Φ Ulyanov Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2006 2 Ocak 2006 Pazartesi YURTSEVER CEPHE'NİN SEYİR DEFTERİ Eski yıla "yeni yılda eşitliğe, özgürlüğe, bağımsızlığa daha yakın olacağız" diyerek veda etmiştik. Dün ise 2006'nın ilk günüydü. Yurtsever Cephe'ye bağlı inisiyatifler yoğun bir mücadele yılına girdiklerinin farkındalar. Yılbaşı vesilesiyle, sizlerle Yurtsever Cephe'nin şu sıralar neler yaptığını paylaşalım. Yurtsever Cephe on aylık bir faaliyet döneminden sonra yeniden yapılanıyor. Türkiye'nin her tarafında yeni inisiyatifler kuruluyor. Bazı inisiyatifler çalışmalarını yenilenmiş araçlarla sürdürüyorlar. Kimi örneklerde ise inisiyatiflerin faaliyet alanında değişiklikler oldu. Özetle, Yurtsever Cephe kendisini daha güçlü hale getirmekte. Yurtsever Cephe emperyalizme karşı emekçi karakter taşıyan bir örgüt. Bu nedenle cephenin işçi inisiyatiflerinin örgütlenmesi büyük önem taşıyor. Şu ana kadar metal, tekstil, belediye, kundura, turizm, sağlık ve eğitim sektörlerinde çalışan işçiler birçok kentte inisiyatiflerini oluşturmuş durumdalar. Bunların toplamı Yurtsever Cephe içindeki İşçi Konseyi'nde güçlerini birleştirip, ortak hareket edecekler. 5 Şubat'ta bu inisiyatiflerin yürütme kurullarının bir araya geldiği İşçi Konseyi toplantısı gerçekleşecek. Yurtsever Cephe'ye bağlı bütün işçi inisiyatifleri "2006… İşçi Sınıfı Ayağa Kalkıyor" başlıklı bir çalışma başlattı. Çalışmanın amacı, işçi sınıfının birliğini sağlamak, işçileri köleleştirmeye dönük girişimlere karşı ortak bir mücadelenin örgütlenmesine yardımcı olmak, emekçi kitleler ve sendikalar içerisindeki Avrupa Birlikçi faaliyetleri teşhir edip onları etkisizleştirmek. İşçi Konseyi bu çalışma kapsamında bir dizi eylem ve etkinlik düzenleyecek. İstanbul Sağlıkçılar İnisiyatifi'nin başlattığı "sağlıkta kirlenme ve çürümeye karşı" kampanya bütün hızıyla sürüyor. Diğer kentlerdeki inisiyatifler de benzer çalışmalar yürütürken kampanya birçok hastanede sağlık çalışanlarından destek görüyor. Bir süre sonra kampanya tüm topluma seslenen araçlarla biçim değiştirecek. Yurtsever Cephe'ye bağlı tekstil inisiyatifleri patronların fazla mesai zorlamalarına karşı yaygın bir direnç örgütlüyorlar. Denizli'de patronlar uzun bir süreden sonra ilk kez örgütlü bir gücü karşılarında buldular. İstanbul'da Gaziosmanpaşa, Bağcılar gibi ilçelerde de tekstilciler hızla örgütleniyorlar. Manisa'da Vestel işçileri Zorlu'nun fiyakasını bozmaya başladı. Belediye ve polisin Yurtsever Cephe faaliyetlerini engellemeye dönük girişimleri bir işe yaramıyor. Zorlu'nun parasına karşı işçilerin kararlılığı… Öğretmenler, mühendis, mimar ve teknik elemanlar, hukukçular bayram tatilinden sonra yeni araç ve hedeflerle çalışmalarını yoğunlaştıracaklar. Öğretmenler, öğrencilerle daha yakın bir işbirliğini tercih ederken, yakın geçmişte ilgili fakülte ve yüksek okullarla birlikte alternatif mühendislik okulları düzenleyen mühendislik inisiyatifleri, bu deneyin ışığında yeni hazırlıklar yapıyorlar. Hukukçular ise AB ve ABD'ye karşı hukuk alanındaki mücadeleyi daha etkili hale getirme iddiasındalar. Yurtsever Cephe sektörel temeldeki inisiyatiflerden başka, yerelliklerde de örgütlü. Bu örgütlülüğü gerçek bir toplumsal zemine taşımaya dönük hazırlıklar yapılırken, birçok yeni inisiyatifin kuruluşu da yakında gerçekleşecek. Emekçi kadınlar Yurtsever Cephe'nin en iddialı unsurları. İstanbul ve Ankara'da gerçekleşen başarılı kuruluş toplantılarından sonra hem inisiyatifleri yaygınlaştırmak hem de bugünkü ölçeğin çok ötesine geçmek için ev ev örgütleniliyor. Üniversitelerde Aralık ayı boyunca Yurtsever Cephe çok sayıda eylem ve etkinliğe imza attı. AB'nin üniversitelerdeki kurumsal uzantılarına, uyuşturucu ticaretine ve piyasacı düzenlemelere karşı yürütülen çalışmalar cephenin çok sayıda yeni üyeye ulaşmasını sağladı. Türkiye'deki üniversitelerin çok büyük bölümünde Yurtsever Cephe'nin örgütlülüğü açık biçimde hissediliyor. Liselerdeki çalışmanın temposunu ise kimse yakalayamıyor. "Bu mücadelede biz de varız" diyen genç Yurtsever Cepheliler birçok kentte şaşırtıcı bir güce ulaştılar. Velilerin, öğretmenlerin de desteğiyle okullardaki gerici kuşatmayı yarmak için seferber olmuş durumdalar. Bütün bunlar olur da, diğerleri boş durur mu? Bazı işyerlerinde Yurtsever Cephe faaliyetlerini engellemeye kalktılar, Yurtsever Cephelilerden önce, çalışmaları izleyen ve her gün "günlük" okuyan dostları tavır aldılar patronlara, yöneticilere… Bazı okullarda öğrencilere soruşturma açmaya yeltendiler, müdürler karşılarında veliyi, avukatı görünce ne yapacaklarını şaşırdılar. İSKİ ise, bir işçisini Irak'taki işgali kınayan Yurtsever Cephe günlüğünü arkadaşlarına verdiği için işten çıkardı. Belediye İşçileri İnisiyatifi işçi kardeşimizin işe geri dönmesi konusunda İSKİ yönetimine süre verdi. Eğer bu sürede arkadaşımız işe geri alınmazsa, yaygın eylemler yapılacak. İşte, 2006'ya girerken durum özetle budur, hepinize tekrar mutlu ve başarılı bir yeni yıl diliyoruz. Alıntı
Φ Ulyanov Gönderi tarihi: 3 Ocak , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 3 Ocak , 2006 3 Ocak 2006 Salı Baykal, Karayalçın, İnönü, Ecevit... Konuşun! Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Kemal Yamak'ın yakında yayınlanacak kitabında "kontrgerillanın MHP'lilerden oluşmadığı, CHP'lilerin de bu organizasyonun içinde yer aldığı"na ilişkin iddialar var. Biz şaşırmadık. Kont-gerilla denen organizasyonun içinde sadece eli kanlı, ırkçı, ortaçağdan kalma, katil ruhlu adamların olduğu rivayetine hiç inanmamıştık. Düşünün, zamanında Türkiye'de solun yükselişinin karşısına çıkartılan bir devlet örgütü olacak, bu örgütün 1 Mayıs 1977 gibi, Kahramanmaraş gibi nice kitle katliamıyla, sayısız aydının, devrimcinin, sendikacının öldürülmesiyle dolu bir sicili olacak, kamuoyunu 12 Eylül darbesine hazırlamak amacını güden tarihsel bir stratejiyi işleyecek, Kıbrıs'ta devlet politikasının taşıyıcılığını üstlenecek ve bu yapı bir "kaza"dan, bir "sapma"dan ibaret olacak. Asıl şaşılması gereken, bu masala inanmaktır! Kontr-gerilla denen örgütlenmenin işkencecileri barındırdığı doğrudur. Ama bu işkenceciler CIA kamplarında Nazi eskisi uzmanlar tarafından eğitilme olanağını nasıl bulmuşlardır? Tetikçiler İçişleri'nin dahli olmadan nasıl bunca suçtan fatura ödemeksizin sıyrılabilirlerdi? Yargı mekanizması, sıra bu adamlara gelince durmadan hata mı yapıyordu? Dışişlerinin saygın diplomatları olmaksızın bütün bu işler nasıl kotarılırdı? Biz hiç şaşırmadık. Emek ve insanlık düşmanı bir düzenin kravatlıları, takunyalıları ve eli silahlı adamları tek bir cepheyi oluşturuyorlardı. Aralarındaki mesafe kısaydı ve birbirlerini tamamlıyorlardı. Geçmişte de böyleydi, bugün de böyle. Ama şimdi içlerinden biri bizim eski iddiamızı doğruluyor. Diyor ki, "hepimiz bu kepazeliğin parçasıydık, aramızda sosyal-demokratlar da vardı"... Dolayısıyla yıllar yılı işi gücü ülkenin ilericilerini kandırmak olan, emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin umutlarını kendilerine bağlamayı meslek edinenlerin konuşması gerekiyor. Emekli olanlar ve iş başındakiler, Yani İnönü ile Ecevit, yani Baykal ile Karayalçın! Haydi susmayın, emekli paşanın söylediklerine yanıt verin. Varsa yapabileceğiniz bir açıklama, durmayın konuşun. Düşün halkımızın ve umutlarının yakasından! Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2006 uzun zamandır günlüğe yazmamışsın ulyanov.... bir alıntı da ben paylaşmak istiyorum burda.... Ben bir öğretmenim ve bundan böyle; 1-12 Eylül'ün söndürdüğü aydınlanma meşalesini yakıyorum. Kimse öğrencilerime o gerici müfredatın safsatalarını anlatmamı beklemesin. Anlatmam ve anlattırmam. Yolum bilimin aydınlık yoludur. 2-Öğrencilerimden kayıt parası, karne parası, dergi parası toplamam ve toplattırmam. Ben tahsildar değilim, ÖĞRETMENİM! 3-Mesleki saygınlığımı; saflarımı savunmakta gösterdiğim kararlılıktan, öğrencilerime ve velilerime duyduğum saygıdan alırım. Öğrencilerime yapılan olumsuz davranışları, kendime yapılmış sayarım. Öğrenci-veli-öğretmen dayanışmasını yalnız mesleki değil, insani bir zorunluluk olarak görürüm. 4-Her türlü özelleştirmeye karşıyım. Eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesine bütün gücümle karşı çıkarım. Yağmaya izin vermem. 5-Öğrencimi özel ders almaya, beni de kurs, etüd gibi araçlarla eğitimin ticarileştirilmesi uygulamalarına alet etmeye zorlayan eğitim sistemine karşı çıkarım. 6-Öğrencilerimi kafatasçılara, tarikatçılara, mandacılara ve uyuşturucu satıcılarına teslim etmem. Çocuklarımızın akıllarının işgal edilmesine ve geleceğimizin karartılmasına izin vermem. 7-Devlet okullarında kadrolu öğretmen de olsak, özel okul ya da dershane öğretmeni de olsak, sözleşmeli öğretmen ya da aday öğretmen de olsak, okullarda hizmetli ya da memur da olsak hepimiz sınıf kardeşiyiz. Bu tür kategorilerin bizi bölmesine izin vermem. Ayrıca başöğretmen, uzman öğretmen gibi sınıflandırmalarla dayanışma gücümüzün zayıflatılmasına göz yummam. 8-Emek sermaye çelişkisinin üstünü örtenler ve emekçi halkımızı birbirine düşürmek isteyenler karşılarında beni bulur. Yıllardır sahnelenen bu uğursuz oyuna izleyici kalmam. 9-Kendimi sadece öğrencilerime karşı değil, topluma karşı da sorumlu hissederim. 10-Dünyada ve ülkemde gelişen olaylara ilgisiz kalmam. Latin Amerika'da uç veren devrimleri saygıyla ve coşkuyla selamlarım. Irak'ta direnen kardeşlerimin mücadelesini bütün gücümle desteklerim. 11-Avrupa Birliği, işkenceci ABD emperyalizminin suç ortağıdır. Ülkemizi AB emperyalizmine pazarlayan siyasetçiler, sendikacılar, medya mensupları, yazarlar ve sivil toplum örgütleri sınıfımın düşmanlarıdır. Kimse alınterimin ve evlatlarımın kanı üzerine pazarlık yapamaz. 12-Emek adına konuşan burjuva örgütleri sermayenin truva atlarıdır. Onları teşhir ederim. 13-Başımı dik tutarım. Gücümün bilincindeyim. Gücümü sınıf arkadaşlarımın gücüyle birleştirdiğimde bu çürümeye son verebileceğime inanırım. Alıntı
Φ OBJEKTİVİST Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2006 3 Ocak 2006 Salı Baykal, Karayalçın, İnönü, Ecevit... Konuşun! Eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Kemal Yamak'ın yakında yayınlanacak kitabında "kontrgerillanın MHP'lilerden oluşmadığı, CHP'lilerin de bu organizasyonun içinde yer aldığı"na ilişkin iddialar var. Biz şaşırmadık. Kont-gerilla denen organizasyonun içinde sadece eli kanlı, ırkçı, ortaçağdan kalma, katil ruhlu adamların olduğu rivayetine hiç inanmamıştık. Düşünün, zamanında Türkiye'de solun yükselişinin karşısına çıkartılan bir devlet örgütü olacak, bu örgütün 1 Mayıs 1977 gibi, Kahramanmaraş gibi nice kitle katliamıyla, sayısız aydının, devrimcinin, sendikacının öldürülmesiyle dolu bir sicili olacak, kamuoyunu 12 Eylül darbesine hazırlamak amacını güden tarihsel bir stratejiyi işleyecek, Kıbrıs'ta devlet politikasının taşıyıcılığını üstlenecek ve bu yapı bir "kaza"dan, bir "sapma"dan ibaret olacak. Asıl şaşılması gereken, bu masala inanmaktır! Kontr-gerilla denen örgütlenmenin işkencecileri barındırdığı doğrudur. Ama bu işkenceciler CIA kamplarında Nazi eskisi uzmanlar tarafından eğitilme olanağını nasıl bulmuşlardır? Tetikçiler İçişleri'nin dahli olmadan nasıl bunca suçtan fatura ödemeksizin sıyrılabilirlerdi? Yargı mekanizması, sıra bu adamlara gelince durmadan hata mı yapıyordu? Dışişlerinin saygın diplomatları olmaksızın bütün bu işler nasıl kotarılırdı? Biz hiç şaşırmadık. Emek ve insanlık düşmanı bir düzenin kravatlıları, takunyalıları ve eli silahlı adamları tek bir cepheyi oluşturuyorlardı. Aralarındaki mesafe kısaydı ve birbirlerini tamamlıyorlardı. Geçmişte de böyleydi, bugün de böyle. Ama şimdi içlerinden biri bizim eski iddiamızı doğruluyor. Diyor ki, "hepimiz bu kepazeliğin parçasıydık, aramızda sosyal-demokratlar da vardı"... Dolayısıyla yıllar yılı işi gücü ülkenin ilericilerini kandırmak olan, emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin umutlarını kendilerine bağlamayı meslek edinenlerin konuşması gerekiyor. Emekli olanlar ve iş başındakiler, Yani İnönü ile Ecevit, yani Baykal ile Karayalçın! Haydi susmayın, emekli paşanın söylediklerine yanıt verin. Varsa yapabileceğiniz bir açıklama, durmayın konuşun. Düşün halkımızın ve umutlarının yakasından! uzun zamandır günlüğe yazmamışsın ulyanov.... bir alıntı da ben paylaşmak istiyorum burda.... Ben bir öğretmenim ve bundan böyle; 1-12 Eylül'ün söndürdüğü aydınlanma meşalesini yakıyorum. Kimse öğrencilerime o gerici müfredatın safsatalarını anlatmamı beklemesin. Anlatmam ve anlattırmam. Yolum bilimin aydınlık yoludur. 2-Öğrencilerimden kayıt parası, karne parası, dergi parası toplamam ve toplattırmam. Ben tahsildar değilim, ÖĞRETMENİM! 3-Mesleki saygınlığımı; saflarımı savunmakta gösterdiğim kararlılıktan, öğrencilerime ve velilerime duyduğum saygıdan alırım. Öğrencilerime yapılan olumsuz davranışları, kendime yapılmış sayarım. Öğrenci-veli-öğretmen dayanışmasını yalnız mesleki değil, insani bir zorunluluk olarak görürüm. 4-Her türlü özelleştirmeye karşıyım. Eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesine bütün gücümle karşı çıkarım. Yağmaya izin vermem. 5-Öğrencimi özel ders almaya, beni de kurs, etüd gibi araçlarla eğitimin ticarileştirilmesi uygulamalarına alet etmeye zorlayan eğitim sistemine karşı çıkarım. 6-Öğrencilerimi kafatasçılara, tarikatçılara, mandacılara ve uyuşturucu satıcılarına teslim etmem. Çocuklarımızın akıllarının işgal edilmesine ve geleceğimizin karartılmasına izin vermem. 7-Devlet okullarında kadrolu öğretmen de olsak, özel okul ya da dershane öğretmeni de olsak, sözleşmeli öğretmen ya da aday öğretmen de olsak, okullarda hizmetli ya da memur da olsak hepimiz sınıf kardeşiyiz. Bu tür kategorilerin bizi bölmesine izin vermem. Ayrıca başöğretmen, uzman öğretmen gibi sınıflandırmalarla dayanışma gücümüzün zayıflatılmasına göz yummam. 8-Emek sermaye çelişkisinin üstünü örtenler ve emekçi halkımızı birbirine düşürmek isteyenler karşılarında beni bulur. Yıllardır sahnelenen bu uğursuz oyuna izleyici kalmam. 9-Kendimi sadece öğrencilerime karşı değil, topluma karşı da sorumlu hissederim. 10-Dünyada ve ülkemde gelişen olaylara ilgisiz kalmam. Latin Amerika'da uç veren devrimleri saygıyla ve coşkuyla selamlarım. Irak'ta direnen kardeşlerimin mücadelesini bütün gücümle desteklerim. 11-Avrupa Birliği, işkenceci ABD emperyalizminin suç ortağıdır. Ülkemizi AB emperyalizmine pazarlayan siyasetçiler, sendikacılar, medya mensupları, yazarlar ve sivil toplum örgütleri sınıfımın düşmanlarıdır. Kimse alınterimin ve evlatlarımın kanı üzerine pazarlık yapamaz. 12-Emek adına konuşan burjuva örgütleri sermayenin truva atlarıdır. Onları teşhir ederim. 13-Başımı dik tutarım. Gücümün bilincindeyim. Gücümü sınıf arkadaşlarımın gücüyle birleştirdiğimde bu çürümeye son verebileceğime inanırım. Öncelikle (http://www.yurtsevercephe.org) sitesini bizlere tanıştırma fırsatı yaratan sevgili Ulyanov'a teşekkür etmek isterim.. Diğer taraftan sevgili zeynoo arkadaşımızın düşüncelerine katılmamak mümkün değil kendisine buradan sevgi ve saygalarımı iletiyorum... Yurtsever cephe'den bir günlük te benden.. Yurtseverlik sorumluluktur! Ülkemizi yağmacılardan temizlemekle mükellefiz! "BEN ÜLKEMİ ADETA PAZARLAMAKLA MÜKELLEFİM" diyebilen, bir tek şekilde tanımlanabilir; vatan haini olarak... Vatan haini olmak cesaret ister. Hele bir de bunu açık seçik ilan etmek için ya insanın aklından zoru olmalıdır ya da 2005 Türkiyesi'nde başbakan... Yurtseverlik, sırf bu yüzden bile bu ülkenin emekçilerinin boynunun borcudur. Yurtseverler için bu zata ve satış ekibine haddini bildirmek ve "pazarlamakla mükellef oldukları" ülkenin kaç bucak olduğunu göstermek bir zorunluluktur. Onların mükellefiyetlerinin karşısında yurtseverlerin sorumlulukları vardır. Yurtseverlik memleketine, geleceğine, sınıf kardeşine karşı sorumluluk sahibi olmaktır. Yurtseverler yarın kuracakları eşitlik ve özgürlük temelinde bir gelecek için bugüne dair sorumludurlar. Yurtseverler sermaye sınıfı yerlisiyle, yabancısıyla yek vücutken; Kürt, Türk, Ermeni olmanın beraberinde getirdiği zenginlikten, sınıf birliği zemininde daha güçlü bir mücadeleyi örmek için yararlanmak sorumluluğuna sahiptirler. Emperyalistler ve sermaye iktidarları emekçi sınıfları bölmeye çalışırken, yurtseverler en önemli ortak paydalarının emekçi karakteri olduğunu bilenlerdir. Vatan hainlerinin, işbirlikçilerin satışa çıkardıkları, emperyalistlerin üstüne leş kargaları gibi üşüştüğü bir ülkenin emekçileri için antiemperyalist, yurtsever bir mücadele tarzı 2005 Türkiyesi'nde her zamankinden daha günceldir. Bu yüzden de yurtseverlik sermayedarların, para babalarının ve onların iktidarlarının harcı olamaz. Yurtseverler emekçilerin bölünmesine izin vermedikleri gibi sermaye sınıfını da bölmelere ayırmazlar. Erdemir'i satarken yaptıkları gibi emekçi halkımızı yanıltmak için ayyuka çıkardıkları yerli sermaye-yabancı sermaye tartışmalarına kanmayanlardır yurtseverler. Yurtseverlerin haklılığı "yerli" Oyak'ın "yabancı" Mittal'ı sofraya davet etmesiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Yurtseverlik gerçekçiliktir. Yurtseverler ülke gerçeklerinin bilinciyle hareket ederler. Gerçek olan, ne bu ülkenin yabancı sermaye olmaksızın ayakta kalamayacağı; ne ABD emperyalizmine karşı koymanın imkansızlığı; ne emperyalistlerin herşeye muktedir olduğu; ne AB'nin özgürlükler, demokrasi ve refah projesi olduğu; ne de emekçi sınıfların kaderlerini(!) değiştirmelerinin mümkün olmadığı iddialarıdır. Yurtseverlik bu iddiaların külliyen yalan olduğunu bilmektir. Tüm bu yalanlara karşı mücadele etmektir. Gerçekleri olduğu kadar gereklilikleri de biliyor yurtseverler... Öyle ya ülkemizin AB'ye üyeliğine karşı, mevcut sömürü ilişkileri yetmezmişcesine bu toprakların daha da fazla sömürgeleştirilmesine karşı, ülkeyi yöneten işbirlikçilerin kendilerini sağlama alma girişimlerine karşı gerekliliği yerine getiren yurtseverlerden başkası olmadı. Olamazdı. Bugün "sağdan", "soldan" konuşan cenah içerisinde her ne kadar farklı kulvarlardan seslendiklerini iddia edenler olsa da, onları ortaklaştıran önemli bir başlık var. Faşistinin, ulusalcısının "üyeliğin onurlusu olsun", liberallerin bir kısmının "emeğin Avrupası olsun", diğer bir kısmının "AB karşıtlığı mücadele başlığı olmasın" temennileri bir şeyleri değiştirmemektedir. Onlar girişin farklı(!) biçimlerini, yaşanacak yıkımın sonuçlarını hafifletici(!) yolları, AB'ye karşı mücadele yerine asli(!) mücadele başlıklarını arayadursunlar. Yurtseverler bu safsatalara papuç bırakmaksızın mücadeleye devam edeceklerdir. Yurtseverlik farkındalıktır. Bir ülkenin işgal altında olması için ille de halkın tepesine bombaların yağmasını, ülkeye sahip çıkmak için açık işgali beklemek gerekmiyor. Ülkemiz yıllardır sermayenin işgali altındadır. Ancak sermaye sınıfı bu yağmayı tek başına sürdüremediği gibi, bu işgali de artık kendisinin yönetemeyeceğini düşünüyor. Bu yüzden topraklarımıza baktıkça iştahları kabaran emperyalistlere, yönetme erki de dahil olmak üzere, herşeyi devretmeye hazırlanıyorlar. Yurtseverler memleketin devredilmesine izin vermeyecek olanlardır. İnat, iddia ve kararlılık yurtsever kimliğin en önemli yanlarıdır. Yurtseverler mücadelede sonuç alınabilmesinin yolunun, iddialı ve kararlı bir mücadele tarzı ile ilişkili olduğunu bilenlerdir. Memleketini ve geleceğini sahiplenme, savunmanın gerekliliği ve haklılığı tartışılmaz olduğuna göre; emperyalistlerin, işbirlikçi sermaye sınıfının karşısında meşru olan yalnızca yurtseverliktir. İddia ve kararlılığın arkasında bu meşruiyet varolduğu sürece yurtseverler inatla mücadele edeceklerdir. Topraklarından yerli, yabancı tüm yağmacıları temizleyene kadar... Yurtsever Metal İşçileri İnisiyatifi Avrupa Yakası Kuruluş Toplantısı Tarih: 23 Ekim Pazar 15.00 Yer: TKP Bakırköy İlçe Zeytinlik Mahallesi Halkçı Sokak Aşkın Apt. No: 29 D: 11 Bakırköy Telefon: 0 212 660 70 15 Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 13 Şubat , 2006 yursever cephe günlüğü(10,02,2006) ABD'ye atış serbest… Ama sanal olsun! ABD'nin Avrupa Kuvvetleri Komutanı Orgeneral James Jones, Kurtlar Vadisi-Irak filmini eleştirdi. Jones aynı konuşmasında Türk Silahlı Kuvvetleri'ne de övgüler düzdü. Film ise seyirci ve hasılat rekorları kırmakla meşgul… Kurtlar Vadisi-Irak filmine göre Amerikalılar kötü. Yalnız kötü olsalar neyse, bunlar Türkiye'nin düşmanı! Öyle ki, filmde kahramanlık öldürülen Amerikalı sayısıyla ölçülüyor. ABD'nin bazı talepleri birkaç yıl önce çok tartışılmıştı. Bunlar arasında ekonomik talepler dışında, Türkiye kamuoyunda ABD aleyhtarlığının önlenmesi de vardı. Şimdi bu sözler tekrarlanıyor. Ama filmin reklam kampanyasına bakanlar bile katılıyor… Bütün bunlar ne anlama geliyor? İpucunu filmi hazırlayanlar verdi zaten: "Türkiye halkının kahramanlara ihtiyacı var." Evet, kahramana ihtiyaç var; çünkü Türkiye halkı içine düştüğü durumdan kendisi kurtulamıyor. Ezilen, yoksullaşan, yarını her gün daha belirsizleşen bir toplum! Bu tencerenin buharının alınması gerek. Buharı tahliye edip toplumu bir süre rahatlatmak için en verimli yöntemi bulmuş durumdalar: Türk kahraman ABD'ye vurmalı! Peki ya stratejik ittifak? Hani Türkiye "batı demokrasilerine" yardımcı olacaktı? Ya uluslararası yükümlülükler? Bu noktada filmin yaratıcılarından medyaya, bakanlara kadar herkes üslup değiştiriyor. "Ne alakası var, diyorlar, bu sadece bir film." Anlayacağınız milyonlara ulaşan film ABD'ye karşı mücadele vaaz etmiyor. Tam tersine, amaç, toplumun anti-emperyalist birikimini sinema salonunda deşarj edip bu birikimin egemen güçlerin kararları üzerinde baskı kurmasına izin vermemek. Anti-emperyalizm sanal ortama hapsolacak ki gerçek dünyada yalakalık devam etsin! Kurtlar Vadisi'nden başka türlüsünü beklemek mümkün de olmazdı. Hem devlet içindeki gizli örgütlenmeleri yani kontrgerillayı resmedip öveceksiniz, hem de anti-emperyalist geçineceksiniz… MİT maaşlarının yıllarca ABD tarafından ödendiği, Özel Harp Dairesinin NATO çerçevesinde yine ABD dolarıyla kurulduğu bir dünyada öyle şey olmaz. Kurtlar Vadisi'nde ABD'ye karşı havlayıp ulumaktan maksat gerçek hayatta en kişiliksiz ABD'ciliğin önünü açmaktır. Bu propagandanın bir de yan ürünü var: Türkiye'de ille de anti-emperyalizm olacaksa diyorlar, bari ilerici değil faşist olsun, yurtsever değil şoven olsun, kontrgerilla hayranı olsun… AKP hükümeti ise bir kez daha en onursuz pazarlıklara hazırlanıyor. Hiç kuşkunuz olmasın, ABD yeni taleplerle kapıya dayandığında, Tayyip ve şürekası kamuoyundaki anti-emperyalist duygular için fiyatını yükseltmeye çalışacak. Hepsi bu… Halkımız içinde bulunduğu durumdan hayali kahramanlarla çıkmaya kalkarsa, sonuç, en iyi ihtimalle, ABD için ölüme gidecek her genç başına üç sent fazla paranın Türkiye'yi yönetenlerin cebine girmesinden ibaret olur. Aşağılanma, onursuzluk ve yeni çuvallar üç sentin yanında hediyedir. Diğer seçenek ise halkımızın bugünkü durumundan örgütlenerek ve mücadele ederek çıkmaya yönelmesidir. Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 14 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 14 Şubat , 2006 Hadi bakalım Allah Allah cepheye hucuuuum. Nedir bu Allah aşkına ya, bence kedileri bu kadar düşünmeyin onları güldürecek birileri bulunur arkadaşlar. Aşağısı alıntıdır '''Yurtsever Cephe Öğrenci İnisiyatifleri, geçtiğimiz hafta İstanbul ve Ankara'da yapılan kuruluş toplantılarıyla üniversitelerde yeni bir mücadele dönemi başlattığını ilan etti. Tüm üniversite gençliğini, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı Yurtsever Cephe saflarında yer almaya davet eden Öğrenci İnisiyatifleri, önümüzdeki günlerde mücadele çağrısını Türkiye'nin diğer üniversitelerinde de yükseltmeye devam edecek'''''' Nedir bu yurtsever cephe dedik bir bakalım, sonrası malum. Hayırdır Üniversiteleri ele geçirip devrim mi yapacaklar ? yaparlar yaparlar. Bu da tabi ayrı bir sevdadır. İşte umum hülyalar 1. Abi dernek kuralım, emperyalizmle mücadele edelim. 2. Abi bizim Hakkı abiler yürüyüş yapacak, katılım çok yüksek olacak ( 30-40 baş ) kınama yapacaz abi sen de katıl. 3. öncelikle üniversiteleri ele geçirmeliyiz, benim tanıdığım bir matbaa var ucuza broşür basarız, hadi gençlik harekete ( Bu matbaalar genelde Polisindir, o yüzden her gösteriden 1 saat önce basın yarım saat önce Polis mahale gelmiş olur ) 4. Abi Devrimci bir dergi çıkaralım. ( Yok olum boş ver biz devirsek devirsek ?ıçımızı yatağa deviririz ) Ne diyorsun sen hain kapitalist !!!!! Offf offff. Memleketimin hal-i pür melali. BOzan da Bozan Alıntı
Φ Ulyanov Gönderi tarihi: 14 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 14 Şubat , 2006 Bozan ın vesilesiyle yurtsever cepheye dair bir kac sey soyleme fırsatı da bulmus oldum. Birincisi asagıdaki karikaturize edilen durumla yurtsever cephenin uzaktan yakından bir alakası olmadıgını yurtsevercepheyi tanıyan dostların bildigi gibi bilmeyen dostlar da yurtsevercepe nin internet adresinde ulasabilecegi bilgilerle göreceklerdir. Yurtsever cephe özellikle isci sınıfı icinde örgutlulugunu arttıraran bir yapı olmakla birlikte turkiyenin yaklasık 50 ilinde saglık emekcileri memurlar emekli askerler ve ev kadınlarına kadar uzanan genis bir yelpazede örgütlü bulunmaktadır. Yurtsever cephenin temel amacı abd ve ab emperyalizmine karsı anti emperyalist yurtsever bir mucadeleyi yukseltmektir. Ulkemizin en acil ihtiyacının anti emperyalist mücadelenin yukselmesi gerektigi tesbitle kurulmus emekci karakterli ve aynı zamanda anti kapitalist bir örgüttür. Alıntı
Φ OBJEKTİVİST Gönderi tarihi: 15 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 15 Şubat , 2006 -http://www.yurtsevercephe.org- Günlük/ 15 Şubat 2006 Çarşamba ÖĞRETMENLER VELİLERLE BİRLİKTE ÇOCUKLARIMIZA SAHİP ÇIKIYOR İlköğretim okullarında geçen dönemde uygulamaya sokulan yeni müfredat Ankara'da bir veli tarafından dava edildi. Yurtsever Cephe'ye bağlı Ankara Öğretmen İnisiyatifi ile Ankara Liseliler İnisiyatifi bu davayı desteklemek için Danıştay'ın önünde basın açıklaması yaptılar. Yeni müfredat, çeşitli merkezlerde bir yıl süren bir pilot uygulama sonrasında, geçtiğimiz eğitim-öğretim döneminde yürürlüğe girmişti. Pilot uygulamasının başarı sonuçları açıklanmadan alelacele yürürlüğe sokulan yeni müfredat geniş bir öğretmen kesiminin kafasını karıştırmış durumda. Hükümet, eski müfredatın yarattığı sorunlardan yararlanarak, hiçbir bilimselliği olmayan bir sistemi yenilik olarak uygulamaya sokmuş oldu. Yeni müfredat eğitim ile yaşam arasındaki bağı güçlendirme iddiasında. Ancak bu bağın küçük bir sorunu var! AKP hükümeti, ABD'den ithal ettiği bu müfredatla, piyasanın ve "iş dünyası"nın yaşamın biricik gerçeği olduğunu ileri sürüyor. Böylece henüz okula yeni gitmeye başlayan çocuklarımız tıpkı başbakan gibi her şeyin alınıp satılabileceğini düşünen ve bunun dışında bir faaliyet hayal edemeyen insanlar olarak yetişecekler. Müfredatın bütününe yedirilmiş piyasa kavramları, onun toplumun geniş kesimleri için değil, sermayenin ihtiyaçları için hazırlandığını gösteriyor. Öğretmenlerin bu müfredatı uygulamak zorunda bırakılması topluma ve ülkemize karşı işlenen bir suçtur. Bu müfredatı uygulayarak öğretmen kalmak olanaksızdır. Müfredat öğrenciye bilimsel şüpheciliği aşılamak yerine, onun her şeyden kuşku duymasına ve bilimsel bilgiye inancını yitirmesine yol açmaktadır. Bunun sonucunda hurafelere inanan, mistik ve gerçeklerden uzaklaşmış kuşaklar yetişecektir. Yeni nesilleri insanlığın bugüne kadar biriktirdiği bilimsel bilgiden uzaklaştırmak onların aklını karanlığa teslim etmektir. En büyük görevleri yeni nesilleri bilimle aydınlatmak olan öğretmenlerin bu müfredatı uygulamak zorunda bırakılması yobazlıktır, gericiliktir. Bu müfredat milyonlarca emekçi çocuğuna okulu bir lüks haline getirdiği için de uygulanmamalıdır. Çünkü bu müfredatın gerektirdiği okullar birer eğitim kurumu olarak değil birer şirket olarak yapılanmak durumundadır. Eğitimin bütün maliyetini öğrenci ve velinin sırtına yıkan, öğretmeni tahsildarlığa zorlayan bu model ve bu modeli gerektiren yeni müfredat çöpe atılmalıdır. Öğretmen, tahsildar olmayı açıkça reddetmeli ve bu müfredatı uygulamamalıdır. Veli ise "eğitim bir haktır" demeli ve eğitim için cüzdanına el uzatanlardan ve bu müfredatı uygulamaya sokanlardan hesap sormalıdır. . Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 16 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 16 Şubat , 2006 -http://www.yurtsevercephe.org/- 16 Şubat 2006 Perşembe Bunlar çöküşün fotoğraflarıdır İngiliz askerlerinin Irak'lı çocukları döverken görüldüğü filmden sonra dün de bir Avustralya gazetesinde yayınlanan işkence fotoğrafları dünyaya yayıldı. Emperyalizm, karşısındaki direnci kırmak için vahşetini şiddetlendiriyor. Yanıt halkların öfkesinin büyümesi oluyor. Emperyalistlerin provokasyonları, işgalcilerin işkenceleri, kapitalist dünyanın ezilen halklara yönelik her geçen gün artan aşağılamaları, İran'ın, Suriye'nin sürekli tehdit edilmesi... listeyi uzatabiliriz. Bu uzun liste emperyalizmin dünya halklarına son derece şiddetli bir baskı uyguladığını gösteriyor. Baskıdan ne murad edildiği bellidir: Saldırganlar dünyaya boyun eğdirmek, direnenlerin direncini kırmak, bağımlılığın, sömürgeleşmenin dışında bir seçeneğin imkansız denecek ölçüde acı verici olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Peki sonuç ne oluyor? Günlerdir karikatür provokasyonunu protesto eden kitleler, çeşitli ülkelerdeki çatışmalarda kayıp veriyorlar; ama dağılma veya sakinleşme belirtisi göstermiyorlar. Çocukların dövülmesinden Irak direnişi mi kaybediyor, yoksa emperyalist işgalciler mi? İşkence görüntüleri halklarda "bükemediğimiz eli öpelim" diyen bir oportünizmi mi besliyor, yoksa yine kaybeden ABD mi oluyor? İşkence ve her tür vahşet uygulaması, askerlerin keyfi ve disiplinsiz hareketleri değil, bir politikadır. Bu politika, "düşmanı" sindirmenin bir yöntemidir. Ve şimdi açıkça saptanabilir ki, silah geri tepmektedir. Baas yöneticilerinin yargılanmak istendiği mahkemeye bir bakın. Kim kimi yargılıyor? Rollerin değiştiği ve bu mahkemenin Irak'ın kişiliksiz işbirlikçilerinin teşhirinden başka sonuç vermediği, vermeyeceği artık kesindir. Direnişi caydırmak için yayınlanan mahkeme görüntülerinin karşısında her düzeydeki işbirlikçilerin tir tir titrediğini söylemek hiç de abartılı olmayacaktır. Irak'ta işgalci ve işbirlikçilere günde ortalama saldırı sayısı 420'ye yükselmiştir. Aydan aya artış gösteren bu sayı, direnişin hem yayılmakta hem gücünü pekiştirmekte olduğunu gösteriyor. Üstelik yalnızca askeri güçten de söz etmiyoruz. Irak'lı direnişçi örgütler kurtuluş sonrasında ülkelerinde nasıl bir yapılanmaya gidecekleri üzerinde çalışıyorlar. Anayasalarını tartışıyorlar, seçim sistemini, basın ve siyasi partiler yasalarını hazırlıyor, Irak'ın zenginliklerinin geçmişten farklı olarak halk yığınlarına nasıl eşit şekilde dağıtılacağını ele alıyorlar. Venezuela'lıların yaptığı gibi. Bolivyalıların yaptığı gibi... Emperyalizm çöküşünün fotoğraflarını kendisi çekiyor. Dünya halkları yeni bir geleceğe hazırlanıyor. Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 16 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 16 Şubat , 2006 16 Şubat 2006 Perşembe Bunlar çöküşün fotoğraflarıdır İngiliz askerlerinin Irak'lı çocukları döverken görüldüğü filmden sonra dün de bir Avustralya gazetesinde yayınlanan işkence fotoğrafları dünyaya yayıldı. Emperyalizm, karşısındaki direnci kırmak için vahşetini şiddetlendiriyor. Yanıt halkların öfkesinin büyümesi oluyor. . . . Venezuela'lıların yaptığı gibi. Bolivyalıların yaptığı gibi... Emperyalizm çöküşünün fotoğraflarını kendisi çekiyor. Dünya halkları yeni bir geleceğe hazırlanıyor. Düşlerden Gerçekliğe Hangi Irak I Irakta işgalci ve işbirlikçilere saldırı yapanlar Arap şiiler ve Arap sünniler. Siz bir de deöişsiniz ki bu kişiler oturmuşlar Irakı nasıl eşit paylaşırız onu düşünüyorlarmış. Ne kadar safsınız yahu ??? Irakta paylaşım masasında Goraniler ve bir kısım Soraniler var. Yani Irakın yalnızca yüzde 10'u . Zira Amerikaya köpeklik yapan üç beş şerefsizden başkası değil. Araplar mı ? Dostum haberleri iyi oku onlar yalnızca ölüyor. Kimsenin oturup bir şey paylaştığı da yok. Lütfen şu dünyayı algılarken emperyalist gözlükleri bir yere bırakın ve dünyayı olduğu gibi görün. Eşitlik herkesin emeli, Lütfen Araplara Irakta neler yapılıyor onu soprgulayın. Türkmenler neden zorunlu göçe tabiş tutuluyor onu sorgulayın. Ölen arapların yaptığı mücadelede öyle Soldancı mücadele falan da değil. Emperyalizme karşı bir mücadele hiç değil onlar yalnızca ve sadece ÖLMEMEYE çalışıyor. Paylaşım masasında ise yalnızca ******** Amerikan ********* var. BOZAN Alıntı
Φ Ulyanov Gönderi tarihi: 22 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 22 Şubat , 2006 Ölmemek icin 100binlerce silahlı askere karsı savas vermek ne kadarda sacma bir yontem olurdu halbuki ırak kurtleri olmemek icin yapılması gerekeni yapıyorlar ama onlarda sadece ölmemek icin mi yapıyorlar tartısılır ama ölmemek icin guclu ordulara karsı savasmak.... Bence mantıklı olmalı ve at gözlüklerinden kurtulmalı Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 22 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 22 Şubat , 2006 Ya iletileimiz okunmuyor, ya okunuyor ama anlaşılmıyor, ya anlaşılıyor ama yanlış anlaşılıyor ya da yalnızca polemik için ileti yazılıyor. Irak'ta Abede'nin, İzrayil'in, Abede destekçisi bişereflerin devletlerin, Dünyadaki cıfıt medyanın ve bu ülkede Soldan medyanın kendisine rakip gördüğü, öldürdüğü, yurtlarından sürdüğü ve kimisini de sürmeye hazırlandığı halk Irak halkıdır, Soraniler, Goraniler hariç... 1. Irak halkı Abede'nin silahlı işgal ve saldırısına karşı koymaya çalışıyor, Goranile ve Soraniler hariç. 2. Irak halkı ( araplar ve Türkmenler ) sürülüyor , öldürülüyor, Soraniler ve Goraniler hariç. 3. Birileri sürekli yalanıyor ( Soraniler ve Goraniler dahil. ) Bu kadar gündemi atkip edemiyorsanız, Irak'ı bu kadar tanımıyorsanız ben size daha ne diyeyim. 1. Abede kelpi Irakı işgal ettiğinde Irak ve Türk bayraklarını yakıp Abede bayrağını öpen kelp oğlu kelpler kimlerdi hatırladınız mı ? 2. Türkmenlerin evlerine işaret koyup onları zorunlu göçe tabi tutan Bişerefler kimlerdir, biliyormusunuz ? her ne ise ... Bozan Alıntı
Φ Ulyanov Gönderi tarihi: 23 Şubat , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 23 Şubat , 2006 Bozan ın bir onceki iletisinin okunmasını tavsiye ediyorum.... Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 10 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 10 Mart , 2006 10 Mart 2006 Cuma Elçilikler ne işe yarar? ABD, "tehlikeli" kabul ettiği istikrarsız bölgelerde büyükelçiliklerine teröristler hakkında hem istihbarat toplayacak hem de gerektiğinde suikast organize edecek özel timler yerleştiriyor. Tabii ki kimin elçiliği olduğuna bağlı… Yukarıdaki haber, ABD'nin ünlü New York Times gazetesinden. NYT bütün dünyada "sahibinin sesi" olarak tanınır. Washington'un, mesajlarını, tehditlerini iletmek için tercih ettiği borazandır bu gazete. Habere göre ABD, özel timlerini "teröristlerin faaliyet gösterdiği, saldırı planladığı ya da sığındığı düşünülen Afrika, Güneydoğu Asya ve Güney Amerika ülkeleri"ndeki büyükelçiliklere kısa süre önce yerleştirmiş. Söz konusu kuvvetler "terör"e karşı yetiştirilmiş seçkin birliklerden oluşuyormuş. Görev yapacakları ülkelerde teröristleri dağıtacak, yakalayacak ve öldüreceklermiş… Açık değil mi? Bir ülke, başka ülkelere, izin almadan, gizlice, diplomatik temsilciliklerinin olanaklarını kullanarak silahlı güç yerleştiriyor. Bunu diplomatlarının güvenliği için de yapmıyor. Yabancı ülkelerin kendince suçlu olduğuna inandığı, yani bir nedenle kuşkulandığı vatandaşlarına karşı operasyon düzenleyeceğini ilan ediyor. Faaliyetlerin yürütüleceği ülkelerin kendi güvenlik güçleri veya bu ülkelerde yürürlükteki yasalar ABD'yi ilgilendirmiyor. Zaten gazetenin haberinde herhangi bir yasaya, hukuka sığdırılması mümkün olmayan "suikast" sözcüğü de kullanılıyor. Kapitalist zengin ülkeler Afrika'da açlık sorununun halli için parmaklarını kımıldatmazlar, ama operasyon timleri için her tür fedakârlığı yaparlar! Güneydoğu Asya'da tsunaminin erken uyarısını Hint Okyanusundaki bir ABD üssü alır, ama kimseye iletmeye gerek duymaz. Ne de olsa elin Asyalısının tohumuna para saymamıştır ve üstelik bu Asyalı nüfus da çok kalabalıktır! Emperyalizm, kapıların teker teker suratına çarpıldığı Latin Amerika'yı ajanlarla, timlerle, adam öldürerek, provokasyon düzenleyerek elde tutabileceğini düşünecek kadar gözü dönmüş, aklını yitirmiş haldedir! Bizim bölgemizden söz etmeye gerek bile yok. Türkiye ve benzeri ülkelerde her tür alçakça, kirli, karanlık işin altında dolaylı veya doğrudan bir yanki parmağı bulmak zaten mümkündür… ABD, Birleşmiş Milletler'in bile kapatılmasını istediği Guantanamo üssündeki barbarlık düzenini elçilikleri aracılığıyla dünyaya yayıyor. Adam kaçırmak için herhangi bir ülkeye askeri müdahalede bulunmak artık gerekmiyor. Çünkü ABD elçilikleri birer terör üssüne dönüşüyor. Halklar açısından ABD elçilikleri, bu gidişle yakında sadece "kapatmaya" yarayacak! Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 21 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 21 Mart , 2006 21 Mart 2006 Salı Politikanın türleri veya bayramı kutlamak Medyaya göre Newroz bayramı fazla politize olduğu için gerginlik nedeni… Kültür Bakanı ise Nevruz'un Edirne'de de Hakkari'de de kutlanacağını vurgularken ekledi: "bütün bu illeri biz yönetiyoruz." Newroz'un kökeni hakkında Ortadoğu'nun, Mezopotamya'nın, Asya'nın halkları arasında benzeşen rivayetler vardır. Ancak 21 Mart'ı yerelliklere sıkışan halk etkinliklerinin ötesinde toplumsal bir anlamla donatan kuşkusuz Kürt halkı olmuştur. Bugün Newroz geleneksel bir gün olmanın ötesinde barış, kardeşlik, özgürlük kavramlarıyla anılan bir bayram olarak bölgemizin bütün halklarına mal olmuşsa, bu sonucu Kürtlerin insanlığa bir hediyesi saymak yerinde olur. Medyaya göre Kürtler böyle yaptıkları için Newroz'u politize etmiş, gerginlik tarihi haline getirmiş oluyorlar… Peki bunun karşısındaki taraflar ne yapıyor? Kürtlerin barış, kardeşlik, özgürlük adına verdikleri hediyeyi Kürt bayramı diye örtenlerin içlerinden geçirdiği 21 Mart'ta sokakları yasaklamak değil de nedir! Ama yasaklama bir kez imkansız olunca, "Yeni Gün" Ergenekon efsanesine bağlanmaya çalışıldı, barış gününde Türk olmayanın kafasına vururcasına çekiçle demir dövme törenleri düzenlendi! Memurların ve ilkokul öğrencilerinin kalabalık yapsın diye toplandığı resmi binaların önünde polis müdürleriyle kaymakamlar, Newroz'u en fazla sahip çıkan halkın elinden almak için ateşin üstünden atlayıp durdular! Şimdi de göz kapaklarını zor bela aralayan bir bakan boş boş konuşuyor… Bütün bunlar 21 Mart'ı politize ve terörize etmek olmuyor! Aslına bakarsanız politikanın türler vardır. Geleneksel bir günün bayram haline gelmesinin koşulu o günün politik anlam kazanmasıdır. Bu anlamı 21 Mart'a koskoca bir halk kazandırmıştır. Evet bu bir politikadır. Bunu engellemeye ve saptırmaya uğraşanlar da politika yapmaktadırlar ve bu politika halka karşı olan türdendir… 21 Mart 2006 haftalar öncesinden bir tedirginliğe teslim edildi. Bu tedirginliğin önüne resmi Nevruzlarla ve ilave polis gücüyle geçmeyi düşünenler patinaj yapmaya mahkum. Ama patinaj yaparken Kürt ve Türk halklarını birbirlerine yabancılaştırmakta mesafe kaydettikleri de açıktır. ABD'nin Irak Kürtleri ve Arapları arasında yaratmayı amaçladığı gibi… Bugün halkın politikası bu yabancılaşmanın ortadan kaldırılmasını hedeflemelidir. Nasıl olacağı da hiç karmaşık değil. Barışın düşmanı emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı çıkmaksızın barış bayramından söz etmek mümkün olabilir mi? Halkların birbirine düşman edilmesi sayesinde iktidarlarını sürdüren emperyalistlerle ve işbirlikçileriyle mücadele etmeden kardeşlikten söz edilebilir mi? İşkenceci ve işgalcilerden özgürlük beklenebilir mi? Newroz Kürt halkının insanlığa hediyesidir. Şimdi halklar 21 Mart'a bir büyük adım daha attırmalı, Newroz'u emperyalizme ve sömürüye karşı mücadele gününe dönüştürmelidir. Bu politikadan kimlerin tedirgin olacağı, korkacağı açık değil mi? Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 23 Mart , 2006 Gönderi tarihi: 23 Mart , 2006 23 Mart 2006 Perşembe STRATEJİK ORTAKLAR GÖREV BAŞINA! Tezkere tartışmaları yine alevlendi. Cobra-2 diye bir kitap yayınlandı. Kitapta Türkiye'nin tezkere kabul edilmiş olsaydı neler kazanmış olacağı da anlatılıyor. Bir de tezkerenin reddinden sonra Amerikalıların verdiği tepkiler. Türkiye üzerindeki baskılar bir kez daha yoğunlaşıyor. Irak'ta kaybeden ABD bu ülkede güvenlik için Türkiye, Pakistan ve Mısır'dan asker kullanmayı düşünürken, İran'a dönük olası bir askeri hareket için Türkiye'nin açık desteğini talep ediyor. Kamuoyunu ABD ile işbirliği yapmanın Türkiye açısından bir zorunluluk olduğuna ikna etmek için bütün bilinen psikolojik savaş teknikleri kullanılıyor. Bu çerçevede, geçtiğimiz hafta Irak'a dönük saldırının perde arkasındaki olayları ele alan Cobra-2 adlı kitap Türk basınının gündemine girdi. Amerikalı yazarların hazırladığı kitapta, ABD ile işbirliğini kabul etmiş olsaydı Türkiye'nin "neler kazanmış olacağı"na ilişkin veriler sunuluyor. Bu verilerden hareketle gazetelerde "tezkere geçseydi, Türk askeri Kerkük'teydi", "Musul TSK'ya bırakılacaktı" türünden yazılar çıkıyor. Irak işgaline ortak olmak "kazanç" olarak sunuluyor. Bu işin "havuç" kısmı… Bir de sopa var elbette! Tezkerenin çıkmaması üzerine Amerikalıların kendi aralarındaki değerlendirmeleri de söz konusu kitaptan bizim gazetelerimizin sayfalarına taşınıyor. Bir ABD'li yetkili "Türkiye'yi boş verin. Bırakın finans piyasaları Türkiye ekonomisine yapacağını yapsın" diyor. İşbirlikçi sermaye sınıfımızın iplerini tamamen uluslararası tekellere teslim ettiği ekonomimizin ne kadar zayıf olduğunu bildikleri için bu kadar "rahat" davranıyorlar. Sonra Amerikalı ünlü general Tommy Franks çıkıyor sahneye ve "Türkler mi… Onlar k…ı yesin" şeklinde konuşuyor. Küstah emperyalistlerin bu ülkenin insanlarını aşağılamalarına elbette göz yumamayız. Ancak, "ABD bizim için vazgeçilmezdir" diyen, bunu en temel belgelerine yazan yönetici sınıfımızın temsilcilerine, "ABD ile stratejik ortağız" diye böbürlenen korkak işbirlikçilere bir çağrımız var. Ortağınız Franks'i duydunuz. Hadi bakalım gereğini yapın. Bizim, bu ülkenin adına değil ama… Kendi hesabınıza… Ortaklığınızın şerefine… Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 25 Nisan , 2006 25 Nisan 2006 Salı SEN DE HAKLISIN! Savcı Sarıkaya meslekten ihraç edildi, TSK büyük bir operasyona başladı, terörle mücadele için yeni yasa tasarısı meclise geldi, Arınç askerleri ağır bir biçimde eleştirdi. Geçtiğimiz günlerde önemsenmesi gereken dört gelişme yaşandı. Bunlardan birisi, Şemdinli'deki bombalama olayına ilişkin iddianameyi hazırlayan savcı Sarıkaya'nın meslekten ihraç edilmesiydi. Diğer bir gelişme, TSK'nın başlattığı büyük operasyondu. Aynı dönemde terörle mücadele yasa tasarısı TBMM'ye sunulmuş oldu. Nihayet, 23 Nisan günü Bülent Arınç, açık bir biçimde askerleri hedef alan oldukça ilginç bir konuşma yaptı. Bütün bunlar ABD Dışişleri Bakanı'nın bugün başlaması beklenen uğursuz ziyareti öncesinde ön plana çıkan siyasi başlıklar. Bu başlıklar Türkiye'de mevcut sistemin nasıl çözümsüzlük ürettiğinin ve insanları nasıl bir çaresizlik ve yıkıma sürüklediğinin açık kanıtıdır. Savcı Sarıkaya'nın kim olduğu, ne düşündüğü ve siyasi tercihleri şu anda önemli değil. Hazırlamış olduğu iddianamede herkesin bildiği gerçeklere işaret etmiştir. Teknik açıdan düzeyli bir iddianame olmadığı açık olsa da, bu ülke çok daha vahim örnekleri görmüş, görmek bu yana bunun sonuçlarına katlanmıştır. Ancak Sarıkaya'nın sorunu teknik açıdan zayıf bir iddianame kaleme almış olması değildir. Onun sorunu Kürt meselesini "dağdakilerin kanını içerim" diyerek çözmek isteyen bir zihniyetin temsilcilerine iddianamede yer vermektir. Sonuç, Türkiye'de bazı kurumların silah kaçakçılığı, adam öldürme ve bombalama yetkisine dokunulamaz! Geçtiğimiz hafta bu yetkinin dokunulmaz olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Neden? Çünkü Türkiye bölücü tehdit altındadır! Oysa Türkiye'de bölücülük tehdidinin adı konmalıdır. Bu tehdit emperyalistlerden gelmektedir. Tehditten şikayet edenler, emperyalist ABD ile işbirliği yaparak bölünme tehlikesinin üstesinden gelmeye çalışmakta, öte yandan Türkiye'de yaşayanların bir bölümüne savaş ilan ederek onları emperyalistlerin kucağına ittirmektedir. İşte bugünkü düzenin çaresizliği! Terörle mücadele yasa tasarısı da bunun kanıtıdır. Bu tasarı Türkiye'de düzenin nüfusun büyük bölümüne savaş ilan etmesinden başka bir şey değildir. Zaten ülkenin ordusu amacı gizli ve tartışılması yasaklanmış bir savaş düzenine geçmiş durumdadır. Bu koşullarda TBMM Başkanı Arınç'ın söylediklerinin önemli bir bölümü doğrudur. Türkiye'de oyunun kurallarına uymayanlar öncelikli olarak bizzat sistemin sahipleridir. Böylece ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Asker ve cumhurbaşkanı gericilik tehlikesinden söz ederken haklıdır, hatta bölücülük tehlikesinden de… Buna karşılık Bülent Arınç ve arkadaşlarının "bu nasıl demokrasi" eleştirilerinin de bütünüyle temelsiz olduğu söylenemez. O halde herkes mi haklıdır? Burada durmak gerekiyor. Gericilik bir tehdittir ama bu düzenin kritik kurumları hangi yüzle böyle bir tehditten söz etmektedir? 12 Eylül'ü hatırlayalım, Türk-İslam sentezini hatırlayalım, kontrgerilla yöntemlerini, hizbullahı hatırlayalım. Bu ülkede gericilik bir tehlikeyse, bunda baş sorumluluk anti-komünizm ve emekçi düşmanlığındadır. Bölücülük konusuna değindik. Kürtlere "dağ Türkü" diyenlerin politikasıdır bölücülük; ABD ve AB'ye endeksli "güvenlik" arayışıdır bölücülük. Arınç'a gelince… Özgürlükler ve demokrasiye ilişkin AKP'nin tanımı tesettüre girmiştir. Bu tanımın vereceği kavgadan özgürlük ve demokrasi değil, sistem içi gerilim çıkar. Türkiye bu gerilimin ötesine geçip gerçek bir kurtuluşa girmedikçe, Türkiye'de gericilik hüküm sürer, bölünme gerçekleşir, özgürlük ve demokrasiden söz etmek ise mümkün olmaz. Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 6 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 6 Mayıs , 2006 3 Mayıs 2006, Çarşamba Açıklama talep ediyoruz ABD Dışişleri Bakanının ziyaretinden sonra kamuoyuna İran'la ve bu ülkeye dönük muhtemel bir askeri operasyonla ilgili kayda değer bir açıklama yapılmaması dikkat çekiyor. Şimdi Erdoğan'ın İran Cumhurbaşkanı ile bir araya geleceği söyleniyor. İran'lı bakanların Türkiye'yi ziyaret edeceğine ilişkin birbirini çelen haberler basında çıkıyor. Bu arada Türkiye'de İran'ı bütün kötülüklerin simgesi olarak göstermeyi amaçlayan ifadeler giderek daha sık kullanılıyor. Daha önceleri Saddam Hüseyin'in devlet başkanlığı döneminde Irak için yapıldığı gibi, İran barışı tehdit eden, uygarlık dışı bir odak olarak sunuluyor. Neredeyse her türden müdahaleyi hak eden ve hatta bağımsızlığı hak etmeyen bir ülke olarak! Dün de Bakanlar Kurulu'nun ABD'nin İran'a müdahalesini ele aldığı ve bu tür bir gelişmenin ekonomi üstündeki etkilerini Merkez Bankası Başkanına danıştığı yolunda bir haber çıkmış bulunuyor. ABD'nin Türkiye'den üs istekleri, İskenderun limanını askeri amaçla kullanacağı haberleri ise belirsizliğe terk ediliyor… Türkiye yetkilileri bir yandan iyi komşuluk ilişkilerinden, tarihsel ve kültürel bağlardan, barış ilkesinden, sorunların çatışmasız çözümünden yana olduklarından söz ediyorlar, öte yandan da bir savaş ortamının hazırlıkları yapılıyor. Yurtsever Cephe olarak bu manzarayı seyretmekle yetinmeyeceğiz. 1 Mayıs İşçi Bayramında Kartal'da ilan edilen imza kampanyası büyük bir hızla bütün yurda yaygınlaştırılacaktır. Türkiye'nin İran savaşına destek vermesini engelleyeceğiz. Halkımızın mutlak çoğunluğunun savaşa karşı olduğundan hiç kuşkumuz yok. Şimdi görevimiz bu sessiz tutumu kitlesel bir deklarasyona, kimsenin karşı koyamayacağı bir güce dönüştürmektir. Yurtsever Cephe aşağıda metni halkımızın imzasına açmıştır. TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞBAKANLIK ve GENELKURMAY BAŞKANLIĞI MAKAMI' NA; Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ya da başka devletlerin İran'a dönük herhangi bir saldırısına Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir biçimde katılmayacağı, asker yollamayacağı, ülkemizde bulunan üslerin bu saldırılarda kullanılmayacağı ve başka ülkelerin silahlı güçlerinin Türkiye üzerinden İran'a sevk edilmeyeceği konusunda Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'nın kamuoyuna kesin teminat veren bir açıklama yapmasını talep ediyorum. Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 9 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 9 Mayıs , 2006 9 Mayıs 2006, Salı Türkiye Dışişlerinin kimseyi tehdit etmeye hakkı yoktur! İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Ali Laricani Türkiye'deydi. Daha önce ABD Dışişleri Bakanının ziyareti nedeniyle gezisi ertelenen Laricani MGK Genel Sekreteri, Dışişleri Bakanı ve Başbakan'la görüştü. Türkiye'yi hangi ülkeden hangi yetkili ziyaret etse bir nakarat tekrarlanır: Söz konusu ülke "dost ve kardeş" olup aramızda "tarihsel kültürel bağlar" vardır. İran ile Türkiye arasındaki ilişkiler ise hayli çetrefillidir. Üstelik ABD'nin komşu İran'a uyguladığı basınç işleri daha da karmaşık hale getirmektedir. Dünkü temaslar hakkında basına en fazla Laricani ile Dışişleri Bakanı Gül arasındaki görüşme yansıdı. Haberlerin hayırlı olduğunu söylemek mümkün değil… Gül'ün verdiği mesajlardan birkaç örnek: • İran ile başını ABD'nin çektiği uluslararası toplum arasında ipin kopması durumunda "Biz bunu tahmin etmemiştik" demeyin. • İlk adımı atması gereken İran'dır. • Zarar görmenizi istemeyiz. • Irak'a bakın. • Batı ile sinir harbinden zararlı çıkarsınız. • İran'ın şu anki ulusal birliği yarın sürmeyebilir. Anlaşılan nakarat bozulmuş. Tarihsel bağ, dostluk falan kalmamış… Gül İran'a ABD'ye taviz vermesini, başının Irak gibi belaya gireceğini ve İran'ın da ulusal birliğinin dağılabileceğini söylemiş! Abdullah Gül'ün bir ABD hayranı olduğunu biliyoruz. Ancak bu kişi ABD'de değil Türkiye'de sorumluluk yürütüyor. Dolayısıyla dile getirdikleri ile Türkiye toplumu arasında bir bağlantı olmak zorundadır. Yukarıda aktardığımız pasajlar Türkiye'nin dışişleri bakanının İran'lı yöneticiyle görüşmesinde, kendi toplumunun pozisyonlarını yansıtmak gibi bir güdüyle hareket etmediğini, bütün sözlerini Condoleezza Rice'dan öğrendiğini gösteriyor. Gül İran'ı açık açık tehdit etmiştir. Üstelik yalnızca uluslararası ilişkiler konusuyla da sınırlı kalmamış ve komşu bir ülkenin farklı etnik ve kültürel unsurlara dayalı iç yapısını da konu edebilmiştir. Sabah akşam birlik bütünlükten söz edilen bir ülkede yetkililerin başka ülkelere bölücü tehditler taşıması akıl almaz bir aymazlıktır. Gül'ün Türkiye Dışişleri Bakanı sıfatıyla İran'ı tehdit etmeye ne yetkisi ne hakkı vardır. Türkiye halkı Abdullah Gül'e böyle bir yetki ve hak vermemiştir ve vermeyecektir! Gül görevi Beyaz Saray'dan almıştır. Eğer bu şahıs Beyaz Saray'dan gelen talimatları iletmekle görevliyse Türkiye'nin dışişleri bakanlığını bırakmalı ve maaşını da doğrudan sahiplerinden almalıdır. Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu barış ve kardeşlikten yanadır, emperyalizmin bölgemizi kurcalamasına karşıdır. Bu tutumu ülkeyi yönetenler temsil etmediğine göre, iş başa düşmüştür. Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 17 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 17 Mayıs , 2006 17 Mayıs 2006, Çarşamba Amerikan telaşı Forbes dergisi geçen hafta dünyanın en zenginleri listesini yayınladı. Küba Devlet Başkanı Fidel Castro bu listenin 7. sırasında gösterildi. Sahibi ABD Başkanı George W. Bush'un arkadaşı olan Forbes dergisi, her yıl yaptığı gibi bu yıl da dünyanın en zenginleri listesi yayınladı. Liste petrol zengini Arap ülkelerinin kral ve şeyhleriyle başlıyor. Dergi, bu topluluğun arasına onyıllardır dünyaya devrimciliğin yanı sıra tevazu dersi de veren Castro'yu nasıl eklediğini de yine kendisi yazmış: Buna göre sosyalist Küba'da devlet mülkiyetindeki bütün büyük işletmeler Devlet Başkanının kişisel mal varlığının içinde hesap edilmiştir! Ortada ahlaksızca bir yalan olduğu açıktır. Ancak yalanın bir mantığı da var. Kapitalizmin dergisi kapitalist ülkelerde devletin egemenlerin çiftliği olduğundan hareket etmiştir. Bir değerin, birikimin toplumun bütünü anlamında devlete ait olması, özel mülkiyetin gündelik, kişisel ihtiyaçlarla ilgili alanlarla sınırlanması... bunların kapitalizmin "aklına" aykırı. Ancak iddiayı değil ama olayı ciddiye alanlar arasında Castro da var. Fidel, Kübalı yöneticilerin deyimiyle kendisini değil, Küba devrimini, Latin Amerika'daki devrimci süreci, insanlığın etik değerlerini savunmak üzere televizyonda halkın ve dünyanın karşısına çıktı. İddialarını kanıtlasınlar hemen istifa edeyim, dedi. Küba'nın bütün olanaklarının eğitime, sağlığa, halkın mutluluğuna harcandığını anlattı. Ülkenin gelirlerini ve giderlerini ayrıntılarıyla açıkladı. Saldırıyı bir kez daha tersine çevirmesini bildi. Castro'ya kara çalma girişimiyle aynı günlerde ABD başka kararlar da aldı. Venezuela'ya yaptırım bunlardan biri. Yaptırım silah satışının durdurulması! Sanki Chavez'in devrimci yönetimi ülke savunması için ABD'ye bel bağlamış! Gerekçeler daha da hoş. Venezuela terörle mücadele alanında ABD'yle yeterince işbirliği yapmamış. Sanki Chavez Bush'u baş terörist ilan etmemiş! Bir diğer karar, Beyaz Rusya yetkililerine ABD'ye giriş yasağı! Sanki batının karşı-devrim girişimlerini daha yeni atlatan bu ülkede yöneticiler Beyaz Saray kapısında kuyruğa girmiş! Aslında tablo eğlenceli değil. ABD dünya egemenliğinde açılan delikler karşısında telaşlanmaktadır. Saçmalıklar telaş belirtisi. Ancak ABD aynı zamanda öfkelenmektedir. Öfkesini başı dik duran devrimcilerden ve artık kendisine direneceğini açıkça ilan edenlerden çıkaramayacağını bilmektedir. Türkiye bu iki kategoriye de girmiyor. Küba karşısında telaşlanan ABD öfkesini bizim gibi ülkelerden çıkaracaktır. Peki çözüm bu öfkeye boyun eğmekte midir, yoksa ülkemizin bulunduğu kategoriyi değiştirmekte mi? Alıntı
Φ seREnaDE Gönderi tarihi: 5 Ağustos , 2006 Gönderi tarihi: 5 Ağustos , 2006 5 Ağustos 2006, Cumartesi Bu yükselişi karalayamazlar Economist dergisi Türkiye'de Yahudi düşmanlığının yükselişte olduğunu iddia etti. İsrail'in Filistin ve Lübnan'da yaptıkları bütün insanlığın tepkisini çekiyor. Kuşkusuz ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerin yöneticileri dışında… Bu tepkiye "Yahudi düşmanlığı" demek ne kadar doğru? Bir tepki geniş kitleleri sardığında arkasındaki düşüncelerin sistematik ve tutarlı olmasını bekleyemeyiz. Bugün İsrail'e tepkinin nedenleri, sağlıklı anti-emperyalist ve yurtsever duygulardan ırkçı, şoven, dinci bir Yahudi düşmanlığına kadar uzanmaktadır ve bu kaçınılmazdır. Yurtseverler bu duruma karşı ideolojik mücadele verirler. Örneğin yurtseverler, savaşın din çelişkisinden değil, emperyalizmin dünyaya, enerji kaynaklarına egemen olma isteğinden, kapitalist para babalarının kâr tutkusundan çıktığını ısrarla anlatırlar. İsrailli emekçilerin, barışseverlerin karşı cephede değil, bizim yanımızda oldukları, halkların çıkarlarının aynı yönde olduğunu bıkmadan açıklarlar. Kaldı ki gerçekler de bizden yanadır. Örneğin her köken ve inançtan Lübnan halkının direniş cephesinde kol kola yerini alması meselenin din veya ırk olmadığını her gün teyit ediyor. Türkiye halkına bu gerçekleri taşımalı, anlatmalıyız. Bu bizim için önemlidir, çünkü şovenizm bizim cephemizi güçlendirmez, zayıflatır. "Yahudi düşmanlığı yükseliyor" diye bağrışanların derdi ise farklı. Bunlar Türkiye'deki öfkenin büyük bir mücadele dinamiğine dönüşmesinden endişe etmekte ve bu birikimi marjinal bir konum olarak tanıtıp izole etmek için uğraşmaktadırlar. Boşuna! Bugün emperyalizme ve siyonizme karşı yükselen, insanlığın öfkesidir. İnsanlığı izole etmek, karalamak, durdurmak kimsenin harcı olamaz. Alıntı
Φ bozan Gönderi tarihi: 25 Ağustos , 2006 Gönderi tarihi: 25 Ağustos , 2006 Sevgili yurtsever cephe arkadaşlarım. ne oldu yurdu kurtarmaktan vazmı geçtiniz ? epeydir görünmüyorsunuz , özlettiniz kendinizi...bari ben size yardımcı olayım boş kalmasın buralar.. Bu ülke satılık değildir, kahrolsun emperyalizm, gençlik ülkeyi sattırmayacak, bu ülke emperyalizme yem olmayacak, yaşasın devrimci, özgürlükçü, eşitlikçi, halkçı ve bilimum olumlu ne kadar kelime varsa ondan olan mücadelemiz... sizin kadar olmasa da ben de yurtsever cepheye bir katkıda bulunayım dedim... bozan Alıntı
Φ MOHEVİS KALO Gönderi tarihi: 25 Ağustos , 2006 Gönderi tarihi: 25 Ağustos , 2006 hayırdır inşallah ilgimi çeken hangi topice tıklasam bozan çıkıyor karşıma Siz forumun ''nerden ne yakalasam kime ne laf soksam'' ı sınız heralde? neyse ben devam edeyim foruma incelemeye Alıntı
Φ Ulyanov Gönderi tarihi: 7 Eylül , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 7 Eylül , 2006 haklısın yurtsevercepheli arkadaslar bu aralar gorunmuyor cunku malumunuz ulkemizcok onemli gunlerden gecerken internet basında ona buna laf yetistirecek zamanımız olmuyor ama sans eseri bi bakiim dedim meger bizi davet ederlermis arada bir göz atmak kaydıyla biz hala buradayız ayrıca söylediklerine katılıyorum ve tesekkur ediyorum.... Alıntı
Φ Ulyanov Gönderi tarihi: 19 Aralık , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 19 Aralık , 2006 Cevahir Alışveriş Merkezi'nde küçük bir kızın dövülmesini SEYRETMEK ALÇALMAKTIR! Cevahir Alışveriş Merkezi'nde küçük bir kız çocuğunun özel güvenlikçiler tarafından bir odaya sokularak sopayla dövülüşünün görüntülerini izlediniz, izlemediyseniz olayı gazetelerden okudunuz. Ne yapmayı düşünüyorsunuz? O da çalmasaydı" diyor musunuz? Hemen hatırlatalım, küçük kızın üzerinden çalıntı hiçbir şey çıkmadı. Diyelim ki, çocuk gerçekten bir şeyler çalmış olsun, ne fark eder? Bu onu döven, hakaretler yağdıran özel güvenlikçileri haklı çıkarır mı? Hatta dövülen kişi küçük bir çocuk değil de bir yetişkin olsaydı ne değişecekti? Zaten, yalnız Cevahir'de değil hemen her yerde özel güvenlikçilerin bunu bir adet haline getirdiğini, her fırsatta insanlara saldırıp, hakaret ettiklerini, zaman zaman işkence yaptıklarını biliyoruz. Sorumuzu tekrarlıyoruz: Ne yapmayı düşünüyorsunuz? Güçlünün zayıfı, zenginin yoksulu, zorbanın mazlumu ezdiği bu adaletsiz sistemde "gün gelir ben de birilerini sindiririm mi" diyeceksiniz? Herhalde bu kadar alçalamayız. Küçük bir kız çocuğunun sopalarla dövülmesine seyirci kalan, ne hakkını arayabilir, ne ne memleketine sahip çıkabilir. İşte bu nedenle 20 Aralık Çarşamba günü saat 12.30'da Şişli Cevahir Alışveriş Merkezi'nin önünde "seyirci kalmayacağız" demek için toplanmaya çağırıyoruz. O dayakçı zavallıları dövmek için değil, Türkiye'nin, insanlarımızın bu kadar alçalmayacağını, hesap sorabileceğini göstermek için… Buradan başlayabiliriz… Hep beraber… Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.