Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

zalmehmet

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    12
  • Katılım

  • Son Ziyaret

zalmehmet tarafından postalanan herşey

  1. sanANE DALBAYOB
  2. senin gibi yamyam lar okusunda bi nebze ders alsın
  3. “Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” anlamlarına gelen dua, Kuran’a göre “kulun bütün benliğiyle Allah’a yönelmesi” ya da “ sınırsız ve sonsuz bir kudret karşısında acizliğini kabul ederek Allah’dan yardım dilemek. Allah inancı olan her insanın çeşitli şekillerde dua ettiği bir gerçektir. Ancak insanların oldukça büyük bir kısmı duayı, sadece darlık ve sıkıntı anında elden gelen tüm ihtimaller denendikten sonra Allah’ı hatırlamak şeklinde anlamaktadırlar. Bu insanlar üzerlerindeki sıkıntı geçince bir sonraki darlık ve sıkıntı anına kadar Allah’ı unutur ve ondan bir şey talep etmeyi düşünemezler. Halbuki dua, yaşamın geneline yayılacak başlıbaşına bir ibadettir. Kuran’a göre dua etmek, Allah’a ulaşabilmenin en kolay yoludur. Şimdi Allah’ın sıfatlarını bir düşünelim. O, insana şah damarından daha yakın olan, herşeyi bilen, işitendir... İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah’tan gizli kalmaz. O halde samimi olarak Allah’tan bir istekte bulunmak için insanın sadece düşünmesi bile yetmektedir. İşte Allah’a ulaşmak bu denli kolaydır. İnsanların tamamı dua’ya muhtaçtır. Fakir ve zor şartlar altında yaşayan birinin, zengin bir insana göre duaya daha fazla ihtiyacı olduğunu düşünmek, dua konusunu temelinden yanlış anlamak demektir. Dua beraberinde tevekkülü de getirir. Dua eden insan, karşısına çıkabilecek zor ya da kolay her türlü durumu, tüm olayları, kainatın Yaratıcısı ve Hakimi olan Allah’ın takdirine bırakmış demektir. Bir problemi çözmenin ya da önlemenin bütün yollarının evrendeki tüm kudretin sahibi olan Allah’a dayandığını bilmek, tüm işleri ona havale etmek ve sadece ona dua etmek, mümin için bir ferahlık ve güven kaynağıdır. Yalnız Başına, için için Dua Çok çaresiz ve sıkıntı içerisinde kaldığınız da, Allah’a dua etme ihtiyacı hissettiğiniz bir anda dua etmek için nasıl bir ortamı tercih ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Hiç şüphesiz gece yastığa başınızı koyduğunuzda ya da çok sessiz ve gürültüsüz, Allah’la başbaşa olabileceğinizi hissettiğiniz bir ortamda dua etmeyi tercih etmişsinizdir. İbadetler sırasında manevi yoğunluk en fazla yalnız başına, kimsenin bilmediği zamanlarda, tam bir konsantrasyonun sağlanabildiği sırada yaşanır. İhtiyaçları, hataları veya eksikleri konusunda Allah’a dua etme gereksinimi duyan insan, yalnız başına ve için için dua etmeyi tercih eder Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler...” (A’raf Suresi, 205-206) Kuran’da, duanın yalnızken, yalvararak ve için için yapılabileceğine dikkat çekilir. Dolayısıyla duanın nerede yapıldığı, dua sırasında düzenlenen “tören”in büyüklüğü, katılımın fazla olması ve dua eden şahsın sesinin çok fazla çıkması ölçü değildir. Din sadece Allah’ındır. İbadetlerin hepsi sadece O’nun hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yapılır. Bunun yegane yolu da O’nun istedediği gibi dua edip O’na yalvarmaktır. Dua da Aceleci Davranmaktan Kaçınmak İnsan fıtratı gereği aceleci bir varlıktır.. İnsanın bu aceleciliği zaman zaman dualarına da yansıyabilir. Dua ettiği zaman hemen duasına karşılık verilmesini ister. Duasına karşılık alması biraz gecikirse “dua ediyorum, ancak kabul edilmiyor” şeklinde çok yanlış bir serzenişte bulunabilir. Sabırsızlık, zamanla ümitsizliğe hatta duanın terkedilmesine kadar gider. Oysa mümin bilir ki, kendisi için neyin hayırlı olduğunu en iyi bilen Allah’tır. “... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz” (Bakara Suresi, 216) ayeti, insana bunu haber verir. Bu nedenle insan Allah’tan bir şeyi istediğinde, takdiri O’na bırakmalı, O’ndan her şartta razı olmuş bir biçimde sabırla beklemelidir. Belki dua ederek talep ettiği şey kendisine bir fayda sağlamayacaktır, o nedenle Allah bunu kendisine vermemektedir. Belki de o hayra ulaşması için belirli bir olgunluğa kavuşması, bunun için de bir süre eğitilmesi gerekmektedir. Tüm bunlar dua eden insanın, duasında sabırlı ve kararlı olması, Allah’ın rahmetinden asla ümit kesmemesi gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kuran’da, duada sabırlı olmaya özellikle dikkat çekilir: “Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır bir yüktür.” (Bakara Suresi, 45) Dua da kararlı ve sabırlı olmak Kuran’da dua ederken kararlı olmak öğütlenmiştir. Dua bir ibadettir ve dua da kararlılık ve sabır, dua eden açısından önemlidir. Allah’a olan yakınlığın arttığının göstergesidir. Dua da sabır göstermek mümini olgunlaştırır, güçlü bir irade ve karakter kazandırır. Allah sabırla ve kararlılıkla dua eden salih kullarının dualarının karşılığını belirli bir süre ertelemekle onlara hayır dilemiş, onları bu sayede olgunlaştırmış, eğitmiş, sadakat ve ihlaslarını pekiştirmiş, onları cennette yüksek makamlara layık kullar haline getirmiştir. Bu nedenle yaptığı bir duanın karşılığını görmek için aceleci davranmak asla ve asla bir mümine yaraşmaz. Müminin yegane görevi Rabbimize kul olması ve O’nun kendisi için belirlediği kadere rıza göstermesidir. Allah, başka ayetlerde de “... sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi’ne dua ettiği zaman icabet eden...” (Neml Suresi, 61-62) olarak bildirilir ki, bu da yine samimi duaların Allah Katında mutlaka karşılık göreceğinin ifadesidir. Dolayısıyla duayı, Allah’ın yardımından kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman ederek dile getirmek gerekir. Aksi bir tutum içinde bulunan, yani Allah’ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşan kişi ise, daha başlangıçta Kuran mantığı ile ters düşmüştür. Bu nedenle dua eden kişinin sahip olması gereken en temel iki özellik, Allah’a karşı samimiyet ve güvendir. Yapılması gereken tek şey inançla ve sabırla istemektir. Dua konusunda belki de en büyük tehlike, kabul olmayacağı endişesiyle dua etmekten vazgeçmektir. Bu, pek çok yönden hatalı, hatta cahilce bir tavırdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ayetlerde vurgulanan “duaya icabet” bir şeyin “aynen gerçekleşmesi” anlamına gelmez. Çünkü insan, bazen kendisi için zararlı olan bir şeyi Allah’tan talep ediyor olabilir. “İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir” (İsra Suresi, 11) ayeti, bu durumu açıklamaktadır. Dua ile ilgili ayetlerde defalarca “dini Allah’a halis kılarak dua etmek”ten söz edilir. Bunun anlamı, dinin, yani ibadetin sadece ve sadece Allah için yapılması, O’ndan başkalarının rızasının kesinlikle aranmamasıdır: Oysa dua insanın Allah ile samimi bir bağlantısıdır.Bu bağlantının en büyük kanıtı gayba iman dır. Her insanın içinde bulunduğu sorunlaı, istekleri, arzuları, ruh hali birbirinden çok farklıdır. Dua sırasında önemli olan sözcükler değil kulun o anki ruh hali ve samimiyetidir. Duasını, ya da başka herhangi bir ibadetini Allah içn yapmayanlar. Yani etraflarındaki insanlara takva görünmek veya gösteriş olsun diye ibadet yapanlar, büyük bir yanılgı içindedirler. Allah Kuran’da bu tür insanlardan şöyle söz eder. İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar, (Maun Suresi, 4-6)
  4. Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kur'ân-ı Kerîm'de otuz âyetlik (şanı yüce) bir sûre vardır. Bu sûre (kendisini okuyan) kimseye (kıyamet günü) şefaat eder ve Allah'ın onu affetmesini sağlar. Bu sûre Tebarekellezi bi-Yedihi'l Mülk'dür." (Ebu Davut, Salat 327, Tirmizi, Sevabu'l Kur'an 9) Bismillâhirrâhmânirrahîm 1. Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. 2. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. 3. Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder. 4. İmanlarına iman katsın diye mü'minlerin kalblerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır. 5. (Bütün bu lütuflar) mü'min erkeklerle mü'min kadınları, içinde ebedî kalacakları zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur. 6. (Bir de bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük onların başlarına gelsin. Allah onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir! 7. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah azizdir, hakimdir. 8, 9. Şüphesiz biz seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik ki, (ey insanlar!) siz de Allah'a ve Rasûlüne iman ediniz. O'na yardım edesiniz, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edesiniz. (el - Fetih Sûresi, 1 - 9. âyetler) Geçti vakit Yolun sonu birden göründü Çoluk çocuk meşgale Gündem hep boş idi boş kaldı Ne yana baktımsa karanlık Geçip giden karanlık Ne yapsam nafile Unuttumsa da seni Unutma bizi Allah'ım Af dilerim Şah damarımdan yakın olan Allah Tövbeleri kabul eden Allah Rahman ve rahîm olan Allah Kötülükleri iyiliklere çeviren Allah Göklerin ve yerin nuru Allah Nur üstüne nur olan Allah Dilediğini nura ileten Allah Şefaat dilerim Göklerin ve yerin tasarruf sahibisin Sorgu gününün hakimisin Gücümün yetmeyeceğini vermeyensin Her şeyi mümkün kılansın Unutanları unutturansın Bizzat hakikatin anlamısın Rahmeti her şeyi kuşatansın Rahmet dilerim Görülmeyeni gören Allah'ım Esirgeyen bağışlayan Allah'ım Esenlik, güvenlik veren Gözetip koruyan Allah'ım Var edip şekil veren Münezzehsin Allah'ım En güzel isimler senin Allah'ım Selamet dilerim Kainatın işaret ettiğisin Kainatla işaret edensin Rahmet etmeyi üstüne yazansın Rahmeti her şeyi kuşatansın Unuttumsa da seni Unutma bizi Allah'ım Af dilerim Resûlullâh (S) şöyle buyurdu: "İleride bir takım fitneler olacaktır. Fitne zamanlarında oturan kimse, ayakta durandan hayırlıdır. Ayakta duran da yürüyenden hayırlıdır. Yürüyen de koşandan hayırlıdır. Fitneyi görmeğe çalışan onun şerrini görür. her kim fitne zamanı ilticâ edecek bir yer bulursa, hemen ona sığınsın!" Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, Cilt: 15, Sayfa: 6942
  5. Sen çıkmışsın raydan.... Allah sonunu hayır eyleye... Bunları kendin iarde et ...... oku çok oku
  6. zalmehmet

    ALLAH YOKTUR MU?

    oku lütfen... Bir Yirmi dört yil önce mahkemede Marksist oldugumu haykirmistim. Ümitsizlikten dogan bir isyandi bu, bir nevi meydan okuyus, yalnizlik içinde bir sey olmak ihtiyaci. Yillari zilletler içinde geçen, kah Türk, kah sehirli oldugu için horlanan göçmen çocugu bir yere tutunmak, bir camiaya baglanmak istiyordu. Sinifi yoktu. Dünyada baska milletler oldugunu dahi bilmiyordu. Ama kucaginda yasadigi topluma yabanciydi. O, sehirden gelmisti. Konusmasi da, giyinmesi de farkliydi. Yalniz yasadi, bir cüzzamli gibi. Oynamadi, çocuk olmadi, içine ve kitaplara kapandi. Sonra lise yillari.. yine yalniz, yine yabanci. Açlik; midenin, etin ve ruhun açligi. Hayalindeki dünyalar birer birer yikildi. Önce, öbür dünya. Bu haksizliklar gayyasi suurlu bir Tanri'nin eseri olamazdi. lmandan süpheye, süpheden inkara, inkardan maddecilige geçis: Büchner, Ebul ala, Hayyam. Ama suurundaki bu devrim onu çevresinden bir kat daha kopariyordu. Küstah, tedirgin ve yalniz. Sonra yeni bir arayis, yeni bir bütünlesme ümidi: Türkçülük. Yutar gibi okudugu kitaplar: Yusuf Akçora, Türk Yurdu Koleksiyonlari, Türk Yilligi, Riza Nur'un Tarih'i. Mektep idaresi ile anlasmazlik. Mubassirdan yedigi tokat. Bu defa sehirli oldugu için degil, Türk oldugu için, sömürgecilige karsi oldugu için hirpalanis. Tarik Mümtaz'in gazetesinde "Firsat Yoksulu" takma adiyla siirler. Beyrut'ta çikan Yildiz ve Türk düsmanlarina savas ilani. Binbir ümitle kosulan lstanbul. Gerçegin soguk çehresi. Ve kabusa dönen sovenizm rüyasi. Nazim'la tanisma, Kerim Sadi. SefaIet. Ve kahkari bir hezimete benzeyen dönüs. Iskenderun sancagi. Ve alisilmamis bir hürriyet havasi. Putlari kirilan göçmen çocugu yeni bir put bulmustur: sosyalizm. Tercüme kaleminde reis muavinligi. Ve istemeyerek kabul edilen nahiye müdürlügü. Sonra degisen dünya. Telefonla isine son verilis. Köy ögretmenligi. Ve bir nisan sabahi evinin aranisi. Nezaret, hapishane. Marksistim dedigi zaman tek isçinin elini sikmis degildi. Sadece namuslu olmak, korktugu için sustu dedirtmemek istiyordu. Zaten yasanmaz bir dünyada idi artik. Cinsi buhran, ruhi buhran. En küçük bir pirilti yoktu hayatinda. Bir siginakti Marksizm, bir kaçisti, bir yasama gerekçesiydi. Belki de inaniyordu Marksizme. Eziliyordu ve ezilenlerin yanindaydi. Ama kimdi bu ezilenler? Bilmiyordu. Kitaplardan tanimisti sosyalizmi. Ne kadar anlamisti? Anlayabilir miydi? Sinif kavgasi yoktu Hatay'da. Çünkü sinif suuru yoktu. Marksizm, gerçekten meçhul'e, yani rüyaya kaçisti. Insanlari seviyordu. Ama sigindigi her kale insanlardan biraz daha uzaklastiriyordu onu. Beraat etti. Ne var ki bütün dostlari, bütün tanidiklari selami sabahi kestiler. Yirmi yil pesini birakmadi polis. Yirmi yil bir Jan Valjan hayati. Her hangi bir Bati ülkesinde büyük bir fikir adami, bir teorisyen olabilirdi. Ezdiler... Acaba ezilen daha kaç kisi? Her aydinligi yangin sanip söndürmege kosan zavalli insanlarim: Karanliga o kadar alismissiniz ki yildizlar bile rahatsiz ediyor sizi! Düsüncenin kuduz köpek gibi kovaIandigi bu üIkede, düsünce adami nasil çikar? Önce cografi kaderle savas. Cetlerinin topragindan kopus. Dimetoka'dan Reyhaniye'ye. Dilleri, gelenekIeri, zevkIeri ayri bir topIuIuk. Sonra içtimai kader. IsIemedigi bir günahin çilesini çekmege mahkum edilis. Nihayet felaketlerin en büyügü: karanlikIara çivilenis. Zavalli dostum! Büyüklere yaIniz aciIarinIa mi benzeyeceksin? Düsünce dikenli bir taç. Isa'dan Gandi'ye kadar Tanri'ya nisbeti oIan her uIu, Tanri'Iarin hismina ugradi. Tanri'ya nisbeti oImadan Tanri'Iarin hismina ugramak, hazin. 19.8.1973 Iki 60'Iara kadar tecessüsIerimin yöneIdigi kutup: Avrupa. Cografyamda Asya yok. YaIniz dilimIe Türk'üm. IstanbuI'da çikan ilk yazim Heine. Sairi çok mu seviyordum? Yoo.. Tanimiyordum ki. Fransiz soIu, HitIer AImanyasi'nin adini anmadigi Yahudi yazari gökIere çikariyordu. Heine ne kadar aIakadar ederdi bizi? Silezyali dokumaciIardan bize neydi? Sonra BaIzac.. Türk irfani 30'lara kadar Insanligin Komedyasi'ndan habersiz yasamis. Hangi insanligin? Kültürumüze ükazandirmak istedigim BaIzac bir yabanciydi. Ön yargiIariyIa, inançIariyIa, kahramanIariyIa yabanci. Sonra Hugo: Asirlarin Efsanesi, Hernani, Marion Delorme. Yarim kaImis bir Kiral Egleniyor. Ve basIanip birakiIan bir Sefiller çevirisi. Ayin Bibliyografya'sinda bir yiI kadar yazdim. Konu: tercüme tenkitleri. Oradan "Yücel"e geçis. Tanrikut'un Gün dergisi: Edebiyat Tarihinde Dejenereler, Lucretius. Ver haeren'den manzum bir tercüme: Emek. Amaç, Yirminci Asir, v.s. Fransizca'dan Türkçe'ye bir Iügat hazirlamak istemistim. A harfinin basIarinda kaIdi. Emile'in dörtte birini kazandirdim Türkçe'ye. Dilini ögrenerek içinde eridigim Fransiz kültürünü Türkiye'ye tasimak istiyordum. Babiali boyuna tercüme istiyordu. Ama çevrilmesi teklif edilen kitaplar hiçbir sanat, hiçbir düsünce degeri tasimiyordu. O dönemlerde söhret ve haysiyet bir baskasi olmaktan ibaretti. Hem de kendimizden çok daha sig, çok daha tatsiz bir baskasi. Arz-i mevudun altin meyveleri alicisiz kaliyordu. Hint, benim için Asya'nin kesfi oldu. Avrupa'dan görünen Asya, Avrupalinin gözü ile Asya. Ama nihayet Asya. Bu yeni dünyada da kilavuzlanm Avrupaliydi demek istiyorum. Ilk hocam: Romain Rolland. Ama büyü bozulmustu. Anlamistim ki tarihte baska Avrupa'lar da var. Çagdas düsünceyi kaynaginda yakalamak için on dokuzuncu asir Avrupasina döndüm. Bu yolculugun ilk meyveleri: Saint-Simon'la Proudhon. Hint'e kadar dünyam birkaç düzine benden ibaretti. Bitkaç düzine yanki. Cografyamda tek kita vardi, kafamda tek yarimküre. Irfanima katilan yeni bir dünya idi Hint. Ama sonunda Hint de bir kaçis, bir arayisti. Konya yolculuklarimda ilk defa olarak baskasi ile temas ettim. Baskasi, yani, kendi insanim. Kaderin karsima çikardigi genç üniversiteli "sen bizden degilsin" dedi. "Sen bizden degilsin"! Evet, ben onlardan degilim. Ama onlar kimdi? Uçurumun kenarinda uyaniyordum. Demek bosuna çile çekmis, bosuna yorulmustum. Bu hüküm hakikatin ta kendisi idi. Tanzimattan bu yana Türk aydininin alin yazisi iki kelimede dügümleniyordu: aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu baskalari hazirlamisti. Biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanin kurbani olmuslardi. Ama bu ütopya sonuna kadar yasanmadikça, gerçegi görebilir miydik? Kalabalik, kayaya yapisan bir midye suursuzlugu ile geleneklerine sarilmis, cebin ve uyusuk. Arada bir uyanir gibi oluyor. Sonra tekrar daliyor derin uykusuna. Avrupa'yi tanimamak, gaflet. Avrupa'yi taniyan, ülkesinden kopuyor. Bu lanet çemberinden nasil kurtulacagiz? Gerçegi görmek hatayi sonuna kadar yasamakla mümkün. Yigin Avrupalilasirken, aydinlar Türklesmeli. Ve çalismaga basladim. Spinoza kirk dört yasinda ölmüs. Nietzsche kirk dört yasinda delirmis. Ben yolumu kirk dört yasindan sonra buldum. Son Yaprak Kimi basinda taçla dogar, kimi elinde kiliçla.. Ben kalemle dogmusum. Insanlar kiyiciydilar, kitaplara kaçtim. Kelimelerle munislestirmek istedim düsman bir dünyayi. Siirle basladim edebiyata, civildiyan bir kus kadar rahattim yazarken, kulaklarimda bir ses ugulduyordu, etrafimdakilerin duymadigi bir ses. Ve defterler kendiliginden doluyordu. Sonra ilmin, ilhami dizginleyen sert disiplini.. histen ve hissiden utanis. Nazimdan nesre, öznelden nesnele adayis. 940'lardaki yazilarimin ayirici vasfi, ukalalik. Bati irfanini ülke ülke, devir devir kesfe çikan genç bir tecessüs. Ilk kitabim 1942'de dogdu. Yetmis bes sayfalik bir arastirma: Balzac. Ve yüz sayfalik bir tercüme: Altin Gözlü Kiz. Sonra Ferragus, Duchesse de Langeais (kitapçida kayboldu). Otuzundaki Kadin. Balikçi Kiz (kitapçida kayboldu). Kibar Fahiselerin Ihtisam ve Sefaleti. Fransiz ve Ingiliz edebiyatini Balzac'la beraber dolastim. Balzac'i tanimasam romanci olmak isterdim. Yillarca Insanligin Komedyasi'yla ugrastiktan sonra roman yazmaga kalkismak küstahlik olurdu. Düsünce hayatima yön veren öteki ustalar: Rousseau ile Ibn Haldun. Rousseau'dan Nietzsche'ye, Nietzsche'den Hegel'e ve sakirderine geçis. Ibn Haldun, Islam dünyasindaki kilavuzum. Tiyatronun yabancisiydim. Üzerinde rahatça kalem oynatacagim tek saha kaliyordu: deneme. Denemenin belli bir muhtevasi yok. Her edebi nevi kucaklayacak kadar genis, rahat ve seyyal. Kaliplasmamis oldugu için çekici. Iki handikapi var: Mazimize uzanmiyor, çagrisimlari sevimsiz. Hint Edebiyati, Saint-Simon, Bu Ülke veya Umrandan Uygarliga ayni kaynaktan fiskirdilar. Hint Edebiyati'nin "bilimsel" ve alisilmis edebiyat tarihi ile ilgisi adindan ibaret. Kitapta yasayan, düsünen, konusan: yazarin kendisi. Saint-Simon'da konu bir fikir adaminin karanlik ve muhtesem macerasi. Bir fikir adaminin, daha dogrusu bir fikrin. Ama konusan ve düsünen yine yazarin kendisi. llim: iskelet. Monografi, tenkit, edebiyat tarihi.. imzami tasiyan her yazida ben yasiyorum. Bütün bu neviler kendimi anlatmak için bir vesile. Bir Balzac'in, bir Ibn Haldun'un, bir Makyavel'in arkasina gizleniyorum, kendimi yasiyorum onlarda.. kendi öfkelerimi, kendi ümitlerimi, kendi ümitsizliklerimi. Isledigim türe insani getirdim, yarali bir çagin insanini. Bir çagin vicdani olmak isterdim, bir çagin, daha dogrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kirmak, yalanlari yok etmek, Türk insanini Türk insanindan ayiran bütün duvarlari yikmak isterdim. Muhtesem bir maziyi, daha muhtesem bir istikbale baglayacak köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü. Sanat düsüncenin, düsünce mukaddeslerin emrinde olmali. Hakikat, mukaddeslerin mukaddesi.. Hakikat ve sevgi. Hafizasini kaybeden bu zavalli nesilleri biz mahvettik, bu cinayet hepimizin eseri, hepimizin yani aydinlarin. Uslupta ilk ceddim: Sinan Pasa. Sonra Nazif, Cenap ve Hasim. Amacim: Yazari okuyucudan ayiran bütün engelleri yikmak, sesimi bütün hiziplere duyurmak. Suurun, tarihin, ilmin sesini. Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki, Türk insaninin uyusan suuruna bir alev mizrak gibi saplansin. Sanatla düsünceyi kaynastiran Israfil'in suru kadar heybetli bir dil. Türk Islam medeniyeti ahlaka, feragate dayanan bir medeniyet. Gerçeklestirdigi degerler edebiyattan da, felsefeden de, ilimden de muazzez. Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum. Korumak istedigim saheser: insanin kendisi. Tarihine vecitle egildigim bu büyük, bu gerçek, bu mert insani Osmanli yaratmis ve yasatmis. Kendini tanimak irfanin ilk merhalesi. Düsünenin görevi insanindan kopan, tarihini unutan ve yolunu sasiran aydinlari irsada çalismak: Kizmadan, usanmadan irsat. Gerçek sanat ayirmaz, birlestirir. Arkamda kilometre taslari ve yaprak yaprak dökülen rüyalar. Yeni bir kitabi bitirmek üzereyim: Magaradakiler. Eflatun'un magarasi bu. Içinde bizler variz. Besir Fuat'lar, Ali Suavi'ler, Hilmi Ziya'lar... Türk aydininin yüz yillik drami. Sonra da genel olarak Bati aydini ve Rus intelijansiyasi... Hayallerimin kaçta kaçini gerçeklestirebildim, bilemem ki. (Magaradakiler)
  7. zalmehmet

    ALLAH YOKTUR MU?

    Biz Müslümanız elhamdülillah ve bizim dinimizde böyle bir şey yer almamaktadır! Hristiyanlık ise saptırılmış hak dinlerden birisidir! geçerliliği yoktur dolayısıyla bunu tartışmamız saçma... Hz. Musa'ya Allah Teâlâ tarafından kırk gecelik bir vade verilmiş, bu arada Yahudiler buzağıyı tanrı edinmişlerdi. İsrailoğulları Hz. Musa'ya ve Allah Teâlâ'ya verdikleri sözlerden dönünce Hz. Musa'ya şöyle vahyedildi.: " Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacakları kırk yıl orası onlara yasaktır. Sen yoldan çıkmış millet için tasalanma." Bu emir üzerine israiloğulları kırk yıl çölde kaldılar. Ahkaf Suresi 15. ayette, kırk yaşın olgunluk belirtisi olduğuna işaret edilmektedir. Hz. Peygamber kırk yaşında peygamberlikle görevlendirilmiştir. Müslümanların sayısı kırka ulaşınca açıkça ibadet etmeye başlamışlardı. Zekat oranı 40'ta 1'dir. Lohusalık müddeti de kırktır. Aşık sürer safa ile didar sohbetin Sûfî bucakta cennet umar erbaîn ile. - Şeyhî - Mehdi kırk yaşında zuhur edecek, yeryüzünde kırk sene kalacak. Kıyamete yakın bir zamanda duman (duhan) yeryüzünü kırk gün kaplayacak. Kıyametin insanlara salacağı dehşet kırk yıl sürecek. Herhangi bir şeyin çok sayıda olduğunu ifade etmek için eski kavilerden beri kullanılan, dini ve efsanevi unsurların katılmasıyla bazı ıstılahi manalar da kazanan sayılardan birisi olan kırkla ilgili ayetlerden, hadislerden, tasavvuftan, edebiyattan... o kadar örnekler bulunabilir ki şaşmamak elde değil. Kırklara mı karışmak gerekir bunu anlamak için?
  8. zalmehmet

    ALLAH YOKTUR MU?

    Lena senin kabul ettiğin mantığı kabul edersek o zaman Allah hepimizin babasıdır.! Ama Allah yaratır. doğurmaz ve doğrulmaz. Ps: Kralx kardeşim sizlerden Allah razı olsun ... Gelişi güzel... 21. Hayvanların çoğunu önce ismen biliriz. Her ismin aklımızda çağrıştırdığı bir karşılığı vardır. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bunun muhasebesi ile uğraşmak şehrin insanı için pek de önemsenecek bir hadise değildir. Mesela akrebin gururlu olduğunu, ağustos böceğinin tembelliğini, tilkinin kurnazlığını başka kaynaklardan öğrenmiş ve fakat hiçbir zaman tecrübe etmemişizdir. En önemli bilgi kaynaklarımız: Masallar, Kıssalar ve Hikayeler...Beydebâ'nın Kelile ve Dimne'si, Attar'ın Kuş Dili, La Fonten'in fablları bunlardan en başta sayılması gerekenlerdendir. Hayvanlar, insanlar gibi davranır, insanlar gibi düşünür ve yaşarlar. Geyiklerin gözlerinin rengini Mecnun beyan eder. Karga ile tilkiden hangisinin daha zeki olduğunu küçük, güzel hikayelerden öğreniriz. Ağustos böceğinin zevk u sefanın ceremesini nasıl çektiğini yine aynı türden masallar anlatır bize. Aslında bu hayvan hikayelerinin hepsi de birer insan hikayesidir. Buralarda anlatılan vakalar, doğrudan doğruya insanlara ait şeylerdir. Kahramanların davranışları da insana hastır. Kah eğretileme, kah kişileştirme ve intak ile insana ait vasıfların hayvanlarda tezahürünü görürüz. Tarihimiz, hayvanların şöyle bir görünüp kaybolmasını değil bizzat aramızda yaşamasını hissettiren örneklerle doludur. Ahmet Haşim, güvercinlerin önemli mimari eserlere konduklarını, apartman tipli yeni binalara konmadıklarını yazar. Uçma tutkusu ve dolayısıyla kuşlar deyince akla ilk gelenlerden biridir Hezarfen Çelebi. Aynı tarihlerde bir başka heveslinin bir tür roket ile uçmayı başardığını, ancak geri dönmediğini yazar Reşat Ekrem Koçu. Kıssalardan taşıp gelen Düldül ve destanların samimi kahramanlarından Aşkar bir başka boyutumuzdur. Kıtmir'e bakışımız sırf köpekleri sevmemizden ötürü olmasa gerek. Peygamber Efendimizin Medine'ye teşrif ettiğinde devesinin üstlendiği rol, ilgimizi daha da kuvvetlendirir hayvanlarla. Televizyondan başka gerçek hayatta hiç görmemiş olsak da dergilere isim olarak veririz hayvanları: Gergedan gibi, Albatros gibi... Esasında edebiyatın ve edebiyatçının işi bir nevi Zaloğlu Rüstem olup Simurg ile beraber Kaf Dağı'na yol almak değil midir? 22. "Yoktur sonsuzluk yansısı Olmayan tek bir hayvan" 23. Geomansi Metodu, bina ve mabet yapımında veya mezar yeri belirlemede kişilere şans ve uğur getiren uygun yerlerin seçilmesi sanatı imiş ve sanatla uğraşanlara geomanist dendiğini yazıyor ansiklopedi maddeleri. Eski Çin'de Geomanistler bina yapımı veya mezar için güneye eğik ve doğuda yer alan bir tepe ararlarmış. Bunun, ilgili kişilere, mevsimlere ve Yin-Yang'a karşı bir üstünlük kazandıracağı düşünülürmüş. Anadolu'da, özellikle gayr-i müslimlerin yerleşim yerleri coğrafi açıdan incelendiğinde karşımıza enteresan bir manzara çıkıyor. Ceviz yetişen muhitlerde ikamet ediyorlar. Bunun bir tesadüf olduğunu kabul etmek pek yakışık almasa gerek. Ceviz, çok rüzgar almayan, ılıman ve sulu yerlerde daha çok yetişiyor. Bu özellikler, yerleşime en müsait yer anlamına gelir. Dikkat buyurunuz! Nerede ceviz varsa biliniz ki orası, yerleşim için bulunmaz bir yerdir. Havadardır; İklimi müsaittir; Ceviz yetişebiliyorsa hemen her şey rahatlıkla yetişir. Bu ecnebilerin de geomanistleri mi vardı acaba? 24. Kişinin kendini yenilemesi... Bir önceki halini beğenmeyen, eleştiren kişiler ne de güzel bir amel içerisindedir. Her şeyde olduğu gibi kendini yenilemede de bir başlangıç, bir gelişme, bir son vardır. Ancak ölümdür son bu kişiler için. Kâinat sürekli yenilemiyor mu kendini? Sürekli bir yeni güne merhaba demiyor muyuz? Ah! Ne aptalmışım diye düşünmüyor muyuz hatıralar semtimize uğrak verdikçe? Şimdiki aklım olsaydı diye başlayan cümleler kurmuyor muyuz? Ne buyuruyor lügatler tekâmül için: "Basamak basamak meydana gelen değişme, şekil değiştirme ve gelişme, kemâle erme..." Tarihin altı çizili satırlarına balın: Tarihi yazan ve yaşayan insanlar için tesadüf kelimesini yafta olarak kullanamazsınız. Kimseye sihirli bir el değmemiştir. Hepsi de kendini yenileyen ve tecessüs ırmaklarında yıkanan insanlardır. Newton'ın başına düşen elma mı tesadüftür? Oturduğu yer mi? 25. Zaman bizi ehlileştirdi. Modernizm, bir ayağımızı hep üzerine bastığımız ve bastığımız ayağımızdan hissettiğimiz “asla dönüş” ilkesini çarçur etti; yüzümüze fırlattı. Zaman, çağdaşlık nakaratları arasında suratımıza bastığı kalın yastıklar ile hayatımıza kast ederken elimizde sallanacak beyaz bayraklarla “ha çıktı, ha çıkacak” ruleti oynamayı sürdürdü. Zaman, toplu iletişim araçlarının, itiş – kakış, tıka – basa, ter ve losyon kokan, burun direklerimizin işkencelere düçar kaldığı ve fakat asla şikayeti unuttuğumuz pestilhanesinde, “dikkat” ünlemeleri, “otomatik kapı çarpar” tehditleri ile en despot ülkelerin baskıcı rejimleri ruhuna uygun soluklanmalara attı. İnsanlar; ehlileşen, modernleşen, ilkesizleşen, ilkelleşen ve ikizleşen zaman içerisinde kendi neslinden olanlara küs, kendi varlığından olanlara düşman, aynadaki eli bıçaklı, saçları dağınık, ağzı köpük dolu çürük kokan adamın, sokak lambalarının gölgeleri altında, bıçağı boynuna dayayıp işi bitireceğini ve mutlu sonlanacağını umuyorlar çizgili filmlerin... 26. Bir hatırlama ve hatırlatma: “Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.” Konfüçyüs 27. Yaşadıklarımızdan bir sonuç çıkartamıyoruz. Dostluklarımız asılsız; düşmanlıklarımız yapmacık. Yaşananlardan tecrit edilmiş bir ruh dünyamız var ve onun kalın parmaklıkları gerisinde ütopik denklemlerimiz dahi yok. Ufuk âmâ, rüyâ âmâ, realite âmâ. Etrafımızda dönüp duran hadiselere, üzerimize yürüyen, bizi boğmaya azmetmiş saldırganlara, yangına, felakete bîgane, lâkayt ve boş vermiş şekilde münazarayız. Televizyon ekranları her şeyi, yani kutsal, yani mukaddes, yani değerli ve önünde ceket iliklemeyi gerektirecek ne varsa; hepsini tedavülden kaldırdı. Yani biz, aslı olmayan insanlarız. Evlerimiz ve ahvalimiz Ankebût Suresinde verilmiş. Biz yani kendini sokan akrepleriz. Düşmanlarımız işini kolaylaştıracak kadar gardımız düşük, halimiz perişan... 28. Yani bizler,dünya coğrafyasındaki nev’i şahsına münhasır Türkler, bir damladan fırtınalar koparmayı; bir ummandan habersiz yaşamayı yeğleyerek attığımız adımların, geçtiğimiz güzergâhların, billurlaşıp ağzımızdan taşan kelamların ne idiğini ve nasılını umursamadan yaşamaktayız. Sistemle barışık yaşayarak sistemin çarklarına teslim eylemişiz kendimizi. Sorunlarımız edinmişiz sistemin sorunlarını. Bize karşı kurulmuş bütün tuzaklar. Bütün imha planlarının ucundan, kıyısından tutarak sonumuzu hızlandırmışız. Şikayet merciimiz dahi sistemse, kime ne demek düşer? 29. Köpeğin önce kulaklarını kestiler. Hayvan, kan – revan içinde kalan kulaklarını bir yere dokunur dokunmaz inlemeye başladı. Kulakları iyileşmeden daha kuyruğunu kestiler. Boynuna birkaç metrelik zincir ve tasma. Akıllarına geldikçe yemek artıklarını verdiler. Yağmur yağdıkça doldu su kabı. Köpek, ilk gün gibi, sahiplerini gördükçe kuyruk sallıyor; yabancılara havlıyor. Köpekliğini yapıyor...Köpekliğine yaşıyor... 30. Aynalarla konuşmuyor, konuşamıyoruz. Belki hakikatten korkuyoruz. Çünkü hakikat kışın sırtıdır. Olduğu gibi gelir; bildiği gibi yapar; geldiği gibi gider. Bütün yüzler bir ayna mıdır? Ensemizden, yüreğimizin derinliklerine kadar yansıtan bir ayna? bakmasını bilen için! Sükut geçtiğimiz bir demde öfkeden kızaran, kabaran, taşan bir insanın yüzü, bizim öfkeli halimizin zaman ve mekan karışımı. Öfke gelir göz kararır; öfke gider yüz kızarır vecizesini en öfkeli anımızda hatırlayabilsek bazı şeyler bizim için temiz, berrak olacak. Ama nafile. Fıtrattan getirdiğimiz bir çok özelliğimizi kaldırıp atabilmemiz, onları değiştirebilmemiz mümkün değil. Adına "bu benim huyum, ne yapayım?" diye yakıştırmalarda bulunduğumuz hasletlerimiz için yine atalar denecek olanı demişler: Can çıkmadan huy çıkmaz. Veya: Huyu ancak teneşir temizler. Bizden istenen huylarımızı, yaratılıştan hazır donanım olarak getirdiğimiz karakterimizi, davranış biçimimizi değiştirmemiz, yani biz olmaktan soyutlanıp belki melek olmamız değil. Biz bunlarla varız ve bir çoğunu da kalıtım yoluyla nesillerimize aktaracağız. Ama huylarımızla yaşamayı öğrenmek mecburiyetindeyiz. Öfkemizi her sıradan hadisede öne çıkartmamayı, can tezliğimizi olur olmaz yerlerde patlatmamayı, sadakatimizi sadıklarla hemhal etmeyi ve bîvefalara her defasında ısırılmamayı... öğrenmeliyiz. Akıl ve basiretten yoksun Allah düşmanlarına da sevecen ve mülayim davranacağımızı kim söylüyor? Aynaları kabullenmek zorundayız. Ne gösterirse ayna gördüğünü gösterir. Toplumdaki insanlar da birer aynadır. Onların bize batan davranışları belki başka zaman ve mekanlarda bizzat bizim davranışlarımız olabilir.
  9. zalmehmet

    ALLAH YOKTUR MU?

    "O ki, birbirleriyle uygun yedi gök yaratmıştır. O rahman olan Allah'ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi çevir gözünü bak, bir kusur görebilir misin? Sonra çevir gözünü tekrar tekrar bak; o göz sana yorulmuş, zelîl ve hakîr olarak döner" (Al-i İmran: 190)
  10. zalmehmet

    ALLAH YOKTUR MU?

    Kör kader sâ'ikimiz oldukça Atlı girsek hana harlı çıkarız Bizde oldukça bu baht-ı nâ-sâz Hızr-ı görsek de zararlı çıkarız. lena sana başka ne diyeyim... 1. Altdorfer, "İskenderiye Savaşı"nı yapalı ne kadar oldu? Geceli gündüzlü bombalanan Bağdat'ı görse, nasıl resmederdi acaba? Resmeder miydi veya? Bağdat, resmedilebilir miydi? Siyah Vals'e kalkmış olanlar, Beyaz Ölüm için ne demeye layıktır? Hiç (ki) ! 2. Yazarken yol alır insan. İleri, biraz daha ileri... Heybesinde çakıl taşları, kuru üzüm, çörotu, koynunda muska. Sonra rengarenk, cilt cilt kitaplar, haritalaşmış, eskitilmiş, berkitilmiş yüzler. Yollar hep yollara bağlıdır. Hep kontrolsüz kavşaklar; stabilize, patika, otoban, pratik. Bir simge bir başka simgenin ana rahmi. Doğar, büyür, OLUR. Yol alırken yazar insan. Her kelime bir kilometre taşı. Harfler kelimelere, kelimeler cümlelere (tümceler sözcüklere, sözcükler imgelere) albenilerle akar, gider. 3. Zebranın çizgileri, insanların parmak işaretleri gibi. Ayrı, farklı, özel. Siyah - beyaz rüyalarımızda, perspektif sorunlarımız var. Yokuşa akan su, aşağıya çıkmak, yukarı inmek... Modernite, kabusumuz. Dikkat, hep başka yerde. Yani hiçbir yerde. Kadınların kaşlarına yahut kirpiklerine olan ilgileri kadar bile değil ellerimizin kesif haritası, alnımızın harplere düçar kalmış kırışıklığı, saçımızın bir teli. Kulağımız ya da bir başka uzvumuz, ağrıdığı zaman var. Halbuki her zaman var. Rüyalar, her zaman var. Dualar, isyanlar, gözleri yaşlı analar, baharlar... 4. Çağdaştan uzağa, alabildiğince uzağa: Işığa. Saniye ve dakika "çağdaş icat". Zamanın karnıyarığı. Lime lime. Paramparça. Zamanın öncesi, zaman öncesi. Tahtında hüve, gece - gündüz. Ahir mevsimler: Hasat, tohum, göç... Talmud'da geceleyin bir yabancı ile konuşulmaması öğütlenir. Yabancının gerçekte şeytan olabileceği gerekçedir. İsa da kendisine verilen görevi, gündüz sona ermeden önce bitirmesi gerektiği düşüncesindedir. Günün ve akşamın ışıması, kesin hatlı sınırlardır. Ve gecenin bir bölümü ile kutsanırız. Zaman, her yönüyle bizim. Saatsiz zamanlar, bizim. 5. Rakamların adlandırılışı enteresan. Bir sürü nazariye söz konusu. Sıfırsız varsayılan matematik kadar hoş. Kör, sağır ve dilsiz. Adem (as)'e eşyanın adını öğreten Rabb'imiz, rakamları da mı öğretmişti? Bilmiyorum. Yalnız, açı nazariyesi, doğru veya yanlış, izahı yönünden işime geliyor. 1'de bir açı, 2'de iki, 3'te üç... Rakamsız saat ve sıfırsız matematik !.. 6. Ölmemek için öldürmek zorundayız, ama her öldürdüğümüz insanın kendimiz olduğunu ne zaman öğreneceğiz, diyor Cemil Meriç. Ben, oksijen verilmeyen bir akvaryumdaki balığım. Her aldığım nefes, sonumu hızla yaklaştırıyor. Fanusu kıracak gücüm yok. Hoş, kırsam, nerede barınacağım. Ölmek istemi, zayıflık acizlik. Korkak insanların ilk arzusu. Ben korkak mıyım? Hayır, cahiller kadar cesurum. Öyle buyrulmuyor mu? 7. İşte ben, buradayım. Yani çakıllı, insanın etine batan rüzgarlı yol ayrımında duran benim. Aşacağım bu vadinin ötesinde gürbüz baharlar, bitmeyen sevdalar var. Orada aşk ve isyan birbirinden ayrılmaz. O rüzgarı saçlarımla tanıdım ilkin. O yüzden gürdür saçlarım. Belki o yüzden sevdâzedeyim. Ağaçlarda mısralar büyür. Kuşlar, mefûlü / mefâîlü... kalıbında içerler sularını. Deli dolu Nef'î geçer sert adımlarla. Hayâlî, okşarcasına çimleri. Temrenler, çark-ı felekler, ol bî - vefalar, ağular, kadehler... dolaşır kelimeler yerine. Şerhe muhtaçsız hayatın, derkenar duaları kalır dudaklarda. Orada, hayatın altı çizilidir. 8. Allah, Kuran'ı sözle indirip yazıya geçirtti. Kuran'la karıştırılmaması için Hadisler, kaleme alındı. Söz, gökyüzü. Yazı, arz. Elle tutulur, hacmi olan, görünen. Yazmaya tarafgirim. Çiçero, tarihin bir daha göremeyeceği hitapları sıralasın, dursun. Ağzından çıkan her kelimenin, uçup gittiğini fark edebildi mi acaba? Edememiş. Mektuplarından başka farkına varamamış söz ile yazının... 9. Fuzûlî:"Aldanma ki şair sözü elbet yalandır" Nietsche:"Ancak bilinçli ve istençli olarak yalan söyleyebilenler ki - bunlar sadece şairlerdir - doğruyu söyleyebilir." Epiktetos:"Birisi, Crysippos'un yazılarını anlayabiliyor ve açıklayabiliyor olmaktan dolayı gurur duyduğunda, kendi kendine dedi ki: Eğer Crysippos yazılarını kapalı yazmamış olsaydı, bu adamın gurur duyacak hiç bir şeyi olmazdı." 10. "Bu âlem sanki oddan bir denizdir Ana kendini atmaktır adı aşk." 11. Herkes aynaya bakmalı. Belki bir ayna taşımalı herkes, iç cebinde. Bakanlar ve Görenler'le uğraşmadan sıkça başvurmalı aynaya. Bir yalan nasıl sızmaktadır solgun bakışlardan dışarı, nasıl şekil almakta dudaklar işimize gelmeyen bir haber duyduğumuzda, niçin alnımızdaki çizgiler öfkeden kudurmaktadır...Nasıl? Aynaya sıkça bakmalı herkes. Çünkü ayna ve aynaya akseden gözlerimiz, kendimizi kandıramadığımız iki mübarek ravzadır. Her kim ki özeleştiri yapamıyor hayatta, nedamet duymuyor, tövbe nedir, nasıldır bilmiyor, atın gitsin. Bir işe yaramaz... 12. Aşırı olsa da olmasa da fotoğraf düşkünlerini, "ruhu hastalıklı insan" olarak niteliyor bilimciler. Fanatikleri, karşılıksız sevenleri, kuş veya başka bir hayvan besleyenleri, antika meraklılarını, pul koleksiyonu yapanları, kıyafet düşkünlerini, düşkün olmayanları, yazanları, yazmayanları, uçaktan korkanları, tek kişilik dergi çıkaranları vs. siz ilave edin. Aslında hepimiz, 20. Asır insanı olarak hastalıklı insanlarız. Ne zaman ki bu hastalık, kendini normal addeden insanlara göre delilik oldu, belki o gün kurtuluşumuzdur. Delilikte keramet vardır diye boşuna denmediğini anlarız o gün. Katılmamak mümkün mü R. D. Laing'in söylediklerine: "Her olayda biz aklıkarışık ve çıldırmış yaratıklarız. Kendi benliklerimize, birbirimize, manevi ve maddi dünyaya yabancıyız. Hatta gözümüze ilişen ancak benimsemediğimiz bir zâviyeden, deliyiz biz." Ancak deli olduğunu ayrımsayabilenler, akıllanabilir. Siz hiç, bir dikmeyi, bir ağacı yakın takibe aldınız mı? Bir kış boyu, karın, fırtınanın, soğuğun istibdadı altında, mütevekkil, sıranın kendisine gelmesini bekler. Karakış, Zemheri,Mart dokuzu, Dokuzun dokuzu, Abdul beş... Cemrelerle beraber tomurcuklar büyür, büyür, büyür. Ve infilâk. Rüzgâr, güneş, su üçgeninde uç veren yapraklar adım adım, aheste ve sükûn içerisinde yürür, büyür... Sürgünü sürgün izler, umudu umut. Bir yaz günü, güne, güneşten önce uyanmak kadar asil ne olabilir? 14. İnsanoğlu için dağlar, dehşetengiz varlıklar olmaya devam ediyor. Tarih boyunca bu taaccüb, bu tecessüs damarlarındaki deli kanlara eşlik ederek esrarını öğrenmeye çalıştılar. Dağların zirvesine ulaşmakla insan, bir galibiyet yanılgısına düştü. Zirveleri zirveler izledi, haşmeti haşmet... Yüksek güçlerin şatoları olarak adlandırılan dağlar, Edward Whymper'in kelimeleriyle: "İnsanın doğayı yenme çabalarının önüne dikilen engeller" diye müşahhaslaştırıldı. Her dağ kutsaldır: Himalayalar, Everest, Godwin, Fujiyama, Olympos, Sînâ, Ağrı, Erciyes...Her birinin bir efsanesi, manevi bir değeri vardır. Tabiî dağların bulunmadığı yerlerde ise insanoğlu sun'î dağlar oluşturdu. Piramitler, Babil Kulesi...Bilinen en eski piramitlerden olan Zoser piramidi için: "Onun (Kral )için göğe çıkabilmesi amacıyla merdiven yapıldı" denilmektedir. Göğe ulaşabilmek; göğün derinliklerindeki "cennet" ideasına varabilmek her dönemim vazgeçilmez idolü olmuştur. Günümüz insanı ise tabiat ile bağlarını koparalı çok süre olmasa da ne bulutlar gibi yürütülüp yeryüzünün dengesini sağlayan dağlarla ne de dağlar büyüklüğündeki dalgalar ve esrarlı gökyüzü ile ilişkisini kesmiş haldedir. Otobanların, yüksek gökdelenlerin, metroların, şehir kargaşasının içinde kalan insanoğlu için tabiat, arada bir tahminlerden fazla yağan yağmur ve kar, okyanuslarda kopup gelen dev rüzgarlar, Rihter ölçeği ile bilmem kaç şiddetindeki deprem olarak kalmış, bunun dışına çıkılamamıştır. Herkesin, daim bir şeylerle meşgul olduğu bir asırda, dağlar kimin umurunda ola ki? (Resûlüm) Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak. (Tâhâ: 105) Belki o gün bütün tabiat gibi Allah'ı zikredip vazifesini tamamlayan dağların yürütüldüğünü; yeryüzü ile sarsılan dağların akıp giden kum yığınlarına döndüğünü; Allah'ın emanetini yüklenmekten çekinen dağların zalim ve cahil insanlar için nice ibretler taşıdığı anlaşılacaktır. Ve fakat o gün, hakikaten çok geç bir vakittir. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. (İsrâ: 37) 15. Saatleri saptamayı ilk bulan insana Tanrı bildiğini yapsın! Benim bu Dileğim, güneş saatini yapıp buraya Koyarak, günlerimi dilimleyip Bölen için de geçerlidir. PLAUTUS (MÖ: 200) 16. Gaib kelimesini belki en çok Necip Fazıl'da dile getirdi. "Gaiblerden bir ses geldi bu adam..." mısraıyla başlayan meşhur Senfoni (Çile) şiiri, ilk akla gelenden. Gayb: bilinmeyen, görünmeyen. Sonra mavera. Öteler, ötelerin ötesi. İnsanın gayba imanı şart. Bunun eksikliğini hissediyoruz maddileşen hayatımızda. Nedir gayb? Mehmet Doğan şöyle açıklamış: Gayb: (A.İ) 1. Göz önünde olmayan, alâmet ve emmâre ile bilinmeyen, hakkında delil bulunmayan, gizli olan. 2. His ve aklın ötesinde kalan, insan tarafından kavranamayan 3. Mânevî âlem Mâverâ ise, 1. Bir şeyin ötesinde, arkasında, gerisinde olan, öte. 2. Görülen, yaşanan âlemin ötesi. (Büyük Türkçe Sözlük, Rehber Yayınları) Hayatımızdan gaybı çıkartmakla, kendi cezâî hükmümüzü imzalamış bulunuyoruz. Cenabı-ı Allah ile birlikte şu üç varlığı içine alır ki bunları bilmekliğimiz farzdır: Ruh, melek, cin. Bu üçünün mürekkebi insanda mevcut. Farkına varılabilirse. Nefsin zıddı ruhtur ki bize, onun hakkında çok az bilgi verilmiştir. İnsanı iyiye, hayra çağırdığı, ölüm halinde bedenden ayrıldığı, Elestü birabbiküm ile iman ettiği, ettiğimiz bilinmektedir ki buna da iman gerekir. Melekler, Allah'ın günahsız mahlukâtıdır ve insan, melekten üstün olabilir nefsini arındırıp nefsine rağmen. İmanın şartındandır zaten meleklere inanmak; Cibril'e, Azrail'e, Mikail'e İsrafil'e, Münkir ile Nekir'e, Kiramen Katibin'e ve diğerlerine... Cinlerin de tıpkı insanlar gibi olduğu, inanan ve inanmayan cinlerin mevcudiyeti, tuvaletten besmelesiz yiyeceğe kadar hayatımızda faal oldukları biliniyor. Ve hikmeti nedendir cini, cinci hocalar; meleği, melek gibi kız; ruhu, ruhsuzlar vs. gibi alelade yerlerde ve manasından öte kullanıyoruz. Beş duyunun ötesi mutlak vardır ve bunu idrak için mucize filan aradığım yok. Bütün kaygı, manevi dünyamız da giderek maddileşmektedir ve bunun zaferi, insanın ebedi mağlubiyetinin olmasındandır. İki omuz başındaki varlığı unutması insanın, kendini unutmasıdır. Yarınlarını, hesabı, Ahireti... Bizi, 20. asırda, ayakta tutacak tutamaklardan belki en önemlilerindendir gaybı, gündelik hayatımızda olanca varlığı ile yaşatmak ve farkına varmak. Şairin buyurduğu gibi: "omuz başını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın kalem yazsın, yazsın..." 17. Evhamlarla dolu ilginç bir varlık insanoğlu. Melek olmak için âbid; şeytan olmak için âsi. İkisi arası olmak için: insan. Teferruatlarla doluyuz. Hiçbir işe yaramayan, saçma teferruatlar. Belki hayatın kendisi teferruatlar. Yoğun bir iş gününün akşamı, harab ve bîtâb, düşeriz eve. Yemekten sonra televizyonun karşısında geçirilen birkaç saat, dinlenmenin aksine, yorgunluğumuza yorgunluk katar. Uykumuz gelir ve yatak. Aslında uyku da bir yorgunluk. Çoğunluk, uyku değil, saat sendromu ve yorgunluk taşır yatağa bizi. Deliksiz uyku. Sabah sil baştan. Süregelen aynı koşuşturmaca. Gölgesiz bir dünyada yaşıyoruz. Odamızı, florasanlar aydınlatıyor. Özelliği, gölgeleri dahi minimuma indirmesi. Gece, sokaklarımız ışıl ışıl. İş yorgunluğundan sokakları da unutur olduk ya! Karanlık eşittir korku. Korku ise imandan bir şube. Korkuyu bilmeyen insan, hangi duygularla Allah'tan korkacak? Ve elbet sevmeyen? Vazife: Tabiatı keşif. İnsan, kendini bulmalı. Kendini bulan ise, Allah'ı. Önce parke taşlı yollarda, sonra asfalt ve betonarme gölgeler arasında kaybolduk. "Gül Yetiştiren Adam" olmak için tabiat. Kur'an'ın mesellerini anlayabilmek için tabiat...Az da olsa sürekli amel; çok ve süresiz tefekkür. Vazgeçilmez iki şiar... Öyleyse bismillah taşa, ağaca, güneşe, suya... 19. İnsanın kendini yalnız hissettiği anlar vardır. Herkesle beraberken dahi yalnızlık. Bir telefon, bir mektup ya da farklı bir duygu arayışı gelip tıkar damarları. Ne zamana kadar? Tıkanan damarlar ya açılır ya da zaman aşımına uğrar gider. Dostsa böyle zamanların dostudur... 20. "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre âmâde duran bulutları döndürmesinde, düşünen (akleden) kimseler için deliller vardır." (Bakara: 164) Tabiatın farkına varmak, onunla iletişim kurmak, ondan bilgi ve belgeler almak, Kur'an'a göre aklı kullanmaya bağlıdır. Aslında bu kural hayatın bütünü, varlık âleminde cereyan eden olayların bütünü için gerekli ve geçerlidir. İlim merakla başlar. Meraksa öğrenmektir. Meraklar soruları, sorular keşifleri doğurur. Arkasından ilim gelir. "Biz, gökyüzünü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri boş bir eğlence için yaratmadık" (Enbiyâ: 16) Bütün bilimlerin nihâî hedefi diyor, Hz.Muhammed Sıddıkî Bilimin İslâmî Temelleri'nde, nihâî hedefi, eşya ve olayların hakikatını anlamaktan ibarettir." Ne güzel ifade buyurmuş Üstad. Bu hakikatin zuhur ettiği mecra ise, kâinattır. Karın yağması, gece ve gündüz, hayvanların enteresan ve şahane dünyaları, mükemmel döngü, kâinatın merkezindeki insanoğlu, insandaki DNA'lar, ortalama 330 gr. Ağırlığındaki kalbin, her gün devamlı olarak 60.000 mil uzunluğundaki kan damarlarından kan pompalaması, ayrıca kendi enerjisini kendinin üretmesi; sinir sistemi vs... Allah'ın ayetlerine faklı bir yaklaşımda bulunan Tantavî Cevherî, Allah'ın iki kitabının bulunduğunu, bunlardan birincisinin Allah'ın kudret eliyle yapıp meydana getirdiği kâinat kitabı, ikincisinin ise semâvî kitap adı verilen kelâmî kitap olduğunu ifade etmekte. Bu her iki kitapta da insanın hak ve hakikate ulaşmasına yardımcı olan alâmet, işaret, bilgi ve belgelere "âyet" adı verildiğini ifade ediyor... Allah, insanın dikkatini kâinata vermesini, bu ayetlere kafa yormasını istiyor. Kâinattaki bu uyuma, dengeye, sisteme... "O ki, birbirleriyle uygun yedi gök yaratmıştır. O rahman olan Allah'ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsin. Haydi çevir gözünü bak, bir kusur görebilir misin? Sonra çevir gözünü tekrar tekrar bak; o göz sana yorulmuş, zelîl ve hakîr olarak döner" (Al-i İmran: 190)
  11. zalmehmet

    ALLAH YOKTUR MU?

    cevabın buradadır lena..
  12. zalmehmet

    ALLAH YOKTUR MU?

    Bismillahirrahmanirahim Arkadaşlarım, bunun sorgusu olmaz. Allahın bir ismi de Hakîmdir.Allah, her şeyi nihayetsiz hikmetler ve gayelerle yaratıyor. Kur'an ise, kainattaki bu hikmetlerin tercümanıdır. Allah, bu kainatı, kendini bize tanıttırmak ve sevdirmek için yaratmış. Bizim vazifemiz de Allahı isim ve sıfatlarıyla tanıyıp, ona muhabbet etmektir. Ayrıca Allahın bu kainattaki hikmetlerini öğrenmektir. Fakat, benim ısrarla üzerinde durduğum şey, ''sonradan olan bir şey ilah olamaz'' Sen, ''Allahı da yaratan biri olmalı'' derken, senin bahsettiğine zaten ''Allah'' denmez. Yani ''yaratıldı'' veya ''sonradan oldu'' gibi tabirler ?lah için kullanılmaz. Allah, eğer yaratılmış olsaydı, yaratamazdı. Kudretinde sınır olurdu. Oysa ki Allah bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğu gibi, ''yaratılma'' gibi noksan bir sıfattan da münezzehtir. Biz Allahı, sadece gördüğümüz ve bildiğimiz şeylerle bir derece tanıyabiliriz. Mesela, bize Allah ilim vermiş. O cüz'i ilmimizle Allahın ilim sıfatını, görmemizle Allahın gördüğünü ve şefkatimizle Allahın şefkatini bir derece anlayabiliriz. Mesela, ben nasıl bu evi yaptım ve onu görüyorum ve idare ediyorum, öyle de Allah,bu kainat sarayını yapıyor ve idare ediyor. Allah bizdeki sıfatları ve duygularımızı, Allahın isim ve sıfatlarını anlayabilmemiz için vermiş. Mesela, bizde ilim sıfatı olmasaydı, Allahın ilim sıfatını anlayamazdık. Elbette, bize verilen bu sıfatlar, Allahın sıfatlarına benzemez. Çünkü bize bu sıfatlar sonradan verilmiş ve sınırlıdır. Allahın sıfatları ezeli ve sonsuzdur. ?şte arkadaşım, biz Allahı ancak ilim ve sıfatlarıyla bir derece tanıyabiliriz. Fakat, zatının ve vücudunun benzeri olmadığı için, zatını düşünemeyiz. Biz ne kadar Allahın zatını düşünsek, Allah, bizim düşündüğümüz şeyden sonsuz uzaktır. Mesela, (temsilde kusur aranmaz) Önündeki bilgisayar, insanların bir sanatıdır. Bu bilgisayara bakarak bana insanı tarif et. Elbette bu bilgisayar, insanın sadece bize ilmini ve diğer sıfatlarını anlatır. Fakat bilgisayar, insana benzemez. Öyle de kainatı Allah yaratmıştır. Kainat, bize Allahı isim ve sıfatlarıyla birlikte tanıtıyor. Fakat kainata bakarak Allahın zatını düşünemeyiz. Çünkü Allahın eşi ve benzeri yoktur. Mesela, kainat ''yaratılmış'' şeylerle doludur, fakat Allah ezelidir. Kainatta zaman ve mekan vardır, fakat Allah zaman ve mekandan münezzehtir. Bu sebeple Allahın zatını aklımız kavrayamaz. Fakat, varlığını ve birliğini, bu kainattaki tasarrufundan ve işlerinden ve icraatlarından anlayabiliriz. Allah, yarattığı her bir şeyin üstüne, takilt edilmez birer turra ve sikke koymuştur. Yani her bir şey, özellikle canlılar, bize Allahın varlığını ve birliğini ve sonsuz kudretini ve ilmini anlatıyor. Yani Allah, yarattığı her bir şeyin üstüne, kendini gösterecek ve bildirecek pencereler açmıştır. Bizim vazifemiz de, kainata ve kainatın hikmetlerinin tercümanı ve tebliğcisi olan Kur'ana bakarak, Allahı ''isim ve sıfatlarıyla'' tanımak ve ona iman etmek ve emir ve yasaklarına uymaktır. Elhasıl, ''ezeliyet'' Allahın zaruri bir sıfatıdır. Ezeli olmayan bir şeye ''Allah'' denmez. Çünkü, bütün sıfatları sonradan verildiği için noksandır. Sıfatlarında noksanlık olan bir şey ilah değildir. Kainatı yaratamaz. Her şeyi bir anda göremez. Bütün sesleri bir anda işitemez. Evet, öyle bir Allah var ki, milyarlarca yıldızı bir anda idare ediyor. Aynı anda yağmuru yağdırıyor. Aynı anda kalbimizden geçen en gizli şeyleri biliyor ve görüyor. Elbette böyle bir Allahın hiçbir benzeri yoktur, ezeli ve ebedidir. ''Kul huvallahü Ehad, Allahü-Samed, LEM YEL?D VE LEM YÜLED ve lem yekün lehü küfüven ehad.'' saygılar ve sevgiler.... VE BUNUDA UNUTMAYALIM İmanı Zayıflatan veya İmanı Yok Eden Şeyler. 1- Allahın varlığı hakkında insanda meydana gelecek en ufak bir şüphe ve tereddüt. 2- Allahın cisim olduğunu düşünmek ve hayalinde canlandırmak. 3- Cenab'ı Hakkın sıfatlarından herhangi birini insanların sıfatlarına benzetmek. (Mesela Cenabı Hakk'a dil ve ağız gibi mahlukatın hassalarından olan azalar hayal etmek) 4- Allah'ı bir şeye hulûl etmiş olarak kabul etmek. 5- Cenab'ı Hakka analık, babalık veya oğulluk isnad etmek. Haşa "Allah Baba" demek veya "Her şeyi yaratan Allah ama Allah'ı yaratan kim" (!) gibi sözler söylemek veya bunları kalbinden geçirmek. (Cenabı Hak Yaratan varlıktır. Yaratılan varlık değildir) 6- Peygamberlere yalancılık isnadında bulunmak 7- Peygamberlerden herhangi birini inkar etmek. 8- Peygamberlere günah isnadında bulunmak 9- Peygamberlerin yüksek terbiye ve ilimlerini Allah'ın yetiştirmesiyle değil de, bir insanın yetiştirmesiyle olduğunu sanmak. 10- Meleklerden her hangi birini inkar etmek. 11- Meleklere erkeklik dişilik isnadında bulunmak. 12- Hakkında ayet olan herhangi bir mücizeyi inkar etmek 13- Tevatur yoluyla sabit olan ayın yarılması ve mirac hadisesi gibi mücizeleri inkar etmek. 14- Kur'an-ı Kerim'in bir ayet veya bir cümlesini inkar etmek. 15- Kur'an-ı Kerim'de en ufak bir noksanlık düşünmek ve "kifayetsizdir" diye bir fikre sahip olmak. 16- Kur'an-ı Kerim'in hükümlerinden ve kanunlarından daha üstün kanun ve hükümler olduğunu iddia etmek veya düşünmek, veya hutta ileri bir zamanda böyle bir fikre sahip olabilirim diye düşünmek. 17- Kabir sualini ve azabını, öldükten sonra dirilmeyi inkar etmek veya şüphe ile karşılamak. 18- Hesap gününü, sıratı, mizanı, cennet ve cehennemi inkar etmek. 19- Cennet nimetleri veya Cehennemin azabı hakkında şüphede bulunmak, inkar etmek "Allah hiçbir kuluna azap etmez" demek. 20- mü'minlerin ebediyyen Cehennemde kalacağını söylemek. 21- Her hangi bir farzın bir cüz'ünü veya tamamını inkar etmek, Mesela: "5 vakit namazdan öğle veya ikindi namazları bu devirde kılınmaz, farz olamaz" demek veya düşünmek. 22- Faizi, insan öldürmeyi, günah ve haram kabul etmemek. 23- İslam dinini mühimsememek ve hor görmek. 24- Herhangi bir kâfiri mü'minden üstün görmek. 25- Haramlardan birini helâl adetmek veya ayetle sabit bir haramı inkar etmek. 26- Sahabelerden her hangi biri hakkında münafık, mürai (iki yüzlü), kâfir diye düşünmek. 27- Bir mü'mini imanından dolayı hakir görmek veya bir kâfiri küfründen dolayı üstün görmek. 28- İslamiyetin dünya saadetine engel olan bir din olduğunu söylemek veya düşünmek. 29- Bir mü'mini küfürle suçlamak. 30- Küfrü icap ettiren her hangi bir şeyi kendi isteğiyle hatırından geçirmek. 31- Üzerinde ayet yazılı her hangi bir şeyi kasten kirletmek veya pisliğe tutmak. 32- "Müzik aletlerinden birini çalarak Kur'an okumak" 33- "O adam peygamber olsa gene inanmam"demek. 34- "Peygamber gelse gene kabul etmem" demek. 35- "Allah olsan ne yapabilirsin sen bana" demek. 36- "Allah' ımı inkar edeyim bu böyle" demek. 37- "Ne olur şu güzelim şarap haram olmasaydı" demek. 38- "Namaz kılmam, kılmayacağım" demek. 39- Allahın emir ve yasaklarından ve kanunlarından biriyle alay etmek, (mesela alaylı alaylı : Hırsızlık mı yaptın uzat kolunu, adam mı öldürdün uzat boynunu" diyerek istihza etmek veya istihza edenin gülmesine gülerek mukabelede bulunmak. 40- Küfrü icabettiren bir söz söylendiğinde onu gülerek karşılamak. 41- "İslam dini efsane ve hurafeden ibarettir" demek. 42- Ruhların kalıptan kalıba geçtiklerine inanmak. 43- Peygamberimizden sonraki hiristiyan ve yahudileri mü'min kabul etme, onların da dini haktır diye itikat etmek. 44- Kur'anın kanunlarını Allahın kelamı diye değil de akla, mantığa, ilme ve felsefeye uygundur diye kabul etmek. 45- Bir kâfire karşı muhabbet etmek. (Bu hususa bilhassa taassup derecesinde her hangi bir fıkraya fikren angaje olan kimseler dikkat etmelidir. Hele hele her şeyin sahtesinin çıkktığı günümüzde pek öyle zahire ve elfaza kapılarak hemen. "iyidir, aradığımız ve beklediğimiz olsa olsa budur" diye körü körüne birine sevgi beslememek lazımdır. Çünkü dış memleketlerden konmuş casuslar bir memleketin en yüksek idari mevkilerini işgal edebiliyorlar ve yükselebiliyorlar. Bu türlü bir sevgi dahi kişinin imanını götürür.) 46- Uzun müddet küfre hizmet etmiş ve müslümanlığa zararı dokunmuş birisini sevmek, onu desteklemek ve hakkında Allah razı olsun diye dua etmek. 47- Ölmüş bir kâfire veya İslam dinine kötülüğü dokunmuş birine "Allah rahmet eylesin" demek. 48- Kafirlerin öteden beri kendilerini müslümanlardan ayırmak için kullandıkları Haç, zünnar (v.s) gibi alameti küfür olan şeyleri takmak veya giymek. 49- Allah'ın ve dininin düşmanlarını taklit etmek, onların hallerini, tavırlarını kendisine örnek ittihaz etmek. 50- İbadetlerinde Cenabı Hakkın rızasından başkalarının hoşnutluğunu gözetmek ve başkalarının görmeleri için kulluk etmek. 51- Kendisi veli olmadığı halde velilik iddiasında bulunmak. 52- "Bu gün Kur'an-ı Kerimle dünya idare edilemez" demek veya diyen birine "doğru söylüyor" demek. 53- Allah'a (cc) peygemberimize ve peygamberlerden herhangi birine, dine veya kitaba sövmek, hakaret etmek veya söven, hakaret eden birine sevgi beslemek o anda onun yüzüne gülmek. 54- Ağıza veya göze sövmek, küfretmek. 55- Nazar değmesin diye bir şeye boncuk takmak (Allah'tan gayri bir şeyden ümit beklemek) 56- Allah dostlarından her hangi bir veli'ye düşmanlık etmek, çalışmalarını baltalamak. 57- Şeriat, dini aykırılıkları bulunmayan ve Allah'ın dinini yaymağa çalışan bir topluluğa, Kur'an'ın şeriatın öğretildiği bir müesseseye düşmanlık etmek ve onların çalışmalarını baltalamak. 58- Bir kâfirin dünyalık bir iyiliğinden dolayı cennete gireceğine kail olmak ve mesela "insanlığa bu kadar iyiliği dokunup da cennete giremiyecek olursa ben de cennet'e girmem" demek. 59- Her hangi bir sünneti ittihaz etmiş bir mü'mine "sana hiç yakışmamış" demek. (Mesela sakal ve bıyık) 60- Hakkında nas (Ayet-Hadis) olduğu açıkça bilinen, ayrıca icma ve selefi salihiyn efendilerimizin, Şah'ı Nakşi Bendi Abdulhaliki Gucduvani, İmamı Rabbani ve daha binlerce İslam büyüklerinin kail oldukları, kabul ettikleri Rabıta hakkında ileri geri laf etmek ve küfürdür, demek. 61- "Peygamber gelse kararımdan beni caydıramaz" demek. 62- "Bu işin inşallahı maaşallahı yok artık" demek. 63- "İşte küfrün adını günah koymuşlar. böylelerine küfür sevaptır" demek. 64- "Oruç tutup namaz kılmak neye yarar benim kalbim temiz" demek ve farzları hafife almak. 65- "İslam dini dünya işlerini geriletmiştir" demek. 66- Melaike-i kiramdan herhangi birine günah isnadında bulunmak (Harut ve Marut gibi) 67- Hastalanmıyan birisine: "Seni Allah unuttu" demek. 68- Gelecekten haber verdiğini iddia eden kimseyi tasdik etmek doğru söylüyor demek. 69- "Eğer bu işi ben yapmış isem kâfirim" demek. 70- Yalan olduğunu bildiği halde "Allah biliyor ki seni oğlumdan daha çok seviyorum" demek. 71- "Allahım! rahmetini bana vermekle cimrilik etme" demek. 72- "Allah'ın hiç işi kalmamışta bu gibi şeyleri mi yaratıyor" demek. 73- "Allah falan kuluna şu kadar veriyor bana ise şu kadar veriyor. Bu adalet midir" demek. 74- "Ben bu kadar iyilikte ve hayırda bulunuyorum bütün belalar yine bana geliyor. Falan kimse ise her çeşit kötülüğü yapıyor paşa gibi yaşıyor; bu nasıl adalet" demek. 75- "Cinleri olacakları biliyor" demek. 76- "Eğer ahirette Allah hakkı ile hükmederse senden hakkımı alırım" demek. 77- "Falan kimse peygamber olsa idi ben iman etmezdim" demek. 78- "Eğer Adem Aleyhisselam buğdaydan yemese idi biz eşkiya olmazdık" demek. 79- "Falan kimse peygamber olsa idi yine de yalan konuşurdu" demek. 80- Birisini döverken "dövme" denilse o da "Gökten dövme diye ses gelse yine bırakmam" demek. 81- Kur'anın Arapça olmayıp başka bir lisanla olduğunu iddia etmek. 82- Kur'anın bazı ayetlerini alaya almak ve mesela "Ben namazımı yalnız kılarım. Çünkü Allah 'İnnessalate tenhâ' buyurur" demek. 83- Namaz kıl diyen kimseye: "Sabret Ramazan gelsin kılarız" demek. 84- Zikirlerle alay etmek. 85- Bir günahı işlerken besmele çekmek. 86- Abdestsiz olarak bilerek namaz kılmak. 87- "Eğer Allah Cenneti bana verse, sensiz girmem" demek. 88- "Falan adamla Cennete bile girmem" demek. 89- "Falan kimse kıble olsa o tarafa yüzümü çevirmem" demek. 90- Hırıstiyan veya Yahudi, yahut başka din üzere ölenlerin azab göreceklerine inanmamak. 91- "Ramazan bitti artık namazı rafa koydum" demek. 92- Alim kıyafetine bürünüp yüksek bir yere çıkarak alay tariki ile konuşma yapmak veya böyle yapan kimsenin hareketlerine gülmek. 93- Boşanma hakkında : "Ben talak malak bilmem" demek. 94- "Hırıstiyanlık Yahudilikten daha hayırlıdır" demek. 95- Yakını ölen kimsenin. "Ey Allahım! Biz şimdi ne yapacağız sen niçin böyle yaptın" diyerek sitemde bulunmak. 96- Meşru bir sebep olmadığı halde bir kimse için "Şu adamın kanı helaldir ve mübahtır" demek. 97- "Allahü Teâlâ falan kimseyi vaktinden evvel öldürdü ve vakitsiz gitti" demek. 98- Yabancı bir kadına bakıpta : "Güzele bakmak sevaptır" demek. 99- Ahiretten bahseden kimseye . "Ordan haber veren kim? Oraya gidip gelen var mı?" demek. Günah işleyen bir kimseye "Tövbe et" denildiğinde "Ben ne yaptımda tövbe edeyim" demek.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.