Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Şaşkın bir Türk


Tengeriin boşig

Önerilen İletiler

Şaşkın bir Türk (Oğuz Aral)

 

 

Her Türk kendi başına ve kendine göre bir Türk'tür. Benimki de diğer yurttaşlarım gibi zor bir Türk'lüktür. Üstelik hem zor, hem de tuhaf tarafından bir Türk'lüktür.

 

Örneğin, üç büyük takımımızdan biri şampiyon olunca mahallemizdeki apartmanlar o kulübün renkli bayraklarıyla donanır. Geçiminden, hatta kursağından kesen mahalle sakinleri, sarı-lacivert, sarı-kırmızı bezler alıp koccaman bayraklar diktirirler, sokağa ve apartmanlarına asarlar. Mahalle bayram yerine döner.

 

Ama 23 Nisan Çocuk Bayramı ya da Cumhuriyet Bayramı'nda mahalledeki yüzlerce apartman dairesi içinde Türk bayrağı asan sadece üç daire vardır. Gri betonlar içinde gelincik gibi yalnız üç kırmızı bayrak... Biri de benimkidir. Milliyetçilik konusunda mangalda kül bırakmayan mahallemizin bayrakları bu kadardır. Acaba biz ne kadar Türk'üz, ne kadar Galatasaray'lıyız?..

 

İşte Türk olmanın tuhaflığı burada... Çünkü ben, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında yayını kapatılıp hakkında dava açılan ve yakalanıp içeri atılması için gece-gündüz aranılan ilk gazeteciyim. Nedeni de, bir karikatür yüzünden Türk bayrağına hakaret ve cezası 2.5 yıl tecilsiz hapis!.. Ama hálá bayrak asan Türklerden biri olmayı sürdürüyorum.

 

*

 

Türk'ün tuhaflığı bayrakla bitmez. Ben Müslümanım... Üstelik devlet, daha ben doğmadan Müslüman olacağıma karar vermiş ki, kafa káğıdıma dinimi İslam diye yazmış. Daha 12-13 yaşlarındayken dinimi merak edip öğreneyim dedim. Ama bir de ne göreyim, tüm din öğretileri Arapça... Çünkü Kur'an Arapça. Acaba yüce Mevlam, sadece Araplar'ın mı Müslüman olmasını istemişti? Haydii, bir gayret Kur'an yazısını öğrenmeye başladım. Okuyup yazmayı biraz söküttüm ama, neyi yazıp neyi okuduğumu anlayamıyordum ki... Arap olmadığım için Arapça anlayamıyordum. (Sonraları birçok Arap'ın da Kur'an Arapçasını anlayamadığına şahit oldum.)

 

Zaten o yıllarda okulda ikinci dil olarak İngilizce öğreniyordum. Hem de haftada 8 saat!.. A benim gül yüzlü demir elli devletim, madem benim Müslüman olacağıma karar verdin, şu Müslümanlığı bana bir öğret de kim olduğumu anlayayım. Kafam daha çocukken karıştı. O sırada babam öldüğü için başöğretmen olan amcama sordum. O da, ��Biz hepimiz Türk'üz!..�� dedi. Ben de Türk olduğuma çok sevindim. Artık kim olduğumu öğrenmiştim. Çevremdeki diğer Türkler'e baktım, bana pek benzemiyorlardı. Kimi çok esmer, kıvırcık saçlı ve kısa boylu, kimi deve gibi uzun ve sarı saçlıydı. Hatta bir sürü mavi gözlü Türk bile vardı. Yeşil gözlü bir Türk olmadığım için çok üzüldüm. Çünkü ela ve kahverengi gözlü Türk kızları, yeşil gözlü Türkler'i çok beğeniyorlardı.

 

Derken okuldaki derslerde Hıristiyan, Yahudi hatta Şaman Türkler olduğunu öğrenince kafam yine karıştı. Yani hem Türk olup hem Müslüman olmamak mümkünmüş. Hatta Hıristiyan Türkler'e zamanında Türkopol derlermiş. Kafam karışmasın da ne yapsın!..

 

Hele hele Peygamberimiz Muhammed Efendimizin okuma yazma bilmediğini din bilgiçlerinden öğrenince aklım iyice şaştı. Benim öğrendiğim kadarıyla Peygamberimiz yüzlerce deve yükü kervanı gönderen, getiren ve alıp satan bir tüccardı. Onca malın, mülkün, paranın, pulun hesabını tutabilen bir tüccarın okur-yazar olmaması mümkün müydü?..

 

Bu kanı nereden geliyor diye din alimlerine sordum. Yüce Kur'an'daki ümmi sözcüğünden geliyormuş. Yani bir tek sözcükten... Anlamı da annesinden doğduğu gibi demekmiş. Çünkü üm anne demekmiş. Ümmi sözcüğü de böylece anadan doğma cahil olarak kullanılırmış. Peki, 1400 yıl öncenin Arapça'sında acaba aynı anlamda mı kullanılıyordu? Sakın ümmi sözcüğü ümmetsever, yani halkçı anlamına geliyor olmasın?..

 

Ama Kur'an bilgiçleri, onların söylediği tek sözcükten şüphe ettiğim için beni Müslümanlıktan aforoz ettiler. Meğer 12. asırdan sonra Müslümanlıkta soru ve şüphe yasakmış. (Zaten bunlar bir yüce Cumhuriyet hakiminin ve öldürülen bir barmenin cenaze namazını kılmayarak onları da aforoz etmişlerdi.) Kimin Müslüman, kimin káfir olduğuna yüce Tanrım mı, yoksa bu din üleması mı karar veriyordu acaba?.. Üstelik Hıristiyanlıkta olduğu gibi Müslümanlıkta aforoz cezası ve ruhban sınıfı yoktu. Hele hele bu hacı-hoca takımının dinimizi şirketleştirip para, pul, yat, kat sahibi olduğunu öğrenince kafam büsbütün karıştı. Çünkü Türkçe'sini okuduğum Kur'an'da dinden maddi ya da manevi çıkar sağlamak yasaktı. Örneğin ölünüze bile parayla dua okutamazdınız. Çünkü Müslümanlık ticaret aracı değildi. Şimdi ben, kafası iyice karışık bir Türk olmayayım da ne halt edeyim!..

 

*

 

Ah, kafa karışıklığım bu kadarla kalsaydı keşke... Ailemde ve okullarımda öğretildiği gibi ben de vatana, millete hayırlı evlat yetiştirmek için sizler gibi didindim durdum. Oğlumu çok yetenekli olduğu için devletimizin müzik konservatuvarına gönderdim. Gerçekten yetenekliymiş ki, yüzlerce yavru arasından sınavı üst sıralarda kazanıp okula girdi ve tam 10 yıl okuyup klasik gitar talim etti. Onunla da yetinmedi, birkaç yıl kompozisyon bölümüne de devam etti. Eşimle ��Aman kursağımızdan kısalım, yavrumuzu bu işlerin daha ileri olduğu ülkelerde de okutalım�� dedik. 2 yıl da Berlin'de özel dersler aldırdık.

 

Oğlumuz duyduğu kuş sesini bile notaya alıp çalabilen, aranjman yapabilen, canı isterse klasik isterse modern gitar, hatta keyfe gelirse rock basgitar çalabilen 2 metrelik bir yavru oldu. Tabii hemen baba ve dede mesleği olan öğretmenliği seçti. Böylece ayda 250 milyon helál lira kazanmaya başladı. Ama Seyit Ali babası gibi aklı karışık ve tuhaf bir çocuktur. Durup dururken dalgıçlığa da merak sardı ve Amerika'dan nal gibi diplomalı uluslararası bir dalgıç hocası oldu. Ne yapıp ne ettiğini bana pek açıklamaz ama, bizim denizaltı SAT komandolarını bile bir ara eğittiğini duydum.

 

Geçen akşam kendimize birer kadeh muhabbet rakısı doldurduk. (Artık 30'una bastığı için yanımda rakı içmesine izin var.)

 

��Musiki işleri nasıl gidiyor oğlum?�� diye sordum.

 

��Musiki işleri iyi gitmiyor, hatta hiç iyi gitmiyor. Ekonomik krizden sonra kimsenin müziğe ihtiyacı kalmadı. Arabeskle idare ediyorlar.��

 

��Okul ne oldu?��

 

��Okul yok oldu. Ben de işten ayrıldım.��

 

��Yaa, vah vah!.. Demek ki dalgıç hocalığına döndün.��

 

��Yoo, kimse ayak parmağını denize sokmuyor ki dalgıç hocasına ihtiyacı olsun.��

 

��Eee, şimdi ne yapıyorsun?��

 

��Aşçılık!..��

 

��Anlayamadım...��

 

��Aşçılık babacığım. İnsanlara mis gibi sandviçler hazırlıyorum, çorbalar ve et yemekleri pişiriyorum, pizzalar filan yapıyorum!..��

 

Bu yaşta kafam bir kez daha karıştı. Hem de iyice karıştı!.. Yani Devlet Konservatuvarı Gitar Bölümü aşçı yetiştiriyormuş da benim haberim yokmuş. Üstelik aynı okulda ben de yüzlerce tiyatro oyuncusu yetiştirmiştim. Şimdi onlar kimbilir hangi dükkánda terzilik veya hangi lokantada garsonluk yapıyorlar?.. Belki de pazarda Şekspir vurgulamasıyla domates ve biber satıyorlar...

 

��Çaresiz kaldık, Emek Sineması'nın sokağında bir yemek-sandviç kafesi açtık babacığım. Acıkmayı akıl ettiğin bir gün beklerim.��

 

Kalkıp oğluma sarıldım.

 

��Beni bağışla oğlum, ben kafası karışık bir Türk'üm.�� dedim.

 

��Ben de babacığım, ama karışık marışık yaşasın Türkiye!..�� diye cevap verdi gitar ve dalgıç hocası aşçı oğlum.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.