Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

MASKELER DÜŞÜYOR... (Bu iktidar işbaşına geldiğinde 3 bin 200 dolar civarında idi. Şimdi ise adam başı borcumuz 2007 sonu itibarıyla 5 bin 500 dolar)

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Maskeler düşüyor...

Türkiye'de kişi başına düşen borç bu iktidar işbaşına geldiğinde 3 bin 200 dolar civarında idi. Şimdi ise adam başı borcumuz 2007 sonu itibarıyla 5 bin 500 dolara çıktı. Keşke bu iktidar Türkiye'de kadınların başına taktığı türbanla, başörtüsü ile uğraşacağına, bunu siyasi simge haline getireceğine, 35 milyondan fazla kadının başına sardığı 5 bin 500 dolar borçtan onları kurtarmayı becerebilseydi. Keşke bir 'kaos' yaratmak yerine böyle bir ekonomi başarısına imzasını atabilseydi...

 

Türkiyem Topluluğu Sözcüsü

Her şeyin bir zamanı ve zemini var. Halk arasında söylenen ve kulaklara küpe olacak bir 'nasihat' olarak algılanması gereken bu söz, dünyanın hemen hemen tüm coğrafyalarında büyük kabul görüyor. Siyasette, ekonomide, sağlıkta, eğitimde ve sosyal yaşamda atılan adımlar, bu sözden hareketle zaman ve zemine göre şekilleniyor.

Ama dünya geneline baktığımızda bir tek Türkiye'de yönetenlerin, zamana ve zemine uygun hareket etme yeteneğinden uzak kaldığını görüyoruz. Daha farklı söylemek gerekirse Türkiye'nin zamanın ve zeminin dışında kalmasını isteyen güçler, bu amaçla ürettikleri 'yeni gündemlerle' oldukça başarılı oluyor. Çünkü bu ülkeyi yönetenler, halkından esirgediği anlayış ve hoşgörüyü olabildiği kadar geniş imkânlarla birlikte bu yabancı ve yalancı güçlere sunmakta 'beis' görmüyor.

2008 yılının daha ilk günlerinde Türkiye'nin hedefinin 'Gelişmiş Ülkeler' arasında yer almasını sağlayacak sosyal ve ekonomik politikalar olacağı beklentisine girmiş idik. Bu umutla ülkenin gündemine işsizliğin azalması, çağdaş ve parasız eğitimden tüm çocukların ve gençlerin yararlanması, sanayimizin gelişmesi, gelir dağılımının düzelmesi, rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesi, yoksulluğun azaltılması gibi konuların gelmesini bekliyorduk. Ama bir de bakıyoruz ki hiç zamanı değilken ülke gündeminin başköşesine yine 'türban' konusu oturtulmuş.

 

Aklı başında bir siyasi iktidarın yapacağı şey değil bu...

Bu köşedeki ilk yazımızın başlığı 'Kendini Harcayan İktidar' idi. Yaklaşık dört ay önceki bu yazıda siyasi iktidarın devletle ve milletle kavgalı olmasının doğru olmadığını ve bu görüntülerin kendisine zarar vereceğini de söylemeye çalışmıştık... Bugün geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Atatürk imzasını taşıyan kurumlarına ve ilkelerine karşı bir tacizin başlatıldığını görüyoruz. İkazlar da dikkate alınmıyor... Anlaşılıyor ki bugünkü siyasi iktidar 'kendini harcamaya' kararlı görünüyor. Kaderini 'siyasi harakiri' ile noktalayacağını söylersek, sanırız kehanette bulunmuş olmayız...

 

2008 Türkiye'sinin ilk tartışacağı konu türban mı olmalıydı?

Türkiye, türbanı tartışarak mı ekonomisini düzeltecek? Türkiye, türbanla mı gelişecek? Dünyada 7 gelişmiş ülke vardı. Daha sonra Rusya Federasyonu'nun da gelişmesiyle bu ülkeler G­8 ülkeleri olarak anılmaya başladı. Türkiye, yine türban konusunda yeni bir tartışmanın ve gerilimin ortasında kalarak mı G­9 ülkesi olacak? Türkiye'de yoksulluk sınırında yaşayan 12 milyon insan, türbanı tartışarak mı açlıktan ve sefaletten kurtulacak?

Türkiye'de kişi başına düşen borç bu iktidar işbaşına geldiğinde 3 bin 200 dolar civarında idi. Şimdi ise adam başı borcumuz 2007 sonu itibarıyla 5 bin 500 dolara çıktı. Keşke bu iktidar Türkiye'de kadınların başına taktığı türbanla, başörtüsü ile uğraşacağına, bunu siyasi simge haline getireceğine, 35 milyondan fazla kadının başına sardığı 5 bin 500 dolar borçtan onları kurtarmayı becerebilseydi. Keşke bir 'kaos' yaratmak yerine böyle bir ekonomi başarısına imzasını atabilseydi...

2007'nin ikinci yarısını yine dışımızdaki güçlerin, topraklarımıza ve gündemimize taşıdığı 'terörle' mücadeleye endekslenerek kaybettik. 2008'in ilk yarısını da 'türbanı tartışarak' geçiririz. İkinci yarısına da tartışılacak bir konu bulunur herhalde(!) Alın size gelişmeye aday bir ülkenin gündemi...

1970'li yılların hemen hemen ikinci yarısına kadar, bu ülkede türban tartışması yoktu... Kadınların, kızların taktığı, giydiği eleştiri konusu olmazdı. Başörtülü kadınlar, kendini bir kısıtlama içinde görmez, engellenmezdi. Çünkü toplumun sağduyusu ve hoşgörüsü, insanların başlarını örtmesini veya örtmemesini sanki bir 'sorun imiş' gibi gündeme getirmek isteyenlere engeldi.

Siyasi partilerin oy ve iktidar kaygısı, inançlı ama bilinçlenmesi engellenmiş kesimleri kullanarak farklı bir mecraya girince ilk kıvılcımlar da başladı. Bu türlü siyasi yaklaşımların bir uzantısı olarak iktidarda olanlar, şimdilerde 'türbanın siyasal bir simge olduğunu' ilan ederek Türkiye Cumhuriyeti'ni tehlikeli bir sürece muhatap etmek üzeredir. Görülüyor ki laik cumhuriyete yeni anlamlar ve tarifler getirerek yapısal sistemini ve temel taşlarını değiştirmek, bu yolla Atatürk ve en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile adeta bir hesaplaşmaya girmek bu sürecin aktörlerinin örtülü amaçlarıdır.

Türban, inançlı insanlarımız için sorun değildir. Ama siyasi iktidar için türban, gerektiğinde 'sorun' olarak gündeme getirilen ve 'kurnazca kullanılan' yaklaşım ve söylemler sebebiyle sonuçta 'oy' olarak iktidar yollarını açan bir seçim malzemesi haline gelmiştir. Böylesine 'çirkin' amaçla kullanılan bir 'araç' olduğu için türban, yıllardan beri 'sorun' olarak gösterilmiş, bu sorunu sömürerek iktidara gelenlerin, tek başına çözme gücü olmasına rağmen çözümsüzlükle baş başa kalmıştır. Türbanın kaderi çözümsüzlüktür. Demokrasiyi bir 'amaç' değil, bir 'araç' olarak görenlerin türbanı da bir 'araç' olarak gördükleri artık ortadadır.

Başbakan'ın türbanın 'siyasal bir simge olduğunu' açıklaması ciddi anlamda düşündürücüdür. Hem yaşadığımız toplumun, hem de Başbakan'ın sağlığı ile ilgili bir alarm işaretidir bu açıklamalar. Bu açıklamalar toplumsal yapımızda bir kamplaşmanın tetikçisidir. Kamplaşmanın olduğu bir toplumsal yapıdan 'dayanışma' çıkmaz. Toplumsal dayanışmanın olmadığı toplumların akıbeti de Irak'tan, Afganistan'dan farklı olamaz. Bu açıklama ile gelinecek nokta, bir zamanlar Osmanlı'ya olduğu gibi 'hasta adam' damgasının aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti'ne vurulması olacaktır.

Öte yandan 'türbanın siyasal simge olduğu' yolundaki açıklama, Başbakan'ın ruh sağlığı konusunda şüpheler uyandırmaktadır. Hangi ülkenin en üst düzeydeki siyasi sorumlusu, kendi milletini kamplara bölecek bir açıklamaya 'tetikçilik' yapabilir? Böyle tehlikelerle dolu bir görüşün, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı tarafından dile getirilmesi endişe vericidir. Dolayısıyla artık Türkiye'nin geleceği için bu hükümetin kadrolarının ruh sağlığının bir tetkike muhatap olması bir zaruret olmuştur.

Türban konusunda yapılan açıklamalar ve devam eden gelişmeler ister istemez 'Acaba ülkeyi idare edenler, farkında olarak ya da olmadan emperyalizme hizmet mi ediyor?' sorusunu da gündeme getirmektedir. Dünyanın da bildiği gibi emperyalizme en ağır yenilgiyi yaşatan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurtarıcısı ve kurucusu Mustafa Kemal'dir... Kurtuluş Savaşı'nın intikamını Atatürk'ten almak isteyen emperyalist güçler ile Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti olduğunu bilip, bu yapıyı koruyacaklarına dair yemin edenlerin şimdi bu yeminleri yumuşak adımlarla çiğnemesini, adeta Atatürk ve Cumhuriyet ile bir 'hesaplaşma!' olarak yorumlanacak adımlar atmasını ve aynı paralellerde bulunmasını keşke başka türlü açıklamak mümkün olsaydı... Keşke bugün Ulu Önder Mustafa Kemal'in en temel değer olarak Cumhuriyetimizin damarlarına işlediği 'laiklik' ilkesine saldıranlarla, Mustafa Kemal'in resimlerini devlet dairelerinden kaldırmak isteyen Avrupalı emperyalistleri bir kefeye koymak mümkün olmasaydı...

 

Sonuç olarak söylemek gerekirse, türban, Türkiye'nin sorunu değildir. Türkiye'nin sorunu, türbanı 'sorun' olarak gündeme getirenlerdir. Kaldı ki bir an için 'sorun' olduğunu kabul etsek bile, bu sorunu çözmek için yapılması gereken bu konuda tek başına ahkâm kesmek, asmak, kesmek olamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin Yargıtay'ından, Danıştay'ından, bugünkü siyasi iktidarın zaman zaman dilinden düşürmediği 'sivil toplumundan' yükselen seslerin de ne dediğine kulak vermek, siyasi sorumluluk sahibi olduklarını iddia edenlerin 'pas' geçeceği bir konu olmamalıdır.

Aynı şekilde başta Merkez Bankası olmak üzere kamu kurumlarının İstanbul'a taşınması düşüncesi de yapay gündeme getirilen konular arasındadır. İnsan bu noktada 'Eller gider Mersin'e, bizimki de tersine' deyimini hatırlıyor. Başkentler, hem siyasete hem de ekonomiye hükmeden güç merkezleridir. Böyle olduğu için dünyanın hiçbir ülkesinde Merkez Bankası, başkent dışında bir şehirde değildir. Başbakan'ın "Gerekiyorsa taşımak için kanun çıkarırız" sözleri kazındığında bu sözlerin altında yatan 'küresel güçlere hizmet etme amacı' görülecektir. Dünyanın ilk 20 büyük ekonomisi içinde yer alan ülkelerin hangisinde acaba Merkez Bankası böylesine garip, acayip ve siyasi kaygılar taşıyan tasarruflara konu oluyor?

 

Böyle bir şey olmadığına göre geriye kalan tek seçenek, siyasi iktidarın Ankara'dan duyduğu alerjidir.

Ankara Milli Kurtuluş Savaşı'mızın simgesidir, sembolüdür. Lozan Anlaşması sonrasında ülkemizin güçlenme ve gelişmesine kaynak olacak, iç ve dış güvenlik kaygılarına karşı durabilecek bir siyasi ve askeri insiyatife 'üs' olabilecek nokta Anadolu'nun bağrında olmalıydı. Bunun yanı sıra Milli Kurtuluş Savaşı'mızda haysiyetle mücadele eden Anadolu'ya olan borcun da bir şekilde ödenmesi gerekiyordu. Ulu Önder, bu sorulara cevap olacak tek adres olduğunu düşündüğü için Ankara'yı başkent yaptı.

 

Atatürk, Ankara'yı Başkent yapma kararını daha sonra şöyle açıklıyor:

"Umumi kaide şudur ki genel durumu yönetme ve yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye mümkün olduğu kadar yakın bulunurlar. Ankara bu koşulları toplayan bir noktada idi" (Nazmi Kal Atatürk'le Yaşayanlar... Ziraat Bankası Kültür yayını)

Amerikan Başkanı Bush'un, Başbakan'la birlikte Topkapı Sarayı'nı gezerken, "Ben senin yerinde olsaydım, burada otururdum" dediğini duymayan kalmadı. Başbakan'a Amerikan Başkanı destek verebilir. Ama tek kalemde Ankara'yı silip İstanbul'u başkent yapmaya kimsenin gücü yetmez. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası buna izin vermez. Anayasa'dan önce buna Ankara'yı 'milli mücadelenin merkezi' yapıp, 'devlet' olarak gören Anadolu insanı izin vermez.

 

Gelelim İstanbul'un finans merkezi olacağı yolundaki iddialara...

Türkiye'nin borçları da Cumhuriyetimizi tehdit etmektedir. Borçların karşılığında Türkiye Cumhuriyeti'ni 'yeni diyetler' ödemeye mahkûm etmek isteyenler şimdi de Türkiye'nin başkentini değiştirme telaşındadır. 'İstanbul'un finans merkezi olması' gibi hem kuru hem de gülünç bir gerekçeye sırtını dayayan siyasi iktidar bu açıklamalarıyla küresel güçlerin 'Türkiye Cumhuriyetini tasfiye etme' amacına da hizmet etmektedir.

Türkiye'nin 14 bankası yabancılara satıldı... Bankacılık sisteminin yüzde 42'si, sigorta şirketlerinin yüzde 40'ı yabancıların elinde... Borsa'da işlem gören hisse senetlerinin yüzde 70'i, hisse ve bono tahvillerinin yüzde 23'ü yine yabancılarda... Türkiye'de toplam ihracatın yüzde 49'unu yabancı sermayeli şirketler yapıyor. Yine Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşunun toplam satışlarının yüzde 42'5 u yabancı sermayeli şirketlerin kontrolünde... Böyle bir finansal dram söz konusu ve ortada iken, üstelik finansınız uyruk değiştirme tehlikesini yaşıyor iken acaba Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması halinde, İstanbul hangi finans çevrelerine başkentlik edecek?

Bu tartışmaların bizi götürdüğü noktada "Türkiye nereye gidiyor?" sorusu karşımıza çıkıyor.

Söylediğimiz gibi siyasi iktidar tehlikeli bir şekilde ateşle oynuyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasası demokratikleşme, çoğulculuk ve sivil anayasa gibi içi boş kavramlarla yozlaşmakta, bu yozlaşmanın çürüme ve kokuşma boyutuna taşınmasıyla Atatürk Türkiye'si tasfiye sürecine sürüklenmektedir. İşin dikkate değer yanı, bu adımların sahiplerinin yüzlerini saklamak için siyasi iktidarın demokrasi ve insan hakları maskelerini halen kullanmaya devam etmesidir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetimini yaklaşık yüzde 47'lik bir oyla elde eden/ele geçiren bugünkü siyasi iktidar, milli değerlerimizin yok edilmesi, hassasiyetlerimizin hırpalanması ve yozlaşması yolundaki girişimleri acaba ortalığı boş mu bulmasından kaynaklanıyor?

Türkiye'de 3 Kasım 2002'de başlayan ve 22 Temmuz 2007'de tekrarlanan süreçte, siyasi iktidarın ve yakın çevrelerinin, iktidar imkânlarını şahsi çıkarları için kullananların katıldığı bir maskeli balo oynanıyor. Bu maskeli baloya katılanların kimler olduğunu herkesin bilmesine rağmen, maskeliler kendi gerçek yüzlerinin görülmediğini düşünüyor... Balodakiler kendileri için bir 'cennet' yaratmaya çalışırken, halkın cehennem azabı çekmesine kayıtsız kalmaya devam ediyor...

 

İktidarın kendi 'cennetini yaratma' amacına ulaşma yolunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasası'nı, kurumlarını, yüksek mahkemelerini, milli değerlerini ve hassasiyetlerini karşısına alıp kavga etmeye kararlı olduğu görülüyor... Türkiye, adım adım sosyal bir kaosa yaklaşıyor.

 

İşte Türkiye'nin gerçek sorunu burada karşımıza çıkıyor...

Artık Türkiye'yi yönetenlerin yüzlerindeki maskeyi çıkarması ve milletimizle yüzleşmesi gerekiyor...

 

Çünkü Millet, "Madem bugün bunları yaşayacaktık, biz niye emperyalizme karşı Milli Kurtuluş Savaşı'nı yaptık?" diye soruyor.

Çünkü artık millet, milli hassasiyetlerinin, değerlerinin bu kadar ayaklar altına alınmasına, aşağılanmasına tahammül edemiyor...

Çünkü millet, fikri ile zikri arasında çelişki olanların ikiyüzlülüğünü görüyor...

Artık maskeler de bu yüzlere tahammül edemiyor, birer birer düşüyor.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.