Gönderi tarihi: 24 Ağustos , 2007 17 yıl PKK’NIN 23 YILLIK SÜRECİNE BİR BAKIŞ!.. NEREDEN NEREYE?.. PKK ŞİDDETTEN VAZGEÇEBİLİR Mİ?.. Geçen hafta PKK, 15 Ağustos’un (kan dökmeye başlamalarının) 23. yıldönümü kutlarken, örgütün yayın organlarına “gurur, onur, kahramanlık, başarı, coşku” gibi kavramlar yoğun şekilde yansıdı. “PKK, 23 yıllık süreçte nereden nereye geldi?” Bu sorunun cevabını, şöyle bir irdelemek istiyorum. PKK şiddeti, 1984 ila 2007 tarihleri arasında çoğunluğu Kürtlerden oluşan 35 bini aşkın insanın canına mal oldu. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Şubat 1999'da yakalanmasından altı ay sonra örgüt, bir ateşkes ilan etti ve silahlı kadroların dağıtılacağını açıkladı. Fakat PKK ortadan kaybolmadı. Kadrolarını Türkiye'den Kuzey Irak'a kaydırdı. PKK adını, KADEK olarak değiştirdi ve eylemlere son verdiğini ve demokrasiden yana bir gündemi olduğunu ilan etti. PKK şiddetinin sona ermesiyle birlikte, sükunet, huzur ve güven hakim olunca Türkiye’de, demokrasi alanında çok önemli reformlar yapıldı; Kürtçe yayın ve eğitime izin verildi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırıldı, Olağanüstü Hal Uygulaması sona erdi, Kürtçe kurslar açıldı, Devletin televizyon kanalında belli saatlerde Kürtçe yayın başladı. Parlamento, kamuoyunun ezici çoğunluğunun Abdullah Öcalan'ın asılmasını istemesine rağmen idam cezasını kaldırarak Öcalan'ın hayatını bağışladı. Ağustos 2003 tarihinde bir Af Kanunu çıkartılarak, örgüt kadrolarına PKK'dan ayrılarak demokratik hayata yeniden başlamaları için çok önemli bir şans verildi. Ancak bugün resim çok farklıdır. PKK, 1 Ekim 2006 itibariyle ateşkes ilan ettiğini açıkladı. Ancak bu karar, uluslararası toplum tarafından inandırıcı bulunmadı, çünkü ateşkesten sonra da örgütün eylemleri sürdü ve halen de sürmekte. PKK'nın bombalama, mayınlama eylemleri sonucunda çok sayıda sivil ve güvenlik mensubu hayatını kaybetti, kaybediyor. PKK saldırıları Türkiye'de kamuoyunun sert tepkisine neden oluyor. İlk olarak Türkiye kamuoyu, çoğu Kuzey Irak'tan gelen PKK şiddetindeki canlanmadan Washington'u sorumlu tutuyor. Tek başına bu faktör, ABD-Türkiye ilişkilerine zarar veren en önemli etkendir. İkincisi, PKK'nın Avrupa'daki geniş destek ağından yararlanmasından dolayı, Türkiye kamuoyunun büyük bir bölümü Avrupa'yı, Türkiye aleyhtarı teröre yardım ve yataklık yapmakla suçluyor. Bu tarz bir algılama, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine de zarar veriyor. PKK'yı anlamak için, 1973 yılından itibaren örgütü tanımlayan özellikleri hatırlamak gerekir. İlk olarak, örgüt, bir kişi kültüdür. PKK üyeleri ve sempatizanları, Öcalan'a, Kürtçe ‘amca’ anlamına gelen "Ape" derler. Öcalan bilinçli olarak bu kültü güçlendirmiştir. Abdullah Öcalan, Turkish Daily News Gazetesi’ne (10 Ocak 1998) yaptığı açıklamada; "Herkes benim yaşama biçimime bakmalıdır. Benim yemek yeme, düşünme biçimim, talimatlarım, hatta hareketsizliğim bile dikkatle incelenmelidir. Bunlarda birçok neslin alacağı dersler vardır, çünkü Apo büyük bir öğretmendir" diyor. PKK mensupları çoğunlukla kendilerine "Apocu" derler, bu şekilde, Öcalan'ın, grubun kimliğini ve kaderini belirlemekteki merkezi rolünü vurgulamış olurlar. İkincisi, 1970'lerde prestijli Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde (Mülkiye) okurken Öcalan, o dönemde birçok entelektüelin benimsediği Maoizm'den etkilenmişti. Öcalan, Türkiye'nin Marksist-Leninistlerini çok yumuşak buldu. Zamanla çevresindeki hiçbir şeyin yeterince iyi olmadığına, çünkü bunların kapitalist ve emperyalist olduğuna ikna oldu. Politikası, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yetişmiş olmasından kaynaklanan kırsal feodal değerleri ve Ankara'da iken geliştirdiği, köylülerle ilgili Maoist takıntıyı yansıtıyordu. Öcalan, Mülkiye'den 1978 yılında ayrıldı ve PKK'yı kurdu. Grup "Kürtlere yönelik baskıcı sömürüyü kınadı" ve Türkiye'deki sistemi devirmek için devrim çağrısında bulundu. PKK, Güneydoğu Anadolu’da Marksist-Leninist çizgide yönetilecek "demokratik ve birleşik bir Kürdistan" kurmak istiyordu. O dönemde Türkiye'de işçi sınıfı olmadığı için, devrimin esas gücü, bir işçi-köylü ittifakı olacaktı. Öcalan'ın liderliğinde, köylüler "halk ordusunun ana gücü" olacak ve bu da Öcalan'a arttırılabilir bir insan gücü kaynağı sağlayacaktı. Zamanla bu vizyonun bir sonucu olarak 30 binden fazla Kürt köylüsü hayatını kaybetti. Üçüncüsü, PKK, Kürt ulusal mücadelesini tekeline almak istiyor. Öcalan, onun operasyon sahası olan Türkiye'nin doğusunda başka bir Kürt solcu veya milliyetçi grubun faaliyet göstermesini hoş görmedi. Bütün Kürt rakiplerini faşist olarak nitelendirdi ve onları ortadan kaldırmak üzere hareket etti. 1970'lerin sonlarında, PKK, Devrimci Halkın Birliği, Halkın Kurtuluşu, Devrimci Doğu Kültür Derneği (DDKD)'ni büyük oranda yok etti. Öcalan yalnızca şiddete dayanan grupları değil, aynı zamanda Kürdistan Sosyalist Partisi(PSK) de dahil, barışçı Kürt siyasi grupları ortadan kaldırarak, birçok alanda Kürtlerin barışçı siyasi eylem umutlarına son verdi. Ayrıca Türkiye ile aidiyet bağı kuran Kürtleri de hedef aldı. 1979 yılında PKK, tanınmış muhafazakar Kürt politikacısı ve Türkiye'nin doğusunda zengin bir toprak sahibi olan Mehmet Celal Bucak'ı öldürerek ulusal çapta adını duyurdu. PKK'lılar Bucak'ı, "köylüleri sömüren biri" olarak kınıyorlardı. Bucak, bu şekilde öldürülen birçok Kürtten birisi oldu ve bu eğilim devam etti. Örgütten toplu kopmalar ve örgüt içi infazlar aralıklarla sürdü. Çok sayıda örgüt sorumlusu Abdullah Öcalan veya PKK yönetimi ile aynı görüşü paylaşmadığı anda öldürüldü. PKK-Vejin hareketi ve Mehmet Şener ilk örneklerden… Son olarak Osman Öcalan ile birlikte örgütün önde gelen çok sayıda ismi PKK’dan ayrılarak PWD’yi kurdular. Ancak Engin Sincer, Ramazan Topbaş, Kani Yılmaz ve Hikmet Fidan’ın PKK tetikçileri tarafından öldürülmeleri, muhalif Kürt grupların yeniden sessizliğe bürünmelerine neden oldu. Dördüncüsü, PKK yabancı patronlara bağımlıdır. Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği ve onların Suriyeli taşeronları grubun finansmanını karşılıyordu. Sovyet ajanları PKK kadrolarını, Şam ve Lübnan'da olmasına rağmen Suriye'nin kontrolünde bulunan Bekaa vadisinde eğitti. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, Öcalan, PKK söyleminin Marksist bileşenine büyük Kürt milliyetçiliği ve daha muhafazakar Kürtlere hitap eden İslami bir cilayı da dahil etti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra PKK güvenli bir barınak bulmak için Yunanistan'a ve Kuzey Irak'ın Kürtlerin yönetiminde olan bölgelerine yöneldi. Yunan hükümeti PKK teröristlerinin, Atina'nın dışındaki Lavrion mülteci kampına sızmalarına izin verdi. PKK, 1991 yıllarından sonra Irak diktatörü Saddam Hüseyin'in bölgede kontrolü kaybetmesi üzerine güvenli bir sığınak olarak Kuzey Irak'a bel bağladı. Türkiye'nin sınır ötesi operasyonları, PKK'nın varlığını azalttı, ancak örgütün Irak’ın kuzeyine yerleşmesine engel teşkil etmedi. Bugün PKK terörüne karşı kayıplar veren İran, Irak ve Suriye, PKK'yı uzun süre Türkiye'ye karşı kullanılacak yararlı bir araç olarak gördüler.. Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından sonra PKK liderliği, Kuzey Irak'ta üslenen üst düzey bir kurmaylar heyetine geçti. Bunlardan en önemlisi grubun yeni şahin lideri ve Öcalan'ın kişi kültünün muhtemel varisi Murat Karayılan'dı. Abdullah Öcalan'ın kardeşi Osman Öcalan, örgüt içinde çoğunluk desteğine sahip değildi, Karayılan'a karşı koymak üzere Yurtsever Demokratik Parti’yi (PWD) kurmak için Ağustos 2004 tarihinde PKK'dan ayrıldı. Fakat bu girişim başarıya ulaşamadı. Bugün PKK'nın silahlı kanadının şefi Cemil Bayık ve mali işler şefi Duran Kalkan, yönetici troykasını oluşturmak için Murat Karayılan'a katıldılar. Ancak Suriyeli Fehman Hüseyin, kendisini ve silahlı kadroları PKK yönetiminden farklı görmeye devam ediyor. Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'de önemli reformlar yapılmasının akabinde PKK ateşkes ilan etti ve kendisini barışçı bir grup olarak yeniden tanımlamaya çalıştı. Fakat barış söylemi, PKK'nın dağ kadrolarının moral düzeylerini düşürünce ve demokratik siyaset, grubun varoluş nedenini aşındırınca, liderler tekrar şiddete yöneldiler. Irak'taki savaş da, PKK'nın Kuzey Irak'taki güvenli barınaklarını muhafaza etmelerine imkan sağladı. PKK, Beyaz Saray'ın terörizmle küresel savaş söylemine rağmen, ABD Merkez Komutanlığı’nın da kendisine karşı harekete geçme arzusu içinde olmadıklarını daha başından sezdi. PKK, güvenli barınaklarını (Irak'taki kampları) şiddet eylemlerini düzenlemek için kullanıyor. Irak'taki isyandan ödünç aldığı teknolojileri kullanarak ve Türk güvenlik güçleriyle temastan kaçınmak arzusuyla, grup giderek artan şekilde, uzaktan kumandalı bombalar, yola döşenen mayınlar ve diğer el yapımı patlayıcı maddeler kullanıyor. PKK'nın Kuzey Irak'ta insan kaynağını barındırması kadar önemli bir gelişme de, PKK'nın mali kaynaklarının Avrupa tarafından temin ediliyor olmasıdır. Avrupa Solu, uzun zamandır PKK'yı destekliyor. Sempatizanlarını Türkiye'den Avrupa'nın güvenli bölgelerine kaçırmak için 1990'larda kurulan bir ağı kullanan örgüt, finansman sağlamak için uyuşturucu kaçakçılığı, AB'ye insan kaçakçılığı ve kadın ticareti alanlarında önemli bir varlık oluşturdu. PKK uyuşturucu ticaretinden önemli kazançlar sağlıyor. BM'nin Uyuşturucu ve Suç Ofisi, Orta Asya, Afganistan ve başka ülkelerden Avrupa'ya uzanan uyuşturucu ticaretinin yılda 5 milyar dolarlık bir hacme sahip olduğunu tahmin ediyor. Avrupalı istihbarat analistlerine göre, bunun yarısı PKK'ya gidiyor. Paris'te bulunan Çağdaş Suç Tehdidini Araştırma Bölümü Müdürü François Haut, PKK'nın, Paris'in varoşlarında satılan narkotiğin yüzde 80'inden sorumlu olduğunu söylüyor. Ayrıca PKK "Avrupa'daki eroinin yüzde 40'ının üretimi ve dağıtımından sorumlu" olarak görülüyor. PKK Avrupa'da yalnızca suç çetelerini yönetmiyor, aynı zamanda propaganda yapıyor ve finansman toplayan şubeler de kuruyor. PKK, silahlı kanadını siyasi kanat ile tamamlamak için Türkiye'deki gerilimden uzaklaşmış, rahatlamış çevrenin de avantajlarından yararlanıyor. 23 Ekim 2005 tarihinde PKK’nın Türkiye’de sözcülüğünü yapan Halkın Demokrasi Partisi’nin (HADEP) üç eski milletvekili, Demokratik Toplum Hareketi'ni kurduklarını açıkladılar ve hareket daha sonra Demokratik Toplum Partisi (DTP) olarak adını değiştirdi. Abdullah Öcalan bu hareketin işlerine yakından müdahale etti. Dahası, Öcalan da örgütün yayın organı Özgür Politika gazetesinde yayımlanan açıklamasında, DTP'nin politikalarının şekillenmesinde rolünün olduğunu kabul ederken, 22 Temmuz genel seçimlerinde bağımsız adaylarla Parlamento’ya giren ve grup kuran DTP Genel Başkanı Ahmet Türk “PKK’ya terörist diyemeyiz” diyerek, bu açıklamayı yalanlamadı. Türkiye kamuoyu, AB’nin terör örgütleri listesinde yer alan PKK'nın Avrupa içinde özgürce faaliyet göstermesini kabul edilemez buluyor. Şiddet eylemlerine son vermeyen PKK’ya yönelik Türkiye kamuoyunun tepkisinin tonu giderek artan biçimde Batı aleyhtarı bir hal alıyor. ABD’nin yanı sıra, Avrupa hükümetlerinin de uzun zamandır PKK ile mücadele etmekten kaçınmaları tepkinin boyutlanmasına neden oluyor. Aralarında Hıdır Yalçın, Zübeyir Aydar, Muzaffer Ayata, Mahmut Kılınç, Nedim Seven, Ali Haydar Kaytan, Canan Kurtyılmaz, Nuriye Kesbir de dahil bir çok PKK lideri Avrupa’da yaşıyor. Türkiye’nin, kırmızı bültenle aradığı Rıza Altun’un Fransa’dan Kuzey Irak’a kaçmasına, Fransız ve Avusturya güvenlik birimlerinin ses çıkarmaması, Avrupa hükümetlerinin terörle mücadele konusundaki samimiyetlerini net bir şekilde ortaya koymuştur. PKK liderlerinin çoğunun İsviçre bankalarında yüklü miktarda paraları olduğu biliniyor. PKK’lılar, Avrupa ülkelerinde haraç alma, adam kaçırma, insan kaçakçılığı ve uyuşturucunun yanı sıra, siyasi kampanyalar yoluyla da para toplama işini koordine ediyorlar. Toplanan paraların büyük bir bölümü Kuzey Irak’taki örgüt kamplarına iletiliyor. Avrupa Birliği, ancak 2002 yılında örgüt ismini KADEK olarak değiştirdiği zaman PKK'yı terör örgütü olarak kabul etti. Nisan 2004'de AB, Kongra-Gel'i de terör örgütü olarak nitelendirdi. Bugün ise, PKK, tüm isimleri ve yan kuruluşları ile birlikte ABD ve AB’nin terör örgütleri listesinde yer alıyor. Buna rağmen, PKK’nın şiddet eylemlerine karşı beklenen tedbirlerin alınmaması, Türkiye kamuoyunun ABD ve AB ülkelerine yönelik tepkisinin artmasına neden olmaktadır. PKK silah bırakırsa, Parlamento’ya giren DTP nefes alacak ve toplumsal sorunların çözümüne yönelik daha rahat politikalar üretebilecektir. Ancak PKK şiddet eylemleriyle buna izin vermiyor. Türkiye’de demokratik reformların önünün açılabilmesi ve güven ortamının yeniden tesisi için PKK’nın silah bırakması şarttır. PKK “Devlet operasyonları durdursun, biz de silah bırakalım” diyor. Böyle bir şart olmaz ve kabul de görmez. Gerçekçi olmak lazım. Sorunların demokratik anlamda çözümü için öncelikle dağdakilerin silah bırakması ve reformların önünü açması gerekir. PKK kendisi dışında hiç kimseyi konuşturmuyor. PKK, sorunun çözümünün sadece kendisinde olduğuna inanıyor, ama yanılıyor. Çünkü şiddet politikasında ısrar ve örgüt içi infazlar PKK’nın sonu olacaktır. Bu noktada Kürtlere büyük görevler düşüyor. Bilmek zorundalar ki, tek başlarına Kürt sorununu çözemezler. PKK’nın yürüttüğü şiddet politikası ve silahlı mücadeleye benzer bir mücadele sonuçsuz kalmaya mahkumdur. O halde Türkiye’de yaşayan Kürtler, çağdaş demokrasi hareketini örgütlemek zorundalar. Çünkü Kürtlerin demokrasiye ihtiyaçları var. Ekonomik açıdan olaylara bakacak olursak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya devlet bir şeyler yapmaya çalışıyor, ama özel sermaye buraya gitmek istemiyor. Bırakın Türk, yabancı sermayedarı, Kürt sermayedar bile PKK şiddeti nedeniyle bölgeye gitmiyor. Son yıllarda PKK yönetimi, durmadan “barış”tan, “demokrasi”den söz etmektedir. Ancak tam bir şeyler yoluna girmişken, demokratik reformlar gerçekleşirken, bölgede huzur ve güven yeniden tesis edilmiş, sosyal ve ekonomik yatırımlara başlanmışken, PKK yönetiminin yeniden silahlı eylemleri tırmandırma kararı alması ve bunu Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarına endekslemesini ciddi olarak irdelemek gerekiyor. PKK, hayatta kalabilmek için müthiş bir tezgah kurmuştur. Aslında PKK yönetimi ve örgütün ipoteği altındaki Kürt siyasetçilerinin birçoğu, müebbet hapse mahkum edilmiş bir kişiyle sorunların çözülemeyeceğini, Abdullah Öcalan’ın Devlet tarafından hiçbir zaman muhatap alınmayacağını çok iyi biliyor. PKK, Kürtlerin sesine kulak vermeli ve şiddet politikasına son vererek, silah bırakmalıdır. PKK’nın, Kürtlerin “ağabey” dedikleri Kürt aydını Tarık Ziya Ekinci’nin şu çağrısına (Rızgari, 9 Ağustos 2007) kulak vermesi gerektiğini düşünüyorum; “Tecrübelerle sabittir, görüşme, konuşma, diyalog ancak terörün bitmesiyle, silahların terk edilmesiyle mümkün olabilir. DTP, samimiyetle Kürt sorununun çözümünde mesafe almak istiyorsa, ki bu aynı zamanda kendilerine oy verenlerin de beklentisidir, tutarlı demokratik aydınları da yanlarına alarak ve hatta onlara öncülük ederek, Türkiye’de demokrasiyi örgütlemek ve bu sürecin önünü tıkayan PKK’ya, derhal silah bırakması yönünde çağrıda bulunmak, hatta bunun takipçisi olmak durumundadırlar. PKK, tamamen silahlı mücadeleyi bırakırsa, DTP, Türkiye’de demokrasi güçlerinin sempatisini sağlayabilir. PKK’nın bir an önce koşulsuz ve süresiz silah bırakmasını, sahadan çekilmesini ve demokratik reformların önünü açması gerektiğine inanıyorum. PKK, izlediği yöntemlerle halen en büyük zararı Kürtlere vermektedir. Eğer PKK, gerçekten Kürtleri düşünüyorsa, gerçekten Kürtlerin hakları için mücadele ediyorsa, taşeron bir örgüt değilse, öncelikle Türkiye’de demokrasinin gelişmesi ve yerleşmesinin önünde engel olmaktan çıkmalıdır.” Nail Amudi Nail Amudi
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.