_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Kütahya Kentsel Doku
KENTSEL DOKU Kentsel dokuyu oluşturan en önemli yapı birimi evlerdir.Kütahya, konut mimarisi bakımından Anadolu'nun ahşap bölgesi içinde kalmaktadır.Balıkesir-Uşak-Antalya çizgisinde tanımlanan Batı Anadolu Türk Evleri grubunda yer alır.Kütahya Evleri; cihannümaları, ahşap payandalı çıkmaları, oda düzeni, çok katlılığı, iki veya dört eğimli çatıları, ahşap çatkı arası dolgu veya bağdadi yapım sistemleri, 18. yüzyıla kadar açık dış, daha sonra orta iç sofalı yapılarıyla tipik Türk evinin tüm özelliklerini gösterir.On yedinci yüzyıldan kalmış en eski ev Macar bağımsızlık savaşı önderi Lajos Kossuth'un konuk edilmiş olduğu Hamdi Aydın evidir. Sultanbağı mahallesinde Defterdar Konağı, Kurşunlu mahallesinde Hacı İsmail Efendi evi, Gazi Kemal mahallesinde Bandımzade Evi, Pirler mahallesinde Germiyan Konağı, gibi kentin eski çekirdek mahallelerinde pek çok eski Kütahya evleri yaşamaktadır. Sivil Mimarlık örnekleri içinde açık sofalılar (17 - 18 yy.) Kütahya'nın en karakteristik evleridir. Dıştan süslemesi olmayan yalın görünüşüne karşılık iç mekanlarda gömme dolaplar, tavanlar, kapılar, ocak davlumbazları, merdiven korkulukları gibi iç mekan ayrıntıları ahşap oymacılığının en güzel örneklerini ortaya koyan motiflerle bezelidir. Karakteristik Kütahya Evi genellikle bahçeli ve büyüktür. Halk tipi ev ile konakta plan tipi aynıdır. Zenginlik, oda kıyılarında ve süslemelerde kendini gösterir. Son yıllarda arazinin miras yoluyla çok bölünmesi, bitişik nizamlı daha küçük Kütahya evlerinin yapılması ve büyük konakların bölünmesi sonucunu doğurmuştur.Çıkmaz sokak, sokak, cadde olmak üzere mahallelerden genişleyerek ana merkez Ulu Cami'ye ve yönlenen yollar kentin dini ve ticari aktivitesi ile ve yaşamını birbirine bağlar. Bu sistem içinde sosyal yaşama katılan diğer binalar yer alırlar. Büyük camiler, mahalle camileri, hanlar, bedestenler, arastalar, Pazar yeri, çarşı, medrese hamam, tekke ve zaviyeler, çeşmeler, türbeler vs. pek çok mimari eser kent dokusunu bütünlemektedir. Kütahya'nın kalesinin yer aldığı arkeolojik alan ile karşısındaki Hıdırlık tepeleri güneydeki yükseltilerdir. Kuzeyde tarıma elverişli ova yayılır. Eski kent dağlarla ova arakesitinde yamaca yaslanmıştır.Bugün artık Kütahya kenti de aşırı büyümenin etkisindedir. Askeriye ve devletin büyük kamu kuruluşları yüzünden doğu-batı yönünde gelişebilme şansı yoktur. Bu nedenle ovadaki verimli tarım arazileri yapılaşmaya açılmaktadır. Bu olumsuz etmenlere rağmen tarihi kent kimliğini koruyabilmiştir. Koruma planı uygulanmaktadır. KOMŞULUK İLİŞKİLERİ VE SOKAKLAR Sokakların iki tarafına sıralanan bitişik düzen, evlerin cumbaların birbirini perdelememesi, pencerelerin diğer evlerin mekanlarını rahatsız edici bir konumda açılmaması, bahçe, ev komşu bahçe ilişkilerinin mutabakat içinde oluşturulmaktadır. Sokakların biçimlenişinde komşuluk ilişkilerinin saygı ve sevgi ve yardımlaşma erdemleri önemli rol oynar.Genellikle evlerin zemin katları sağır tutulmuş, üst katlarda ise alabildiğine görüş alanlarını genişleten cumbalarla sokağa taşılmış, bazen saçaklar birbirine değmecesine, birbirine yanaşmış evler düzeninden birbirinin görüşünü engellememektedir.Yer yer daralan genişleyen ve çeşme başları oluşturan, ani yön değiştirmeleriyle sürprizler yaratan sokaklar iyi ve mutlu komşuluk ilişkilerinin ürünüdür.
-
Kütahya Evleri
KÜTAHYA EVLERİ YAPI SİSTEMİ Kagir zemin kat üstünde ahşap çatkılı ve ker**** dolgulu, iki ve üç katlı, kiremit örtülü Kütahya Evlerinde; pencere pervazları, kafes, ana dikme ve kirişler, kapı ve çıkma payandaları ahşabın doğal rengindedir. Bağdadi sıva yüzeyler ise beyaz, kirli sarı, aşı boya ve çivit mavi ile boyanmıştır.Pencere ve kapı boşlukları bırakılarak doluluklar hımış tekniği olarak bilinen kıtıklı çamur sıvanarak düzeltilmektedir.Çatı kurguları ayrık düzende dört eğimli kırma üç ve iki eğimli beşik olabilmektedir. Çatı kaplaması alaturka kiremittir. Bacalar mahyadan biraz daha yüksek kurulmuş ve üzeri dört yada iki eğimli küçük çatı ile örtülmüştür. Kütahya Evlerinde ahşap payandalı çıkma, mimari üslubun en önemli öğesidir. Sokakları dikey algılamaya elverişli, alabildiğine dışa açılma arzusunu yansıtan çıkmalar, çoğu üç katlı örneklerde kademelidir. Orta ve iç sofa tipinin tercih edildiği 19 ve 20. Yüzyıl örneklerinde süsleme ağırlığının pencere pervazı, saçak, kafes ve cumba payandalarıyla dışarıya kaydığı görülür. KATLAR En eski Kütahya evleri genellikle tek katlıdır. Daha sonra dönemlerin evlerinin olanları genelde iki veya üç katlı olarak kurulduğundan plan tatbikatında bu katlar arasında üst üste uygunluk düşünülmüştür.Birçok ev kendine has yapı şeklinde görülse de Kütahya evlerindeki plan tanzimi bakımından klasik şekil; Alt katlar taşlık olarak planlanmıştır.Burası at ahırları, tarım araçları depolar, bazı hizmet yerleridir. Giriş kapıları atların girişine olanak verecek derecede büyüktür.Pencereler oldukça az sayıda ve küçük tutulmuştur. Sokak kapısından başka arka bahçeye açılan ikinci bir kapısı bulunmaktadır. Yaz aylarında bahçe kapısı sürekli olarak açık tutulur. Bazı örneklerde kapıya hiç gerek duyulmamış arka bahçe adete konut zemin katı ile bütünleştirilmiştir. Mahzen, hela, kömürlük, zahire ambarı, aş ocağı, maslak ve bir çamaşır taşı bu katta yer alır. Orta ve asma katlarda; günlük ikamet ihtiyaçlarını karşılamak üzere hazırlanmıştır. Bu katlar aynı zamanda kışlık ikamet yerleridir 17. ve 18. yy. evleri açık sofalıdır.19. ve 20.yy başlarına tarihlenen örneklerde dış sofa yerine iç ve orta sofa yaygınlaşmıştır. Orta ve asma katların planları genellikle üste uyarsa da bu katların planı tasarruf düşüncesi ile hareket edilip geçit mahiyetinde dar sofalar ve küçük bölmeler şeklinde odalardan oluşmaktadır. Üst katlarda; genellikle misafir kabul yerleri ve yazlık oturma yerleridir. Üst kat planında ön v yan sofalara bağlanış vardır. Bu kat planlarında odalar ayrı ayrı sofaya açılır, geniş sofalarda oturmak için sabit ve seyyar sedirler vardır.Cihannüma hizmetini gören ve dışa karşı kısmen çıkıntılı köşkler bulunur.Üst katlara orta katlardan ve kısmen saçak altına alınmş serbest merdivenlerle çıkılır. Üst katlarda sofa tipine göre üç veya dört yanlı oda yerleşimi esastır. Açık sofalı evlerde yön manzaraya göre seçilmiş ve oda yerleşimi üç yana yayılmıştır. Tüm oda kapılarının açıldığı sofada zemin yükseltilerek seki yada köşk denilen oturma, dinlenme köşeleri yapılmıştır. Aş ocağının yer aldığı taşlıktan başka mutfak olmadığından günlük oda, yemek pişirme ve oturma yeri olarak da kullanılır. Genellikle kadınlar burada, erkekler baş odada oturur. Odalar oturma, yatma, yemek yeme, yıkanma eylemlerine elverişli dizayn edilmiştir. Çepeçevre sedirli, ocaklı bu odalardan özellikle baş odanın tavanı, ocak davlumbazı, gusulhaneyi de saklayan dolap kapıları,yüklüğü, kapılarının sofaya bakan yüzü çok parçalı ahşap oyma süslemelerle bezelidir. Baş oda dolabında kavukluk ve şerbetliği çok süslüdür. ODALAR Kütahya evlerinde günlük hayatın ihtiyacına göre özel yapılmış odalar yoktur. Her oda her işin için kullanılmaktadır. Bununla beraber yine de odalar arasında bazı farklar vardır. Baş Oda : Misafir kabul edilen ve aile reisinin oturduğu odadır. Bu oda yüksek tavanlıdır, aynı zamanda evin en fazla süslenmiş odasıdır. Bu odada sokağa doğru bir çıkma vardır ki; cephesine ve iki yanına üç istikamette görüş imkanı sağlar. Bazen bu tip odalarda esas pencerelerin üzerine motifli kafa pencereleri bulunur. Normal pencereler ile kafa pencereleri geniş bir raf ayırmaktadır.Bazı baş odaların içinde bir dolap vasıtasıyla gusülhaneye geçilir. Bu odalar genellikle iki kısma ayrılır. Oturma kısmı (seki üstü) ve kapı önü (seki altı) Bu iki yer birbirinden seviye farkı ve parmaklık ile ayrılmıştır. Seki altı "pabuçluk" vazifesi görür ve burada hizmet görenler hazır bulunurlardı. Zemini bir kademe daha yüksek olan kısım oturmaya mahsustur. Burada pencerelerin önünde sedir vardır. Üç tarafı sedir olan evler vardır. Baş odalarda genelde halı serilidir. Sedirlerin üzerinde sedir halısı veya minder bulunur.Baş odalarda genelde ocak vardır. Diğer Odalar : Baş oda dışındaki odalarıdır. Bazılarının tavanları alçak ve pencereleri küçüktür. Bunlara genelde kış odası denir. Tabiatıyla ilkimi soğuk olduğunda bu kış odalarında ocak eksik olmaz. Bu odalar asma katlarda ve genelde iki tane odanın yanında ve hayata açılır. Bu odaların duvarlarının en az birinde yüklük bulunur. Birinde ocak olur. Bazılarında ise yüklük dolabı görünümünde gusülhane olur. Bazılarında ise kiler- erzak deposu olarak kullanılan odaya geçilir. Genelde böyle evlerde bu odalarda yemek yapılır. Baş odanın dışındaki üst kattaki odalar ise yaz odası denilen güneşin az aldığı yazın ferahlamak için oturulan ve içinde ocak olmayan odalar vardır. HAYAT Kütahya'da sofa bölgesine hayat denilmektedir.Hayatın üstü çatı ile kapalı olmakla beraber dış yüzleri açıktır. Bu şekilde olan evler daima soğuk rüzgarlara ve yağmurlara maruz kalacağından ve evlerin mahremiyeti kalmayacağından dolayı hayatın iki tarafı kapatılır. Hayatın bir tarafında açık kahve ocağı olarak kullanılan bir bölüm ve diğer tarafında abdest alma yeri vardır. Buradan dökülen su doğrudan doğruya veya çörten vasıtasıyla avluya dökülür. Hayatın içinde veya dışarıya doğru ekli bulunan havadar bir oturma yeri vardır ki burada taht veya köşk denir. Köşkün zemini hayatınkinden daha yüksektir. HELA Kütahya evlerinde helalar evin içinde değildir. Genellikle bahçede duvarları çok zaman ahşap ve kerpicten yapılan ve bazen iriş kapısının bulunduğu duvarın kalınlığından yararlanarak sonradan asma kata genelde el yıkanan yerin yanına yapılan bir bölümdür. YIKANMA YERİ Kütahya evlerinde yıkanma yeri olarak kullanılan bir oda ve banyo bölümü genelde yoktur. Kütahya'da hemen hemen her mahallede kudretten sıcak sulu veya kaynatmalı hamamlar olduğu için ve Kütahya Bölgesi iklim olarak soğuk bir bölgede olduğundan evlerde ısıtılarak oluşturulacak yeri yeri yapılmamıştır. Kütahya'da hamama gitme yaygındır. Halk en az haftada bir kez hamama gider. Fakat bunun yanında odaların içinde dolap kapağına benzeyen alçak irtifalı çift kanatlı ir kapıdan girilen bir dolabı gusülhane olarak kullanmaktadır.Bu dolabın zemini çinko ile kaplanmış ve genelde binanın dış yüzeylerinde yapıldığı için suları bir meyille dışarıya akıtılır. Dolapta su teşkilatı yoktur. Su ısıtılarak kovalar vasıtasıyla temin edilir MUTFAK Kütahya evlerinde mutfak olarak adlandırdığımız ayrı bir yemek pişirme ve yeme yeri yoktur. Günlük oda denilen odalarda yemek pişirme ve yeme için kullanılır. Genelde ev halkı birlikte bu odada yerlerdi. Misafir geldiğinde erkekler için baş oda, kadınlar için diğer odalardan birine, ev halkı için yine günlük yemek yapılan odaya sofra serilir. KAPI Kapı binaya hariçten girmeyi ve onu harice karşı muhafazayı sağlar. Pencere binanın gözleri olduğu gibi kapıda düşmanı ret, dosta davetkar açılan ağız gibidir. Dış kapılar; Kütahya'da evlere ekseriyetle bir sokak kapısından bahçeye geçerek girilir.Ev sokak kapıları binaların yegane süsüdür. Kapılar genellikle çift kanatlıdır. Kapılar ahşap kuşaklarla takviyeli ve kerpic ile sıvanmış, badana edilmiş temel kısmı taş ve diğer büyük kısmı kerpic kaplı bir duvar üzerindedir. Kuşakların vazifesi yalnız menteşeyi tespit etmek değil, üç sıra dövme çivilere altlık teşkil etmektir. Bu kanadın şekil değiştirmesini önlemektedir. İç Kapılar; tek kanatlıdır. Kapı kanatlarının vazifesi kapı boşluğu olarak bırakılan kısmı korumaktır. Genellikle küçüktür. Kapıların çoğu seki altına açılırlar. Hepsinin eşiği vardır. Kapı kanadı açıldığı zaman oda içinin görünmemesi için kapının dolap derinliğinin içersinde bırakılan sahaya açılmasıyla sağlanır. Kütahya evlerinde aynalı ve geçmeli olarak yapılan iç kapılar yer almaktadır. Hayat bakan yüzlerinde fazla itinaya ve profiller rağmen iç kısımların kaba bir görünüşü vardır. PENCERELER Baş odalarda pencerelerin muhtelif istikamete açılmasına önem verilir. Bundan dolayı oda manzarası, havası ve güneşi fazladır. Odalardaki pencereler belli aralıklarla sıralanır, pencereler ince, uzun ve sık aralıklıdır. O dönemcam çok pahalı olduğu için kırıldığında küçük cam değiştirmek amacıyla pencerelerde 2-4-8 parçalı camlı pencereler kullanılmıştır. DOLAP RAF Odanın pencerelerinin olduğu duvar hariç hemen her duvarda çeşitli ihtiyaçları karşılamk üzere yerli dolap ve hücreler vardır. Bu dolaplar genellikle yerli ve gömmedir. Yaradıkları işe göre çeşitli isimler almaktadır. Yüklük, çubukluk, kavukluk, testilik, peşkirlik, lambalık, tembel deliği gibi. Yatak odasının ve mutfağın olmaması bu dolapların önemini artırmıştır. Yatağını yorganını sabah toplayıp yüklüğe yerleştirir. Tası tavası bu dolaplarda bulunur.Dolaplar ve raflar el yetişecek yükseklikte yapılır ve üst kısımları bazen sabit duvar veya ahşap kaplamalıdır. TAVAN Kütahya evleri için önemli verilen yerlerdendir. Kütahya evlerinde ahşap tavan kaplaması üzerine çıtalarla çeşitli şekiller verilir.Tavan kirişinin altına kaplama tahtası çakılır. Üzerine geometrik şekiller verilerek küçük çıtalar monte edilir. Bu tavanların genelinde orta göbek ve 4 kenarında göbeğin dörde biri yapılır. Bu tavan göbeğine çarkı felek denilir.Kütahya evlerinde baş odalarının ortasına çini tabak monte edilenleri vardır.Boyasız olduğu gibi altın sarsı, açık parlak sarı, kırmızı, koyu nefti yeşil, beyaz veya siyaha boyanmaktadır. MERDİVEN Kütahya evlerinde merdivenler ahşaptır. İki limon kirişi üzerine 3-4 cm. kalınlığında basamak tahtaları konulur. Basamak genişliği 25 cm. geçmez. Basamak yüksekliği 17 cm. den fazladır. Esas kata asma kat hayatından iki ayrı merdivenle çıklır. FIRIN Kütahya'da eskiden ekmeğini herkes kendisi yaptığı için evin avlusunda bir fırın bulunmaktaydı. Fakat avluların küçülmesiyle önce mahallede yapılan fırınlara daha sonra satın alınan ekmek olgusundan sonra fırınların azalmasına sebep olmuştur. İçi boş yarım küre şeklinde olan fırınların içinde çalı çırpı yakılır. ÇAMAŞIRLIK Eski mahallelerde oda şeklinde çamaşır yıkanılan yerler vardır. Bu odanın içinde suların ısıtılması için ocak yerleri vardır. Ocaklarda odun yakılır. Üzerine üç ayaklı saç ve kazan konularak su ısıtılır. Bu çamaşırlıklarda çamaşır yıkamaya yarayan taşlar vardır. Suyun aktığı oluklar ve çamaşırların durulanması için suyun dolduğu yerler vardır. Her mahallede böyle bir yer olduğu için halk genelde evde çamaşır yıkamaz. Bazı evlerin bahçesinde çamaşırlıktaki taşlardan bir tane bulunur, bahçeye kazan kurulup bu taşın üzerinde yıkandığı da olmaktadır. AHIR - KÜMES - DEPO- SAMANLIK Her evin en alt katı bu işler için ayrılmıştır. Bu bölgenin zemin kaplaması sıkıştırılmış gerendir. Samanlık hariç diğer bölümlerin ya penceresi yoktur, ya da küçük bir penceresi vardır.Giriş katı taşlık olarak planlanmıştır. Burası at ahırları tarım araçları deposu gibi ihtiyaçlara ayrılmıştır. KUYU - ÇEŞME Kütahya çeşmeleri insan sevgisinin, göz zevkinin Türk kültürünün en mükemmel eseridir. Su kaynağı Allah'ın bir vergisi olarak görülür ve su kaynağının üzerine herkesin kullanacağı sebiller yaptırılmıştır. Hemen hemen her sokakta bir çeşme olduğu için evlere su yoktur. Ya komşusunun kapısı önünde veya kendi bahçe duvarının sokak yönünde bulunurdu. Bazı evlerin avlusunda kuyu sistemi de bulunmaktaydı. Bu yüzden evlere su sistemi çok geç girmiştir.
-
Kütahya-Geleneksel El Sanatları
GELENEKSEL EL SANATLARI Kütahya'nın zengin kültürünün önemli bir parçasını da el sanatları oluşturur. Kütahya'da geleneksel el sanatlarının yanı sıra yalnız bu yöreye özgü el sanatları da yaşamaktadır. Özellikle çiniciliğin Türkiye ve dünyadaki yaşayan önemli merkezlerinden birisi Kütahya'dır. Yine tahta kaşık oymacılığının yurdumuzda yapıldığı ender yerlerden biri, Gediz- Saruhanlar köyüdür. Ata sanatlarımızdan olan elmas işlemeciliği günümüzde halen yaşamaktadır. Tavşanlı'da leblebicilik ve kilitçilik ile Simav'daki hasırcılık ve urgancılık, keçecilik yalnız bu yörelerimizde yaşamaktadır. ÇİNİCİLİK İlimizin simgesi ve onu bütün dünyaya tanıtan "Çinilik" Kütahya'da en önemli sanat dalı olmanın yanı sıra halkın önemli bir geçim kaynağı olma özelliği de taşır. Kütahya'da Hititlerle başlayan keramik yapımı Osmanlı dönemi sonuna kadar sürekli gelişme göstermiştir. Kütahya, 100 yılı aşkın bir süre Selçuklularla Bizanslılar arasında tampon bölge olarak kalmıştır. Bu dönem çiniciliğinde Bizans ve Selçuklu kültürünün özellikleri birlikte kullanılmıştır. Daha sonra Beylikler dönemine giren Kütahya'da Osmanlı etkisi görülmeye başlamıştır. 13l4 tarihli Umur-Bin Savcı Medresesi'ndeki Abdülvacit Efendi'nin sandukasında, 1429 tarihli II. Yakup Bey Türbesi'nde erken Osmanlı dönemi renkli sırlı çinilerin kullanıldığı görülmektedir. 15. yy. Osmanlı seramik ve çini sanatı, mavi beyaz grubu çinileri ile dikkat çeker. Bu orijinal mavi beyazlar Hisarbey Cami (1487) ile Kükürt Köyü Camiinde (l697) görülmektedir. 15. yy. mavi beyaz çinileri Kütahya'daki bazı yapıların yanı sıra İstanbul ve Kudüs mimari eserlerinde de kullanılmıştır. 16. yy.'da Kütahya çini ve seramik sanatı faaliyetlerinin yavaşladığı görülmekle beraber, İstanbul ve diğer önemli merkezlerde yapılan mimari eserlerde, Kütahya çinilerinin kullanıldığı görülür. Günümüzde ihraç malları arasına giren, desen ve renk zenginliği kazanan Kütahya Çiniciliği olumlu bir yoldadır. İrili, ufaklı 500'e yakın atölyede yapılan çiniler yurt içi ve yurt dışındaki pek çok eseri süslemektedir. Çinicilikte kullanılan hammaddeler, Kütahya ve komşu illerden sağlanmaktadır. Bu hammaddeler, plastik ve plastik olmayanlar diye ikiye ayrılır. Plastik hammaddeler grubuna; Kırklar toprağı, gri Bilecik kili, maya ve çamaşır kili, plastik olmayanlar grubuna; Çakmak taşı, Beyaz Bilecik kili ve tebeşir girmektedir. Bu hammaddelerin belli oranlarda karıştırılmalarıyla çark, döküm ve pres diye adlandırılan üç tür harman hazırlanır. Çark harmanında; düz duvar tabağı, vazo, saksı ve şekerlik, döküm harmanında; biblo, bardak, tabak ve küllük, pres harmanında düz veya desenli duvar karoları yapılır. ELMAS VE GÜMÜŞ İŞLEMECİLİĞİ Diğer el sanatlarından birisi de elmas işlemeciliğidir. Elmas işlemeciliği; Mıhlama, Sedakarlık, Minecilik, El Kalemi, Kraponyacılık, Ajurculuk, Foya Çakmakcılık, Cilacılık, Kumla Eskitme, Kalibrecilik ve Kalıpçılık gibi alt bölümlerden oluşmaktadır. Osmanlı döneminde Küçük Bedesten (Bit Pazarı) ağır elbise ve elmas işlemeciliğinin merkeziydi. Günümüzde elmas işlemeciliği yapan ustalar vardır. Kütahya'da, çok eski dönemlerden beri gümüş madeni çıkarılmakta ve işlenmektedir. Bu nedenle gümüş işlemeciliği de zaman içinde gelişmiş bir el sanatıdır. Telkarilik olarak da bilinen bu el sanatımız ile ilgili Dumlupınar Üniversitesi- Altıntaş Meslek Yüksek Okulu bünyesinde yapılan çalışmalarla sürdürülmektedir. EL İŞLEMECİLİĞİ Eskiden beri sürdürülen el işlemeciliği, yöre kadınlarının becerilerini, beğenilerini yansıtır. Günümüzde Kütahya Çini Müzesinde sergilenen peşkirler, uçkurlar, dane (yemeni) çevreleri, para, tütün ve saat keseleri bunların özgün örnekleridir. Peşkirlerin boyaları, iplikleri yerlidir. Keseler, pembe başta olmak üzere sarı, yeşil, al ve ak işlemlidir. Yer yer krem, bej ve gri kullanılmıştır. Çevre, arabiye, kaftan, kavuk vb. eşyada altın ve gümüş ipliklerle çeşitli motifler işlenmiştir. PORSELEN Kütahya'daki ilk porselen fabrikası 1974 yılında faaliyete başlamıştır. Yüzyıllardır çinilerde sergilenen maharetler porselenlerde de yaşamaya başlamıştır. Günümüzde Türkiye'nin her yerine gönderilen porselenler pek çok ülkeye de ihraç edilmektedir. Kütahya Porselen ve Güral Porselen fabrikaları kaliteli porselen üretmektedir. DOKUMACILIK Halı ve kilim dokumacılığı, köy ve kasaba evlerinde el tezgahlarında günümüzde de önemli bir gelir kaynağı olarak sürdürülmektedir. Saray halıları adıyla anılan ve Osmanlıların en parlak döneminde üretilen Simav halıları, daha çok yaprak ve çiçek motifleriyle bezenmiştir. Yün ve pamuktan halıların yüzeyi ve bordürü kıvrık damarlı yapraklar, rozet ve nar çiçekleri, sümbül, karanfil gibi motiflerle bezelidir. Simav halıları kök boya (alizarin) ile renklendirildiği için "kök boya halı" diye de anılır. Geçmişte el tezgahlarında yöreye özgü kumaşlar da dokunmaktaydı. Günümüzde daha çok Gediz ve Şaphane'de sürdürülen el dokumacılığında yalnızca bez üretilmektedir. Yine yöremize özgü Yörük halıları, Aslanapa İlçesinin Bayramşah köyünde dokunmaktadır. OYA İŞLEMECİLİĞİ Oya, işleme araç gereçlerine ve işleme tekniğine göre çeşitli adlar alır. İğne oyaları, tığ oyaları, mekik oyaları, koza oyaları, yün oyaları, mum oyaları, boncuk oyaları, dokuma oyaları bunların değişik örnekleridir. Kütahya'da oyacılık, "iğne oyacılığı" biçiminde genellikle danenin çevresini süsleyen bir sanat olarak gelişmiştir. Kütahya oyaları biçimlerine göre beşe ayrılır. Bunlar gül, menekşe, zambak, papatya, karanfil, haşhaş gibi çiçeklere benzeyen oyalar, ıtır, şeftali, söğüt, karanfil yapraklarına benzeyen yaprak motifli oyalar, Gönül Dolabı, Mecnun Yuvası, Yar Yare Küstü gibi soyut adlı oyalar, Süreyya, Diba gibi özel yaşamları bilinenlere yakıştırılan oyalar ve Kaynana Oyası, Elti Küstü, Ana Güldüren, Malak Sattıran gibi övgü, yergi niteliği taşıyan oyalardır.
-
Kütahya Yöresel Kıyafetleri
YÖRESEL KIYAFETLER KADIN GİYİM KUŞAMI Anadolu'nun her yanında kendine has folklorik özellikle bölgenin kültürünü yansıtan giysileri vardır. İç Anadolu, Marmara ve Ege Bölgeleri kavşağında bir geçiş noktasında bulunan Kütahya'da özellikle kadın giyimi Anadolu'nun başka hiçbir yerinde olmayan bir farklılık ve zenginlik taşmaktadır. Kütahya, Germiyan Beyliği ve Osmanlı saray giysilerinin etkisi altında en kaliteli renkli ipek işleme, sim sarma gibi tekniklerle kadife, atlas, yünlü mantin kumaşlar üzerine işlenmiş çok değerli kıyafetlere sahiptir. Anadolu'da düğün giysisi olarak bir veya iki çeşit giysi varken, Kütahya'da Bindallı, Yolaklı, Dallı, Eğrimli, Çatkılı, Tefebaşı gibi çok çeşitleri vardır.Bunlar da kendi içlerinde ayrıca üçetekli entari ve şalvarlı olarak ayrı türlere ayrılır. Giyilen elbise giyenin düğündeki durumunu, hangi taraftan olduğunu tanıtır. Gelin Kıyafeti TEFEBAŞI Kütahya düğün giysilerinin en ağırı ve en değerlisidir. Evvelce İran'dan gelen el tezgahı dokuması ipek gibi yumuşak yün kumaş üzerine altın suyuna batırılmış gümüş sırma ile el ve gergef işi ile işlenirdi. Şimdilerde canfes ve ince yünlü kumaş üzerine ipek sarı,beyaz bükme, kesme yassı teller ile işlenerek pullarla ve tırtıllarla zenginleştirilmiş ağır kumaştır. Tefebaşı takımı iki türlüdür. 1-Tefe başı uzun entari al gömlek üstüne fermene, 2-Tefebaşı şalvar, al gömlek üstüne fermene'dir. Genellikle kırmızı veya camgöbeği mavi renkte kumaş kullanılır. Sırma ipek iplikle işlenir. Aralarına ipek çiçekler ve dallar yapılır.Serape işlemeli tefebaşı, haren denilen tarzda işlenir. İşlemeler verev oluşturarak simetriktir. Kenar bölümlerinde sırmalı kaytan veya ipekten yassı oyalar bulunur.Tefebaşı fermenesi ağır ve ihtişamlıdır, kumaşta renk olarak mor ve al tercih edilir. İşlemesi dökme sırma denilen sırma hiç kesilmeden bütün fermenede dolaşması ile yapılır. Tefebaşı entari, uzun önü açık, iki yan dize kadar yırtmaçlı, kol kapakları geniş ve el üzerine kadar uzamaktadır. Çintiyani, entari şalvarıdır. İçe al gömlek giyir.Gelin başıyla birlikte giyildiğinde gelin giysisi olur, Tefebaşını başı daneli ve üç etekli olarak kız yengesi, şalvar takımlı olarak erkek tarafı yengesi giyer. Gelin Başı, konik külah şeklinde bir karton başlık tel kırma işli taç krebi ile kaplanır. Başlığın görülebilecek ön kısmı elmaslarla süslenir. Dikdörtgen biçiminde kırmızı renkte krep kumaştan bir örtü konik fesin tepesinde büzülerek diğer ucu bel altına kadar uzatılır. Duvağın tüm kenarlarında sarı tel kırma işi vardır, iki yandan gelin teli sarkar.Kıyafetin içine önü ve kol ağızları tel kırma işi al gömlek giyilir. Dizi altın elmas kolye, kütem inci, elmas yüzükler giyimi tamamlar. Bele gümüş kemer takılır. PULLU Kütahya düğün giysileri içerisinde ikinci derecede ve Tefebaşından sonra gelen en değerli gelin ve yenge giysisidir.Pullu mantin veya canfes kumaş üzerine ipek ve sırma ile işlenmiş yolaklı biçimde üçetek ve şalvarlı olmak üzere 2 çeşidi vardır. İşleme şekline göre de aynalı pullu, süpürgeli pullu vardır. Aynalı Pullu, canfes kumaş üzerine gümüş sırma ile işlenir. Sırma tek sıra olmayıp üç dört sıra halinde gergefte tespit edilmiş kumaş üzerine uyumlu kıvrımlar ile dal ve çiçek oluşturacak şekilde iple kumaşa tutturulur. Dal ile çiçeklerin başlangıç noktalarında camgöbeği veya gök mavisi oval canfes kumaş aplike edilir.Gömeçlerin etrafındaki sırma dal ve çiçekler diğer gömeçten çıkan dallara kadar uzanarak, birbirine değmeden sonlandırılır. Düğünlerde erkek tarafı yengeleri giyerler. Süpürgeli Pullu, aynalı pulludaki dal ve çiçeklerden daha geniş, süpürgeye benzer ve elips olmayan gömeçler işlenir Uç kısımlarına pul, tırtıl işlenir. Gelin ve kız yengelerinin elbisesidir. DİZİBAĞLI Çok sevilen, halk tarafından çok tutulan ve en eski giysilerinden biridir. Kadife, mantin, çuha kumaş üzerine işlenir.Çuha kumaşta erguvan, siyah ve mavi, kadifede fes rengi tercih edilir. Şalvarı çok uzun olmayıp bele sokulmaz. Belden itibaren yanlardan sırma kordonların ikiye bükülerek tutturma tarzında işlenen bordürler her iki diz üzerine gelerek yanlara doğru ahenkli bir motifle açılım gösterir. Paçaların kenarına sim kaytan süslemektedir.İçe giyilen gömleğin kol uçları, fermenenin işlemesi göğüsten başlayarak yan ve sırtına dolaştıktan sonra omuz başlarından kol üstüne dökülür.kol uç kısımları içe doğru girintilidir.Diğer fermenelerden farklıdır. Giysi çok genç gelinler ve kızlar kına ve çeyiz altı törenlerinde giyerler. Küçük kızlar kınada, el yakma töreninde giyilir. ÇATKILI Giysi şalvar ve fermeneden oluşur. İpekli veya kadife kumaş üzerine kol, yaka ve paçaları bordürlü, birbirini çapraz kesen ve araları çiçek demeti olan sim sarma dival işlenmektedir. Kumaş olarak siyah, mor, lacivert renkler tercih edilir. İçine al gömlek giyilir. Bu giysi yengeler ve düğün evinin akrabaları tarafından giyilir. EĞRİMLİ Siyah, lacivert veya mor kadife üzerine kıvrımlı dallarla işlendiği için bu adı almıştır. Şalvarın yan ve ön ortaları boydan boya kıvrımlı dallar, diz hizası ise açılan çiçek motifleriyle kaplıdır. Bu motifler sim sırma dival tekniği ile işlenmiştir.Üste yine kıvrımlı dalların 45 derecelik açı ile eğik ve sık yerleştirilmesiyle işlenen sarka giyilir. İçine kırmızı ipekli kumaş üzerine yaka, ön ve kol ağızları tel kırma işli al gömlek giyilir. Başa ise kıyafetle uyumlu iğne oyalı dane örtülür. DALLI Kütahya düğün giysilerinin en hafif türlerindendirler. Hareli, atlas, mantin, kadife kumaşlar üzerine işlenir. Mor, lacivert, siyah koyu yeşil renkler tercih edilir. Paçanın etrafına sim kaytan geçirilir, hemen üstünde ince sim dalların arasından yukarı doğru düzenlenmiş çiçek demeti, sağda ve solda büyük sırma dallar, şalvarın bütününde aralıklı küçük dallar serpiştirilmesiyle yapılır. Her dal ayrıdır. Dallar birbiriyle bağlantısız, biriyle uyum içindedir. Dallar yaklaşık on santimetre kadardır. Dallı takım; şalvar ve fermeneden oluşur.Şalvar ve fermene işlemesi, birbirini tamamlayıcı durumda ve aynı dallar işlidir. Şalvarın içine al gömlek giyilir. Takı olarak dizi altın, külte inci, elmas takılır. Düğünlerde kıyafet değiştirilmektedir. Gelin yengelerinin ikinci kıyafeti olarak giyildiği gibi gelinin arkasından baklava götürenler tarafından da giyilir. SÜS VE TAKI Kütahya'da süs ve süsleme takıları önemlidir. Takılarda altın çok önemlidir. Altının yanı sıra inci ve elmas ayrı bir özellik gösterir.Merkezde baş sadedir. Gelin başı elmas taşlarla süslüdür, diğerleri oyalı dane (yazma) kullanırlar Oyalı daneler kare şeklindedir.Günlük kullanılan yazmaların çevresi boncuklu ve mekik oyalı özel günlerde kullanılan yazmaların çevresi iğne oyalıdır.Oyalı yazmalar elbisenin ağırlık ve zenginlik türüne göre seçilerek kullanılır. Tefebaşı elbisesi üzerine Fermene oyası, Pullu elbisesi üzerine Gül oyası, Eğrimli ve Çatkılı elbiselerin ise zerren kadeh oyası, Dizibağlı, Dallı ve diğer sırmalı elbiseler de ise Hıyar çiçeği oyası, Züla sümbül oyası, Menekşe oyası, Küpeli oyası, Gönül dolabı oyası olan yazmalar kullanılır.Boyundan göbeğe kadar uzanan sıra altın takılır. Bu altınların ortasına dövme beşibirlik takılır.Altının dışında elmas gerdanlık veya kültem inci takılır. Bele gümüş kemer takılır. Kıyafetlerde Kumaşları ve Malzemeleri ALKUMAŞ; düz kırmızı renkte ipekli kumaş türüdür. Dizibağlı kıyafetinde kullanılmaktadır ATLAS; Düz renkte parlak bir kumaştır. Günümüz saten kumaş türlerini andırır. İç gömlekte kullanıldığı gibi bindallı işlemesinde de kullanılmaktadır. BADİLCANİ; koyu bordoyu andıran ipekli kumaştır. Beyazla morumsu, kırmızı çizgiler ihtiva eder BÜRÜMCÜK; Atkısı ve çözgüsü çok iyi büküldüğünden dokuma kıvrımlı ve yumuşak olur. Genellikle beyaz ve krem rengindedir. Beyaz çözgü telleri arasına, pamuk ipliği karıştırılmışsa, dokuma biraz daha sert olur. Bu tür bürümcüklere hilali denir. Kadın giysilerinde iç gömleği olarak kullanılır. CANFES; Saf ipekten hafif bir kumaştır. Kaftan yapımında kullanıldığı gibi Dallı ve Pullu elbiselerin üst sırma işlemeli kısımlarında kullanılır. Kırmızı ve erguvani renkleri daha fazla kullanılır. ÇUHA; En değerli ve en çok kullanılan kumaştır. Erkek giysilerinde kullanılır. Yünlüdür HARELİ; Taftadan saf ipek veya pamuk karışı, kadın günlük giysilerinde kullanılan kumaş türüdür İZMİRLİ; çeşitli renklerde geniş yolaklı ipeklidir. Yolaklar iri çiçekli ve dallıdır. Uzun şalvar ve uzun entari dikiminde kullanılır KADİFE; malzemesi ve desenleri itibariyle çok çeşitleri vardır. İpek veya adi ipek, düz olanı (sade), desenlisi (munakkas), atkısı ipek olanı (mav)dır. Tüm cepkenlerin işlemesi kadife kumaştandır. KURON; genellikle kadın giysilerinde kullanılan ipek türü bir kumaştır. TİRŞE; yeşil, beyaz çizgili kumaştır. Merkezde kadın gömleği, çevrede şalvar ve üçetek dikilir YOLAKLI; renkli yolakların araları sırma işlemelidir.Uzun entari ve şalvar yapılır SIRMA; Altın ve gümüş tel metallerin ince tel haline getirilip iplikle sarılarak klaptan haline getirilmesiyle olur. Tefebaşı ve fermeneler altın sırma ile işlenir. Sırma işleme sırmanın kumaş üzerine gezdirilmesi kenarlarından iplikle alttan tutturuması şeklindedir. KAYTAN; Sırmalı kaytan gevşek dokunmuş, üzerine sırma işlenen, saç örgüsü şeklinde bir kordondur.Fermenelerin kol ağzı ile paça kenarlarında kullanılır. Yün ve ibrişimden yapılan burma kaytan erkek elbiselerinde kullanılır. PUL; altın gümüş gii metalin delikli küçük yuvarlak ve 2-3 cm çapında ortası delik hale getirilmiş süsleme malzemesidir. Aynalı ve süpürgeli pullularda kullanılır. TIRTIL; İnce tellerin kıvrılarak veya spiral hale getirilen süsleme metalyalidir ERKEK GİYİM KUŞAMI Geçiş noktasında bulunan Kütahya'da erkek giyiminde de kendine özgü özellikler vardır. Şehir merkezi ve ilçeler arasında farklılık görülmekte ilçeler çevre merkezlerden etkilenmişlerdir. Merkezde kadın giyimindeki saray etkisi erkek giyimine de yansımıştır.Karasal iklimin hüküm sürmesinden dolayı erkek kıyafetleri yünlü ve kalın koyu renk kumaşlardan yapılmaktadır. Kelepoş; serpuş da denilen külahımsı başa giyilen takkedir.Sivri ucundan başlayarak çevresi oyalı ve desen işlidir. Fes , bordo renkte püsküllü başlıktır. Çevresine ipek kumaştan poşu veya işli sarık sarılır. Poşu , ipek yada ipek cinsi kumaştan kare şeklinde kelepoş veya fesin çevresine sarılan uları püsküllü ve ince veya kalın çizgili örtüdür. Bedene giyilenler Mintan, gömlektir. Kalın pamuk veya yünlü yolaklı çizgili ve renkli kumaştan dikilir. Önü yarısına kadar yırtmaçlı ve kol ile ön yırtmaç bölümlerin üzeri kaytan işlidir. Aksesuarlar İşlemeli peşkir El temizliği için kullanılan pamuklu kumaş üzeri işlemeli örtüdür Köstekli Saat Gümüş ve üç parçadan oluşur. İlk parça boyuna takılır, ikinci parçaya saat talır, üçüncü parça silahlığın sol tarafından üstten sarkılır Tütünlük Gümüş tabakadır.Deriden bir kemerle omuzdan takılır Piştov Tabancadan büyük silahtır. Saldırma Silahlıkta taşınan kılıcın bir türüdür. Cepken Yörede gazeki denir. Gömleğin üzerine Camedanın altına giyilen kalın kumaş dikilen vekol ve ön kısımları kaytan işli giysidir. Uzun kollu ve bel kısmı kuşağın altında kalacak ve tam bedene oturacak şekildedir Camedan Kartal kanadı da denir. Bedenin en üstüne giyilen camedan, koltuk altları cepken görünecek şekilde açıktır .Omuzları kartal kanadına benzer, tamamı işlidir.İşleme özelliği nedeniyle kumaşın rengi görünmez. İşlemesi düzgün yapılan camedan yere konduğunda hiçbir yeri kırılmadan dik durur.Camedanın ihtişamı giyeni de heybetli gösterir. Bel altına giyilenler Elifi Don Koyu renkli kalın yünlü kumaştan dikilen ağlı uzun şalvardır. Dize kadar bol, dizin alt bölümü bacakları tam saracak şekilde dar dikilir.Ayak bilek kenarları yırtmaçlıdır Kenar an bölümleri burma kaytan işlidir.Gazeki altına giyilir. Günlük giyilmektedir. Potur Koyu renk kalın yünlü kumaştan genellikle cepken kumaşından diz altına kadar uzanan yanları kaytan işli ağlı şalvardır.Potur giyilmesi durumunda diz görünmeyecek kadar tozluk giyilir. Bele giyilen Şal Bele geniş yollu yünden dokuma Lahuri, Acem, Hint, Kabaşal kuşaklar sarılır Silahlık Şalın üzerine giyilen çok cepli dikdörtgen biçiminde dört köşesi önden saracak biçimde ve arkadan kemerleri ile bağlanan koruyucu özelliği olan ve malzeme koymadan kullanılan bir giysidir. Silahlık kalın gres deriden yapılır. Katlarına veya ceplerine ihtiyaç olabilecek bütün eşyalar konulabilir. Ayağa giyilenler Tulumbacı Yemenisi Ucu sivri, deriden yapılmış ayakkabıdır. Yemeninin üzerine tozluk giyilmektedir. Bunun uanında uzun konçlu lapçın, mest ve kalçın giyilmekteydi. Çizme Kalın deriden körüklü ve körüksüz olmak üzere iki çeşidi olan ayakkabıdır.Genelde efe ve zeybekler giymekteydi Tozluk Lapçın, çarık, kalçın ve mest üzerine geçirilerek ayak bileklerinden dize kadar uzayan bir giysi tamamlayıcısıdır. Şalvarın aynı kumaşından kumaşın rengi görünmeyecek şekilde işlidir. Çorap Yünden örme çoraptır. Rengi genelde sade ve diz boyundadır.ır.
-
Kütahya Halk Oyunları
HALK OYUNLARI Kütahya halk oyunları Zeybek grubuna girmektedir. Kaşıkla oynanır. Ege Zeybeği'nden küçük farklarla ayrılır. Ege'de zeybek dairesel formda oynanırken, Kütahya'da hem dairesel hem çizgisel oynanır. Zeybeğin temelinde tek başına, mert, cesur, savaşçı bir erkek vardır. Üretken, koruyan, iyi ahlaklı, vakur ve adaletli zeybek başı, Anadolu insanının temsilcisidir. Kadın ve erkekler tarafından oynanışı farklıdır. Erkek zeybeği ağır, hızlı. kırık diye üçe ayrılır. Tek başına oynanabildiği gibi 2,4,6'lı grup olarak da oynanır. Kadın oyunları tek başına ve tek oyunla biten (Yasemen Dalı ), yengeler oyunu, gelin (Paça günü) oyunlarıdır ki kaşıksız oynanır. Paça günü gelin oyunda bereket simgesi arpa saçar. Arka arkaya 3 oyun oynanır : Ahmet Bey, Gar mı Yağdı, Tıpır tıpır veya Yoğurdum Var, A Hamamcı, Hop Şimidallı şeklinde gruplaşan oyunlar ağırdan hızlıya doğru oynanır. Cuma günleri toplanılan ve "Kızlar içi" denen eğlentilerde, kına eğlencelerinde zengin süs takıları ve giyitleriyle tekrarlanan oyunlar bir yandan da genç kızlara öğretilir. Oynamayı bilmeyen, endamlı yürüyemeyen kızlara "Hiç mi Cuma debleği görmedin" denir. Erkeklerde ise yaren denilen gezeklerde tekrarlanan oyunlar gençlere hem öğretilir hem oynatılır. Kütahya'da gezekler tüm canlılığıyla devam etmektedir.
-
Kütahya Halk Bilgisi
HALK BİLGİSİ GÜNLÜK YAŞAM Bizanslılar döneminin piskoposluk merkezi, Germiyanlılar döneminin başkenti, Osmanlılar döneminin Anadolu Beylerbeyliği merkezi Kütahya tarihin her döneminde önemini koruyan bir kent olmuştur. Kervansarayları, menzil haneleri, medrese, kütüphane, imaret, kilise, cami, külliyeleri ve mevlevihanesiyle döneminin ilim irfan ve medeniyet merkezlerinden biridir. Kütahya'da esnaf teşkilatı, dünden bugüne Ahilik geleneğine bağlı birer eğitim ve kültür merkezidir. Mevleviliğin de Anadolu'daki yayılma merkezlerinden biri olan Kütahya'da tekkeler halk yayışını önemli ölçüde etkilemiştir. Kütahya insanı kanaatkar, sabırlı ve geleneklerine bağlıdır. Çevresinde Kütahyalı için "Havası sert, insanı mert yerden" denir. Kütahya'da gelenek, görenekler ahlaki değerler ve dinsel yapı güçlü bir kurum olarak toplumsal yaşayış üzerindeki belirleyiciliğini korumaktadır. Bu bazen günlük yaşamda çeşitli kısıtlamalar şeklinde, bazen de güçlü bir yardımlaşma ve dayanışma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kütahya'da çelebilik; bir mevkidir. Yiğit, aklı duygularına egemen, sözüne güvenilir, önderlik yetisi gelişkin ama mütevazılığı bırakmayan insanlara "çelebidir" denir. Hatta Kütahyalı bunu çoğu kere şehrin unvanı olarak kullanır, "Kötayamız çelebidir" der. Günlük yaşamda "Allah kerim" yetinme anlayışıyla da "ele güne karşı" sarınma yaklaşımıyla da sıkça karşılaşılabilmektedir HALK HEKİMLİĞİ Halk hekimliği veya geleneksel tıp, ilk insanın tabiat olayları karşısında takındıkları tavırlar ve münasebet şekillerinden doğmuştur. Burada sihir veya büyünün önemli rolü olmuştur. Dini inançların ve büyünün önem kazandığı bu toplumlarda sağlık ve hastalık da, insan bedenine yabancı unsurların girmesi ve onların yaptıkları kötülüklerle izah edilirdi. İşte insanların bunlardan korunmak için düşündükleri çareler, halk tıbbının temellerini atmıştır. Dolayısıyla geleneksel toplumlarda hastalık ve sağlık hakkındaki düşünceler, halk kültürünün bir parçası olarak doğmuştur. Bu nedenle konu ile ilgili uygulamalar, öncelikle Antropoloji, Etnoloji ve Halkbilim disiplinlerini ilgilendirmekte, konunun teknik analizleri ise tıp ve eczacılık disiplinleri ile açıklanmaya ve değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Halk ilaçlarının hazırlanmasında ise çoğunlukla çevrede yetişen bitkilerden yararlanılmaktadır. "Şifalı bitkiler" denen bu tür bitkilerin ülkemizde yoğun bir kullanımı vardır.İlimizde Kullanılan halk ilaçları: -Mesane yolarında meydana gelen arızalara:et kabartan otu (darı gibi taneleri vardır) nun taneleri kaynatıp içmek iyi gelir. -Vücutta ağrıyan yerlere : Hardalın tanelerini ufalayıp, yapılmış ununa ekip ağrıyan yere sarılır. Sarılan yer çok yanar. Fazla dayanılmaz ama ağrıda kesilir -Bel ağrılarına: Beline bir ip bağlayıp bıçakla üstünden hafifçe ip kesilir ve azıcık kan çıkar, böylece giderildiği zannedilir. Kesme ustura bıçağı ile yapılır -Dalak Kesmesi: Tepsinin içine su koyarlar. Ayaklarını tepsinin içindeki suya sokarlar. -Soğuk algınlığında dağlarda bulunan ve Bodur Mamut dedikleri otu kaynatılır ve içirilir. -Nefes darlığı için pinar yaprakları kaynatılıp içilir. -Kalp hastalığı için kedi kulağı dedikleri otu kaynatıp içilir. -Kesilen yaraya, sigara, kül veya tuz basıp iyi etmeye çalışılır. Gelincik çocuk hastalığına, gelincik hayvanı kesilir ve eti yedirilir.Ocak denilen kimseler okutulur ve çizdirilir. -Siğil Okuma; ay yeni çıktığında ay karanlığında yerden torak alınarak yere bakmazsızın aya bakılarak İhlas suresi okunurken toprak siğiller üzerine sürülür. -Kurşun Dökme; Bu tedavi çocuğa nazar değmesinden ileri gelen çocuğun devamlı ağlaması ile yapılan usuldür. Bir tava içerisinde kurşun ısıtılır, bir başka kapta bulunan suyun içine bu kurşun dökülür. Bu arada çocuğun yüzüne bir tülbent örtülür, kurşunlu su tülbendin üzerinden sıçratılır.Artan su ile çocuk erkek ise erkek köpeğin, kız ise dişi köpeğin üzerine dökülür. Köpek silkinirse nazarın geçeceğine inanılır. -Kupa Çekme; kupa çay bardağının bir başka adıdır. Sırtı ve bacakları sancıyana çekilir. İspirtolu pamuk sancıyan yere konur. Üzerine kupa kapatılır. Kupanın içi deri ile dolunca kupa alınır. -Karayanık; elde, ayakta ağızda morarmalar olur, bu hastalığa karayanık denilmektedir.Ocak denilen kişiler tarafından tutulur. Şeker ve bal kaynatılarak yara üstüne bastırılır. Bu sırada ocak içinden okuyarak mor olan yerlere sürüyormuş gibi yapar. Hasta olan üç dört gü perhiz yaptırılır. Soğan ve buğdaylı yiyecekler yedirilmez. -Kaba Kulak; kulak arkası şişerek sancı yapar. Tedavisi "miras tava" tabir edilen tavanın karasını sürmekle yapılır. Miras tava bir babanın üç kızı olursa ve baba öldüğünde miras paylaşırsa buradan hisseye düşen tavaya "miras tava" denir. Böyle tavası olan kişler kaba kulak olan çocukların kulak arkalarına tavanın karasını sürerler. -Sülük Tutma; Dudağı yalama, mayasıl olana, dizleri sancıyana sülük tutulur. Rahatsız olan yere sülük konur. Sülük pis kanın emildiğine inanılır. Sülük tutan şişede onları saklar. Sülüğün üzerine tuz ekilerek sülük öldürülür. Çirtme ; çocukların vücutlarında pis kan birikmesinden rahatsız olur. Çocuk hırçın olur ve vücudu dalga dalga kızarıklıklar ve morluklar olur. Bunun tedavisi de "ocak" denilen ve el vermeyle geçen kadınlar tarafından yapılır. Çocuğun vücudu genellikle kolları sırtı jiletle kanatılır. Yapağı sarma; Çiçek hastalığına yakalanana, dizleri sancıyana ayrıca bir yerden düşenlere yapağı sarılır. Yağı yıkanmamış, hayvandan aldığı gibi kirli bir şekilde rahatsız olan yere kapatılır ve sarılır. Çıkık; Ayağı ve eli çıkanlara kerpic kızdırılarak çıkığın olduğu yere sarılır.İnce bulgur su ile kaynatılarak çıkığın olduğu yere bez ile sarılır. HALK HUKUKU Bir bölgede, bir yörede yaşayan halkın; mahkeme edilmesi gereken bir sorunla karşılaştığında, mahkemeye ulaşamadığı, ya da ulaşmak istemediği durumlarda, sorunun yörede, bölgede, köyde halk tarafından oluşturulan bir mahkeme ile çözümlenmesine halk hukuku denir. Anlaşmazlıklarda veya miraslarda büyükler araya girerler, diğerleri de genelde itiraz etmezler ve mahkemelik olmazlar. Kan davası kız kaçırma olaylarına pek rastlanmaz Kadın erkek mirasta aynı haklara sahiptir, aralarında eşitlik vardır. İlimizde uygun olmayan işler karşısında bireyi cezalandırma biçimi; kınama, ayıplama, toplumsal baskı, toplum dışına itilme, vb. şekillerde olmaktadır HALK BAYTARLIĞI Geleneksel kesimde ekonomik yaşam büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Geçimini ahırdaki hayvanından sağlayan, karnını hayvan ürünleriyle doyuran kırsal kesimdeki Anadolu halkı; hayvanına evindeki insan kadar değer vermektedir. Anadolu halkının veteriner olmadığı zamanlarda yada veterinere ulaşamadığı durumlarda yada gitmek istemediklerinde hayvanlarını hastalıklardan korumak veya hayvanlarını tedavi etmek için başvurdukları uygulama ve pratiklerin tümüne halk baytarlığı denmektedir. Bu uygulama ve pratiklere aşağıdaki şu örnekleri verebiliriz. Kelebek Hastalığı : Demiri kızdırıp hayvanın boyun altını, şiş olan yeri yakarlar Tavuk Hastalığı : Tavuğa yoğurt, aspirin, oponu su ile eriterek içirirler. Gazyağı ile kepek karıştırılıp tavuk yemi olarak verilir Yemleme; hayvanın fazla yem yemesinden ileri gelir. Bacakları tutulur. Karnı şişer Hayvanı soğukta tutarak karbonatlı madenler vermek suretiyle tedavi edilir. Ayrıca soğuk su ile yıkanır ve hayvan zorla gezdirilir. Kan Akma; Hayvanın ilk baharda taze otlar yemesinden meydana gelir. Zehirlenen hayvanın çakı ile kulağı kesilir. Buna kan alma denir. Kanın daha hızlı çok akması için kulağa bir çubukla vurulur. Daha sonra hayvanın ağzından sarımsaklı yoğurt verilir. Yılan Sokması; Yılan sütlü hayvanları sokar, Yılanın soktuğu yer yumurta büyüklüğünde yumuşak bir şekil alır. Burası çuvaldız ile şişlenerek ovulur. Kuzu veya Buzağı Yakma; Yavrusu ölen koyun veya inek başı dönünceye kadar kendi etrafında dolandırılır. Başı dönen hayvan bileğinden bir iple direğe bağlanır.Memesinden süt sağılarak yeni yavrunun üstüne dökülür ve bunun üzerine tuz serpilir. Bu arada yeni yavru aç bırakılır. Yavru hayvanın altına atılır. Aç olan yavru hayvan emmeğe başlar. Bütün bu işler özel kabiliyet ister. Yani her insan kuzu veya buzağı yakamaz. Amel; Üşümüş hayvanlarda görülür. Verem başlangıcı teşkil eder. Hayvanın iç organlarını ısıtıcı nışadır, kaynak ve bu gibi maddeler ağızdan verilir. Verem; Hayvanın akciğerlerinde hastalık olur. Soğuk algınlığından olmasından dolayı ahırda soba yakılır. Hayvan sıcak tutulur. Şerit; Hayvanın yüreğinde kabarcıklar olur. Şerit hayvanın but ve kaburgasında bulunur. Canlı şeritler olur. Bu hastalık kesilip yüzülmeden bilinmez. Hayvan bahar mevsimine çıkarsa bu hastalıktan kurtulur. Uyuz; Hayvanın deri kısmında görülür. Devamlı kaşınır. Büyük noktalar halinde deride kemreler hasıl olur. Yanık yağ, gres yağı, asfinik karıştırılarak yaralara sürülür. Sarılık; Hayvanların gözü tamamen sarı bir renk alır. Hayvan sersemleşir ayakta duramayacak hal alır. Hayvan serin yerde tutularak soğuk suyla yıkanması faydalıdır. Bu hastalığın sebebi hayvanın güneş ışığında çok kalmasıdır. Şap; Hayvanın ağzından salya akar, ağzının içi ve dudak araları tamamen yara olur. Hayvanın şaplı yerlerine ispirto, nışadır, şap gres yağı birbiriyle karıştırılarak fırça ile sürülür. Domuz Başı; Hayvanların boğaz ve başında bir şişkinlik olur bu şişkinliğin içi pislik dolu olur. Şişkin yerler bıçakla yarılır.İspirto ile temizlenir. Şişkinlik sert ise sıcak sıcak demirle dağlanır. Şarbon; Hayvanlar için şiddetli bir hastalıktır. Hayvanın gözleri içine çekilir. Yemeden içmeden kesilerek sersemleşir. Gözünün içinde kırmızı benekler meydana gelir. Halk Takvimi ve Meteorolojisi Haftanın Günleri duşamba (Pazartesi) dernek (Salı) bazar (Çarşamba ) cum~aşamı - peşembe (Perşembe) cumeyi (Cuma) cumey~ertesi (Cumartesi) girey (Pazar) Karakış 45 gün, zemheri 45 gün, Kasım 45 gün, Hamsin 45 gün olarak hesaplanır. Yazın gelmesi için 180 gün hesaplanır. Her yıl mayıs ayının 6sında HIDRELLEZ kutlanır Baharın geldiğine inanılır. Cemrelere inanılır.Birincisi Havaya İkincisi Suya üçüncüsü toprağa düşerek ısınılacağına inanılır Halk Ekonomisi Halkın geçimini sağlamak için giriştiği çabaların tümüne halk ekonomisi denir. Tek başına gibi görünen halk ekonomisi halk mimarisinden, inançlara kadar tüm yaşamı etkisi altına alır, kültürel yapının doğrudan belirleyicisi olur. Aileler ferdi olarak yaşamaya başladılar.Geniş aileler halinde yaşayanlar çok azaldı. İlimizde ekonomik olarak çok iyi ve çok kötü olarak iki kesim vardır. Bu da her tür konuşmada ikilik yaratmaktadır.
-
Kütahya Gelenek Görenekleri
GELENEKLER DOĞUM GELENEKLERİ Doğumun ailede yarattığı sevincin eşe dosta duyurulması ve paylaşılması çevresine oturan köklü bir gelenektir. Etrafına kümelendirilen seremon ve törensel geçişler adete protokol gibi esnetilmeden uygulanır. Günlerce süren bir kutlamalar silsilesi içinde sürdürülür. Bebek ve anne için doğumdan iki üç hafta sonra evin misafir ağırlanan odasının baş köşesine normal boyundan daha yüksek bir yatak süslenir. Bu yatak ailenin bebeği için yapılır. Yatağın süsleme malzemeleri ailenin ve yakınlarının çeyizlerinden bir araya getirilen, birbiriyle uyumlu, sim sarma, renkli nakış ve tel kırma tekniklerinde işlenen baş tülbentleri, çevre, uçkur, peşkir, bohçalar, bürümcük çarşaflarıdır. Yatağın dört bir yanına çıta konur. Çıtaların çevresi bürümcük çarşaflar veya benzeri kumaşlarla boğum boğum süslenir. Yatağın arka ve baş yan duvarları ağır işlemeli şalvar kumaşları ile kaplanır. Bu kumaş üzerine ortalanarak sim sırma işli bir bohça hafif eğimler verilerek zemine iğneleyerek şekillendirilir. Bu şekillendirme malzemenin çokluğuna, yapan kişinin becerisine bağlıdır. Genellikle uçları açık S, göbek, kelebek, takke şekilleri ile kompozisyonlar meydana getirilir. Bunlar duyulan sevincin sembolü sayılır. Yatağı ön st ve yan üst kısımları bir baş tülbendinin işli yerleri görünecek şekilde kapatılır. Veya renkli ipek krepler, iğne oyalı danelerin çapraz bükülmesi ile baklava biçimli kafes oluşturulur. Kafeslerin ortasına külte inci ve altın tuğralar asılır. Yatağın bir köşesine gelin tacından- bulunan tac krebinin içine sarımsak, çörekotu ve tuz konularak sıçan denilen nazarlık yapılır ve asılır. Gelin misafirleri ipekli bir kıyafetle karşılar. Misafirlere kahve , çay pasta börek yanında özel yapılmış baharatlı tarçınlı karanfilli sıcak loğusa şerbeti ikram edilir. Doğu yatağı 40 gün ziyaret edilir. SÜNNET GELENEKLERİ Anadolu'da çocukla ilgili geleneksel işlemlerden en önemlilerinden biriside sünnet geleneğidir. Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına girmeden sünnet edilmektedirler. Sünnet tekli yaşlarda ve tören ise okulların kapanmasından sonra yaz mevsiminde yapılır. Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır. "Maşallah" işlemeli sünnet elbisesi alınır ve giydirilir. Sünnet evinin misafir ağırlanan odasının baş köşesine normal boyundan daha yüksek bir yatak hazırlanır. Sünnet yatağı da doğum yatağının aynı malzemelerle ve aynı şekilde yapılır. Tek farkı sünnet çocuğunun ilgisini çekecek renkli ve ışıklı süslerin ağırlıklı ilaveleridir. EVLENME GELENEKLERİ Kütahya İlinde, kız-erkek ilişkileri genelde sınırlıdır. Dünür gezmeden başlayarak gerdeğe kadar düğün hazırlıkları sürerken de bu ilişkiler sınırlılığını korumaktadır. EVLENME YAŞI ( ÇAĞI ): Erkekler 18-20 yaş civarı, kızlar ise 15 yaş sonrasıyla bu çağa girmiş sayılırlar. Erkek evlat, ailesinden her hangi bir öneri gelmezse ya babasının ayakkabısını kapı eşiğine çivi ile çakmakta yada ayakkabının içerisine tuz doldurmaktadır. Yörede bu evlenme isteğinin bir göstergesi olarak yapılmaktadır. KIZ GÖRME - GÖRÜCÜLÜK : Oğlan anası eş, dost arcılığıyla kız aramaya başlar. Aynı zamanda oğlan babasına da bu tür, kız övücü öneriler gelmeye başlar.Yörede eskiden beğenilen kız Hıdrellez günü, düğünlerde oğlana gösterilir. Şimdilerde bu daha kolay olmaktadır. Oğlan annesi sabah erken saatlerinde kız görmeye gider. Ziyaretçilere kahve ikram edilir. Bir bahane edilerek kız konuşturulup kekeme olup olmadığı belirlenir. Kız evi her gelene güler yüzlü gözükür, sunuda kusur ermez. DÜNÜR GİTME: Görülüp belirlenen kızın evine dünürcü olarak gidilir. Kız elleri öper, sonra kahve getirir. Kahveler içilinceye kadar ayakta bekler. Daha sonra fincanları toplar ve çıkar. Dünürcülerin en yaşlı olanı "Allah'ın emri, peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz" der.Oğlanı över. Kız tarafı zaman ister. Kız anası konuyu babaya açar ve oğlan ve ailesini soruşturulur. Dünür kadınlar tekrar geldiğinde kız anası "bizimkine açtım. Düşünelim" dedi. "Bence Allah kısmet etmişse olur. Amma söz babasında. Bir de erkekler babasından istesin" der.Erkekler kızı babasından isterler.. Onaylanırsa oğlan anasına sırma işlemeli iki tülbentle"ikrar tülbendi" verilir.Tülbentlerin alındığı gün "şerbetin" ne zaman içileceği, kaç kişi olunacağı gibi konularda belirlenir. Bu aynı zamanda "söz kesme"dir. ŞERBET : Yörede genelde Cuma günü yapılır. Daha önceden kız evine bir akraba ile 40-50 kilo şeker, bir sandık topak şekeri, bir torba şamsi şekeri,1-2 kilo kahve, 1 sepet kağıt şeker ve şeker boyası gönderilir. Çağırılan davetliler sabah erkenden kız ve oğlan evinde toplanmaya başlarlar. Kız evindeki erkek tarafının davetlileri tamam olunca oğlan evinin götürdüğü hoca kız evinin en yaşlısından kızı tekrara ister. Onay alındıktan sonra hoca dua okur. Sonra şerbetler dağıtılır. Şerbetler içilirken oğlan babası yüksüğü kız babasına verir. Kız evi yüksüğü aldıktan sonra "tülbent bohçası"nı getirip hocanın önüne koyar. Hayırlı olsun der. Erkekler için nişan-şerbet Cuma namazına kadar sürere. Erkekler gidince kadınlar eğlentiye başlarlar. Oğlan tarafının getirdiği nişan yemekleri yenir.İkindi namazında herkes dağılır. Kız evi, oğlan evinden gelen konuklar için gidince iki sürahi şerbet doldurup oğlan evine gönderir. GÖRÜMLÜK : Görümlük yada "mübareke" nişandan bir veya iki ay sonra olur. Oğlan evi haber gönderip "biz gelin kızımızı göreceğiz" derler. Görümlük töreni pazartesi, Perşembe yada Cuma günüdür. Bu günlerden birinde oğlan evi 15 kişilik gruplar halinde kız evini ziyaret edip gelin kızlarını görürler. Kız giyinip herkesin elini öper. Eli öpülen herkes kıza bir şeyler takar. Kız odadan çıkar ve elbise değiştirip yeniden el öper. Ondan sonra tekrar elbise değiştirip su dağıtır. Akrabalarda oğlan evinden getirilen hediye bohçalarını açıp bakarlar ve dua ederler. Öğlende yemek yenir. Kız yeniden elbise değiştirir ve giden konukların ellerini öper Mübareki ise görümlük bittikten sonra kızın yakın akrabaları oğlan evini ziyarete giderler. Kız anası giderken oğlana hediyeler götürür. DÜĞÜN HAZIRLIKLARI - YÜK : Görümlük ve mübarekiden sonra oğlan anası kız evine giderek ne istediklerini sorarlar. Kız evi için hazırlanan elbise takımları ve dürüler şerbette kız evinin verdiği ağır baş tülbendine sarılarak bohçalar içinde kız evine gönderilir. Yükün arkasından oğlan anası ve çağrılı akrabalar kız evine giderle. Yemekler yenir, çalgılar çalınır, oynanır. Kız evinin hazırladığı çehiz açılır, bakılır. Oğlan evinin yük ve çehizi serilir.Yük bir hafta açık kalır. Yük geldikten 15- 22 gün sonra düğün başlar. ÇEHİZ ALTI : Sergi indikten sonra okuyucu kadınlar her iki tarafın akraba ve yakınlarına "Salı çehiz altı, Çarşamba kına, Perşembe düğüne buyurun" derler. Oğlan evinin okuyucusu, kız evine giderek, "Salı çehiz altı,, Çarşamba yengelik, Perşembe akşamı güveyi salmaya buyurun" der. Bunlar olurken de tüm mahalleli imece biçiminde kız evinde çeyiz altı yemeklerini hazırlarlar. Her iki tarafta ayrı birer davet verirler. Yemek zamanı önce oğlan evi davetlileri yemeğe buyur edilir. Sonra kız evi davetlileri sofraya otururlar. Yemekten sonra eğlence yapılır. GELİN - DÖNME HAMAM GELENEĞİ : Şehirdeki bir hamam oğlan evince kiralanır. Düğüne çağrılan kız ve erkek tarafının akrabaları o gün hamamda yıkanırlar. Yıkanmadan sonra çalgılar eşliğinde önge gelin arkada yengeler olmak üzere hamamın şadırvanının etrafında dönerler. Oğlan anası ve yakınları kızın başının üzerinden para ve şeker saçarlar AHENK : Salı gece yarısından sonra kadınlar ahenge otururlar. Sabaha kadar çalınır oynanır. Gelin kız birkaç arkadaşı ile bir kenarda dinlenirler KINA GECESİ : Ahenkten sonra kalıp gitmeyen kadınlar kına gecesine hazırlanırlar.Oğlan evi davetlileri de oğlan evinde toplanıp, gelirler. Maniler söylenir.Kız yengeleri gelin kıza abdest aldırır ve giydirirler. Kızın başına kırmızı duvağı, tek kocalı, analı babalı ve erkek çocuğu olan yenge takar. Önde çalgıcılar, arkada iki kız yengesinin arasında gelin kız ve ardından kına taşıyan okuyucu olmak üzere odaya girerler. Odada türküler söylenir. Kız kıbleye doğru oturtulur ve kız tarafı gelinin sol el ve sağ ayağına kınasını, oğlan tarafı sağ el ve sol ayak kınasını yakarlar. Kına sarılmadan önce kızın ayak kınalarından alınan parçalar bekar kızların saçlarına "bahtları açık olsun" inancıyla sürülmektedir.Kınadan sonra önce oğlan tarafı sonra kız tarafı pilav ve zerdeden oluşan kına yemeğini yerler ve giderler. Gece kızın elleri ve ayakları kına ile süslenir. KIZ DÜĞÜNÜ : Perşembe sabahı kız evinde kız evinin davetlileri toplanırlar. Kıza abdest aldırıp, namaz kıldırırlar. Gelin kıza tefebaşı giydirilir. Kızın başı yapıldıktan sonra yüzü yazılır sonra al duvak örtülür. Paça günü oğlan evinde kesilecek olan saçları 30 -40 örgü halinde örülür KUŞAK KUŞATMA : Kızın saçı yapılıp yüzü yazıldıktan sonra kız düğününün önemli parçası olan "Kuşak Kuşatma" geleneği uygulanır. Yengelerin oyun ve eğlenceleri sürerken kızın amca ve dayıları gelir. Gelin el öper. Babası veya erkeklerin en büyüğü kemeri gelin beline üç kez dolar çözer ve diğerlerine verir. Herkes bu işlemi tamamladıktan sonra ilk olarak kuşağı kuşatan kuşağı bağlar ve dua eder. ERKEK DÜĞÜNÜ- YENGELİK : Kız evi kız düğünü yaparken erkek tarafında kendi arasında eğlenir. Buna yengelik denir. Damat akşama hazırlanır. GELİN ALMA : Oğlan evinin yakınları kız evine giderler. Kız tarafının erkekeleri bu alayı karşılar ve iki taraflı sıralanırlar. Bu arada oğlan anası, yengeler, görümceler arabalarla kız evine gelirler. Kız tarafı karşılar ve lokum ve şerbet sunulur. Gelin kız getirilerek kaynanasının önüne oturtulur. Kız yengeleri dualar ederek çıkarlar. Erkekler gelinin odasına girerler ve kaynana saçı saçar. Oğlan babası kızı kolundan tutup kaldırır ve arabaya binen oğlan yengelerinin yanına oturtur. Çeyiz arabaya yüklenir.Kız evinden ayrılınır Gelin arabadan oğlan yengeleri indirir. Gelin eve girerken hazırlanmış bal ve kaymaktan birer parmak kapının üst ve alt eşiğine sürer. Eve alınır. Kaynana "hoş geldin kızım" der . Yengelerin öncülüğünde erkeke tarafından kadınlar oynar. Geline bakmaya gelinir. NİKAH : Kızın vekaleti alınarak camide veya evde dini nikah kıyılır GÜVEY SALMA : Kız evinden iki yenge birkaç genç kadın tepsilerle baklava ve damat için hazırlanmış çamaşırları getirirler. Yengeler kalır, diğerleri gider. Güvey salma töreni ikindi üzeri başlar. Damat ve sağdıçları eğlenirler, yemek yerler.Yatsı namazından sonra erkekler dışarıdan gelerek evin kapısında sıralanır. İmam ve yaşlı kişiler sıranın başında durur. Dua ve ilahiler okunur. Damat el öperek içeri girmeye hazırlanırken arkadaşları şakalar yaparlar. Gerdek sonrası damat sağdıçları hama gider. Gelini yengeler evde yıkar. PAÇA : Kuşlukta iki üç sofralık misafir toplar ve yemek verir. Akşam "gelin almaya "giden yakınlar gelir, yemek yenir. Gelenler geline hediye takar. Paça denilen toplantıda gelin el öper ve hizmet eder. KIZ ARDISIRA : Oğlan ve kız evlerinin düğünden sonra birbirlerini ziyaretlerine verilen yemektir. Önce kız sonra erkek evi birbirini yemeğe alır MÜBAREKE : Düğünden sonra kırk gün boyunca akrabalar yeni geline kutlama ziyaretleri yapar buna mübareke denir. Kırk gün boyunca gelin kutlamaya gelenlerin hizmetini görürken her ikramda elbise değiştirir.
-
Kütahya Halk Edebiyatı
HALK EDEBİYATI ATASÖZLERİ - Acele işe şeytan karışır. - Acı acıyı bastırır. - Aç acıyı su sancıyı alır - Acı patlıcanı kırağı çalmaz. - Aç aman bilmez. - Aça sekiz yorgan örtmüşler yine uyuyamamış. - Adam kıtlığında keçiye Abdurrahmançelebi derler. - Adam olacak oğlan doğuşundan bellidir. - Adı çıktı dokuza inmez sekize. - Ağlamayan çocuğa meme vermezler. - Akacak kan damarda durmaz. - Akşamın hayrından sabahın şerri yeğdir. - Alacakla verecek ödenmez. - Allah bal mumu yakana bal mumu, yağ mumu yakana yağ mumu verir. - Allah'ın bildiği kulundan saklanmaz. - Alına yazılan başa gelir. - Almadan vermek Allah'a mahsustur. - Alışmış kudurmuştan beterdir. - Anasına bak kızını bak kızını al, kenarına bak bezini al. - Ben hadımım der , o oğuldan kızdan ne haber der. - Besle kargayı oysun gözünü. - Bir günlük beylik beyliktir. - Bir koyundan iki post çıkmaz. - Boşboğaza ateşe atmışlar, odun yaş diye bağırmış. - Başa gelen çekilir. - Bedava atın dişine bakılmaz. - Bir tutam tarhana varsa ehline pişirt. - Can boğazdan gelir. - Can çıkmadan huy çıkmaz. - Canı yanan eşek attan Yörük olur. - Cennetin kapısını cömert açar. - Çayı görmeden paçaları sıvama. - Çirkefe taş atma üstüne sıçrar. - Çiviyi çivi söker. - Çıkmadık canda ümit vardır. - Çocuktan al haberi. - Çocuğun yediği helal, giydiği haram - Çocuk düşe kalka büyür. - Çok karıştırma altından çapanoğlu çıkar. - Evdeki Pazar çarşıya uymaz. - Evlenen ile ev yapana Allah yardım eder.Fazla mal göz çıkarmaz. - Fitil fitil burnundan gelsin. - Garip kuşun yuvasını Allah yapar - Gecler gebedir gün doğmadan sultan doğar. - Geç olsunda güç olmasın. - Gelen gideni aratır. - Geleceği varsa göreceği de var. - Giden ağam gelen paşam. - Gökyüzünde düğün var deseler kadınlar merdiven krarlar. - Gönül kimi severse o güzel odur. - Göz görmeyince gönül katlanır. - Göz terazi akıl mizan. - Güvenme varlığa düşersin darlığa. - Güvendiği dağlara kar yağdı. - Ha Ali Hoca, ha Hoca Ali. - Havla demesini de bilirim helva demesini de - Hazır yemeğe dağlar dayanmaz. - Hazırı sakla Hızır'a lüzum kalmaz. - Her işin başı sağlık. - Misafir umduğunu yemez bulduğunu yer. - Ne ekersen onu biçersin. - Nereye gidersen okka dört yüz dirhem. - Oldu olacak kırıldı nacak. - Onunla aşık atılmaz. - Oynamasını bilmeyen kız yerim dar dermiş, yerini bulmuşlar bu sefer yenim dar demiş - Ödünç yiyen kesesinden yer. - Öğüt veren çok olur ama ekmek veren olmaz - Ölüm dirim bizim için. - Ölümden öte köy yok - Öz ağlamayınca göz ağlamaz. - Parayı veren düdüğü çalar. - Pilavı yiyen kaşığı yanında taşır. - Sabah ola hayır ola. - Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı da atlas - Sebepsiz kuş uçmaz. - Serçeden korkan darı ekmez. - Sındırgıyı sıyırmış kara ağaca kandil bağlamış. - Sırrımı düşman bilmesin dersen dostuna açma. - Sona kalan dona kalır. - Sora sora Kabe bulunur - Söyleyene bakma söyletene bak. - Su testisi su yolunda kırılır. - Su içene yılan bile dokunmaz. - Suyun çağlamazından insanın söylemezinden kork. - Şahin sinek avlamaz. - Takdirle yazılan tekbirle bozulmaz. - Takke düştü kel göründü. - Tavuk bile su içerken göğe bakar. - Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. - Tereciye tere satılmaz. - Tilki tilkiliğini anlatıncaya kadar post elden gider. - Tıngır elek tıngır saç. - Tok ağırlamak güçtür. - Üşenenin oğlu kızı olmaz. - Üzümün çöpü var armudun sapı var. - Üzerliksin havasın her derde devasın. - Ucuzdur vardır illeti, pahalıdır vardır lezzeti. - Ummadığın taş baş yarar. - Unumuzu eledik eleğimizi astık. - Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. - Arsızın yüzüne tükürmüşler, yağmur yağıyor demiş. - Aslını saklayan haramzadedir. - Asilzadeden kemlik gelmez. - Ateş düştüğü yeri yakar. - Ateş olsa cürümü kadar yer yakar. - Ayranı yok içmeye, tahtırevanla gider gezmeye. - Ayvaz kasap, hep bir hesap. - Az veren candan çok veren maldan. - Azıcık aşım kaygısız başım. - Babası oğluna bir bağ bağışlamış, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş. - Bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var. - Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur. - Bal tutan parmağını yalar. - Balık baştan kokar. - Baş olda istersen eşek başı ol. - Baş kırılır fes içinde, kol kırılır yen içinde. - Başa gelmeyince bilinmez. - Başa gelen çekilir. - Bedava sirke baldan tatlıdır. - Çok söylenme arsız olur, parsız koma hırsız olur.ü - Dabak beğendiği deriyi yerden yere vurur. - Deli deliden imam ölüden hoşlanır. - Denizden geçer çayda boğulur. - Dertsiz başını derde sokma - Dilenciye sucuk vermişler, eğri diye beğenmemiş. - Döngelle oruç tutulmaz - Düğünsüz ev olur, ölümsüz ev olmaz. - Düşmez kalkmaz bir Allah. - Eceli gelen köpek cami duvarına işer. - Ekmeksiz ev, köpeksiz köy olmaz. - El elden üstündür. - Elle gelen düğün bayram. - Ellini sallasan ellisi, başımı sallasan başı tellisi. - Eli işte aklı oynaşta. - Elifi görse mertek sanır. - Erenlerin sağı solu olmaz. - Et tırnaktan burun yüzden ayrılmaz. - Evvela iğneyi kendine batır, sonra çuvaldızı ele. - Evli evinde köylü köyünde gerek. - Her koyun kendi bacağından asılır. - Her kuşun eti yenmez. - Herkesin tenceresi ayrı kaynar. - Horoz ölür gözü çöplükte kalır. - Huylu huyundan vazgeçmez. - İğne İle kuyu kazılmak. - İbadette gizli kabahatte. - İki el bir baş içindir. - İki su bir ekmek yerini tutar. - İnsan ne oldum dememeli ne olacağım demeli. - İşin yoksa şahit ol, borcun yoksa kefil ol. - İşten artmaz, dişten artar. - İt ite it de kuyruğuna buyururmuş. - İyilik ette denize at, balık bilmezse Halik bilir. - İzan dedikçe uzanıyor. - Kabahat samur kürk olsa kimse üzerine almaz. - Kalburla su taşınmaz - Kaşığı ile yedirir, sapı ile göz çıkarır. - Kaşığı herkes yapar sapını denk getiremez. - Kaz gibi ağzını açacağına gözünü aç. - Kel ilaç bulsa kendi başına sürer. - Kimin arabasına binerse onun türküsünü çalar. - Kılavuzu karga olanın burnu boktan çıkmaz. - Kırk yıllık kani olur mu yani. - Kısmetse gelir Hint'ten Yemenden, kısmet değilse ne gelir elden. - Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla. - Korkunu ecele faydası yoktur. - Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı derler. - Köpek bile sahibini ısırmaz. - Köpek kocayınca kedilerin maskarası olur. - Köpeğin duası kabul olsa gökten kemik yağar. - Kul bunalmayınca Hızır yetişmez. - Kurunun yanında yaşta yanar. - Kuzguna yavrusu güzel görünür. - Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi. - Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır. - Maşa varken elini akma. - Meranın iş görmek değil kalaycılar gibi kıç sallamak. - Meyhaneciden şahit istemişler, bozacıyı şahit göstermiş. - Uyku uykunun mayasıdır. - Vakitsiz öten horozu kesereler. - Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut. - Vücut kocar, gönül kocamaz. - Yağmur olsa kimsenin tarlasına yağmaz. - Yalan, yalan bu yalan deveyi yuttu bir yılan. - Yananla yenene bir şey dayanmaz. - Yavuz hırsız ev sahibini bastırır. - Yedisinde ne ise yetmişinde de odur. - Yemin etsem başım ağrımaz. - Yiğit lakabı ile anılır. - Yiyen bilmez doğrayan bilir. - Yoktan yonga kopmaz. - Yüz yüzden utanır. - Yüzdük yüzdük kuyruğa geldik. - Yuvayı yapan dişi kuştur. - Zaman sana uymazsa sen zamana uy. - Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt ovada yolunu şaşırır. - Zora dağlar dayanmaz. Züğürt olup düşünmektense uyuz olup kaşınmak daha iyidir DEYİMLER - Aba altından deynek gösterir. - Acısı içine çökmüş - Açlıktan nefesi kokar. - Adama döndü - Adamlık bende kalsın. - Adet yerini bulsun - Adın çıkacağına canın çıksın. - Ağzı var dili yok. - Ahrette iki elim yakanda. - Aklını peynir ekmekle ekme. - Anamın ak sütü gibi helal. - Anasının gözü - Armut piş ağzına düş. - Atına eşek mi dedik. - Ateşle oynama. - Atsan atılmaz, satsan satılmaz. - Az yede bir uşak tut. - Bacak kadar boyu var türlü türlü huyu var. - Bağrıma taş basarım - Al alacak çiçeği bilir. - Baltayı taşa vurduk. - Bastığın yeri bil. - Başa kakma. - Başının çaresine bak. - Başkasının sırtından geçinme - Baştan savma - Bıyık altından gülme - Bir kaşık suda boğma - Bundan iyisi can sağlığı - Büyük söyleme - Canı cehenneme - Canıma değdi - Cehenneme kadar yolu var.cehennemin dibi - Ciğeri beş para etmez - Dediği dedik, çaldığı düdük - Derdimi deşme - Dışı seni yakar, içi beni yakar - Dokuz yorgan eskittir - Dosta düşmana karşı - Dünyanın kaç bucak olduğunu anlarsın - Eceline susamış - El ağzıyla çorba içme - El ermez göz görmez - Elinden geleni ardına koyma - Feleğin çemberinden geçmiş. - Garip ilin şenliği bu kadar olur. - Göbeği sokakta kesilmiş - Görüp göreceği rahmet bu. - Günahı boynuna - Günahını vermez - Haddini bil - Hamamda deli var - Ham armut gibi boğaza durur - Hangi dağda kurt öldü - Hangi taşı kaldırsan altından çıkar. - Hatır gönül nedir bilmez. - Helal süt emmiş. - Her evde bir deli, bizim evde hep deli - Hikmetinden sual olunmaz. - İpiyle kuyuya inilmez - Kabir suali gibi - Kaçın kurası - Kahve tütün keyifler oldu bütün - Kalıbının adamı değil - Kendini dirhem dirhem satar. - Koyduğum yerde otluyor. - Lafı ağzında geveleme - Lamı cimi yok. - Maymun iştahlı - Meteliğe kurşun sıkmak - Meydanı boş buldu - Mezhebi geniş - Mürekkep yalamış - Nefsine yediremedi - Ne halin varsa gör - Ne oldum delisi - Oluruna bırak - Öküz altında buzağı arama - Ölür müsün öldürür müsün - Saman altından su yürütme - Sucuk gibi ıslandım - Suratı kasap süngeriyle silinmiş - Suyu başından kesmeli - Suyu nereden geliyor. - Sürüsüne bereket - Şeytana külahı ters giydirmek - Şeytan dürttü - Tabanı yanmış it gibi kaçar - Tam takır kırmızı bakır. - Taş attı da kolumu yoruldu - Tavşan boku gibi ne kokar, ne bulaşır - Teneşir paklar - Tilki uykusuna yatmış - Tövbeler tövbesi - Tuzu kuru - Tüyü düzdü - Ucu ucuna ancak denk geliyor - Uçan kuşa borçlu - Vebali boynuna - Verip yetiştirdi - Yaka silkmek - Yan gelip yatmak - Yanına salavatla varılır. - Yaradana sığınma - Yemin etsem başım ağrımaz - Yer altında olmasında dağ ardında olsun - Yumurtaya kulp takmak - Yuvarlanıp gitmek - Yüreğim ağzıma geldi - Yüreğim kabardı - Yüreği yufka - Yüzünün akıyla çıktı - Zehir zemberek - Zeynine takıldı - Zeyni karıştı - Zıkkımın kökünü ye - Zırnık vermez.
-
Kütahya Efsaneleri
EFSANELER KÜTAHYA İLİNİN ADI: Bir zamanlar yörede dul bir kadın yaşarmış.Geçimini sağlamak için çanak çömlek yaparak pazarda satarmış. Yaptığı çanak ve çömlekler o kadar sağlam ve güzel olurlarmış ki hemen beğenilip alınırmış. Bu nedenle diğer çanak ve çömlekçilerinki alıcı bulamazmış. Zorda kalan öbür çanak çömlekçiler bu duruma şaşarak sonunda bu kadının çanak çömleğinin sağlam ve güzel olmasındaki sırrın toprakta olduğuna kanaat getirirler ve derler ki :"bu kadını izleyip nereden toprak aldığını öğrenelim, bizde oradan toprak alalım." Derler. Dediklerini yaparak, gizlice kadını takip ederler. Kadını şimdiki ilimizin (Kütahya) bulunduğu yerdeki, küçücük bir tepeden toprak aldığını görürler. Bunun üzerine bütün çanak çömlekçiler oradan toprak almaya başlarlar.Bundan sonra çanak çömlekçilik gelişir ve burada bir kent kurulur. Adınada seramik kenti anlamına gelen Seramorum denir. Daha sonra kentin adı Kotiyom olarak değişir. KÜTAHYA KALESİ EFSANESİ Efsaneye göre bir zamanlar Kütahya'da minareden boylu, olağan üstü, dev gibi iri ve güçlü adamlar yaşarmış. Ömürleri de boyları gibi uzunmuş. Bazıları susadığında eğilip kente üç kilometre uzaklıktaki Felent çayından su içerlermiş.Bir gün bu adamlara liderleri yan yana dizilmelerini emretmiş, dizinin bir ucu yoncalıya diğer ucu Nemrut kayasına ulaşmış. Liderleri Nemrut kayasından parçalar kestirerek oda büyüklüğünde kaya parçaları elden ele geçirilerek Gulam köyü diye bir köyün yanında işlenerek kentin yanındaki şimdiki Hisar tepeye taşınır.Bir söylentiye göre şimdiki Enne Köyünün adı bu olaydan kaynaklanır.Daha önceleri "Elele " olan köyün adı zamanla Enne'ye dönüşür. Kalenin yapımı uzun sürer.Bedenler, örülür, saralar kururlur, su mahzenleri kazılır ve yer altı yolları yapılarak, görkemli bir kale yükselir.Bu sırada bin yaşına yaklaşmış olan başkanın bir oğlu varmış. Henüz bıyıkları yeni terlemiş olan başkanın bu oğlu 300 yaşındaymış ve birden ölmüş. O güne kadar ölümle ilk kez karşılaşan babanın beli bükülür ve yaptığı kaleye bakar bakar,Üç yüz yaşında oğlum öldü. SARIKIZ EFSANESİ: İnsanlar kaya kovuklarında, inlerde otururken şimdi hamam olan mağara bir koca ninenin evi, boyalık denilen inde samanlığıydı. Ninenin sarı saçlı, çakır gözlü, bal tanli bir kızı vardı. Kızın vücudu kadar içi de güzel ve temizdi.Nine, kızını çok severdi.Kızında çok sevdiği bir sarı ineği vardı.Elinde büyüttüğü bu sarı ineğe bütün sevgisini bağlayan kız,ineğin sabah akşam yemini, suyunu kendi eliyle verirdi. Bir gece yine ineğe saman vermek için ine girdiğinde, kulağına uğultular gelir. Çok derinden gelen bu sesleri hiçbir sese benzetemez, kulak verir. Bu sesin kendisine seslendiğini anlar. Gelen ses; -Güzel kız, melek kız! Geliyom, geliyom harlayarak mı gelem, gürleyerek mi? O ana kadar korku nedir bilmeyen ceylan yapılı dağların kızı ilk defa bu gizli ses karşısında irkilmiş. Hemen ninesine koşmuş. Heyecanını onun sıcak koynunuda yatıştırdıktan sonra olanları anlatmış. Nine kız bir hayli düşünmüşler. Ne idi bu?!... Dağ anası mı, orman ejderhesı mı cin mi, haydut mu, yoksa kıza gönül vermiş sevdalı mı?.... Ya harlaması, gürlemesi ne oluyordu. Bunu bir türlü çözemediler. Kimselere diyemediler.Her iyi ve kötü gün gibi o gününde sabahı oldu. Gündüz gözüyle köşeyi bucağı aradılar, taradılar, in cin yoktu.Ertesi gece nedense vakti gelince kız yine kız yine duramadı yine samanlığa koştu. Bu sefer ses daha açık gelir. Nine geldiğinde ses kesilir. Kız yalnız kalınca belir ama o gecede bir şey diyemezle. Üçüncü gün karar verirler bu gaipten gelen sesin sahibi kim ise ne ise çıksın diye sese cevap vermeye karar verirler. O gece de kız karanlıkların derinliğine gene ay parçası gibi süzüldü, kulak verdi uğultular canlandı ve kayalar dile geldi - Güzel kız sarı kız geliyom, geliyom, izin ver. Kızın ağzından bir çığlık gibi çıkıverir sözler: - İn misin cin misin ne isen gel göreyim. Kayalardan bir uğultu kopar ve - Harleyem mi, gürleyem mi? Bunun üzerine kız korkuyla - Harla ey mübarek harlayarak gel der. Bu sesi her oyuktan fışkıran suların harıltısı takip eder. İne dolan sıcak kızı içine alır.Ilıcada şimdi büyük hamam olarak bilinen Boyalık hamamı olur. Hamama gelen iyi yürekli, ince duygulu, temiz kalpli kişilere Sarı kızın göründüğü inancı yaygındır. Bunun içinde bir efsane söylenir. Günlerden bir gün hamama giden iyi yürekli bir kadın sıcaktan fenalaşıp baygınlık geçirir, hamamın havuzuna düşer. Suyun dibinde bir delik görür, buradan geçince küçük bir bölmede karşısına sarı saçlı güzel bir kız çıkar Kuran okuyan kız onu kurtarır. Öbür bölmeye geçirir, kurtarır YONCALI KAPLICASI EFSANESİ: Bir zamanlar Kütahya valisinin güzel bir kızı varmış. Bu kız amansız bir hastalığa tutulur.Kötü ve bulaşıcı olan bu hastalık tedavi edilemez. Sağlığından ümit kesirli ve başkalarına da bulaşır korkusuyla kızın kimsesiz boş bir yere bırakılması düşünürlü ve bir gün Yoncalı'nın bulunduğu yere bir çadır kurulur. Kız oraya bırakılır. Yemeği bırakılır. Kız orada bir müddet kaldıktan sonra bir gün tüyleri dökülmüş, cılız bir kurt görür. Kurt her gün ikindi serinliğinde çayırın yanından geçerek bir yere gidip gelmektedir. Bir müddet sonra kurt düzelmeye ve tüylerinin çıkmaya başladığı görür Kız bu durumu merak eder. Sürünerek bunun izinden gider. Birde bakar ki; çayırlıklar arasında bataklık var . Kurt birinci batağa girip içine batıp batıp çıkmaktadır. Buradan çıkıp ikinci batağa girmekte ve sonunda temiz suda durulanıp çıkmaktadır. Bu durumu gören kız aynı şekilde bataklara girip çıkmaya başlamış. Günden güne iyileşmiş gücü yerine gelmiş, yüzü gözü düzelmiş.Tam iyileştiği bir gün bir çoban onu görür ve kızı sever. Yanına gelir. "in misin, cin misin?" der kızda "ne inim ne de cinim senin gibi adem oğluyum" der ve olanı biteni anlatır.Çoban kızı alıp babasına götürür. Baba kızını iyileşmiş görünce sevincinden "Dile benden ne dilersen?" der. Çoban birkaç kez sağlın diledikten sonra kızının kendisine verilmesi ister. Baba da kızını verir. Kızda çobanla evlenir.Baba, buraya bir hamam ve bir cami yaptırır. Herkese şifa olsun diye. MEHMETÇİK ÇAMI EFSANESİ Vakıfköyü Seyit Ali anlatıyor: Malazgirt Savaşı sonrası ilerleyen, her gün bir yenisi eklenen topraklara, asalet katan Müslüman Türkün Tevhit mührünü basan öncü kuvvetlerin avcı kolundan bir askerin önüne işte bu mıntıkalarda 15-20 kadar gavur askeri çıkar, aralarında çıkan çarpışma sonunda orası düşman askerlerine mezar olur. Şimdi bile biz oraya gavur mezarlığı deriz. Aldığı derin bir yara ile oradaki topraklara kanını akıta akıta çeşmenin başına varır, dermansız düşer, bayılır oraya. Yetişen arkadaşları bir süre sonra bulurlar onu. Ruhu henüz cesedinden çıkmamıştır. Ayın hilal hali, yıldızı ile Mehmetçik'in yanında sanki bir bayrak gibi aksetmiştir. Can havli ile tuttuğu küçük çam filizi avucunda öylesine biçimlenmiş bırakmıyor, dudaklarında inilti ile "Allah Allah" der. Biraz sonra arkadaşlarının kolları arasında Kelime-i Şahadet getirerek ruhunu teslim eder. Avuçlarının arasında çam filizi, bir kabın içinde donan alçı gibi şekil almıştır. Arkadaşları, rengi kırmızıya dönen çeşme ayağının içine akseden hilal ve yıldızın kenarına o çam filizini, baş ucuna gelecek şekilde elbiseleri ile beraber gömerler ve yollarına devam ederler. O küçük çam, yerdeki bu eşsiz manzarayı bir bayrak halinde göklere çıkarmak istercesine, dallarını sağa sola yaymadan öylece yükseklere çıkardı. Büyüdü, tohumlarını çevresine saçtı. Oldu bir orman. Bu ağaçların gövdesinden akan sakız dediğimiz göz yaşları kan renginde, pürçüklerinin arasından geçen rüzgar tüylerimizi diken diken eden şehitler senfonisi sanki.. Ve Yunus'un sözlerinde ilahilerle nesilden nesile geliyor hikaye. Sırtını ebediliğe dayamış, cesetleri unutulma çukurlarında çürümeyen, Rableri katında dirilerin abideleri ile dolu bu mekan Tavşanlı'nın Vakıf Köyü'nde.Bu abide çamların civarındaki diğer ağaçlar, bektiler hepsi bir bütünlük içinde, Mehmetçik'in eşsizliğini anlatırcısına oraya kümelenmişler. Ihlamurlar, şahane kokularını burarda hiç kimseden kıskanmıyorlar. Çoban çamları, yavrularını burada koruyorlar. Altın sarısı pürçükleriyle dünya botanik literatürüne geçmeye hazır isimsiz kahramanlar gibi, nadide mutasyonlar, hep burada Mehmetçik Çamı'nın çevresine gelip yerleşmişler. Dünyadaki meşhur bilim adamlarına nev'i şahsına münhasır özellikleri ile ziyaretgah haline gelen bu ormanımızdaki ağaçlardan birini ilk gördüğünde heyecanlanan Belçikalı Yelene İSTAVROZ çıkararak aynen şunları söyledi: "Allah inanan insanlar Allah'a şükrün borçlarını ödemek için gelip bu ağacı tavaf etmelidir." Sonra buralara kadar felçli haliyle çamımızı görmeye gelen kocasını sırtına aldı, gözyaşları ile tavaf ettiler ve akabinde dediler ki; "Yalnız bu ağaç Türkiye için bir hazinedir." İşte bu hazinemizi her sene ziyaret etmeye gelen, yüzlerce bilim adamının müşterek arzusu, bu tabiat harikalarının özenle korunması. Mehmetçik Çamlarını kesme bahtsızlığına yakalananlarının hepsinin müşterek akıbeti, dileyerek intihar. Bu bir rivayet değil, istatistiği bir sonuçtur. Seyit Ali Amca'ya ve Vakıf köylülere, bu çamları kesenlerin hallerini sorduk, bakın neler söylediler: - Mahzar Osmanlık olur. - Bir daha uyuyamaz. - Ailesinden birine sara gelir. - Onmaz. - Titrek olur (devamlı eli ve ayağı titrek, yemek bile yiyemez.) - Hayvanları ölür, evi barkı yanar. - İflah olmaz. - Toprak bile kabul etmez. (ölüsünü) ÇOBAN MURAT ÇAMI EFSANESİ KOYUN AĞILI DEDESİ Nereli olduğunu bilen yok dedemizin. Hangi köye çoban dursa bir önceki köyün halkından biri zannedilirdi. Nedense o, kendini bırakmak istemeyenlerin yalvarıp yakarmalarına bakmaksızın her iki veya üç yılda bir köy değiştirirdi. O, ağaçları, hayvanları, böcekleri, kuşları, çiçekleri öyle çok severdi ki, nerede çobanlığa dursa başka bir güzellik gelirdi. Yaz, kış dağlarda gezer, ağaçlarla kuşlarla konuştuğu söylenirdi. Hemen her yerdeki müşterek ismi "Çam Dede" veya "Çoban Dede"'ydi. Esas adı Murat' mış. Dağlarda ağaçlarda aşılar yapar, yeni aşılı meyveler, yeni türler, yeni formlar elde etmeyi diğer çobanlara da öğretirmiş. Belki 10 veya 15 sene oldu, bu köye geleli "Son durağım bu dağlar benim" dermiş diğer çobanlara. Bir çam ağacının altına ağılını kendisi kurar, yaz kış orada yatarmış. Ne hikmettir bilinmez, altına ağıl kurduğu çamların dalları, şemsiye gibi ağılın üstünü kapatır, altına yağmuru, karı geçirmez, hatta kışları bir çok yabani hayvan o ağaçların daları içinde bir in gibi kışlarlarmış. Elindeki asası ile ağaçların etrafında çizgiler yapar, o çizgilerden içeriye ne bir canavarın girdiği, dışarıya da bir tek koyunun çıktığı görülmez, onun koyunlarının gölgelendiği tüm çamlar, adeta hayvanlara bir ağıl olurmuş. Ona koyun ağılı dedesi diyenlerde vardı. Çam dede diyorlardı. Çoban Murat Dede derlerdi. Köye hiç inmez, tüm dostları, koyunlar,ağaçlar, dağlar,bayırlar idi. Domaniç Dağlarında Çobanlık yapardı Murat Dede Ağıtlar yakardı koyunlarına Aşılar yapardı ağaçlarına Koyun Ağılı Dedem, Baharı, yazı, kışı, güzü Daim gülerde yüzü Onunla kurttan korkmazdı kuzu Uyumaz gezerdi, yıldızlarda sonsuzu, Hiç eksik olmazdı dağlarda tanrı misafirleri, Bayram ederdi onları görmekten ağırlamaktan . Gelen misafirlerine ağaçlarını, çamlarını, çamlarının altındaki ağıllarını gösterir, çiçekleri verir, meyveleri verir, canı isterse kavalı ile adeta yeni besteler yapar, memnun etmeye çalışırdı ziyaretçilerini. Ama bu defa gelen misafir, daha önce gelenlere benzemiyordu. Köyün muhtarının cenazesini getiriyordu, karısı, köylü bayram etti, muhtar öldü diye. Dert yandı Çoban Murat Ağa'ya muhtarın karısı. Köy mezarlığına gömülmesine müsaade edilmeyince, ne yapsındı kadıncağız. Zar zor koymuş kocasının cesedini öküz arabasına, gömüversin diye getirmişti. Şimdiye kadar gelen misafirler hep diriydi. Onlara ağzından ikramlar yapardı . Ne yapsın düşündü taşındı, muhtarın karısı ile bir çamın altını kazdılar mezarı, koydular muhtarı içine. Kapattılar üstünü, üzgün kadıncağız, Çoban Murat Ağa'nın içinden okuduğu duaya "amin" dedi ve döndü evine. Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez, köyünde zulmün sembolü haline gelmiş muhtar bu defa köylülerin rüyalarında cennette görünüyordu. Hemen hemen tüm köy görmüştü bu rüyayı. Kimse çıkıp da anlatamıyordu rüyasını, ta biri çıkıp da anlatıncaya dek. O zaman herkes teker teker söylediler, "Biz de gördük o rüyayı " ama böylesine kötü bilinen muhtarın herkes tarafından cennette görünmesini gerektiren iyi bir tarafı olmalıydı. Düşündüler, düşündüler bulamadılar. Hanımına sordular, o da görmüş aynı rüyayı ama yorumlayamamıştı. Zira o da beraberliklerinde kocasının iyi tarafına rastlayamamıştı. Düğüm muhtarı gömen çoban muratta çözülecekti. Gittiler koyun ağılına buldular ve sordular. -Murat Ağa nasıl dualar okudun bizim muhtarı gömmeden dediler. -Ben ümmi biriyim komşular, ne bilirim cenaze dualarını. Biçare kadıncağız getirince cenazeyi, kazdık çukuru gömdük beraber, kapattık üstünü toprakla, hepsi bu kadar dedi. -Hiç mi bir dua veya bir şey söylemedin, dediler. -Söyledim, söylemez olur muyum söyledim. -Eee neler söyledin dediler. - Allah' ım şu dağlarda bana ne zaman misafir gönderdinse, biliyorsun sen gönderdin diye ben onların hepsine baktım. Yemedim yedirdim, içmedim içirdim. Güzel Allah'ım bir tanede ben sana misafir gönderiyorum, ne olursun sende ona iyi bak. dedim hepsi o kadar. -Gelenler ne diyeceklerini şaşırmışlar, bir kaç hoşbeşten sonra ayrılmışlardı. -O günden sonra bu havalilerde herkes, koyun ağılı çobanı Murat Ağa'yı konuşur oldu. Her sene köyün davarı yaylaya çıkacağı zaman, Murat Dede' ye onun aşı yaptığı çoban çamlarının altında mevlitler okutur, fakir fukarayı yedirir içirir, giydirirler. Hacılar hacıya, askerler askere, çoban çamlarının altında uğurlanır. O nun aşı yaptığı çoban çamlarını çoban çamlarını kimse kesmez, saygısızlıktır, uğursuzluktur, böyle inanılmıştır.
-
Kütahya Mutfak Kültürü
MUTFAK KÜLTÜRÜ BELİRLİ ZAMANLARA ÖZGÜ YİYECEK-İÇECEKLER DOĞUM: Doğum yapan kadın kan kaybettiği için kan yapıcı yiyecekler karaciğer, tahin, pekmez, bal, tereyağı, süt, kaymak, hazmı kolay yiyecekler pelte, muhallebi, pirinç çorbası, ekşi tarhana yedirilir. Tatlı verilir. Loğusaya doğumdan hemen sonra hasta olmaması için su içirilmez. Ziyaret gelenlere loğusa şerbeti hazırlanır. NİŞAN : Şeker, pasta meşrubat dağıtılır DÜĞÜN : Kütahya'da genellikle güvey salma, kızardı sıra, düğün yemeklerinde alışılmış yemekler; çevirme çorba, Kütahya göveçi, pilav, su böreği, etli yaprak sarma, kaymaklı baklava. Bazı ilçelerde düğün yemeği keşkektir. Bazı ilçelerde pilav ve tatlıdan oluşan takım yemekleri verilir. Çorba, arpacık, pirinç çorbası, et yemeği haşlama et, pilav bulgur veya pirinç, helva irmik helvası,bamyadır ÖLÜM : Ölü evine eren yemeği denen yemekler getirilir. Çorbasından pilavına kadar evde yapılan yemekler götürülür.Eren yemeği 7 gündür. Ölü evinde hamur kabartması, helva, yufka yapılarak dağıtılır. Ölü ardından dağıtılan ekmek ve helva hazırda alınabilir. Bunun yanında kesme şeker ve çay da dağıtılmaktadır. EV : Ev temeli atılırken kurban kesilir ve kesilen kurbanın kanı temele akıtılır. Kurbanın eti eşe dosta dağıtılır. ÇOCUK : İlk çıkan dişini gören kişi çocuğa hediye (çamaşır) alır. Bu olaydan sonra bulgur ve mısır tuzlu suda kaynatılarak ceviz ile birlikte dağıtılır ASKER ve HAC UĞURLAMA Askere giden ve gelenlerin, hacca gidenlerin evinde pilav yapılır (Dökülmek denir.) Topluca yenir. Hacdan gelenler hurma ve zemzem dağıtır. RAMAZAN : Mutfaklar Ramazan erzakı ile doldurulur. Özellikle hoşaflık kuru meyve pilavlık pirinç, bulgur, erişte ile tereyağı ve peynirlerin en iyisi önceden seçilerek alınır.Ramazan hazırlığı olarak, müsaitse evinde saç üzerinde, değilse mahalle fırında sıraya girerek yufka yaparak bunları büyükçe bir bohçaya sararak muhafaza ederler. Ramazanda sahurda erken kalkarak, bu yufkalardan kapama, börek, tirit ve cevizli yufka tatlısı yaparak kullanırlar. Sahur'da yufkadan yapılan yemekler yanında genellikle haşhaşlı gözleme, uzun süre insanı tok tutması bakımından revaçta olan bir yemektir. Genellikle sahur'da yufkadan yapılan peynirle veya kıymalı kapama, gözleme, ıspanaklı şibit, tirit ve curuklamadan başka çeşitli yemek olarak pilavlar veya evlerde aşaşlık adı verilerek hazırlanmış belirgat, erişte, oğma-kıyma denilen makarna çeşitleri pişirilir ve hoşaflar eşliğinde yenilir. İftar yemekleri de Kütahya'da ayrı bir özellik taşır. Top atışı Hisar'ın bedenleri arasında yapılır. Sofra başında hazır bekleyen aileler önce iftarlıkla orucu açarlar. Evvelce asıl yemek başlamadan namazlar kılınırdı. İftar yemeği mutlaka çorba ile başlar. Kütahya'da Ramazan'ın ilk günü Tutmaç denilen kesilmiş hamurdan yapılan çorba ilk Cuma günü de mercimek çorbası pişirilirdi. İkinci yemek genellikle et yemeği olup Genelde göveç yenilir. Göveç öğleden önce , özel eti, soğan, biber, domatesi ile birlikte meşhur güveççilere götürülür. Toprak güveç içinde 5-6 saat fırında yavaş yavaş pişirilerek, üzeri kızarmış olarak akşama yakın güveççiden alınır. Bu veya bunun gibi bir et yemeği yenilmesinden sonra pilav ve su böreği yenilir. Baklava veya diğer tatlılar takip eder. Tatlıların üzerine de baskılık denilen yaprak sarması yenilir.Ramazanda çocuklar için gözlük veya tabanca şeklinde yapılmış susamlı iftarlıklar satılır, fırınlar iftar için özel susamlı ve yumurtalı Ramazan pidesi çekerler. KIŞLIK YİYECEK-İÇECEK YAPIMI TARHANA HAZIRLAMA Yöremizde ak tarhana denilir. Malzeme olarak; un, maya yoğurt, kırmızı biber, nane, tuz, acı biber ve domatestir. Yaz aylarında hazırlanır. Soğan, domates ve biber (acı sevenler kırmızı süs biber kullanır) kıyma makinesi ile çekilir. Yoğurt, tuz,nane ilave edilerek karıştırılır. Maya eklenerek un katılır ve hamur haline getirilir. Üzerine un serpilerek üstü örtülür. On gün süresince günde bir defa yumruklanıp yoğrulur. (ekşisi gidene kadar) Hamur küçük parçalar halinde temiz bezler üzerinde kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra oğulabilecek kıvama gelince tahta tekne içinde oğulup kalburdan elenerek geçilir. Tekrar temiz bez üzerine serilerek iyice kurutulur KIZILCIK TARHANASI HAZIRLAMA : Kızılcık tarhanasına yörede ekşi tarhanada denir.Kızılcıklar çarşıdan aldığı gibi ilçede ve köylerde ağaçları vardır. Kızılcıkların ergin (olgun) olması gerekir. Yıkandıktan sonra kaynatmak için ocağa konur. Kaynadıktan sonra indirilir. Soğutulduktan sonra içine alabildiğine un tuz katılıp yoğrulur. Diğer tarhana gibi dökülür Fakat diğer tarhana gibi bekletilmez. Karıldığı gün dökülür. Tarhana ilistirden veya elekten geçirilir. Çekirdekleri kendiliğinden ayrılır. Çarşafların üstünde kurutulur. NİŞASTA : Buğday 10 gün süreyle su içinde bekletilir, ezilip tekrar suyun içinde ıslatılır. Kabukları süzülüp kurutulur. Daha sonra oğularak un haline elenir ve torbalar içinde saklanır. YUFKA : Su, un tuzun karışımından oluşan hamurdan yumurta büyüklüğünde bezeler oluşturulur. Bunlar incecik açılarak saçta pişirilir. Çok sayıda yufka elde edilir. Bunlar hazır bir şekilde evde bekler ve gerektiğinde tüketilir. ERİŞTE : Hamur hazırlandıktan sonra ince yayımlar (yufka) halinde açılır ve serilir. yufkalar kibrit çöpü büyüklüğünde keserek yapılan çeşidi de vardır. Gölgede kurutulur. OVMA ŞEHRİYE : Hamur bol yumurtalı un tuz ile karıştırılır.Kaynar su dökülerek oklava ile yoğrulur. Karşılıklı iki kişi tarafından parlak hal alıncaya kadar şimşirlenir. Parçalara ayrılır. Hafif kurumaya yakın kalburun üzerine konup ovalanır. Kalburun altına geçen hamurlar güneşte kurutulur. Makarna gibi isteğe göre pişirilir. SALÇA : (Biber ve domates) Sebzeler yıkanıp ayıklanır ve parçalara ayrılır. Geniş sinilerin üzerine yayılır, iri tuz (kaya tuzu) serpilerek güneşte bekletilir. İlistirden geçirilerek sıvı hale getirilir ve suyu çekene kadar güneşte bekletilir.. Çinko kaplarda saklanır. SEBZE KURUTMASI : Çöpleri yıkanıp ayıklanarak ipe dizilen veya bir bez üzerine serilen sebzeler kimi gölgede, kimi güneşte kurutulur. Kurutulan sebzeler biber, fasulye, patlıcan, gibi sebzeler. TURŞU : Sebzeler yıkanıp ayıklanır. Küpeciklerin en altına nohut ve dağ eriği birer avuç konur. Sebzeler küpecik içine sıkıca yerleştirilir ve üzerine tuzlu ve sirke su ilave edilir. Konulan sebzeler, biber, domates, salatalık, kelek, sarımsak konulur. Maydanoz ve limon katılıp üzerine ağırlık konularak küpecik ağzı kapatılır.Turşular karışık olduğu gibi sade de kurulmaktadır. GAK : (Hoşaflık) Vişne, elma, erik gibi meyveler soyulup dilimlenmiş olarak serilerek kurutulur. Kışın hoşaf olarak kullanılır. PEKMEZ : Üzümler taş küvet içinde çiğnenerek ezilir, suyu çıkarılıp süzülür.Kazanın içinde kaynatılır. Bu esnada yöremizde bulunan beyaz renkte olan topraktan bir miktar karıştırılarak koyulaşıncaya kadar kaynatılır. REÇEL : Şerbet ile meyveler kaynatılır. İçine limon tuzu karıştırılıp koyulaşıncaya kadar kaynatılır. Küpecikler içinde saklanır.
-
Kütahya Mutfağı 2
KÜTAHYA YEMEKLERİ HOŞAF VE TATLILAR HEKMANE ERİK HOŞAFI Malzemeleri; ½ kg. Hekmane Eriği kurusu ,2 su bardağı toz şeker ,su Hazırlanışı Hekmane eriği iyice yıkanarak 1 litre suya konulur. İki su bardağı toz şeker ilave edilerek 15 dakika kaynatılır. GÜLLAÇ Malzemeleri; 6 adet güllaç yaprağı , 100gr ceviz , 1 tatlı kaşığı tarçın , 1 kg süt , 1 su bardağı şeker , 100gr. kaymak Hazırlanışı: Cevizler irice dövülüp tarçınla karıştırılır. Güllaç yaprakları dörde bölünür. Şekerle süt kaynatılır. Güllaçlar, geniş kenarları olan tepside sıcak şekerli süte bastırılıp, hafif yumuşatılarak ikiye katlanır. Tabağa alınıp geniş olan kenarlarına tarçınlı ceviz ve kaymak koyulur. Hepsi tamamlandığında kalan süt üstüne dökülür Tatlının üzerine dövülmüş antepfıstığı serpilerek soğuk servis yapılır. EV BAKLAVASI Malzemeleri; 600 gr. un ,3 yumurta ,500 gr. dövülmüş ceviz ,1 kg mısır özü yağı ,250 gr. tuzsuz tereyağı , 750 gr. elenmiş ev nişastası ,1 limon suyu ,1 kahve fincanı zeytinyağı ,1 fiske tuz Şurubu için; 2 kg şeker ,1 limon suyu Hazırlanışı 600 gr un, 3 yumurta, 1 fincan zeytinyağı, 1 su bardağı kadar su ve 1 çimdik tuz ile iyice ve yumuşakça yoğrulur. 1 saat bekletilir. Hamur ceviz büyüklüğünde 45 bezeye ayrılır. Bezeler nemli bezle örtülür Her beze oklava ve nişasta yardımı ile incecik açılır. Tepsiye yayılır. Her yayımda dövülmüş ceviz serpilir. 45 yufka üst üste istiflenir. Baklava biçimi kesilir. Yağ iyice kızdırılır. Sıcak sıcak haşlanır Fırına verilir. Fırından çıkınca ılık şurup dökülür. Dinlendirilir. Tepsi soğuksa şurup sıcak dökülür. HOŞMERİM : Süzme, taze tuzsuz peynir ateşte eritilir. İçine karbonat, un, irmik, şeker, tereyağı konularak iyice toparlana kadar pişirilir. Yağlanmış tepsiye dökülür.Fırında pembeleştirilir. Şerbet dökülüp ateşte kaynatılır. PELUZE : Ev nişastası ile olur.Muhallebiye benzer. İr bardak nişasta, bir bardak şeker, bier bardak süt karıştırılır.Nişasta ile şeker karıştıra karıştıra kaynatılır. Eğer koyu olursa biraz su katılır. Piştikten sonra kaselere boşaltılır. Bir tepsiye incecik dökülür. Soğumaya bırakılır. Üzerine tarçın ekilerek yenilir. ÇEKME HELVA : Şekere az su ilave edilerek iyice koyulaştırılır. Bu şeker soğukta dondurulur. Sonra şeker karşılıklı iki kişi tarafından çekilerek beyazlaştırılır. Bu arada un hafif yağda kavrularak pembeleştirilir. Büyük siniye alınır. Beş altı kişi sininin başına oturup beyazlaştırılan şeker halkayı siniye koyar ve elden ele geçirilerek çevrilir. Şekerle unlu karışımı aldıkça tel tel ayrılır YUFKA TATLISI Malzemeleri; 8 adet kuru yufka ,1 kg toz şeker ,500 gr su ,1 tatlı kaşığı limon suyu ,50 gr iri taneli nişasta ,50 gr. ceviz içi ,125 gr eritilmiş margarin veya tereyağı Hazırlanışı: temiz bir örtü üzerine konulan yufkalar su serpiştirilerek yumuşatılır. Fırın tepsisi hafifçe yağlanır. İlk yufka tepsiye döşenir. Daha önce kısık ateşte 5-6 dakika kavrulmuş olan ceviz içi, nişastanın bir kısmı, tepsiye döşenip yağlanmış olan yufkanın üzerine serpilir. Bu işlem 8 yufka içinde sırayla yapılır. En üste kalan yağ fırça ile sürülür. Bıçakla baklava dilimleri halinde kesilir. 200 derece ısıtılmış olan fırında 20-25 dakika pişirilir. Daha önce hazırlanmış olan soğuk şerbet ılımış yufkaların üzerine dökülür. Bir gün dinlendirildikten sonra soğuk olarak servis yapılır. SU MUHALLEBİSİ Malzemeleri; 1 çay bardağı nişasta ,1,5 su bardağı pekmez ,7 su bardağı su ,1 çay bardağı toz şeker Hazırlanışı: 1çay bardağı nişasta, 1 çay bardağı toz şeker ve 4su bardağı su 10 dakika kaynatılır. Muhallebi kıvamına gelen nişasta ıslatılmış bir tepsiye 1,5 santim kalınlığında dökülür. İyice soğutulup küp şeker büyüklüğünde kesilir. Şerbetinin hazırlanması; 1,5 su bardağı pekmez şerbetinin içine atılır. DOLDURMA KABAK TATLISI Malzemeleri; 1 orta boy tatlı kabak ,2,5 kg toz şeker ,2 su bardağı pirinç ,dolmalık fıtık ,dolmalık üzüm Üzerine; Ceviz ,Kaymak Hazırlanışı: Kabak bütün halinde soyulur. Üst kısım kapak şeklinde çıkarılır ve içi temizlenir. Ayrı bir yerde pirinç, ½ kilo toz şeker 4 su bardağı su eklenerek pişirilir. İçine üzüm ve fıtık ilave edilir. Hazırlanan karışım kabağın içine doldurulur ve kapağı kapatılır. Geniş bir tencereye yarleştirilir ve azar azar şeker eklenerek fırında pişirilir. Piştikten sonra tepsiye ters çevrilerek konur ve üstü biraz daha kızartılır.Soğuyunca dilimler halinde kesilerek servis yapılır. İsteğe göre üzerine kaymak ve ceviz konulur. KÖTDÜR TATLISI : Ayıklanmış yarım yaprak taze cevizler ipe dizilir. Pekmez ile nişasta katı kıvamında kaynatılır ve dizilen cevizler bu karışıma katılıp hafif unlanarak asılır.Daha sonra istenilen büyüklükte kesilerek yenir. UN HELVASI Malzemeleri; 500 gr. sıvı yağ ,1 kg un ,1kg şeker ,1kg şeker Hazırlanışı: Bir tencerenin içerisine yağ konur. Yağ kızdırıldıktan sonra un ilave edilir. Unla yağ pembeleşinceye kadar kavrulur. Önceden şeker ve 1 kg su kaynatılıp şerbet hazırlanır. Daha sonra kavrulmuş olan unun üzerine şerbet dökülür. 3 dakika karıştırılır. Ocaktan indirilip üzeri örtülüp soğumaya bırakılır. SALATALAR DÖVMEÇ Malzemeleri; 5 haşlanmış yumurta ,1demet yeşil soğan ,zeytin yağı ,limon ,tuz Hazırlanışı: Soğanlar ve yumurtalar incecik kıyılır. Tuz zeytinyağı, limon ilave edilerek iyice karıştırılır. İstenirse haşlanmış patateste katılabilir. Özellikle gözleme ile birlikte servis yapılır İÇECEKLERDEN ÖRNEKLER ŞERBET Loğusa şerbeti; tarçın karanfil küçük bir bez keseler içine konularak suyun içinde kaynatılır.Şeker ilave edilir. Ayrı bir kapta şeker boyası su ile kaynatılıp şerbete kayılarak servis yapılır. Doğum mevlitlerinde yapılır. Vişne ve güren (kızılcık) konserveleri yapılarak şerbet olarak içilir GELİNCİK VE GÜL ŞURUBU Bu çiçeklerin yaprakları ıslatılıp bir süre bekletilir. İçine çok az tuz atılır. Rengi çıkıncaya kadar güneşte dinlendirilir. Kışın şekerle karıştırılarak içilir.
-
Kütahya Mutfağı 1
KÜTAHYA YEMEKLERİ ET YEMEKLERİ KÜP ETİ Malzemeleri; 500 gr. iri kuşbaşı et , 1 orta boy soğan , 2 orta boy domates , 2 adet yeşil biber ,1 diş sarımsak , tuz , 1,5 çay bardağı su , karabiber Hazırlanışı: Küpün içine önce bütün soğan yerleştirilir. Daha sonra sırası ile et domates, biber, sarımsak, tz ve karabiber koyulup, suyu ilave edilir. Etin hiç yağı yoksa yarım çay bardağı sıvı yağ ilave edilebilir. Küpün ağzı sıkıca kapandıktan sonra çok kısık ateşte 3 saat kadar pişirilir. Sunum, kızarmış patates , pirinç pilavı ile servis yapılabilir. GÖVEÇ Malzemeleri; 1 adet kuzu ön kolu , 3 baş orta soğan , 1 kaşık salça , 5 adet çarliston , 4 adet domates , tuz , karabiber Hazırlanışı: etimiz parça olarak gövece konur, tu atılır, soğan doğranarak bir müddet kavrulur, daha sonra domates ve salça ilavesi yapılarak suyu çekilene kadar beklenir. Çarliston biberleri doğrayıp etin üstüne örtecek şekle kaynamış suyu ilave ederiz. Bir iki taşım kaynadıktan sonra fırına koyarız.30 dakika sonra etin pişip pişmediği kontrol ederiz. Gövecin üstü kızarınca fırından alırız. KÜTAHYA USULÜ KAVURMA Malzemeleri; 1 kg dana eti ,3 çorba kaşığı tereyağı ,1 tatlı kaşığı tuz ,2 adet domates ,50 gr. biber Hazırlanışı: 1 kg dana eti kuşbaşı olarak doğranarak tencereye atılır. Suyu çekinceye kadar ocakta bırakılır. Suyunu çektikten sonra biraz yağ atılır ve tuz ilave edilir. Daha sonra 10 dakika bu vaziyette kısık ateşte bırakılır. Biberler doğranarak yemeğe ilave edilir ve 5 dakika pişirilir. Daha sonra domatesler kuşbaşı doğranarak ilave edilir ve 2 dakika daha kavrulur. Sunum; sıcak olarak servis yapılır. PİLAVLAR GÖVEÇLİ PİLAV Malzemeleri; 2 kg kuzu eti ,3 bardak pirinç ,tereyağı ,3 bardak et suyu ,2 çorba kaşığı tuz Hazırlanışı: Et haşlanıp göveçte fırına sürülür. Pirinç, 2 çorba kaşığı tuzla kaynar suda önceden ıslatılır. Et başka kaba alınır. Pirinç bolca yıkanır. 2 çorba kaşığı tereyağında hafif kavrulur. Göveçe yerleştirilir. Üzerine kızarmış kebap etleri koyulur. 3 su bardağı et suyu ilave edilerek, fırına verilir. Yarım saat fırında pişirilir. ZERDELİ PİLAV Malzemeleri; 2 su bardağı pirinç ,1,5 su bardağı haşlanmış nohut ,150 gr. margarin ,1 çay bardağı sıvı, yağ , tuz , karabiber Zerde Malzemeleri; 2 çay bardağı toz şeker ,2 çay bardağı ,pirinç Hazırlanışı: Pilavın hazırlanışı: pirinçler sıcak suda yarım saat bekletilip, süzülür, Diğer tarafta tencerede yağ eritilir.3 su bardağı su, tuz, karabiber ve nohutlar tencerede eriyen yağa ilave edilir. Su kaynadıktan sonra pirinçler de tencereye ilave edilir. Önce hızlı daha sonra kısık ateşte göz göz oluncaya kadar pişirilir ve demlenmeye bırakılır. 15-20 dakika bekletildikten sonra servis hazır olur. Zerdenin Hazırlanışı: 2 çay bardağı pirinç su ile kaynatılarak yumuşatılır.2 çay bardağı şeker ilave edilerek, şeffaf bir görünüm elde edilinceye kadar pişirilir. İstenirse portakal suyu da katılır. Sunum; nohutlu pilav ile zerde birlikte sunulur.Özellikle kız kınası denilen eğlencelerde ikram edilir. MERCİMEKLİ PİLAV Malzemeleri; 1 su bardağı mercimek (siyah) ,2 su bardağı pirinç İ,2 baş soğan ,karabiber ,150 gr. tereyağı ,1 çay bardağı sıvı yağ Hazırlanışı: Pirinçler sıcak suda yarım saat ıslatılır. Mercimekler ayıklanır, haşlanır ve süzülür. Diğer tarafta ince kıyılmış soğanlar pembeleşene kadar yağda kavrulur. Islatılan pirinçler yıkanıp süzülür. Kavrulan soğanlara ilave edilir. Pirinçler uzayıncaya kadar kavrulur. Mercimekler de ilave edilerek sıcak su koyulur. Kısık ateşte göz göz oluncaya kadar pişirilir Ve dinlenmeye bırakılır. Sunum; ılık olarak servis yapılır. PİLAVLI TAS KEBABI Malzemeleri; Eti için; 2 kg kuşbaşı doğranmış kuzu eti ,1 adet orta boy büyüklükte kuru soğan ,1 paket margarin (250 gr) ,½ kahve kaşığı toz tarçın ,1 tatlı kaşığı tuz ,5 adet orta boy yeşil sivri biber ,2 adet orta boy domates ,5-6 su bardağı su Pilavı için; 4 su bardağı pilavlık iri pirinç ,1 tatlı kaşığı tuz ,6 su bardağı su Hazırlanışı : İnce kıyılmış kuru soğan, margarin, tarçın, tuz, kabuğu soyulup doğranmış domates kuşbaşı etle karıştırılıp, 40-45 cm çapında 4-5 cm kalınlığında kenarı olan yuvarlak bir tepsinin ortasında koyulup üzerine sivri yeşil biberleri yerleştirerek, 20-25 cm çapında, 28-20 cm derinliğinde, ateşe dayanıklı porselen veya metal bir tas kapatılarak 5-6 su bardağı sıcak su ilave edilip, ağır ateşte 45 dakika pişirilir. Tası hiç açmadan kenarındaki artan et suyu, başka bir kaba alınır, bu et suyu dahil olmak üzere 6 su bardağı sıcak su, ocaktaki tepsiye geri boşaltılır. Ayıklanıp yıkanmış 4 s bardağı pirinç, tepsideki tasın etrafına boşaltılarak, 1 tatlı kaşığı tuz serpilip, pirinçler suyunu çekene kadar çevire çevire pişirilip, ocaktan indirilir, üzeri kapatılarak 10 dakika dinlendikten sonra ortasındaki tas kaldırılıp servis yapılır. Etini pişirirken suyu azalırsa, biraz daha su ilave edilir. BÖREK VE MANTILAR CİMCİK Malzemeleri; Un, Yumurta ,Tuz ,Tereyağı ,Sarımsak ,Yoğurt Hazırlanışı: Bir kabın içine un havuz gibi açılır. İçine yumurta, tuz, su ilave edilir. Hamur yoğrulur. Yoğrulduktan sonra yumaklara ayrılır. Hamurlar yuvarlak olarak tek tek açılır. Unlanır. Oklava ile iki taraftan eşit biçimde sarılır. Ortadan ikiye kesilir. 1parmak eninde kesilir. Bıçağın üzerine atılır. Küçük küçük kesilir. El ile havalandırarak hoplatılır. Tek tek cimciklenir. Çapraz biçimde 1 kaşığa 40 adet sığacak şekilde yapılır. Sunum; tereyağı gezdirilir.Üzerine sarımsaklı yoğurt dökülür. Servise sunulur. KIYMALI SİNİ MANTISI Malzemeleri; ½ kilo un, 1 tane yumurta , 1 tatlı kaşığı tereyağı . 1;5 bardak ılık su . Yoğurt ,Sarımsak İç malzemeleri; 1 demet maydanoz , ½ kilo kıyma , 1 çay kaşığı karabiber ,1 çay kaşığı tuz Hazırlanışı: Un içine yumurta ve su katılıp yoğrulur. Yumurta büyüklüğünde parçalara ayrılır, hamur açılır. İç malzemeleri kıyma maydanoz, karabiber karıştırılıp, açılan bezeler kare büyüklüğünde kesilip, hazırlanan iç, fındık büyüklüğünde konulur. Tepsi yağlanıp, 90 derecedeki fırına sürülür. 20 dakika fırından çıkarıldıktan sonra üzerine 1 bardak sıcak su eklenir.Sunum; mantı yumuşayınca üzerine önce sarımsaklı yoğurt daha sonra kızartılmış tereyağı dökülerek servise sunulur. GÖZLEME Malzemeleri; 1 kilo un , tuz , haşhaş , yağ , yeteri kadar tuz Hazırlanışı: Un, tuz ve su ile yumuşak bir hamur elde edilir. Bezelere ayrılır. Tek tek haşhaşlanarak yağlanır. Hazırlanan hamurlar 25 cm. açılarak sacda pişirilir.Sunum; sıcak olarak servis yapılır. ISPANAKLI ŞİBİT Malzemeleri; ½ kg. ıspanak , 2 baş kuru soğan , 3 bardak un , 1 bardak sıvı yağ , bir tutam,tuz ,karabiber Hazırlanışı: unla tuz normal yumuşaklıkta yoğrularak, ufak bezeler halinde açılır. İçine ıspanak ve soğanla hazırladığımız harç konulur. Yanmaz tava veya saçta pişirilir. Yağı içne konursa makbuldür Sunum; sıcak olarak servis yapılır. ŞİBİTLİ TAVUK TİRİDİ Malzemeleri; 1 büyük tavuk, 5 lt. su , yeteri kadar tuz , 5 yemek kaşığı tereyağı , 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber , 2 kg un , ½ kg süzülmüş katı yoğurt , 1 baş sarımsak Hazırlanış: Tavuğun Hazırlanışı; temizlenip yıkanmış tavuk, büyükçe tencereye konulup su ve tuz ilave edilerek, pişinceye kadar kaynatılır. Ilıyınca tepsinin ortasına konulur. Şibitin Hazırlanışı; 2 kg. una 1 yemek kaşığı tuz katılarak, kulak memesi yumuşaklığında yoğrulup, üzerine nemli bir bez örtülerek 10 dakika bekletilir. Küçük bezelere ayrılan hamur,1 mm. Kalınlığında açılarak kızgın saç üzerinde iyice kurutmadan çevire çevire pişirilir. Ve hemen rulo halinde sarılıp 5 cm boyunda parçalara kesilerek tepsideki tavuğun etrafına dik dik dizilir. Tavuğun suyu da şibitlerin üzerine ılık şekilde dökülerek tirit yapılır. Üzerine kızarmış kırmızı biberli tereyağı ezdirilir. Arzu edilirse sarımsaklı yoğurt dökülür. Sunum; ılık olarak servis yapılır. DOLAMBER BÖREĞİ Malzemeleri; 4 orta boy patates , 2 baş kuru soğan , 1 tutam karabiber , maydanoz ,1 tutam kırmızı biber , tuz , 4 su bardağı , ½ paket margarin , yeterli miktarda su Hazırlanışı: Un ve tuz beraber normal yumuşaklıkta yoğrulur. Yarım saat dinlendirilir. Ufak bezeler halinde ayrılarak oklavayla ince açılır. Margarinle sıvı yağ karıştırılıp açılan hamur yağlanır ve patatesli harç serpilir. Yuvarlayıp dolandırılarak tepsiye döşenir. 220 derece fırında pişirilir. Çıtır çıtır servise hazırlanır. Patatesler kaynamış olarak hazırlanır. İçine kıyılmış maydanoz ve karabiber eklenerek hazırlanır.Sunum; sıcak olarak servis yapılır NAMAZ LOKMASI Malzemeleri; su bardağı böreklik un , 1 tatlı kaşığı tuz , 750 gr sıvı yağ , 2 tatlı kaşığı kuru (toz) maya , 2 tatlı kaşığı toz şeker , pudra şekeri (üzerine) Hazırlanışı: 2 tatlı kaşığı maya, 2 tatlı kaşığı şeker, bir su bardağının içine konur, yarım bardak ılık su ilave edilir. Karıştırılıp eritilir Kabarması beklenir. Bardaktan taşmaya başlayınca derin bir kapta elenen 4 su bardağı unun içine 1 tatlı kaşığı tuz ile beraber ilave edilir ve karıştırılır. Yaklaşık 2.,5 su bardağı ılık su ile yoğrulur. Hamur iyice özleştirilir. Üzerine bir kapak kapatılarak hamur mayalanmıştır. Bir kaseye su doldurulur. Bir tatlı kaşığı hazır bulundurulur.Çukur tavaya sıvı yağ konur iyice kızdırılır. Sol elle hamur avuca alınıp yumruk yapılarak sıkılır. Avucun üzerinde bulunan hamur tatlı kaşığı ile alınıp kızgın yağa bırakılır. Kaşığa hamurun yapışmaması için ara sıra yağa yada kasede bulunan suya batırılır. İşlem hızlı hızlı yapılır. Lokmaların iyi kızarması için delikli kevgirle ara rsıra karıştırılır.Pembeleşen lokmalar süzdürülüp alınır.Bir tabakta dinlendirilir. Servis tabağına alınır Üzerine pudra şekeri serpilir GÖKÇÜMEN HAMURSUZU Malzemeleri; Hamur için; 2 su bardağı su , 1 fincan zeytin yağı , 1 kg un Harcı için; 200 gr haşhaş , ½ paket margarin , 1 çay kaşığı sıvı yağ Hazırlanışı: 2 su bardağı su, zeytinyağı, tuz ve un katılıp normal hamur yapılır. Hamur dinlendirilir. Haşhaş, margarin ve çicek yağı ocakta ısıtılıp karıştırılır. Hamur 12 parçaya bölünür ve her biri tabaktan biraz küçük açılır Her hamura sürülür, bütün hamurlar üst üste konulur, yağladıktan sonra büyütülür. Kenarları ortaya gelecek şekilde katlanır. Tepsi büyüklüğünde açılır, üzerine haşhaşlı yağ sürülür. Sıcak fırında 25 dakika pişirilir. Sunum; Gökçümen Hamursuzu ılıkken servis yapılır. Gökçümen Kütahya'nın bir mahallesidir. TOSUNUM Malzemeleri; 1 şişe maden suyu , 1 yumurta , 1 çorba kaşığı yoğurt , 1 çay bardağı zeytinyağı , tuz , 1 adet margarin , haşhaş ,aldığı kadar un Hazırlanışı: Hamur yoğrulur ve 8 parçaya bölünür. Her parça bir tabak büyüklüğünde açılarak yağlanır ve katlanır. Buzdolabında 1 saat bekletilir. Her parça açılır, 4 parçaya bölünür. İçi konup kapatılır. Üzerine yağlı haşhaş sürülüp fırına verilir. İçinin hazırlanışı, 1 su bardağı yeşil mercimek iyice haşlanır. Süzülür., biraz yağla 1 adet doğranmış soğan kavrulur. Mercimek ilave edilir. Tuz ve karabiber konulur. Sunum; tercihen sıcak olarak servis yapılır. LOKUM Malzemeleri; Un , Maya , Yoğurt , Yumurta ,Haşhaş Hazırlanışı : Un, su,yoğurt ve maya ile yoğrulur. Bir süre dinlendirilir. Daha sonra ise üzerine yumurta ve haşhaş sürülerek fırına sürülür. Yarım saat pişirilerek dışarı çılarılır. Onbeş dakika dinlendirildikten sonra yememeye hazırdır. TAHİNLİ ÇÖREK Malzemeleri; 1 komposto kasesi süt, ½ komposto kasesi ılık su ,1 çorba kaşığı toz şeker ,Kibrit kutusu kalınlığında yaş maya , 2 yumurta , ½ bardak sıvı yağ , 7 kase un , 1 bardak tahin-sıvıyağ , ½ çay kaşığı tarçın , 1-2 adet karanfil Hazırlanışı: maya ılık suda eritilir. Süt de ılık şekilde mayaya ilave edilir. Sıvıyağ, şeker, yumurta karıştırılarak hamur yapılır. 1 bardak tahin ile sıvı yağ kavrulur. Hamur 6 parçaya ayrılır. 1 yufka dinlenmeye bırakılır. Diğeri de açldıktan sonra tahin sürülür. Öteki yufkaya da tahin sürülür. Öteki yufkaya da tahin sürdükten sonra rulo şeklinde sarılır. Dinlenmeye bırakılır. Diğerleri de aynı şekilde yapılır. Örgü şeklinde sarılıp yağlı kağıt üzerine konulur. Yumurta köpük hale getirilerek üzerine sürülür ve fırına verilir. Sunum; sıcak olarak servis yapılır. KIYMALI SU BÖREĞİ Malzemeleri; Hamuru için; 200 gr. un , 4 yumurta i, 2 su bardağı un , Sosu için , ½ kg yoğurt , 1 diş sarımsak , 1000 gr. Tereyağı (üzerine) , Kırmızı biber Harcı için; 700 gr. kıyma , ½ demet maydanoz , 300 gr. tereyağı (yağlamak için) , 1 çay bardağı sıvı yağ (tepsiyi yağlamak için) Hazırlanış: un büyükçe bir kaba alınır 4 yumurta, tuz, 2 bardak su ile katı bir hamur yapılır. Hamurlar on bir eşit parçaya ayrılır. (180 'er gram) 9 tanesi tepsi büyüklüğünde açılır. Gazetenin üzerine serilir. Hamur gazete okunacak inceliğinde olmalıdır. Büyük bir tencerede su kaynatılır. Tereyağı, bir çay bardağı sıvı yağ ile beraber kızdırılır. Kıyma hafif kavrulur, maydanoz ilave edilir. Hamurun bir parçası açılır 60 cm.lik tepsi yağlanır. Hamur üzerine serilir., diğer hamurlar kesilir, kaynayan suya atılır.Sudan soğuk suyun içine alını, oradan kevgirin üzerine serilir. Fırça ile yağlanır. Kıyma 8'e bölünür. Yağlanmış hamura serpilir.4'lü ocağın üzerinde kızartılır. Hafif soğuyunca başka tepsi yardımı ile çevrilir, ikinci tarafı kızartılır. Sunum; dilimler halinde kesilir, üzerine arzuya göre et suyu serpilir. Sarımsaklı yoğurt ve tereyağı biber dökülür. Sıcak servis yapılır. SARMA HAMUR DOLMASI Malzemeleri; Hamur için; 1 yumurta ,un ,su İç Malzemeleri; 250 gr kıyma ,1 orta boy soğan ,2 yemek kaşığı haşlanmış pirinç ,veya mevsim sebzeleri ,karabiber ,1 demet maydanoz Hazırlanış: hamur malzemeleri karıştırılarak hamur haline getirilir. Hamur birkaç bezeye ayrılır. Bezeler normal incelikte açılarak 1,5 santim genişliğinde şeritler halinde kesilir.Kıyma ince ince kıyılmış soğanla biraz kavrulur. İsteğe göre iki yemek kşığı haşlanmış pirinç ve /veya haşlanmış iki orta boy patates rendelenmiş olarak kıymaya ilave edilir. İnce kıyılmış maydanoz, karabiber ve tuz hazırlanan içe ilave edilir. İçten alınan küçük parçalar şerit halinde kesilmiş olan hamurun uç kısmına konularak üçgen olacak şekilde katlanır.Uzun şeritler (kalın olmaması için ikiye kesirli.) Üçgen şekilde hazırlanmış olan hamurlar isteğe göre fırınlanır veya doğrudan bol suda tuz ilave edilerek haşlanır. Pişen sarmalar süzülerek tabağa alınır.Sunum; mevsime göre salça veya domatesle hazırlanan sos ve iki yemek kaşığı tereyağı kızartılıp yemeğin üzerine dökülür. İsteğe göre haşlanmış mevsim sebzeleri yemeğin yanına garnitür olarak servis yapılır. ÇORBALAR SIKICIK ÇORBASI Malzemeleri; 1 su bardağı ince bulgur ,3 yemek kaşığı tarhana ,1 yemek kaşığı un ,½ fincan kuru nane ,1 çay kaşığı karabiber ,1 büyük kuru soğan ,½ paket et suyu ,1 yemek kaşığı salça ,2 diş sarımsak ,1 kase yoğurt Hazırlanış: İnce bulgur bir kabın içerisinde, bir çay bardağı sıcak su gezdirilerek kabarması beklenir. Üzerine tarhana, un, karabiber ve nane karıştırılır. Katı bir katı bir karışım elde edilir. Elimizde yuvarlayarak bilye büyüklüğünde küçük toplar yapıp, unlu bir tepsiye sıralarız. Bir başka tencerede soğan, yağı ve salça kavrulur. Üzerine beş su bardağına yakın su doldurulur. Kaynayan salçalı suya önceden yuvardığımız toplar atılır. Birbirine yapışmaması için tane tane atmakta yarar vardır. Kısık ateşte bulgurlar iyice pişinceye kadar kaynatılır. Et suyu varsa suyuna karıştırılabilir. Daha çok lezzet elde etmiş oluruz. Sunum; küçük bir kasede yoğurt ezip, içine dövülmüş sarımsak karıştırarak sos hazırlanır. Bu sos, sıcak olarak tabaklara servis yapılan Sıkıcık'a arzuya göre dökülür.Elde sıkılarak yuvarlandığı için bu yemeğe "Sıkıcık" adı verilmiştir. Bu yemeğin pek çok ismi vardır. Bu yemeğin bir hikayesi vardır. Bir kadının oğlu askerden gelmiştir. Ancak ekonomik yönden sıkıntıda olduklarından kadın, oğluna her gün başka isimler altında bu yemekten yapar. Oğlu akşam ana ne yiyeceğiz dediğinde ilk gün bali guli köftesi, ikini gün ense patlatan damak şaklatan, üçüncü gün deve dolması, dördüncü gün sıkıcık, beşinci gün garip köftesi der. MİYANE ÇORBASI Malzemeleri: 6 bardak su, ,1 kase un, ,2 kaşık tereyağı ,½ çay bardağı su, ,½ çay kaşığı tuz, 1 yumurta Hazırlanışı: Kavrulan un soğumaya bırakılır.Soğuyunca su ile yavaşça ezilir. Çorba kıvamına gelinceye kadar karıştırılır. Kaynatılır. 1 yumurta, ½ çay bardağı su, tuz ilave edilir. Ardından ceviz büyüğünde 4 parça ayrılır. Daha sonra yuvarlanır. Bıçakla yarımşar cm. kesilerek kızartılır. Çobanın üzerine ilave edilir. Sunum; Sıcak olarak servis yapılır. OĞMAÇ ÇORBASI Malzemeleri; Un, ,Tuz, Yağ, Nane ,Salça Hazırlanışı: 250 gr. Sıcak suyla hamur yapılıp sonra oğulur. Tencereye yağ ve salça konularak kavrulur, üzerine su ilave edilir. Su kaynadıktan sonra oğlan hamurlar salınır. 10-12 dk. Kaynatılır.Sunum; tereyağı ile süslenir ve sıcak servis yapılır. YOĞURT ÇEVİRME ÇORBASI Malzemeleri; 500 gr. Süzme yoğurt , 2 kaşık un ,1 yumurta ,6 bardak su (2 bardak et suyu 4 bardak su ,1 çay bardağı pirinç ,Bir miktar tuz ,Tereyağı ,Kırmızı biber ,Nane Hazırlanışı: Bir tencereye yoğurt, yumurta, un konularak kaşıkla iyice ezilir. Yavaş yavaş su ilave edilerek orta ısıdaki bir ocakta kaynayıncaya kadar ağır ağır karıştırılır. Kaynadıktan sonra tuz ve 2 bardak et suyu ilave edilir. Pirinçler iyice yumuşayana kadar ateşte pişirilir. Sunum; üzerine tereyağı kızdırılarak kırmızı toz biber konulup arzuya göre nane ilave edilerek servise sunulur. KIZILCIK ÇORBASI Malzemesi; Kızılcık Tarhanası ,Soğan, ,Yağ, ,Sarımsak ,Tuz Hazırlanışı: Yağ önce tencerede kızdırır. İçerisine doğranmış soğan atılıp, İçerisine dağranmış soğan atılıp, pembeleştirilir ve sarımsak ilave edilir. Üzerine su ve kızılcık tarhanası ilave edilir. Kaynayana kadar yavaş yavaş karıştırılır.8-10 dakika kaynatıldıktan sonra ateşten indirilir. Sunum; sıcak servis yapılır. TUTMAÇ ÇORBASI Malzemeleri; 300-400 gr un ,tuz ,su ,100 gr kıyma ,1 adet domates ,1 adet yeşil biber ,1tatlı kaşığı nane ,2 yemek kaşığı süzme yoğurt , 1 çay bardağı sıvı yağ ,6 çorba kasesi su ,1 tatlı kaşığı salça Hazırlanışı: 300-400gr un,tuz yeterince su ile hamur yoğrulur. Bıçak sırtı kalınlığında oklava ile açılır Üzerine hafif unlanarak kurmaya bırakılır. İnce şeritler halinde kesilir. Bu şeritler 172 cm² lik karelere kesilir. Hafifçe un serpilerek bir tepsi üzerinde kurumaya bırakılır. Tutmaç hamuru büyük miktarlarda kışlık olarak hazırlanıp, kurutulur ve kavanozlarda saklanır. Daha sonra çorbalarda kullanılır.Çorba pişirilecek tencereye 1 çay bardağı sıvı yağ konur. 100 gr çiğ kıyma hafif kavrulur. Buna ince doğranmış yeşil biber eklenerek tuz ilave edilir. İnce doğranmış domates (rendelemiş domateste olabilir) ilave edilir. Hafif pişirilir. 1 tatlı kaşığı kuru nane serpilip, karıştırılır. Ezilmiş 2 yemek kaşığı süzme yoğurdun içine çorbanın suyundan 1 kaşık konarak alıştırılır.Çorbanın içindede yoğurdun kesilmemesi için. Yoğurt çorbaya ilave edilir ve ılık servis yapılır. TARHANA ÇORBASI Malzemesi; Maya ,Yoğurt ,Soğan ,Nane ,Tuz ,Un ,Domates ,Karabiber Hazırlanış: 1kaşık tereyağı, salça, sıcak su beraber kavrulur. 3 bardak soğuk su eklenir. 3 kaşık tarhana alınarak kaynayana kadar karıştırılır. Sunum; sıcak olarak servis yapılır. TEKKE ÇORBASI Malzemesi; Hamur İçin: Un, tuz ve su Çorba için; 100 gr. Kıyma ,1 tatlı kaşığı domates salçası ,1 çay kaşığı biber salçası ,Kuru nane ,Tuz ,Karabiber ,Küçük soğan rendesi Hazırlanış: Un, tuz ve su yoğrulur. Açılıp birer santimlik kareler halinde kesilip bekletilir. Diğer tarafta tencereye biraz yağ konup soğan ve kıyma ile kavrulur. Salça ilave edilir. Bir iki defa çevirdikten sonra sıcak suya koyulur Tuz, karabiber ve nane ilave edilir. Kaynamaya başlayınca hamurlar içine ilave edilir. Çorba kıvamına gelince ateşten alınır. ÇENE ÇARPAN ÇORBASI Malzemeleri; Yeşil mercimek ,Evde kesilmiş erişte , Soğan , Tereyağı , Salça Hazırlanışı : Yeşil mercimekler haşlanır Evde hazırlana erişte yoksa şehriye mercimeğin üzerine ilave edilir. Soğan tereyağında kavrulur. Az salça ilave edilerek çorbaya eklenir. Bir taşım kaynatılıp tuzu
-
Kütahya Coğrafi Yapısı
COĞRAFİ YAPI İLİN KONUMU Kütahya, Ege Bölgesi’nin İç Batı Anadolu Bölümü’nde yer alır. İç Anadolu Bölgesi ile denize kıyısı olan Ege Bölümü arasında geçiş alanıdır. Kütahya ili, 38 derece 70 dakika ve 39 derece 80 dakika kuzey enlemleri ile 29 derece 00 dakika ve 30 derece 30 dakika doğu boylamları arasındadır. İlimiz 11.875 km²’lik yüzölçümüyle Türkiye topraklarının yaklaşık %1,5’nu kaplamaktadır. Kütahya, kuzeyinde Bursa, kuzeydoğusunda Bilecik, doğusunda Eskişehir ve Afyon, güneyinde Uşak, batısında Manisa ve Balıkesir illerimizle çevrilidir JEOLOJİK YAPI Kütahya’nın Jeolojik bakımdan oluşumu çok eskilere dayanmaktadır. I.Jeolojik zaman ve III. Jeolojik zamanda bugünkü şeklini almıştır. Bu devirlerde çökmelere, yer yer volkanizmaya ve kıvrılmalara uğramıştır. Kıvrılmaya dayanamayan tabakalar kırılarak fay hatlarını oluşturmuştur. Kütahya il merkezi ve doğusu II.derece deprem kuşağı, merkezin batısında yer alan ilçeler I.derece deprem kuşağı içerisinde yer almaktadır. Bu fay hatlarının sonucu olarak, ilimiz yeraltı sıcak suları bakımından güçlü bir potansiyele sahiptir. Kütahya ilinin arazi yapısında kireç taşı, kil, kum taşı tabakaları oldukça yaygındır. İlimizin jeolojik yapısını oluşturan yer katmanları daha çok yatay ve yataya yakın şekilde sıralanmıştır. YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ Kütahya ilinde ortalama yükselti 1.200 metredir. Dağların ve platoların ağırlıkta olduğu ilimizde yeryüzü şekillerinin %57,5‘ini dağlar, %11 ‘ini ovalar, %31,5‘ini platolar oluşturmaktadır. Kütahya tek kütlevi dağlardan ve sıradağlardan oluşan yeryüzü şekillerinden ibaret değildir. Dağların uzanış biçimleri sistematik dağılış göstermez. Kütahya; kuzeydoğusunda Türkmen Dağı, batısında Karlık Tepe, kuzeybatısında Eğrigöz Dağı, güneybatısında Şaphane Dağı, güneyinde Murat Dağı ile çevrilidir. İlin önemli ovaları, Kütahya Ovası, Yoncalı Ovası , Köprüören Ovası, Aslanapa Ovası, Altıntaş Ovası, Tavşanlı Ovası, Örencik Ovası ve Simav Ovasıdır. Akarsuları: Felent Çayı, Porsuk Çayı, Murat Çayı, Kureyşler Deresi, Kokar Çayı, Avşar Deresi, Gediz Çayı, Emet Çayı, Bedir Deresi, Tavşanlı Çayı, Simav Çayı, Kocaçay’dır. İlin tek doğal gölü Simav Gölü; baraj gölleri ise Porsuk, Enne, Kayaboğazı, Söğüt ve Çavdarhisar baraj gölleridir. Göletler; Pazarlar, Çalköy, Belkavak, Sofular, Karagür, Çerte ve Kuruçay göletleridir. Dağlar Akdağ: Simav çöküntü ovasının kuzeybatısında yeralan kütle, Simav çöküntü oluğunun tabanından 1300 m yüksekliktedir. Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan Akdağ’ın en yüksek noktası 2089 m’dir. Dağın kuzey kesimlerinde yükselti azalır. Bu kesim akarsularla derin bir biçimde yarılmış bir yayla görünümündedir. Dağın doğu ve güney kesimleri daha yüksek olup, yine akarsularla parçalanmış durumdadır. Bu yamaçlarda yükselti, kademeli olarak düşer ve kademeler Simav çöküntü oluğuna doğru eğimlidir. Eğrigöz Dağı: Dağın güney uzantılarını oluşturan Katran ve Gölcük Dağları, Simav çöküntü oluğunu, kuzey-güney doğrultusunda uzanan Emet çöküntü oluğundan ayırır. Akdağ kütlesinde Kocadere Vadisi’yle ayrılan kütlenin doruğu 2181 m’ye ulaşmaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda olan Akdağ’ın kuzeyden güneye doğru, özellikle Simav çöküntü oluğuna dönük olan, batı ve güney-batı yamaçları derin vadilerle parçalanmıştır. Eğrigöz Dağı akarsularca derince yarılmış yanlarıyla bir plato özelliği gösterir. Yellice Dağı: Merkez ilçenin hemen güneyinden geçen fay çizgisinin gerisinde bulunan 1100 m. ortalama yükseltili dar plato alanının kıyısında yükselir. Dağın en yüksek noktası İncebel Tepesi’dir (1764 m). Genel görünümü ile üst kesimi hayli düz olan Yellice kütlesinin üzerinde, doğu-batı doğrultusunda dizilmiş bir takım tepeler mevcuttur. Bunlar, İncebel Tepesi’nin doğusundaki İminicik Tepesi (1699 m), batısındaki Bakırtepe (1758 m) dir. Gümüşdağ: Yellice Dağı’ndan bir plato alanını oluşturduğu boyun noktası ile ayrılan Gümüşdağ’ın en yüksek noktası Nalbant Tepesi’dir (1872 m). Dağın diğer önemli yükseltileri Karlıktepe (1890 m), Arapdede Tepesi (1872 m), Çayırgöztepe (1796 m), Almaalan Tepe (1731 m) ve Çalkıran Tepe (1762 m) dir. Doğu-batı doğrultusunda sıralanan bu tepeler, Kirazlı Köyü doğrultusundan başlayarak daha alçak ikinci bir tepeler dizisi ile güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunda uzanır. Böylece, Gümüşdağ kütlesinin asıl yönü olan kuzeybatı-güneydoğu doğrultusu ortaya çıkar. İkinci diziyi oluşturan bu tepelerin başlıcaları, Gölgeliktepe (1760 m) Çatalçamtepe (1758 m),Böğülcektepe (1749 m) ve Oyuktepe (1774 m) dir. Yeşildağ: Kütahya, Köprüören ve Tavşanlı ovalarının kuzeyindeki en önemli yükselti Yeşildağ kütlesidir. Bu dağın yükseltisi olan Tepelcetepe 1533 m.dir. Diğer önemli tepeler doğudan batıya doğru; Sarıtaştepe (1346 m), Çıplaktepe (1430 m), Kocaeyrektepe(1426 m) ve Küçükhasantepe (1342 m.) dir. Yeşildağ, batıya doğru yükseltisi daha az tepelik bir alana dönüşür. Yeşildağ kütlesi, Porsuk Çayı’nın kuzey ve güneyden gelen kollarınca parçalanmıştır. Kuzey yamacında bu parçalanma daha belirgindir. Türkmen Dağı: İlin doğu kesiminde olan Türkmen Dağı’nın en yüksek noktası 1826 m dir. Kütlede kuzey-güney doğrultusunda dizilen tepelerin en önemlileri; Tekketepe (1429 m), Kocataştepe (1519 m), Tokmaklıtepe (1395 m), Sansartepe (1669 m), Kalegüneytepe (1693 m), Damlakale Tepesi (1631 m), Deliksınırtepe (1694 m), Yongalıgeyik Tepesi (1682 m), Ardıçlıktepe (1673 m) ve Kızılsivritepe’dir. Simav Dağları: Simav çöküntü ovasını güneyden sınırlayan bu dağlar, Saruhan-Menteşe eski kütlesinin kuzeyindedir. Bu dağların batı kesimleri Sındırgı’ya kadar uzanmakta ve burada Demirci dağları adını almaktadır. Simav dağları, kütlesel ve yüksek görünümdedir. Dağın Simav çöküntü alanının tabanına göre yükseltisi 800 m’yi bulur. Simav dağlarının doruğu olan Ziyaret Tepesi (1800 m) bu kesimdedir. Eteklerinde çöküntü alanına adını veren Simav ilçesi kurulmuştur. Simav kütlesinin yükseltisi doğudan batıya ve kuzeyden güneye doğru azalır. Bu eğimlere uyan akarsular kuzey yönünde akar. Simav Drenaj Kanalı ve Simav Çayı’nı besleyen bu akarsular dar ve derin vadiler açmıştır. Murat Dağı: Kütahya İlinin güneyinde, Gediz ve Altıntaş ilçeleri ile Uşak ili arasında doğu-batı yönünde uzanır. İlin en yüksek dağıdır (2309 m). İlin önemli kaplıcalarından olan Murat Dağı Kaplıcaları, dağın batı yamaçlarında ve 1550-1570 m. yüksekliklerinde bulunmaktadır. Ovalar ve Vadiler Kütahya ili toprakları, çok sayıda akarsu vadisiyle parçalanmıştır. İl alanının %11’ni kaplayan ovalar ise geniş tabanlı çöküntü alanları özelliğindedir. Ovalar; Porsuk Çayı Vadisi, Kocasu Vadisi ve Simav Çayı Vadisi içinde değerlendirilebilir. Kütahya Ovası: İlin kuzeydoğusunda geniş bir çöküntü alanının tabanında yeralan ova, 93 km2 lik bir alan kaplamaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 930 m’dir. Yer yer genişleyen ve daralan Kütahya Ovası’nın en geniş yeri Merkez İlçenin yer aldığı Plato kıyısı ve Porsuk Çayı’nın ova dışına çıktığı kesim arası olup, yaklaşık 5.5 km’dir. Doğuya doğru gittikçe daralan ovanın genişliği İkizhöyük ve Siner köyleri arasında 1 km’ye iner. Ova ve çevresinde geçim kaynağı tahıl tarımı ve bir ölçüde hayvancılıktır. Ova ve çevresi yağış rejimi ve kurak dönem süresi açısından Marmara Bölgesi, bitki örtüsü bakımından ise Ege, Marmara ve İç Anadolu Bölgesi özelliklerini taşır. Yoncalı Ovası: Kütahya Ovası’ndan alçak tepelerle ayrılan Yoncalı Ovası’nın ortalama yükseltisi 1000 m’dir. Ovadaki sıcak su kaynakları, orta kesimlerdeki kuzey ve güney doğrultulu kırık hat boyunca sıralanmıştır. Ova düzlüğü, Felent Çayı ve kolları tarafından önce doğu-batı, sonra kuzey-güney doğrultusunda aşındırılmıştır. Köprüören Ovası: Kütahya Ovası’nın kuzeybatısında ve yine bu ova gibi kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan, buna karşılık daha küçük ve genişliği ile uzunluğu arasındaki fark daha az olan (uzunluğu 6 km, genişliği 4 km) Köprüören Ovası’nın yükseltisi 1000 m civarındadır. Felent Çayı ile sulanan ova, çayın güneyden gelen kollarının oluşturduğu birikinti konileri nedeniyle kuzeye doğru hafifçe meyillidir. Aslanapa ve Altıntaş Ovaları: Porsuk Çayı tarafından sulanan bu ovalar, kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanır. Aslanapa ve Altıntaş ovaları geniş bir çöküntü alanının tabanında gelişmiştir. Altıntaş Ovası’nın ortasını kaplayan bataklık sonradan kurutulmuştur. Tavşanlı Ovası: Kütahya’nın kuzeyindeki Tavşanlı Ovası, Köprüören ve Kütahya ovalarından daha alçaktır. Ovanın denizden yüksekliği 840 m’dir. Akarsu ağının sıklığı, Tavşanlı Ovası’nın doğu kesiminin fazla girintili çıkıntılı olmasına yol açmıştır. Örencik Ovası: İlin orta kesimindeki bir çöküntü alanına yayılan bu ova, Aslanapa Ovası’ndan bir eşikle ayrılır. Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan bu ovadan Kocasu kaynaklanır. Simav Ovası: Kütahya’nın güneybatısında yer alan Simav Ovası, bir çöküntü alanının tabanında oluşmuştur. Ova; kuzeyden Akdağ, doğudan Eğrigöz, güneyden ise Simav dağları ile çevrilidir. Uzunluğu 90 km olan ovanın Çaysimav - Kalkan köyleri arasındaki uzunluğu 15.5 km, bu kesimdeki genişliği ise 8.5-9 km’yi bulmaktadır. Ovanın en dar yeri 3 km ile Yeşilköy - Gökçeler köyleri arasındadır. Yükseltisi yaklaşık 800 m olan Simav Ovası’nın en çukur kesimini Simav Gölü’nün tabanı oluşturur. Platolar Yeryüzü şekilleri bakımından çeşitlilik arz eden Kütahya yöresinde, üç tane plato vardır. Sabuncupınar Platosu: Kütahya Ovası ile Eskişehir Ovası arasında bulunur. Bu plato üzerinde Frig Vadisi yer alır. Yazılıkaya Platosu: Kütahya ile Afyon illeri arasında yer alır. Sabuncupınar ve Yazılıkaya platoları Porsuk Çayı kolları tarafından parçalanıp meydana gelmişlerdir. Özbek (Sazak) Platosu: Merkez ilçenin güneyinde bulunan Yellice Dağı’nın eteklerinden itibaren başlayan Aslanapa Ovası’na kadar devam eden platodur. Yapısı kalkerli yapıdan meydana gelmiştir. Akarsular Kütahya il alanı, Susurluk, Sakarya ve Gediz havzalarında kalmaktadır. Su toplama alanı 22.399 km2 olan Susurluk Havzası’nın yıllık ortalama su hacmi 4.16 milyar m3 dür. 529.455 hektardır. Ovalık alanı bulunan Susurluk Havzası’nda sulanabilecek alan miktarı 396.073 hektardır. Su toplama alanı 58.160 km2 olan Sakarya Havzası’nın yıllık ortalama su hacmi 4.09 milyar m3 tür. Havzanın ovalık alanı 2.075.100 hektar civarındadır. Gediz Havzası’nın su toplama alanı 18.000 km2, yıllık ortalama su hacmi 2.22 milyar m3 tür. 521.172 hektar ovalık alan bulunan havzada 386.013 hektar Sulanabilecek alan bulunmaktadır. Felent Çayı: Köprüören Havzası’nın kuzeybatısından Şahmelek yöresinde doğar, Enne Baraj Gölü’ne ulaşır. Daha sonra Kütahya’nın kuzeyinden Porsuk Çayı’na ulaşır. Uzunluğu 35 km, ortalama debisi 0.56 m3/s’dir. Porsuk Çayı: Porsuk Ovası’nın en önemli akarsuyu Porsuk Çayı’dır. Havza dışından doğan ve Çat Tepenin güneyinde havzaya giren Porsuk Çayı havza dahilinde Güvezdere, Çaydere ve Değirmendere’yi alarak Porsuk Baraj Gölü sahasına ulaşır. Porsuk Barajından çıktıktan sonra Kargın Deresi, Uludere ve Musaözü Deresini de alarak havzayı terk eder. Kuzeybatıda bulunan Koca Dere, Güvernaz Dere ve Kapaklı Dere, Yeniköy’de birleşir ve baraj gölü sahasına girer. Murat Çayı (Oysu): Murat Dağı’nın kuzeyinden doğar. Gediz Çayı’na ulaşır. Uzunluğu 35 km, ortalama debisi 2.5 m3/s’dir. Kureyşler Deresi: Yellice Dağı’nın batı eteklerinden doğan küçük debili kaynaklardan oluşur. Kuzeyden gelen Mantarlık, Kuruçayır, Oluklu, Eyrek ve Güvem derelerini içine alarak, Kureyşler Köyü’ne ulaşır. Bu noktadan sonra Çukurcaadaköy Boğazından Altıntaş Ovası’na ulaşır. Debisi 0.178 m3/s’dir. Kokar Çay: Dumlupınar ilçesi civarından başlar, Kızılca, Selkisaray ve Yıldırım Kemal İstasyonuna kadar batı-doğu yönünde akar. Daha sonra yön değiştirerek güneyden kuzeye akmaya başlar ve Beşkarış Köyü’nden ovaya ulaşır. Debisi 0.423 m3/s’dir. Avşar Deresi: Allıören Köyünün 3 km güneyindeki Karapınar ve Gökpınar kaynaklarından doğar. Zafertepeçalköy’ün doğusunda ani bir dirsek çizerek kuzeye doğru akmaya başlar. Bu noktada Çatak Deresi ismini alır, Karakaya ve Ürkmez Dere ile birleşerek Avşar Deresi ismini alır. Genişler Köyü ve Altıntaş ilçesinin 2 km kuzeybatısından Altıntaş Ovası’na ulaşır. Debisi 0.026 m3/s’dir. Gediz Çayı: Akkaya Köyü civarından doğar ve Akyarmadenoğlu ve Dereoğlu dereleri ile birleşerek Ege Denizi’ne ulaşır. İl sınırları içersindeki uzunluğu 45 km, ortalama debisi 82.5 m3/s’dir. Emet Çayı: Saruhanlar ve Aşıkpaşa köyleri yakınındaki kaynaklardan oluşup Kocadere adını alır. Doğanyakası Deresi ile Kayaköy altında birleşip Emet Çayı adını alır. Hisarcık, Emet ilçelerinden geçerek Uluçam Köyü yakınlarından il topraklarını terk eder. Uzunluğu 90 km, ortalama debisi 130 m3/s’dir. Bedir Deresi: Bedir Deresi güneybatı-kuzeydoğu yönünde akar. Yenisusuz’un 1 km kuzeyinden Çavdarhisar’dan geçerek, Zobu’nun 1 km güneydoğusundan akar. Barağı Deresi, İmam Deresi ve Çat Deresi ile birleşir. Ortalama debisi 0.178 m3/s’dir. Tavşanlı Çayı: Esatlar Köyü yakınındaki kaynaklardan doğar. Gökler Köyü’nün 2 km batısında Bedir Deresi ile birleşir, buradan kuzeye doğru akarak Tavşanlı Ovası’na ulaşır. İl sınırları içindeki uzunluğu 65 km, ortalama debisi 8 m3/s’dir. Simav Çayı: Gökçeler ve Muradınlar köylerinin güneyinde Kalkan Çayının bittiği yerden başlar, Beciler Köyünden sonra il sınırlarını terk eder. İl sınırları içindeki uzunluğu 40 km, ortalama debisi ise 68 m3/s’dir. Hamzabey Çayı (Kocaçay): Naşa kasabasının 5 km güneyinden doğar. Bedirler Köyü yakınlarında il sınırını terk eder, daha sonra Emet Çayı’na dökülür. Uzunluğu 45 km, ortalama debisi 31.46 m3/s’dir. İklimi Kütahya ili; Ege Bölgesi’nde yer almasına rağmen, denizden uzaklık ve yükseltiye bağlı olarak iklimi kıyı Ege’den daha farklıdır. Kütahya ve çevresinin iklimi Ege, Marmara ve İç Anadolu Bölgeleri arasında bir geçiş tipidir. İklim ve sıcaklık şartları bakımından, her üç bölgenin özelliklerini taşır. Sıcaklık şartları İç Anadolu, yağış şartları Marmara Bölgesi tesiri altındadır. a. Sıcaklık : İlde yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer. Kütahya ‘da yıllık sıcaklık ortalaması 10,5º dir. En sıcak aylar, temmuz ve ağustos, en soğuk aylar ocak ve şubattır. İlimizde ölçülen en yüksek sıcaklık, 38,6º dir. En düşük ölçülen sıcaklık ise –28,1º dir. Buradan da anlaşılacağı gibi, yıllık sıcaklık 66,7º ile büyük bir fark gösterir. b. Yağışlar: Kütahya’da yağışlar, karasal iklime bağlı olarak, kış, ilkbahar ve sonbaharda görülür. Yazları genellikle kuraktır. Yıllık ortalama yağış miktarı 565 mm.dir. En yağışlı ay aralık, en kurak ay ağustostur. Yağışların %38,8 i kış, %29,4 ‘ü İlkbahar, %12,5 ‘i yaz, %19,3 ‘ü sonbahar aylarında düşer. Kış aylarında, sıcaklığın düşük ve yükseltinin fazla olması nedeniyle yağışlar, genellikle kar şeklinde, diğer mevsimlerde yağmur şeklindedir. Kar yağışlı günlerin, yıllık ortalama sayısı 19 gündür. Kar kalınlığı ortalama 12 cm civarındadır. c. Basınç ve Rüzgarlar: Kütahya çevresinde ortalama hava basıncı, 904,7 milibardır. En düşük hava basıncı 873 milibar, en yüksek hava basıncı 928,4 milibardır. Kütahya, yaz aylarında bir alçak basınç merkezi olduğu için, özellikle kuzey sektörlü rüzgarlara açıktır. Kütahya’da hakim rüzgâr yönü, kuzeydir. Yıldız adlı kuzey rüzgârı, her yıl ortalama 2944 kez eser. Bunu kuzeybatıdan esen karayel izler. Daha sonra güneybatıdan esen lodos rüzgârı görülür. İlimizde ortalama rüzgar hızı 1,7 m/sn dir. Ölçülen en yüksek rüzgâr hızı değeri, kuzeybatıdan esen karayele ait olup 27,6 m/sn.dir. Göller ve Baraj Gölleri Simav Gölü: İlimizin tek doğal gölüdür. İlçenin kuzeybatısında 5 km2 lik bir alana sahip olan gölün bir kısmı sazlık ve bataklıktır. Porsuk Baraj Gölü: Sulama ve taşkınları önleme amacı ile Porsuk Çayı üzerine kurulmuştur. Bir bölümü Eskişehir il sınırları içerisinde kalır. Yüksekliği 49,70 m. ve su depolama hacmi 525.000.000 m3 tür. Enne Baraj Gölü: Porsuk Çayı’nın bir kolu olan, Felent Çayı üzerinde kurulan Enne Barajından içme suyu olarak yararlanılmakta olup, Seyitömer Termik Santrali’nin soğutma ünitelerinde de kullanılmaktadır. Yüksekliği 24,50 m. olup, su depolama hacmi, 7.000.000 m3 tür. Kayaboğazı Baraj Gölü: İçme ve sulama amaçlı kullanılan baraj göldür. Söğüt Baraj Gölü: İçme ve sulama amaçlı kullanılan baraj göldür. Çavdarhisar Baraj Gölü: İçme ve sulama amaçlı kullanılan baraj göldür. Yukarıda sözü edilen baraj göllerinin kapladığı alanlar iklime bağlı, yağışlar ve kar erimeleri miktarı ile orantılı olarak yıldan yıla değişmektedir. Bitki Örtüsü İlimizde yer alan doğal bitki örtüsü Akdeniz, Karadeniz ve İç Anadolu bölgelerinin özelliklerini taşır. Kütahya’da kuru ormanlar çoğunluktadır. Bunu bozkır bitki toplulukları takip etmektedir. İlimiz ormanları, daha çok dağ eteklerindeki platolarda yer alır. Yerleşim birimlerine yakın ormanlık alanlar çeşitli amaçlarla bilinçsizce tahrip edilmiştir. Bu oran %2-3 civarındadır. Kütahya 1.279.000.000 hektarlık yüzölçümüne sahip olup bu alanın 611.592.000 hektarlık bölümü, orman sahasıdır. Sevinerek söyleyebiliriz ki, ilimizin %52,97‘sini ormanlık alanlar oluşturmaktadır. Orman alanlarımızın 296.464.000 ‘lik hektarı, %48’lik ekonomik değeri olan verimli ormanları oluşturur. Geri kalan kısmı ise, bozuk orman özelliği taşır. Kütahya’da Yer alan Ağaç Türleri %48 karaçam, %5 kızılçam, %1 kayın %14 meşe (Baltalık), %6 ardıç, %25 karışık orman, %1 sedir, kızılağaç, kestane, Kavak, köknardan ibarettir. Kütahya’da orman altı alanlarında toprak şartlarından dolayı bozkır
-
ATATÜRK ve KÜTAHYA
ATATÜRK ve KÜTAHYA MİLLİ MÜCADELEDE KÜTAHYA Kuruluşa ve Kurtuluşa ev sahipliği yapan Milli Mücadele yıllarının en önemli olaylarına da sahne olan Kütahya; I. Dünya Savaşından sonra Osmanlı Devletini parçalamak, Türk topraklarını işgal etmek üzere harekete geçen sömürgeci devletlere karşı Türk milletinin var olduğunu bir kez daha dünyaya duyurduğu topraklardır. Kütahya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurulduğu 20 Eylül 1919 tarihi, Kütahya'da Milli Mücadele'nin başlangıç tarihidir. 21 Temmuz 1920'de Kütahya Milli Alayı kurulmuş, Alay 6 Ağustos 1920'de Mustafa Kemal Paşa tarafından denetlenmiştir. Denetim sonrasında Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, kendi el yazısıyla Kütahya halkı adına Mutasarrıf Sait Bey'e yazılmış takdirname vermiştir. Kurtuluş Savaşı'nın en büyük muharebelerinden olan Büyük Taarruz; 26 Ağustos1922'de Kocatepe'de başlamış, 30 Ağustos'ta Zafertepeçalköy'de büyük komutan Gazi Mustafa Kemal'in Başkumandan Meydan Muharebesi kazanması ile Türkiye Cumhuriyetinin temelleri Kütahya'da atılmıştır. Dumlupınar'da " Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz'dir. İleri..!" emri ile düşman bu topraklardan çıkarılmıştır. Artık Kütahya, Kuruluş ve Kurtuluştan sonra binlerce şehidi bağrında barındırarak " Şehitler ve Şehitlikler " diyarı da olmuştur. Kütahya'yı ziyaret eden Mustafa Kemal riyasetindeki Büyük Millet Meclisi Heyeti'nin şehirden ayrılışı münasebetiyle Kütahya Mutasarrıfına telgraf *: Kütahya Mutasarrıfı Sait Beyefendiye. 6.VIII.1336 (1920) Büyük Millet Meclisi'nin selâm ve ihtiramını muhterem halkımıza, kahraman orduya vehamiyetkâr memurine tebliğ etmek üzere Kütahya'yı ziyaret eden heyetimiz burada gördüğü mefharetbaşh ve itminanaver tezakürat-ı samimiye ve âliyeden dolayı fevkalâde müftehir ve mesrurdur. Vatanperver Kütahya ahalisinin malî fedakarlığı, maddi ve manevi himmet ve mesaisiyle beş on gün zarfında ihzar ve teçhiz edilen binlerce mevcuda baliğ kıtat-ı askeriyenin giriştiğimiz dini, milli, vatani mücadelede muzafferriyetimizi temin edecek kahraman bir zümre olarak isbat-ı fedakâri edeceğimden eminiz . Gerek zatıâlileriyle Müdafaa-i Hukuk Heyet-i gayyuresinin gerek umum Kütahya halkının mucib-i mühabat olan himematından dolayı hissettiğimiz Şükranı Büyük Millet Meclisi namına beyan ile arz-ı veda eder ve işbu ihsasat-ı mahmedetkaranemizin aynen bütün ahaliye tebliğ buyurulmasını rica eyleriz. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal BAŞKUMANDAN MEYDAN SAVAŞI'NIN İKİNCİ YILDÖNÜMÜNDE DUMLUPINAR ANITI ÖNÜNDE KONUŞMASI (30. VIII. 1924) Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devleti'nin temeli burada atıldı. Ebedi hayatı burada taçlandırıldı, bu sahada, bu semada dolaşan şehit ruhları devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. Burada temelini attığımız "Şehit asker" anıtı işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakar ve kahraman Türk vatanına göz dikenlere Türk'ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır. .................... Gençler! Cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsizin. Cumhuriyeti biz tesi ettik; onu ilâve ve idame edecek sizsiniz. Arkadaşlar, bu gaza ve şahadet diyarını terkederken "Şehit Asker"i hep beraber hürmet ve tâzimle selâmlıyalım. Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları : Afyonkarahisar - Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesinde zulmedici ve gururlu bir ordunun asıl unsurları inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve soylu milletimizin fedakarlıklarına yaraşır olduğunuzu tanıtlıyorsunuz. Sahibimiz olan Büyük Türk Milleti, geleceğinden güven duymaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki beceriklilik ve fedakarlıklarınızı yakından görüyor ve izliyorum. Milletimizin hakkınızda verdiği değere aracılık etmek görevini, arkasına bırakmayarak, devamlı yapacağız. Ordular: ilk hedefiniz Akdeniz' dir, ileri ! T.B.M.M Başkanı Başkumandan Mustafa Kemal KÜTAHYA SULTANİSİNDE YAPTIĞI KONUŞMA (24 Mart 1923) Muallime Hanımlar ve Muallim Efendiler; Bu irfan sakfı altında hepinizi bir arada görmekten ve cümlenizi birden selamlamaktan fevkalade memnun ve bahtiyarım. Müdür Beyefendinin çok güzel tasvir ve izah eyledikleri gibi memleketimizi, heyeti içtimaiyemizi hedefi hakikate, hedefi saadete isal için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran irfan ordusu. Bu iki ordunun her ikiside kıymetlidir, alidir, feyizlidir, muhteremdir. Fakat bu iki ordudan hangisi daha kıymetlidir, hangisi yekdiğerine müreccahtır? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz, bu iki ordunun ikisi de hayatidir. Yalnız siz irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun kıymet ve kudsiyetini anlatmak için şu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldürebilen birinci orduya niçin öldürüp niçin öğreten bir orduya mensupsunuz. Muhterem Muallime Hanımlar ve Muallim Beyler; biz iki ordudan birincisine, vatanı çiğnemeye gelen düşman karşısında kan akıtan birinci orduya, bütün dünya bilir ve bütür dünya şahit olduki, pek mükemmelen malikiz. Vatanın dört sene evvel düştüğü büyük felaketten sonra yoktan var olan bu ordu, vatanı yok etmeye gelen düşmanı vatanın harimi ismetinde boğup mahvetti. (Şiddetli alkışlar). Yalnız, işimiz yalnız bu orduya malikiyetle bitmiş, gayemiz yalnız bu ordunun zaferiyle hitame ermiş değildir. Bir millet irfan ordusuna malik oldukça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin payidar neticeler vermesi ancak irfan ordusu ile kaimdir. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun semeratı ufuleder. Milletimizi hakiki saadet ve selamete isal etmek istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü şekli idaremizin ebediyetini istiyorsak, bir an evvel büyük, mükemmel, nurlu bir irfan ordusuna malik olmak zaruretinde bulunduğumuzu inkar edemeyiz. Eski idarelerin eski hükümet sistemlerinin en büyük fenalıklarından biri de irfan ordusuna layık oldukları büyük ehemmiyeti vermemeleridir.Eğer bu ehemmiyet verilseydi. İstikbali ellerine tevdi ettiğimiz sizlere, istikbal kadar emin bir mevki verilmek lazım gelirdi. Henüz üç bucuk, dört senelik bir hayata malik olan milli idaremiz de vakıa irfan ordusu ile layık olduğu kadar iştigal edememiştir. Fakat bundaki zarureti milletin münevverleri olan sizler, elbetteki herkesten daha iyi takdir edersiniz. Bütün kuvvetlerimizi yalnız cepheye hasrettiğimiz, bütün menabiimizi cephedeki orduda temerküz ettirmeğe mecbur olduğumuz bu kısa müddet içinde, bittabi irfan ordusu ile layikiyle meşgul olamazdık. Lakin cenabı hakka binlerce hamdü sena olsun ki düşman karşısındaki aziz ordumuz için sarf ettiğimiz bütün emekler, mes'ut semeratını verdi. Artık bundan sonra aynı kuvvet, aynı faaliyet, aynı himmetle irfan ordusu için çalışacak ve birincide olduğu gibi bu ikinci ordudan dahi emeklerimizin, faaliyetlerimizin, himmetlerimizin mes'ut ve muzaffer semelerini aynı parlaklık ve fevzü bereketle istihsal edeceğiz. Arkadaşlar! Asken ordusu ile irfan ordusu arasındaki müşahebet ve mutabakat arz etmiş olmak için şunu da ilave edeyim: Kıymetli bir eserde, "Ordunun ruhu heyeti zabitan ve kumanda heyetidir." Deniliyor. Hakikaten böyledir. Bir ordunun kıymeti, zabitan ve kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür. Siz mualime hanımlar ve mualim beyler, sizlerde irfan ordusunun zabitan ve kumanda heyetisiniz. Sizin ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle ölçülecektir. İstiklal Mücadele'sinde üç dört senedir, düşmanı topraklarımızda mahvetmek için yaptığımız harpte, ordunun ruhu olan zabitan ve kumanda heyet ve erkanı, kıymetlerinin yüksekliğini nasıl ibraz ve ispat etmişse bundan sonra yapacağımız hur ve inkilap mücadelesinin, milletimize bir karanlık gibi çöken cehli umumiyi mağlup ve makhur etmek harbinde dahi irfan ordusunun ruhu olan siz muallime hanımlar ve muallim beylerin aynı kabiliyeti ihsas ve iraye edeceğinize eminim. Hepinizi bu emniyetle selamlarım muhterem arkadaşlar.
-
Kronoloji
KRONOLOJİK KÜTAHYA TARİHİ M.Ö.(1800-1200) Hitit Dönemi, M.Ö.(1460-1200) Assuva Konfederasyonu içinde Kütahya, M.Ö.(1200-676) Frigler Dönemi, M.Ö.(607-546) Lidya Dönemi, M.Ö.(546-334) Persler Dönemi, M.Ö.(334-281) İskender Dönemi, M.Ö.(281-133) Bergama Dönemi, M.Ö.(133)-M.S.(395) Roma Dönemi, M.S. 395 Bizans Dönemi’nin başlaması, M.S. 8.yy Kütahya Kalesi’nin inşası, 1078 Kütahya’nın Selçuklularca alınması, 1097 Haçlıların Kütahya’yı alıp Bizanslılara bırakması, 1182 Kütahya’nın yeniden Selçuklulara geçmesi, 1197 Kütahya’nın Bizanslılarca geri alınması, 1233 Kentin kesin olarak Selçukluların eline geçmesi ve Kütahya Kalesine ilaveler yapılması, 1260 Germiyanoğlu Aşiretinin Kütahya’ya yerleşmesi, 1277 Kütahya’nın Germiyanoğullarına ikta olarak verilmesi, 1300 Germiyanoğlu Devleti’nin kuruluşu, 1314 Umur-Bin Savcı Medresesi’nin yapılması, 1381 Germiyanlı Devlet Hatun’un Yıldırım Bayezid ile evlenmesi, 1381-1389 Yıldırım Bayezid’ın Kütahya Valiliği, 1390 Yıldırım Bayezid’ın Germiyanoğlu Devletine son vermesi, 1402 Timur’un Germiyanoğlu Devleti’ni tekrar canlandırması, 1410 Yıldırım Bayezid’ın yapımını başlattığı Ulu Camii’nin tamamlanması, 1411 II. Yakup İmaret Külliyesi’nin yapılması, 1429 Germiyanoğlu II. Yakup’un ölümü ve vasiyetiyle topraklarının Osmanlılara geçmesi, 1451 Anadolu Beylerbeyliği Merkezi’nin Kütahya’ya taşınması, 1511 Şahkulu Ayaklanması, 1542-1558 Şehzade Bayezid’ın Kütahya Valiliği, 1558-1566 Sultan II. Selim’in Kütahya Valiliği, 1766 Fincancılar Esnafı Anlaşması, 1833 Mısır ordusunun Kütahya’yı işgali, 1850-1851 Lajoss Kossuth’un Kütahya’da misafir edilmesi, 10.09.1885 İlk telgrafın çekilmesi, 1892 Demiryolunun gelmesi, 1905 Kütahya eski Hükümet Konağı’nın yapılışı, 20.09.1919 Kütahya Kuva-i Milliye Teşkilatının kurulması, 21.07.1920 Kütahya Milli Alayı’nın Kuruluşu, 06.08.1920 Atatürk’ün Kütahya’ya İlk Gelişi, 03.09.1920 Simav’ın işgali, 05.09.1920 Gediz’in işgali, 05.01.1921 Gediz’in Çerkez Ethem’den alınması, 13.07.1921 Altıntaş’ın işgali, 14.07.1921 Tavşanlı’nın işgali, 17.07.1921 Kütahya’nın işgali, 28.07.1921 Yunan Kralı Konstantin’in Kütahya’ya gelmesi, 30.08.1922 Dumlupınar Meydan Muharebesi Kütahya’nın Kurtuluşu s:18.00, 01.09.1922 Gediz’in Kurtuluşu, 03.09.1922 Emet ve Tavşanlı’nın kurtuluşu, 24.03.1923 Atatürk ve Latife Hanımın Kütahya’yı ziyaretleri, 08.10.1923 Kütahya’nın il olması, 30.08.1922 Atatürk’ün Dumlupınar’a gelişleri, 1926 Kütahya’ya ilk elektrik verilmesi, 1926 Sümerbank Kiremit Fabrikası’nın Açılması, 23-24.01.1933 Atatürk’ün Kütahya’yı ziyaretleri, 21.06.1934 Atatürk ve Şah Rıza Pehlevi’nin Alayunt İstasyonu’nda dinlenmeleri, 24.11.1954 Kütahya Şeker Fabrikası’nın açılması, 1956 Tunçbilek Termik Santralı’nın üretime başlaması, 1958 SLİ Termik Santralı’nın üretime başlaması Emet Etibor İşletmeleri’nin Açılması, 27.10.1961 TÜGSAŞ (Azot) Fabrikası’nın açılması, 1976 Kütahya Manyezit Fabrikası’nın açılması, 1981 Gümüş Fabrikası’nın açılması, 1992 Dumlupınar Üniversitesi’nin kurulması.
-
Kütahya Tarihi
TARİHÇE Ege Bölgesi’nin İç Batı Anadolu Bölümü’nde yer alan Kütahya, bilinen tarihi içinde Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyanoğulları ve Osmanlı Dönemi uygarlıklarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşmıştır. Kütahya ili sınırları içinde kalan topraklarda yerleşen ve adı bilinen en eski halk Hitit’lerdir. Buna rağmen çevredeki Arkeolojik buluntular ilin yerleşim tarihini çok daha eskilere, ilk çağlara değin götürmektedir. Kütahya için kesin bir kuruluş tarihi verilememekle birlikte; Hitit metinlerinde geçen Assuva tarihiyle ilgili IV. Tuthaliya (M.Ö. 1256–1220) yıllıklarına dayanarak M.Ö. II. binin ortalarında kurulduğu söylenebilir. Kütahya, bugün de işletilen zengin maden yatakları dolayısıyla tarihin her devresinde ilgi görmüş, bu sayede geniş ticaret yollarına sahip olmuş, hızla gelişmiştir. Malazgirt Zaferi’nin ardından XI. yüzyılın sonunda Türk uygarlıklarıyla tanışan Kütahya, Germiyanoğlu Beyliği’ne başkentlik yapmış olup Osmanlı Devleti bu topraklar üzerinde kurulmuştur. Ayrıca Kütahya “Türk ve dünya askerlik tarihi” nin en büyük zaferinin kazanıldığı yer olarak zengin bir kültürel mirasa sahiptir. ŞEHRE VERİLEN ADLAR : Eski kaynaklara, sikke ve yazıtlara göre Kütahya’nın antik dönemdeki adı “Kotiaeion”dur. Ünlü Antik Çağ Coğrafyacısı Strabon bu adın, “Kotys’in Kenti” anlamına geldiğini belirtmektedir. Kotys, Trakya’da yaşayan Odrisler’den olup, Romalılar’ın M.S. 38’de Anadolu’ya gönderdiği bir komutanın adıdır. Kütahya Müzesi’nde bulunan bir sikkede bu ad “Koti” olarak geçmektedir. Kütahya adı, eskisine benzetilerek Türkler tarafından verilmiştir. KÜTAHYA’NIN İLK KURULUŞ YERİ: İlimizin ilk yerleşim yeri Kütahya kalesi ve çevresidir. Germiyanoğulları döneminde de kullanılan şehir merkezinde yapılan kazılarda Roma dönemi nekropol (mezarlık) alanları bulunmuştur. Ancak şehir merkezinde Frigler dönemine ait önemli bir buluntuya rastlanmamıştır. Kütahya’nın antik dönemdeki yerleşim alanı henüz kesin olarak belirlenememiştir. Ne zaman kurulduğu, nerede kurulduğu, ne zaman ve kim tarafından fethedildiği kesin olarak ifade edilemeyen Kütahya, bir sırlar kentidir. Yapılan Arkeolojik Kazılar ve Eski Yerleşim Merkezleri : Bugüne kadar Kütahya ve çevresinde yapılan sistematik kazı ve araştırma sayısı çok değildir. İngiliz Arkeoloji Enstitüsü adına Clive Foss - Kütahya Kalesi’ni, Epigraf Tomas Drew Bear - Yazıtları, David French - Roma Yolları ve Mil Taşlarını, İstanbul Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Turan Efe Antik Yerleşimlerden Höyük ve Tümülüsleri araştırmıştır. Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Aizanoi Antik Kentinde başlattığı sistematik kazı ve araştırmalar 1970 yılından beri devam etmektedir. Müze uzmanlarının Kütahya il sınırlarında yaptığı inceleme ve araştırma çalışmalarında yüzü aşkın höyük, tümülüs ve antik yerleşim saptanıp belgelenmiş, yapılan kurtarma kazılarıyla kentin tarihini aydınlatacak önemli arkeolojik malzemelere rastlanmıştır. Kütahya Merkez Seyitömer Höyük’te yapılan kurtarma kazılarında Eski Tunç dönemine uzanan toplu buluntular elde edilmiş olup Kütahya Arkeoloji Müzesi’nde ayrı bir salonda sergilenmektedir. Merkez Ağızören Köyü’nde 2000 yılında yapılan kazılarda Hitit yerleşimine ait nekropol (mezarlık) alanında önemli arkeolojik malzemeler ele geçmiştir. Kütahya’da Eski Tunç Dönemi’ne uzanan toplu buluntu veren en önemli merkez, 1977 yılında kömür çıkartma işlemi sırasında ulaşılan Tavşanlı Tunçbilek, Boyalık ve Gevence mevkileridir. İlin yerleşim tarihine ışık tutan Eski Tunç buluntu merkezleri Seyitömer, Tavşanlı - Kayı Köyü, Altıntaş - Üçhöyük, Domaniç - Elmalı, Simav, Emet ve Çavdarhisar yöreleridir. Buralarda ele geçen buluntular Bitynia dışında tüm Batı Anadolu’da rastlanan tipik Troya çanak - çömleği örneklerindendir. Gaga ağızlılar, üç ayaklı kaplar, depas türü maşrapalar dışında, Balıkesir, Bursa yöresine özgü Yortan kültürünün bezekli kaplarına rastlanması, Kütahya’nın kuzeyinde bu kültürün etkin olduğunu göstermektedir. HİTİT - FRİG DÖNEMİ: Kütahya yöresi, Hititler Dönemi'nde Assuva'nın doğusunda, Hitit Devlet sınırlarının da batısında yer almaktadır. Antik Çağ bölümlenmesine göre ise ilin doğu yarısındaki toprakları Frigya, batısı da Mysia bölgesindedir. O dönemde Hititlerin siyasal etkisi dışında kalan Batı Anadolu'daki pek çok kent konfederasyonlar şeklinde örgütlenmiştir. Kuzeybatı Anadolu'daki As-suva Konfederasyonu bunlardan biridir ve Kütahya'nın batısında kalan topraklar bu konfederasyona bağlıdır. İlin kuzey kısımları ise zengin gümüş yatakları ve buna bağlı gelişmiş ticaret yolları dolayısıyla Hititlerin sürekli ilgi ve etki alanında kalmakta, bu yüzden sıkça saldırılara uğramaktadır Hitit İmparatorluk döneminin sonuna doğru doğuda Assuva yöresindeki bakır yataklarının Asurlar'a kaptırılması, Hititler'in Kütahya'ya ilgisinin artmasına neden olmuştur. Bu sırada Assuva'nın başında Sum Dlama, Hititler'in başında IV. Tuthaliya bulunmaktadır. (M.Ö. 1256-1220). Assuva'ya saldıran Hititler'in ülkeyi yakıp yıktıklarını, Assuva kralı ve oğlu Kukkulis'i tutsak alıp Hattuşaş'a götürdüklerini IV. Tuthaliya yıllıklarından öğreniyoruz. M.Ö. 1200'lerde Trakya'dan Anadolu'ya büyük dalgalar halinde geçen Frig-ler, bölgede Hitit egemenliğine son verip, doğuda Kızılırmak, güneybatıda Burdur Gölü'ne kadar uzanan geniş bir alanı yurt tutmuşlardır. Bursa, Balıkesir yörelerine gelen yeni oymakların eskilerini daha doğuya sürmeleri sonucunda Kütahya'nın batı kesimleri Mysia bölgesinde yer almıştır. Yine Frigler'in bir kolu olan Bitin ve Tinler'in Kütahya'nın kuzeyine Bilecik-Sakarya bölgesine yerleştikleri görülmektedir. Frigler'in asıl kalabalık oymaklarının ise Afyon, Eskişehir, Kütahya üçgenindeki bölgeye yerleşmesi sonucunda, Kütahya'nın doğusu Epiktetos Frigyası adını almıştır. Kütahya'nın güneyine, Temnos (Şaphane) ve Dindimos (Murat) Dağı'na kadar yayılan Frigler yerli Hititler'le karışıp kaynaştıkça güçlenmiş, kültür alanlarını genişleterek doğuda Fırat'a, batıda Ege Denizi'ne kadar dayanmalarına rağmen Lidyalılar üzerinde sürekli bir egemenlik kuramamışlardır. Frig Yerleşimi-Söğüt Köyü M.Ö. VIII. yüzyılda devlet olarak örgütlenen Frigler'in barışçı bir toplum olarak geliştiği, tarım ve hayvancılıkla uğraştıkları, kaya mezarları, tapınım alanları ilekendilerine özgü bir mimari getirdikleri, maden işçiliği ve dokumacılıkta ileri gittikleri, yeni müzik aletleri ürettikleri görülmektedir. Antik kaynaklar, ünlü masalcı Ezop'un doğum yeri olarak Kütahya'yı göstermektedir. M.Ö. 676'da Kafkasya üzerinden Anadolu'ya giren Kimmerler'in, Frigya Kralı III. Midas'ı yenerek Kütahya ve çevresini ele geçirdiği, daha sonra M.Ö. 607'de Lidya kralı Alyattes'in Kimmer egemenilğine son verdiği gözlenmektedir. Lidyalılar döneminde Efes'ten başlayıp başkent Şart, Uşak ve Kütahya'dan geçerek Adalar Denizi ve Kızılırmak'ın doğu yakasını birbirine bağlayan Kral Yolu bu dönemde yapılmıştır. Doğuda gelişerek Anadolu'yu Marmara'ya kadar istila eden Persler'in ünlü kralı II. Kyros, M.Ö. 546'da Lidyalıları tarihten silmiş, Kütahya'yı Frig Satraplığı'nın merkezi yaptığı Dinar'a bağlamıştır. Pers yönetiminin zayıflamasıyla M.Ö. 334'te Biga Çayı civarındaki savaşı kazanan Makedonyalı İskender bölgede üstünlük kurmuştur. İskender'in M.Ö. 324'te ölümüyle Kütahya ve çevresi komutanlarından Antigonas'a geçmiştir. Bölgede M.Ö. III. yüzyılın başlarında yaşanan karışıklıklardan sonra Bergama Krallığının üstünlük sağladığı ve M.Ö. 133 tarihinde Kütahya'nın Roma'nın Asya Eyaleti sınırlarına dahil edildiği görülmektedir. ROMA VE BİZANS DÖNEMİ Kütahya, Roma egemenliğine girdiği sırada bölgede küçük şehir devletleri vardır. Kütahya'da Koti-aeion, Gediz'de Cadı, Simav'da Synaus, Emet'te Ti-beriopolis, Simav Boğazköy'de Ancyra, Altıntaş'ta Soa ve Çavdarhisar'da Aizanoi Antik yerleşim merkezleri bulunmaktadır. Bu şehir devletlerini Claudius unvanlı valiler yönetmiş, toplanan verginin bir bölümünü merkeze gönderip kalanını kentin imarına harcamışlardır. O dönemin en büyük şehri olan 120 bin nüfuslu Aizanoi'nin Zeus Tapınağı, İmparator Hadrian MS. (117-138) döneminde toplanan arazi vergileriyle yaptırılmıştır. Bu bölgede (302) tarihinde yapıldığı saptanan bir borsa binası vardır. Duvarları üzerinde Latince fiyat listeleri bulunmaktadır. Bu listeler fiyat artışlarını önlemek için konulmuştur. M.S.395'te Roma İmparatorluğu'nin ikiye ayrılmasıyla Kütahya, Doğu Roma İmparatorluğu (Bizanslında kalmıştır. Bu dönemde önemli bir piskoposluk merkezi olan Kütahya hızla gelişmiş, çevresine yapılan kalelerle korunaklı bir kent haline getirilmiştir. Zeus Tapınağı kiliseye çevrilmiş, il ve çevresinde çok sayıda kilise inşa edilmiştir. SELÇUKLULAR DÖNEMİ : 1071 'de Malazgirt Savaşı'nda Alparslan'a yenilen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes salıverildikten sonra Bizanslılar tarafından Kütahya Kalesi'ne getirilmiş ve gözlerine mil çekilerek cezalandırılmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'ni kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1075'te İznik'i aldıktan sonra Kütahya ve yöresine akınlar düzenlemiş, 1078'de şehri ele geçirmiştir. II. Yakup Çelebi İmaret Külliyesi 1097'de Haçlıların saldırısıyla Bizans'ın eline geçen Kütahya 1182'de Selçuklular tarafından geri alınmıştır. 1186'da II. Kılıç Arslan ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırınca Kütahya Gıyaseddin Keyhüsrev'e düşmüş, çıkan karışıklıklar ve kardeş kavgaları sırasında 1196'da Kütahya tekrar Bizanslıların eline geçmiş, 1233'de Alaeddin Keykubad zamanında Anadolu Selçuklularına yeniden kazandırılmıştır Kütahya'daki Hıdırlık Mescidi, Yoncalı Hamamı ve Camisi, Balıklı Camii ve Medresesi Selçuklu dönemi eserlerindendir. BEYLİKLER DÖNEMİ I. Alaaddin Keykubad döneminde 1230'da Anadolu'ya gelen Germiyanoğlu Aşireti, Malatya yöresine yerleştirilmiş olup 1240'ta Baba İshak ayaklanmasında Selçuklulara yardım etmişlerdir. 1243 Kösedağ bozgunundan sonra artan Moğol baskısı karşısında Germiyanoğulları 1260'ta göç ederek Kütahya yöresine yerleşmiştir. Ulu Camii 1277'de Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmasıyla Kütahya ve yöresi Germiyanoğullarfnın payına düşmüş, hızla gelişen Germiyanoğlu Beyliği, Batı Anadolu'nun en güçlü beyliği olmuştur. İlk beylerinin Alişir olduğu bilinmektedir. Alişiroğlu I. Yakup 1300'de bağımsızlığını ilan ederek Kütahya'yı başkent yapmıştır. 1340'ta yerine geçen oğlu Mehmet Bey döneminde gelişimini sürdüren Germiyanoğlu Devleti'nin başında 1361'de Süleyman Şah görünmektedir. Bu dönemde Osmanlı Sultanı I. Murad'ın Vacidiye Medresesi oğlu Bayezid'e kızını veren Süleyman Şah, Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı'yı kızı Devlet Hatun'un çeyizi olarak Osmanlılar'a vermiştir. (1381) Yıldırım Baye-zid 1389'a kadar Kütahya'da valilik yapmıştır. Süleyman Şah, Kula'ya çekildikten sonra 1387'de ölmüş, yerine oğlu II. Yakup Bey geçmiştir. Germiyanoğulları Beyliği II. Yakup'un vasiyeti üzerine 1429'da Osmanlılara katılmıştır. Kütahya'daki Germiyanoğlu eserleri arasında bugün Çini Müzesi olan II. Yakup İmaret Külliyesi, şimdi Arkeoloji Müzes olan Umur-Bin Savcı Medresesi ile İshak Fakih Camii ve Medresesi sayılabilir. Germiyan oğulları döneminde Yıldırım Bayezid'in Kütahya Valiliği sırasında yapımına başlanan Ulu Camii XV. Yüzyılda Musa Çelebi döneminde tamamlanmıştır. OSMANLILAR DONEMİ : 1429'da Germiyanoğlu II. Yakup'un vasiyeti ile Osmanlılara geçen Kütahya bu dönemde bir sancak merkezidir. 1451'de Anadolu Beylerbeyliği'nin merkezi olan Kütahya'da Kanuni'nin oğulları Şehzade Bayezid (1542-1558) ve (Sultan II.) Selim (1558-1566) valilik yapmışlardır. 1511'de Safavilerin Anadolu'da yaptıkları bölücülük sonucunda çıkan Şahkulu ayaklanması Kütahya'ya kadar yayılmıştır. 1833'te Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın Kütahya'yı işgali ve aynı yıl imzalanan Kütahya Antlaşması ile şehri terk etmesi dönemin kayda değer olaylarıdır. Kütahya Osmanlı mimarisinin güzel örnekleriyle donatılmış, çeşme, köprü, cami, medrese, han ve hamamlarla imar edilmiştir. Selçuklulardan bu yana devam eden çini sanatı bu dönemde en parlak devrini yaşamıştır. Dünya tarihinin devlet gözetiminde yapılan ilk toplu iş sözleşmesi, Fincancılar Esnafı Anlaşması adıyla 13 Temmuz 1766 tarihinde Kütahya'da imzalanmıştır. 1849'da Osmanlı Devleti'ne sığınan Macar bağımsızlık hareketinin önderi Lajos Kossuth ve beraberindeki 56 mülteci, 1850-1851 yıllarında Kütahya'da konuk edilmiştir. Lajos Kossuth'un Kütahya'da kaldığı ev 1982 yılında müze haline getirilmiştir. 1867'de Hüdavendigar Vilayetine bağlı bir sancak merkezi olan Kütahya, 8 Ekim 1923'te vilayet olmuştur. MİLLİ MÜCADELE VE CUMHURİYET DÖNEMİ: Kütahya'nın Milli Mücadele tarihimizde çok önemli bir yeri vardır. Cumhuriyetimizin kurulması için verilen bağımsızlık mücadelesinin en önemli safhası ilimiz sınırları içerisinde yaşanmıştır. I. Dünya Savaşı sonunda itilaf devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak Anadolu'yu işgale başladılar. İşgaller karşısında milleti ve memleketi savaşa sürükleyenler, kendi hayatlarının endişesine düşerek gerekli tedbirleri almamışlardı.Ordunun elinden cephanesi alınmış, itilaf devletleri türlü vesilelerle yurdun çeşitli bölgelerini işgale başlamışlardır. İtilaf donanması İstanbul'da; Fransızlar, Adana'da; İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon'da; İtalyanlar, Antalya ve Güneybatı Anadolu'da bulunuyorlardı. 15 Mayıs'ta itilaf devletlerinin izni ile Yunan ordusu İzmir'e çıkmıştır. Bu durum karşısında Türk milleti tarih boyunca gösterdiği "millet olma bilinci" içerisinde işgallere karşı Kuva-i Milliye hareketini başlatmıştır. Kütahya'da Milli Mücadele 20 Eylül 1919 günü başlamıştır. Binbaşı İsmail Hakkı, Yüzbaşı İsmet, Yüzbaşı Süleyman ve Mülazım Tahsin Beyler Kütahya'ya gelerek Kuva-i Milliye Teşkilatını kurmuşlardır. Teşkilatın başına Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Nüzhet Bey seçilmiştir. İsmail Hakkı Bey Komutasında oluşturulan 350 kişilik bir müfrezenin İngilizleri Kütahya'dan çekilmek zorunda bırakması Kütahya'da Milli Mücadelenin ilk başarısıdır. Kütahya'da, Milli Alayı kurmayı başaran (Prişti-neli) İsmail Hakkı Bey, Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa tarafından Kütahya Milil Alayı Kumandanlığıma atanmıştır. İsmail Hakkı Bey Pozantı Kongresi'nden dönmekte olan Mustafa Kemal Paşa'ya Afyon'da bulunduğu sırada telgraf çekerek Kütahya'ya "Milli Alayı" denetlemesi için davet etmiştir. 6 Ağustos 1920 tarihinde Kütahya'ya gelen Mustafa Kemal Atatürk, Milli Alayı denetlemiş ve Kütahya'dan ayrılırken Kütahya Mutasarrıfı Sait Bey'e kendi el yazısıyla takdirname vermiştir. Kütahya Milli Alayı, Milli Mücadele yıllarında önemli görevler üstlenmiş, işgal yıllarında büyük yararlılıklar göstermiştir. 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşması sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin antlaşmayı tanımadığını ilan etmesi üzerine işgal hızlanmış, Yunanlılar 13 Temmuz'da Altıntaş'a, 14 Temmuz'da Tavşanlı'ya, 17 Temmuz'da Emet, Simav ve Kütahya'ya 3 Eylülde Simav'a, 5 Eylülde Gediz'e girmişlerdir. 28 Temmuz 1921'de Kütahya'ya gelen Yunan Kralı Konstantin Savaş Konseyini burada toplayıp Ankara üzerine yürüme kararı çıkartmıştır. Yunan Ordusunun bu ilerleyişi karşısında Türk Ordusu, Sakarya'da Başkomutan Mustafa Kemal komutasında dünya savaş tarihinde örneği görülmeyen bir taktikle büyük bir zafer kazanmıştır. Sakarya'da durdurulan düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922 tarihinde Başkomutan Mustafa Kemal Büyük Taarruzu başlattı. Bu çarpışmalar sırasında Türk askeri, tarihimizin her döneminde görülen kahramanlık ve fedakarlıklarına yenilerini ekledi. 57. Tümen Komutanı Albay Reşat (Çiğiltepe) Bey'in Çiğiltepe'nin alınmasının yarım saat gecikmesi üzerine görevini yerine getirememenin üzüntüsü ile kendisini vurması, bu anlayışa örnek teşkil eder. Zaferden sonra buraya Albay Reşat Çiğiltepe Anıtı yapılarak anısı ölümsüzleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Taarruzu bizzat cephede idare ederek üstün askerlik vasıflarını göstermiş ve her zaman askerinin yanında Türk ordusuna büyük moral ve destek olmuştur. 30 Ağustos günü Başkomutan Mustafa Kemal'in Zafertepe'den bizzat yönettiği meydan muharebesinde Allıören, Keçiler, Kızıltaş Deresi yolunun iki yanında Yunan birlikleri tamamen sarılmış ve imha edilmişlerdir. Kızıltaş Deresi bölgesinde açık kalan alandan bazı Yunan birlikleri ve General Trikopis, General Di-yenis ve bir çok Yunan komutanı kaçmışlardır. Başkomutan Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa Çalköy'de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabasının üzerinde durum değerlendirmesi yaparak Yunanlıların yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanlıları mağlup etmek için İzmir'e girmek görüşüne varmışlardır. Mustafa Kemal burada Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri yayınlamıştır. "Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları, Afyonka-rahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakarlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır. Savaş alanlarındaki başarı ve fedakarlıklarınızı yakından görüp izliyorum. Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için Başkumandanlığa öneride bulunulmasını, Cephe kumandanlığına büyürdüm: Bütün arkadaşlarımın, Anado- lu'da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz'dir, İleri!" Böylece Kütahya 30 Ağustos Zaferi ile düşman işgalinden kurtarılmış, bunu 1 Eylülde Gediz, 3 Ey-lül'de Emet ve Tavşanlı'nın kurtuluşları izlemiştir. 9 Eylülde İzmir'de Yunan ordusunu denize döken Türk ordusu Mustafa Kemal'in emrini büyük bir başarı ile yerine getirmiştir.
-
Eski Manisa Resimleri
- Manisa Resimleri
- Spil Dağı Milli Parkı
SPİL DAĞI MİLLİ PARKI Şehrin hemen güneyinde yükselen Spil Dağı’nda yer alan Milli Park Manisa’dan 23 km’dir. 60 m. Yükseklikten başlayarak zirvede 1517 metreye ulaşan Spil Dağı şehre oranla 10-15 derece kadar daha serindir. Sandıkkale, Tantalos kalesi gibi arkeolojik, Kybele gibi mitolojik değerleri, mağara, in, kanyon, dolin gibi jeofizik formasyonları ve panoramik güzellikleri ile ülkemizin en güzel parklarından biridir. Spil Milli parkı laleleriyle ünlüdür. Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir devre adını veren lalelerin Spil Dağı’ndan götürüldüğü rivayet edilmektedir Milli Park’ın mutlak koruma sahası olan Seyirtepe çevresinde endemik bitki türleri, derin vadiler, kar ve rüzgarın şekillendirildiği yaşlı çam ağaçları bulunmaktadır. Bitki örtüsü yönünden zengin olan milli parkta 600m. yüksekliğe kadar kızılçam daha yukarılarda ise karaçam ve karışık olarak meşe, ardıç, çınar, laden, defne, berberis, kuşburnu ve yaban mersini bulunmaktadır. Yaban hayatı bakımından da keklik, tavşan, çakal, yaban domuzu ve birçok ötücü kuş cinsi parkta yaşayan hayvanlardır. Milli parkın asıl yerleşim sahası olan Atalanı’nda piknik tesisleri, kamp alanı, 24 adet dinlenme evi, kır gazinosu, Atalanı Kır Kahvesi ve Çampınar Gazinosu devamlı hizmete açıktır. Konu ile ayrıntılı bilgi Milli Park Başmühendisliğinin aşağıda belirtilen adres ve telefonlarından alınabilir.- Manisa-Halıcılık
HALICILIK Kula,Gördes ve bazı Yunt Dağı köyleri 17. ve 18. yüzyıldan beri ülkenin önemli halıcılık merkezlerindendir ve bunlar taban halılarından ziyade seccadeleriyle ünlüdür. Manisa’nın ilçelerinden olan Gördes, 17. Ve 18. Yüzyılda Avrupa ve Amerika’dan bütün seccadelere “Gördes” denilecek kadar ünlü bir halıcılık merkezi idi. Ayrıca, Türkler tarafından bulunan dokuma tekniklerinden biri olan çift düğüm de literatüre “Gördes Düğümü” adıyla geçmiştir. Gördes seccadeleri 16.yüzyılda kurulmaya başlanan Bandırma, Bursa, İstanbul ve Kayseri gibi halıcılık merkezlerinde de örnek olarak kullanılmıştır. Gördes Seccadeleri günümüzde, düğümleri biraz daha irileştirilmiş olarak geleneksel tarzını korumaya çalışmaktadır. İlk kez 17.yüzyılda görülen Kula Seccadeleri de çift düğüm tekniği ile dokunmakta ve desenlerine göre Kömürcü, Kula, Manzaralı Kula gibi adlarla anılmaktadır. Manisa’nın kuzeyinde bulunan Yunt Dağı Yaylasında 19.yüzyıllarda yerleşik düzene geçen Türkmen aşiretleri tarafından kurulan 60 kadar köy bulunmaktadır. Bu köylerin bazıların da kilim dokumacılığı el sanatlarından biri olarak hala sürdürülmektedir, bu halılar saf yün doğal boya ve geleneksel desenler kullanılarak üretilmektedir GÖRDES HALILARI Taban halılarından ziyade seccadeleriyle ünlü olan Gördes, 17. ve 18. yüzyılda Batı Anadolu’nun önemli bir halıcılık merkezidir. Batı ülkelerinde, Gördes adı seccade anlamında kullanılacak, Türklere özgü “çift düğüm” denilen dokuma tekniği, “Gördes Düğümü” adıyla anılacak kadar ün yapmıştır. Ülkemizde 19. yüzyılda kurulmaya başlanan İstanbul, Bursa, Bandırma, Hereke ve Kayseri gibi halıcılık merkezlerinde Gördes seccadeleri, desenlerinde çeşitli yöresel değişiklikler ve ilaveler yapılmak suretiyle örnek olarak kullanılmıştır. Atkısı, çözgüsü yün olarak çift düğüm tekniğiyle dokunan, klasik Gördes seccadelerinde hakim renkler koyu kırmızı, mavi, deve tüyü ve kremdir. En belirgin özelliklerinden biri de basamaklı ters “V” ya da at nalı şeklindeki mihraplarıdır. Mihrap kemerleri iç bordür ve sütuncelere bağlanmış, mihrap kemerinin iç kısmı, sembolik anlamlı motifler veya stilize bitki motifleri ile tezyin edilmiştir. Mihrap kemeri ile bordür arasında kalan köşelikler, küçük çiçekler, yaprak ve dallardan oluşan motiflerle bezenmiştir. 16. yüzyıl saray seccadelerinden önemli ölçüde etkilenmiş olan 17.yüzyıl Gördes seccadelerinin köşeliklerinde de ayni zerafet ve incelik sezilmektedir. Tabanlık ve ayetlik kısımlarında stilize motiflerden oluşan pano desenler yer alır. Bordürler çiçek, elma ve nar benzeri stilize bitki motiflerinden oluşmakta ya da minik bitki motifleri ile süslü çubuklu bordürler kullanılmaktadır. Gördes seccadelerine desen veya bordürlerine göre değişik adlar verilmiştir. Çiçek motiflerinin stilizasyonu neticesi meydana gelen kırmızı renkli iri rozetlerin elmaya benzemeleri nedeniyle, bu motiflerin kullanıldığı tip Elmalı Gördes, şematikleşmiş testere dişli yaprak motiflerinin bulunduğu tip Taraklı Gördes, sütunceli tip Sütunlu Gördes ve zemininde minik çiçekli motiflerin bulunduğu tip Sinekli Gördes gibi isimlerle anılır. Sinekli Gördes genellikle kız çeyizi için dokunduğundan Kız Gördes adıyla anılmaktadır. KULA HALILARI İlk örnekleri 17. yüzyılda görülen ve bu yüzyılın sonlarına doğru yaygınlaşan Kula halıcılığı, 18. ve 19. yüzyılda da gelişimini sürdürerek en iyi örneklerini bu yüzyıllarda vermiştir. Atkıları ve çözgüleri yün olan, Türk Düğümü ya da Gördes Düğümü adı verilen teknikle dokunan Kula halıları genellikle seccade tarzındadır. Ana renk sarı ve mavinin tonlarıdır. Sade üçgen formlardan oluşan mihrap, kendisini taşır durumdaki çiçek buketleri ve sarmaşık dallarından oluşan sütuncelerle desteklenmiştir. Mihrap içi boş ya da çiçeklerle bezeli, köşeler ise minik bitki-çiçek motifleriyle doludur. Bazılarında mihraptan zemine doğru sarkan kandil ya da hayat ağacı şeklinde çiçek demetleri görülür. Ayetlik ve tabanlık panolarda ejder olarak kabul edilen yatay “S” şekilli, stilize hayvan motiflerine de rastlanmaktadır. Dokunan halının modeline göre stilize bitki, çiçek ve hayvan motiflerinden oluşan geniş bordürler ya da küçük çiçek motifleriyle süslü açık ve koyu zeminli 7 veya 9 ince şeridin ardışık sıralanmasıyla oluşan çubuklu bordürler kullanılmıştır. 19. yüzyılda yabancı şirketlerin talepleri doğrultusunda sentetik boya kullanımı ve desende yozlaşma görülse de, bu dönemde bile doğal boya ile geleneksel yöntemler devam ettirilmiştir. Kula halıları da desenlerine göre Çubuklu Kula, Manzaralı Kula, Kömürcü Kula gibi isimlerle anılmaktadır. YUNT DAĞI HALILARI Manisa-Merkez’in kuzeyinde yer alan Yunt Dağı Bölgesindeki, Türkmen ve Yörük aşiretleri tarafından kurulmuş köylerde, eski yaşamlarına ilişkin birçok özellik ve bu arada halı dokumacılığı da hala sürdürülmektedir. Hayvancılığın önemli bir geçim kaynağı olduğu Yunt Dağı Bölgesinde, kendi hayvanlarından elde edilen yapağı ve bitkisel boyalar kullanılarak, gerçekleştirilen halı üretimi yüzyıllardır devam etmektedir. Atkıları ve çözgülerinde yün kullanılan Yunt Dağı halılarının başlangıç ve bitiş kenarları gevşek kilim dokusu ile dokunmuştur. Bazılarının üzerinde yer alan muska motiflerinin halıyı dokuyanı veya sahibini nazardan koruduğuna inanılmaktadır. Genellikle uzunca bırakılan saçaklar saç örgüsü şeklinde örülür. Koyu mavi, koyu kırmızı ve bejin hakim renk olarak kullanıldığı halılar desenlerine göre yeşilbaş, deveboynu ve düz biçim gibi adlarla anılmaktadır. Sıçandişi ve boncuk motifleri ile süslenmiş ince bantlarla birbirinden ayrılan bordürlerde çınar yaprağı, eli belinde ve rozet motifleri kullanılmıştır. Geometrik hatlardan oluşan mihrabın içinde sekiz köşeli yıldız, eli belinde, çoban aynası, badem çiçeği gibi motifler yeralmakta, ortada ise çengel, anahtar benzeri motifler göze çarpmaktadır. Yirminci yüzyıl başlarında Yunt Dağı halılarında da ekonomik nedenlerle kalite ve desende yozlaşma görülse de, DOBAG (Doğal Boya Bitkileri Araştırma ve Geliştirme) Projesi kapsamında pilot bölge seçilen köylerde dokunan halılarda geleneksel özelliklere dönüş sağlanmıştır. Bu köylerden Kozaklar ve Örselli’de, halıcılık ile uğraşan iki kooperatif bünyesinde, Pelitalan, Süngüllü, Karahüseyinli, Belen, Siyekli ve Yeniköy gibi köylerde de halı dokumacılığı yapılmaktadır. DEMİRCİ HALILARI Manisa merkeze 177 km uzaklıktaki Demirci İlçesi de ildeki önemli halı dokumacılığı merkezlerinden biridir. Gördes ve Kula halılarıyla benzerlikler arz eden Demirci Halıları da 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında dış satıma yönelik çalışan şirket ve tüccarların batı zevkine yönelik siparişleri nedeniyle kalite ve desen yönünden bozulma gösterdiyse de, günümüzde bu yozlaşmanın halıcılığımıza verdiği zararın anlaşılmasıyla aslına uygun, yüksek kalitede halılar dokunmaya başlamıştır. 10.000 civarında el tezgahı bulunan, ihracata ve iç piyasaya yönelik halılar dokunan Demirci yöresinde halıcılık, en önemli gelir kaynaklarında biridir.- Manisa - Thyatreia
MANİSA - THYATREİA Antik Çağlarda Lydia'nın güçlü kentlerinden Thyatreia bugünkü Manisa'nın Akhisar İlçesinin bulunduğu yerde idi. Günümüz Akhisar'ındaki pek çok evin temelleri altında, Tepe Mezarlığı denilen alanda bu antik kent ile ilgili kalıntılara rastlanmaktadır. Burada 1962 yılında başlayan ve 1968-1971 yılları arasında süren arkeolojik kazılar Thyatreia'ya ait kalıntıları ortaya çıkarmıştır. Plinius ve Bizantionlu Stephanos'un, Homeros'un da değindiği Thyatreia'nın antik isminin Pelope olduğu ileri sürülmüştür. Helen dilinde Pelope'nin bir anlamı bulunmamaktadır. Yalnızca bu sözcük Su Geçidi anlamında yorumlanmıştır. Prof.Dr.Bilge Umar, Mysia ile Akhisar arasında üç doğal yol olduğunu bunlardan birisinin de Akhisar'ın kuzeydoğusunda, dibinden Kumçayı'nın geçtiği doğal bir geçitten söz etmiştir. Bunun ardından da bu sözcüğün Su Geçidi olarak yorumlanabileceğini sözlerine eklemiştir. Bunun yanı sıra Pelopya, Chippa isimlerinin de bu kente verildiği iddia edilmiştir. Seleukoslar bu kenti yeniden kurmuş ve Pelopyanın yerine Thyatreia ismini buraya vermişlerdir. Bu konuda bilimsel bir esasa dayanmamakla beraber bir başka iddia da; kenti Amazonların kurduğu ve isminin de bir Amazon prensesinden geldiğidir. MÖ.24'de depremle yıkılan Thyatreia, sürekli yerleşime sahne olmuştur. I.Seleukos Nikador (312-280) Makedonyalı askerler ile göçmenleri buraya yerleştirmiştir. Kent güçlü senatosu, kalabalık nüfusu ile önemli bir Lydia kentiydi. Lydia Kralı Kroissos zamanında tarihinin en görkemli günlerini yaşamıştır. Sardes'ten Ninova'ya kadar uzanan Kral Yolu'nun buradan geçmiş olması kentin önemini bir kat daha arttırmıştır. Ayrıca MÖ.281'de Korupedion Savaşı'ndan sonra I.Seleukos Nikador'un Makedonyalılardan oluşan askeri bir garnizonu buraya yerleştirmiş oluşu da kentin askeri ve politik gücünü göstermektedir. Prgamon Kralı I.Attalos bu kenti bir ara eline geçirmiş, Magnesia Savaşı'na (MÖ.190) kadar yönetimi elinde bulundurmuştur. MÖ.133'te III.Attalos'un ölümünden sonra, burası Heliopitler tarafından ele geçirilmiştir. Ancak Pergamon Krallığı'nın vasiyet yoluyla Roma'ya geçişinden sonra Thyatreia'da Romalılara ait bir kent olmuştur. MS.215'te İmparator Caracalla bu kente gelmiş ve ayrıca kente bir de unvan vermiştir. Hıristiyanlık döneminde Aziz Yuhannes'in Anadolu'daki yedi kutsal kilisesi arasında Thyatreia da vardır. Gerçekte Aziz Yuhannes'in yazmış olduğu mektuplar, orada bulunan kiliselere değil, cemaatlere hitabendir. Bu bakımdan Thyatreia'daki Hıristiyan cemaatine mektubunda şöyle demiştir: Thyatreia'da olan kilisenin meleğine yaz. Ateş alevi gibi gözleri olan ve ayakları parlak tunça benzeyen Allah'ın oğlu şu şeyleri diyor: Senin işlerini ve sevgini ve imanını ve hizmetini ve sabrını son işlerinin evvelkilerden daha çok olduğunu bilirim. Fakat sana karşı bir şeyim var: Kendisine Peygamber diyen Jesebel kadını bırakıyorsun: ve o kullarınız zina etmeyi ve put kurbanları yemeyi talim edip saptırıyor. Ve tövbe etsin diye kendisine vakit verdim ve kendi zinasından tövbe etmek istemiyor. İşte, onu bir yatağa ve onun işlerinden tövbe etmezlerse kendisiyle zina edenleri büyük sıkıntıya atacağım. Ve onun çocuklarını ölümle öldüreceğim: ve bütün kiliseler bilecekler ki gönülleri ve yürekleri araştıran benim: Ve her birinize işlerinize göre vereceğim. Fakat size, Thyatreia olan diğerlerine, kendilerinde bu talim olmayanlarına hepsine, onların dediği gibi Şeytanın derin şeyleri bilmeyenlere diyorum: Üzerinize başka yük koymam. Fakat ben gelinceye kadar sizde olanı sıkı tutun. Ve galip olun. Sonuna kadar işlerimi tutana, ben de babamdan nasıl aldımsa, onu milletler üzerine hakimiyet vereceğim. Kulağı olan işitsin Ruh kiliselere ne diyor. Hz.İsa'nın Allah'ın oğlu sözcüğünü kullandığı tek yer Thyatreia'dır. Vahiy'deki Oğlun ateş alevi gibi gözleri ifadesiyle burada kötü işlerin yapıldığı zaman, şiddetin ortaya çıkacağı uyarısında bulunulmuştur. Thyatreialılar diğer Hıristiyan cemaatlerine göre imanları çok kuvvetli bir toplumdu. Ayrıca Vahiyde sözü edilen Jesebel'in MÖ.900'lerde yaşadığı sanılan Kral Ahap'ın kâhin karısı olduğu bilinmektedir. XIII.yüzyılda gelişen Arap akınlarını önleyebilmek amacıyla Pergamon'a gelen Bizans İmparatoru Andronikos'un çabaları boşa gitmiş, Akhisar yöresi bu akınlardan büyük zarar görmüştür. Thyatreia'nın bulunduğu Akhisar XVI.yüzyıl sonlarında Osmanlı topraklarına dahil olmuş ve askeri bir merkez konumuna gelmiştir.- Manisa - Kula Ilçesindeki Antik Kentler
Manisa - Kula Ilçesindeki Antik Kentler Maionia, Menye (Gökçeören) Maionia, Gediz ovasının bitimi ile dağların uzantıları arasında, antik çağda şehirleşmenin çok az gelişebildiği kesimdeki küçük bir ovada kurulmuştur. Bugünkü yeri Salihli ile Kula ilçeleri arasındaki Gökçeören’dir. Maionia ismini Homeros Lydia ülkesi için kullanır.Hellen dilinde bir anlamı olmadığından Luwi dilinden geldiği sanılmaktadır. Homeros’a göre bu kentte, Mermnad sülalesi öncesinin, büyük bir ihtimalle Thrak kökenli Maion boyunun son kalıntıları yaşamakta imiş. Herodot ise tarihinde şöyle yazar: “..buralarda Agron’dan önce hüküm sürmüş olanlar,eskiden Maionia’lılar denilen Lydia halkına ...” “...Lydia’lılar eskiden Maionia’lılar adını taşırlardı...” Strabon’da Herodot’u doğrulayan şu ifade vardır: “...Thebe ovası ise.sonrdan Maionlar olarak adlandırılan Lydler ile ...kolonize edildi.” Herodot ve Strabon Mcaionia sadece isim olarak geçmektedir, kent ile ilgili bilgi verilmemiştir. Homeros ise Troia savaşı sırasında kentten sadece isim olarak bahseder. Bizans devrinde ise Maionia’nın Sardes metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur. Yörede yüzey araştırması ve arkeolojik kazılar yapılmadığından bu konudaki bilgi çok yetersizdir. Ancak çevrede İlk Çağ ve Orta Çağdan kalmış dağınık yapı kalıntılarına rastlanır. Buradaki taşlar bölgenin diğer yerlerinde olduğu gibi inşaat malzemesi olarak kullanılmıştır. Gökçeören köyünün evlerinin duvarlarında sütun, başlık ve diğer mimari parçalar şpoli malzeme olarak kullanılmıştır. Günümüze gelen en belirgin yapı, küçük bir tepecik üzerindeki Orta Çağdan kalma bir kalenin kuzey duvarıdır. Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyet Fakültesi Arkeoloji bölümü öğretim görevlisi Duygu S. Akar Tanrıver’in “Geçmişten Geleceğe Yanık Ülke Kula Sempozyumu’ndaki (1-3 Eylül 2006)” “Kula Yakınlarında Bir Antik Kent: Maionia (Gökçeören/Menye)” konulu bildirisi kentin tarihine açıklık getirmektedir: Maionia antik devirde hem Lydia’nın kuzeybatı bölgesinin büyük kısmını kaplayan ne Katakekaumene adı verilen volkanik arazi üzerinde yer alan bir bölgenin adı ve hemde bu arazinin batı kısmında kurulmuş olan olan bir Lydia kentinin adı olarak karşımıza çıkmaktadır. Homeros’un Troia savaşını anlattığı İlliada adlı eserinde Tmolos dağı eteklerinde yer alan bölge için Meonie ismini kullanmaktadır. Tarihçi Herodotos’da Lydialılar’ın eski adının Maionialılar olduğunu söylemektedir. Bazı antik yazarlar ise Maionia’dan şehir ismi olarak söz etmektedirler.Örneğin Stephanos Byzantinos Maionia’dan bir Lydia kenti olarak bahseder.Hierocles’in Synecdemos (gezi notları) adlı eserinde Maionia bir kentin ismi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizans döneminin piskoposluk listelerinde İ.S. 14. yy a kadar kentin adının MEONIA ya da MAIONIA şeklinde geçmektedir. Yukarıda sayılan ve burada sayılamayan antik edebi kaynaklar, sikkeler ve kentin etnik ismini kaydeden bazı yazıtlar sayesinde varlığını kanıtlayan Maionia kenti, uzun zamanda beri zengin epigrafik buluntular sayesinde Kula civarında bulunan bügünkü Menye’nin bulunduğu yere yerleştirilmektedir. Maionia’nın bugünkü Menye’ye lokalize edilmesi ilk defa 1831 yılında G.Keppel tarafından yapılmıştır.Keppel Menye civarında yaptığı gezide kopya ettiği bir yazıtta Meiones şeklinde bir etnik isim okumuş ve bu yazıtın bulunduğu yerin Maionia olduğu kanısına varmıştır.Ayrıca 1837 yılında bölgede araştırma yapan Hamilton,Menyedeki camide kopya ettiği Maionon (Maionialıların) ifadesi bulunan yazıt sayesinde Maionia’nın buraya lokalize edilmesi konusunda daha kesin bir yargıya varmaktadır.Keppel ve Hamilton’un bu lokalizasyon önerileri.Keil ve Von Premerstein tarafından 1911 yılında kesinlik kazanmıştır. Menye adı daha sonra değiştirilerek Gökçeören olmuştur. Maionia kentinin arazisinin sınırlarının nerlerden geçtiği eldeki verilere göre şöyledir. Kentin arazisini büyük bir kısmını Lydia’nın kuzeydoğusunda yer alan ve Katakekaumene adı verilen volkanik alan kapsamaktadır.Antik dönemde “yanık arazi “ anlamına gelen Katakekaumene adıyla bilinen bu bölgenin yanmış .kül olmuş bir havası vardır.Nispeten düzlük olan ova kısmı küllüktür,dağlık ve kayalık alanlar ise siyah lavlarla kaplıdır.Bazı bulgular burada ani bir volkanik patlamanın varlığını göstermektedir.Bu bölgede birbirinden ayrı duran 3 yanardağ yer almaktadır.Strabon’un “Burada birbirinden kırk stadion kadar uzaklıkta olan physa dene üç çukur görülür”şeklindeki ifadesinde geçen oluşumlar olasılıkla buradadır.Katakekaumene’nin Maionia kenti arazisinin ne kadarını kapsadığı kesin olarak saptanamasada kent kuzeyde Saittai, batıda Satala , doğuda Kollyda ve güneyde Philadelphia toprakları sınırlanmaktadır. Peter Herrmann kent arazisini güneyde Görnevit,kuzeyde Kenger,Yağbastı ve Emre köyleri ile sınırlandırmıştır.Hasan Malay güneyde yer alan Soğanlı köyünüde Mainoia arazisine yerleştirmektedir. Homeros’un İliada destanında bölgenin o dönemdeki sakinlerine ilişkin bazı bilgiler bulunmaktadır.Lydialılardan hiç bahsetmeyen Homeros “söylesene niyetin ne,beni daha uzakalara,Phrygia’ya,şirin Maionia’nın bakımlı iline götürmekmi?” ve “Mesthles ile Antiphos’tur Maionialıların önderi ,Gygaia gölü tanrıçası ile Talaimenes’in oğullarıdır ikiside,buyururlar Tmolos eteğinde büyümüş Maionialılara” şeklindeki dizelerinden Maionialıların Lydialılardan önce bu topraklarda yaşamış eski bir kavim olduğu anlaşılabilir. Roma döneminde Lydia’da birçok merkez ,sanayi ve ticaretin gelişmesi ile büyüyerek şehir statüsünü kazanmıştır.Nitekim Maionia ile birlikte çevresindeki bazı şehirler ilk defa bu dönemde sikke basmışlardır. Kentin adının psikoposluk kayıtları ve konsül antlaşmaları gibi Bizans kayıtlarında geçmesinden ,Maionia kentinin Bizans devrindede yaşamaya devam ettiği anlaşılmaktadır.Öte yandan bu devirde iyi tahkim edilmiş bir kalenin Maionia kentine hakim olduğu anlaşılmaktadır.Bunun çevre duvarına ait kalıntılar halen korunmuş durumdadır. Uzun yıllar tarih sahnesinde kalmış olan Maionia bu devamlılığını ekonomik zenginliklerine borçluydu.Maionialılar meyve hububat bakımından son derece zengin bir bölgede yer almakta ve bu olasılıkla tarımsal ekonomi ile yaşamlarını sürdürmekteydiler. Nitekim Katakekaumene antik devirde son derece kaliteli şarapları ile ün kazanmıştı. Ticari hayatın zenginleşmesine paralel olarak kent imparator Neron döneminden (İ.S.54-68) itibaren bronz sikke basmaya da başlamıştır.İmparator Decius dönemine (İ.S.248-251) kadar da basılmaya devam eden sikkeler kentin dinsel ve sosyal-ekonomik yapısı hakkında bilgi vermektedir. Kentin sikkelerinde de tasvirleriyle sık sık karşılaşılan anatanrıça ,Lydia’nın başka merkezleri gibi Maionia’da hayli revaçtaydı.Gökçeören’de bulunmuş olan ve İ.Ö. 129’a tarihlenen bir adak yazıtı sayesinde, yeri henüz saptanamayan bir noktada ,olasılıkla bir tepe üzerinde en azından Helenistik devirde bir Meter Akraia tapınağının bulunduğunu söylemek mümkündür.Yine Gökçeörende ele geçen bir adak taşında Hermogenes adlı kişinin Zeus Ariou’ya bir adak sunduğu belirtilmektedir.Phrygia kökenli Zeus Sabazios Gökçeören ve Divlit tepe yakınlarında ele geçen yazıtlardan bilinmektedir.Yine Divlit tepe de ele geçen bir yazıtta ise Zeus Sabazios ve Artemis Anaitis’e adanmış olan kutsal orman ağaç kesme yasağı ve cezalandırılmasından söz edilmektedir.Bu yörede ele geçen adak taşları üzerinde kayalık yörelerde taşıma işinde çok önemli olan katır ve eşek betimleri bulunmaktadır. Maionia’nın bir polis (şehir) olmadan önceki idari yapısı hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlıdır.Burası Attaloslar döneminde olasılıkla bir askeri koloni olup ,daha sonraları sivil bir karaktere kavuşmuş olmalıdır.Geç Helenistik dönemde yerleşimin bir synodos yani “köylüler birliği” tarafındn yönetildiği anlaşılmaktadır.İ.Ö. 61/60 yılına tarihlenen bir dekretten ise bu dönemde Maionia’da bir halk meclisinin (demos) bulunduğu ve burada yerleşenlerin politai (vatandaşlar) olarak tanımlandıkları anlaşılmaktadır.Bununla birlikte Maionia ilk defa Augustus döneminde bir polis statüsüne kavuşmuştur.Kentte ele geçen yazıtlardan Maionia’da Roma döneminde “boule” adı verilen Belediye Meclisinin bulunduğu anlaşılmaktadır.Ayrıca boule bir Maionia sikkesi üzerinde elinde skeptron (sopa) tutan bir kadın şeklinde tasvir edilmiştir. Maionia’da henüz herhangi bir arkeolojik çalışma yürütülmediğinden, yazıt ve sikkelerden bu kentte bulunan anıtlar hakkında bazı bilgiler edinmek mümkündür. Bugün modern yerleşmenin altında kalmış, ancak yapı taşları ve anıtlarına ait parçalar hala günümüz evlerinde yaşamaya devam eden Maionia’ya ilişkin epigrafik ve arkeolojik çalışmaların, burada anlatılan bilgilerimize yenilerini katacağı kuşkusuzdur. Sasotra Sasotra, Kula’nın güney-doğusundaki Başıbüyük köyünün güney-doğusunda idi. Sasotra sözcüğünün hangi dil grubundan geldiği anlaşılamamış, anlamı da öğrenilememiştir. İlk Çağ’a ait küçük yerleşim birimlerinden olup hiçbir zaman kent seviyesine ulaşamamıştır. Buradaki köy evlerinin duvarlarında bazı yazıt parçalarından ve ufak tefek şpoli mimari parçadan başka hiçbir şey yoktur. Satala (Sandal) Manisa’nın Kula ilçesinin 8 km. batısındaki yol ayrımından sonra ulaşılan Sandal Köyü’nün 2-3 km. doğusundadır. Satala sözcüğü Luwi kökenli olup anlamı bilinmemektedir. Satala’nın kuruluşu ve tarihi ile ilgili bilgiler hemen hemen hiç yoktur. Antik tarihçiler buradan söz etmediği gibi yörede yüzey araştırması da yapılmamıştır. Bu nedenle kentin yeri de tartışmalıdır. Günümüze Sandal köyü içerisinde bulunan ve çevreden, özellikle akropol denilen tepeden getirilmiş mimari taşlar ışında hiçbir kalıntı gelmemiştir. Hıristiyanlık döneminde Sardeis metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi idi.- Manisa Kula Evleri
TARİHİ KULA EVLERİ Kula evleri 18. yy Osmanlı İmparatorluğu’nun altındaki hemen her bölgede karşımıza çıkan ve TÜRK EVİ olarak tabir edilen ahşap evlerdir. Gerek plan, kuruluş ve gerekse ahşap, alçı ve kalem işi gibi zengin sistemleriyle bu dönem Osmanlı Sanatı nın başarılı örnekleridir. 19, yy da devam eden yapı tipiyle Kula tipik bir Osmanlı Kent dokusuna sahiptir. Tarihi Kula evleri genellikle iki katlı olup, ahşap olarak yapılmışlardır. Üst katlar sokağa doğru çıkıntılı olup, kiremitle örtülü çatılar bir saçak ile biter. Bu saçakların alt kısmında süslemeler vardır. Pencereler tahta kepenklidir, iç kısmı avlu yada bahçe ile bir bütün olup günlük yaşam biçimi ile uyumlu bir yapıdadır. Tarihi Kula Evleri ker**** dolgulu zemin katı genellikle taş, taşıyıcı sistemi ağaç yapı tekniği ile inşa edilmiştir. Alt katları genellikle penceresiz ya da az pencerelidir. Evlerde baş ve köşk odaları vardır. Bu odalarda ahşap işlemeli davlumbazlar bulunmaktadır. Tavanlar işlemelidir. Oda kapılarında hayata bakan dış kapıları çok parçalı ve işlemelidir Kula Evlerinin hepsinde bir avlu ye alır. Avlu en az 3 m. Yükseklikte bir duvar ile çevrelenmiştir. 18, yy ile 19. yy ilk yarısındaki örneklerde eve giriş çoğunlukla avludaki çift kanatlı ahşap bir kapı ile sağlanır. Kula Evleri genellikle iki katlıdır. Zemin katta ahır, kiler, mutfak gibi mekanlar yer alır. Fırın ve tuvalet çoğunlukla avlunun bir köşesindedir. Sofalı evlerde tuvalet evin içine alınmıştır. Evin plan tipini belirleyen üst katta günlük yaşamın geçtiği oturma mekanları bulunur. Açık sofalı evlerde genellikle üst katın bir cephesi sokağa, bir cephesine avluya bakar. Hayatın sokağa bakan cephesi kapatılarak buraya ahşap kafesli ya da parmaklıklı pencereler yerleştirilmiştir. Avluya bakan yönü bazı evlerde açık, bazı evlerde ise kapalıdır. Üst kattaki odalardan bir veya ikisi baş odadır. Bunlar daha özenle süslenmişlerdir ve genellikle sokak tarafındadırlar. Türk evlerinde çeşitli amaçlara göre düzenlenen odalara rastlanmaz. Her oda yemek yeme oturma ve benzeri eylemleri karşılar. Kula evlerindeki odalar muhtelif şekillerde kullanılmıştır. Bununla birlikte baş oda genellikle misafirler için ayrılmıştır. Odalar, Türk Evi odalarının bütün özelliklerine sahiptir. 18,yy ve 19. yy ın ilk yarısındaki örnekler diğer merkezlerdeki Türk evlerinde görüldüğü genellikle seki üstü ve seki altı olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Bu ayrımın hem kot farkı ile hem de ahşap parmaklık ve kemerlerle belirtilmiştir. Kula Evleri’nde odalar hayata ve sokağa açılan pencereleri sayesinde bol ışık alırlar. Hayata açılan pencereler genellikle 3 tanedir Üst kattaki pencereler üst sırada duvarın iç ve dış yüzünü sınırlayan alçı şebekeli tepe pencereleri vardır. Kula Evleri büyük aile yapısına ve yaşamın önemli bölümünü evde geçiren kadına göre düzenlenmiş, günlük yaşam, yazları avluda, bahçede ve hayatta; kışları ise ara katta ya da ikinci katta geçer. Bahçede sebze-meyve yetiştirilir. Dolaplar işlevlerine göre yüklük, çubukluk, testilik, peşkirlik, lambalık, tembel deliği gibi adlarla anılır. Seki altı yönündeki yüklüklerin yanlarında gözenek denilen kandil şişe ve bunu gibi eşya konulan bezemeli ahşap gözler bulunur. Dolapların bazıları tavana kadar uzanır. Bazılarının üst korkuluklu asma kat biçimindedir. Kula çeşitli nedenlerle günümüze kadar bozulmadan gelebilmiş bir anıt kenttir. Yapılar mimari açıdan eski kent yerleşmemizin bozulmamış tipik örneği teşkil etmesi ve bu niteliklerin belge açısından değeri Kula’ya ‘’Anıt Kent’’ Özelliğini kazandırmaktadır. Kula ve benzerlerinin korunması kentsel yaşam ve kültürel süreklilik ve örnek açısından önemi büyüktür. Yıllardır o çevrede oturmuş, aldığı geleneksel yaşamını sürdürmekte olan Kula halkı içinde ‘’Tarihi Kula’’ kent dokusunu korunması bir ihtiyaç haline gelmiştir. Kula aslında kale içi bir yerleşimdir. Çünkü bugün dahi kullanılan isimler (Demircikapı, Seferkapı) bu kanımızı doğrulamaktadır. Bu gün için kale kalıntıları görünmüyorsa da kalenin varlığı açıktır. Bu nedenle de doku çok sıkışıktır. Şehir merkezi ve çekirdekler düzlükte yer almaktadır. Evler ise çekirdek etrafımda mahalle birimler halinde görülmektedir. Sokakların ancak bir yük hayvanının geçebileceği kadar dar oluşu evlerin sokak kenarında sıralar halinde yer alması, meydan vs olmaması ve yer yer sağlık koşullarına uymayan yerleşmelerin bulunması karakteristik bir kale içi dokusunu oluşturmuştur. Sokakların en çok 100 metreden sonra kıvrılma ve kırılması organik dokuyu yaratmıştır.Kula’da evler iç içe gelecek şekilde sıkı bir doku görünümündedir. Hatta evlerin çatıları sokakları örtmüştür. Kula’da yaşam, sokakla direkt ilişkilidir. Her evin sokağı gören penceresi vardır. Bunun yanında bahçenin varlığı da gözden uzak tutulmamalıdır. 17.yy a kadar maksimum genişlemesini kale içinde ve dışında sürdüren şehir 17. yy dan sonra Kula’dan geçen kervan yolunun önemini kaybetmesi nedeniyle, kale dışı genişlemesi olmamıştır. 17. ve 18. yy’da büyük bahçeli evler sonradan kardeşler arasında bölünerek küçüldüğü ve hatta bahçelere yeni yapıların yapıldığı tespit edilmiştir.- Manisa-Philadelphia
PHİLADELPHİA Manisa İli, Alaşehir ilçe merkez sınırları içinde bulunan kentin büyük bölümü modern yerleşmenin altında kalmıştır. Pergamon krallarından II. Attalos Philadelphos tarafından kurulan Philadelphia, Roma Döneminde, tapınaklarının ve kentte yapılan festivallerin çokluğundan dolayı "Küçük Atina" diye anılmıştır. Bizans Döneminde önemini koruyan kent, bu dönemde sağlam bir surla çevrilmiştir. Philadelphia'da yapılmış olan kazılarda, Roma Dönemine tarihlendirilen bir tiyatro ile bir tapınak ortaya çıkarılmıştır. Tiyatrodaki kazı çalışmalarında skenenin (sahne binası) büyük bir bölümü ile, caveanın (oturma bölümü) çok az bir bölümü gün ışığına çıkarılmıştır. 2.yüzyıl da yapılmış olduğu düşünülen tapınaktan ise sadece temel ve bazı mermer architrav blokları günümüze kadar gelebilmiştir. Kentin en görkemli anıtlarından birisi de, sadece üç payesi korunmuş olan St. Jean kilisesidir. 6.yüzyılda yapılmış olan bazilika, sonraki dönemlerde de onarımlar geçirmiştir. Kazılarda ortaya çıkarılan bir başka yapı da, Bizans surlarına ait olan ve "Doğu Kapısı" olarak adlandırılan bir giriş kapısıdır. Birisi yarım daire, diğeri dikdörtgen planlı iki kule ile korunmuş olan kapı, Türk akınları sırasında örülerek kapatılmış ve bu tarihten sonra da kullanılmamıştır.- Manisa - Aigai
AİGAİ Manisa ili merkez ilçeye bağlı Köseler Köyü yakınındaki Aigai antik kenti, İzmir-Aliağa’ya 14 km. uzaklıkta, Şakran dağından sonra gelen oldukça engebeli Gün Dağı üzerindedir. Strabon Dikili’nin bulunduğu yarımadanın İlk Çağda isminin Arga olduğunu söyleyerek kent ile bağlantı kurmaya çalışmıştır. Aigai sözcüğünün Hellen dilinde karşılığı olmadığı, keçi anlamında “Aigos” tan türediği düşünülmüştür.Prof. Bilge Umar ise, bunun rastlantıdan ileri gidemeyeceğini söyledikten sonra “Toprak ****** Yeri” olmasının doğru olacağı kanısındadır. Van Windekens’e göre Aigai sözcüğü “meşe” anlamındadır. Herodotos’un on iki Aiolis kentinden biri olarak nitelediği Aigai, İon göçünden sonra kurulmuştur. Persler Anadolu istilâsı sırasında bu kent ile ilgilenmemişlerdir. Kentin stratejik, ekonomik yönden önem taşımaması veya sarp bir yerde oluşu da bunun nedenleridir. Anadolu’daki Pers istilâsından nasibini almadığından dolayı burada Arkaik çağa ait kalıntılara bolca rastlanmaktadır. Helenistik dönemde M.Ö.218’de Bergama Krallığına bağlanmış, M.Ö.156’da ise Bithynia’lı Prusias’ın egemenliğine girmiştir. Dacha sonra da Roma hakimiyetini burada görürüz. M.S.17’deki büyük depremden çok zarar görmüş, İmparator Tiberius şehri Tarihçi Tacitus’un yazdığına göre diğer 12 Aiol şehri ile beraber yeniden inşa ettirmiştir. Aigaililer hayvancılığa önem verdikleri için buna paralel olarak dokumacılıkta Sardes’den sonra devrinin en önde gelenlerindendir. Hatta Aigai’liler komşu şehirlerle anlaşmalar yaparak onların dokuma işlerinden uzak kalmalarını istemişlerdir. İşledikleri keçi derileri ise antik dünyada çok beğenilmiş ve Smyrna ve Magnesia Agora’larında satılmıştır. Aigai’de yeterince bilimsel kazılar yapılmamıştır. Yalnızca Osman Hamdi Bey’in verdiği izinle, Bergama kazılarını yürüten Richard Bohn başkanlığındaki Alman kazı heyeti 1886’da burada bazı araştırmalar yapmıştır. Kentin dağlık bir alanda olması, yüzyıllar boyu taşlarının yağmalanmasına mani olmuş , bu yüzden üç ayrı terasla desteklenen Stoa, dayanak duvarları, Bouleterion, Tiyatro, Demeter ve Kore Mabetleri ile Stadyumun kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Teraslardan oluşan kenti kuşatan surlar üçgen bir alanı çevreler. Güney-batıdaki sur kapısı (El sernes tor) günümüze çok iyi bir durumda ulaşabilmiştir. M.Ö. VI.yüzyılda yapıldığını duvar tekniğinden anladığımız surlar M.S.17 depreminden büyük zarar görmüş İmparator Tiberius’un emriyle yenilenmiştir. Kuzey-batıdaki sur duvarları Helenistik özellikleri yansıtmaktadır. Kentin kuzeydoğusundaki Agora antik çağ agoralarından farklı biçimde. “L” plânında olup yüksek duvarlarla desteklenmiştir.”L” ‘nin 82.30 m.lik uzun kolu doğuya , kısa kolu da kuzeye yöneliktir. Geç Helenistik çağdan kalan yapı üç katlıdır. Alt kattaki dükkanlar dizisi iki bölümlü kare mekanlardan oluşmaktadır.11 m.yi bulan duvarları, kapı geçişleri ve pencereleri oldukça iyi durumdadır. Buradan orta kata geçişi kemer sistemi sağlamaktadır. Orta katın doğu duvarı penceresiz olup uzun bir depodan ibarettir.Üst kat ise seyirlik yeri görünümündedir. Aigai’nin bu bölümünün yer aldığı yamaç,derin bir vadiye ve Güzelhiser (Tisnaıos,Titnaios) çayına bakmaktadır. Aigai’nin tiyatrosu, mabetleri,Gymnasium’u Agora’ya simetrik olarak kuzey-batıda sıralanmışlardır. Batı teraslarından daha alçak olan alt terasın kuzeyinde tiyatro yer alır. Oturma sıraları ayakta değildir, Cavea’sının bütünü toprak altındadır. Skene yıkılmış ve taşları çevreye yayılmıştır. Helenistik devire ait olan tiyatronun M.S.17 depreminden sonra yenilendiği mimari süslemelerinden anlaşılmaktadır. Tiyatronun kuzeybatısındaki küçük mabedin, M.Ö.2.yy.a ait kitabesinde Demeter’e adandığı yazılıdır. Kentin en önemli mabedi M.Ö. 48’de Prokonsül Servilius İsauricus’un Apollon Khesterios için yaptırmış olduğudur. Bu tapınağın doğusu ayrı bir Stoa ile çevrilmiştir. Kuzeyindeki Propylaion ‘un uzun kenarında 12 kısa kenarında 6 sütun vardır. Tiyatronun altındaki terasta Gymnasium bulunmaktadır. Binanın taşları, dor sütunları çevreye saçılmış bir durumdadır . Çevredeki mimari parçalardan büyük bir palaestra ile iki katlı bir stoa ile çevrili avlusu olduğu anlaşılmaktadır. Kentin doğuya bakan yamacında Bouleterion bulunmaktadır. Yuvarlak olan bu yapının oturma kademelerinden ancak bir ikisi görülmektedir. Kentin nekropolü doğu ve güney yamaçlardadır. Çok sayıda lahit halen ayaktadır. - Manisa Resimleri
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.