Φ Lilith Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2007 Kemalist Devrime Önderlik Eden Sınıflar, Türk Büyük Burjuvazi ve Toprak Ağaları Sınıflarıdır:: şnurov yoldaş şöyle diyor: "Devrimin önderi M. Kemal’e izafeten Kemalist adı verilen bu Türk milli devrimini Türkiye’nin milli burjuvazi, yani tüccar, toprak ağası ve o sırada Türkiye’de çok az sayıda bulunan Kemalist devrim, Jön Türk sanayiciler yönetiyordu" (..).devriminin benzeri ve izle- yicisidir. , Şnurov, bunu da şöyle anlatıyor: "Esasen fakir olan ülkeyi insafsızca soyan büyük toprak sahipleri ile din adamlarının ve en başta sultanlarının hakimiyeti neticesinde Türkiye tamamen Avrupa sermayesinin eline düşerek, Avrupa kapitalizminin kölesi olmuştu. 1908 senesinde sultanın hakimiyeti, Türkiye tarihinde ilk defa olmak üzere Türk ticaret burjuvazisi, subaylar ve asilzadelerin [eşrafın] birleşmiş gücü ile kökünden sarsılmıştır. Bu burjuva devrimi,??? Jön Türk devrimi olarak tanınmaktadır ve bunu, başlangıçta halk yığınları da desteklemiştir" (...). "[Jön Türk devriminden sonra da] Türkiye yarı - sömürge karakterini muhafaza ediyordu. Yani kapitalist ülkelerin, hammadde alır, sanayi mamullerini sattıkları bir pazar durumunda idi. Politik bakımdan Türkiye bağımsız sayılıyordu. Fakat Türkiye, emperyalist ülkelerin elinde oyuncaktı. Bu yüzden Türkiye, ekonomik yönden aşırı derecede bağımlı bulunduğu Almanya tarafından Birinci Dünya Savaşı’na itildi ve Almanya uğruna savaştı. Almanya savaşı kaybedince, Türkiye tam anlamıyla yağma edildi. Ülkenin bütünlüğünü korumak için ikinci bir devrime ihtiyaç hasıl oldu. "Bu defa ‘Kemalist devrim’ adı yapılmıştır". ... Devrimin başına Türk ticaret burjuvazisi geçti. Türkiye tarım memleketi olduğu için, tüccarların başlıca alışverişi tarım ürünleri üzerine idi. Böylece ticaret burjuvazisi, ağalar ve büyük toprak sahipleri ile (Bu kitapta Şnurov’dan yapılan tüm alıntılar, A. Şnurov - Y. Rozaliyev’in Türkiye’de Kapitalistleşme ve Sınıf Kavgaları ile tanınan devrim, İngiliz - Fransız emperyalizmine karşı adlı kitabının Ant Yayınları???? 1970 basımından yapılmıştır. Kitabın Şnurov’a ait bölümü, Türkiye Proletarıyası adı ile Yar Yayınları tarafından yeniden basılmıştır. Rozaliyev’e ait bölüm de, gene Yar Yayınları tarafından Türkiye Sanayi Proletaryası adıyla yayınlanmış. Derleyenin notu.) sıkı bağlar kurdu. Her Türk köyünde ağa ve toprak sahibi, aynı zamanda tefeci ve köylü ürünlerinin belli başli’ alıcısı ve satıcısı idi. Bu ağaların bazen un değirmeni, yağ veya kuru meyva işleyen küçük imalathaneleri ve diğer ufak tefek teşebbüsleri oluyordu. Ağalar aynı zamanda tarım ürünlerini toptan satın alan büyük ticaret firmalarının acenteleri durumundaydılar. "Bu koşullar altında, Türkiye, Avrupa kapitalistlerine yenilmiş olsaydı, yabancılar en kısa zaman içinde bütün ticareti ve sanayü ele geçireceklerdi. Türk burjuvazisi bir ölüm kalım sorunu ile karşı karşıya idi. Kapitalistlerin işgali desteklemezse,•yabancılara verilen imtiyazlar devam edip Türkiye her bakımdan yabancı kapitale bağlı kalırsa, yurdun öz ticareti ve sanayi er geç ölecekti. Tüccarı, sanayiciyi, tarım ürünlerini yabancı ülkelere satan ağa ve büyük toprak sahiplerini devrimci kılan işte bu tehlike idi. Köylü, işçi ve küçük esnafın kapitalistler ve toprak ağalarına karşı… altındaki liman şehirleri olmazsa, devlet kendilerini duyduğu hoşnutsuzluk, ustalıkla yabancı kapitalistlerle mücadeleye dönüştürüldü. Bunun için devrim, bütün yurda yayılarak milli bir karakter aldı". Kemalist devrim esas olarak ticaret burjuvazisinin başını çektiği, fakat bunların bir kısım ağalar büyük toprak sahipleri ve tefecilerle de ittifakına dayanan bir "milli burjuva" devrimidir ve burjuvazi ilk başlarda halkın desteğini almayı başarmıştır. Yukarıdaki "milli burjuva" kavramı üzerinde kısaca durmak gerekiyor. Lenin, Stalin ve Şnurov yoldaşlar, Kemalist devrimden bahsederken "milli burjuva" kavramını, Türk olan burjuva anlamında kullanmaktadırlar. Milli burjuva - komprador burjuva ayırımı, onlarda henüz yoktur. Bu kavramı daha sonra, yeni anlamıyla Mao Zedung yoldaşta görmekteyiz. Lenin, Stalin ve Şnurov yoldaşlar, Kemalist devrime, "milli burjuva devrimi" derken, kastettikleri "komprodar olmayan burjuvazinin devrimi" değildir; kastettikleri "Türk olan burjuvazinin devrimi"dir. Yine sözünü ettiğimiz broşürde Şnurov yoldaş, toprak ağalarını ve tefecileri de "burjuva" kavramı içinde düşünmektedir. Meselâ; "Türkiye’nin milli burjuvazisi, yani, tüccar, toprak ağası" (abç) demektedir. Burjuva kavramının bu şekilde kullanılmışına, Stalin yoldaşta ve Dimitrov yoldaşta da rastlamaktayız. Şnurov yoldaş, Kemalist devrim "milli burjuvazinin devrimidir" derken, Türk olan ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin az sayıdaki sanayi burjuvazisinin devrimiydi demektedir ve zaten bütün bu sınıfları tek tek de saymaktadır. Bu sınıflar, bugün kullandığımız anlamıyla "milli" miydi, komprador muydu, bunun üzerinde duralım: Stalin yoldaş, Yeni Demokrasi kitabına Mao Zedung yoldaşın yaptığı alıntıda "Kemalist devrim, üst tabakanın, milli ticaret burjuvazisinin bir devrimidir" demektedir (abç). "Üst tabaka", İttihat ve Terakki içinde palazlanmış olan, önce Alman emperyalizmine uşaklık eden, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman emperyalizminin yenilgisinden sonra da, İngiliz - Fransız emperyalizmine yaklaşan, "Türk komprador büyük burjuvazisinin ta kendisidir. Türk burjuvazisinin önce İttihat ve Terakki Cemiyeti etrafında toplandığını, bu sınıfın subaylar ve asilzadelerle birlikte 1908 Jön Türk devrimine önderlik ettiğini biliyoruz. İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidar makamına oturduktan sonra, dünya şartlarının ve Türkiye’nin tasfiye edilemeyen yarı-sömürge yapısının zorlamasıyla İttihat ve Terakkiciler, Alman emperyalizmi ile işbirliğine giriştiler. Bir yandan burjuvazinin bir kanadı hızla büyüdü, palazlandı, Türk büyük burjuvazisini oluşturdu; öte yandan Abdülhamit zamanından beri mevcut olan genellikle azınlık milliyetlere mensup komprador burjuvazi varlığını devam ettiriyordu. İttihat ve Terakki Partisi, birincilerin menfaatini temsil ediyordu. İttihat ve Terakki Partisi, Alman emperyalizminin sadık uşağı, işçi sınıfının ve diğer emekçilerin de azılı düşmanı olup çıktı. Türk burjuvazisinin büyüyen ve kompradorlaşan kanadı (yani Türk komprador büyük burjuvazisi), Birinci Dünya Savaşı yıllarında, istibdat şartlarında, savaş araç ve gereçleri alım satımı, vagon tekeli, zaruri ihtiyaç maddeleri üzerinde yapılan vurgunlar, vb. yoluyla muazzam zenginleşti. Büyük servetler, sermayeler edindi. Bunlar, Alman emperyalizminin kesin iflası ve bu sebeple kendi egemenliklerinin de tehlikeye düşmesi karşısında, İtilâf emperyalizmine kuyruk sallamaya, onunla yakınlaşmaya ve bu yolda gerekli tedbirleri almaya giriştiler. İşte Stalin yoldaşın, üst tabaka dediği bunlardır. şnurov yoldaş, broşürünün bir yerinde Türk burjuvalarının, "devrimci olmadıkları halde" (abç), Milli Kurtuluş Savaşı’na katılmak zorunda kaldıklarını belirtiyor. Geri ülkelerde komprador olmayan burjuvazi, yani milli burjuvazi, bildiği gibi, sınırlı da olsa, devrimci bir nitelik taşır. Devrimci olmayan sınıf, emperyalizmle menfaat birliği Yine Şnurov yoldaş, "ağalar aynı zamanda tam ürünlerini toptan satın alan büyük ticaret firmalarının acenteleri durumundaydı" diyor. O yıllarda "büyük ticaret firmalarının", geniş ölçüde emperyalistlerin kontrolünde veya elinde olduğu da bilinen bir gerçektir. Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, halinde olan komprador burjuvazidir. Milli Kurtuluş Savaşı’nın önderliği, ta başından itibaren İttihat ve Terakki içindeki Türk komprador büyük burjuvazisinin, toprak ağalarının ve tefecilerin eline geçmiştir. Bu sınıfları, kurtuluş savaşına iten sebepleri biraz yukarda Şnurov yoldaş açıklamaktadır. Bir noktayı daha belirtelim: İttihat ve Terakki içinde, palazlanamayan kesim, yani orta burjuvazi de varlığını devam ettiriyordu. Kurtuluş Savaşı içinde burjuvazinin bu kanadının da son derece önemli bir rol oynadığı açıktır. Biz, önceleri, Kurtuluş Savaşı’na milli karakterdeki orta burjuvazinin önderlik ettiği .görüşündeydik. Fakat Stalin yoldaşı ve Şnurov yoldaşı daha dikkatli olarak inceleyince bu görüşün yanlış olduğunu gördük. Milli karakterdeki orta burjuvazi, Kurtuluş Savaşı’nın önderi değildir ama, Kurtuluş Savaşı’nda önemli bir rolü vardır. Müdafaa-i hukuk cemiyetleri içinde örgütlenenler, çoğu ticaretle uğraşan Türk komprador büyük burjuvaları, toprak ağaları, tefeciler, kasabaların eşraf takımı, ve milli karakterdeki orta burjuvazidir. Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden sınıflar, işte bu sınıflardır. 2. Kemalistler, Daha Kurtuluş Savaşı Yıllarındayken Emperyalistlerle işbirliğine Girişiyorlar: Emperyalistler ufak tefek tavizler vermeye başlayınca, Kemalistler gene, hemen Fransa, İngiltere ve diğer memleketler burjuvazisiyle anlaşmalar imza etmekte gecikmediler. "... Kemalistlerin korkusu şu idi: Savaş devam ederse, emekçi kitleleri yabancı sömürücülere karşı mücadele ile yetinmeyip, kendi yurttaşı olan sömürücülere karşı da savaşa girişebilirlerdi". Şnurov böyle diyor. Stalin yoldaş ise, daha 30 Kasım 1920’de şunları yazıyordu: "İtilaf devletlerinin kesin ‘tarafsızlığı ile Ermenilerin Kemalistler tarafından yenilmesi, Trakya ve İzmir’in Türkiye’ye geri verilmesi söylentileri, İtilaf devletlerinin ajanı Sultan ile Kemalistler arasındaki görüşme söylentileri, İstanbul’un boşaltılması planı ve son olarak Türk Batı cephesindeki durgunluk, bütün bunlar İtilaf devletlerinin Kemalistlere ciddi olarak kur yaptığının ve Kemalistlerin belli bir sağa dönüş yaptıklarının belirtisidir (abç). "İtilaf devletlerinin iltifatlarının ne şekilde sonuçlanacağı ve Kemalistlerin sağa gidişlerinde ne kadar ileri gideceklerini söylemek zordur. Birkaç yıl önce sömürgelerin kurtuluşu için başlayan mücadelenin her şeye rağmen güçleneceği, Rusya’nın bu mücadelenin öncüsü olarak bütün gücüyle ve bütün vasıtalarla bu mücadele taraftarlarını destekleyeceği, bu mücadelenin, ezi len halkların davasına ihanet etmedikleri sürece Kemalistlerle birlikte veya İtilaf devletleri cephesine geçerlerse, Kemalistlere karşı zafere ulaşacağı bütün şüphelerin dışındadır." Kemalistler, ilk başlarda açıkça İtilaf devletlerinin saflarına geçmediler ama, dışarıda sosyalist Sovyetler Birliği’ne :.,ve içerde komünistlere, işçi sınıfına ve diğer emekçi halka karşı, onlarla el altından işbirliği yapmayı da ihmal etmediler. M. Kemal ve hükümeti, Sovyetler Birliği’ne karşı ikiyüzlü bir politika izlemişlerdir. Bir yandan, yardım koparmak için en aşırı iltifatları yağdırırken, öte yandan ABD, İngiltere, Fransa ile yapılacak gizli anlaşmalar için zemin aramaktadırlar. Çiçerin’e gönderilen yardım talebinden iki ay sonra , M. Suphi ve 14 yoldaşı hunharca öldürülmektedir. Ayrıca Anadolu’daki komünistlere karşı da bir sindirme kampanyasına girişilmektedir. Çünkü, Kemalist burjuvazi, 23 şubat 1921’de toplanan Londra Konferansı’na komünistleri katlederek katılırsa, Avrupalı efendilerinin teveccühünü kazanacağını, Sevr Anlaşması’nın öldürücü hükümlerinden vazgeçilebileceğini hesaplamaktadır. Konferansta delegasyonun başı Bekir Sami, Türkiye’nin anti - Sovyet blokuna katılacağını söyleyerek daha iyi anlaşma şartları aramaktadır. Yine Londra Konferansı’nın devam ettiği günlerde, 28 şubat 1921’de Kemalist hükümet, Sovyetler’den Artvin ve Ardahan’ın terkini istemekte ve Batum’u işgal etmeye girişmektedirler. Fakat Avrupalı efendilere yaranma çabaları boşa çıkıp efendiler Sevr Anlaşması üzerinde ısrar edince, Kemalistler için tekrar Sovyetler Birliği’ne yanaşmak mecburiyeti doğmuştur. Yunan orduları atıldıktan hemen sonra???, Sovyet yardımına ihtiyaç kalmadığı için, Kemalistler yeniden komünizm yasağını uygulamaya girişmişlerdir. 14 kasım 1922 tarihli İzvestia şöyle yazmaktadır: "Kemalist hükümet, komünistleri takip ettirerek, emperyalist , devletlerin teveccühünü kazanmak emelinde." Demek oluyor ki, Kemalist hükümet, daha Kurtuluş Savaşı içindeyken Avrupalı emperyalist efendileri ile işbirliğine girişmiştir. Şafak revizyonistlerinin sandığı gibi Atatürk’ün ölümünden sonra değil. Nitekim, Kurtuluş Savaşı dört yıl gibi çok kısa bir sürede sona ermiştir. şafak revizyonistleri, "uzun ve kanlı bir savaş" diyorlar ama, gerçekte Kurtuluş Savaşı çok kısa sürmüştür. Çin Devrimi ile Vietnam Devrimi ile karşılaştırılırsa, kısa sürdüğü anlaşılacaktır. Bunda, itilaf emperyalistlerinin Kemalist burjuvaziye besledikleri iyi duyguların önemli payı olduğunu kimse inkâr edemez: 3. Kurtuluş Savaşıyla Sömürgeleştirilmiş Topraklar Kurtarıldı. Sultanlık Kaldırıldı, Fakat Yarı- Sömürge ve Yarı - Feodal Yapı Olduğu Gibi Kaldı: Kemalist devrim, işgal altındaki toprakları kurtardı, Sultanlığı kaldırdı, emperyalist ülkelere tanınan imtiyazlardan bir kısmını kaldırdı (örneğin: Yabancı ülkelerden ithal -olunan mallardan daha yüksek vergi, gümrük rüsumu alınmaya başlandı. Yabancı sermayeye tanınan rüçhan hakları kaldırıldı). Fakat yine de Türkiye yarı - sömürge bir ülke olarak kaldı. "Bir müddet daha demiryolları, fabrikalar, maden ocakları yabancıların elinde kaldı. Avrupa’nın büyük banka ve firmaları bugün dahi [yani 1929 yılında] Türkiye’de dilediği şekilde çalışmaktadır" (Şnurov). Emperyalistlerin’baskısı altında eski borçlar kabul edildi. Yabancılara ticaret serbestisi sağlandı. "Gerçi yabancılar, bu serbest ticarette Türk vatandaşlarından fazla ya da özel her hangi bir hakka sahip değildi. Fakat bu, eşit olmayanlar arasında eşitlikti. Yani, güçlü Avrupa sermayesi, nasıl olur da Türk sermayesine eşit olabilir? Doğaldır ki, hiç bir eşitlik söz konusu olamazdı. Gerek Türk sermayesi, gerekse yabancı sermaye ile yeni yeni tesisler kuruluyordu ". Şnurov, yine aynı broşüründe şunları söylüyor: "Türkiye’nin en büyük kapitalistleri, yabancılardır. bütün maden işletmelerinden başka, bir de demiryollarının büyük bir kısmı ve tarım ürünlerini işleyen fabrikaların çoğu yabancıların elindedir. "Türkiye milli ekonoinisine 1.100 mil. frank yabancı sermaye yatırılmıştır. Sermayenin 450 milyonu Alman, 350 milyonu Fransız, 200 milyonu İngiliz ve 100 milyonu diğer ülkelerin sermayesidir" (s. 7273). Şnurov, broşürünün bir başka yerinde Türkiye nin yarı - sömürge olduğunu da belirtiyor: ‘Türkiye, az gelişmiş, yarı - sömürge olan bir ülkedir. Türk işçisi ve köylüsünün sırtından Fransa, Almanya ve İngiltere kapitalistleri servetler sağlıyorlar..:’ (s: 57). Gerek Jön Türkler, gerekse Kemalistler emekçi sınıflarının sırtından iktidara geldiler. Fakat her ikisi de, Türkiye’nin yarı-sömürge yapısını aynen muhafaza ettiler. Jön Türk devrimi Sultanlığı da muhafaza ettiği halde, Kemalist devrim Sultanlığı kaldırdı ve bir de işgal altındaki toprakları yani, sömürgeleştirilmiş toprakları kurtardı. Böylece sömürge, yarı - sömürge ve yarı - feodal düzen, yarı - sömürge ve yarı - feodal bir düzen haline geldi. 4. Kurtuluş Savaşı’ndan Sonra Komprador Büyük Burjuvazinin ve Toprak Ağalarının Bir Kesiminin Hakimiyetinin Yerine, Bir Başka Kesiminin Hakimiyeti Geçmiştir: Kemalist burjuvazinin İtilaf emperyalistleriyle işbirliğine, daha savaş yıllarında giriştiğine işaret ettik. Toprak ağalarıyla ittifak ise, savaşın başından itibaren mevcuttur. Savaşın başını çekenler, Şnurov’un da belirttiği gibi, birbirleriyle kopmaz bağları bulunan, ticaret burjuvazisi, toprak ağaları, tefeciler, o zaman zayıf olan sanayi burjuvazisi idi. Bunların içindeki hakim unsur ise, ticaret burjuvazisi idi. Bu ittifak, emperyalizme bağlı olarak gelen bir kısım eski büyük ticaret burjuvazisinin ve milli azınlıkların burjuvazisinin (Ermeni, Rum burjuvazisinin) yerini aldı. Aynı noktayı, Şnurov şöyle açıklıyor: "Yeni tesislerin ve teşebbüslerin elinde bulunan sermaye, kısmen memleketi terketmiş olan Ermeni ve Rum teşebbüslerinin ele geçirilmesi, kısmen de devlet müesseselerinin soyulması ve rüşvetlerle meydana getirilmişti. Yine bugün birçok Kemalist milletvekili ve devlet adamı, iktidardan faydalanarak, Birinci Dünya Savaşı sırasında yurttan kaçan Rum, Ermeni ve diğer Türk uyruklu yabancılardan kalan müesseseleri ele geçirip, memurlukları sırasında bir yana koydukları paralarla işletiyor ve yeni teşebbüsler kuruyor" (S. 49). Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaptığımız soruşturmalardan ögreniyoruz ki, ağaların ve büyük toprak sahiplerinin bir kısmı da, aynı şekilde yani boşalan Ermeni ve Rum topraklarına el koyarak ortaya çıkmışlardır. Demek oluyor ki, eski komprador burjuvazinin bir kısmının (ki bunlar çoğunlukla azınlık burjuvazisi idi) ve toprak ağalarının bir kısımının hakimiyeti yerine, komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının başka bir kesiminin hakimiyeti geçmiştir. Elbette, eski toprak ağalarının önemli bir kısmı da hakimiyetini devam ettirmektedir. Hakimiyet kuran yeni Türk burjuvazisinin bir kısmı, komprador niteliğini zaten eskiden beri taşımaktadır. Buna işaret ettik. Diğer bir kısım burjuvazinin komprador niteliği ise, Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra başlamış ve bunlar gittikçe de daha çok kompradorlaşmıştır. Türk burjuvazisinin emperyalizmle savaş yıllarında gizli kapaklı başlayan siyasi işbirliği, savaştan sonra iktisadi alanda da gelişmiş ve zaten tasfiye edilmeyen yarı sömürge yapı, bu işbirliğini daha da kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu, elbette Türk burjuvazisinin içinde taşıdığı kötü niyetten ötürü değildir. Eşyanın tabiatı icabıdır. Türk burjuvazisi zenginleşmek istemektedir, oysa sermayesi çok cılız dır. Büyük ve bol sermaye Batılı emperyalist burjuvazinin elindedir. Onunla rekabet etmek ölüm demektir, elverişli bir paya razı olarak onunla işbirliği etmek, en çıkar ve en kârlı yoldur. Türk burjuvazisi de bir yandan bu yolu tutmuş, öte yandan işçi sınıfını ve emekçi halkı insafsızca soyarak ve ezerek, sermayesini büyütmeye, hakimiyetini perçinlemeye çalışmıştır. Bu gerçeği Şnurov yoldaş şöyle dile getiriyor: "Eninde sonunda birçok Kemalist, türlü yabancı firmalarının ortağı oluyor. Bu yabancı firmalar da, hükümet organlarıyla sıkı ilişkisi olan isim sahibi memurlardan ve ortaklarından faydalanıyor" (S. 49). 5. Komprador Büyük Burjuvazi ve Toprak Ağaları Kurtuluş Savaşın dan Sonra Esaslı İki Siyasi Kampa Bölünmüştür. Kemalist Diktatörlük, Bu Kamplardan Birinin Menfaatlerini Temsil Etmektedir: O yıllarda hakim sınıflar arasındaki esaslı iki siyasi kamp, şu unsurlardan teşekkül ediyordu: Bir yanda, emperyalizmle işbirliğine girişen ve bu işbirliğini gittikçe arttıran yeni Türk burjuvazisi, eski komprador büyük burjuvazinin bir kısmı, ağaların ve büyük toprak sahiplerinin bir kısmı, memurların ve aydınların en üst ve imtiyazlı tabakaları. Öte yanda, henüz??? tamamen tasfiye edilemeyen komprador burjuvazinin diğer bir kısmı, ağaların ve büyük toprak sahiplerinin başka bir kesimi, feodalizmin ve Sultanlığın ideolojik dayanakları olan din adamları, eski ulema sınıfı artıkların. Hangi toprak ağalarının hangi menfaat hesaplarıyla şu veya bu tarafta yer aldıklarını bilmiyoruz. Bu, ayrı ve etraflı bir araştırmayı gerektirir. Üzerinde durduğumuz konu açısından bunun zaten pek önemi yoktur. Önemli olan ve tartışılmayacak kadar açık olan gerçek şudur ki, toprak ağalarırun bir kesimi Kemalist iktidara ortakken, bu iktidarda söz ve nüfuz sahibi iken, diğer bir kesimi Kemalist iktidarın karşısındadır. Meselâ, Doğu Anadolu’daki’ Kürt toprak ağaları ve aşiret reislerinin yeri, genellikle ikinci kamptır. Daha sonraları bunlar DP’yi ve AP’yi destekleyecek, CHP karşısında yer alacaklardır. Ama dediğimiz gibi, toprak ağalarının bir kesimi, ta başından itibaren Kemalist iktidarın içindedir ve ona ortaktır, devlette söz ve nüfuz sahibidir. Birinci kampın siyasi partisi CHP idi ve köken itibariyle müdafaä-i hukuk cemiyetlerine dayanıyordu. İkinci kamp ise, tek partili sistem yürürlükte olduğu müddetçe CHP içersinde yer almış ve iki kamp arasındaki siyasi mücadele, CHP içinde sürdürülmüştür. Çok partili sisteme geçildiği zamanlarda da bunlar, kendi siyasi partilerini kurmuşlardır. 1925’te kurulan Terakkiperver Fırka, 1930’da kurulan Serbest Fırka, daha sonraları kurulan DP ve.AP esas olarak ikinci kampın siyasi partileridir. "Esas olarak" diyoruz, çünkü, çeşitli menfaat çelişmeleri, yeni durumlar vs. bu kampların birinden diğerine geçişi, bunlara yeni unsurların katılmasını daima mümkün kılmaktadır. ,Ve öyle de olmuştur. 1946’da çok partili sisteme geçildiğinde CHP içinden bir yığın partinin türemesi, hakim sınıfların bütün kesimlerinin CHP içinde yer almış olmalarından ileri gelmektedir. Kemalist iktidar, siyasi bakımdan bağımsız bir milli burjuva iktidarı değil, birinci kampa dahil olan komprador büyük burjuvazinin, toprak ağalarının, memurların ve aydınların en üst ve imtiyazlı tabakasınm emperyalizme yarı- bağımlı iktidarıydı. Hatta Kemalist diktatörlük bir ölçüde, emperyalizmle işbirliği halinde olmayan orta burjuvaziyi de eziyordu. Kemalist iktidarın temsil ettiği komprador büyük burjuvazi ile orta burjuvazi arasmdaki ayrılık, gittikçe daha çok berraklık kazanmıştır. İttihat ve Terakki döneminde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de, Kurtuluş Savaşı’na katılan orta burjuvazinin bir kesimi, ele geçirdiği devlet gücünü, zenginleşmek için , bir kaldıraç gibi kullanarak, devlet tekellerini yaratıp bunları kendi hizmetine koşarak, emperyalizmle işbirliğine girişerek, onların yatırımlarına ortak olarak hükümet makamları nı, yüksek memuriyetleri de hizmetine sokarak, devlet bankalarından aldıkları kredilerle, rüşvetlerle, vurgunlarla şişerek, Türkiye’yi terkeden ve katledilen Ermeni ve Rum kapitalistlerinin mallarına, mülklerine el koyarak iyice zenginleştiler, milli karakterdeki orta burjuvazinin diğer kesimlerinden koptular. Bu farklılaşma ve kopma giderek daha belirgin hale geldi. İttihat ve Terakkici komprador Türk büyük burjuvazisinin bir kesimi ile, bu yeni komprador Türk büyük burjuvazisi; Kemalist iktidar içüıdeki hakim unsurlar işte bunlardır! Türk burjuvazisinin bu yüksek tabakasının çıkarları, Avrupa kapitalistleri ile ayırdedilemeyecek derecede karışmış ve bunlar Avrupalı emperyalistlerle kesin bir tarzda işbirliğine girişmişlerdir. Nasıl, 1924 - 1927 Çin Devrimi’nden hemen sonra iktidar, orada komprador burjuvazinin ve toprak ağaların eline geçmişse, Türkiye’de de bu olayın bir benzeri Çin’dekinden daha önce cereyan etmiştir. Stalin yoldaş aynı fikri, başka bir tarzda ifade ederek şöyle diyor: "Kemalist devrim üst tabakanın (abç), milli ticaret burjuvazisinin bir devrimidir. Yabancı emperyalistlere karşı mücadelenin içinden yükselen ama daha sonra özünde köylülere ve işçilere, bir toprak devrimi imkânına karşı gelişen bir devrimdir" (abç)., , Burada üzerine parmak basmak istediğimiz nokta şudur: Kemalist iktidar orta burjuvazinin, yarı milli burjuvazinin menfaatini temsil etmiyordu, bu sınıfın içinden çıkıp palazlanan ve kompradorlaşan kesim ile İttihat ve Terakki zamanında palazlanan ve kompradorlaşan büyük burjuvazinin bir kesiminin menfaatini temsil milli burjuvazi ile komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının arasında cereyan etıruyordu. Esas olarak, komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarırun iki kanadı arasmda ediyordu. Orta burjuvazinin büyüyemeyen kesimi ise yine CHP’nin,içinde tutuluyor ve işçilere, köylülere karşı bunlar da destekleniyordu. Nasıl 1924 - 1927 Birinci Devrimci İç Savaş’tan sonra, Çin’de orta burjuvazi Guomindang içinde ve safında yeralmışsa, Türkiye’dekiler de CHP içinde ve safında yer almışlardır. Hakim sınıflar içindeki mücadele, sanıldığı gibi, iktidarı elinde tutan cereyan ediyordu.??? Milli karakterdeki orta burjuvazi, bu kanatlardan birinde tali bir güç olarak yer alıyordu. Bu noktanın kavranması, gerek dünün, gerek bugünün açıklanmasında son derece önemlidir. CHP’ne, nispeten ilerici bir karakter kazandıran şey, onun içinde başından beri sosyal bir güç olarak mevcut olan fakat partiye hakim olmayan bu milli karakterdeki orta burjuvazidir. TİP, D. Avcıoğlu, H. Kıvılcımlı, Şafak ve TKP revizyonistlerinin (geçmişte ve bugün) iddia ettiği gibi, Kemalist iktidar, devrimci ve ilerici bir iktidar değildi. Kemalist iktidarla ittifak yapmayı düşünmek, karşı- devrim safına iltica etmek demekti. Çünkü Kemalist iktidarın kendisi, bizzat karşı- devrimi temsil ediyordu. Revziyonistlerin karşı- devrim dediği; cumhuriyet düzeninin yıkılması ve Sultanlığın tesisidir. Oysa böyle bir şey, artık burjuvazinin genç kesimlerinin de işine gelmez, hatta eski Türk büyük burjuvazisinin de... dünyada gelişmeler öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, yuvarlanan taçları kimse başına koymaya cesaret edememektedir. Taçlı bir yönetim artık hakim sınıfların ihtiyaçlarını karşılayamaz, egemenliklerini koruyamaz. Bunu, burjuvazi de bilmektedir. Artık karşı- devrim, "demokratik cumhuriyet" maskeli faşist diktatörlük olabilir ve öyle de olmuştur. 6. Kemalist Diktatörlük İşçiler; Köylüler, Şehir Küçük-Burj uvazişi, Küçük Memurlar ve Demokrat Aydınlar Üzerinde Askeri Faşist Bir Diktatörlüktür: Sözü Şnurov’a bırakıyoruz: , "Her ne kadar bazı görüntüsel demokratik şekiller mevcutsa da (seçimle meydana getirilen Gazete ve dergiler, bir an dahi gevşemeyen sıkı bir kontrol altındadır. Hatta bu gazete ve parlamento vs.) Türkiye’de bugün [1929j mevcut olan düzenin özü, bütün demokrasilerden uzak bir diktatoryadır (abç) (yani faşizmdir]. Egemen parti dışında hiç bir parti örgütü yoktur ve hiç bir partinin de meydana gelmesine imkan verilmemektedir. Sosyal- demokrat parti bile yasaklanmıştır. dergiler’de hükümet aleyhine, ilerde herhangi bir makalenin çıkabilmesi ihtimali dahi, bunların kapatılmasına yetiyor" (s. 21). "Bugünki Türk hükümeti elbette bir diktatorya [faşizm olmalı] hükümetidir. Çünkü egemen olan Türk burjuvazisi, tamamen güçsüzdür ve gelişebilmek için emekçi halkı ezmek zorunda- , dır" (s. 22). ‘... Sendikalar hemen hemen yasaklanmıştır; kurulmasına izin verilen federasyon ve dernekler, hayır işleriyle yetinip devlet kontrolü altında çalışmak zorundadır" (s. (s. 24). "Her türlü işkolu dernekleri ve dernek birlikleri yasaktır..." (s. 25). "... kanuna göre, ‘memur ve işçi işini terkedebilir, fakat her türlü gösteri, eylem ve iş özgürlüğüne halel getiren hareketler yasak edilmiştir "‘ (s. 26). ...Kemalistler de, Jön Türkler gibi, yalnız emekçi kitlelerinin desteği ile iktidara gelebilirdi. Jön Türkler gibi, Kemalist devrimin ilk aylarında milli burjuvazi, işçi örgütlerinin kurulmasına engel olamadı. Ancak, bu sendikalar sırf sınıfsal nitelikte değildi; bazıları burjuvazinin etkisi altındaydi’ (s: 42). "Kemalist burjuvazi emperyalistlerle barış paktını imzaladıktan sonra (...), burjuvazinin artık emekçi kitlelerinin desteğine ihtiyacı kalmamıştı. Sınıf kavgasının büyümesine engel olmak lazımdı; öyle ya, yerli olsun yabancı olsun, bu kavga bütün sömürenlere, bütün kapitalistlere karşı açık bir savaş halini almak üzere idi. "Kemalistler, Komünist Partisi nin ve işçi hareketinin canını okudu. Komünist Partisi yeraltına inmek zorunda kaldı. Birçok ünlü üyesi, bu arada Mustafa Suphi hunharca öldürüldü, hayatta kalanlar takiblere uğradı, hapislere atıldı. 1923 senesinde İstanbul Milletlerarası İşçi Birliği kapatıldı. Kapatılması için 1 Mayıs gününün kutlanması ile ilgili bildirilerin dağıtılması bahane edildi. Birliğin ileri gelenleri tutuklandı ve tıpkı vaktiyle Jön Türklerin proletarya sınıf hareketinin ‘hesabını gördükleri, burjuvazi kontrolünde sözümona işçi örgütleri kurmaya koyuldukları gibi, şimdi de Kemalistler, kendi burjuva ‘sendikalarını,’ işçi eylemine karşı mücadele aracı olarak kullandılar" (s. 43). Amele Teali’nin yağma edilmesi üzerine yayınlanan Profintern Yönetim Kurulu bildirisinde şöyle deniliyor: "Halk Partisi hükümeti (Kemalistler), uzun zamandan beri sendika eylemini eline geçirip faşist bir örgüt haline getirmeye çalışılıyor’ (s. 47). ‘Türkiye, işçi hareketinin en zalim takibata uğradığı ülkelerden biridir. Profintern’in III. Kongresi (1924 yılında) özel bir kararda Türkiye işçi sınıfına yapılan bu baskıları şiddetle protesto ederek şu bildiriyi yayınlamıştı: " "‘ Profintern’in III. Kongresi, Türk Kemalist hükümetinin Türkiye devrimci işçi örgütlerine yaptığı baskıyı ve işçileri uğrattığı kovuşturmayı şiddetle proteşto ediyor!..: " (s. 59). Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 2 Ekim , 2007 Birincisi; Olmayan "büyük Türk Burjuvazisi" Kemalist Devrime nasıl önderlik etmiş ? 15 yıl boyunca Devlet Kapitalizmi ile yönetilmiş bir ülke de hangi "büyük burjuvazi" Türk Burjuvazisi 20 yıl içinde Toprak soylulardan evrilmiştir. Kemalist Devrime öncülük edecek bir "büyük Türk burjuvasizi" falan yoktur. Kemalist devrim, aydınlar ve askerlerin öncülük ettiği bir devrimdir. Burjuva devriminin ihtiyacı olan sınıf daha sonra yaratılmıştır, uyum sağlayan Feodal kesimlerden, ve askerlerden. Artı, bir sosyalist Kemalizmle nerede çelişmektedir. devletçilikmi? Benim bildiğim kadarıyla dünyada en devletçi ideoloji Sosyalizm. Laiklik desek sanmıyorum çelişmez. Devrimcilik, hiç sanmam Cumhuriyetçilik, oda olmaz. Halkçılık, ı-ıh. Milliyetçilik. a-ha. Oda tüm dünyada sosyalistler birlikçiyken Türkiyede sosyalistlerin ısrarla ayrılıkçı bir harekete sempati beslemelerindendir. geçmişe bakarsak, Türk sosyalistlerini en çok etkileyen sovyet ve çin modellerinde ayrılıkçığın sözü dahi edilemezken Türkiye'de tarih boyunca hiçbir devlet kurmamış bir etnik asıl üzerinden ayrılıkçılık destanlaştırılmıştır. Alıntı
Φ Lilith Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Birincisi; Olmayan "büyük Türk Burjuvazisi" Kemalist Devrime nasıl önderlik etmiş ? 15 yıl boyunca Devlet Kapitalizmi ile yönetilmiş bir ülke de hangi "büyük burjuvazi" Türk Burjuvazisi 20 yıl içinde Toprak soylulardan evrilmiştir. Kemalist Devrime öncülük edecek bir "büyük Türk burjuvasizi" falan yoktur. Kemalist devrim, aydınlar ve askerlerin öncülük ettiği bir devrimdir. Burjuva devriminin ihtiyacı olan sınıf daha sonra yaratılmıştır, uyum sağlayan Feodal kesimlerden, ve askerlerden. Artı, bir sosyalist Kemalizmle nerede çelişmektedir. devletçilikmi? Benim bildiğim kadarıyla dünyada en devletçi ideoloji Sosyalizm. Laiklik desek sanmıyorum çelişmez. Devrimcilik, hiç sanmam Cumhuriyetçilik, oda olmaz. Halkçılık, ı-ıh. Milliyetçilik. a-ha. Oda tüm dünyada sosyalistler birlikçiyken Türkiyede sosyalistlerin ısrarla ayrılıkçı bir harekete sempati beslemelerindendir. geçmişe bakarsak, Türk sosyalistlerini en çok etkileyen sovyet ve çin modellerinde ayrılıkçığın sözü dahi edilemezken Türkiye'de tarih boyunca hiçbir devlet kurmamış bir etnik asıl üzerinden ayrılıkçılık destanlaştırılmıştır. yok artık daha neler! sana cevap vermeyim burası senin ideolojinin benimsendiği bi forumdur,senin egonu tatmin uğraşlarına cevap vermym diyorum da;insan bu kadar da tahrik edilemez...cyrano sen gerçekten de sosyalizmin içeriğinden hiç bi şey anlayamamışsın boşuna emek harcamışsın.ne der marks;bilirsin-boşa harcanmış emek,değersizdir....hiç bi sosyalistin kemalist olması olur şey mi.kendisine sosyalistim diyen kemalistim de diyebilir mi.ya da sosyalizmin anlamını bilen biri sosyalizmle kemalizm neden çelişsin gafletine düşer mi..olmaz elbette böyle bi şey.hadi 6 ok'a tekrar bakalım 1.si:M. Kemal ve maiyeti, ülkeden emperyalist sermayeyi atmak için herhangi bir girişimde bulunmadıkları gibi, emperyalistlere kapıları sonuna kadar açmış ve ülkeyi onlarla birlikte yağmalamışlardır. İZMİR İKTİSAT KONGRESİni incele.. 2. Kemalist iktidar başından sonuna kadar baskıcı, anti-demokratik bir iktidar olmuştur. Adı üstünde, bir tek parti diktatörlüğüdür bu. Dolayısıyla, hakim sınıflar içindeki farklı fraksiyonlara bile hayat hakkı tanımayan, hatta, Şeyh Sait isyanından ve İzmir Suikastından sonra yapıldığı gibi onları da baskı altına alan tekelci bir iktidardır. Ancak 1946'dan sonra, Fikret Başkaya'nın deyişiyle, taşaron partilere izin verilecektir. Taşaron partinin anlamı, gerçek iktidarın yine Kemalist devlet diktatörlüğünün elinde bulundurulmasıdır. Bu Kemalist rejim, sadece düzen içi muhalifleri ezmekle kalmamış, komünistlere baskı ve işkencenin en korkunçlarını uygulamıştır. Üstelik komünistler, Komintern'den aldıkları talimatların gereği olarak bu Kemalist iktidarı kölece destekledikleri halde. 3. Kemalist rejim, üniter ulus-devletçi misyonunun gereği olarak, içerde ırkçı-asimilasyoncu bir politika uygulamış, Kürtlerin direnişine devlet baskısı, idam ve katliamlarla cevap vermiştir. Zaten bu ideolojinin temelinde, Anadolu'daki Ermeni ve Rum halklarını yok eden İttihat Terakki ulusal katliamcılığı yatmaktadır. Kemalistler bu politikayı aynen devralmış ve sürdürmüşlerdir. 1940'lı yıllarda varlık vergisi aracılığıyla azınlıklara uygulanan cezalandırma ve zorla çalıştırma politikası bunun en açık kanıtıdır. Bugün Türkiye Cumhuriyetinin Ermeni katliamını inkârının en büyük nedeni de devraldığı bu katliamcı mirastır. 4. Kemalizm, ulusal baskıcı olduğu gibi, dinsel baskıcıdır da. Üstelik onun dinsel baskıcılığı iki taraflı çalışan bir bıçak gibidir. Şimdi var mı bilmiyorum ama eskiden nüfus cüzdanlarında din ve mezhep zorunlu olarak yazılırdı. O kadar "laik" olan Kemalist Cumhuriyet bu zorunluluğu neden koymuştu acaba? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, Türk olduğu kadar İslamdı da. Hem de nüfus cüzdanının mezhep kısmına zorla "Hanefi" diye yazdırtacak ölçüde. Kemalist Cumhuriyetin dincilere baskısı, tamamen dini devletin tekeline alma çabasının ürünüdür, yoksa aydınlanmacı bir ideolojinin değil. Kaldı ki, Kemalist iktidar yalnızca sunni inançlı kesimleri değil, alevi inançlı kesimleri de baskı altında tutmuş, onların kendi ibadetlerine izin vermemiştir. Kemalist Cumhuriyet, ordu ve din de dahil olmak üzere kadim Osmanlı'nın tüm mirasını devralmış, aslında genç değil, kadim bir devlettir. 5. Kemalist Cumhuriyeti kuranlar ve bugünlere kadar getirenler, halkla hiçbir zaman kaynaşmayan, işçileri ve köylüleri küçümseyen elitler tabakasıdır. Bu tabaka, işçilerin ve köylülerin aşırı sömürülmesi, kanının emilmesi sonucu palazlanmıştır. Kemalist iktidar, 1960'lara kadar işçi sınıfının yasal ekonomik örgütlenmesine bile izin vermemiş, "milletin efendisi" köylüyü bir yük hayvanı derekesinde insafsızca sömürmüştür. Bu mirasın temsilcisi CHP'nin köylük bölgelerden hiçbir zaman yeterli oyu alamamasının en önemli nedeni budur. 6. Kemalist ideoloji, "inkılapçı" değil, tipik muhafazakâr bir ideolojidir. Kendi devletini ve ideolojik hegemonyasını kurduktan sonraki tüm çabaları, hayatı dondurmak ve değişim yolundaki her gelişmeyi engellemek yolunda olmuştur. Kemalistlerin "inkılap" dedikleri, kendi karşıdevrimci hegemonyalarını, tüm iktidarlar gibi, bir yandan baskı, diğer yandan rıza yoluyla sağlama almaktan ibarettir."sosyalist" gün zile'nin belgelediği ve özetlediği kemalizmin 6 okunun numeninde bunlar yatar Alıntı
Φ Lilith Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 8 Ekim , 2007 bi de şu tarih boyunca devlet kuramamış etnik gurup da kim..?sana kaç kez belgelicez kürt "ulusunun"sonuncusu sovyetlerdeki "kızıl kürdistan" olmak üzere tarih boyu kurdukları devletleri... olmadı cyrano hani çok iyi biliyodun tarihi... hoşçakalasın... bi daha değeri olmayan emek üretmek istemiyorum..kendi imkanlarınla öğren tarihi. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2007 iyi arkadaşım Cyrano tarih bilmiyorsa. Senin bildiğin tarihi görelim. Senin "cevap" dediğin yazılar kopyala yapıştırdan ibaret. İnternetten kopyalayıp buraya yapıştırmak tarih bilgisimi oluyor? Daha senin bir yazını okumak şerefine erişemedimki arkadaşım. Varsa yoksa copy-paste. Arkadaş ama gördüm gördüm de. Dinci bir internet sitesinden yazı kopyalayarak tartışan bir sosyalist hiç görmedim kusura bakma. Sovyetler Birliği'nin Anadoluda toprakları vardı sanırım. Anadoluda bir kürt devleti kurulmuş olsun. "kızıl kürdistan devleti" sovyetler birliği tarafından kurulmuş bir devletçik kaç yıl yaşamıştı 1 mi 2 mi ? beşte benden olsun deki 7 yıl yada 10 yıl Yani arkadaşım her internetten kopyalanan şey bir kaynak ve ispat olsaydı ohoo. İnsanlar ne uğraşacaktı düşünmeye yazmaya. Ben şimdi istesem onlarca sayfa copy-paste yaparım buraya. Altına da yazarım. Bak nasıl ispatladım diye. "Kemalist diktatörlük" gerici ayaklanmaları bastırdıda. Sanki sosyalistler ülkelerinde gerici ayaklanmaları çiçekle karşıladı. Atatürk Çin veya sovyetler in onda biri kadar sert yaklaşşaydı ayaklanmalara tarihimiz farklı olurdu. Ama olurmu dünyanın bilmem neresindeki bir gerici ayaklanmanın bastırılması ilerici tarihsel misyon. Kendi ülkesinde "şeriat isteriz" diye ayaklanan bir şeyh bo zuntusunun ayaklanmasını bastırmak faşizm. Birde bir insan hem sosyalist olup, hem nasıl başkasını "tek parti diktatörlüğüyle" suçla onuda akıl zihin almaz. Çok partili sosyalist ülke görülmüş gibi sanki İnsan birazcık savunduğu ideolojinin penceresinden bakabilmeli dünyaya. Tabi onun yerine, copy-paste ile tartışmaya çalışmak anlamsız. 60'larda maoist, 70'lerde enver hocacı, 90'larda ateşli Kemalist, 2000'lerde anarşist takılan Gün Zileli gibi adamların yazılarını kopyalayarak tartışmamalı. Bu mantık, alır Fransız İhtilali'ni ihtilal şartlarına bakıp "gaddarlıkla faşizmle " itham eder. Tabi nesnel şartları ve konjonktürü göz önünde bulundurmak gibi elzem olan açılar hikaye olur. Çünkü slogan atmak kadar tatlı bir şey yoktur bu mantık için. Çöken bir imparatorluğun küllerinden bir cumhuriyet kurmak ve devrim sürecini hiç hesaba katmadan. Sanki 50 yıllık demokrasi ve cumhuriyet mirasına sahip bir ülkede liderlik etmiş gibi Atatürk'ü yargılayabilir. Avrupa'nın en gelişkin ülkelerinin birer birer faşist, falanjist, kralcı, yada koyu merkeziyetçi rejimlerin hakimiyetine girdiği, dünyanın ikinci büyük savaşla darmadağan olduğu yıllar için Kemalistler'e "tek parti diktatörlüğü" eleştirisi yapabilir. Zira, dünya savaşı, dünya siyaseti falan hikayedir. Ve sanki Kemalistler'İn iktidarda kaldığı yıllar Dünya'da demokrasi rüzgarları estiği yıllardır. Ha aynı kişiye sorsan o yıllarda, devlet memuru olarak çalışan her iki kişiden birisinin idam edildiği. Ülkedeki tek parti olan Komunist Parti'nin tüm üst yönetiminin bir kişi tarafından idam edildiği, ölmek için komşunun "hain olduğundan şüpheleniyorum" demesinin yeterli olduğu. 8 milyon insanın sürgüne gönderildiği Sovyetler Birliği'ni öve öve bitiremez. Gerçekten anlaşılması mümkün olmayan bir mantıktır. Diyorum ya, insan biraz ideolojisinin pencereinden bakmalı diye. Hayır komedi dahada ileri gidiyor.Bir Marksist bir liderden bahsederken "O'nun dini inançlara saygılı olmadığı" ile eleştiriyor Dini "halkların afyonu" olarak gören bir ideolojiyi savunduğunu söyleyen kişinin bir lideri "dini inançların yaşanmasına izin verememekle" itham etmesi ? Bunuda mantığın alması imkansız. daha bitmedi. Yine bir Marksist bir iktidarı "burjuvalara varlık vergisi getirip, ödemeyenleri cezalandırdığı için" yargılıyor. Savaş yıllarında halk ekmeği bile karneyle alırken, karaborsacılıkla, kaçakçılıkla, rantla büyük vurgunlar vurmuş yerli ve yabancı burjuvalara getirilen varlık vergisi (burjuvaların çoğu gayri müslüm olduğu için ülkede, sanki sadece azınlıklara getirilmiş gibi sunmakta ayrı kurnazlık ) ve ödemeyenlere verilen cezalar bir Marksist için "zorbalık" oluyor:) Yani ne diyeyim şimdi akılmı alır bunu mantıkmı alır? Burjuvalara uygulanan "zorbalığa" isyan eden bir Marksist Bu mantık, hangi bilim adamının anadoluda veya mezopotamyada tarihte bir kürt devleti kurulduğunu söylediğine bakmadan. İnternette indymedia gibi herkesin yazabildiği sitelerde okuduklarını alıp. "Bakın kurulmuş aha ispatladım" diyerek öne sürebilir. Tabi sosyalistlerin bilimsel bakışı falan hikaye olur. Sanırım boğaziçi üniversitesi artık baya kalitesini kaybetmiş. Zira bilimsel bakışı veremiyor galiba. En basiti dünyada onlarca saygın bilim ve tarih kuruluşunun internet sitelerine bakıp, devlet kronolojilerinde hiçbir kürt devletinin adının geçip geçmediğine bakmak yerine. İnternette propaganda tarihi yazma amaçlı herhangi bir bilimsel temelden yoksun yazıları kopyalayıp "belgeledik" diyebilmek ? Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 12 Ekim , 2007 Bu mantık, hangi bilim adamının anadoluda veya mezopotamyada tarihte bir kürt devleti kurulduğunu söylediğine bakmadan. İnternette indymedia gibi herkesin yazabildiği sitelerde okuduklarını alıp. "Bakın kurulmuş aha ispatladım" diyerek öne sürebilir. Tabi sosyalistlerin bilimsel bakışı falan hikaye olur. Sanırım boğaziçi üniversitesi artık baya kalitesini kaybetmiş. Zira bilimsel bakışı veremiyor galiba. En basiti dünyada onlarca saygın bilim ve tarih kuruluşunun internet sitelerine bakıp, devlet kronolojilerinde hiçbir kürt devletinin adının geçip geçmediğine bakmak yerine. İnternette propaganda tarihi yazma amaçlı herhangi bir bilimsel temelden yoksun yazıları kopyalayıp "belgeledik" diyebilmek ? Sayın Cyrano... Söylediklerinize pek bir şey eklemeye gerek yok aslında. Sanırım "Atatürk'e Saldırmak" alışkalık haline getirildiği için, Saldıran kimseler artık sırf laf olsun diye saldırıyor... Forumda örnekleri çoktur... Gerçek hayatta da çoktur... Boğaziçi Üniversitesi hakkında: Bilirsiniz, her üniversitenin görevi bilim üretmektir... İki sene önce kadar, bir yılda en az makale yayınlayan üniversite ("üniversitelerden birisi" değil, "tek üniversite") olduğu açıklanmıştı... Adı var, ancak bilim'den eser yok... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.