Φ ByRiverRed Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Henüz yirmi yaşında bile değildim. Haruniye'nin meşhur kaplıcasına gidiyordum. O zamanlar, her şoför, bu dağlık arazinin kıvrım kıvrım yollarına girmeye cesaret edemiyordu. Biz bir kamyonet bulduk ve birkaç aile yataklarımızı ve diğer eşyalarımızı yerleştirip üzerlerine kurulduk. Bir süre sonra yeşilin her tonunun muhteşem bir güzellikle sergilendiği dağ yollarındaydık. Ağustos böceklerinin monoton nağmelerini dinleyerek pırıl pırıl, capcanlı çamların arasında arkamızda bir toz bulutu bırakarak ağır ağır tırmanıyorduk. Allah'tan ki karşımızdan başka araba gelmiyordu. Çünkü yolun bazı yerleri iki arabanın sığamayacağı kadar dardı. Hattâ bazı virajlarda, kamyonet tekerinden fırlayan taşlar, atlaya zıplaya derenin dibini buluyordu. Nihayet zorlana zorlana uzun yokuşu bitirmiş olan arabamız, düze çıkmıştı. Biraz sonra da iniş başlayacaktı. Ben çok sevdiğim bu manzaranın ve dolayısıyla da yolculuğumuzun hiç bitmemesini istiyor, temiz dağ serinliğini doyasıya ciğerlerime çekiyordum. Bu arada gözüme enteresan bir şey ilişti. Hayret içindeydim, bir daha baktım, bir daha, bir daha ve şöyle haykırmaktan kendimi alamadım: - Aman Allahım, çama bakınız! Sipsivri bir kayanın tepesinde kök salmış, bir avuç toprak bile yok." Ben böyle sesli düşünürken, karşımda oturan yaşlıca adam, biraz da benim hayretime kızgın olarak sordu: - Ne var bunda? Çoktur buralarda böyle ağaçlar..." - Ne var olur mu? Şu Allah'ın kudretine bakınız! Koskocaman bir kayanın zirvesinde pırıl pırıl ve bakımlı bir güzelim çam ağacını yaratmış..." -Hadi canım sende! Bunun Allah'la ve O'nun kudretiyle ne ilişkisi var?" - Peki ama, nasıl olur başka türlü? Kim o çamı o en olmayacak yerde bitirmiş olabilir?" - Hiç kimse evlât... Niçin illâ da biri yaratmış olsun yani? Bunlar hep geri ve ilkel düşüncelerdir." - Ama Allah o çamı orada yaratıp yetiştirmediyse, kim yaptı bu işi?" -Meselâ şöyle düşün: Bir kuş, ağzında bir çam tohumu ile uçarken, tam bu kayanın üzerine gelince, ağzından düşürmüştür. Düşen tohum da kayanın bir kırık tarafına takılıp kalır ve oradaki toprağa kök salar. Sonra da kayanın altına giren kökleriyle böyle gelişip serpilir." - Olay sizin dediğiniz gibiyse bile, bütün bunları yapıp yaratan yok mu?" - Yok tabiî... Yaratıcı diye bir şeye inanmak, bu devirde çok ayıptır. - Yaşınız başınızla bunu nasıl söylersiniz? Ben size bu konuda birçok misal söyleyebilirim." Bu şekilde devam eden konuşmamız hemen münakaşaya döndü ve tabiî seslerimiz de yükseldi. Adam bağırdıkça ben de sesimi yükseltiyordum. Bizi sessiz dinleyen diğer yolcular da zaman zaman münakaşaya katılıyorlardı. Fakat halinden okumuş bir kimse olduğu sezilen bu yaşlıca adamdan başka hiç kimse, Allah'ı inkâr etmiyordu. Ama bir an önce de münakaşayı bitirmemizi ve susmamızı istiyorlardı. Bu sırada araba yavaş yavaş hızlanmaya başladı. Derken belki yüz metre aşağılarda ip gibi uzayıp giden Ceyhan nehrine kadar tekerleklerden fırlayıp giden taşlar, bizi şaşkına çevirdi. Bir an sessizlikle herkes birbirine bakışırken, şoför başını uzatıp, "Fren patladı!" dedi. Sağ yanımız yokuş aşağı çamlarla kaplı bir bayırdı. Bu yokuşun sonunda Ceyhan nehrinin kayalara çarptıkça köpüklenen suları görünüyordu. Sol taraf ise, yalçın kayalıklarla kaplı bir yamaçtı. Birkaç saniyelik şaşkınlık geçer geçmez, herkes çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Kimisi şehâdet getiriyor, kimisi besmele çekiyor, kimisi de "Allah" diye bağırıyor, kendince dualar edip yalvarıyordu. Allah'a inanmadığını söyleyen yaşlı zat da, adetâ kendinden geçmiş, "Allahım!..." deyip duruyordu. Ama bu durum, fazla sürmedi. Çünkü, bizim bütün şaşkınlığımız ve hayretimiz arasında araba yavaşlamaya başladı ve biraz sonra kenara yanaşıp durdu. Durur durmaz da her kafadan bir ses yükselmeye başladı: - Yahu bu ne biçim iş?" - Hani fren patlamıştı?" - Ödümüz patladı!" - Şaka mıydı yoksa?.." Şoför yerinden çıkıp yanımıza yaklaştı ve benim biraz önce münakaşa ettiğim yaşlıca adama dönerek dedi ki: -ÊSen utanmıyor musun, Allah yoktur demeye? Biraz önce yoktur dedin, sonra da fren patladı sanınca, herkesten fazla Allah diye bağırdın. Yoksa, niçin O'nu yardımına çağırıyorsun?" Sonra da bize dönerek: - Kusura bakmayın, fren miren patlamadı. Ben münakaşanızı duyunca, şu adama bir ders vermek istedim," diyerek tekrar direksiyona geçti. Araba yürüdüğünde sadece Ağustos böceklerinin sesleri vardı. Herkes susmuş; yaşlıca adam ise, yüzü kıpkırmızı, düşüncelere dalmıştı... Kaplıcaya gelip de eşyalarımızı indirdiğimiz zaman bana yaklaşarak: - Oğlum, senden özür dilerim; bunca yıldır inanmadığımı sandığım Allah'a meğer ben inanıyormuşum da haberim yokmuş... Bunu öğrenmeme sebeb oldun. Şoför efendi, sana da çok teşekkür ederim, bana inancımın farkına varacak imkânı sağladın," dedi. * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * Bir Doçent Hanımla bu konuda sohbet ediyorduk. Bir ara dedi ki: "- Biliyor musunuz, ben de lise yıllarımda ateist idim. Paris'te okuyordum ve dinimiz hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Müthiş bir ateist olan felsefe hocamız, bütün sınıfımızı etkilemiş, hepimizi inançsızlaştırmıştı. Bilhassa son sınıftayken ben, ateizm hakkında ateşli nutuklar atardım. Fakat, çok ilginçtir, her konuşmamdan sonra, içimi müthiş bir pişmanlık kaplar ve ister istemez içimden "beni affet, beni affet" diye geçirirdim. Ama kim affedecekti, onu bir türlü söyleyemiyordum. Yani "Allah'ım, beni affet" diyemiyordum. Bunu söylesem bizim ateistlik iddiamız çürümüş olacaktı. Onun için sadece "beni affet!..." diyebiliyordum. Zor zamanlarda, bilhassa imtihanlarda arkadaşların çoğu kiliseye gidip mum yakarlardı. Zaten hemen hemen hepsi temelde hıristiyandı. Güya ben müslüman asıllı idim ama söylediğim gibi İslâmiyet hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Onun için ben de onlar gibi zaman zaman kiliseye gidip mum yakardım. Lise bitirme imtihanlarında çok zorlanmıştım. O günlerde hıristiyan arkadaşlar gibi ben de kiliseye gidip mum yakıyordum ve başarılı olmam için dua ediyordum. Güya inançsızdım ama, kiliseye gidip mum yakmaktan da kendimi alamıyordum. Bu sebeble de diğer arkadaşlarıma karşı bir mahcubiyet duyuyordum, utanıyordum. Çünkü onlar inançsızlıklarında daha samimi görünüyorlardı. İnançsızların en samimi görünenlerinden başı çeken sınıf arkadaşım olan Macar Büyükelçisinin kızıydı. Bir gün beni kilisenin önünde görünce, çok utandım, ama dürüst davrandım. Çünkü, orada ne aradığımı sorunca, kiliseye mum yakmak için geldiğimi söyledim. O da bana şöyle dedi: "- Rica etsem, iki mum da benim için yakar mısın?" Hayret içinde kaldım, çok şaşırdım. Ama isteği gayet ciddi idi. Arzusunu yerine getirdim. Fakat o andan itibaren de ateistlerin hiçbir zaman samimi olmadıklarını, içlerinde daima gizli ve örtülü bir inancı taşıdıklarını anladım. - Peki, inançsızlıktan nasıl kurtuldunuz? Allah'ı nasıl buldunuz?" - Söylediğim gibi, ne zaman Allah'ı inkâr eden konuşmalar yapsam, içimde müthiş bir korku duyuyordum. Bu o kadar ağır bir korku idi ki, sonunda dayanamayarak, "beni affet" demekten kendimi alamıyordum. Büyük bir pişmanlıkla, "beni affet, beni affet" dedikçe içimde nisbeten bir rahatlama duyuyordum. Daha sonraları ise, şöyle düşündüm: Eğer Allah yoksa içimdeki bu müthiş ve dayanılmaz korku nedir, nereden ve kimden geliyor? Ben niçin korkuyorum. Hiç olmayan bir şeyden korkulur mu? Yoktan korkulmayacağına göre, demek ki vardır, dedim. Evet, bir süre sonra vardır dedim ve kurtuldum. Şimdi içim rahat, çok şükür, eksiğimi tamamladım, içim bütünlendi." Vehbi Vakkasoğlu, (Öğretmenin Not Defteri - 4'ten) Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 İnsan korku ile yoğrulmuştur. Çünkü biz vahşet ve acımasızlıkla işleyen bir doğadan çıkıp geliyoruz. Bu yüzden çoğumuz hâlen doğadan korkarız. Doğayı bu kadar hırpaladığımız ve tırpanladığımız halde yine talan etmeye devam ediyoruz. Çünkü bu korku genlerimize kadar sinmiş. Bundan yakın bir zamanda kurtulacağımız da beklenmiyor. Karanlıktan korkarız. Çünkü ilkel atalarımız gece olunca ağaçlara ya da yüksek kayalıklara sığınıyorlardı. Bunun nedeni, gece dolaşan ve gözleri karanlıkta iyi gören korkunç yırtıcılardı. Uykusunda biri ağaçtan düştüğü zaman karanlıkta korkunç homurtular ve iç parçalayan çığlıklar yankılanıyordu. Bu yüzden hâla uykumuzda düştüğümüzü sanarak sıçrarız. Yırtıcılar içerisinde en çok ağaçlara tırmanabilenlerden korkarız. Küçücük kedilerden bile bu yüzden insanların büyük bir kısmı hâlen korkmaktadır. Yılanlar da en çok korkulan yaratıklar arasındadır. Çünkü atalarımız sayısız kez büyük bir yılan tarafından yavaş yavaş yutulan bir yavrularının çaresiz bakışlarını dehşetle izlemişlerdir. Böyle bir doğadan evrilerek gelen insanın korku duygusunu içinden atamaması kadar doğal bir durum olamaz. Bu yüzden bu korkuyu sömürmek ve çıkarları için kullanmak isteyenlerin olması da son derece doğaldır. Tarih korku imparatorluklarının öykülerinden ibarettir. Ancak bazen bir avuç yürekli insan korkulara pabuç bırakmaz. Çünkü korkunun esiri olunduğu an her şeylerini kaybedeceklerini bilirler. Korku, kaybetmek istemedikleri hiçbir şeyi sonsuza kadar korumalarını sağlamaz, bunu anlarlar. Tarihi değiştirenler onlardır… Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 İnsan korku ile yoğrulmuştur. Çünkü biz vahşet ve acımasızlıkla işleyen bir doğadan çıkıp geliyoruz. Bu yüzden çoğumuz hâlen doğadan korkarız. Doğayı bu kadar hırpaladığımız ve tırpanladığımız halde yine talan etmeye devam ediyoruz. Çünkü bu korku genlerimize kadar sinmiş. Bundan yakın bir zamanda kurtulacağımız da beklenmiyor. Karanlıktan korkarız. Çünkü ilkel atalarımız gece olunca ağaçlara ya da yüksek kayalıklara sığınıyorlardı. Bunun nedeni, gece dolaşan ve gözleri karanlıkta iyi gören korkunç yırtıcılardı. Uykusunda biri ağaçtan düştüğü zaman karanlıkta korkunç homurtular ve iç parçalayan çığlıklar yankılanıyordu. Bu yüzden hâla uykumuzda düştüğümüzü sanarak sıçrarız. Yırtıcılar içerisinde en çok ağaçlara tırmanabilenlerden korkarız. Küçücük kedilerden bile bu yüzden insanların büyük bir kısmı hâlen korkmaktadır. Yılanlar da en çok korkulan yaratıklar arasındadır. Çünkü atalarımız sayısız kez büyük bir yılan tarafından yavaş yavaş yutulan bir yavrularının çaresiz bakışlarını dehşetle izlemişlerdir. Böyle bir doğadan evrilerek gelen insanın korku duygusunu içinden atamaması kadar doğal bir durum olamaz. Bu yüzden bu korkuyu sömürmek ve çıkarları için kullanmak isteyenlerin olması da son derece doğaldır. Tarih korku imparatorluklarının öykülerinden ibarettir. Ancak bazen bir avuç yürekli insan korkulara pabuç bırakmaz. Çünkü korkunun esiri olunduğu an her şeylerini kaybedeceklerini bilirler. Korku, kaybetmek istemedikleri hiçbir şeyi sonsuza kadar korumalarını sağlamaz, bunu anlarlar. Tarihi değiştirenler onlardır… Bugün burada mücadele veriyosunuz Sayın Demirefe, Hz. Muhammed'e karşı... 1400yıl önce yaşamış birisine karşı... Sizce o da "Tarihi Değiştiren" bir şahsiyet olarak Söylediğiniz özelliklere sahip birisi midir? Alıntı
Φ ALLAH´IN KULU Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Bugün burada mücadele veriyosunuz Sayın Demirefe, Hz. Muhammed'e karşı... 1400yıl önce yaşamış birisine karşı... Sizce o da "Tarihi Değiştiren" bir şahsiyet olarak Söylediğiniz özelliklere sahip birisi midir? mücadelemiz 1400 sene öncede vardi, bugünde var, yarinda olacak. *** Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Evet, Muhammed tarihi değiştiren şahsiyetlerden biridir. İnandığı dava uğruna korkmadan her şeyi göze almış mıdır, evet, almıştır. Görüşüm bu yönde. Ben burada hiç bir zaman onun yalancı ve sahtekar olduğunu iddia etmedim. Her insan gibi zayıf yönleri vardı, zamanı için iyi olanı, iyi niyetle yapmaya çalıştı. Zamanı için geçer akçe olan değerler ölçüsünde, hatta onları biraz daha ileri de taşıyarak bir sistem getirdi. İnsanlara söylediklerine kendisi de inanıyordu. Kısmen rüyalar, kısmen kendi hayalleri ile ve belki ileri safhada görmek istediği şeyleri görerek (bunun bir tür paranoid şizofreni olduğunu iddia etmek istemem, çünkü bu, yaşayan bir insan üzerinde bile uzman tanısı gerektirir) bir öğreti kurdu. Günümüzde de cin öyküleri ile büyüyen insanların açıkça cin gördüklerini iddia etmeleri bir gerçektir. Benim hep savunduğum, eğer geçmiş yorumlarım dikkate alınırsa, ideolojisinin ebedi geçerliliği olamayacağı, dolayısıyla bugün geçerliğini çoktan yitirdiğidir. Bunun haricinde tarihi bir şahsiyetle bir alıp veremediğim yoktur... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Evet, Muhammed tarihi değiştiren şahsiyetlerden biridir. İnandığı dava uğruna korkmadan her şeyi göze almış mıdır, evet, almıştır. Görüşüm bu yönde. Ben burada hiç bir zaman onun yalancı ve sahtekar olduğunu iddia etmedim. Her insan gibi zayıf yönleri vardı, zamanı için iyi olanı, iyi niyetle yapmaya çalıştı. Zamanı için geçer akçe olan değerler ölçüsünde, hatta onları biraz daha ileri de taşıyarak bir sistem getirdi. İnsanlara söylediklerine kendisi de inanıyordu. Kısmen rüyalar, kısmen kendi hayalleri ile ve belki ileri safhada görmek istediği şeyleri görerek (bunun bir tür paranoid şizofreni olduğunu iddia etmek istemem, çünkü bu, yaşayan bir insan üzerinde bile uzman tanısı gerektirir) bir öğreti kurdu. Günümüzde de cin öyküleri ile büyüyen insanların açıkça cin gördüklerini iddia etmeleri bir gerçektir. Benim hep savunduğum, eğer geçmiş yorumlarım dikkate alınırsa, ideolojisinin ebedi geçerliliği olamayacağı, dolayısıyla bugün geçerliğini çoktan yitirdiğidir. Bunun haricinde tarihi bir şahsiyetle bir alıp veremediğim yoktur... Açıkçası sizden bu cevabı bekliyordum... Ve bir ayraç: Sigmund Freud koyu bir Ateist idi ancak soyu İbrani/Yahudi idi. Hatta hayranı olduğu kahramanlar Efsanevi İbrani/Yahudi kahramanları değil Aksine diğer milletlere dair Efsanevi kahramanlardı. Ve öyle ki karısı İnançlı bir Yahudi olduğu halde Freud belki de bir psikoloğa yakışmayacakta olsa Evinde Yahudiliğe dair dini ritüelleri koyu bir inatla yasaklamıştı. Ki buna "İbadet Özgürlüğünü Yasaklamak" açısından da bakabiliriz. Ancak şu var ki; Freud Yahudi İnancına sahip olmamasına ve hatta ömür boyunca Büyük bir tutarlılıkla bu inancı reddetmesine rağmen, Hayatında yazdığı en son kitabını "Psikoloji" ile ilgili değil de "Musa'ya Duyduğu Hayranlığı" dile getirmek için yazmıştır... Ben bir Ateist değilim ve Freud gibi bir tanım olmayacak Ancak Hz. Muhammed'in büyük bir önder Ve zamanının koşulları göz önüne alınırsa bir devrimci olduğunu düşünüyorum. Bu söylemime tepki olarak "Nasıl devrimci ya hu?!" demeden önce "Devrim" kelimesini o dönem için yorumlarken Bugünkü anlamı ile de ele alamayacağımızı belirtmek isterim. Saygılarımla... Alıntı
Φ Sevket63 Gönderi tarihi: 16 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 16 Eylül , 2007 ALLAH,var diyorlar.MELEK, var diyorlar.CIN var diyorlar. hani nerde.ben goremiyor demi o zaman biri cikacak ve diyecek ben bu senin goremediklerinde kalkip devrim yapacam dunyayi sarsacam dunyanin atlini ustune getirecem inancta devrim ha ben ona gulerim ne devrim ama halen devam ediyor yer sarsintilari gibi bu devrim degildir bu bir ask tir bu bir sevgidir bu bir muhabetir kimin mi yartilanin yaraticisina olan muhabeti varsa basiret 1,2,3 hepsini goreceksin Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.