Gönderi tarihi: 12 Kasım , 2007 17 yıl Celal�e ne olmuş? (Oğuz Aral) Aramızda hır çıksın istemediğinden size gerçek adını vermeyeceğim. Adına Celal diyelim. Üstelik onu severim de... Zaten bizim gazetede onu sevmeyi becerebilen bir ben varım, bir de Sedat. Aslında Sedat'ınki bile tam sevgi sayılmaz. Çünkü kulakları ağır işitir. Duymadığı halde sizi can kulağıyla dinliyormuş gibi yapıp güleç bir yüzle kafasını sallar ve, ��Vallahi çok haklısın, bu benim aklıma hiç gelmemişti�� der ve gider. Celal'i sevebilmek gerçekten zordur. Hatta mümkünsüzdür. Örneğin, pırıl pırıl güneşli keyifli bir hava... Üstelik trafik de gönlünüze göre... Arabanın radyosunda keyifli bir kanal bulup şen şakrak gazeteye gelmişsiniz, ama kapıda kaderin en kötü cilvesi olarak Celal'le karşılaşmışsınız. ��Günaydın ağabey.�� ��Merhaba Celal'ciğim, ne güzel bir hava değil mi? Hem cıvıl cıvıl güneşli, hem de pek sıcak değil.�� ��Sen o güneşe aldırma, biraz sonra leş gibi bir yağmur yağacak, ortalığı sel götürecek. Bizim cadde Amazon nehrine dönecek. Kuzeyden gelen şu kara bulutlara baksana... Yanıma şemsiyemi bile aldım.�� ��Araban varken şemsiyeyi ne yapacaksın?�� ��Onca sel suları içinde hangi araba gidebilirmiş, gemi mi bunlar? Akşama hepimiz eve yürüyerek gideceğiz. Tabii boğulanların dışında...�� Ya da başka bir örnek: Fenerli ve Galatasaraylı birkaç arkadaşımızla gazetenin barında bol keyifli, bol rakılı bir futbol geyiğine tutuşmuşsunuz. Çiçeği burnunda futbol yazarımız Kanat Atkaya kanatlanmış uçuyor. ��Galatasaray, kapasitesinin dörtte biri kadar oynadı. Ama o bile Bulgarlar'a yetti. Levski ikinci golü atsa, Galatasaray biraz kımıldanıp üstüne 3 daha atardı.�� Sazı, Fenerbahçe özürlü Ertuğrul Özkök alıyor: ��Bu Mustafa Denizli paf takımıyla sahaya çıksa İskoçlar'ı yine yenerdi. Adam takım yönetmiyor, sanki satranç oynuyor. Fener'e 2 akın yaptırdı, ikisi de gol oldu. Ondan sonra da bizim çocuklar adamlara tutkal gibi bir yapıştılar, Rüştü'ye top gelmedi. Top Lazetiç'e çarpmasa o golü bile atamayacaklardı.�� Futbol topuyla Tekirdağ karpuzunu ayırt edemeyen, ikide bir bana, ��Yahu Oğuz, kaleye niye bir yerine üç kaleci koymuyorlar, daha az gol yerlerdi�� diyecek kadar futbol bilgisi olan Doğan Hızlan dahil, masada herkes çok mutlu!.. İki takımımız birden Avrupa Şampiyonlar Ligi'ne katılmış. Daha düne kadar ödümüzü patlatan, sahaya çıkınca dizlerimizi titreten Frenk takımlarını pirinç ayıklar gibi ayıklamışız. Ben bile aşka gelip ve bastonuma dayanıp ayağa kalkarak sızlayan sol ayak bileğimle Revivo'nun topa nasıl falso verdiğini gösteriyorum. Tam o sırada yan masada kimse yanına oturmadığı için tek başına demlenen Celal yerinden kalkıyor. Kadehini alıp acı bir tebessümle bizim masanın ucuna ilişiyor. ��Sevinmekte çok acele etmeyin. Galatasaray bu aciz antrenör ve pres yapmayan bu orta saha oyuncularıyla tek maç kazanamaz. Emre'nin, Hagi'nin, Okan'ın yerleri kara delik gibi duruyor. Popesku bile bu gerçeği görüp kaçtı gitti. Fener'in hali büsbütün perişan. Daha ilk yarıda dilleri yorgunluktan çenelerine değiyor. Gol atsın diye İsveç'ten dedem yaşında bir sırık almışlar. Evliyaların yardımıyla kafasına top çarparsa o top da kaleyi bulursa, kaleci de o sırada gezintiye çıkmış olursa Fener ancak gol atabilir. Golcü diye aldıkları pörsümüş Oktay'ın göbeği, ayağından önce sahaya giriyor. Bu Fener'de kim gol atacak da Fener maçı kazanacak? Revivo o frikiği 10 kere çekse biri gol olmaz bir daha... Peşin peşin sevinip sonra düş kırıklığına uğramayasınız diye bunları söylüyorum.�� Masada önce bir sessizlik oluyor sonra herkes ekşimiş bir yüzle hesabı isteyip gidiyor. Ben, yolluğumu daha içemediğim ve genç bir arkadaşımı masada sap gibi yalnız koyup gidemediğim için kalıyorum. Ve kaldığıma da pişman oluyorum tabii... ��Duyduğuma göre bizim Serhat'a nikáh şahitliği yapmışsın ağabey.�� ��Evet bilirsin Serhat'ı çok severim. İyi ve dürüst çocuktur. Üstelik gelin de çok tatlı bir kızdı.�� ��Boşuna zahmet etmişsin.�� ��Niye be?�� ��Nah bak şuraya yazıyorum, bunlar 6 aya kalmaz ayrılırlar.�� Celal, işaret parmağını diline sürüp masaya ıslak bir çizgi çekiyor. ��Niye ayrılsınlar yahu, birbirlerini deli gibi seviyorlar ki bu devirde evleniyorlar.�� ��Serhat o kıza yetmez.�� ��Neresi yetmez be, arslan gibi boylu boslu gencecik delikanlı!�� ��Boyu bosu yeter de parası yetmez. Sen yaşlı olduğun için bu yeni zaman kızlarını tanımazsın. Bunlar hep marka giyinmek isterler, Etiler'de oturmak isterler, haftada bir Layla'ya gitmek isterler... İsterler de isterler!.. Serhat'ın maaşı onun kuaför parasına bile yetmez.�� ��Dert etme kız da çalışıyormuş. Hem de iyi bir maaşla...�� ��Bu kızlar evlenir evlenmez işten ayrılırlar ağabey.�� Ben barmen Fikret'e alelacele yolluğumu söylüyorum, ama bir duble rakıyı bitirene kadar piyasadaki dolar ahmaklığı yüzünden Hazine'nin nasıl iflas edeceğini, Türkiye batınca şirketlerin ilanları nasıl keseceğini, ilanlar kesilince de gazetenin kapanıp hepimizin nasıl işsiz kalacağımızı ballandıra ballandıra anlatıyor. Tabii güzelim rakımı sirke ederek... ��Ölüm ilanlarına bak, ne demek istediğimi anlarsın ağabey. Eskiden zengin biri ölünce akrabalarından ve şirketlerinden 3 tam sayfa ilan gelirdi. Şimdi pul kadar ölüm ilanı veriyorlar. Hepsinin toplamı yarım sayfayı zor tutuyor.�� Celal hazır ölüm muhabbetine dalmışken bizlerin de hangi nedenlerden ötürü öbür tarafa gideceğimiz konusunda tahminlerini bildiriyor. Benim sonum beyin kanamasından, Fikret Ercan'ınki bağırsak düğümlenmesinden, Kanat'ınki veremden olacakmış. Doğan Hızlan hareketsiz olduğundan enfarktüs, Ertuğrul Özkök ise çok hareketli olduğu için yine enfarktüsten gideceklermiş. Celal bir adamın yüzüne bakınca sonunu anlarmış ve hiç yanılmazmış. Oğlanı çok sevmesem ve hayattaki yalnızlığını bilmesem, bastonumla kafasının erken kelleşmiş yerine bir tane patlatacağım, ama kıyamıyorum. * * * Geçen gün yağmurlu ve pis bir havada Celal'e Kabataş'ta bir bankta otururken rastladım. Önce tanıyamadım, çünkü kendi kendine gülümsüyordu. Meğer herifin ne güzel dişleri varmış. ��Gel seni gideceğin yere kadar bırakayım.�� ��Bir yere gitmiyorum, bu güzel havada denizi seyrediyorum.�� ��Havanın neresi güzel be, yağmur değil üstümüze adeta çamur yağıyor.�� ��O yağmur benim yüreğimi yıkayıp serinletiyor ağabey.�� ��Senin bu saatte gazetede olman gerekmiyor mu?�� ��Beni işten çıkardılar.�� ��Vah vah, çok üzüldüm.�� ��Niye üzülüyorsun, aslında pek bir işe yaramıyordum. Zaten gazeteye de torpille girmiştim. Şimdi daha özgürüm ve her şey daha güzel. Herkes battık, mahvolduk diye enayi gibi bağıracağına yanımda oturup denizi seyretse yaşamın ne güzel olduğunu anlar. Şu martının dalışına bak ağabey, balerin gibi vallahi!..�� Celal'i dinlerken açık kalan ağzımı kapatmayı neden sonra akıl ettim. Arabadan inip Celal'in yanına oturdum, ama şaşkınlıktan taksi şoförüne parasını bile vermeyi unutmuşum. ��Celal iyi misin, kendini nasıl hissediyorsun?�� ��Arslanlar gibi, hiç bu kadar iyi olmamıştım. İşsizliği boşver Türkiye onca savaş, kıtlık, tifo, tifüs belasını atlatmış, bunu mu atlatamayacağız? Üstelik futbol takımlarımız bile artık Avrupa liglerinde oynamaya başladı. Bence Fener'le Galatasaray final oynarlar. Yani finali birbirleriyle oynarlar.�� ��Celal sana ne oldu böyle?�� ��Áşık oldum ağabey!..�� 26 Ağustos 2001
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.