Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

VAR OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:
Ben sakinim de siz pek sakin değilsiniz İ'tezele... Benim sözlerim keskinse, bu benim öfkemden değil, ifade ettiğim gerçeğin keskinliğinden kaynaklanır. Ben öfkeyi yok etmeyi şiar edinmişim. İnsan türünün ilk yok etmesi gereken özelliği öfkedir bana göre, evrimini ilerletecekse, daha fazla insan olacaksa eğer... Öfke, Ursidae ve Canidae türlerine yakışan bir haslettir. Modlanmayayım diye bilimsel adlarını kullandım. Moderasyon da bizi primat etti ha! Yıldızlanmayalım diye ne yapacağımızı şaşırdık!

 

Descartes konusunda mutabıkız o halde. Ben de tam olarak "Descartes'in kendi içindeki çelişkisine değinmeye çalışmıştım." Aynen cümlenizi kopyaladım ve bu kez sizden hırsızlık yaptım. Aynı cümle ikimizi de ifade ettiğine göre burada sorun yok.

 

Ben en iyisi "Var olmanın dayanılmaz kütleçekim gravitasyon momentum korunumunun göreceliliği ve kuantumsal kökenindeki graviton parçacığının kütlesi" kitabı yazayım.

 

Katkınız için teşekkürler de, şu ayetten başka şey bilmediğinizi nerde söyledim, ya bunu kanıtlayın, özür dileyeyim, ya siz belki dilersiniz bir zahmet...

 

İnsan türünün ilk yok etmesi gerekn özelliği demişsiniz; insan, özelliklerini yok etme eğiliminde olan bir tür müdür? İnsan niye özelliğini yok etsin? Bu özelliklerini yok etmekteki amacı ne olabilir? insan, insani özelliklerini kaybederse ne olur? Bu sonuç ulaşılmak istenilecek bir sonuç mudur? Bu sonuca ulaştığında kendi özelliklerini yok etmeye devam edecek midir? Acaba insan, kendi özelliklerini yok ederek günümüze kadar gelmiş hangi canlı türünün uzantısıdır? Acaba bu canlı türü en büyük özelliği olan şu yok etme güdüsünü yok etmeye ne zaman yeltenecektir? Canlıdaki bu güdülerin menşei nedir? Bu canlı türü hangi süreçleri atlatarak köpek ve ayıgillere ulaşmıştır? Geçişi nasıl sağlayabilir? Acaba kendi genetik mirasında zaten var olan bu canlı türlerine geçişi bir örneğin nakli ile mi gerçekleşir. Bu örnek nakledende de bulunmakta mıdır (öyledir, öyledir..). örneği çaktırmadan nakleden bu bilim adamını, nakledilen taraf dört köşesinden yıldızlamaya başlarsa mevzu bahis bilim adamının sözlerinin keskinliği inceceden moderasyonun yıldız sahasına girer mi? (öyledir efendim) O halde konuyu uzatmayayım, vallahi korktum.

 

Sizinde herhangi bir konuda hemfikir olabilmek ne büyük şeref.Kitabınızı sabırsızlıkla bekliyorum.

 

Efendim, genelleme yaptık, af buyurunuz.

Gönderi tarihi:
İnsan niye özelliğini yok etsin?

 

Gülümseten bir mesaj... Yanıtlayayım efendim, zevkle. Sorular sormadan gerçeğe ulaşılmaz ama bu kadar çok soruyu artarda sorarsanız yanıt vermek biraz zor. Neyse canım, biz de ilk sorudan başlar, gidebildiğimiz kadar gideriz. Kalanına da nasılsa bir sıra gelir.

 

Evet, insanın kökeni hayvansaldır. Fakat evrim dediğimiz zaman sadece primat kökenden ayrılan bir dalın da insan olduğu olgusu anlaşılmaz. Fakat bunu bir kenara yazacağız. Biz de bütün canlılar gibi canlı evriminin ürünlerinden biriyiz. Ancak en önemli ürün olduğumuzu düşünmemizde bir beis yok. Hatta "İnsancı ilke" ye göre evrimin ereği biziz. Evrim en sonunda bilinçli bir canlı oluşturma amacındaydı. Bilinçsiz bir süreç, bir amacı nasıl güdebilir? Güdebilir efendim. Çünkü evren (bu kavram bile sınırlı bir varlığı ifade ediyor, varlık desek daha doğru) deterministiktir. Çok uzun bir süreçte yerleşmiş ve karar kılmış statüko, "en olası olan"ın ya da "olması gereken"in olmasına izin vermektedir. Bir şey mümkünse, o sonuçta mutlaka olur. Ama milyon, ama milyar yılda. Fakat madem mümkün, illa olacaktır. Hiç uçan canlı yok, ama hava geniş yüzeyli cisimleri yerden kaldırabiliyor. O halde bir gün mutlaka uçabilen canlı olacaktır. Hiç gören canlı yok, ama ortamda ışık var. O halde bir gün mutlaka görebilen canlılar olacaktır. Ama milyon, ama milyar yılda. Bir canlı "var olduğunun" farkındaysa, en azından içinde bulunduğu "an" ı idrak edebiliyor, yaşamını tehdit eden ve sürdürmesini sağlayan çevresel etkenlerin farkında ise, bilincin bir aşamasını yakalamıştır ve bu bilinç düzeyini "geçmişin ve geleceğin farkındalığı" düzeyine yükseltgeme şansına sahiptir. Bu şans da bizi ortaya çıkardı.

 

Devam edelim: Evrim deyince başka ne var? Tüm canlı evriminin kökeninde de maddenin evrimi var tabii ki. Cisimlerin kökeninde moleküller, onların kökeninde atomlar, sonra atom parçacıkları, kuantum parçacıklar, enerji... Henüz kuantum parçacıkları keşfetme amacındayız, bu çok zor bir hedef, bunu geçebilsek sırada enerjinin ne menem bir şey olduğu var. Şu an bildiğimiz, enerjinin kuantumsal durumların bir bileşeni olduğu ve en azından kuantum durumların enerjiyi "kesikli" hale getirdiği, yani yayınlanabilir dalgalar biçimine soktuğu. Bundan öte pek bir şey biliyoruz sayılmaz. İşimiz hayli zor, bunu bilmek lazım. Kuantum dünya o kadar küçük ki, orada çalışmak buldozer kepçesiyle dantel işlemekten beter zor. Bakalım, çalışıyoruz. İşi gücü bırakmış, kendini böyle işlere adayan deliler hep çıkıyor.

 

Galiba bu da determinizmin bir parçası. Olacak olan, ister istemez oluyor. Kimseyi git Güney kutbunu, Ay'ı Mars'ı keşfet diye zorlayamazsın. "Git baba manyak mısın" der, işine gider adam. Ama bir deli çıkar, o işi mutlaka başarır. Bu insanlar hakkaten delidir, Amstrong filan Ay dönüşü ciddi psikolojik sorunlarla boğuşmuştur. Gene iyi dayanmış, ben olsam resmen manyardım. Sen git Ay'dan koca dünyayı masmavi bir parıldayan inci gibi gör de aklına mukayyet ol. Ben çıldırır, kafayı yerdim kesin. Klasik söylemdir ama, bir gün bu tür, onların çocukları olduğu ve yeryüzünde varolduğu günden beri gözlerini ayıramadığı yıldızlara mutlaka ulaşacaktır. Evet bizler hep yıldız çocuklarıyız. (Aaa o çocukken okuduğumuz yıldız çocuk masalı gerçek miymiş? Yaaa, ne sandıydınız? Önce masalları okuyacaksın, sonra gerçekleri...) Bizi oluşturan elementler milyarlarca yıl önce oluşan dev süperyıldızların termonükleer fırınlarında pişirilip muazzam süpernova patlamalarıyla uzaya saçıldı. Elementler o hızla hâla arı gibi çalışıyor. Bir canlı ölür ölmez büyük bir iştiyakla her yana dağılıp yeni canlılar oluşturmak için koşuşturuyorlar.

 

Neyse, çok geniş bir tur attık ama konuya gelirsek: İnsan giderek hayvansal kökeninden ayrılıp daha insan olmak "zorunda"dır. Bu da gerekircilik ilkesidir. Evrenin (yine daha doğrusu varlığın) deterministik yapısının en önemli sonuçlarından biri bu ilkedir. Atalarımız çiğ et yiyorlardı. Vahşi hayvanların avlayıp etini yediği, bıraktığı kemikleri taşla kırıp iliğini içiyorlardı. İlik deyip geçmeyin, en konsantre gıdalardan biridir. Sırf bu ilik sayesinde zekamız gelişmeye başlamış olabilir. Böyle bir kökenimiz var, ister inanın, ister inanmayın. Doğaya, öze dönüş çiğ et yemek değildir. Doğaya dönüş diye bir şey yoktur. Transgenik gıdalar, yapay gıdalar, teknolojik işlemden geçmeler, bunlara karşı olup öze dönme, doğaya dönme düşünceleri safsatadır. Gidin hayvan parçalayıp kan revan çiğ çiğ kemirin o zaman, tam doğaya dönersiniz. İnsan giderek teknolojik bir canlı olacaktır, mekanikleşecek, ruhsuzlaşacak mı, elbette. Olması gereken de budur. Bu da biyolojik evrimin sonu, teknolojik evrimin başlamasıdır. Olması gereken de olacak olan da budur. Bundan asla kaçınılamaz. Deterministik işleyişi kimse durduramaz. İnsan evrimini kültür araçlarıyla (din felsefe bilim sanat) bu güne getirdi. Bu günden sonra baş aracı teknoloji olacaktır.

 

Neyse uzattım. Sondaki inceden dokundurmalarınıza da yanıt oldu mu bilmem ama, hayret moderasyon bazı canlı türü adlarını yıldızlamamış. Ben korkumdan bu tür şeyleri bakın hâla yazamıyorum. Hemen tak, yıldız yıldız... Ya valla örneğin "hayatını kaybetme" değil de normal herkesin söylediği kelimeyi söylüyorum, yıldız yiyor. Hayırlısı, iyilik sağlık. Yıldızlandık diye "ölelim" mi yani şimdi. (Dur bakalım yine yıldız yiyecek mi, merak ettim.)

 

Neyse efendim, şeref bana ait. Af konusu önemsiz, unuttum gitti...

Gönderi tarihi:

MİLLET, DAHA FAZLA DAYANAMAYACAĞIM... BURADA HEPİMİZİN, ATEİSTİN, PANTEİSTİN, TEİSTİN HEPİMİZİN AMA HEPİMİZİN ASLINDA AYNI ŞEYİ SÖYLEDİĞİMİZİN HİÇ FARKINDA OLAN VAR MI?

 

"Ben evet farkındayım" diyen varsa konuşalım. Yoksa havanda su dövmeyelim...

Gönderi tarihi:

Kitap ne olursa olsun, okuyup ta inandigimiz

Isim ne olursa olsun, inandigimiz

Hepimizi birlestiren, icimizde ki inancimiz

Sanki onca dil, birbirlerini anlayamayan

Hepside ayni seyleri söylüyor, ayni kelimeyi söylüyor

Inanc

 

anlatabildim umarim...

 

Saygilar

Gönderi tarihi:

Sayın Fuad'ın dediği gibi kızılderililerin manitu'su kitap göndermemiş. Onlar kartalı, bizonu, ağacı kitap olarak okumuşlar. Bilim de bu kitabı satır satır harf harf çözmeye, okumaya uğraşıyor. Teist tanrı vardır demiş, ateist tanrı yoktur, varlık vardır demiş. Panteist de o tanrı dediğiniz de, varlık dediğiniz de aynı şeydir demiş.

 

Tanrı nedir diye sorulmuş. "Bir olan yüce varlık" denmiş. Biz bu ifadeden fazla olanları çıkaralım: Varlık... Bir demeye gerek kalmadı, çünkü geride bir şey kalmadı. Olan demeye gerek kalmadı, adı üstünde varlık. Yüce demeye gerek yok, neye göre yüce?

 

Enel hakkı entel batılı yok bu işin. İşi karmaşaya gtürmeye gerek yok. Batıl olan şu: Tanrıyı aramıza alıp caddelerde, sokaklarda gezdirmek, savaşlarda savaştırmak, ona yasalar, yönetmelikler yaptırmak, imparatorlar, peygamberler atamasını, kitaplar yazmasını istemek...

Gönderi tarihi:
Bilim de bu kitabı satır satır harf harf çözmeye, okumaya uğraşıyor.

 

Peki ya okuyamadiklari harfler, o yüzden anlam veremedikleri kelimeler

yada

gercekten anlayamadiklari kelimeler... dur bunu demek istemisdir... deyip degisen kelimeler

fakat yanlis secilmis olan kelimeler

anlamini ise bozan kelimeler

sonra bunlar yazilmis bak denilen onca yazilar

olamazmi..?

 

Saygilar

Gönderi tarihi:
anlayamadiklari kelimeler... olamazmi..?

 

Olmaz olur mu? Daha binde kaçını anladık diye sorarsanız daha doğru olurdu. Bütün çaba bu... Tamamını doğru olarak anlamak. Sayısız kere doğru anladığımızı sanırken bir bakmışız yanlış veya (genellikle) eksik anlamışız. Zaten şu an anladıklarımızın da henüz çok eksik olduğunu iyi biliyoruz.

 

Aldatıcı olan gerçektir, yalan değil. Yalan zaten yalandır, mumu yatsıya kadar ancak yanar. Gerçeğin mumu ise hiç sönmez...

 

Ancak evreni olabildiğince doğru olarak okumak için elimizde bulunan en yetkin, hatta yegane araç bilimdir. Daha geçerli bir yol bulunabilmiş değil...

Gönderi tarihi:
Olmaz olur mu? Daha binde kaçını anladık diye sorarsanız daha doğru olurdu. Bütün çaba bu... Tamamını doğru olarak anlamak. Sayısız kere doğru anladığımızı sanırken bir bakmışız yanlış veya (genellikle) eksik anlamışız. Zaten şu an anladıklarımızın da henüz çok eksik olduğunu iyi biliyoruz.

 

Aldatıcı olan gerçektir, yalan değil. Yalan zaten yalandır, mumu yatsıya kadar ancak yanar. Gerçeğin mumu ise hiç sönmez...

 

Ancak evreni olabildiğince doğru olarak okumak için elimizde bulunan en yetkin, hatta yegane araç bilimdir. Daha geçerli bir yol bulunabilmiş değil...

 

:clover::clover::clover:

 

İşte bilimsel bakış yine ortada...

Hem ne kadar zayıf olduğunun, hem de ne kadar güçlü olduğunun arkında olan bir öğreti, bir etik, bir evrensel görüş, bir "insan"...

Gönderi tarihi:
Hem ne kadar zayıf olduğunun, hem de ne kadar güçlü olduğunun arkında olan bir öğreti, bir etik, bir evrensel görüş, bir "insan"...

 

Bu farkındalık çok önemli sayın Yersoy, teşekkürler. Yapmamız gereken birer Hansel ve Gratel olarak ekmek kırıntılarını o yanıltıcı, yetersiz, bazen gölgeleri büyüten, titreştiren mum ışığında bile olsa aramak. Çoğunu kuşlar yemiş olsa da... Çalı diplerinde kalanları mutlaka vardır. Yeryüzünden kaç canlı gelip geçtiğini, kaçının fosilleştiğini ve fosil aramanın Hansel ile Gratel'in ekmek kırıntılarını aramalarından daha güç olduğunu siz bilirsiniz.

 

Buna rağmen asla vazgeçip orman cadısının büyü evine sığınmayacağız...

Gönderi tarihi:
Olmaz olur mu? Daha binde kaçını anladık diye sorarsanız daha doğru olurdu. Bütün çaba bu...

 

 

dogru olani bulmakta ki amac nedir peki ozaman

 

neden yazilanlar da okunanlar da dogrulugu ariyoruz, ki bile bile eklenmis onca kelimelerin var oldugunu yada silinmis

 

onca kelimelerin..bildigimiz yada en azindan bir tahmin yürütügümüz halde.

 

tartisilmaz ise dogru olani bulamayiz belki diyecegiz... hakli olabilirz

 

"gercekten dogru olan bu"... kararini kim veriyor... gercekten dogrulugundan emin olarak

 

sonsuza kadar sürmezmi bu tartismalar sen ben hakli o degil... misali

 

onun okudugu kitap dogru seninkisi benimkisi degil.... misali

 

Inancimiz neden icimiz de kalmiyor...ki herbirimiz de olan inanc... hep tartisilmasi gerekiyor

 

cok mu soru sordum :)

 

ps. alinti sizden yapiyorum sayin demirefe, fakat sorularim genel olaraktir..yanlis anlamayin yani :clover:

 

Saygilar

Gönderi tarihi:
dogru olani bulmakta ki amac nedir peki ozaman

...............

gercekten dogru olan bu"... kararini kim veriyor... gercekten dogrulugundan emin olarak

 

doğru bir tanedir. amaç onu bulmaktır. bu amaç evrimin sonucu olmakla birlikte evrimimizin motorudur aynı zamanda...

Gönderi tarihi:
demirefe, fakat sorularim genel olaraktir..yanlis anlamayin

 

Ne demek sayın Birce, benim için yanlış anlama diye bir şey yoktur. Bu deyimi ortadan kaldırmayı bile düşünüyorum. Hiç bir şey yanlış anlaşılmaz. Her şey doğru anlaşılır. Fakat sorun, "doğru"nun algı ve bilinç düzeyine bağımlı göreceli bir kavram olmasıdır. Yanlış anlama zannı bundan doğar.

 

Bununla sakın kişilerin düzeylerinin farklı olduğunu, zeka düzeyine bağımlı bir göreliliği kastettiğimi sanmayın. Hele hele "ben bazı konulardan iyi anlarım" iddiasında bulunduğumu sakın düşünmeyin. Biz, düşüncelerimiz, evren ve tüm oluşum sürekli bir devinim ve evrim içerisindeir. Tıpkı evrenin genişlemesi gibi, toplam, kollektif bilinç düzeyi sürekli gelişim kaydetmektedir. İnsanlık bu güne kadar bu kollektif bellek ve bilincini, kültür araçları ile (din dil felsefe bilim sanat...) korumayı, daha geliştirmeyi ve geleceğe aktarmayı sürdürdü. Kişilerin bireysel bilinçlerinin çok da fazla bir önemi yok.

 

Önümüzde yeni ufuklar var. Bilginin en önemli ve nesnel değer olduğu bir dünyanın eşiğindeyiz. Yakın gelecekte bilgiden daha değerli hiç bir şey olmayacak.

 

Bakın şimdi örnek vereyim: Şu internet ortamında bir sürü insan gerekli gereksiz bir sürü eylemde bulunuyor değil mi... Çoğu da lüzumsuz, hatta zararlı. Ama kişilerin bu tek tek olan bireysel durumları, internetin dünyayı saran muzazzam bir bilgi ağı olduğu gerçeğine zarar vermiyor. Teknolojimiz bunu başardı. Ve bu teknoloji artan bir hızla evrimleşiyor.

 

İnsanlık bir gün bilgi birikimini klasik kültür araçlarının ötesinde değerlendirmeye başlayacak. Makinelerle ortak bir kolektif bilinç ortaya çıkarılacak. Artık bilginin yeniden ve sıfırdan öğretilmesi sorunu aşılacak. Bilgiye erişim bu denli kolay ve hızlı olacak. Konuyu fazla bilimkurguya dökmek istemiyorum. Önemli olan hayal etmek değil. Önemli olan, geçmiş, bugün ve gelecek arasında nedensellik bağlarını kurabilmek.

 

Başa dönelim. Yanlışı ve yalanı çabuk tanırız. Ama gerçeği asla tanıyamayız. Bizi yalanlar değil, gerçekler yanıltır. Çünkü şimdiye kadar gerçekliğine inandığımız her şeyin, gerçeğin sadece bir görünümü olduğunu anlamışızdır. Bu anlamda hepimiz gerçeğe ait bir takım görünümlerin bilincindeyiz. Yanlış anlama diye bir şey yoktur, "eksik" anlama vardır.

 

Gerçeği asla tam olarak yakalayamayacaksak, ne anlamı kaldı? Evet, anlamı yoktur. Bir savaş kadırgasının rutubetli mahzeninde küreklere asılması için kırbaçlanan, fakat yakalandığı sıtma nedeniyle artık asılacak takati kalmadığı için can veren zavallı forsa için de gerçek çok anlamsızdı. Anayurdundan koparılıp binlerce kilometre uzağa pamuk toplatmaya götürülen ve ayak başparmakları koşamasın ve kaçamasın diye kesilen zavallı köle için de, tanrıların gazabı dinsin diye hayat nedir, daha anlamadan bir tapınağın sunağında kurban edilen zavallı genç kız için de gerçek, anlamsızdı. Bizim onlardan ne bir ayrıcalığımız, ne bir üstünlüğümüz var.

 

Gerçeğin, bu hayat ve hatta bu evrenin üzerinde bir kapsanamazlığı vardır. Ne demek istediğimin anlaşılmadığını biliyorum. Fakat bu anlattıklarım, sadece:

 

(Yanlış anlama yoktur. Her şeyi doğru, fakat "eksik" anlıyoruz, hepimiz...) üzerine. Ne demek istediğimi zaman zaman farklı bahanelerle farklı iletilerde anlatmaya çalışıyorum. Ancak hepimizin giderek daha doğru anlayacağımıza hiç kuşku yok. Ben de aslında anlatmıyor, yeniden gözden geçiriyor ve baştan bir daha düşünüyorum. Bin yıl sonra daha doğru anlaşılmasının bize faydası ne olacak? Forsaya, köleye ve kurbana ne faydası olduysa o... Ayrıcalık yok!

 

Ne yani, onlar insan değiller miydi? Pamuk toplayan zavallı köle, belleğinde canlı olan suların çağıldadığı zümrüt ormanları hatırlarken içi özlemle kavrulmuyor muydu? Işık görmeyen zavallı forsa rüyasında zincirlerden kurtulup kırlarda özgürce koştuğunu görürken hoyratça uyandırılmıyor muydu? Kurban edilecek genç kız son kez çevresindekilerin gözlerinin içine soran bakışlar fırlatmamış mıydı?

 

Bireylerin önemi yoktur. Hepimizin bir tek can borcumuz var, verir, geçer gideriz. Önemli olan, şu anın nedenselliğinin, geçmişle geleceğe nasıl bir köprü olacağıdır. Geçmiş nasıl var ve gerçekse, gelecek de öyle var ve gerçek. Bilinç hiç durmayacak ve üzerine düşeni mutlaka yapacak. Gerçeğin asla tamamını değil, ama çok büyük kısmını aydınlatacak...

Gönderi tarihi:

Sayın Yersoy, İ’tezele ile aranızdaki tartışmaya müdahale etmek istemem ama, göreliliği hiç yabana atmak istemem. Tanrının varlığı ya da yokluğu sorununun yanıtı, tanrının ne olduğunun tanımına çok fazla bağımlı. Biri bir tahta parçasına “tanrı” diyorsa, onun için tanrı var! O kişi, tanrıyı bir tahta parçası olarak tanımlıyor çünkü. Ha denebilir ki bu tanım çok kişisel, evrensel değil. Tanrının evrensel bir tanımı var mı? Yok. O halde tanrının kişiler sayısınca farklı tanımı olabilir.

 

Kur’anı kim yazdı sorusunun yanıtı da göreceli olabilir. Bir çok etken yazılmasına yol açmış olabilir. Tüm insanlık efsanelerini kim yazdı? O kadar sayısız kaynak derlenmiş olabilir ki, telif hakları da bilinmediği için işin içinden çıkılmaz.

 

Dünyanın 4,5 milyar yıl yaşında olması ise o kadar açık bir şekilde göreceli ki, 4,6 milyar dendi mi iş biter.

 

Matematik gerçekler bile görelidir. Tüm matematik, A=A savına dayalıdır. Bunu temelinden çektiğiniz anda matematik yoktur. Bir elektronun bir elektrona eşit olduğundan emin miyiz? Tüm bilimimizi eşit olduğu varsayımıyla yaparız ve bu kabul gereklidir de. Ama bu kabul, kesin bir gerçeklik olamaz. Gerçek, bence dünyanın en korkunç kelimesidir. Gerçeği düşünmek beni çıldırtabilir. Dünyada gerçek tutkusu kadar yakıcı bir ateş bilmiyorum. Gerçeğin en küçük kırıntısı her şeye bedeldir. İnsanın bu evrende gerçeği araması, bilinen en dramatik öyküdür ve asla aşıklar kavuşup mutlu son olmayacaktır ama, büyük ölçüde tatmin edici bir son olacaktır, diye inanıyorum…

 

Tabii ki siz yine faşizmi açıklığa kavuşturun. Tartışmaya karışmadığımı özenle belirtiyorum…

Gönderi tarihi:

Sayın demirefe,

Söylediklerinize hak veriyorum ancak anlam kargaşası yaşıyoruz sanırım. Bu nedenle biraz daha açma gereksinimi duydum.

 

Kişisel doğruların ötesinde, tanımı yapılmış ve sınırları ortaya konmuş bir varlık ya vardır ya yoktur.

Tanrı kavramı örneğini bu nedenle verdim. Kuran*'da anlatılan şekliyle bir tanrı ya vardır ya da yoktur.

Kuran'ı yazan bir (yada birden fazla) kişi olabilir ya da bu gökten inmiştir. Başka seçenek yoktur ve doğru olanı da tektir. Nasıl inanıldığı ayrı bir sorun ve tartışmadır. Dünyanın elbette mutlak bir yaşı olmalıdır değil mi? Bu yaş şu anki bilgilerimize göre 4,55 milyar yıl olmakla birlikte %1 oranında doğrudur. Hiç bir bilim adamı da dünya tam olarak bu yaştadır demez, diyemez. Öyleyse doğru olan tek bir yaş vardır, kişiden kişiye değişen doğru yaşlar, kabullenmenin ötesine geçemez. Ancak teknolojinin gelişmesi ile birlikte o tek olan mutlak doğru yaşa yaklaşırız. Bu başta 4,5 sonra 4,55; daha sonra 4,5552 ve nihayetinde saniyesine kadar gerçek bir süre.... Bizim işimiz nedir? bu tartışmanın çıkmasına sebep olan iletimde ifade ettiğim gibi "doğru bir tanedir ve amacımız onu bulmaktır". Bu amaç doğrultusunda ilerleyişte farklı doğrular her zaman çıkacaktır; ta ki bir tanesi mutlak olarak ispatlanana kadar. Buda doğrunun göreli olduğunu değil (araştırılan bir hedefe yaklaşılan) biricik gerçek olduğunu gösterir.

 

Evet matematik konusunda A=A savını ortadan kaldırdığımızda matematiğin de temeli değişir. Ama bu demek değildir ki 2+2 = 4 olmasın. Gerçekte 2 + 2 hep 4 tür.

 

Gerçek, bence dünyanın en korkunç kelimesidir. Gerçeği düşünmek beni çıldırtabilir. Dünyada gerçek tutkusu kadar yakıcı bir ateş bilmiyorum. Gerçeğin en küçük kırıntısı her şeye bedeldir.

 

İşte bilimin motoru budur. Tek olan gerçeği aramak...

 

İnsanın bu evrende gerçeği araması, bilinen en dramatik öyküdür ve asla aşıklar kavuşup mutlu son olmayacaktır ama, büyük ölçüde tatmin edici bir son olacaktır, diye inanıyorum…

 

Yanlış da olsa bulunan her sonuç o aşıkların kavuşmasındaki bir adımdır diye düşünüyorum.

 

Bu arada çok da karamsar bir felsefi bakış açısı olrak değerlendiriyoorum bunu. Eğer doğru ya da gerçeklik hiç bir zaman elde edilemeyecek olan bir bilgi olsaydı, soyut olan ve doğruluğu tartışılabilir olan matematiğin somut karşılıklarının hiç bir zaman (ya da çoğu zaman) ortaya konulamaması gerekirdi. Ancak çok iyi bilmekteyiz ki fizik, kimya ve matematik konularında elde edilen doğrular yeni doğruların araştırılmasında kullanılmakta ve bu buluşların somut karşılığını hayatımızda kullanmaktayız. Bu bakımdan, hangi konuda olursa olsun doğru elbet de yakalanabilecek bir olgudur: bilim ve teknoloji bize bunu göstermiştir.

 

Faşizm konusunda sayın İtezele'den bekliyorum konunun aydınlatmasını. Ortaya bir sav atılıyorsa altı doldurulsun, ya da hiç bulaşılmasın bu tür nazik konulara...

 

Selam ve saygılarımla...

Gönderi tarihi:
demirefe, biraz daha açma gereksinimi duydum.

Tanımlamalarda biraz daha ayrıntıya girince, netlik nasıl da arttı değil mi? Çok güzel... İşte bilimin çalışma yöntemini ortaya koydunuz. Budur! Önümüzde bir olgu var. Biliyoruz ki önümüzde duran bir olgunun orada olmasının ardında bir nedensellik örüntüsü var. Birtakım nedensellikler o olguyu önümüze getirdi. İşte o anda bizi hiç bitmeyecek bir sorgulamalar zinciri bekliyor. Nedenselliğe herhangi, ama herhangi bir noktadan dalmanız hiç farketmez. "Bu kalem masamın üzerinde niye duruyor?" ile başlayan da, "Bu kitap nasıl yazılmış, nasıl önümüze gelmiş" de aynı şey. Kalem için "çünkü az önce bir not almıştım, sonra masanın üzerine bıraktım" ilk eldeki nedendir. Kitap için ise "gökten indiğinin söylenmesi veya içinde öyle yazması ilk eldeki nedendir. Not almış olmanız da bir neden gerektirir. O da, o da... Nedenselliğin içine dalarsınız. Kitabın gökten inmiş olması "yok ya? Sahi mi?" şeklinde bir tepki uyandırır, çünkü hiç gökten kitap indiğini görmedik. E öyleyse nerden geldi? Aynı şey olur, yine nedenselliğin içine dalarsınız.

 

Hangi olguyu, nerden tutup, nerden bakarsanız, nerden tutup nerden dalarsanız dalın. Önünüzde olan son derece karmaşık, son derece girift, son derece büyük ve eski bir nedensellik karmaşası olacaktır. Etkenler öyle içiçe girmiş, doğrudan bağlantıların yanında öyle çapraz bağlantılar var ki...

 

Ama "bu kitabın gökten inmediği kesin" yargısına sanırım kolayca varacaksınız. Demek nedensellik içinde öncelikli olarak "en etkin" nedenlerle "en etkisiz" nedenlerin ayrıdını yapmak gibi bir yöntem izliyoruz. İncelenecek olguların çokluğu ve nedenselliğin karmaşıklığı, önce sanki işin içinden çıkmak imkansızmış gibi görünmesine sebep olur. Ama sabırlı bir çalışmayla yavaş yavaş taşlar yerine oturmaya başlar.

 

Bir puzzle çözme duygusuna ve coşkusuna kapılırız. Resim asla tamamlanmamakta, çoğu kez yerleştirdiğimiz parçaları "yok, tutmadı" diye geri çıkarmaktayız. Ama sanki resmin kalanını tahmin ediyormuşuz gibi bir duygu yaşarız. Bir iki parça daha yerine otursa... Tamam olacak! Acaba şu parça? Dur bakayım... Şu da uyabilir. Biraz daha kafa yoralım.

 

İşte insanlığın hayat, daha doğrusu bilincin evren macerası... Mükemmel ve coşkulu bir serüvendir, evrende bilinen en heyecanlı ve tutkulu serüvendir. Felsefem karamsar değil çok değerli Yersoy, bana inan son insan ferdi son nefesini verirken aklında hâla yanıtını merak ettiği bir kaç soru kesinlikle olacak. İşin tadı burda. Okunacak tek kitap var, okudun bitti... Ne halt edeceksin?

 

Anlatmak istediklerim bunlardı, açılım sağladığın için çok teşekkürler. Bilim insanlarının başımın üstünde hep yerleri var. Bu gezegeni anlaşılabilir kılanlar onlardır. Giderek yıldızları, evreni ve kozmosu... Bilinç asla durmayacak.

 

İstersen İ'tezele'ye yanıt için fazla ısrar etme. Ben ne demek istediğini anladım. Gerçeği tek bir görünüm kalıbında tutmanın sakıncasından bahsetmek istedi ama kişisel bir itham biçiminde çıkış yapmasa tabii ki iyi olurdu. Ben olsam hoş görürdüm, karışmayayım ama...

 

Selamlar saygılar...

Gönderi tarihi:
Anlatmak istediklerim bunlardı, açılım sağladığın için çok teşekkürler. Bilim insanlarının başımın üstünde hep yerleri var. Bu gezegeni anlaşılabilir kılanlar onlardır. Giderek yıldızları, evreni ve kozmosu... Bilinç asla durmayacak.

 

Bu güzel yazıya saygılarımı sunarım...

Zaten "aklın yolu bir" değil midir sayın demirefe?

 

Selamlar ve saygılar...

Gönderi tarihi:

Sayın Demirefe bilimsel bakışınız oldukça etkileyici. Nedenler zinciri. İşte görüp inceleyeceğimiz ve bizi bir yerlere götürebileceğini umduğumuz yegane zincir gibi duruyor. Ama sonu olmayan bir zincir. Fakat biz çok aceleciyiz galiba çabuk sorular istiyoruz. Ya da varolmanın içimize yerleştirdiği dayanılmaz ağırlığı savurup atmak istiyoruz. Birgün verilip verilemeyeceği belli olmayan tatmin edici cevaplar bize yetmiyor. O cevabı şimdiden bekliyoruz, veriyoruz.

Anlam kuantumsal parçacıklarda mı gizli? Bunu asla öğrenemeyebiliriz. Belki de böyle bir anlam yoktur ve onları da çözdüğümüzde karşımıza farklı sebepler çıkacaktır. Belki tatmin edici cevabı bulamadan yokolacağız.

Ya da şöyle sormalıyım tatmin edici birçok cevap bulduk. Ama gerçekten neyiz nereden gelip nereye gidiyoruz? Bu sorunun cevabını bulabilecek miyiz? Hala öylece duruyor bu soru. İşte bu soru varolmamızın dayanılmaz ağırlığını yaşatıyor bize.

Ekran koruyucunuzu yıldıza getirin ve bir saat izleyin yolculuğu. Bitmez bir yolculuk bu. Ve belki de bu yüzden tatmin etmiyor beni. Her nedenin ardından bir başkası çıkıyor. Ve bu sonsuzluk aklımı kaçırmama neden.

Tamam aklımı kaçırmadım. Bilim hala güvenebileceğim dış dünyayı bana doğru çözümleyen tek veri. Ama bana yetmiyor ve bu yüzden inanıyorum. Yukarıdaki "ben inanıyorum" un altını doldurabilmişimdir umarım.

Saygılar

Gönderi tarihi:

Sayın Fuad, çok güzel bir düşün tarzı. Bir noktasına bile itiraz etmem ve edemem zaten. Çünkü itiraz edilebilecek en küçük bir yanı yok. Benim inanca en küçük bir itirazım olmamıştır. Sanırım sizin itiraz beklentiniz de buna. Hayır, kesinlikle inanmaya karşı en küçük bir argüman sürmem. Bu sizin en doğal hakkınız. Bu inancınıza ad da verebilirsiniz, en küçük sakıncası yok. Bu da en doğal hakkınız. Elbette sizin verdiğiniz ad, ne oranda bir temsil ve tanım yetkisi taşır, belki taşımaz, ama zararı yok. Bundan sizi alıkoymaya kimsenin yetkisi yok, önemli olan budur.

 

Benim itirazım, sadece inancın formatlanmasına olmuştur. Bu formatlamayı dinler yapar. Belli bir tanrı formatı getirirler. Bu nedenle hiç bir din "şekil"den kurtulamaz. Tanrıyı belli bir formatta düşünür, ona seslenişini belli bir şekilsel düzenleme içine sokar, onun da kendini ve hayatını formatladığını düşünür. Bütün bunlar dinin içinde yer alan ve tartışılması, kanıtlanması veya çürütülmesi olası olmayan konulardır. Örnek: Tanrı merhametlidir. Bu dini bir öngörüdür, felsefi değildir. Böyle bir şey olup olmadığını bilmemiz söz konusu değil.

 

Şimdi nedenselliğin bizi sonsuz bir karmaşa içine çektiği doğru. Bundan çıkamayacağımız da muhakkak. Milyarlarca yıl sonra bu nedenselliğin çözümlenip çözümlenmeyeceği de bizi ilgilendirmez, çünkü biz çözemeyeceğiz. O halde inanmak kesinlikle iyi bir çözüm. Zaten felsefe, kesin kanıtlara dayanmak zorunda olduğu için ağır giden bilimin dışında, kısıtlılığı kaldırmayı amaçlayan bir araçtır. Kısıtlamayı kaldırmanın bedeli, sonsuz ayrımlara sahip dehlizlerde kaybolmaktır. O yüzden determinizmi en iyi felsefi araç olarak öneriyorum. Nedenselliği izlemek, yolda işaretler bırakmayı sağlayacaktır. Geriye, bilimin sağlam zeminine dönebilmeliyiz. Peki ama neye inanabiliriz?

 

Ben ne kadar uğraşsam neye inanılabileceğini tanımlayamam. Ancak hepimizin bazı inançlarımız vardır. Bu inançlarımız da değişkendir. Ben sabit bir inanca sahip olduğumu söyleyemem. Benim inancımı belirleyen, tüm yaşamım boyunca düşündüklerim ve bir ölçüde belirginleştiricisi, düşüncelerimin davranışlarıma yansımalarıdır. Şu an tuşlara basarak bir metin yazarken belli bir inanca sahibim. Başka bir şey düşünür ve yaparken başka bir inanca sahip olacağım. İnancın belli bir formatı ve son nefesimizde bile bir son biçimi olamaz. "Son olarak bu formatta idin" diye bir bağlam olamaz. Dinamik ve tümeldir. Fakat bir inanç, mutlaka vardır. Ben Descartes'e çok gönderme yaparım. O inançlı bir filozof olduğu için bu tavrım, "inançlı inançsız" çelişkisi yaratır. “Bu adamı niye referans alıyorsun?” diye kızan materyalist inanca sahip bir dostum bile olmuştu. Fakat Descartes'in felsefede biricik kanıtlamayı yaptığını düşünüyorum.

 

Ünlü "düşünüyorum o halde varım" sözü. Descartes bütün diğer kanıtlamaları yapabilmek için önce var olduğunu kanıtlama ihtiyacı duymuştur. Buradan diğer kanıtlamalara geçer, ama ben bu geçişin öyle çok da kolay olmadığını düşünüyorum. Ama "var olmamızın bir şeyleri kanıtladığı" kesin olmalıdır. İşte bu belirleme, inancı gündeme getirir. Bir şekilde bir kanıtlama yapılabiliyorsa, demek ki inanılması gereken bir gerçek vardır.

 

Determinizmin temeline Descartes'in varoluş savını koymayı zorunlu görüyorum. Çünkü var olmalıyız ki, nedensellik örüntüsünün bir anlamı olsun. Bu örüntünün kesinlikle bir anlamı olmalı. Çünkü anlamlı bir neden-sonuç ilişkisi kompozisyonu çiziyor. Olgulara bir anlam verebiliyoruz, nedenselliklerine göre. Bizler birer anlamız, anlam verme yetimizin oluşu, anlamlı varlıklar olduğumuzu kanıtlıyor, düşünüyor olmamızın var olduğumuzu kanıtladığı gibi.

 

Hayatın bir anlamı var. Bu anlam en görünür şekilde şudur: Evrendeki entropiyi bir süreliğine de olsa tersine çevirmeyi başaran bir süreç. Hayat olmasa evrende düzenli bir düzensizliğe gidiş olurdu. Zaten de var: Atmosfere yayılan egzoz gazı tekrar benzin olmaz. Ama hayat dağılan protein bileşenlerini tekrar sentezleyip protein yapar. İşte bu bir süreliğine anlamı, bizde bir inanç doğmasına neden oluyor: Acaba hayat, bunu sürekli biçimde yapabilir mi? Bunun bir yolu olabilir mi? Bilemem ama bunun bir inanca, en azından beklentiye yol açtığı kesin. “Anlam” nedir, gerçekten bir “anlamlılık” var mıdır, bu da tartışılabilir. Ben “anlam”ın var olduğuna inanıyorum.

 

İnançlar asla kanıtlanamaz, sorgulanamaz, doğrulanamaz ya da yanlışlanamaz. Ama varlardır. Düşünüyorsak varız, varsak anlamlıyız, anlamlıysak inanırız. Ancak ben size neye inanacağınızı tanımlayamam ve inancınızı formatlayamam. Çünkü ben kendim de bir formata sahip değilim. Çok kullandığım bir argüman: Yanıltıcı olan yalanlar değil, gerçeklerdir. Gerçek bizi hep yanıltmıştır, şu an da yanılıyoruz. Göreli “gerçek”in önüne zaten yalanlara basıp geçerek geldik. Onlar bizi uzun süre yanıltamaz. Gerçek ise çok uzun süre yanıltabilir. Bu sürenin uzunluğunu kestiremeyeceğimiz kadar… (Sonsuza kadar demeyi istemedim. Bu da bir temenni…)

 

Sadece zaman zaman inancımı dışa yansıtırım. Örneğin "bilinç" benim en belirgin inanç konularımdan biridir. "Evrim" öyledir. "Determinizm" öyledir. Bunların yaklaşık bir formatı tabii ki var. Bilincin anlamlılıkla önemli bir ilişkisi olduğunu söyledim zaten. Bilincin kesin tanımı yoksa da, “düşünebilme yetisi” ile ilgili olduğu kuşku götürmez. Artı şunu söyleyebilirim: Varoluşun en önemli ve çözümü gereken sorunudur. Hatta belki tüm amacımız, varlık gerekçemiz hem bilinçtir, hem de onu çözmektir. Bilinç konusuna zaman zaman farklı gerekçelerle değiniyorum, tüm formatımı bir iletide toparlayıp özetlemem çok zor, anlayışınızı umarım.

 

Düşünen bir zihine, saygılarımla…

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.