Gönderi tarihi: 22 Kasım , 2007 17 yıl Kimden : Pîr Gerçek Velî (Bay, 34) Kime : Grup: Hür İslam Halk Hareketi. Tarih : 22.11.2007 11:11 (GMT +2:00) Konu : Mehdi'nin *ŞEYTAN AYETLERİ* Makalesi: Hacc Suresi: 52.Senden önce hiç bir resul veya nebî göndermedik ki, halkının hidâyetini umarak gayret gösterdiğinde, Şeytan onun temennisi hakkında bir vesvese vermek ve ümidini kırmak istemesin. Ama Allah, şeytanın attığı o vesveseyi giderir, sonra da âyetlerini sapasağlam, muhkem kılar. Zira Allah alîmdir, hakîmdir (herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir) . Sadakallahül-Azim... ________________________________________________________________ Dünyada büyük yankılar uyandıran Rüşdü'nün kitabı hakkında bilgi sahibi olmak herkesin hakkıdır. Yasaklar ve ölüm fetvaları düşünce ortamamızı kısırlaştırıyor, milyonların bilgisizliğin karanlığında tutulmasına hizmet ediyor. İnsanlar bilgi sahibi olmadıkları konularda tavır geliştiremezler. Onların saygısız ve incitici tavırlarla aşağılanmasını da onaylamaz. Materyalizmle dinsel inanç sistemleri arasındaki tartışmaları ideolojik düzlemde çözülmesi gereken sorunlar olarak görüyoruz. Türkiye halkı, binlerce yıllık kökeni olan dinlerin ortaya çıkışını, toplumsal rollerini bilmek zorundadır. Aydınlanma ihtiyacı olan herkesin bu konuda ortaya atılan tezleri öğrenme hakkı vardır. Özgürlüğün içeriğini yobaz terörcüler değil, Türkiye halkının ihtiyaçları belirleyecektir. Kaynak Yayınları... ________________________________________________________________ Vikipedi, özgür ansiklopedi Salman RüşdiSalman Rüşdi (Rushdie) , 19 Haziran 1947, Bombay, Hindistan) Hint asıllı İngiliz yazar ve romancıdır. Romanlarının çoğu Hindistan'ı konu alır. Anlatımı, mit ve fantaziyi gerçeklik ile iç içe geçiren bir tarzdır. Bunun yanında Günter Grass, Mikhail Bulgakov gibi isimlerden de etkilenmiştir. Booker ödülü yanında birçok ödül sahibidir. Salman Rüşdi, Urduca ve İngilizce konuşan müslüman bir ailenin oğlu olarak 1947'de (bağımsızlıktan iki ay önce) Bombay'da doğdu. 1961'de lise eğitimi için İngiltere'ye gönderilen Rüşdi'nin ailesi, 1964'te diğer müslümanlarla birlikte zorunlu olarak Pakistan'a göç etti ve Karaçi'ye yerleşti. Cambridge'de tarih eğitimi gören Rüşdi, fantastik bir bilimkurgu denemesi olan ilk romanı Grimus (1975) ile eleştirmenlerin dikkatini çektikten sonra, Geceyarısı Çocukları (Metis, 2000) romanıyla (1981 Booker, 1982 James Tait Black, 1993 Booker of Bookers ödülleri) dünya çapında ün kazandı. Hindistan tarihi ve politikasına eleştirel yaklaşımı nedeniyle Hindistan'da yasaklanan bu romanı, bu kez Pakistan'da aynı akıbete uğrayan Utanç (Metis, 2005) izledi. Nikaragua anılarını aktardığı The Jaguar Smile'ın (1987, Jaguar Gülüşü, Pencere, 1989) ardından yazdığı The Satanic Verses (1988, Şeytan Ayetleri) ile 1988 Whitbread ödülünü kazandıysa da Müslümanlığa hakaret ettiği gerekçesiyle kitap Hindistan ve Güney Afrika'da yasaklandıktan sonra Humeyni tarafından yazar hakkında ölüm fetvası verildi. Şeytan Ayetleri tartışması [değiştir]1989'da yayınlanan Şeytan Ayetleri romanı, İslam dini peygamberi Hz Muhammed'e ithamda bulunduğu gerekçesiyle İslam dünyasından büyük tepkiler almış; Güney Afrika, Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır, Somali, Bangladeş, Sudan, Malezya, Endonezya, ve Katar'da kitabın yayınlanması yasaklanmış; 14 Şubat 1989'da İran lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni tarafından fetva verilerek Rüşdi'nin başına üç milyon Amerikan doları ödül konmuştur. Dünyanın birçok ülkesinde aleyhinde yapılan kitlesel gösteriler Şubat 1989 gündemini oluşturmuştur. Bunun takip eden yıllarda da çeşitli ülkelerde kitabın çevirmen ve yayıncı kuruluşlara yönelik saldırılar olmuştur. 1998'de İran, İngiltere ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik bir adım olarak Salman Rüşdi hakkında aldığı ölüm cezası kararından vazgeçmişse de İran dini lideri Ali Hamaney 2005'te fetvayı sadece veren kişinin kaldıracağını, ancak bu kişinin yani Humeyni'nin 1989'da öldüğünü ifade etmiştir. 'http://tr.wikipedia.org/wiki/Salman_R%C3%BC%C5%9Fdi''dan alındı ________________________________________________________________ “Radikal akımlarla ayırım iyi yapılmalı“ Şeytan Ayetleri ile ilgili tartışma forumunun caminin ibadet mekanında değil, cemaat toplantı salonunda yapılmasını önerdiğini vurgulayan Wallraff, böyle bir etkinliğin Almanya’daki diğer Müslüman dernekleri için de örnek teşkil edebileceğini belirtiyor. Wallraff, Almanya’daki Müslümanlar ile dünyadaki radikal akımlar arasında ayrımın iyi yapılması gerektiğini de vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Almanya’da yaşayan Müslümanlar bu şekilde tanımlanmayı haketmiyor. Çünkü benim tanıdığım Müslümanlar barışsever insanlar, fanatikler değil. İkinci, üçüncü nesiller ayrım yapabiliyor, kendi kültürlerinin olumlu yanlarını görebiliyor. Onlar benim için geleceğin insanları. Onlarla böyle bir kitap üzerinde tartışmak istiyorum ve bu etkinliğin gerçekleşeceği konusunda iyimserim.“ Alman gazeteci-yazar Günther Wallraff ________________________________________________________________ M.M İhsan Taberi, İbni Sa’d ve diğer bazı müslüman yazarlar (ayrıntıları konusunda oldukça farklılaşsalar da) Peygamber Muhammed (s.a.v) ’in Şeytan’ın etkisiyle Necm suresine (52) aşağıdaki iki ayeti (!) eklediğinden (!) söz etmişlerdir: (7) [bunlar, aracılıklarından ümit edilebilecek olan yüce ilahlardır! ] Peygamber’in bu iki ayeti Necm suresiyle birlikte namaz boyunca okuduğu iddia edilmektedir. O sırada Kâbe’de hazır bulunan putperestler kendi ilahlarını yücelttiği ve böylece kalplerini kazandığı için bu noktada duasına katılmışlar. Sonraları, hikâye Mekkeli imansızlar tarafından uğradıkları eziyetten kaçıp Habeşistan’a göç eden Müslümanlara ulaştı ve birçoğu inançsızların artık Peygamber’e ve İslami harekete karşı çıkmadığı izlenimiyle Mekke’ye geri döndüler. Yine hikâye, aynı akşam melek Cebrail’in Peygamber’e geldiğini ve o iki sureyi okuyarak yaptığı yanlışlıktan söz ettiği, aslında onların kendisine vahyedilmediğini söylemiş olduğu şeklinde devam eder. Doğal olarak Peygamber kaygılanır ve endişe duymaya başlar. Sonra Peygamber’i ‘uyaran’ Allah, ona Beni İsrail suresinin aşağıdaki ayetlerini vahyeder: ‘Onlar, neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık; andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayatında kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.’ (17: 73–5) Bu, Peygamber’in kendisini suçlu hissetmesine neden olmuş, ta ki Allah, onu teselli eden Hac Suresinin şu ayetlerini vahyedene değin: ‘Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.’ (22: 52) . Yukarıda söz ettiğimiz düşünce, Oryantalistlerin de Kur’an ile ilgili görüşlerini desteklemek için kullanmış oldukları, Taberi ve diğer bazı yazarların bahsettiğine göre, hikâyenin ana fikridir. Hikâye, diğer şeylerle birlikte, Peygamber ve Sahabesinin ‘Şeytani’ ayetleri gerçekten Allah’tan vahyedilmiş ayetler olarak kabul ettiğini, yoksa hiç kimsenin onları kabul etmeyeceğini ima eder. Şimdi de hikâyeyi ve içeriğini, iç ve dış kanıtlarının ışığı altında inceleyelim ve tarihsel eleştiri ölçülerinin ilkelerine göre değerlendirelim. Böylelikle her şeyden önce hikâyenin kronolojik sırasını öğrenmeli ve tüm ayrıntılarının bir dönemi kapsayıp kapsamadığını ve birbirleriyle bağlantılı olup olmadıklarını saptamak gerekir. Hikâyenin geçerliliğini veya tahrifatını belirleyecek olan üç ayetin vahyedildiği dönemi belirleme konusunda da özel bir dikkat ayrımı gerekmektedir. Hikâyeden ‘Şeytani’ ayetlerin okunması ve bu nedenle inanmayanların Kâbe’nin önünde secdeye kapanmasının Habeşistan’a göç eden ilk müslüman topluluğun göçünden sonra gerçekleştiği kolayca anlaşılmaktadır. Güvenilir tarihi kaynakların hepsine göre, göç, Peygamberlik çağrısının beşinci yılının Receb ayında veya Medine’ye Hicret’ten sekiz yıl önce gerçekleşmiştir. Bu yüzden söz konusu olay bu tarihe yakın bir zamanda ve Habeşistan’a göçten çok sonralarına denk gelmeyen bir zamanda gerçekleşmiş olmalıdır. Beni İsrail Suresinin (17.73–5) hikâyeye göre Peygamber’in okuduğu iddia edilen ‘Şeytani ayetler’ nedeniyle kendisini ‘uyaran’ ayetleri, aslında Miraç hadisesinden sonraki zamanlara kadar henüz vahyedilmemişti. Tarihi kaynaklara göre Miraç veya Peygamber’in Yükselişi, Peygamberlik çağrısının onuncu veya onbirinci yılında, yani Medine’ye Hicret’ten iki veya üç yıl önce meydana gelmişti. Eğer öyleyse, bu, ‘Şeytani’ ayetlerin farkedilmediğini veya herhangi bir nedenle beş altı yıl boyunca araya eklendiği iddia edilen ayetler hakkında bir bahis geçmediğini ve sadece daha sonraları Peygamber’in bu yüzden uyarıldığını ima etmektedir. Ebul A’la Mevdudi, araya eklenme bugün gerçekleşirken, uyarının altı yıl sonra yapılmasına ve araya eklenen ayetlerin toplum içinde neshedilmesinin dokuz yıl sonra vuku bulmasına aklı başında bir insan inanır mı, diye sorar (Siret-i Server-i Âlem, 2. cilt, s.574 ile karşılaştırın) . Hacc Suresinin konuyla alakalı ayetleri, (22: 52) Kur’an tefsircilerine göre Hicret’in ilk yılında, yani olaydan sekiz veya dokuz yıl sonrasında ve sözümona Peygamber’in uyarılmasından (17.73–5) yaklaşık iki buçuk yıl sonra vahyedilmiştir. Kur’an, tarihi ve vahyedilişi hakkında bilgi sahibi olan herhangi bir insan, araya eklenme olayının altı yıl boyunca nasıl hoşgörüldüğünü ve rahatsızlık verici ‘ayetlerin’ neden dokuz yıl sonra neshedildiğini anlayıp açıklayabilir mi? Watt’ın teorisine göre ‘ilk tercümeler bu (neshedilme) olayının ne kadar süre sonra gerçekleştiğini belirtmez; muhtemelen haftalar veya aylar sonra’. Oysa bu, bir varsayımdır. Konuyla ilgili üç değişik vahyin kronolojisini araştırsaydı, muhtemelen yukarıda söz konusu ettiğimiz gerçekleri de gözden kaçırmazdı. Şimdi de dâhili delilleri inceleyelim. Hikâyede ‘Şeytani’ araya eklemenin Kâbe’de hazır bulunan puteperestleri memnun eden Necm Suresi vahyedildiğinde meydana geldiği, arkadaşlık jesti ve iyi dilekle tüm müsriklerin de Peygamber ile birlikte baş eğdikleri söylenmiştir. Hikâye üzerinde yorum yapmak için, sözde eklendiği iddia edilen ‘Şeytan’ ayetlerini de ekleyerek Kur’an’daki ayetleri okumak ve burada gerçekten neyin iletilmek istendiğine karar vermek gerekli gözükmektedir. Ayetler şöyledir: ‘Gördünüz mü-haber verin; Lat ve Uzza’yı. Ve üçüncü (put) olan Menat’ı(ın herhangi bir güçleri var mı) ? [bunlar, aracılıklarından ümit edilebilecek olan yüce ilahlardır! ] Erkek (evlat) sizin, dişi O’nun mu? Eğer böyleyse, bu, çarpık bir paylaşmadır. Bu (putlar ve yücelttikleriniz ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili ‘hiçbir delil’ indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir. (53: 19–23) Bir insan, yukarıya aldığımız ve italik olarak yazılmış ‘Şeytan’ ayetleri olduğu iddia edilen ayetleri, Allah’ın bir taraftan onların ilahlarını yücelten, bir taraftan da sonraki ayetlerde kullandığı ifadelerle gözden düşürdüğü bölümleri okursa, bu ayetleri anlamada başarısızlığa uğrayabilir. Yine Kureyş liderlerinin bu bölümden Muhammed (s.a.v) ’in gönül alıcı bir hareket yaptığına ve alıp vermeye yönelik bir siyaset güttüğüne dair bir sonuç çıkardıklarını görmek te zordur. Watt, hikâyeyle ilgili değişik rivayetlerden sonuç çıkararak ‘Muhammed Şeytan ayetlerini Kur’an’ın bir parçası olarak topluluk içinde bir defada okumuş olmalı; hikâyenin sonraları Müslümanlar tarafından üretildiği veya gayri-müslimlerce kurnazca sokuşturulduğu düşünülemez’ diye fikir belirtmiştir. ‘İkinci olarak ta bir süre sonra Muhammed bu ayetlerin aslında Kur’an’dan olmadığını ve çok değişik mana içeren başka ayetlerle yer değiştirdiklerini ilan etmiştir’. Watt’ın, Muhammed’in ‘Şeytan’ ayetlerini çok farklı anlamlara gelen başka ayetlerle değiştirdiği iddiası büsbütün spekülasyondur. Eğer biri ‘Şeytan ayetleri’ni doğru kabul ederse bu (53: 19’daki) ayetlerin aynı dönemde vahyedilmemiş olduğunu gösterir. Yine Watt’ın iddiası, Muhammed ve takipçilerinin ‘haftalarca hatta aylarca’ ‘Şeytani’ ayetleri Kur’an’da bulunan ayetlerin yerine veya o ayetlere ekleyerek okuduklarını ve sonraları Muhammed bunların gerçek olamayacaklarını farkedince bu bölümün gerçek halinin ve devamının kendisine vahyedildiğini ima eder. Bu zan da tamamıyla spekülasyondur ve hiçbir tarihi veriye dayanmamaktadır. Başlarda özetlediğimiz hikâyede Muhammed’in Allah onu altı yıl sonra uyarıncaya değin hatasını anlamadığını ve meselenin belki iki buçuk yıllık bir süreden sonra düzeltildiği ileri sürülmektedir. Watt ve diğer Oryantalistlerin hikâyenin bir bölümünü kabul ettikleri ve görünüşte diğer bölümlerine karşı çıktıkları çünkü herhangi bir silsileyi veya olayların ardı ardına gelmesini anlayamadıkları açıktır. Hikâyede herhangi bir gerçeklik öğesi olsa, bu, İslam’a ve Peygamber’e karşı bir lekelemeye neden olur ve Hadis literatüründe her ayrıntısı yer bulurdu. Neden sahih Hadis kaynakları (yani Kutubi Sitte) dikkat çekici şekilde hikâyenin lekeleyici boyutuyla ilgili olarak sessizdir? Bu, bizi tespit edilen hakikatin aksine, Hadis literatürünün kendisini, Peygamber ve Sahabesini haftalarca ve aylarca ‘Şeytani’ ayetleri okumaya veya belki hatalarının farkında olmadan yıllarca okumaya yol açan böylesi önemli bir olayı kaydetmediği için güçten düşürüp noksan yapmak gibi bir sonuca götürmez mi? Aslında Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai ve Ahmed İbni Hanbel, hepsi de bu hikâyeden, ama sadece doğru olan bölümlerinden söz ederler. Hepsi Peygamber’in Necm Suresini okuduğunu ve sonunda secde ettiğinde orada bulunan putperestlerin de huşu içinde ona katılıp secde ettiklerinden söz ederler. Bu en ileri gelen Muhaddisler (Hadisçiler) diğer kaynakların kaydettiği Allah hakkında saygısızlık içeren hikâyeden söz etmezler. Putperestlerin huşu içine girip secdede Muhammed’e katıldıkları inanılması zor bir şey değildir, çünkü Kur’an’ın dinleyicileri üzerinde fevkalade etkili olduğunu hepsi çok iyi biliyorlardı, Kur’an’ı büyü, Peygamber’i de büyücü olarak nitelendirmelerinin bir nedeni de budur. Bu ifadenin geçerliliğini ispatlayan çok daha fazla tarihi veri mevcuttur. İslam’ın Ömer tarafından kabul edilmesi ve Kur’an’ın cinler tarafından dinlenmesi meselesini yeniden anlatmak yeterli olacaktır. Secde ettikten sonra Kureyşlilerin utandıkları ve utançlarını saklamak için Muhammed’in kendi tanrılarını yücelttiği, bu yüzden de onun secdesine katıldıkları yönünde bir söylenti uydurdukları da oldukça muhtemeldir. Putperestlerin Müslümanlarla birlikte secde ettikleri haberi hızla yayıldı, hatta üzerine eklenen başka söylentilerle birlikte Muhammed’in Kureyşle uzlaştığı ve aralarında artık düşmanlık kalmadığı şeklinde Habeşistan’a da ulaştı. Hikâyenin saçma doğasından, dayanak bulamadığı iç ve dış eleştirilerden ayrı olarak bir de değerlendirme yaparken dikkatten kaçırılmaması gereken başka bir kıstas ta vardır. Müslüman âlimler hadisleri çok sık olarak rivayet (Hadis metnini anlatanların silsilesine dayandırılan haber veya ifade) dayalı değerlendirdikleri gibi dirayet (ifadenin güvenilirliği) yönünden de değerlendirirler. Bu şu anlama gelir; görünürde Hadis olduğu sanılan bir söz Peygamber’e atfedildiğinde Kur’an ve diğer temel kayanaklara zıtsa otomatik olarak kabul edilmez ve mantık gereği doğrulanmaz. İşte bu ‘Şeytan ayetleri’ konusunda da olduğu gibi, bir kimse hikâyeyi Müslüman âlimler tarafından aktarıldığı için bir zemine oturtsa veya gerçek bir aktarımın uyduğu gerekliliklere uyduğu için (ki uymuyor) doğru kabul etse de, hiçbir Müslüman âlim hikâyeyi doğru kabul etmez, çünkü Müslümanların en temel inançlarıyla zıtlık içinde olduğu açıkça ortadadır. Necm Suresinin ilk birkaç ayeti açık biçimde şunları bildirir: ‘Battığı zaman yıldıza andolsun; Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı. O, hevadan ve (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri) , yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.’ (53: 1–5) Cin Suresi’nde bu durum daha ileri gidilerek deklare edilir: ‘Kendi gaybını (görünmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) Ancak elçileri içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (özetleyici) ler dizer.’ Öyle ki onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderileni) tebliğ ettiklerini bilsin’. (72: 26–8) Bu ve diğer ayetler Peygamber’in Kur’an’daki hiçbir şeyi herhangi bir dış kaynaktan almasının imkânsız olduğunu açıklığa kavuşturur. Bu durumda bir insan nasıl olur da sözde ‘Şeytani ilham’ı ciddiye alır ve ona inanır? İşte bu nedenle, ileri gelen âlimler ve dini ilimlerde uzmanlaşmış Müslümanlar hikâyeyi kötü niyetli ve temelsiz saymışlardır. Taberi gibi ünlü bir tarihçinin Tarik adlı kitabında bundan söz etmesi ve hakkında hiç yorum yapmamış olması bir talihsizliktir. İlk dönem Müslüman tarihçilerin isnad’da bunca titiz davranmalarına rağmen bazen bir ‘teyp kaydedicisi’ gibi sağlam bir yerden kendilerine gelen ve görünürde güvenilir olan her bilgiyi kaydettiklerini de not etmek gerekir. Girişimlerinde objektif kalmak ve mesajı saf haliyle iletmek için nadiren kendi fikirlerini beyan etmişler ve bu suretle okuyucuya gerçekliklerine veya başka türlüsüne yönlendirmek için olayları tahlil etmekten sakınmışlardır. Taberi bir istisna değildir. Bunu başlangıçta çok açık bir şekilde dile getirir: ‘Bu kitabımızın okuyucunun katılacağı veya dinleyicide nefret uyandıracak geçmiş dönemlerde yaşayan belli bazı otoritelerce bahsedilen bazı bilgiler içerdiği (kabul edilebilir) , çünkü okuyucu bu anlatılanlarda hiçbir güvenilirlik veya anlam bulmayabilir. Bu durumlarda kendisine gelen bu türden bir bilginin bizim hatamız olmadığını, ama bize aktaran kişinin hatası olduğunu bilmelidir’. Böyle bir yöntemde büyük avantajlar olduğu gibi, riskler de vardır. Ahlaki değerleri hiçe sayan insanlar bunu istismar edebilir ve kötü niyetli sözde ‘Şeytan ayetleri’ni uydurdukları gibi, bir şeyler uydurmaya çalışabilirler. Bundan dolayıdır ki, İbni Esir gibi daha ihtiyatlı olan sonraki dönem tarihçileri, bu kitapta söz konusu edilen kimi konularda kötü tarihi ve edebi hükümleri için İbni Kesir’i eleştirmişlerdir. Tabri, İbni Sa’d ve diğer bazı tarihçi ve âlimlerin çalışmalarında bu hikâyeyi kaydetmiş olmaları hikâyenin kendisinin gerçek olduğunu göstermez. Modern araştırmacılar, tarihsel tenkit ve diğer mevcut gerçeklerin ışığı altında doğru olmadığı kanıtlanan belli sayıda olay ve rivayet olduğunu bilirler. Örneğin İslam Ansiklopedisi’nin yeni baskısındaki ‘Abbase’ bölümüne bakıldığında, Taberi’nin ‘Harun Reşid’in kızkardeşi Abbase’nin Harun’un vezirine âşık olduğu’ rivayetinin yanlış ve yanıltıcı olduğu ispatlandığı anlaşılacaktır. ________________________________________________________________ İmam-ı Rabbani şeytan ayetleri tartışmasına son noktayı koyuyor... Çoğumuzun bildiği gibi, birgün Seyyid-ül-beşer (s.a.v) Eshâbı ile oturuyordu. Kureyşin ileri gelenleri ve kâfirlerin şefleri orada idiler.Seyyid-ül-beşer (s.a.v) onlara (Vennecmi) sûresini okudu. Onların putlarını anlatan âyet-i kerîmeye gelince, melûn şeytân putları öven birkaç sözü, o Serverin (s.a.v) sözüne ekledi. Dinleyenler, bunları da o Serverin sözü sandılar. Şeytânın sözlerini âyet-i kerîmeden ayıramadılar. Orada bulunan kâfirler bağırmaya başlıyarak, Muhammed (s.a.v) bizimle sulh yapdı, putlarımızı övdü dediler. Orada bulunan müslimânlar da, okunan sözlere şaşakaldılar. O Server (s.a.v) şeytânın sözlerini anlamadı. (Ne oluyorsunuz?) diye sordu. Eshâb-ı kirâm, siz okurken bu sözler de araya karışdı dediler. O Server (s.a.v) düşünceye daldı ve çok üzüldü. Hemen Cebrâîl-i emîn vahy getirdi. O sözleri şeytânın karışdırdığı, bütün Peygamberlerin sözlerine de karışdırmış olduğunu bildirdi. Allahü teâlâ, o sözleri âyet-i kerîme arasından çıkardı. Kendi kelâmını sapsağlam yapdı. Görülüyor ki, o Server (s.a.v) hayâtda iken ve uyanık iken ve Eshâb-ı kirâm arasında, şeytân-ı laîn o Serverin (s.a.v) sözüne kendi bozuk şeylerini karışdırıyor ve hiç kimse bunu ayıramıyor. O Server (s.a.v) vefât etdikden sonra bir kimse uykuda hisleri çalışmaz iken ve yalnız iken, nasıl olur da, rüyânın şeytânın karışmasından korunduğunu ve onun değişdirmediğini anlıyabilir? Şunu da söyliyelim ki, mevlid okuyanların ve dinleyenlerin zihnlerinde Resûlullahın bu işden râzı olduğu yerleşmiş bulunmakdadır. Çünki övülen kimseler, övenleri beğenir. Bu düşünce, hayâllerinde yerleşerek, hayâllerindeki şekli, sûreti rüyâda görebilirler. Bu rüyâ doğru olmadığı gibi, şeytân da karışmış değildir. 273.mektup... -------------------- Baki gerçekler demine Hu dost Allah eyvallah... Gerçeğe Hu Mü'mine ya Ali ya Mehdi (sahib-i zaman)
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.