğini görmedim" demiştir. Kadınlar: "Aklımızın ve dinimizin eksikliği nedir ya Resullullah" diye sorduğunda Allah Resulu : "İki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği yerine geçmesi kadının aklının noksanlığı, hayızlı olduğu zaman namaz kılmaması ve oruç tutmaması da dininin noksanlığıdır, cevabını vermiştir." Mutevelli , akla uygun olmaması, Kur'an-ın açık hükümlerine ve tarihi geçeklere ters düşmesi sebebiyle bu hadisin mevzu olduğunu söylemektedir.İbn-i Hazm, Saidi , Kasım emin...gibi alimler İslam'ın kadına her türlü tasarruf ve mülk edinme ehliyetini verdiğini ayrıca tarihi geçeklerin de kadına akli bir eksiklik atfedilmesine mani olduğunu söylemektedir.Hz.Aişe'nin ilmi sahada gösterdiği başarı ancak akli yeterliliğine sahip bir kişinin gösterebileceği bir başarıdır. Sahabeden en büyük fakihler bile, fıkhı meselelerde "Hz.Aişe'ye danışıyordu. Urve'nin Hz.aişe hakkında; Hz.Aişe'nin şiir bilgisine hayret etmiyorum, çünkü Ebu Bekir'in kızıdır. Fıkıh konusundaki ilmine de hayret etmiyorum, çünkü Hz.Peygamber'in zevcesi idi. Fakat tıp konusunda ki bilgisi beni hayrete düşürüyor." dediği nakledilmektedir.İslam toplumunda kadınlar sadece Hz.Peygamber konusunda değil, bütün devirlerde önemli roller üstlenmiştir, hatta erkeklere hocalık yapacak seviyeye ulaşmışlardır. Hz. Ömer halifeliği esnasında kadınlarla istişare de bulunuyor, onların görüşlerini alıyordu. Hz. Ömer kızı Hafsa'ya kadınların kocalarından ne kadar sure ayrı kalmaya sabredeceklerini sormuş, kızının ona verdiği cevaba uygun olarak bu süreyi dört ay olarak belirtmiştir.Açıklanan bu örneklerin kadın için aklı ve dini açıdan herhangi bir eksikliğin söz konusu olmadığını açıkça göstermektedir. Kadının aklının eksik olduğu kabul edilirse, yükümlülük için aklının sihhatinin şart olduğunu, akli yönden eksik olan bir varlığın herhangi bir dini sorumluluğunun olmaması gerekirdi. Halbuki kadın ve erkek her müslümanın Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak konusunda aynı derece yükümlü oldukları Kur'an-ı Kerim'de açıkça belirtilmiştir. Kadınlara Danışılmaz mı? Bu konuda uydurma hadis şöyledir: "Kadınlara danışın, fakat söylediklerinin aksini yapın." Aliyyu'l Kari ve el-Acluni bu hadisin uydurma olduğunu Kur'an ve sünnete ters düştüğünü söylemiştir. Yine İmam-ı Ebu İshak el-İsferayini kadınların rivayet ettikleri hükümler ve hadisler erkeklerin rivayet ettiklerine zıt düşerse kadınlarınkini erkeklerinkine tercih etmiştir. Cenab-ı Hak Peygamberine çevresindeki müslümanları kastederek der kı: "Yapacağın işler hakkında onlara danış." (Al-i İmran Suresi:159) buyurarak peygamberine çevresine danışma emri veriyor. Allah Resulunun hanımlarına danışıp da tersini yaptığına dair elimizde bir tek örnek yoktur. Bu sözün uydurma olduğunun en güzel örneği Allah Resulunun Hudeybiye savaşının önemli bir anında hanımı Ümmü Seleme'nin söylediği fikri doğru bularak onun sözüne uygun karar vermesidir. Hz.Ömer Şifa Hatunun fikrine çok önem verirdi. Yine mehir konusunda dörtyüz dirhemden fazla verilmemesini tavsiye eden Hz.Ömer'in mescitte cemaat huzurunda Nisa Suresi'nin 20.ayetini delil gösteren bir kadın tarafından ikaz edildiğini ve kadının gösterdiği delil karşısında Hz.Ömer'in fikrinden vazgeçtiği, hatasını itiraf ettiği, kadına dönerek "Kadın Ömer'den daha iyi bildi" dediği bilinmektedir. Hz.Ömer halifeliği esnasında, kadınlarla istişare de bulunuyor, onların görüşlerini alıyordu. Hz.Ömer kızı Hafsa'ya kadınların kocalarından ne kadar süre ayrı kalacağını sormuş, kızının ona verdiği cevaba uygun olarak Hz.Ömer bu süreyi dört ay olarak belirtmişdir. BUNLAR UYDURMA HADİSLER OLUP PEYGAMBERİMİZE, DİNİMİZE VE KADINLARA İFTİRADIR. .. ve ne yazık ki halkımız arasında söylene gelmektedir * Kadınların akılları şehvetlerindedir. * Kadınlara itaat pişmanlıktır. * Kadınları Allah geride bıraktığı gibi sizde geri bırakın * İnsanın insana secde etmesi caiz olsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim * Eğer kocanın tepesinden ayağına kadar bütün bedeni irinler içinde kalıp hanımı o irinleri diliyle silerse,yine de ona karşı teşekkür etmek vazifesini eda etmiş sayılmaz. * Namazı katleten şeyler köpek, eşek, domuz ve kadındır * Uğursuzluk kadında, evde ve attadır Son söz olarak yabancı kültürlerle temasa geçilme sonucu, bu kültürlerin etkisinde kalınarak Kur'an-ı Kerim'den kopulmuş, kadını aşağılayıcı birçok görüş İslam toplumuna girmiştir. Kadınlar uğursuz mudur? Bu konuda uydurma hadis şöyledir: " Uğursuzluk kadında, evde ve attadır." Bu hadis-i şerifi Hz. Aişe duyduğu zaman itiraz ederek şöyle demiştir. "Kur'an-ı Hz.Muhammed'e indiren Allah hakkı için, bu hadisi aktaran yalan söylemiştir. Rasululah ancak şöyle buyurdu: "Cahilliyet ehli - İslam öncesi toplumlar - şöyle derlerdi : Uğursuzluk; kadın, at ve evdedir." Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Devamı... KADIN İslâm'da erkekle kadın bir bütünün parçalarıdır. Biri diğeri için vazgeçilmez hayat arkadaşıdır. İbadet ve muamelelerde cinsiyet ayrılığından doğan önemsiz bazı farklar dışında, dinî görev ve sorumluluklarda kadın-erkek eşitliği esastır. İslâm'ın gelişinden önce toplumda hak ettiği yeri alamayan kadın, İslamiyet'le insana yakışır haklara sahip olmuştur. Kadının durumundaki bu önemli değişikliği bizzat Kur'ân-ı Kerîm getirmiş ve Hz. Peygamber bunu tamamlamıştır. Hz. Peygamber'e ilk inanan, başka bir deyimle ilk müslüman olan Hz. Hatice'dir. İlk İslâm kadınları Mekke ve Medine'de ağır ve büyük hizmetleri yüklenmekten kaçınmamışlar, askerî ve siyasî işlerde erkeklere yardımcı olmuşlar, hemşirelik mesleğini ilk defa kurarak, yaralı mücahidleri tedavi etmek, su taşıyıp içirmek, yaralarını sarmak ve hatta yaralıları Medine'ye kadar taşımak gibi fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Mücahidlerin yanında onlara destek ve cesaret veren bu hanımların kahramanlıkları hadis mecmualarında kaydedilmektedir. Kadınlara karşı iyi davranmak, tatlı ve yumuşak dille konuşmak, kaba ve sert hareket etmemek Allah Rasûlünün ahlâkındandır. O şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz, sizin kadınlarınız üzerinde, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınların, üzerinizde olan hakkı günün şartlarına göre onların yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır" (1) "Sizin en hayırlınız kadınlarına karşı huyu en iyi olanlarınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım" (2) "Kadınlarınız hakkında Allah'tan korkunuz. Şüphesiz, onlar sizin yanınızda yardımcılarınızdır. Onları Allah'ın emâneti olarak aldınız ve cinsiyet uzuvlarınız Allah'ın kelimesi ile helâl edindiniz" (3) Hz. Peygamber evlenilecek bir kadında aranacak vasıfları şöyle belirlemiştir: "Bir kadınla dört özelliği için evlenilir; Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı tercih et" (4) Ana-babaya itaat etmek, iyilik yapmak, şefkat ve merhamet göstermek, tatlı ve yumuşak davranmak gibi hususlar âyet ve hadislerle emir buyrulmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur: "Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana ve babaya iyilik etmeyi emir buyurmuştur. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa, onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel ve tatlı söz söyle. Onlara merhametle tevazu kanatlarını indir. Onlar için, "Rabbim onlar beni küçüklüğümde yetiştirirken nasıl merhametli davrandılarsa, sen de onlara öylece merhamet eyle" diye dua et" (İsrâ, 17/23, 24). Hz. Peygamber en çok kime saygı, şefkat ve bağlılık göstermek gerektiğini soran bir sahabiye "anana" diye cevap vermiştir. Bu soru üç defa tekrar edilmiş, üçünde de aynı cevabı vermiş, ondan sonra kime sorusuna ise, "babana" demişlerdir. (5) Anne müslüman olmasa bile, çocukları üzerindeki saygınlığını korumaktadır. Buna şu hadiseyi örnek gösterebiliriz. Hz. Ebû Bekr'in kızı Esma'nın, babasından boşanmış ve müşrik olarak kalmış annesi, bir gün kızını görmeye gelmişti. Esma, Hz. Peygamber'e, 'Müşrik olan annem' bana geldi. Onunla görüşeyim mi?" dedi. Hz. Peygamber, "annenle görüş" buyurdu. (6) Başka bir hadiste; "Cennet annelerin ayakları altındadır" buyurulur. (7) Bu duruma göre, İslâm'da anneliğin yeri, değeri ve şerefi çok yüksektir. Ebeveyne itaatsizlik şirkten sonra en büyük günah sayılmış, bunun kapsamı sadece "Allah'a isyanda kula itaat yoktur" prensibi ile sınırlandırılmıştır (8) ... Hz. Peygamber devrinde kadın sahabîler ilme büyük katkıda bulunmuşlardır. Allah Rasûlü'nün kızı Hz. Fatıma duygulu bir şâir olduğu gibi Hz. Peygamber'in bazı hadislerini de rivâyet etmiştir (10). Hadis rivâyet eden kadın sahabilerin sayısı çoktur.Bazıları şunlardır: Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan, Ümmü Abd, Esmâ binti Ebu Bekr, Zeyneb binti Cahş, Meymûne binti Hâris, Fâtıma binti Kays, Dürre binti Ebı Leheb, Ümmü Haram binti Milhan vd. Bu son sahabi hanım Kıbrıs'ta vefat etmiş olup. Larnaka civarında medfundur. Kıbrıs müslümanlarınca türbesi bir ziyaret yeridir.(11) Hz. Peygamber kadınların eğitimine büyük önem vermiştir. Kadınlar mescide geliyor, hadisleri dinliyorlardı. Umumî toplantılara katılır ve bayram namazlarında da hazır bulunurlardı. Hz. Peygamber bayram hutbesini erkeklerin saflarına irad ettikten sonra, kadınların saflarına geçer, onlara da talim ederdi. Ancak hanımlar her zaman mescidde hazır bulunmadıkları için bir sahabî kadın Hz. Peygamber'e gelerek; "Ya Rasûlüllah, erkekler geliyor, senin sözünü dinliyorlar. Bizim için de bir gün tahsis et. O günde gelelim, Allah'ın sana öğrettiklerini bize öğret" dedi. Hz. Peygamber de onlara haftada bir gün ve yer tahsis ederek orada toplanmalarını söyledi, belirlenen günde onların eğitim ve öğretimleri ile meşgul oldu (12). İslâm özellikle Hz. Peygamber'in ailelerine mahrem meseleleri tebliğ etme görevini yüklemişti. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Evlerinizde okunup duran Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlatın ve nakledin" (el-Ahzâb, 33/34). Sahabe hanımlarının haya ve utanması dini konuları sorup öğrenmelerine bir engel değildi. Özellikle bir fikıh ve hadis âlimi olan Hz. Aişe'nin (ö. 58/677) bu konuda sayısız hizmetleri olmuştur. O, yalnız kadınların değil, sahâbe büyüklerinin bile bir çok meselede başvurdukları kimse idi (13). Hz. Aişe, verdiği hüküm ve fetvalar bir cilde ulaşan yedi sahabe müctehidinden (Fukaha-i seb'a) birisidir (14). Urve b. Zübeyr (ö. 94/712) "Fıkıh ilmini Hz. Aişe'den daha iyi bilen kimse görmedim" der.(15) Ebû Mûsa el-Eş'ârî'de (ö. 44/664) şöyle demiştir: "Muhammed'in ashabının bize sorduğu herhangi bir hadisin içinden çıkamadığımızda onu Hz. Aişe'ye sorardık ve onun yanında sorulan hadise ait muhakkak bir şeyler bulurduk". İbn Hazm (ö. 456/1064) sahabe devrinde yetişen hanım fakih ve hukukçular olarak şu isimleri zikretmektedir: Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Hafsa binti Ömer, Hz. Fâtıma, Fâtıma binti Kays, Esma binti Ebî Bekr, Havlâ binti Tüveyt, Ümmü Şerîk, Sehle binti Süheyl, Ümmü Eymen, Âtike binti Zeyd, Ümmü'd-Derdâ, Zeyneb binti Ümmü Seleme ve Ümmü Yûsuf (16). İslâm tarihinde çeşitli alanlarda büyük hizmet ve yararlılıklar göstermiş müslüman kadınların sayısı az değildir. Tefsîr, Hadîş Fıkıh, Tasavvuf, Şiir, Hüsnühat, güzel sanatlar, çeşitli hayır işleri vb. İslâm kadınının ilgi alanları olmuştur. Sonuç olarak, İslâm kadınla erkek arasında genel anlamda bir görev bölümü yapmış, kadına evin iç işlerini, çocukların yetiştirilmesini, ihtiyaç ve zaruret bulunduğunda da dışarıda çalışma işini yükleyerek, onu kocasının en yakın yardımcısı kılmıştır. Koca, evin dışında ağır işleri, eşinin ve çocuklarının yeme içme, barınma ve giyim ihtiyaçlarını karşılama görevini yüklenmiştir. 1) Tirmizî, Sünen, V, 111; İbn Mâce, Sünen, l, 594, No: 1851 2) Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 472 3) Ebû Dâvud, Menâsik, 56; İbn Mâce, menâsik, 84; Dârimî, menâsik, 34 4) Buhârî, Nikâh, 15; Ebû Dâvud Nikâh, 2; Nesâî, Nikâh, 13; Ahmed b. Hanbel, II, 428 5) Buhârî, VII, 69 6) Buhârî, III, 142 7) El-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, Kahire, 1351/1932, I, 335, No: 1078 8) Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 39 9) Buhârî, Sahih, IV, 136, 137 10) İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 19, 30 11) İbn Hayyât, et-Tabakât, Dimaşk 1968, II, 859, 884; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 22, 23 12) Muhammed Ebû Zehv, el-Hadîs ve'l Muhaddisûn,Mısır 1958, s.55; Buhârî,Sahih,I, 36 13) Nevzat Aşık, Sahabeye Hadis Rivayeti, İzmir 1981, s. 78, 79 14) İbn Kayyim, İ'lâm, I, 14 vd. 15) El-Mekkî, Fethu'l Mübîn, s. 157 16) İbn Hazm, Cevâmiu's-Sıre, s. 319, 323 Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 İslam’da CİHAD konusu!... Islam"in yukselmesi, korunmasi ve yayilmasi icin her turlu calismada bulunmak, ugrasmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sicak ve soguk savasa girmektir. Daha acik bir ifade ile Allah (c.c.) tarafindan kullarina verilmis olan bedeni, mali ve zihni kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. Insanin maddi-manevi butun varligini Allah yolunda ortaya koyarak Hakk"in dusmanlarini ortadan kaldirmak icin savasmasi "cihad"dir. "Iman edenler Allah yolunda cihad ederler. Kufredenler de tagut yolunda savasirlar." (Nisa Suresi, 76) "Kendilerine kitap verilenlerden Allah"a ve ahiret gunune inanmayan, Allah"in ve Resulunun haram kildigini haram saymayan ve hak dini (Islam) din edinmeyen kimselerle, kuculup boyun egerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savasin." (Tevbe Suresi, 29) Bu ayet-i kerimeler: Insanlari insanlara kole yapan sistemleri yikmayi acikca emrediyor. Butun insanlar Allah"in kuludur. Hic kimse kendinden uydurdugu sistemlerle Allah"in kullarina hukmedemez. Bununla birlikte "Dinde zorlama yoktur" prensibi de muhimdir. Kullarin kullugundan kurtulduktan sonra inanc icin zorlama yoktur. Yukarida acikladigimiz deliller Islam erlerinin benliginde yer etmisti. Onlara nicin cihad ediyorsun diye soruldugunda dusmanlara karsi vatanimizi korumak, Iran ve Rumlarin bize karsi dusmanca davranislarini onlemek, sinirlarimizi genisletmek, ganimet elde etmek icin savasiyoruz, diyene rastlanmamistir. Onlar Allah"in uluhiyetini yeryuzunde acikca ilan etmek, O"nun sistemini hayata hakim kilmaya, seytanlarin sistemini yikmaya, insanlari kula kulluktan kurtarmayi gaye edindiklerini soyluyorlardi. Onlar Rebia bin Amr, Huzeyfe bin Muhsin ve Mugire bin Sube"nin Iran ordulari bas komutani Rustem"e soylediklerinin aynisini ifade ediyorlardi. Rustem bu Islam mucahitlerinin her birisini Kadisiye savasindan uc gun once: "Siz buralara nicin geldiniz?" diye sordugunda su olumsuz cevabi almisti: "Allah bizi yeryuzundeki insanlari kullara kul olmaktan kurtarip tek bir olan Allah"a kul etmek icin gonderdi. Allah insanlara en son elcisini ve en son hak dinini gonderdi. Kim O"nun dinini kabul ederse, ona dokunmadan tekrar yurdumuza doneriz. Kim karsi cikarsa onunla ya sehid olup cennete gidinceye kadar savasiriz, ya da galip gelip gazi oluncaya kadar cihad ederiz." Musluman, savas meydanina atiyla cihada cikmadan once kendi icinde cihad yapar. Kendi nefsi istekleri, sehevi duygulari ve kotu istekleriyle cihad eder.. Kendi menfaatleri ve kabilesinin menfaatleri ile Islam disi her seyle cihada cikar. Yalniz Allah"a kulluk fikrini gerceklestirmek, yeryuzunde Allah"in saltanatini gasb eden putlari ve putculari yikmak ve Allah"in hakimiyetini saglamak icin cihada cikar. Islam"in dogrudan dogruya fertlerin vicdanina hitap edebilmesi icin, maddi otorite, eski toplum duzeni gibi engelleri yikmak ister. Once fertleri bu maddi zincirlerden kurtarir, sonra inanci secme hurriyeti verir. Oryantalistlerin hileli tuzaklarina kapilip Muslumanlarin bu gunku halini gorup de cihad sistemini gercek seklinden cikarip onu kelime oyunlariyla savunma savasi seklinde gostermeye calismayalim. Islam dini kendisine hucum edenlere karsi yalnizca savunma savasi yapmamistir. Cunku Islam"in varligi sirf "Allah"in, alemlerin Rabbi olusu" ilahi emrini ilan edip yeryuzunde kullari kullara kul olmaktan kurtarmak icindir. Bu varlik hicbir insana kayitsiz sartsiz hak tanimayan, bagimsiz ve ornek bir toplulugun ortaya cikisiyla kendini gosterir. Bu ornek topluma hakim olan yalniz Allah ve Allah"in kitabidir. Islam"in var olusu bu gaye icin olunca tabii olarak yeryuzunde hakim olan kullarin kullara kullugu prensibine dayali cahiliyye toplumlarini yok etmesi, onlarla mucadele etmesi, kendi varliginin bir geregidir. Yeryuzunde Allah"in hukmuyle hukmeden bir topluluk olustugunda kendisini savunacaktir. Iste savunma ile cihad arasindaki ilgi bu durumda anlam kazanir. Islam"in varolusu geregi insanlari kullara kulluktan kurtarmak icin her zaman onde gitmesi gerekir. Bunun neticesinde Islam"i cografi sinirlar icerisine sikistiramayiz. Islam basit irkcilik cercevesine de sokulamaz. Islam insanlari kotuluk odaklarina ve Allah"tan baskasina kullugun pencesine terk edemez. Eger Islam"i bir toplumun mezhebi, bir irkin duzeni, bir kisinin sistemi olarak kabul etmeyip Allah"in yeryuzune indirdigi hayat prensibi olarak kabul edersek, neden cok cabuk bir sekilde yeryuzune yayildigini anlariz. Bundan baska da yayilis sebebi aramak bosunadir. Islam"in Allah"in uluhiyeti, kullarin Allah"a kullugu davasi oldugunu unuttugumuz zaman baska deliller aramaya ihtiyac duyariz ki Islam"da cihadin nicin ve neden yapildigi ortadayken hicbir kisi baska deliller ortaya atmaya cesaret edemez. Islam"i, Allah"in yeryuzunde uluhiyetini ilan ettiren, butun varliklari tek bir Allah"a kul edip kullari kullara kul olmaktan kurtaran ilahi bir sistem; Allah"in hakimiyetini temsil eden bir toplum kalibina dokulmus sistem olarak degerlendirirsek elbette o zaman fertlerin vicdanina hitap edebilmek icin siyasi, toplumsal tum otoritelerin yikilmasinin gerekli oldugunu kabul etmek zorundayiz. Islam"i bu sekilde anlamakla, sinirli bir toprak parcasina ozgu bir sistem olarak degerlendirdigimiz zaman tabii olarak onun cihadini kendi topragina yapilan hucuma karsi savunma harbi seklinde kabul etmek zorundayiz. Islam bir kavmin, bir mezhebin veya bir bolgenin sistemi olmayip evrensel ve ilahi bir sistemdir. Bundan dolayi herkesten cok aksiyoner olacaktir. Ve insanlarin inanc secme hurriyetini engelleyen tum otoriteleri devirecektir. Islam insanlari hurriyetine kavusturup alemlerin Rabbi olan Allah"in uluhiyetini ilan edip kullari kullara kul olmaktan kurtarmak icin harekete gecmek zorundadir. Tek bir olan Allah"a kulluk ise Islam"a gore ancak Islam duzeninin golgesinde olusabilir. Yalniz Islam duzeninde kanunlar Allah tarafindan konulur. Yalniz Islam nizaminda, kullarin hakimine de, mahkumuna da, siyahina da, beyazina da, zenginine de fakirine de, haklisina da haksizina da Allah"in hukmu uygulanir. O"nun kanunlarinin huzurunda herkes esittir. Islam"in disindaki sistemlerde hayata hakim olan kullarin kanunlaridir. Kanun koymak ise uluhiyetin bir ozelligidir. Her kim kafasindan cikardigi sistemleri kullarin hayatina tatbik etmek isterse uluhiyet etmek istiyor demektir. Ister bunu aciktan aciga soylesin ister soylemesin fark etmez. Her kim insanlara boyle sistem koyma hakkini tanirsa onlarin uluhiyetini kabul ediyor demektir. Ister onlara ilah adini versinler, isterse vermesinler!.. Islam soyut inanc ve imandan ibaret degildir ki inanclarini yalniz aciklama yoluyla kabul ettirsin... Islam, butun insanligi ozgurluge kavusturan aksiyoner bir sistemdir. Diger topluluklar ise sistemleri altinda Muslumanlari idare edebilecek kapasitede degildirler. Onun icin Islam bu evrensel ozgurluge engel olan diger sistemleri yikmak zorundadir. Iste "Dinin Allah icin olmasi" budur. Onda diger sistemlerde oldugu gibi kullara kul olmak yoktur. Bati kulturunun baskisi altinda ezilenler, oryantalistlerin oyununa gelenler Islam"i bu sekilde anlamak istemezler. Cunku mustesrikler Islam"da cihadi: "Dine sokmak icin fertlere zorla baski yapmak" diye anlatirlar. O soysuz mustesrikler aslinda bunun anlattiklari sekilde olmadigini da cok iyi bilirler. Ancak, bu yollarla Islam"i ve Islam"da cihadin anlamini yitirmeye calisirlar. Bizim beyinsiz papaganlar ise hemen bu suclamayi kaldirmak icin cihadi savunma harbi seklinde gostermeye basliyorlar. Islam"in dogal ve asli gorevlerini unutuyorlar. Islam"in ilk hedefinin insanligin ozgurlugu oldugunu gormek istemiyorlar. Bu bizim papaganlarin Islam anlayisini batili mustesrikler bozmuslardir. Guya din bir vicdan meselesiymis, Islam yalniz vicdanlara hitap edermis, pratik hayatla ilgili degilmis, bundan dolayi Islam icin olan cihad, inanclari zorla vicdanlara yerlestirmek icin yapilirmis. Halbuki Islam hicte boyle degildir. Islam Allah"in hayata hakim olan sistemidir. Pratik hayatin butun ihtiyaclarini karsilar. Islam"da Cihad: Islam sistemini getirme, Islam sistemini hayata hakim kilma fiilidir. Inanc meselesi ise butun siyasi etkiler ortadan kalktiktan sonra evrensel Islam sisteminin golgesinde ferdi vicdanen ikna etmeye baglidir. Fert ikna olursa boyun egip egmemekte hurdur. (Seyyid Kutub, Fizilal"lil Kur"an) Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 İslam'da Cihad 2 Cihadı, başkalarını zorla İslam’a sokma şeklinde anlatıyorlar. İslam’da cihat nedir? Nasıl yapılmalıdır? Cihat, cidal ve kıtal birbirine yakın gibi görünürler ama aralarında belirgin farklar vardır. Kıtalde savaşmak, katledip öldürmek esastır. Cidal, bir üstünlük kavgası, menfaat çekişmesi, galibiyet mücadelesidir. Cihat ise “gayret etmek, ceht etmek, olanca gücünü ve kuvvetini sarf etmek” demektir. Fakat, cihatta bir şart var ki onu diğerlerinden net biçimde ayırır; “fisebilillah” yani Allah yolunda olma şartı; Kur’an namına ve İslâm uğrunda olma şartı. “Savaş ve cidal” ancak bu şartın gerçekleşmesi halinde “cihat” olurlar. Cihadı doğru değerlendirmemizi sağlayan bir İlâhî irşat: “Ey iman edenler! Sizleri acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah ve Resulüne iman edip, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz.” (Saf Sûresi, 10-11) Demek ki cihatta gaye, âhiretimiz için bir ticaret yapmaktır. Cihadın bazı külfet ve meşakkatleri olsa da bunlar insanın o acıklı azaptan kurtulması yanında hafif kalırlar. O halde, cihat başkalarını öldürüp Cehenneme göndermek için değil, nefsimizi ve diğer nefisleri Cehennemden kurtarmak için yapılır. Cihat, bu yönüyle, insan kurtarma savaşının adıdır. “Sulh hayırdır.”(Nisa Sûresi, 128) emrini alan Allah Resulü (asm.) insanları durmadan hidayete çağırmış bu çağrıya karşı çıkanların zulüm ve işkencelerine uzun süre sabırla karşı koymuş ve daha sonra İlâhi fermanla kendisine savaş izni verilmiş. Harp eden mü’minlere malî destek sağlamak cihat olduğu gibi, sulh zamanında bir kısım malını insanlık âleminin ebedî saadeti için harcamak da büyük bir cihattır. Harbe iştirak etmek cihat olduğu gibi, insanların iman şerefine kavuşmaları ve müminlerin günah ve isyandan kurtulmaları için bir şeyler yapmak, bu hususta kafa yormak, mesai harcamak da cihattır. Böyle ulvî bir gaye taşımaksızın sadece ülkeler fethetmek, insanlara hükmetmek ve lüks içinde yaşamak gibi fâni hedeflere yönelik savaşlar “fisebilllah” şartını taşımadıkları için cihat değildirler. Harpte maksat ne olmalıdır? Bu sorunun cevabını iki maddede özetleyebiliriz: “Bize saldıran yahut saldırıya hazırlanan düşmana karşı kendimizi müdafaa etmek” ve “ Zâlim devletlerle savaşarak, insanlığa hürriyet ve hidayet yolunu açmak.” “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Sûresi, 256) Ancak, Cennet yolunu zorla kapamak isteyenlerle de savaşmak gerekir. Eğer birtakım insanların hak ve hakikate ermesine bir başka grup engel oluyorlarsa bunlarla savaş etmek de cihattır. Bunda başarı sağlandıktan sonra kişi inancında serbest bırakılır. Dilerse İslâm’ı kabul eder, dilerse kendi dininde yaşamaya devam eder. İkinci yolu tercih ederse cizye verir. Bu vergi, savaşlara katılmamanın ve İslâm ülkesinde her türlü can ve mal güvenliği içinde yaşamanın bedelidir. Elmalılı Hamdi Yazır, savaşı, “harb-i ıslâh ve harb-i ifsad” diye ikiye ayırır ve müminlere emredilen harbin “ıslâh harbi” olduğunu beyan eder. Cihada çıkan müminleri de “azaba müstehak olan bir kavme Hakk namına azab vermeye memur bir el” olarak görür. O halde, savaşı bir ibadet anlayışıyla yapmak ve bu ibadetin kaidelerine de en ince teferruatına kadar uymak gerekiyor: “Antlaşma yaptığınızda Allah’ın ahdini yerine getirin.” (Nahl Sûresi, 91) emrine uyulacaktır. “Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. (Allah’ın koyduğu) Sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (Bakara Sûresi, 190) fermanına kulak verilecek, his ve hevese kapılmaktan, aşırı gitmekten sakınılacaktır. Kadın, çocuk, ihtiyar gibi harbe iştirak etmeyenlere ilişilmeyecektir. Ve böyle nice kurallara aynen uyulacaktır. Cihadın en büyüğü en büyük düşmana karşı yapılanıdır. “Senin en zararlı düşmanın nefsindir.” hadis-i şerifi bu büyük düşmanı “nefis” olarak belirler. Tebük seferi dönüşünde Allah Resulünün (asm.) mübarek ağzından dökülen şu hikmet çağlayanı bizim için ne büyük derstir: “Küçük cihattan büyük cihada döndük.” Nefisle cihat, gerçekten, büyük cihattır. Her anımız bu cihatla geçer. Bir anlık gafletimiz bize çok pahalıya mal olabilir. Maddî cihat ise sürekli değildir. Sulh zamanında müminler bu cihatla mükellef tutulmazlar. Haricî düşmana mağlûp olmak insana ya şehitlik, ya gazilik kazandırır. Nefisle mücadele ise öyle değildir. Bu savaş mutlaka kazanılmalıdır, mağlubiyetin sonu cehennem azabıdır. Nefis denilince akla hemen şeytan gelir. “Şeytan, sizin için bir düşmandır. Siz de onu düşman tutunuz.” (Fatır Sûresi ,6) “Şeytanın adımlarına uymayın (arkasından gitmeyin). Çünkü o sizin için apaçık düşmandır.” (Bakara Sûresi, 168) Demek oluyor ki, en büyük cihat nefisle ve şeytanla yapılan cihattır. Düşmanla yapılan harpler ancak üçüncü sırada yer alır. Mehmet Kırkıncı Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 İslam'da Cihad 3 İslam'da cihad hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. İslam'da cihadın vazgeçilmez koşulu Allah yolunda olmasıdır. Daha önce İslam'ın kendi ülküsünü ve sistemini anlatmak için neden başka kavramları değil de cihad kavramını seçtiğini anlatmıştık. "Allah yolunda" deyimi de İslam'ın kendi ülküsü için kullandığı kavramlar sözlüğünden bir kavramdır. Bu kavramı da birçok kişi yanlış anlamış, halkı İslam inancına boyun eğdirip ve İslam'ı kabul ettirmek için zorlamayı "Allah yolunda" cihad olarak kabul etmiştir. Akıllarının ermediği konulara girmek, başka alanlarda uçmak arzusundan dolayı işte bu tip yanlış anlayışlar ortaya çıkmıştır. Gerçekten "Allah yolunda" deyimi, İslam terminolojisinde onların düşündüğünden çok derin anlamlar içerir. Hele onların sandığı bir anlama hiç benzemez. İslam'a göre; genelin faydası toplumun mutluluğu için geçici dünyalık arzusunda bulunulmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır. Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık yararlar umarak harcarsa elbette ki bu "Allah yolunda" değildir. Ancak sadece Allah rızası için bildiğin muhtaçlara yardım edersen kuşkusuz ki bu "Allah yolundadır. İşte bu "Allah yolunda" deyimi yalnız İslam'a özgü, maddi çıkar ve arzulardan uzak, sadece Allah rızası için olan hareketler için kullanılır. Bunu yapan kimse iyi bilir ki mümin kardeşlerinin huzuru için yaptığı her iş Allah rızası içindir. Müminlerin bu geçici dünya hayatında arzuladığı yegane şey, yüce Allah'ın rızasını kazanmaktır. İşte Allah, sözü edilen bu anlamı içermesi için "Cihad"ı, "Allah yolunda" maksadıyla sınırlamıştır. Müslüman birey veya topluluk; batıl, sakat sistemleri yıkıp yerine İslam ülküsüne dayalı yeni ve dinç bir sistemi getirirken harcayacakları türlü gayretler ve yapacakları her türlü fedakarlıklar da kişisel çıkardan, nefsani arzulardan uzak olmalıdır. İslam bunu ister. Müslüman birey ya da topluluk bütün bir didinmelerinin karşılığı olarak hakikat ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mümin; yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez. Çünkü o; Allah'ın kelamını yüceltmek (ilahi kelimetullah) için, bu dinmeyen mücadelenin, bitmeyen savaşın karşılığında mal mülk, şan-şeref, rütbe ve geçici dünyalık elde etme düşüncesinde değildir. Kendi yakınlarını iş başına geçirmek, kişisel otorite kurmak, kendisinden sonra gelen ahbapları için yer hazırlamak gibi birtakım zelillerin başvuracağı işleri yapmaz. İşte ilahi hitap haykırıyor: "İnananlar Allah yolunda dövüşürler, küfredenler ise tağut yolunda dövüşürler!"(Nisa Suresi, 76) "Tuğyan"in lügat manası; "haddi aşmak"tır. Günahta haddi aşan herkese taği denir. "Sel taşması" deyimi de aynı köktendir. Çünkü suyun haddinden fazla çoğalmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de bu anlama gelen ayet vardır; "gerçekten su taştığında". Tuğyan kavramı, burada suyun taşması olarak kullanılmıştır. İnsanoğlu haddini aşıp yeryüzünde otorite kurarak insanları zorla köleleştirip, haklarına tecavüz ederek, onların gelir kaynaklarını sömürmek ister. İşte bunu gerçekleştirebilmek için de savaş eder. İşte "Put (tağut) uğrunda savaşmak" budur. Put; İslam terminolojisinde küfrün sembolüdür. "Allah yolunda savaş"ın gayesi; ilahi kanunun adaletli kılıcını hakim kılıp yeryüzünde Allah'ın kelamını yüceltmektir. Allah yolunda dövüşen kişi bizzat bu kanuna uymak zorundadır. Elbette diğer insanlar da aynı kanuna uyma hakkına sahiptirler. Evrenin yaratıcısı yüce Rabbimiz ayet-i kerimede; kendisinin emrine uyan "İlahi kelimetullah" için çalışan ve ***** fesatçılar gibi O'na isyan etmeyip, emrini tutanlara sonsuz mutluluğu ve öteyi vaad ediyor: "Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır." (Kasas Suresi, 83) Arabi'nin birisi Allah'ın Resulüne sorar: "Birisi mal için, birisi ün için, birisi de makam elde etmek için döğüsür. Bunların hangisi Allah yolundadır?" Efendimiz buyuruyor: "İlahi kelimetullah için çarpışan Allah yolundadır. (Müslim Ebu Musa'dan rivayet). Yine Ebu Emmame'den başka bir isnatla Ebu Davud ve Nesei anlatır; Adamın biri Allah Resulüne sordu: "Bir adam ücret ve ün için gaza ederse bir sevap var mıdır?" Efendimiz: "Hayır, hiçbir sevap yoktur." Adam üç kez tekrarladı, Efendimiz hep: "Hiçbir sevap yoktur" diyorlardı. En sonunda Fahri Alem Efendimiz ilave etti: "Allah amellerden sadece kendi rızası için olanlardan başkasını kabul etmez." Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Allah kendi rızası için olan cihadı kabul eder. Yoksa nefsani arzulardan, ırki kinlerden, kabilecilik tutuculuğundan kaynaklanan savaşı değil. İşte İslam terminolojisinde "Allah yolunda" kaydının ne kadar önemli ve ne kadar derin anlamlar içerdiği görülmektedir. Yeryüzündeki her canlı hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur; fıtri gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır. Fakat Müslüman'ın durumu başka! Çünkü o İslam'a inanıp onun inkılapçı sistemlerine bağlanan kimsedir. Bundan dolayıdır ki Müslüman her şeyden önce İslam inkılabının temel esası olan hakkı getirmek için canla, başla, malla Allah yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer duyguları yıkmak, fitne ve fesat tohumlarını kökünden yok etmek için çalışır. İşte ey Müslümanlar sizin cihadınız budur. Ve bu cihadınız şahsi arzularınız, milletinizin otoritesi, cinsinizin yücelmesi gibi şeyler için olmasın!.. Buraya kadar "İslam'da cihad"ın anlamını ve günümüzde birçok kimseler tarafından anlaşılmayan gaza ülküsünü anlattık. Şimdi de İslam inkılabından söz edelim. Evet, İslam'ın insanlığın mutluluğu için yüzyıllar boyu gerçekleştirip, birçok ********* içeriğini anlamaktan aciz kaldıkları inkılapta!.. Böylece Allah'ın izniyle konuyu daha iyi anlamış oluruz. Cihada bugün ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatırsak kuşkusuz ki cihadı daha iyi kavramış oluruz. MEVDUDİ Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 İslam'da Cihad 4 "Allah'ın, Hz.Resul'e vahyettiği ilk ayet: "Yaratan Rab'binin adıyla oku" (Alak,96:1) ayetidir. Bu ayet onun risalet görevinin başlangıcı idi. Risaletin bu aşamasında Cebrail O'na, sadece kendi kendine okumasını önermişti. Çünkü bu aşamada Resulullah başkalarını uyarmakla görevlendirilmiş değildir. Cenab-ı Hak ona, önce "Oku!" sonra: Ey örtüsüne bürünen peygamber kalk ve uyar..." buyurmuştu. Bu emrin ardından kendi kabilesini , çevresinde yaşayan diğer Arap kabilelerini, yarımadada yaşayan tüm arap milletini ve son olarak tüm dünya insanlığını uyarması buyurulmuştu. Rasulullah peygamberlik görevi ile görev-lendirilişinden itibaren on yıl boyunca savaşsız ve haraçsız, sadece uyarma yöntemi ile davet etti insanları. Bu dönem içerisinde kendisine karşı yapılanlara sabretmesi, görmezlikten gelmesi, aldırış etmemesi emredildi.Daha sonra hicret etmesine ve düşmanları ile savaşmasına müsaade edildi. Ardından kendisi ile savaşanlarla savaşması , bir köşeye çekilip savaşmayanlara dokunmaması; en son olarak "din" tamamen Allah'a has kılınıncaya dek müşriklerle savaşması buyuruldu. "Berae" (Tevbe) suresi indirilince şu konular hakkın-daki hükümler top yekün olarak indirilmişti. Hz. Peygamber kitap ehlinden düşmanlık edenlerle, cizye (haraç) verinceye ya da İslam'a girinceye dek savaşmakla görevlendirildi. Ayrıca bu süre zarfında kafir ve münafıklarla cihad etmesi, onlara katı davranmaması; kafirlerle kılıç, süngü vb. silahlarla savaşması; münafıklarla ise farklı biçimde mücadele etmesi, lisan ve delil ile onları iknaya çalışması; bunların yanı sıra kafir ve müşriklerle sureti katiyede dostluk andlaşmaları yapmaması, bu tür sözleşme taleplerini geri çevirmesi emredilmişti."Berae" suresinin indirilmesi ile kafirlerin, Resulullah'la olan ilişki biçimlerine göre üç kısma ayrılmaları kesinlik kazandı: 1. Resulullah'la savaş halinde olanlar, 2. Resulullah'la andlaşma yapanlar ve, 3. Zımmiler 4. Daha sonra kendileri ile barış andlaşması imzalananlar İslam'a girince geriye iki grup kaldı: Rasulullah ile savaşanlar ve zımmiler. 5. 5.Resulullah'ın munafıklarla olan ilişkilerine gelince, Resullullah, munafıkların görünüşteki hareket ve davranışlarını, sözlerini kabul etmesi, görünmeyen taraflarını (iç alemlerini) Allah'a bırakması onlarla mücadele ederken ikna metodunu, yani bilgi ve delilleri, onlara karşı kullanması, onlara sert davranmaması, onlardan yüz çevirmemesi, ruhların derinliklerine etki edebilecek açık sözlerle İslam'ı onlara tebliğ etmesi emrediliyordu. Buna karşılık ölenlerinin namazını kılmak veya kıldırmaktan, defin sırasında kabirlerinin başında bulunmaktan da nehyediliyordu. Ayrıca onlar için bağışlanma dilese dahi Allah'ın onları bağışlamayacağı kendisine bildirilmişti. İşte Allah Elçisi'nin kafir ve münafık düşmanları ile olan ilişkileri ve bu ilişkiler sırasında izlediği yöntem tamamen böyle idi." 6.İslam'a bağlılıkları, salt bir isimden ibaret, müslüman kuşakları baskı altına alan ve ümitleri kıran çağdaş gerçekler karşısında akılca ve ruhça yılgınlığa düşmüş bazı kimseler."İslam yalnız savunma amacıyla cihad eder (savaşır)" derler. Böylelikle asıl amacı yeryüzündeki tüm tağutları ve tağuti sistemleri ortadan kaldırıp insanların tek Allah'a kulluk etmelerini sağlama, onları, kula kulluk etme zilletinden kurtarıp Rab'lerine kulluk etme izzetine eriştirmek olan İslam'ı, asıl amacından, yönteminden saptırmakla, onu başkalarına (özellikle karşıtlarına) şirin göstereceklerini sanırlar. Halbuki bu din , kendi inanç sistemini benimsesinler diye insanlara baskı uygulamaz. Sadece söz konusu akide sistemi ile insanların arasına girmiş ve girmesi olası engelleri ortadan kaldırır. "O gökte de yerde de ilahtır" (Zuhruf,43: 84) "Hüküm yalnız Allah'ındır: O'ndan başkasına kulluk etmemenizi emretti... İşte dosdoğru din budur..." (Yusuf, 12:40). "De ki ey Kitap ehli; bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin: "Yalnız Allah'a kulluk edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birbirimiz Allah'tan başka rab'ler edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse: "şahid olun, biz müslümanlarız" deyin. (Al-i İmran,3:64) Allah'ın yeryüzündeki hakimiyeti, ne kilise yönetiminde olduğu gibi yeryüzü egemenliğinin (yönetim hakkının) bir takım itibar sahibi din adamları tarafından kullanılması ne de "teokrasi" denilen siyasal sistemlerde olduğu gibi tanrılar adına insanları yönetme hakkına sahip olduğunu iddia eden bir takım seçkin insanların yönetime egemen olması biçiminde kurulamaz. Sadece ve sadece Allah'ın şeriatını yürürlüğe koymak, açık ve seçik ifadelerle bildirilen ilahi şeriata yerleştirilen ilkelere uygun biçimde bütün işlerin yönetimini, top yekün Allah'a bırakılması ile mümkündür. Din, hayata hükmeden ve hayatı yönlendiren sistem ve yöntemin adıdır. Sözle mesaj ulaştırma ve lisanen tebliğ , ancak İslami akide ile fertler arasında ki manaların tamamen ortadan kaldırılıp, insanlar kendi özgür iradeleri ile o akide ile başbaşa kalabildiği, söz konusu manaların etkilerinden tamamen kurtuldukları zaman ve mekanlarda mümkündür. İşte ancak böyle bir ortamda "Dinde zorlama yoktur" ilkesi geçerli olur. Fakat söz konusu engellerin bulunması halinde, öncelikle bunların güç kullanma yöntemi ile ortadan kaldırılması gereklidir. Ki insan, bu prangalardan kurtulup kalbi ve kafasıyla, uygun bir ortamda, sunulan mesaja muhatap olabilsin. Mekke döneminde müslümanların ellerini silahlı eylemlerden uzak tutmaları önemli bir olgudur. Çünkü orada davetin özgürce yapılması, şöyle veya böyle bir teminat altına alınmıştı. Nitekim davet eyleminin birinci dereceden sahibi ve sorumlusu olan Hz. Peygamber, kendi kabilesi Haşimoğullarının koruması altında idi. Onların kılıçlarının gölgesinde davet görevini açıkça yapabiliyordu. Kulaklar, yürekler ve beyinler bu davetle bir biçimde muhatap olabiliyordu. Yani davete muhatap olan fertler, İslam daveti ile doğrudan karşı karşıya gelebiliyordu. Orada davet iletisinin yönetildiği hedef kitleye, bu illetin ulaşmasını tek tek bireylerin bu mesajı duymalarını engelleyen organize olmuş siyasal bir iktidar yoktu. Kısaca söylemek gerekirse bu dönemde güç kullanılmasını gerekli kılan herhangi bir mecburiyet yoktu. Medine'de, hicretin ilk yıllarına gelince, Resulullah yerli yahudilerle, orada ve çevre bölgelerde oturan Araplarla saldırmazlık anlaşmaları imzalaması, yaşanılan aşamanın bir sonucudur. Gerekçeleri ise şunlardı: 1. Medine'de tebliğ ortamı uygundu. İslam mesajı ile insanların arasına girip onları tebliğden engelleyecek siyasal bir iktidar yoktu. 2. Bu dönemde Resulullah, sadece Kureyş kabilesi ile başbaşa kalmak istiyordu. Çünkü Kureyş Kabilesinin İslam dinine karşı çıkması, bu kabile ile yine aynı kabileye mensup insanların inanan çocukları arasındaki meselenin nasıl bir boyut kazanacağını bekleyen diğer kabileler açısından son derece önemli idi. İlk çıkan akıncı birlikleri hicretin yedinci ayına rast gelen Ramazan ayında Hz. Hamza komutasında çıkarılan akıncı(seriye) birliği idi. Müslüman cihada çıkmadan önce en büyük savaşı kendi nefsinde şeytana ve nefsi hevasına (dizginlenemeyen isteklere) şehevi duygularına, bitmek bilmeyen ihtiraslarına, menfi yöndeki eğilimlerine; kişisel, ailesel, kabilesel ve ulusal çıkarlarına , kısaca İslami değerlerin dışında kalan tüm değerlere karşı en çetin savaşı başarı ile verir. Bunu gerçekleştirmesinin ardından Allah'ın yeryüzüne müteallık olan hakimiyet hakkını gaspeden tağuti düzenlerin iktidar merciinden uzaklaştırılıp yerine Allah'ın mutlak hakimiyetini yeniden yerleştirmek, ona işlerlik kazandırmak için, bu amacı engelleyen tüm zalim ve şer güçlerle en büyük cihada girişir."LA İLAHE İLLALLAH" BİR YAŞAMA BİÇİMİDİRYalnız Allah'a kulluk etme ilkesini, "La ilahe illallah" yani Allah'tan başka ilah yoktur, şehadet kelimesinde ifade edilen, İslami akide rüknünün ilk yarısını meydana getiren kısmında öğreniyoruz. Bu kulluğun nasıl yapılacağı meselesini ise "Muhammeden Rasulullah" yani, Muhammed Allah'ın elçisidir, ibaresinde ifade edilen şahadet kelimesinin ikinci yarısından öğreniyoruz. "La ilahe illallah/muhammedun Rasulullah" yani Allah'tan başka ilah yoktur; Muhammed Allah'ın elçisidir, şehadet kelimesi bütün yönleri ile "islam ümmeti"nin yaşamını üzerine kurduğu yetkin yaşama yönteminin temel ilkesidir. "Hüküm yalnız Allah'a aittir; O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi buyuruyor; işte dosdoğru din budur.." (Yusuf, 12:40) "Kim Resul'e itaat ederse gerçekten Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa, 4:80) buyurmaktadır.Allah'ın birliğine inanmayan kişi, tek olan Allah'ın kulu olamaz. Kur'an-ın ifadesi ile anlatırsak:"Allah: İki cihan edinmeyiniz O ancak tek ilahtır; sadece benden korkun.'dedi." "Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Dinin de her zaman O'na has kılınması gerekir. Siz Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz? (Nahl,51-52) İbadet niteliği taşıyan fiilleri tamamen Allah'tan ayrı ve ya onun yanı sıra bir başka varlık adına yapan kişi yalnızca Allah'a kulluk etmiş olmaz. Bu konu ile ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmaktadır:"De ki: 'benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rab'bi içindir; O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi. Ve ben müslümanların ilkiyim." (En'am, 6:162-163) Yasama ve yürütme ile ilgili yasaları, Cenabı Hakk'ın elçisi aracılığı ile bize sunduğu şeriatından başka bir kaymaktan alan kişi de, bir olan Allah'a kulluk etmiş olamaz. Kur'an şöyle diyor böyleleri hakkında:"Yoksa onların kendileri için, Allah'ın izin vermediği din koyan ortakları mı var" (Şura, 42:21)"Rasül size neyi verdi ise onu alın; size ney yasakladıysa ondan sakının..." (Haşr, 59:7)İşte İslam toplumu bu özellikleri taşıyan toplumdur.'böyle bir toplum nasıl kurulacaktır; böyle bir toplumu kurarken nasıl bir yöntem uygulanacaktır?'Böyle bir toplum; her şeyden önce kulluk görevini yalnızca bir olan Allah'a sunan; Allah'tan başkasına kulluk etmeye yanaşmayan; akidece anlayışında, düşünme biçiminde; ibadet şekillerinde ve ibadet olarak yaptığı fiillerinde; yönetimine tabi olduğu rejimde, yasama ve yürütmede... bunların hepsinde Allah'tan başkasına kul olmayı reddeden insanlardan meydana gelen "İslami bir cemaat" olmadıkça böyle bir toplum kesinlikle kurulamaz.İslam toplumunun üzerine kurulması gereken ilke:"La ilahe illellah/Muhammedun Rasulullah" cümlesidir.Bu ibarede yer alan iki ayrı parçanın birleştirilerek kabul edilmesi hususu gerçekleştirilmezse ne İslam'dan ne de İslam toplumundan söz edilebilir.Hal böyle iken yapılması gereken nedir?İtikad, ibadet ve şeriat yönünden vicdanını Allah'tan başkasına kulluk etme zilletinden temizleyebilen fertlerin teşekkül ettirdiği İslami cemaatlerin bir araya gelmesi ile sözü edilen İslam toplumu doğar.Cahiliyye toplumu nedir: İslam toplumu dışında kalan bütün toplum biçimleri - adı sanı, niceliği ve niteliği ne olursa olsun - "Cahiliyye toplumu"dur" Tanımın sınırlarının iyice belirlenmesini isteyerek kavramı şöyle de ifade edebiliriz.: Cahiliyye toplumu, inançta, ibadette, yasama ve yürütme ile ilgili düzenlemelerde varlık kazanması, yaşanılır kılınması gereken tek Allah'a kulluk etme temeline dayanmayan her toplumdur.Bu özlü tanıma göre günümüzdeki toplum türlerinin tümü cahiliyye toplumuna girer."Allah'ın indirdiği şeri hükümlerle hükmetmeyen (yönetmeyenler) kafir, işte onlardır." (Maide, 5:44) İnsanlara yararlı olan her şey Allah'ın indirdiği, Rasulun insanlara sunduğu ve yaşama uyguladığı şeriatın içerisindedir. Günün birinde bazı insanlar da, çıkarlarının, Allah'ın şeriatından başka kaynakta olduğu gibi bir yanılsama gözükürse bunların apaçık bir yanılgı içerisinde oldukları Kur'an tarafından ifade edilmiştir:"Onlar sadece zanna ve nefislerinin hevasına uyuyorlar. Halbuki onlara Rab'lerinden hidayet gelmişti." "Yoksa insan her arzuladığına ulaşacak mıdır? "Son da ilk de (dünya da ahiret de) Allah'ındır.) (Necm, 53:23,25)hem bu tür sanıya kapılanlar, sanılar yüzünden kafir olmuşlardır.hiç kimse yararına olan şeylerin Allah'ın şeriatına ters düşen kaynaklarda olduğunu iddia edip hem de müslüman bir fert olarak kalamaz. Seyyid Kutup Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 İslam'da Cihad 5 Kur’anın cihad(adil savaş) ile ilgili olarak belirlediği ilkeler şunlardır: 1- Haklı savaş gerekçesi ilkesi: Kuran-ı Kerimdeki savaşın sebebi, düşmanın saldırı ve zulmüdür. Düşman Müslümanların yurtlarını basar, hicrete zorlar, can, mal ve din ve namus güvenliğini tehdit ederse, bu durum; savaşı zorunlu ve mecbur kılar.Kur’ana göre, düşman güçlere karşı verilecek savaşın gerekçesinin makul ve haklı olması gerekir. Esasen “istila”, “sömürü” ve “tecavüz” için yapılan savaşları tanımayan İslam dini ( Bakara Sûresi, 205 ; Nisa Sûresi,94 ; Kasas Sûresi,83 ; Şura Sûresi,41-42) savaşa ancak :Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslama ve İslam ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulacağını hükme bağlamış ve meşru gördüğü bu savaşı da diğerlerinden ayırmak için ona cihad adını vermiştir. 2- Adil savaş ilkesi: Adil savaş ilkesi, cihat fiilen başladığı zaman uygulanacak bir ilkedir. Bu ilkeye göre, savaş sadece savaşa iştirak eden tarafa yöneliktir. İslam’da düşmanı öldürmekten ziyada insanı kazanmak esastır. Bu amaçla, savaştan önce düşman İslam’ı kabul etmeye çağrılır, kabul etmezse itaat ve cizye(savaş tazminatı) teklif edilir. Bunlar yapılmadan cihada teşebbüs edilmez. Düşmana sunulan bu gerekçeler kabul edilmediğinde Allah’tan yardım dilenerek savaşa girilir.Savaşa girildiğinde, Müslümanlar, “adil savaş ilkesi”ne göre adım atmak zorundadırlar. Bu ilkeye göre, savaşta vurulacak hedef sadece düşman askerleridir. Savaş sırasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yatalak hastalar, mecnunlar, sakatlar öldürülemez. Savaşa iştirak etmeyen din adamlarına ve ihtiyarlara silah çekilmez, savaşa katılmayanlar (esnaf ve çiftçiler gibi sivil halk) katledilemez (Bakara Sûresi,191).Savfan İbnu Assal (r.a) anlatıyor : “Resulullah (a.s.m) beni seriyyede savaşa gönderdi.Yola çıkarken şu talimatı verdiler :“Allah’ın adıyla, ALLAH YOLUNDA YÜRÜYÜN.Allah’ı inkar edenlerle savaşın, işkence yapmayın, ahdinizi bozmayın. ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyiniz” ( Müslim, Cihad 3,(1731), Tirmizi, siyer 48,(1617) Ebu Davut, Cihad 90, (2612,2613) 3- Savaşta aşırı gitmemek ilkesi: İslam, savaş halinde bile, insanî değerlere itibar eder. Savaş anında, dehşet ve vahşeti sergileyen şiddetli hiddetleri mutedil hale getirir. Savaşta bile ölçüyü kaçırmamayı bir temel prensip olarak kabul eder. İslam, aşırı ve haddi aşan tavırlara karşı müeyyideler getirmiştir. Bu nedenle, İslam hukukunda saldırıya ancak misli ile mukabele edilir; aşırı gitmek suçtur.Kur’an-ı Kerim, düşmanla yapılan yüz yüze savaşta bile, aşırı gidilmesini yasaklar. Bu husus, şu ayet-i kerime ile beyan burulmuştur: “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın.Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Sûresi,190)Nitekim bir başka ayette de şöyle buyrulur:“ Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah müttakilerle beraberdir” (Bakara Sûresi, 194) 4- Sulh ve barış ilkesi: İslam, düşman tarafından teklif edilen sulh ve barış anlaşmalarına karşı barış ve sulh ile mukabele etmeyi prensip olarak kabul eder(Enfal Sûresi,61,62,63 ; Hucurat Sûresi,9). Kur’an “Sulh (daima) hayırlıdır”(Nisa Sûresi,128) mesajı ile bütün dünyaya bu hakikati 1400 seneden beri duyurmaktadır. “Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse,(şunu iyi bilin ki)Allah gafur ve rahimdir”(Bakara Sûresi,192) ayeti ile “Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur”(Bakara Sûresi,193) ayeti de sulhun önemini vurgulamaktadır. 5- Esirlere iyi muamele etme ilkesi: İslam, esirlere iyi muamele edilmesini emredir. Müslümanlar esirleri yedirmekle, aç ve susuz bırakmamakla mükelleftirler. Bu görevi de Allah rızası içi yaparlar.(Bakara Sûresi,177;Enfal Sûresi,69,70,71;Muhammed Sûresi,4; İnsan Sûresi, 8,9,10,11,12) Şener Dilek (Prof.) Savaş halinde yasak fiiller: a) İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün çeşitleriyle yasaktır. b ) Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb. leri öldürülmez. c) İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi. d) Verilmiş söze ve yapılmış andlaşmaya aykırı hareket. e) Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması. f) Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler. g) Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez. h) Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek. ı) Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya zaptolunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur. Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan düşmanlarını affetmiştir. i) Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman saflarında olsa dahi öldürülmez. j) Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan kimseleri öldürmek. k) Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru ilerlemek. l) Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak. (Buhari, Cihad, 150 vd.; el-Benna, el-Fethu'r-Rabbânî (Tertibu-Müsnedi-Ahmed), C. XIV, s. 61 vd.; diğer kaynaklar için bak. Muhammed Hamidullah, İslam'da Devlet İdaresi, (trc. Kemal Kuşçu), İstanbul, 1963, s. 166 vd. ) İSLAM'DA CİHAD İnsanlığın aradığı barış İslam'da mı?; Kur'an'a göre insan varlıkların en şereflisidir. Allah'ın yeryüzündeki halifesidir. Bu nedenle insana çok önem verilmiş ve yüceltilmiştir. Bir insanı suçsuz yere öldürmek, tüm insanlığı katletmeye denk tutulmuştur.Hz. Peygamber, gayr-i müslim bile olsa cenazelere saygı göstermiş ve böylece insan olma sıfatının, filan dine mensup olma sıfatından önce geldiğini göstermiştir.Diğer yandan, Müslümanların kendi dışındakilere bakışları Kur'an'daki ilkelere dayandığından, hiçbir zaman hakimiyetleri altındaki insanları dinlerini değiştirmeye ve Müslüman olmaya zorlamamışlardır. Bu, Kur'an'ın "Dinde zorlama yoktur." ilkesinin doğal bir sonucu olarak görülmelidir. Böylece fethedilen bölgelerdeki insanlar hiçbir zorlamaya maruz kalmamış, aksine cizye vergisi ödemek şartıyla din ve inançlarında serbest bırakılmışlardır.Hz. Peygamber'in şu beyanları, Müslüman idarecilere daima ışık tutmuştur: "İnsanlara azab edene Allah da azab eder. Kim bir zimmiye (gayrimüslime) zulmeder ve ona gücünün dışında iş yüklerse, kıyamet günü beni karşısında bulacaktır."İnanç konusunda zorlama, dinin özüne aykırı olduğundan, daha İslam'ın ilk gününden itibaren böyle bir zorlamaya yer verilmemiştir. Bu nedenle Hz. Peygamber'e (sav), "asıl görevinin tebliğ olduğu, insanları hidayete erdirme olmadığı" bir ayette açıkça belirtilmiştir.Elli civarında maddeden oluşan bu yazılı vesikada: "Müslümanların dinleri kendilerine, Yahudilerin dinleri de kendilerinedir." denilerek Yahudilere ve bunların müttefiklerine tam bir din hürriyeti tanınmıştır.Mekke'nin güneyinde kalan Necran bölgesi, Hicaz'ın Hıristiyanlık merkezi durumunda idi. Hz. Peygamber Necran'lılarla yaptığı meşhur anlaşmada, onların can, mal ve din hürriyetlerini garanti ettiği gibi, mabedlerine ve din adamlarına da tam bir dokunulmazlık tanımıştır.(Prof. Dr. İbrahim Özdemir, Müslümanın İnsanlarla Kardeşliği) "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur." (2 Bakara Suresi , 190-193) Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi savaş ancak savaşanlara karşı yapılır. Üstelik bu savaşta aşırılığa gidilmemesi için Allah, inananları uyarmaktadır. Savaş esnasında karşı taraf savaşa son verip aman dilerse, Müslümanlar buna uyar ve savaşa son verirler. Kuran’da savaşın ancak savunma amaçlı olduğunu yukarıdaki ayetlerde görmüştük. Bunun dışında saldırı olduğunda ise Allah Müslümanların bu saldırganlığa karşı cevap vermelerini ve tüm güçleriyle bu saldırganlarla savaşmalarını ister. Tevbe suresindeki ayetler şöyledir: " Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azarlandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (9 Tevbe Suresi, 13-15) Savaşta kararlı ve güçlü olmanın hem savaşın daha çabuk bitmesini sağlayacağı, hem de muhtemel savaşlar için caydırıcı bir örnek oluşturacağı açıktır.Saldırganlara karşılık vermek ve onları bu hareketlerine pişman etmek sonuçta barışı korumak için en doğru yol olacaktır.Bunun dışında bir de Allah, Müslümanlardan zayıf bırakılmış, eziyet gören, muhtaç insanlar için yine onları koruma amaçlı savaşa izin vermektedir: " Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?" (4 Nisa Suresi, 75) Bu tür bir savaş da şiddetten değil aksine merhametten doğmaktadır. Zalimliğe karşı İslam, mazlumu kuşatıcı ve koruyucu olunmasını inananlara öğütler. Barış durumunda ise Allah, iman edenlerden iyiliği ve adaleti ister. Burada amaç savaşa karşı barışın korunup muhafaza edilmesidir: " Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. " (60 Mümtehine Suresi, 8) Karşınızdaki grup hangi dinden olursa olsun eğer barış içinde yaşamak istiyorsa, bunlara karşı inananların yaklaşımı Kur’an’a göre sadece dostane bir yaklaşım olabilir. Dolayısıyla bu ayetler bir bütünlük içinde okunup değerlendirildiğinde ortada bir çelişki yoktur. Harpte maksat ne olmalıdır? Bu sorunun cevabını iki maddede özetleyebiliriz: “Bize saldıran yahut saldırıya hazırlanan düşmana karşı kendimizi müdafaa etmek” ve “ Zâlim devletlerle savaşarak, insanlığa hürriyet ve hidayet yolunu açmak.” “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Sûresi, 256) Ancak, Cennet yolunu zorla kapamak isteyenlerle de savaşmak gerekir. Eğer birtakım insanların hak ve hakikate ermesine bir başka grup engel oluyorlarsa bunlarla savaş etmek de cihattır. Bunda başarı sağlandıktan sonra kişi inancında serbest bırakılır. Dilerse İslâm’ı kabul eder, dilerse kendi dininde yaşamaya devam eder. İkinci yolu tercih ederse cizye verir. Bu vergi, savaşlara katılmamanın ve İslâm ülkesinde her türlü can ve mal güvenliği içinde yaşamanın bedelidir.Elmalılı Hamdi Yazır, savaşı, “harb-i ıslâh ve harb-i ifsad” diye ikiye ayırır ve müminlere emredilen harbin “ıslâh harbi” olduğunu beyan eder. Cihada çıkan müminleri de “azaba istihkak kesbetmiş bir kavme azab-ı Hakk’ın tatbikine memur bir el” olarak görür.O halde, savaşı bir ibadet anlayışıyla yapmak ve bu ibadetin kaidelerine de en ince teferruatına kadar uymak gerekiyor:“Antlaşma yaptığınızda Allah’ın ahdini yerine getirin.” (Nahl Sûresi, 91) emrine uyulacaktır. “Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. (Allah’ın koyduğu) Sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (Bakara Sûresi, 190) fermanına kulak verilecek, his ve hevese kapılmaktan, aşırı gitmekten sakınılacaktır.Kadın, çocuk, ihtiyar gibi harbe iştirak etmeyenlere ilişilmeyecektir. ( Mehmet Kırkıncı ) Kur’an-ı Kerimde “o müşrikleri nerde bulursanız öldürün” hükmü var mıdır? Soruda bildirilen hüküm, savaşla ilgili hükümlerin yer aldığı Tevbe Sûresinin 5. ayetinin bir parçasıdır.Bilindiği üzere, Kur’an-ı Kerim bir defada bir kitap olarak indirilmemiş, olaylara göre 23 yıl zarfında gelmeye devam etmiştir. Burada söz konusu olan, Hz. Peygamberin ve ilk müslümanların müşriklerle savaş halidir.Nasıl ki, bir devlet teröristlere şöyle bir ültimatom verebilir: “Size dört ay müddet. Ya bu müddet zarfında teslim olursunuz, ya da görüldüğünüz yerde öldürülürsünüz .” Onun gibi, Tevbe Sûresinin ilk ayetlerinde belirtildiği üzere, müşriklere dört ay süre verilmiştir. Bu müddet zarfında onlara ilişilmeyecektir. Fakat eski hallerine devam ederlerse, ölüm fermanı söz konusudur. “Onları nerede bulursanız öldürün” mealindeki ayetin son kısmı “Allah Gafur ve Rahimdir’’ diyerek biter. Bununla “Allah bağışlayıcıdır, merhamet edicidir. Siz de öyle olun” mesajı verilmektedir. Bir sonraki ayette ise şöyle denilir: “Eğer müşriklerden biri eman ile sana gelirse ona eman ver. Ta ki Allah’ın kelamını dinlesin. (Müslüman olmazsa) sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. Çünkü onlar bilmeyen bir kavimdir.” Bu ayette, müşrikler hakkındaki ilahi rahmetin eserlerini açıkça görmek mümkündür. Demek ki, müşriklere bu dinin güzelliğini görmek, Allahın kelamını dinlemek fırsatı verilmelidir. Çünkü onlar, bu dini bilmeyen bir toplumdur. Onlardan bu şekilde gelenler, İslam beldesinde emniyet içerisinde yaşarlar, gezerler. Müslümanların hallerini gözlemlerler, neticede İslama girmeyebilirler. Kabul etmediğinde “Sen müşriksin” denilip öldürülmez, emniyet içinde vatanına dönmesine yardımcı olunur. Şadi Eren (Doç Dr.) Devam Edecek... Alıntı
Φ msnci Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 25 Temmuz , 2008 Devamı... Kur’anı Kerimde “O müşriklerle hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar savaşın” deniliyor. (Enfal Sûresi, 39) Ayetin ikinci kısmının inanç hürriyetine uygun düşmediği iddiasına ne dersiniz? Öncelikle şunu ifade edelim: İslam dininin, Müslümanlarla anlaşma yapan hariçteki kâfirlere ve yine bir İslam ülkesinde yaşayıp cizyesini(vergisini) veren gayr-ı Müslimlere hayat hakkı tanıması gösteriyor ki, söz konusu ayet-i kerimeyi din hürriyetine bir engelmiş gibi yorumlamak gerçeğe aykırdır. İslâm'da, sözünü ettiğimiz bu iki gurup gayr-i Müslim ile sulh içinde yaşamak esastır.Onlarla savaşılmaz, onların hakkı muhafaza alındadır.Bu ayet-i kerime, müslümanlara iki büyük hedef göstermiştir: 1-Fitnenin (her türlü kaos ve kargaşanın) kökünü kazımak. 2-Allah’ın dinini hakim kılmak. Bunlardan birincisi, evrensel bir barış demektir. Yani, bütün insanların huzur ve emniyet içinde yaşayabileceği bir vasat meydana getirilmelidir. Öyle ki, gayr-i müslim bir devlet, başkasına zulüm etse, bu fitneyi def için mazlum devlete yardım edilebilmelidir.Şu ayet, bu manayı teyit eder:“Size ne oluyor ki, ‘ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’ (Nisa Sûresi,75) Tarihin hemen her devrinde, dünyanın değişik yerlerinde ayette tasvir edilen manzarayı görmek mümkündür. Bir takım erkekler, kadınlar ve çocuklar zulme uğratılmakta, mağdur edilmektedir. Hayatı işkenceye çevrilen bu insanlar “Ey Rabbimiz, bizi bu zalimlerden kurtar!” diye yalvarmaktadır. İşte, bu insanların kurtarılması için mücadele verecek kimseler çok ulvi bir cihad yapmış olacaklardır.“Allah’ın dinini hakim kılmak.” hedefinin ise, soruda ifade edildiği şekilde anlaşılmaması gerekir. Zira, bir başka ayette açıkça “Dinde zorlama yoktur.” denilmiştir. (Bakara Sûresi, 256) Dinde tebliğ vardır. Peygamberimiz hiç bir insanı zorla İslâma sokmamıştır. Zaten öyle bir şey insan tabiatına aykırıdır. Silah zoruyla din değiştiren birisi gerçekte asıl dinini devam ettirir.Hem peygamberimiz devrinde, hem de sonrasında müslümanlar diğer dinlerin mensuplarına tam bir din ve inanç hürriyeti tanımışlardır. Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul’da kilise ve havraların günümüze kadar gelmesi, Balkanlarda 400 yıl süren Osmanlı idaresi zamanında Hıristiyan halkın dinlerini rahatça yaşaması İslâmdaki din ve inanç hürriyetini açıkça ortaya koyarlar.“Dinin bütünüyle Allah’ın olması”, sadece Allah’a ibadet edilmesi manasını ifade eder. O halde, bütün insanların ancak Allah’a ibadet etmeleri bir müslümanın en büyük gayesi olmalıdır. Bu ayette, buna engel olan müşriklerle cihat etmek ve tevhit inancı önündeki bütün engelleri kaldırmak müslümana gaye olarak gösterilmiştir. Şadi Eren (Doç Dr.) “Sizinle savaşanlarla sizde Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez.” ( Bakara Sûresi, 190) Ayette şu gibi hususlara dikkat çekilmiştir. 1- “Sizinle savaşanlarla savaşın.” Yani, sizinle savaşmayanla savaşmayın. Nitekim Hz. Peygamber, komutanlarına “kadınları, çocukları, yaşlıları, mabetlerde kendini ibadete verenleri öldürmemelerini sıkı sıkıya tembih etmiştir. 2- Yapılan savaş “fi sebilillah” yani “Allah yolunda” olmalıdır. Başkaları yeni ülkeler ele geçirmek, hammadde kaynaklarına sahip olmak gibi gayelerle savaşıyor olabilirler. Fakat bir müslüman ancak Allah yolunda savaşır. Yani, yeryüzünde zulmün, fitnenin, kaosun önüne geçmek gibi gayelerle mücadele eder. 3- Savaş esnasında veya sonrasında haddi aşmak, taşkınlık yapmak caiz değildir. İslamiyet, öldürürken de güzel öldürmeyi emreder. Mesela, işkenceyle öldürmek veya kulak-burun kesmek gibi taşkınlıkları yasaklar. Bir başka ayet-i kerimede ise şöyle buyrulur:“Size ne oluyor ki, ‘Ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’ (Nisa Sûresi,75) İslamda asıl olan savaş değil, barıştır. Fakat insanlara zulmedilmesi veya bir devletin başkasına saldırması gibi durumlarda savaş söz konusudur. Böyle bir durumda İslam savaşa izin verir. Yoksa, dünyada hiç savaş yokken İslam böyle bir şey ihdas etmiş değildir. İslamı savaş dini olarak görenler, kendi tarihlerine baktıklarında tarihlerinin hemen her dönemlerinde savaş olduğu realitesiyle karşı karşıya geleceklerdir. Dolayısıyla, İslamda savaş hükümlerinin olması İslam için bir eksiklik olmayıp, bilakis bir kemaldir. Zira ayetlerde ve hadislerde bildirilen hükümlerde, savaş gibi kaçınılması mümkün olmayan bir realite, bedevi-vahşi bir görüntüden çıkartılıp medeni- insani bir şekle getirilmiştir.Şadi Eren (Doç Dr.) " Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz; onları yakalayınız; onları hapsediniz ve on*ları her gözetleme yerinde oturup bekleyiniz. Eğer töv*be eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakınız. Allah affeden ve merhamet edendir." Tevbe sûresinin ikinci âyetinde verilen dört aylık müsaadenin bu aylar olup olmadığı tartışılmıştı. Kur'ân gelmeden önce Arap geleneğin*de savaşın yasaklandığı aylar vardı. Kur ân bu geleneği değerlendirip söz konusu aylara "haram aylar" adını verdi. Önceleri âdet olan bu uygulama, Kur*ân ile hukuk haline geldi.Haram aylar Veda haccındaki bildiride de yerini alır;Müslümanların o aylarda kimseye dokunamayacakları, Bakara sûresinin 217. âyetinde olduğu gibi burada da hükme bağlanmaktadır.Bakara sûresi in 194 ve 217 özele, Tevbe sûresinin dördüncü âyeti de genele hitap etmektedir. Araplar'ın haram aylarla ilgili âdetleri, kervanların rahatlıkla Mekke ve diğer şehirlere giderek ticaret yapmaları için konulmuştu, fakat Kur'ân bunu insanın değerli oluşu dolayısıyla koymuş, kan akıtmanın büyük günah olduğunu (Bakara 2/217) belirtmiştir, insanın değerinin üzerinde başka bir değerin olmadığını ve bu değerin korunması için söz konusu âdeti hukuklaştırarak insanlığa hediye etmiştir. 1. "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz " Bunun anlamı her zaman, her yerde, her müşriğin öldürülür " demek değildir. Peki müşrikler saldırmazlık paktı olan haram aylar aktıktan sonra mı öldürülecektir? Bu sorunun cevabını birkaç âyete baş vurarak vermek gerekir: Enfâl sûresinin 58. âyetinde belirtilen antlaşma\ bozarak müslümanlara ihanet edenler, Tevbe sûresinin 4. âyetinde belirtilenlerin tersini yapanlar, yani müslümanlarla antlaşma yaptıkları halde bunun tersi-eksiklik yapanlar, müslümanların aleyhinde başka toplumlara yardımda bulunanlar kendileriyle savaşılacak olanlardır. Bu şekilde davranan müşriklere haram aylardan sonra savaşılır , bu durumda onların öldürülmelerine cevaz verilir. Bu konuda Elmalı Hamdi Yazır'ın, "haram helâl demeden onlar nerede bulunursa öldürülür" görüşü doğru değildir. Yukarıda verdiğimiz âyetle doğrultusunda, iman ve ibadet özgürlüklerine dokunulan, zulmedilenler; bağımsızlıklarına saldırılan müslümanlar bunu yapmaya hak kazanmaktadırlar. "Yeryüzünde fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşınız. (İnkâr ve fitneden) vazgeçerlerse şüphesiz ki Allah onların yaptık*larını çok iyi görür. Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır." Her iki âyetin açıklanmasından varılacak neticeler şunlardır: 1. "Yeryüzünde fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşınız." Buradaki fitnenin ne olduğunu anlamak için Enfâl sûresinin 36. âyetine bakmak gerekir, Mallarını, Allah yolundan insanları alıkoymak için harcamak, bu konuda insanları ayartma faaliyetidir. Allah bu dayatmanın, belânın, bozgunculuğun kaldırılması için savaşa izin vermekte, hatta onu emretmektedir. Dinin tamamen Allah'ın olmasının anlamı inanç ve din özgürlüğünün tam anlamı ile hayata geçmesidir. Enfâl sûresinin 30 ile 34. âyetlerinde geçen inanç ve ibadet özgürlüğüne mani olmak hem fitne hem de insanları Allah katından koparmak anlamına gelmektedir. "Din, sadece Allah'a ait oluncaya kadar" ifadesine Muhammed Esed, "hiçbir cezalandırma korkusu duymadan Allah'a ibadet edilinceye ve hiç kimse başka bir insana korku ile boyun eğmek zorunda kalmayıncaya kadar" anlamını vermektedir (Bakara 2/193. âyete yaptığı 170. dipnot açıklaması). İnsanların inanç ve ibadet özgürlüğünü engellemek için yapılan bütün zorlamalar, dayatmalar insan ile Allah'ın arasındaki ilişkileri bozduğundan hem fitne hem de zulümdür. Bu zulüm ve fitneyi ortadan kal*dırmayı Allah insanlara, yani müminlere hedef olarak tesbit etmektedir. Özgürlükleri korumak, zulmün alanını daraltıp kaldırmak savaşa bir sebeptir. Müşriklerin, Hz. Peygamber'i hapsetme, öldürme veya ülkesinden çıkarma teşebbüsleri, müminleri ibadet yapmak için gittikleri Mescid-i Haram'dan geri çevirmeleri, Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için teşkilâtlanmaları (Enfâl 8/30, 34, 36) bütün bunlar inanç ve ibadet öz*gürlüğünü engellemek anlamına gelmektedir. Bu da savaş sebebi olmaktadır. 2. "Son verirlerse, şüphesiz ki Allah anların yaptıklarını çok iyi görür." Burada neye son vermeleri istenmektedir? Ayetin birinci bölümü bunu açıklamaktadır: Fitneye son vermek, inanç ve ibadet özgürlüğünü engellemeyi terk etmektir. Buradaki son verme kavramı direnmeyi bırakıp değişimi gerçekleştirmeyi ifade etmektedir. Savaşın çıkmasından önce veya savaş anında bu değişimi gösterir]erse, artık onlarla savaşmanın bir anlamı kalmayacaktır. Onların değişimi gerçekleştirmek için sergileyecekleri eylemleri Allah gözle*mektedir. Bunun anlamı onların değişiminin değerlendirmeye tâbi tutu*lacağıdır. Değişim iyiden yana olacağından ilâhî değerlendirme de iyi*den yana olacaktır.( Pr. Bayraktar bayraklı ) Savaşın gayesi -hiç şüphe yok ki- bütün insanları zorla müslüman etmek değildir; savaş, isteyenlerin İslam'a girmelerini, istemeyenlerin ise İslam'ın hakimiyeti altında dünya nimetlerinden istifade ederek adalet ve hürriyet içinde yaşamalarını sağlayacaktır. İşte bu manada ve bütün insanlığa şamil barış, refah ve mutluluk müslümanların kılıçlarının gölgesi altında gerçekleşecektir. "Ey insanlar! Düşmanla karşılaşıp savaşmayı arzu etmeyin, Allah'tan afiyet isteyin. Düşmanla karşılaşınca da sabır ve sebat gösterin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır." diyen hadis bu manalara ışık tutmaktadır. Yine bu hadise göre İslam'da savaş arzu edilen, sadistçe zevk alınan bir vasıta değil, başka çare bulunmadığı zaman başvurulan, yüce gayelere yönelik bir vasıtadır ( Müslim, el-Cihad, 5. ) Tevbe 29 Kitap verilenlerden, " Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. " Şimdi bu ayet müslümanlara,diğer din mensuplarına cizye verinceye kadar onlarla savaş yapılmasını mı emrediyor.Ne alaka Tevbe suresini baştan sona okuduğumuzda,Peygamberle anlaşma yapmış olan yahudiler bu anlaşmalarını bozarak, müşirklerle beraber müslümanlara karşı savaşmışlardır. Yani ortada islam devleti ile yapılan anlaşmayı bozup savaşan hain bir taraf vardır, ve bunlar müslümanlara zarar vermişlerdir.İşte tevbe 29 da emredilen bu hainlerin verdiği zarara karşılık olarak hakir bir şekilde savaş tazminatı ödeyinceye onlarla savaşılmasıdır.Yoksa durup duruken herhangi bir kavim ile,zoraki vergi verinceye kadar savaşmak değildir.Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever " Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır. " Peki bu ayetleri nereye koyacağız. Allah teala müslümanlarla savaşmayan kimselere iyilik yapmamızı ve onlara adil davranmamızı emrediyor. Bakara..256-" Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir." Dinde zorlama olmadığı halde, hangi gerekçe ile müslümanlar başka kavimlere savaş açabilirler.Ne diyecekler müslümanlar onlara ya islamı seçin yoksa cizye verın aksi takdirde sizi imha ederiz mi diyecekler. Bakara190- "Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez." Bu ayettede görüldüğü gibi ayet gayet açık ve net.Eğer müslümanlar düşmanlar tarafından saldırıya uğrarlarsa elbette savaşacaklar.Enfal " 39 Siz de ortalıkta bir fitne kalmayıp din, tamamıyle Allahın dini oluncaya kadar onlara cihad edin, eğer vaz geçerlerse her halde Allah amellerini görür." Ayetin sonu eğer vazgeçerlerse diyor.Eğer kıyamete kadar sürecek bir savaş ise neden vaz geçerlerse yazıyor ayetin sonunda .ENFAL 30- "Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar." 31- Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman, “işittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir” diyorlardı.32- Bir vakit de, “Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver” demişlerdi.33- Halbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azab edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azab edecek değildir.34- Şimdi ise Allah’ın kendilerine azab etmemesi için neleri var ki? Oysa Mescid-i Haram’dan menediyorlar. Üstelik onun hizmetine ehilkişiler de değiller. Çünkü onun hizmetine ehil olanlar ancak müttakilerdir. Lâkin çoğu bunu bilmezler.35- Kâbe huzurunda onların duaları ise ıslık çalıp el çırpmaktan başka birşey değildir. O halde inkârınızdan (ve nankörlüğünüzden) dolayı bu azabı tadın bakalım.,36- Mallarını, Allah yolundan engellemek için sarfeden o kâfirler, hiç şüphesiz yine onu sarfedecekler. Varsın sarfetsinler, sonra o yüreklerine inen bir acı olacak, sonra da mağlup olacaklar. Zaten kâfirler toplanıp cehenneme gönderilecekler.37- Allah, murdarı temizden ayırdetmek için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya getirmek ve topunu birden cehenneme koymak için böyle yapar. İşte bunlar o hüsran içinde kalanların ta kendileridir.38- O kâfirlere de ki: Eğer bu işe son verirlerse daha önce yaptıkları bağışlanacak. Yok yine karşı koymaya başlar, isyana dönerlerse, önceki ümmetlere uygulanan kurallar kendilerine de uygulanacak. (Artık o ilâhî uygulamayı beklesinler.)39- Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki, Allah yaptıklarını görür.40- Yok vazgeçmez de tekrar eskiye dönerlerse artık bilin ki, Allah sizin yardımcınızdır. O ne güzel mevla, ne güzel yardımcıdır.Ayetlerin tamamını göz önünde aldığımızda görülen odurki, müşrikler sürekli olarak Hz peygambere karşı bir takım suikast planları peşindedirler.Onlar bu suikastlarından vazgeçmedikleri sürece elbetteki onlarla savaş yapılacaktır.bundan doğal ne olabilir ki ( Kemal Acar ) 12. yüzyıl fıkıhçılarından Ebû Bekir İbnu'l-Arabî'nin27 ve 10. asrın büyük alimlerinden Cessâs'ın tenkit ve açıklamaları şöyledir: Nerede bulunurlarsa öldürülecek olan müşrikler, Arabistan kıtasında o zaman yaşayan ve müslümanların kökünü kazımaya azmetmiş bulunan müşriklerdir. Âyetlerin devamlı olan hükümlerinin bunlarla alâkası yoktur. Savaş ve barış müslümanların güçlerine, menfaatlerine ve dinin amaçlarına bağlıdır. Buna göre savaşmak, teklif ederek veya karşı tarafın teklifini kabul ederek barış yapmak, barış karşılığında bir şey almak veya vermek caizdir. Âyetler birbirini neshetmemiş, duruma göre nasıl hareket edileceğini göstermiştir.Nitekim Peygamberimiz (s.a.) de buna göre davranarak Medîne'ye geldiğinde bazı Yahudi ve müşrik guruplarla barış antlaşması yapmıştır. Aynı şekilde Mekke müşrikleri ile Hudeybiye sulhünu yapmış, karşı tarafın anlaşmayı bozarak -müslümanlarla ortak savunma antlaşması yapmış bulunan- Huzâ'a kabilesine savaş açmalarına kadar barışa sadık kalınmıştır. Necran Hıristiyanları ile barış antlaşması imzalamıştır. "Savaş ve barışın güç, fayda ve amaç esaslarına göre yürütülmesi, bu konuda Ehl-i kitap müşrik farkının gözetilmemesi" hükmü, anlayışı ve uygulaması ilk halifeler döneminde de devam edilmiştir. Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâmın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. İşte bu âyetlerden -burada gördüğümüz- ikisi (Nisa: 4/75-76), savaşın iki önemli amacını ortaya koymaktadır: a) Allah rızası, Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. "Allah rızası" da fayda bakımından kullara raci olmaktadır; Allah Teâlâ'nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O'nun rızası için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır; Allah mutlak adil olduğu ve zerre kadar zulme razı olmadığı için "Allah rızası için savaşmak", adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda savaşmaktır. Yine yukarıda meali verilen âyetlerden( Hac: 22/39-40 ) açıkça anlaşılmaktadır ki hak, hürriyet ve adalet yalnızca müslümanlar için değil, bütün inananlar, zayıf olduklarından haksızlığa uğrayanlar için istenmektedir. İslamda savaşın sebebi başkalarının zararına maddi menfaat, nüfuz ve hakimiyet sağlamak olamaz. Sebep haksızlıktır, hukukun çiğnenmesidir; yani din ve vicdan özgürlüğünün ortadan kaldırılması, insanların yurt ve yuvalarının ellerinden alınması, zayıfların sömürülmesidir.Bu husus birçok âyette vurgulanmıştır.Eğer bu sebep sulh yoluyla ortadan kaldırılabilseydi, amaca barış yolundan ulaşmak mümkün olsaydı savaş "israf, zulüm ve mânasız" olur, dolayısıyla gayr-i meşru hale gelirdi. İslam'ın, farklı din ve inanç sahibi topluluklara bakışını, onlarla kurulacak ilişkinin şeklini ve amacını ortaya koyması bakımından şu iki âyet önemli, aydınlatıcı ve belirleyicidir: " De ki: Ey Ehl-i Kitab! Sizinle bizim aramızda eşit olan bir inanca gelin: 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, Allah'ı bırakıp birbirimizi Rab edinmeyelim'. Eğer bu çağrıyı kabul etmezlerse onlara 'Şahit olun ki biz müslümanız; yani bir tek Allah'ın iradesine teslim olmuşuzdur' deyin" (Âl-i İmran: 3/69 ) "Allah, sizinle din yüzünden savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayanlarla iyilik ve adalet çerçevesinde ilişki kurmanızı size yasaklamıyor. Allah adalet ölçülerine göre davrananları sever" (Mümtehine, 60/8 ) Birinci âyet, aslı vahye dayanan din mensuplarını, bütün hak dinlerin temel inancı olan tevhide çağırmakta, bu temel üzerinde bir dinler arası diyaloğun yolunu açmaktadır.İkinci âyet ise müslümanları, bir dine inansın-inanmasın bütün insanlar ile iyilik ve adalet çerçevesinde ilişkiler ve işbirlikleri kurmaya yönlendirmektedir. Bu âyete göre barış içinde yaşamak ve bütün insanlığın hayrına olacak faaliyetlerde işbirliği yapmak için diğer toplulukların belli bir inanca sahip olmaları şartı yoktur; tek şart karşı tarafın barış istemesi, insanların hak ve özgürlüklerine saygı göstermesi, âyetteki ifadeye göre dinine ve yurduna tecavüz etmemesidir. Başka çare kalmadığında meşru hale geldiği için başvurulan savaş, İslam'a göre bir katliam, bir körü körüne imha hareketi değildir; hedefi ve sınırları belli bir askeri harekettir. Bu hareketten sivillerin, masumların, çevrenin zarar görmemesi için sınırlamalar ve yasaklar getirilmiştir. Bu da İslam'da savaşın değil, barışın, intikamın değil, merhametin, imha ve tahrip etmenin değil, korumanın esas ve amaç olduğunun başka bir kanıtıdır. (Pr. Hayrettin Karaman) Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.