Gönderi tarihi: 13 Kasım , 2007 17 yıl Kaybedenleri seviyorum (Oğuz Aral) Geçen akşam İngiliz bacanağım Nevil aradı. Selam sabah ve hal hatırdan sonra Mayk'ı görüp görmediğini sordum. ��Mayk'ı geçtiğimiz kış maalesef kaybettik�� dedi. Nasıl üzüldüm bilemezsiniz, adeta canım yandı. Maykıl Rabsın, eski bir İngiliz boksörüydü. Soho civarındaki boksörler pabında tanışmıştık. Birbirimizi çok sevdik. Londra'ya her gidişimde buluştuk. Birbirimize kartlar attık. Bacanak Nevil, benim bir pab düşkünü olduğumu bildiği için Londra'ya her gittiğimde beni pab turuna çıkarır. Pab İngilizler'in meyhanesidir. Bir çeşit bar yani... Londra bir pab cennetidir. Oturula oturula insan kıçlarının oyduğu tahta kanapeli dörtyüz yıllık pablar bile vardır. Çoğu mesleklerin ve milletlerin de pabları ayrıdır. İrlandalılar pabı, Avusturyalılar pabı, polislerin, işadamlarının, boksörlerin, gazetecilerin hatta karikatürcülerin bile ayrı pabları vardır. Boksörler pabı kırık burunlu adamlarla doluydu. Duvarlarda Cim Corbet, Marsel Serdan, Co Luis, Raki Marsiyano gibi eski şampiyonların resimleri asılıydı. Çoğu pab halkı bağıra çağıra birbirlerine eski maçlarını anlatıyorlardı. Barda yanında oturduğum adam ezik burnu, içerlek gözleri, geniş omuzları, muhteşem bir bira göbeğinin altındaki sıska bacaklarıyla tam bir boksör eskisiydi. Adam yüzüme baktı sonra, ��Sen bir amatörsün�� dedi. ��Nereden anladın?�� ��Profesyonel olsan bu ince kemikli sırça gibi çenenle şu anda hayatta olmazdın.�� ��Peki ama boks yaptığımı nereden bildin?�� ��Adamın gözünün içine bakıyorsun ve viskiyi bile eskiv yapar gibi içiyorsun.�� deyip keyifli bir kahkaha patlattı. Ben de ona paynd bira ısmarladım ve muhabbet başladı. ��Ben 1960'ların en ünlü boksörlerinden biriydim. Belki de İngiltere'nin en sevilen boksörüydüm. Şampiyonların maçlarında bile salon tam dolmazken, benim maçlarımı millet ayakta izlerdi. Sokağa çıkınca imza vermekten yüz metrelik yolu bir saatte zor alırdım. Birçok ünlü boksörden fazla para kazanırdım. İngiltere'de boksörler Amerikalılar gibi milyonlar kazanamaz. Bizde öyle milyon dolarlık televizyon ve reklam gelirleri yoktur. Gelirin çoğu, seyircidendir. Boksa da halkın fakir ve İrlandalı kesimi merak sarar. Yani bilet fiyatlarını ucuz tutmak zorundadırlar. Buna rağmen yine de iyi para kazanırdım. Ünlü boksörler yılda 3-4 maç zor bulurken, organizetörler bana her ay maç yaptırırlardı. Çünkü salonu doldururdum. Ama ne yazık ki kazandığımdan fazlasını yerdim. Kadınlara ve iyi giyinmeye bayılırdım. Bak, sırtımdaki şu ceket bile Börböri'dendir.�� deyip göğüs cebi altındaki markayı gösterdi. Ceket gerçekten Börböri'dendi, ama kol yenleri tirfillenmiş, yırtık cep ağızları tamir görmüş, dirsek kısımları da eridiği için içindeki astarı görünen tarihi bir ceketti. Ben Mayk'a bir paynd daha ısmarladım. Mayk, ��Olmaz, raunt sırası bende�� deyip elini cebine attı. Biraz karıştırdıktan sonra, ��Haydi seni kırmayayım. Hey Mörfi, bu centilmenden bana bir paynd daha doldur�� dedi. ��Bana unutamadığın maçlarından birini anlat Mayk.�� ��Ohhoo, benim bütün maçlarım unutulmaz maçlardır. Ama O'Kannır'la yaptığım maçın ikinci raundundan sonrasını hatırlayamadığım için maçı sana Mörfi anlatsın. O maçta Mörfi, köşemde bana suvanyörlük yapıyordu.�� Mörfi, ��O maç Mayk'ı yıldız yapan bir dövüştü. Seyirci çıldırmış gibi 'Mayk Mayk' diye bağırıyordu.�� diye söze karıştı. İngilizcem pek parlak değildir. Söylenenleri arada bir anlamadığım olur. Ama barmen Mörfi'nin dediklerinin en az yarısını anlamıyordum. Bacanak Nevil'e, ��Bu herif nece konuşuyor?�� diye sordum. Kokney'ce konuşuyormuş. Yani Londralı bitirimlerin argo şivesiyle... Nevil de bana Mörfi'nin anlattıklarını İngilizce'den İngilizce'ye çevirdi. ��O'Kannır İrlanda şampiyonuydu. İki eliyle de çok sert vuran bir herifti. Üstelik bizim Mayk'tan bir kafa uzundu. Daha maçın başında bir sol kroşe ile Mayk'ı yere yatırdı. Ama Mayk hemen kalktı ve herife sağlı sollu girişti. İrlandalı o köşe senin bu köşe benim saklambaç oynamaya başladı. Fakat adam sert vuruyor dedim ya, Mayk benim bulunduğum köşede onu döverken O'Kannır bir sağ aparkatla Mayk'ı yine yatırdı. Tabii Mayk hemen kalkıp tekrar herife saldırdı. İkinci raundu Mayk aldı. Ama sağ gözü tamamen kapanmıştı ve sol gözünün de ancak bir kısmı görüyordu. Üçüncü raundda Mayk savunmayı filan bırakıp gardını indirdi. İrlandalı vuruyor, Mayk vuruyordu. İkisi de eskivi ve dans etmeyi filan bırakmış, ringin ortasına dikilip birbirlerini gebertiyorlardı. Seyirci keyiften çılgına dönmüştü.�� Barmen Mörfi, hem bir spiker gibi maçı anlatıyor hem de anlattıklarını pandomim olarak tarif ediyordu. Havaya kroşeler, aparkatlar savuruyor, arada bir eskiv yapmayı da ihmal etmiyordu. Bu arada maçı kesmeden müşterilerinin içkilerini de dolduruyordu. Üçüncü duble viskiden sonra ben de havaya girmiştim. ��Eee, maçın sonu ne oldu?�� ��Tabii, Mayk nakavt oldu.�� Fena halde düş kırıklığına uğramıştım. ��Ama boşver, seyirci herifi değil, zor bela ayılttığımız Mayk'ı alkışlıyordu.�� ��Evet o maçtan sonra maç teklifleri artmıştı. Hele ünlü Amerikalı zenci Tomi Cansın'la Livırpul'da yaptığım maçtan sonra fiyatım ikiye katlandı.�� ��Demek herifi yendin.�� ��Yok yahu, o dev gibi Arap nasıl yenilir? Zaten herif bir yıl sonra yarı ağırda dünya şampiyonu oldu. Ona tam 6 raunt dayanmıştım. Üstelik 5. raundda çenesine vurduğum bir kontrayla Arap'ı kıçüstü oturtmuştum. Ama o maçtan aldığım paranın yarısını da diş protezlerine harcamıştım. Dişlerimin bir kısmı dökülmüştü. Boşver. (Nevır maynd yani...)�� ��Eee, sonra ne oldu?�� ��Altın Çocuk Tim'le yaptığım maça kadar halkın kahramanı olarak yıllarca ringe çıktım. Bir film yıldızı kadar ünlendim. Dünyanın da parasını kazandım.�� ��O maçta ne oldu?�� ��Timoti Seymır 60 Olimpiyatları'nda madalya kazanmış, geleceğin dünya şampiyonu gözüyle bakılan milletin gözbebeği bir boksördü. Üstelik altın gibi sarı dalgalı saçlarıyla çok da yakışıklı bir gençti. Londra'nın en ünlü salonu Kristal Palas bizi görmeye gelen binlerce kişiyle hınca hınç dolmuştu. Delikanlı gerçekten benden çok daha iyi bir boksördü. Tim, beni dövdükçe seyirci sevinç naraları atıyordu. Ama dördüncü raundda hayatımın hatasını yaptım.�� ��Ne yaptın?�� ��Birden sinirlendim. Herif bir taraftan beni dövüyor, bir taraftan da seyirciye komik işaretler yapıyordu. Yani benimle dalgasını geçiyordu. Zafer sarhoşluğu içinde iyice gevşemişti. Erken gelen başarılar hıyarı şımartmıştı. Yediğim sağlı sollu kombine birkaç yumruktan sonra ellerimi indirip düşer gibi yaptım. Hemen üstüme atladı. Bir sayd-step yapıp önce midesine sonra da hafif faullü bir kroşeyle kulağının üstüne vurdum. Sonra da bir sol direkt ve sağ aparkatla Altın Çocuğu yere uzattım.�� ��Seyirci keyiften mahvolmuştur, zevkten ölmüştür!..�� ��Hayır, Altın Çocuk kalkmaya çalıştı, kalkamayınca koca Kristal Palas'ı bir ölüm sessizliği kapladı. Hatta birkaç yuh sesi bile duyuldu.�� ��Niye yahu?�� Mayk biçimi bozulmuş, ama yine de sevimli kalabilmiş ağzıyla gülümsedi. ��Sigarandan alabilir miyim?�� diye sordu. Paketi uzatıp sigarasını yaktım. ��Bu benim kazandığım ilk ciddi maçtı. O maçtan sonra fiyatım düştü. Birkaç maç sonra da hiçbir organizatör bana iş vermedi. Böylece boks hayatım bitti.�� Mayk'ın anlattıklarından ve beşinci duble viskiden sonra kafam iyice karışmıştı. ��Anlayamadım, kazandın ya işte!..�� ��Hatam kazanmaktı. Çünkü benim seyircilerim hep kaybedenler takımındandı. Kazananlara hayranlık duyuyorlardı. Ama kaybedenleri kendilerinden sayıp seviyorlardı. Hele benim gibi canını dişine takarak dövüşüp kaybedenleri aileden sayıyorlardı. Yani benim işim kaybetmekti. Sizde de öyle değil midir?�� Bu soru üzerine hiç ilgisi olmadığı halde Londra'nın bir boksör pabında aklıma Ajda Pekkan'la Müslüm Gürses düştü. Müslüm'ün ameliyatla burnunu kaldırttığını, ipek kadifeden pantolonlar giydiğini düşledim. Fena halde canım sıkıldı. Ama Ajda'ya da hayrandım. Mayk sigarasından bir of çekti ve dışarıya hiç duman koyvermedi. ��Uzun yıllar sonra Altın Çocuğu döverek onlara, yani kaybedenlere ihanet ettiğimi farkettim. Sınıf değiştirmiştim ve onları yalnız bırakmıştım. Herkes fazla itiraz etmeden payına düşen dayağı yemeli.�� Mayk'ın felsefesine bayılmıştım ama yine de kişiliğime aykırıydı. ��Altın Çocuk kalkmak için yerde debelenirken neler hissetmiştin?�� ��Mutluluk!..�� ��Onlar zaten alacaklı doğmuştur. Seyircinin mutluluğuna boşverip kendi mutluluğumuza da arada bir aparkat vurmakta fayda vardır!..�� dedim. Tabii benim Türkçe düşünüp kafamda İngilizce'ye tercüme ettiğim bu cümleden toprağı bol olasıca Mayk hiçbir şey anlamamıştı. İnşallah sizler anlamışsınızdır. 6 Mayıs 2001
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.