Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İslami-kalkınma

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İslami-kalkınma - Başarıları

Acemi

Acemi (1/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Ateistlerin büyük yanılma noktalarından bir tanesi, sadece fiziki olan ve direkt hissedilen şeylere odaklanmalarıdır. Fiziki olmayan bir sürü varlık vardır, mesela; acı, sevgi, fikir, düşünce ve yer çekimi. Aynı zamanda direkt hissetdilmeyen şeyler vardır (bunu ilerde açıklayacağız). Allahın varlığı hissedildiği için aklidir. Yani Allahın varlığı entellektüel şekilde ispatlanabilir. Bilimsel şekilde ispatlanamaz. Bunu açıklayacağız, yalnız önce şu ölçüleri perspektife koymamız lazım; Her şeyin kendi yeri vardır. Bilimde, ancak fiziki ve direkt hissedilen şeyler üzerine araştırma yapılır. Fiziki olmayan ve direkt şekilde hissedilmeyen şeyler bilim alanının dışındadır. Bazı eşyala-ilgili-mefhumlar bilimin içinde, bazıları dışında, hayatla-ilgili-mefhumların hepsi ise, bilimin dışındadır. Bir şeyin kaanatına varmak için hissedilmesi lazımdır. Hissedilmezse ret edilir. Bunu daha fazla açıklamadan önce, bilimin ve akılın farklarına bakmamız kaçınılmazdır. Bilim – Bilim, bir şeyi/vakıayı daha detaylı biçimde akıl edebilmek için bir vesile veya üsluptur. Astronomi, biyoloji ve benzeri fiziki ve direkt hissedilen şeyler bilimle alakalı şeylerdir. Mesela uzaydan taş alınır, labutuvarda deneyler yapılır ve bir takım sonuçlara ulaşılır. Taşı normal olmayan durumlara koyulur (mesela ısıtılır, dondururlar ve değişik maddelerle karıştılır vb.), ve böylece sonuçlara ulaşılır. Başka örnek; hangi maddelerin, vücuttdaki hangi organlara faydalı olduğunu tesbit edebilmek için, labaratuvarda değişik deneyler yapılır. Bu bilimdir. Yani fiziki ve direkt hissedilen (ve labutuvarda/aletlerle) sınırlı olan şeylerdir. Bilimin sonuçları her zaman kesin değildir. Akıl – Akıl ise farklıdır. Akıl fiziki olmayan ve direkt hissedilmeyen bölgelerde de kullanılır. Bir şeyi akıl etmek için şu dört şey olması lazım; Vakıa(1), duyu organları(2), sağlıklı beyin(3) ve ön bilgiler(4). Bu dört şey olmazsa herhangi bir şeyi akıl etmek mümkün değildir. Mesela; bir şeyi akıl etmek için elbette önce bir vakıa/şey(1) olması lazım. Sonra insan vakıayı duyu organlarıyla(2) hissetmesi lazım. İnsan vakıayı hissedince bu yansıma beyine(3) ulaşır. İnsan vakıayı hissettikten sonra, ve beyinle idrak edince, vakıayla ilgili önbilgileri(4) kullanması lazımki o vakıa üzerine yargı yapabilsin, yani o vakıa üzerine fikir öne sürebilsin. Bu dört husus herhangi bir şeyi akıl etmenin aşamasıdır. Saydığımız dört şeyin herhangi birisi yoksa, hiç bir şeyi akıl etmek mümkün olmaz. Buna akli metot denir – insanın normal düşünme şekilidir. Ön bilgiler, hisler ve sebep/etki konularını perspektife koymak lazım ki, düşünmek hatalı olmasın. Yanlış düşünme şekili olursa, fikir açısından Allahın varlığına ulaşamayız. Ön bilgiler akıl etmek için kaçınılmazdır – Ön bilgiler olmazsa düşünme olamaz. Mesela cep telefonu bir vakıadır(1). Cep telefonu duyu organlarımızla(2) hissettiğimiz zaman, beynimize(3) ulaşır. Yalnız ancak telefon hakkında önbilgimiz(4) varsa, onun ne olduğunu kavrayabiliriz/yorumluyabiliriz. Hiçbir ön bilgimiz yoksa, cep telefonunu ağıza mı sokmak gerekir, yoksa mutfakta kullanılan bir alet mi, yoksa arabanın tekerini şişiren bir alet mi, nerden bileceğiz? Cep telfonunun üzerine yargı etmemiz için( cep telefonu hakkında hüküm verebilmemiz için) , önce ön bilgileri toplamamız lazım. Bu kadar basit. İnsan hayat alanındaki her davranışlarında ön bilgilerine göre düşünür ve davranır. Yaşamak için ön bilgiler zaruridir! Hislere gelince – Bahsettiğimiz gibi bir şeyi akledebilmek için, duyu organlarımızla(2) bir şeyi/vakıayı hissetmemiz lazım, yoksa o şeye neden inanalım? Noel babaya, ejderhalara veya yeşil renkli uzaylılara neden inanalım hissedemiyorsak? Bir şeyi hissetmek direkt( dolaysız) veya endirekt ( dolaylı) şekilde olur. Mesela karşımızda bir uçak varsa, bu ucağın varlığını direkt şekilde hissedebiliriz. Bu direkt hissetme olur. Bu uçağın insanlar tarafından sanayide üretildiğini direkt değil, indirekt şekilde hissedilebiliriz. Bu endirekt hissetme olur. Uçağın insanlar tarafından üretildiğini kimse reddedemez ve tersini isbatlayamaz – bunu direkt hissetemedikleri halde! Çünkü insan herhangi bir şeyi akletmek için ön bilgilerini(4) kullanır. Ve ön bilgilerimize(4) göre hiç bir vakıa/varlık (mesela uçak) kendi kendine veya tesadüfen veya rastgele aşamalardan geçerek veya aniden gökten meydana gelemez. Uçağın sebepsiz kendinden meydana geldiğini düşünmek, endirekt hislere ve ön bilgilere tamamen aykırıdır. Bir trafik kazası gerçekleştikten sonra, olay yerine ertesi gün gelen insanlar, kazanın kendisini direkt hissetmedikleri halde kazayı inkar etmezler. Çünkü olay yerindeki kaza enkazı toplanmadıysa , kırık cam, kırk araba parçaları, kan ve yolda teker izleri olur. Bunlar, insanın ön bilgilerine(4) göre, tesadüfen meydana gelmeleri mümkün olmadığı için, kazanın direkt şekilde hissetdilmediği halde, kazanın varlığını kabul etmek doğal olur. Çünkü olay yerinde, kazanın gerçekleştiğini gösteren işaretler vardır. Yani kazanın gerçekleştiğine dair hiç şüphe etmeden endirekt hissedilebilir. Aynı şekilde, kumda ayak izleri veya pencerede parmak izlerinin (ön bilgilere göre(4)) birilerin onları oraya bıraktığını endirekt hissedilir. Tesadüfen veya kendi kendine geldiğini öne sürmek, hislere ve ön bilgilere aykırı olur. Yani akıla zıt olur. Ret edilir. Yer çekiminin varlığının isbatı bilimsel değil, aklidir. Yani yer çekimini isbatlamak bilimle hiç bir şekilde mümkün değildir. Çünkü yer çekimi, fiziki ve direkt hissedilen bir varlık değildir. Yer çekiminin varlığı duyu organlarıyla(2) hissedilebilir (yani akletilebilir), o yüzden bu rededilemez. Yalnız yer çekimini hissetmek direkt değil, endirekt şekilde olur. Mesela masadan bir bardağın yere düştüğünü direkt hissettiğimiz zaman, yer çekimini endirekt şekilde hissedebiliriz. Yer çekimi fiziki bir varlık olmadığı için onu direkt hissetmek mümkün değildir. Sebep ve etki – Ön bilgilermize(4) göre herhangi bir şeyin etkisi olması için, bir sebep olması lazım. Sebep yoksa etkide olmaz. Mesela penceredeki cam, kendi kendiliğne asla kırılmaz (etki). Ya güçlü rüzgardan yada bir top çarptığı zaman (sebep) kırılır. Mesela lamba kendiliğinden yanmaz (etki). Eletrik varsa yanar (sebep). Bu evrensel bir tabiat kanunudur. Sebep yoksa etkide asla olmaz! Ön bilgiler, hisler ve sebep/etki konularını perspektife koyduk. Şimdi bu meselerin üzerinde Allahın varlığına bakalım. Hiçliği ve x-faktörü akılla yargılamak – Hiçlik, hiç bir varlığın olmaması anlamına gelir. Hiçlikten, insan hayat ve kainaatın tesadüfen ve sebepsiz var olması tamamen imkansızdır. Çünkü hiçlik hiçliktir. Yani başlagıçta ne Allah veya başka tanrı var, ne de molekül, atom, mikrop, madde, tabiat kanunu, gezegen, ışık, renk veya bir alan! Hiçlik tasarlanamaz, çünkü tasarlanacak hiç bir şey yoktur!! Böyle bir hiçlikten, aşırı sistematik ve düzenli bir kainatın doğması, hayat ve insanın meydana gelmesi, akıla hakaret değilmidir!!! Çünkü buna inanmak, hislere ve ön bilgilere tamamen zıttır!! Hiçlikten nasıl varlıklar oluşsun ki – hiçlik ebediyen hiçlik olarak devam eder!! Hiçlikten varlık olması için mutlaka bir sebep lazım – çünkü sebepsiz etki olmaz (bunu açıklamıştık)! Bu yüzden başlangıçta bir x-faktörün (sebep) var olması mecburdur! Bu x-faktör atom, molekül, ışık veya herhangi fiziki madde gibi sınırılı ve ihtiyaçlı olamaz. Çünkü sınırı ve ihtiyaçı varsa, herhangi bir madde gibi olur, yani onun başlangıçı olur. Yani mevcudiyeti başka bir ’şeye’ bağımlı olur. Aksine bu x-faktörin ebedi ve ezeli (yani sınırsız ve ihtiyaçsız) olması kaçınılmazdır. Yani bu x-faktör ilk varlık olup, başka hiç bir şeye bağımlı olmayan varlık olması lazımdır. Bu x-faktörü endirek şekilde hissedebiliriz. Akılla x-faktörün varlığına nihayet ulaştık. Bu x-faktör Allah mı yoksa bambaşka bir varlık mı, onu başlangıçta bilemeyiz. Sadece şüphe edilmeyecek şekilde kendisini tanıtırsa bilebiliriz. Şimdi x-faktörürün kim ve ne olduğu sorusu kaldı! Akıl açısından insana bir bakış – Ön bilgilerimize(4) göre hiç bir şey tesadüfen ve sebepsiz hiçlikten meydana gelemez – yani ’etki’ olması için ’sebep’ zaruridir. Uçak, bina, araba ve elektronik aletler, düzenli ve sistematik varlıklardır. Arabanın direksiyonun dört tekerini kontrol etmesi, arabanın vitesi, aynaları, motoru ve benzin deliğinden motora kadar giden boru, arabanın sistematik olup, kendi kendiliğinden gelmesi veya aşamalardan bir evrimden oluşmasına inanmak akılla mümkün değildir!! Endirekt hislerle arabanın insanlar tarafından üretildiğini kavramak zor değildir. Araba sebebsiz meydana gelemez. Peki ya insan?? İnsan, arabayla veya uçakla kıyaslanamaz. Çünkü insan bunlardan çok daha sistematik ve düzen içindedir. İnsanın görmek için gözleri, duymak için kulakları, düşünmek için beyni, çiğnemek için dişleri, tutmak için elleri ve yürümek için ayakları var!! Sebepsiz, hiçlikten varlık meydana gelmesi, sonra bu varlık evrimden geçmesi, ve sonunda sistematik ve düzenli insan olması akla aykırıdır. Birincisi hissedilmemiş bir şeydir. İkincisi ön bilgilere ters düşen bir şeydir (konumuz evrim teorisi olmadığı için, bu başlıkta açıklamıcağız). Gördüğümüz gibi ateistlerin hatası, sadece fiziki olan ve direkt hissedilen şeylere odaklanmalarıdır. Düşünme şekilleri düzgün olmadıkları için, fikirleride yanlış çıkmakta. Akli ve Nakli – Akli meselesini açıkladık. Akli meseleler duyu organlarıyla(2) vakıayı/şeyleri(1) hissedebilen meseledir. Nakli meselesine gelince, bunlar duyu organların dışında olan şeylerdir. Yani hissetmekle alakası olmayan şeylerdir. Mesela 1. dünya şavaşının büyük bir kısmı nakledildi – tarih kitaplarında yazıyor ve hissetmenin dışında. Güvenli kaynaktan geldiyse, yani rivayet eden şahıslar güvenilir kişilerse kabul edilir, değilse ret edilir. İslamiyette, hislerin dışında olan meselelere gelince - mesela cehennem, cennet ve cin - bunlar nakli konulardır. Yani Kuran bunları rivayet eder. Cehennem ve cenneti kabul etme veya ret etme meselesi, Kuranın hakkikatına – yani doğru mu yoksa yanlış mı olduğuna bağlıdır. Yani Kuranın hak olduğu hissediliyorsa (yani akledilebiliniyorsa), Kurandaki nakledilenler (mesela cehennem ve cennet) kabul edilir ve hiç şüphe edilmez. Çünkü o zaman bunu rivayet eden Allahtır ve Allahın yalan söylemeye ihtiyaçı yoktur, çünkü O ebedi ve ezelidir. Kuranın hak olduğu hissedilmiyorsa o zaman rivayet edilen cehenneme ve cennete neden inanılsın? Kuranın mucizesi bilimsel değildir, akılladır. Bunu gelecekte başka başlık altında ileticeğiz.
  2. - Ateistlerin Kuran üzerinde yanlış yorumları - Peygamberimizin hayatını hatalı göstermek - Bilim mi yoksa akıl mı? - Allahın varlığı bilimsel değil, aklidir! - Kuranın hak olduğu bilimsel değil, aklidir! Ateistlerin Kuran üzerinde yanlış yorumları Kuran ayetlerini ciddiye almazsak ve islamiyetin belirledigi kaidelere göre ayetleri kavramazsak, herkesin kendi istediği gibi çevirmesi mümkündür. Forumdaki bazı ateistler, Kuran ayetlerini çelişkili veya vakıaya aykırı yorumluyorlar. Arabayı süren şahsa şoför, uçağı kullanan şahsa ise pilot denilir. Tefsir usülünü bilen ve bu usüle göre Kuran ayetlerini tefsir eden (yorumlayan) şahıslara Müfessir denilir. Islamiyette tefsir usülü denilen bir sey vardır. Bu usülü ele almazsak, elbette ayetleri çelişkili veya saçma sapan göstermek zor olmayacaktır. Ya kendimiz derin bir şekilde tefsir usülünü ögrenip, Kuran ayetlerini tefsir edecegiz (yani kendimiz Müfessir aşamasına ulaşacağız), yada başka müfessirlerin tefsirlerine bakmamız lazım. Başka olanak olamaz. O yüzden ateistlerin, Kuran ayet yorumları hatalıdır. Bu ateistlerin tefsir usülüyle bilgileri zerre kadar yoktur – kendi kafalarına göre tefsir ediyorlar. Pilotun uçakla ilgili bilgisi yoksa, uçağı denize düşürmekle veya dağa çarpmakla başka ne işi olabilir? Tefsir Usülüne gelince bu çok derin bir konudur. Ayetleri, bir sürü değişik prensip ve kaidelere göre yorumlamız lazım. Peygamberimiz ayetleri rastgele herkesin kendi kafasına göre tefsir etmesini kaç defa uyardı. Peygamberimiz sadece Kuran ayetlerini bildirmekle yetinmedi, aynı zamanda müslümanlara nasıl tefsir edilmesi gerektiginin de yolunu çizdi. Bu yüzdün kendimiz müfessir değilsek, müfessirlerin tefsirlerine bakmamız lazım. Tavsiye edilecekse, eğer bir ayeti araştıracağınız zaman, Ibn Kesir, Kurtubi ve Taberi müfessirlerinin tefsir eserlerine bakınız. Tefsir Usülü derin ve çok detaylı olduğu için Allah nasip ederse, başka başlık altında açıklarız gelicekte. Peygamberimizin hayatını hatalı göstermek Peygamberimizin hayatını hatalı göstermeye çalışanlar, olayları derin bir şekilde kavramış değillerdir. Öncelikle şuna bakalım - güzel ve çirkin davranışın veya suç ve suçsuzluğun neler olduğunu kim belirlemeli ve neye göre belirlemeli?! İyi ve kötü davranışlar nelerdir?? Ateistler komunizm zamanında 40-50 milyon insanı katlediler. Komunistler bunu iyi bir iş görerek yaptılar! Hitler Almanyada milyonlarca insanı katletti güya hayırlı bir iş işlemek için. ABD ırakta sözde demokrasiyi hakim kılma çabasındayken, 1.5 milyon insanı öldürdü. Ve yine batı dünyasının zirvesiyle BMnin ’Irak Petrol Karşılığı Gıda Programı’ yüzünden ırakta 2 milyon çocuk öldü – batı bundan dolayı pişman değil, aksine ABDnin eski dış işleri bakını, Madeleine Albright ın söylediği gibi ’ona değdi’ görüşündeler! Gördüğümüz gibi, bazı insanlar işlerine geldiği zaman ve bir şeyi doğru gördükleri zaman milyonlarca insanı öldürmekten çekinmiyorlar! Şimdi bana söyleyin - ne zaman ve hangi nedenle bir hareket veya davranış doğru veya yanlış olabilir?? Mesela insan öldürmek ne zaman iyi bir davranış olabilir? Buna kim karar verecek ve neye göre karar verecek? Ölüm cezası (İdam) yanlışsa, neye göre yanlış? Demokrasinin ve özgürlüklerin ülkesi dedikleri ABD’de ölüm cezası var, AB’de de ise yok! Hangisi haklı ve niçin? Başka bir örnek ise kürtaj (cocuk aldırma). Kürtaj doğru bir davranış mı - evetse neye göre?? Bunu insanlar nerden bilecek? Bazı batı ülkelerinde 2 aylığı geçtikten sonra kürtaj yasak, bazı ülkelerde 4 aylıktan sonra, bazı 6 aylık, ve hatta 8 aylığı kadar çocuk aldırma serbest olan ülke var. Hangi ülke çocuk alarak katillik ediyor ve nerden bileceğiz annenin karnındaki bebeğin ne zaman canlı olup olmadığını? İnsanlar neyin doğru ve yanlış olduğuna nasıl karar verecek!? İnsanlar sürekli ihtilaf içindeler. Her ülkenin kendi doğru gördüğü yasaları ve kanunları var, ve hepsi farklı farklı. Ve yeni bir yönetim geldiği zaman, ülkedeki yasalar değişiyor. Yasalar sürekli değişim halinde. Tamamen anormal olan şeyler bile değişiyor zamanla. Mesela batıda 1950-60lardan önce eşcinsellik büyük bir suçtu, şimdi ise çoğu ülkede normal! Şimdi bana açıklayın – peygamberimiz yanlış veya çirkin bir davranışta bulunduysa, neye göre ve kime göre bulundu?? Şu bir doğru ki, gerçekten bir Allah varsa, ancak O berlirleyebilir doğruyu ve yanlışı, suçu ve hakkı! Çünkü insanı, hayatı ve kainatı yaratan Allahsa, o zaman insanın tabiatını, sorunlarını ve cözümlerini en iyi bilen O’dur! Yani peygamberimiz ne işlediyse o davranış doğru olur - Allahın resulüyse! Bu yüzden Allah’ın varlığını veya yokluğunu tartışmadan önce, peygamberimizin hayatını (yani davranışlarını ve belirlediği kanunları) tartışmak (ve kötü göstermeye çalışmak) tamamıyle boş olur. Allah gerçekten yoksa, davranışları tartışmak saçma ve sebepsiz olur, çünkü o zaman insan ölüm vaktinin çatmasına kadar, hayvan gibi serbest ve özgür yaşayabilir. Yani neyin doğru ve yanlış olduğunu insan kendisi belirler. Allhın varlığını veya yokluğunu tespit edebilmek için, hangi yöntemi kullanmak doğru olur? İşte önümüzdeki konu budur! Bilim mi yoksa akıl mı? Ateistlerin büyük yanılma noktalarından bir tanesi, sadece fiziki olan ve direkt hissedilen şeylere odaklanmalarıdır. Fiziki olmayan bir sürü varlık vardır, mesela; acı, sevgi, fikir, düşünce ve yer çekimi. Aynı zamanda direkt hissetdilmeyen şeyler vardır (bunu ilerde açıklayacağız). Allahın varlığı hissedildiği için aklidir. Yani Allahın varlığı entellektüel şekilde ispatlanabilir. Bilimsel şekilde ispatlanamaz. Bunu açıklayacağız, yalnız önce şu ölçüleri perspektife koymamız lazım; Her şeyin kendi yeri vardır. Bilimde, ancak fiziki ve direkt hissedilen şeyler üzerine araştırma yapılır. Fiziki olmayan ve direkt şekilde hissedilmeyen şeyler bilim alanının dışındadır. Bazı eşyala-ilgili-mefhumlar bilimin içinde, bazıları dışında, hayatla-ilgili-mefhumların hepsi ise, bilimin dışındadır. Bir şeyin kaanatına varmak için hissedilmesi lazımdır. Hissedilmezse ret edilir. Bunu daha fazla açıklamadan önce, bilimin ve akılın farklarına bakmamız kaçınılmazdır. Bilim – Bilim, bir şeyi/vakıayı daha detaylı biçimde akıl edebilmek için bir vesile veya üsluptur. Astronomi, biyoloji ve benzeri fiziki ve direkt hissedilen şeyler bilimle alakalı şeylerdir. Mesela uzaydan taş alınır, labutuvarda deneyler yapılır ve bir takım sonuçlara ulaşılır. Taşı normal olmayan durumlara koyulur (mesela ısıtılır, dondururlar ve değişik maddelerle karıştılır vb.), ve böylece sonuçlara ulaşılır. Başka örnek; hangi maddelerin, vücuttdaki hangi organlara faydalı olduğunu tesbit edebilmek için, labaratuvarda değişik deneyler yapılır. Bu bilimdir. Yani fiziki ve direkt hissedilen (ve labutuvarda/aletlerle) sınırlı olan şeylerdir. Bilimin sonuçları her zaman kesin değildir. Akıl – Akıl ise farklıdır. Akıl fiziki olmayan ve direkt hissedilmeyen bölgelerde de kullanılır. Bir şeyi akıl etmek için şu dört şey olması lazım; Vakıa(1), duyu organları(2), sağlıklı beyin(3) ve ön bilgiler(4). Bu dört şey olmazsa herhangi bir şeyi akıl etmek mümkün değildir. Mesela; bir şeyi akıl etmek için elbette önce bir vakıa/şey(1) olması lazım. Sonra insan vakıayı duyu organlarıyla(2) hissetmesi lazım. İnsan vakıayı hissedince bu yansıma beyine(3) ulaşır. İnsan vakıayı hissettikten sonra, ve beyinle idrak edince, vakıayla ilgili önbilgileri(4) kullanması lazımki o vakıa üzerine yargı yapabilsin, yani o vakıa üzerine fikir öne sürebilsin. Bu dört husus herhangi bir şeyi akıl etmenin aşamasıdır. Saydığımız dört şeyin herhangi birisi yoksa, hiç bir şeyi akıl etmek mümkün olmaz. Buna akli metot denir – insanın normal düşünme şekilidir. Ön bilgiler, hisler ve sebep/etki konularını perspektife koymak lazım ki, düşünmek hatalı olmasın. Yanlış düşünme şekili olursa, fikir açısından Allahın varlığına ulaşamayız. Ön bilgiler akıl etmek için kaçınılmazdır – Ön bilgiler olmazsa düşünme olamaz. Mesela cep telefonu bir vakıadır(1). Cep telefonu duyu organlarımızla(2) hissettiğimiz zaman, beynimize(3) ulaşır. Yalnız ancak telefon hakkında önbilgimiz(4) varsa, onun ne olduğunu kavrayabiliriz/yorumluyabiliriz. Hiçbir ön bilgimiz yoksa, cep telefonunu ağıza mı sokmak gerekir, yoksa mutfakta kullanılan bir alet mi, yoksa arabanın tekerini şişiren bir alet mi, nerden bileceğiz? Cep telfonunun üzerine yargı etmemiz için( cep telefonu hakkında hüküm verebilmemiz için) , önce ön bilgileri toplamamız lazım. Bu kadar basit. İnsan hayat alanındaki her davranışlarında ön bilgilerine göre düşünür ve davranır. Yaşamak için ön bilgiler zaruridir! Hislere gelince – Bahsettiğimiz gibi bir şeyi akledebilmek için, duyu organlarımızla(2) bir şeyi/vakıayı hissetmemiz lazım, yoksa o şeye neden inanalım? Noel babaya, ejderhalara veya yeşil renkli uzaylılara neden inanalım hissedemiyorsak? Bir şeyi hissetmek direkt( dolaysız) veya endirekt ( dolaylı) şekilde olur. Mesela karşımızda bir uçak varsa, bu ucağın varlığını direkt şekilde hissedebiliriz. Bu direkt hissetme olur. Bu uçağın insanlar tarafından sanayide üretildiğini direkt değil, indirekt şekilde hissedilebiliriz. Bu endirekt hissetme olur. Uçağın insanlar tarafından üretildiğini kimse reddedemez ve tersini isbatlayamaz – bunu direkt hissetemedikleri halde! Çünkü insan herhangi bir şeyi akletmek için ön bilgilerini(4) kullanır. Ve ön bilgilerimize(4) göre hiç bir vakıa/varlık (mesela uçak) kendi kendine veya tesadüfen veya rastgele aşamalardan geçerek veya aniden gökten meydana gelemez. Uçağın sebepsiz kendinden meydana geldiğini düşünmek, endirekt hislere ve ön bilgilere tamamen aykırıdır. Bir trafik kazası gerçekleştikten sonra, olay yerine ertesi gün gelen insanlar, kazanın kendisini direkt hissetmedikleri halde kazayı inkar etmezler. Çünkü olay yerindeki kaza enkazı toplanmadıysa , kırık cam, kırk araba parçaları, kan ve yolda teker izleri olur. Bunlar, insanın ön bilgilerine(4) göre, tesadüfen meydana gelmeleri mümkün olmadığı için, kazanın direkt şekilde hissetdilmediği halde, kazanın varlığını kabul etmek doğal olur. Çünkü olay yerinde, kazanın gerçekleştiğini gösteren işaretler vardır. Yani kazanın gerçekleştiğine dair hiç şüphe etmeden endirekt hissedilebilir. Aynı şekilde, kumda ayak izleri veya pencerede parmak izlerinin (ön bilgilere göre(4)) birilerin onları oraya bıraktığını endirekt hissedilir. Tesadüfen veya kendi kendine geldiğini öne sürmek, hislere ve ön bilgilere aykırı olur. Yani akıla zıt olur. Ret edilir. Yer çekiminin varlığının isbatı bilimsel değil, aklidir. Yani yer çekimini isbatlamak bilimle hiç bir şekilde mümkün değildir. Çünkü yer çekimi, fiziki ve direkt hissedilen bir varlık değildir. Yer çekiminin varlığı duyu organlarıyla(2) hissedilebilir (yani akletilebilir), o yüzden bu rededilemez. Yalnız yer çekimini hissetmek direkt değil, endirekt şekilde olur. Mesela masadan bir bardağın yere düştüğünü direkt hissettiğimiz zaman, yer çekimini endirekt şekilde hissedebiliriz. Yer çekimi fiziki bir varlık olmadığı için onu direkt hissetmek mümkün değildir. Sebep ve etki – Ön bilgilermize(4) göre herhangi bir şeyin etkisi olması için, bir sebep olması lazım. Sebep yoksa etkide olmaz. Mesela penceredeki cam, kendi kendiliğne asla kırılmaz (etki). Ya güçlü rüzgardan yada bir top çarptığı zaman (sebep) kırılır. Mesela lamba kendiliğinden yanmaz (etki). Eletrik varsa yanar (sebep). Bu evrensel bir tabiat kanunudur. Sebep yoksa etkide asla olmaz! Ön bilgiler, hisler ve sebep/etki konularını perspektife koyduk. Şimdi bu meselerin üzerinde Allahın varlığına bakalım. Hiçliği ve x-faktörü akılla yargılamak – Hiçlik, hiç bir varlığın olmaması anlamına gelir. Hiçlikten, insan hayat ve kainaatın tesadüfen ve sebepsiz var olması tamamen imkansızdır. Çünkü hiçlik hiçliktir. Yani başlagıçta ne Allah veya başka tanrı var, ne de molekül, atom, mikrop, madde, tabiat kanunu, gezegen, ışık, renk veya bir alan! Hiçlik tasarlanamaz, çünkü tasarlanacak hiç bir şey yoktur!! Böyle bir hiçlikten, aşırı sistematik ve düzenli bir kainatın doğması, hayat ve insanın meydana gelmesi, akıla hakaret değilmidir!!! Çünkü buna inanmak, hislere ve ön bilgilere tamamen zıttır!! Hiçlikten nasıl varlıklar oluşsun ki – hiçlik ebediyen hiçlik olarak devam eder!! Hiçlikten varlık olması için mutlaka bir sebep lazım – çünkü sebepsiz etki olmaz (bunu açıklamıştık)! Bu yüzden başlangıçta bir x-faktörün (sebep) var olması mecburdur! Bu x-faktör atom, molekül, ışık veya herhangi fiziki madde gibi sınırılı ve ihtiyaçlı olamaz. Çünkü sınırı ve ihtiyaçı varsa, herhangi bir madde gibi olur, yani onun başlangıçı olur. Yani mevcudiyeti başka bir ’şeye’ bağımlı olur. Aksine bu x-faktörin ebedi ve ezeli (yani sınırsız ve ihtiyaçsız) olması kaçınılmazdır. Yani bu x-faktör ilk varlık olup, başka hiç bir şeye bağımlı olmayan varlık olması lazımdır. Bu x-faktörü endirek şekilde hissedebiliriz. Akılla x-faktörün varlığına nihayet ulaştık. Bu x-faktör Allah mı yoksa bambaşka bir varlık mı, onu başlangıçta bilemeyiz. Sadece şüphe edilmeyecek şekilde kendisini tanıtırsa bilebiliriz. Şimdi x-faktörürün kim ve ne olduğu sorusu kaldı! Akıl açısından insana bir bakış – Ön bilgilerimize(4) göre hiç bir şey tesadüfen ve sebepsiz hiçlikten meydana gelemez – yani ’etki’ olması için ’sebep’ zaruridir. Uçak, bina, araba ve elektronik aletler, düzenli ve sistematik varlıklardır. Arabanın direksiyonun dört tekerini kontrol etmesi, arabanın vitesi, aynaları, motoru ve benzin deliğinden motora kadar giden boru, arabanın sistematik olup, kendi kendiliğinden gelmesi veya aşamalardan bir evrimden oluşmasına inanmak akılla mümkün değildir!! Endirekt hislerle arabanın insanlar tarafından üretildiğini kavramak zor değildir. Araba sebebsiz meydana gelemez. Peki ya insan?? İnsan, arabayla veya uçakla kıyaslanamaz. Çünkü insan bunlardan çok daha sistematik ve düzen içindedir. İnsanın görmek için gözleri, duymak için kulakları, düşünmek için beyni, çiğnemek için dişleri, tutmak için elleri ve yürümek için ayakları var!! Sebepsiz, hiçlikten varlık meydana gelmesi, sonra bu varlık evrimden geçmesi, ve sonunda sistematik ve düzenli insan olması akla aykırıdır. Birincisi hissedilmemiş bir şeydir. İkincisi ön bilgilere ters düşen bir şeydir (konumuz evrim teorisi olmadığı için, bu başlıkta açıklamıcağız). Gördüğümüz gibi ateistlerin hatası, sadece fiziki olan ve direkt hissedilen şeylere odaklanmalarıdır. Düşünme şekilleri düzgün olmadıkları için, fikirleride çürük çıkmakta. Akli ve Nakli – Akli meselesini açıkladık. Akli meseleler duyu organlarıyla(2) vakıayı/şeyleri(1) hissedebilen meseledir. Nakli meselesine gelince, bunlar duyu organların dışında olan şeylerdir. Yani hissetmekle alakası olmayan şeylerdir. Mesela 1. dünya şavaşının büyük bir kısmı nakledildi – tarih kitaplarında yazıyor ve hissetmenin dışında. Güvenli kaynaktan geldiyse, yani rivayet eden şahıslar güvenilir kişilerse kabul edilir, değilse ret edilir. İslamiyette, hislerin dışında olan meselelere gelince - mesela cehennem, cennet ve cin - bunlar nakli konulardır. Yani Kuran bunları rivayet eder. Cehennem ve cenneti kabul etme veya ret etme meselesi, Kuranın hakkikatına – yani doğru mu yoksa yanlış mı olduğuna bağlıdır. Yani Kuranın hak olduğu hissediliyorsa (yani akledilebiliniyorsa), Kurandaki nakledilenler (mesela cehennem ve cennet) kabul edilir ve hiç şüphe edilmez. Çünkü o zaman bunu rivayet eden Allahtır ve Allahın yalan söylemeye ihtiyaçı yoktur, çünkü O ebedi ve ezelidir. Kuranın hak olduğu hissedilmiyorsa o zaman rivayet edilen cehenneme ve cennete neden inanılsın? ***********
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.