Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

HUSEYIN SASMAZ

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    11
  • Katılım

  • Son Ziyaret

HUSEYIN SASMAZ - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Türkiye'de kendi hegomonyasını güçlendirmek, ideolojisini tam anlamıyla hakim kılmak ve en büyük düşman diye nitelendirdiği İslam’ı yeryüzünden silmek için çabalayan Amerika'nın, yerli işbirlikçileri ile başlattığı 'Ergenekon' adlı operasyonu sürüyor… Amerikanın, işbirlikçisi hükümet ve onun yandaşı medya ile birlikte, ulusalcı unsurları içinde barındıran, ve bir asır öncesinin süper gücü İngiltere’nin siyasetinin güdümünde hareket eden bir örgüt olduğu bilinen Ergenekon operasyonunda ülkede kendi karşısına çıkabilecek tüm güç unsurlarını ortadan kaldırmak istediği açık ve net… Ergenekon haberlerinin son serisinde kıytırık bir örgütlenme olan Ergenekon ile küresel çalışan ve amacı İslami yeniden başlatmak olan Hizb-ut Tahrir hayatı yan yana getirilmek suretiyle Müslümanlar nezdinde itibarını lekelemek istiyorlar. Bu şekilde haber ve yayınlar ile de İslami bir parti olan ve küresel alanda faaliyet gösteren Hizb-ut Tahrir’i Ergenekon operasyonu içine çekmek istiyorlar… Fakat Hizb-ut Tahrir’in geçmişini incelediğimizde bunun gibi nice haberler yapıldığını ve hepsinin ters teptiğini ve Hizb-ut Tahrir’in metodundan ve yolundan sapmadan hedefine sabit ve emin adımlarla yürüdüğünü görüyoruz. Allah teâla iftira atan ve yalan haber yapan, çamur at izi kalsın mantığını kullanan zihniyetlere ne güzel cevap veriyor ve nasihat ediyor: "Siz o iftirayı dilinize dolamıştınız. Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız şeyi ağzınızla söylüyor ve onu önemsiz birşey sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah nezdinde büyük bir günahtır" (en-Nur 16-15) NOT;Idiia edilen Metnin cok iyi dikkatlice okunmasini rica ediyor,akli selim kisinin iftira oldugunu anlayacagini umuyorum.
  2. Rabbimiz bu anları Kur’an’ı Kerim de şöyle açıklıyor: يوم يفر المرء من أخيه(34)وأمه وأبيه(35)وصاحبته وبنيه “O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır.” (Abese 34-36) Evet, bu mahkemeden sonra insanlar Cennet veya Cehenneme doldurulurlar. Bu anı Rabbimiz şöyle bildiriyor: إذا ألقوا فيها سمعوا لها شهيقا وهي تفور “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.” (Mülk7) فاعترفوا بذنبهم فسحقا لأصحاب السعير “Böylece günahlarını itiraf ederler. Çılgın alevli Cehennemlikler yok olsunlar!” (Mülk-11) Bu ve buna benzer diğer ayeti kerimelerde, kendilerine gelen peygamberi inkâr edip, onu dinlemeyerek onun getirdiklerine uymayanların gideceği yerin korkunçluğu bir şekilde bize anlatmaktadır. Kâfirleri gerçekten çok kötü bir akıbet beklemektedir. İbni Abbas’tan Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: ياأيها الذين آمنوا اتقوا الله حق تقاته ولا تموتن إلا وأنتم مسلمون “Ey inananlar! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler, ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran-102) ayetini okuyup şöyle buyurdu: “Eğer zakkumdan bir damla yere damlatılmış olsaydı o damla dünyadaki canlıların geçim vesilesi/gıda maddelerini bozardı. Artık zakkumdan başka yiyeceği olmayanın (Cehennem halkının) hali nasıldır?” (İbni Mace 4325) إن الذين كفروا بآياتنا سوف نصليهم نارا كلما نضجت جلودهم بدلناهم جلودا غيرها ليذوقوا العذاب إن الله كان عزيزا حكيما “Doğrusu ayetlerimizi inkar edenleri ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, hâkimdir.” (Nisa 56) Hasan-ı Basri bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: Ateş onları her gün yetmiş bin defa yiyip bitirir. Onları her bitirdikçe onlara, ‘eski halinize dönün denir.’ Onlar eski hallerine dönerler. Buraya kadar naklettiğimiz ayetler kâfirler, iman etmeyenler, Allah Subhenehû ve Teala’ya eş koşanlar, tagutlar, münafıklar, hainler ve bazıları da günahkâr mü’minler hakkındadır. Ancak günahkâr mü’min iman sahibi olduğu için ebedi olarak Cehennemde kalmayacaktır. Allahu Teala şöyle buyurdu: خالدين فيها ما دامت السماوات والأرض إلا ما شاء ربك إن ربك فعال لما يريد “Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedi kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.” (Hûd 107) Bu ayetlerdeki vasfedilen kişilerin dünya hayatlarına bakıldığında iman etmedikleri, Peygamberi tanımadıkları, vahyi dünya hayatlarına hakem kılmadıkları görülür ve bundan dolayı da kötü son ile karşılaşacak, ebedi bu hal üzere kalacaklardır. Rabbimiz, iman etmeyenlerin dünya hayatındaki amellerinin hiç bir değerinin olmadığını yüce kitabında şöyle bildiriyor: والذين كفروا أعمالهم كسراب بقيعة يحسبه الظمآن ماء حتى إذا جاءه لم يجده شيئا ووجد الله عنده فوفاه حسابه والله سريع الحساب “İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da (inanmadığı, kendisinden sakınmadığı) Allah'ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Nur 39) Bir topluluk vardır ki, samimi olmalarına rağmen farz sınırlarını gözetmeyerek bazı önderlerin arkasından gitmişlerdir. Bunların da kötü bir sona ulaşacaklarını Rabb’imiz kitabında şöyle bildirdi: يوم تقلب وجوههم في النار يقولون ياليتنا أطعنا الله وأطعنا الرسول(66)وقالوا ربنا إنا أطعنا سادتنا وكبراءنا فأضلونا السبيل(67)ربنا آتهم ضعفين من العذاب والعنهم لعنا كبيرا “Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” (Ahzap 66-68) ويوم يعض الظالم على يديه يقول ياليتني اتخذت مع الرسول سبيلا(27)ياويلتي ليتني لم أتخذ فلانا خليلا “Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov. Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim!” (Furkan 27-28) Bu ayetlerden anlaşılıyor ki; kişi kimi takip ediyorsa, hangi kitle ile çalışıyorsa, nasıl bir devlete ve idareciye tabii ise, kimi yardımcı edindiyse, kimi dost seçiyorsa onlarla beraber haşrolunacaktır. Eğer Kur’an ve Sünnet ölçü alınıp marufu emreden, münkerden sakındıranlarla beraber olunduğu takdirde Allah Subhenehû ve Teala’nın rızasına nail olabiliriz. Aksi takdirde sonuç, ayetlerde belirtildiği gibi hüsran ile bitebilir. Rabb’imizin, akıbeti kötü olanlar için Kur’an da verdiği misal gerçekten akıllara durgunluk verecek derecededir. Şöyle buyuruyor: انطلقوا إلى ما كنتم به تكذبون(29)انطلقوا إلى ظل ذي ثلاث شعب(30)لا ظليل ولا يغني من اللهب(31)إنها ترمي بشرر كالقصر(32)كأنه جمالة صفر(33)ويل يومئذ للمكذبين “İnkarcılara o gün şöyle denir; Yalanlayıp durduğunuz şeye gidin. Gölge yapmayan ve ateşten de korumayan Cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin. O gölgenin saldığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibide büyüktür. Yalanlamış olanların o gün vay haline.” (Mürselat 29-34) Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem Cehennem ateşinin ısısını şöyle anlatıyor: “Allahu Teala, Cehennemin bin sene yanmasını emir buyurdu. Ta ki ateşi kıpkızıl kesildi. Sonra bin sene daha yakıldı. Ta ki ateş bembeyaz kesildi. Sonra bin sene daha yakıldı. Ta ki ateşi simsiyah kesildi. Binaenaleyh Cehennem simsiyah ve karanlıktır.” (Tirmizi) Ahiret gününde ne kadar korkunç bir son ile karşı karşıya kalabileceğimizin hesabını şimdiden yapmalı ve kendimize bir çeki-düzen vermeliyiz. Allah ve Resulüne teslim olmalıyız. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “İman etmeyenlerin içinde en hafif azabı amcam Ebu Talib’e çektirilir ki, onun ayağına bir terlik giydirilir ve Cehennemin bir katmanında gezdirilir. Ayağından aldığı ısıdan dolayı beyni kaynar. Diğer taraftan azılı kâfirler ateş içinde cezalandırılırken ateşin sıcaklığından dolayı su ister ona bir kâse içinde su verilir, onun içinde kan, irin karışımı vardır. O kâseyi içmek için ağzına yaklaştırdığında, kâsenin içindeki su karışımının sıcaklığından dolayı yüzünün deri ve etleri kâseye dökülür, böyle olmasına rağmen o kişi bu suyu içer çünkü içinde bulunduğu ateş daha sıcaktır.” Şu bir gerçektir ki, Cennet ve Cehennem hakkındaki bütün deliller akla hitap eder ve de her akıl sahibi bu delilleri anlayabilir, ona göre de kendisine bir istikamet seçebilir. Dünya hayatında iman eden ve salih amel işleyenlerin durumu, yukarıda anlatmaya çalıştığımız isyan ehlinin durumundan çok farklıdır. Bu durumu Rabb’imiz mü’minler için nur ve hidayet kaynağı olan Kur’an’ı Kerim de şöyle anlatır: فأما من أوتي كتابه بيمينه فيقول هاؤم اقرءوا كتابي(19)إني ظننت أني ملاق حسابي(20)فهو في عيشة راضية(21)في جنة عالية(22)قطوفها دانية(23)كلوا واشربوا هنيئا بما أسلفتم في الأيام الخالية “Kitabı sağından verilen; Alın kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplama ile karşılaşacağımı umuyordum, der. Artık o meyveleri sarkmış, yüksek bir bahçede, hoş bir yaşayış içindedir. Onlara şöyle denir; Geçmiş günlerde, peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz içiniz.” (Hakka 19-24) والذين آمنوا وعملوا الصالحات سندخلهم جنات تجري من تحتها الأنهار خالدين فيها أبدا لهم فيها أزواج مطهرة وندخلهم ظلا ظليلا “İnanıp yararlı iş işleyenleri, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz.” (Nisa 57) Enes İbn-i Malik’den Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: “Pak ve yüce olan Allah Cehennemliklerin en hafif azaplısına ‘Dünya ve dünyadaki her şey senin olsa şu azaptan kurtulmak için onu fidye eder miydin? buyurur.’ O kul; ‘Evet fidye ederdim.’ der. Allah; ‘Sen ademin sülbünde iken ben senden bu fedakârlıktan daha ehven bir şey istemiştim. Bu bana ortak koşmamandı. (Ravi şöyle dediğini de zannediyorum dedi.) Ben de seni ateşe katmayacaktım. Fakat sen (dünyaya gelince tevhitten) imtina ettin de şirkten ayrılmadın, buyurdu.” Enes İbn-i Malik’den rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Cehennemliklerden dünya ehlinin en nimetli ve refahlısı olan kimse kıyamet gününde getirilir ve ateşe bir daldırılış daldırılır. Sonra ‘Ya Âdemoğlu, sen hiçbir hayır gördün mü? Sana herhangi bir nimet uğradı mı? diye sorulur. O kul; ‘Hayır vallahi ya Rab, der. Cennet ehlinden olup da en çetin ve meşakkatli hayat süren bir kişi getirilir ve Cennete bir daldırılış ile daldırılır. Müteakiben ona da; ‘Ey Âdemoğlu, sen hiçbir çetinlik ve sıkıntı gördün mü? Sana herhangi bir sıkıntı ve zorluk uğradı mı? diye sorulur. O da; Hayır vallahi ya Rab. Bana asla şiddetli fakirlik ve ihtiyaçtan dolayı fena bir hal arız olmamıştır. Ben asla bir hayat çetinliği ve zorluğu görmedim, der.” (Müslim 2807) İmam Malik İbn-İ Enes, Zeyd İbn-i Estem’den, o da Ata İbn-i Yesar’dan, o da Ebu Said Hudri’den tahsis etti ki, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle demiştir: “Allah, Cennet ahalisine; ‘Ey Cennet ahalisi’ diye buyurur. Onlar; Ey Rabbimiz ferman buyur, emrini ifaya her zaman hazır ve kullukta daimiz. Hayır, senin iki elindedir’ derler. Allah; ‘Nasıl bu halinizden razı mısınız?’ buyurur. Kullar; ‘Ya Rab nasıl razı olmayalım? Sen bize mahlûkatından hiçbir kimseye vermediğin bunca nimetleri ihsan buyurdun’ derler. Allah; ‘Ben sizlere muhakkak bunlardan daha faziletli ve daha şerefli bir nimet vereceğim’ buyurur. Kullar; ‘Ey Rabbimiz bu nimetlerden daha faziletli ve daha kıymetli hangi nimet vardır ki?’ derler. Bunun üzerine Allah; ‘Ben sizin üzerinize Rıdvan’ımı (Razı ve hoşnut olmamı) indiriyorum ve artık bundan sonra sizlere ebediyen darılmayacağım’ buyurur.” (Müslim 2892) Bu gün ümmet nasıl da topuklarının üzerine dönmüştür! Hiç şüphesiz buna en büyük neden Hilafetin yıkılması ve Şer’i hükmün hayat sahasından kaldırılması ile olmuştur. Ne yazık ki ümmet, İslam’ın öngörmediği işleri yapmakta ve küfür nizamlarından kaynaklanan birçok şeylere itikat eder olmuşlardır. Bunlar; demokrasi, laiklik, kapitalist ideolojiyi, komünizm, tasavvuf, körü körüne şahıslara bağlanma ve onları hüküm koyucu konumuna yükseltme, mantık, felsefe, atalar dini, fayda-zarar, kolay-zor, menfaatçilik, tedricilik, milliyetçilik, vatancılık, heva ve nefsi hüküm koyucu edinme vs. dir. Bunlara daha sonra detaylı olarak değineceğiz. Cennet ve Cehennem hakkında Ebu Said’ten rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Kıyamet günü Cennet ehli Cennete, Cehennem ehli Cehenneme ayrıldıktan sonra, ölüm aklı, karalı alaca bir koyun suretinde getirilir. Cennet ile Cehennem arasında durdurulur. Müteakiben, Ey Cennet ahalisi! ‘sizler bunu tanıyor musunuz’ denilir. Cennetlikler hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru kaldırırlar ve ona bakarlar. Ardından; ‘evet tanıyoruz bu ölümdür’ derler. Sonra, Ey Cehennem ahalisi! ‘sizler bunu tanıyor musunuz’ diye sorulur. Onlar da başlarını kaldırıp bakarlar ve ‘evet tanıyoruz bu ölümdür’ derler. Bunu takiben koyun suretindeki ölümün Cennet ile Cehennem arasında kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra Ey Cennet halkı! ‘Cennette ebedi yaşayacaksınız artık ölüm yoktur. Ve Cehennem halkı sizler de karargâhınızda ebedisiniz, artık ölüm yoktur’ denilir.” Bundan sonra Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şu ayeti okudu: وأنذرهم يوم الحسرة إذ قضي الأمر وهم في غفلة وهم لا يؤمنون(39)إنا نحن نرث الأرض ومن عليها وإلينا يرجعون “Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulundukları ve hala inanmayanları, onları, işin bitmiş olacağı o haslet günü ile uyar. Şüphesiz biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara varis olacağız. Onlar bize döneceklerdir.” (Meryem-39-40) Efendimiz bu ayeti okurken eliyle dünyaya işaret etmiştir. (Müslim 2849) ونادى أصحاب النار أصحاب الجنة أن أفيضوا علينا من الماء أو مما رزقكم الله قالوا إن الله حرمهما على الكافرين “Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları dinlerini alay ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkârcılara ikisini de haram kılmıştır, derler.” (Araf 50) Buraya kadar aktardıklarımızdan da anlaşılacağı gibi Ahiret günü hesap, haşru neşr’in gerçekten çok çetin geçeceğidir. Rabb’imiz şöyle buyurmuştur: ألا يظن أولئك أنهم مبعوثون(4)ليوم عظيم(5)يوم يقوم الناس لرب العالمين “Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar âlemlerin Rabbinin huzurunda dururlar.” (Mutaffifin 4-6) ياأيها الناس إن وعد الله حق فلا تغرنكم الحياة الدنيا ولا يغرنكم بالله الغرور “Ey insanlar! Allah'ın vadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek sizi ayartmasın!” (Fatır 5) “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir. Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, kurtuluşa erişenlerdir.” (Haşr 18-20) Ey Âdemoğlu! Öyle bir mahkemeden geçeceksin ki orada torpil yok, aracı yok, rüşvet yok, Allah Subhenehû ve Teala izin vermezse şefaatçi yok, her yönden çepeçevre kuşatılmışsın, yaptığın her iş ve sözde, beş ayrı şahit ile Yüceler Yücesi Allahu Teala’nın mahkemesine geleceksin. Gel yol yakınken, yaşarken, kendi kendini muhakeme et... Yol yakınken hidayete tabi ol, kalıcı olan nimetlere bağlan, talep et... Allah Subhenehû ve Teala katında hayırlı olan nimetlere bağlan. Allah’a ve Allah’tan gelen iman ve yaşam esaslarına sımsıkı sarıl, akideni yeniden gözden geçir, kontrol et, amellerinin ölçüsünü nereden alıyorsun ona bir bak, yanlışsa o ölçüleri terk et, tövbe et. Böylece ahiret gününde yüzleri ağıranlardan ol, yüzleri kararanlardan değil. Şunu bil ki; Allah Subhenehû ve Teala’yı asla kandıramazsın. Sözünde özünde dosdoğru ol. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ilahi emrine Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem sımsıkı sarılmıştı sende rehberini takip et, ona uy.
  3. İnsanın hayata bakış açısı, onun yaşamı açısından çok önemlidir. Çünkü süreceği yaşam onun hayat hakkındaki anlayışına göre şekil alır. Temel dinamik ve kişinin hayat hakkında kabul ettiği temel fikir ne olursa, süreceği yaşam da onun üzerine bina edilecektir. Kişi hayatiyet taşıyan ‘nasıl yaratıldığı’ gibi soruları kendisine sormalı, cevap verirken de insaflı davranmalı, cevaplarda kesinlik ve katiyet aramalıdır. Bu kesinlik ve katiyet onda imanı meydana getirecektir. İman kelimesi şeksiz, şüphesiz emin olma anlamına gelir. İslâm'ın hayat hakkında ortaya koyduğu fikir, her şeyin öncesinde bir yaratıcının varlığına iman ki o da; Allahu Teala'dır. Hayat sonrasına da iman etmek gerekir ki o da; Ahiret günüdür. Hayat ile hayat öncesi arasındaki münasebet iki konuyu kapsar: 1-Yaratıcı, yaratık ilişkisi, 2-Allah'ın emirleri. Hayat ile hayat sonrası arasındaki münasebet de iki şeyi kapsar: 1-Ölümden sonra dirilme, 2-Haşr-u neşr ve insanın dünyada yaptığı fiillerinden sorulması. Allah'a İman: Allah'a iman; yani onun varlığına iman, bizler için atalarımızdan kalma geleneksel bir iman olmaktan çıkıp, daha delilli ve tahkiki olmalıdır. Yani insan, Allah'a iman etmesi gerektiğini araştırma, incelemeler sonunda ikna olarak anlamalı ve bundan emin olmalıdır. Aksi takdirde kişinin Müslüman anne ve babadan doğması bir avantaj kabul edilebilir. Kişi tahkiki imanı gerçekleştirdiği takdirde Yahudi bir anne babadan veya dinsiz bir anne babadan olması onu etkilemeyecektir. Çünkü o araştırması sonucu Allahu Teala'yı tespit edecektir. Geleneksel olarak iman eden kişi Hıristiyan bir anne babadan doğdu ise Hıristiyan, Yahudi anne babadansa Yahudi ve dinsiz anne babadan doğdu ise dinsiz olur. Çünkü o kişide taklitçilik mevcuttur. Bu anlamda Müslüman Allah'a olan inancını delilleriyle, kanıtlarıyla tahkiki olarak kabul etmesi gerekir. Allahu Teala'nın varlığını şu üç yolla bulabiliriz: 1-İnsanoğlu aciz bir varlıktır. Bu sebeple aciz olmayana yönelir. 2-İnsanoğlunda mevcut olan içgüdülerden tapınma içgüdüsü onu bir yaratıcıya kulluk etmeye zorlar. 3-Eşyayı kontrol ettiğinde ve onu incelediğinde (asi olan insan haricinde) her şeyin görevini harfiyen yerine getirdiğini ve insanın müdahalesi olmadığı sürece tabiatın müthiş bir düzene sahip olduğunu görür. Bu düzenin içindeki varlık birbiri ile ilişkili ve birbirine bağımlıdır. Bu da göz önünde bulundurulduğunda kendiliğinden oluşması imkânsızdır. Sonuç itibariyle mutlak yaratıcıya ihtiyaç vardır. Bazı ideolojiler varoluşu tesadüflere bağlamışlardır. Bazıları için ise, var oluşun sebebinin yaratılmışlık veya tesadüfilik olmasının o kadar da önemli olmadığı kanaatini taşımaktadır. Müslümanlar için, yukarıda saydığımız şıklar esaslar önem arzeder. Çünkü temel budur. Baştan söylediğimiz gibi temel sağlam ise bina sağlam olur, temel bozuk ise bina ihtişamına rağmen yıkılmaya mahkûmdur. Yukarıda bahsedilen maddeleri örneklerle açıklayacak olursak: İnsanın acizliği: İnsan, belli bir mesafeye kadar görebilir, belli bir mesafeden ses işitebilir, belli bir mesafeye sesini ulaştırabilir, belli bir hızda koşabilir ve yaşam süresini kendisi belirleyemez. Bu saydıklarımız dışında örnekler daha da arttırılabilir. Bu sebeple zaafa düştüğü, aciz kaldığı zamanlar ve muhtaç olduğu zamanlar çoktur. İşte, bu zamanlarda kendisini düştüğü bu çıkmazdan kurtaracak bir güç arar veya hayatın devamını sağladığını zannettiği bir güce yönelerek onu ilah edinir. Bu aynı zamanda onda mevcut olan tapınma içgüdüsünün tecellisidir. Çevresini aydın bir bakışa sahip olmadan incelediğinde şöyle bir tespit yapabilir: Güneş suyun buharlaşmasını, bu da yağmur bulutlarının meydana gelmesini, bunun sonucu olarak da yağan yağmurla nebatın meydana geldiğini, aynı zamanda güneşin olmaması halinde bunların meydana gelmeyeceğini düşünerek güneşi yaratan edinebilir. Nitekim, geçmişte bu şekilde yaşamış, buna benzer birçok toplumlar vardır. Onların ilahları kâinat içindeki varlıklardan oluşmaktadır. İşte bu problemin esasını teşkil etmektedir. Çünkü, insan duyu organlarıyla algıladıklarını sınıflandırırsa karşısına kâinat, bu kâinatta bulunan canlı, cansız varlığın yaşam süreci, kâinatın içinde bulunmasına rağmen onlardan düşünme yetisi ve karar verme yetisiyle ayrılan insan gerçeğiyle karşılaşacaktır. Bu algıladıklarının hepsi insanın kendisi gibi acizdir ve sınırlıdır. O halde bu aşamada bu aciz ve muhtaç varlık âleminin öncesinde ne vardır? sorusu akla gelmektedir. Çünkü aciz ve muhtaç olanın, aciz ve muhtaç olmayan bir düzenleyiciye/yaratana ihtiyacı vardır ki, bu da her şeyi yoktan var eden Allahu Teala'dır. Bu gelinen aşamadan sonra şu sorular insanın aklını kurcalayabilir: Yaratıcı yarattı, peki ben yaratıcımla nasıl alaka kuracağım ve Yaratıcının yaratmasındaki maksat nedir? İşte, bu sorunun akabinde devreye peygamberler girmektedir. Yani Allah'ın elçileri. Onlar Yaratan tarafından aramızdan seçilmişler ve Allahu Teala'nın yaratmasındaki maksadını bizlere bildirmişlerdir. Bu maksat Kur’an’da şöyle zikredilmektedir: وما خلقت الجن والإنس إلا ليعبدوني "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat 56) Buraya kadar yaratıcının varlığı ve yaratılış gayemizin ne olduğu açıklandığına göre sınırlı olan bu kâinatın yok oluşundan sonra ne var? sorusu akla gelir ki, bu da Âhirette imanla bağlantılı bir husustur. Âhirete iman: Yeniden dirilme ve hesap gününe iman, Cennet ve Cehenneme iman gibi hususlar hayata bakışın esası ve açısı olmalı. İslâm akidesinin ve ona imanın önemi, ayrıca hayatla bağlantısı kavranmalıdır. İster Mü’min, ister kafir olsun bütün insanlar bu hayatın bir sonunun olduğunu kabul etmektedir. Ancak ölümün varlığını kabul etmek bizi kurtarmaz. Düşünen insan, ölümden sonra ne var? sorusunu kendisine sormalıdır. Bu soruya işaretle Allahu Teala Kur’an’ı Kerim de şöyle buyurmaktadır: الذي خلق الموت والحياة ليبلوكم أيكم أحسن عملا وهو العزيز الغفور “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 2) Bu ayet gösteriyor ki; hayatın sonunda ölüm vardır, hayata gelişin gayesi kulluktur. Öldükten sonra ise diriliş, hesaba çekiliş, ceza ve mükâfat vardır. Dinimiz bu konuyu iki ana kaynakta detayları ile işlemiştir. İnsan, hayat, kâinat ve bunlara ait düzenlerin yok olacağını, bozulacağını Allahu Teala şöyle bildirmektedir: فإذا نفخ في الصور نفخة واحدة(13)وحملت الأرض والجبال فدكتا دكة واحدة(14)فيومئذ وقعت الواقعة(15)وانشقت السماء فهي يومئذ واهية(16)والملك على أرجائها ويحمل عرش ربك فوقهم يومئذ ثمانية “Sur’a bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır, o gün düzeni bozulur. Melekler onun çevresindedirler, o gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.” (Hakka 13-17) İçinde bulunduğumuz kâinatın, mevcut olan düzenin nasıl yok olacağını ise: إذا الشمس كورت(1)وإذا النجوم انكدرت(2)وإذا الجبال سيرت(3)وإذا العشار عطلت(4)وإذا الوحوش حشرت(5)وإذا البحار سجرت(6)وإذا النفوس زوجت(7)وإذا الموءودة سئلت(8)بأي ذنب قتلت(9)وإذا الصحف نشرت(10)وإذا السماء كشطت(11)وإذا الجحيم سعرت(12)وإذا الجنة أزلفت(13 علمت نفس ما أحضرت “Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman. Yıldızlar düşüp, söndüğü zaman. Dağlar yürütüldüğü zaman. Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman. Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman. Denizler kaynaştırıldığı zaman. Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman. Kız çocuğunun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman. Amel defterleri açıldığı zaman. Gök yerinden oynatıldığı zaman. Cehennem alevlendirildiği zaman Cennet yaklaştırıldığı zaman. İnsanoğlu önceden ne hazırladığını görecektir.” (Tekvir 1-14) Kıyametin anını Rabbimiz şöyle bildirmiştir: يوم ترونها تذهل كل مرضعة عما أرضعت وتضع كل ذات حمل حملها وترى الناس سكارى وما هم بسكارى ولكن عذاب الله شديد “Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş değillerdir, fakat bu sadece Allah’ın azabının çetin olmasındandır.” (Hac 2) ما ينظرون إلا صيحة واحدة تأخذهم وهم يخصمون “Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlık beklerler.” (Yasin 49) Bu ayet önce sur’un üfürüleceğinden bahsetmektedir. Böylece insanların tamamı ölür. ونفخ في الصور فإذا هم من الأجداث إلى ربهم ينسلون “Sur’a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar.” (Yasin 51) Bu ayet sur’a ikinci defa üfürülüşte insanların mezarlarından kalkarak Rablerine gideceklerini bildirmektedir. إن كانت إلا صيحة واحدة فإذا هم جميع لدينا محضرون “Tek bir çığlık kopar, hepsi hemen huzurumuza getirilmiş olur.” (Yasin 53) Böylece insanlar Allahu Teala’nın huzuruna getirilirler ve daha sonra; وأشرقت الأرض بنور ربها ووضع الكتاب وجيء بالنبيين والشهداء وقضي بينهم بالحق وهم لا يظلمون “Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamber ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.” (Zümer 69) Hesap günü Resule gelen Risalete iman edip etmediğimiz, Şer’i hükme bağlı kalıp kalmadığımız hususunda hesaba çekileceğiz. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem muhakeme ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kişi… şu beş değişik şahitler ile mahkemeye gelir. Bir ameli işlerken yeryüzü, onun lehine ve aleyhine şahittir, vücudundaki bütün uzuvlar onun lehine aleyhine şahittir, amel defterleri onun lehine aleyhine şahittir, yazıcı melekler onun lehine aleyhine şahittir ve her şeyi bilen Allah Subhenehû ve Teala onun lehine aleyhine hüküm verir.” Yukarıda geçen şahitlik hususunda Rabbimiz Kitab-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: وقال الإنسان ما لها(3)يومئذ تحدث أخبارها(4)بأن ربك أوحى لها “İnsanın; ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman; İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahiy etmesiyle kendi haberlerini anlatır.” (Zilzal 3-5) وجاءت كل نفس معها سائق وشهيد “Her can, kendisiyle beraber bir sürücü ve şahit bulunduğu halde gelir.” (Kaf 21) Buraya kadar yapılan açıklamalardan şu anlaşılmaktadır ki Kur’an ve Sünnet, dünya hayatında yaptığımız bir işten, söylediğimiz bir sözden dolayı hesap günü beş değişik şahidin şahitliğinde, muhakeme olacağımızı bildirmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: Aişe Radıyallahu Anhuma hesap günü insanların durumunu sorar. Efendimiz; ‘Ya Aişe insanlar kıyamet günü yalın ayak, sünnetsiz olarak, çırılçıplak anadan doğma bir şekilde haşr olacak.’ dedi. Aişe; “Ben utanırım Ya Rasulullah’ dedi. Efendimiz; ‘Ya Aişe, durum senin anladığın gibi değil, o gün her insan kendi nefsinin kurtuluşu derdine düşecek, o yanındakinin cinsiyetine bakmadan daha büyük bir işle karşı karşıya kalacak.” buyurdu.” (Müslim 1193) Aişe Radıyallahu Anhuma annemiz sordu: ‘Ey Rasulullah, kıyamet günü ehlini bizlere hatırlatır mısın?’ Efendimiz; ‘Ey Aişe, amel defteri insanlara verilirken sağdan mı verilecek yoksa soldan veya arkadan mı verilecek, bu an hiçbir kimse hiçbir kimseyi hatırlamaz. Amel defteri Mizan adlı terazinin kefesine konulduğunda terazinin sağ kefesi mi yoksa sol kefesi mi ağır basacak, bu an gerçekleşinceye kadar kimse kimseyi hatırlamaz. Sırat köprüsünden geçme veya geçmeme hali bitinceye kadar hiçbir kimse hiçbir kimseyi hatırlamaz.” buyurdu.
  4. İtalya Ticaret Barosunun 1993 senesinde yaptığı bir istatistiğe göre, lokanta, mağaza ve dükkanların %60'ı mafyaya muntazaman haraç ödemektedir. Ülke çapında işletme sahiplerinin ödediği haraçlar 25 milyar Dolar tutarındadır. Özellikle bazı şehirlerde %100 oranında iş merkezleri düzenli olarak haraç vermektedirler. İngiltere'de bir resmi istatistik "Boşanan erkeklerin %34'ü bayanlarında %22'si evlilik dışı ilişki yaşıyor. Ve bu anormal ilişkiden doğan çocuklar İngiltere'de doğan çocukların %27.7'sini oluşturuyor. 1990 senesinde 200.000 çocuk evlilik dışı ilişkiden doğmuştur." (Kaynak: Sağlıklı kalkınma esasları). Dünyanın bütün sorunlarına doğru çözüm sunan İslam'dan başka bir alternatif kalmamıştır. İslam'ın Raşidi Hilafet Devletinin var olmasıyla sunduğu çözümlerin yegane ve doğru olduğunun nedeni Allah'tan gelmesidir. İslam'ın ön gördüğü yönetim şekli olan Raşidi Hilafet Devletinin ikame edilmesiyle hayatın problemlerine yönelik doğru çözümler hemen uygulamaya konulacaktır. İslam devleti olmadan bu doğru çözümlerin uygulanması mümkün değildir. İşte burada Raşidi Hilafet Devletinin gerekliliği ve ehemmiyeti ortaya çıkıyor. - Siyasi problemi: Sömürgeci kafir devletler Hilafeti yıktıktan sonra İslam ümmetini elli küsür devletçiklere ayırmıştır. Müslümanlar sadece ırkına ve diline göre devletçiklere ayrılmadılar, her bir devlette yaşayan ayrı ırklar arasında yaşanan etkin grup çatışmasından dolayı bu devlet daha da bölünmektedir. Müslümanların bölünmüşlüğünün ve tekrar birleşmemesinin arkasında sömürgeci kafir devletler durmaktadır. Zaten müslümanların başına gelen bütün felaketler; İslam aleminde bulunan sömürgeci kafir devletlerinin hegemonyasındandır. Bu durum devam ettiği sürece siyasi istikrarlılıktan bahsetmek mümkün değildir. Bunun böyle olması gayet doğaldır. Çünkü halkı müslüman memleketlerde uygulanan siyasi sistem ya federal ya da milliyetçiliğe dayanmaktadır. bu da müslümanların vahdeti değil dağılmışlığını pekiştirir. İslam bu durumu şiddetle haram kılmıştır. Çünkü müslümanlar tek bir devlette yaşamaları gerekir. Müslümanların tek ümmet oluşu bütünlük arz eder. Bu devlet ise Raşidi Hilafet Devletidir. Bu devlet ikame edilince yapay sınırlar da kalkacaktır. - Ekonomik problemi: Raşidi Hilafet Devletinin uygulayacağı para sistemi altın ve gümüş nedeniyle; şuanda işsizlik, enflasyon, dış güçlere borçlanma, malın sadece kapital ve sermayedarlar arasında dolaşımı, sömürme amaçlı yabancı yatırımcılar, kamu mülkiyet olan petrolü çalan dış kaynaklı firmalar ve borsalar gibi kapitalizmin ürettiği bütün problemler son bulacaktır. Her şeyden önce İslam'ın ön gördüğü ekonomik siyaset; Raşidi Hilafet Devletinin egemenliği altında yaşayan bütün tebaaların/vatandaşların (iş, eş, mesken gibi) temel ihtiyaçlarını adaletli bir şekilde karşılamaya dayanmaktadır. Doğru olan çözüm ise; Raşidi Hilafet Devletinin benimsediği altın ve gümüş sistemine dayalı ve sabit bir para birimi olacaktır. Raşidi Hilafet Devletinin ekonomisi tamamen bağımsızdır. O; sömürgeci kafir devletlerin gücünü temsil eden dolara, euroya dayalı değildir. Bu nedenle işçilerin ücretleri, malların ve hizmetlerin fiyatları sabit olan para birimine göre belirlenecek. Kamu mülkiyet olan petrol gibi ümmetin servetleri adaletli bir şekilde dağıtılacak. dış güçlere muhtaç olmamak için ilk günden itibaren ağır sanayi kurulacak. Bu ağır sanayi; fabrika, uçak, tank, elektrik ve elektronik eşya kısacası iğneden füzeye kadar her şeyi kapsayacak. Böylelikle Raşidi Hilafet Devleti malları dışardan ithal etmeyip bizzat kendisi üretecek. Tarımsal sorun da ölü arazileri yeniden canlandırarak su ve traktör gibi gerekli ihtiyaçlar bütün çifçilere süratla temin edilecek. Bu arada dışarıda bulunan ümmetin evlatları ve beyin takımı uzmanlardan istifade edilecek. Ekonomik nizam ile ilgili İslam'ın yüzlerce şeri hükümleri bulunmaktadır. Bu şeri hükümler doğru çözümün ta kendisidir. Fakat bu hükümleri görüp hissetmek İslam devletinin uygulamasına bağlıdır. İktisadi olarak kuşkusuz İslâm tarihi bizlere tarihin adaletine çok nadir şahit olduğu yaşam standartlarından bahsediyor. Tarihi serüven içerisinde gerçek anlamda ciddi hiçbir iktisadi bunalımı yaşatmayacak derecede servetin dengeli dağılımını İslâm iktisat sistemi en güzel bir şekilde gerçekleştirmiştir. Bu noktada İslâm'ın temel unsurlarından ve toplumda büyük ölçüde dengeyi sağlamayı garanti eden bir unsuru zikretmemiz yeterli olacaktır. Kuşkusuz o zekattır. Yüce Allah (cc) Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: (وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ), "Onların aralarında isteyen ve mahrum için bir hak vardır." (Zariyat/19). Bunun dışında da çokça olan diğer sadaka ve bağışlar.. İşte bu, toplumun her bir bireyinin bütünüyle temel ihtiyaçlarını, daha sonra da lüks ihtiyaçlarını mümkün olduğu ölçüde karşılamayı garanti altına alan İslâm iktisat siyasetinden kaynaklanmaktadır. Örneğin; sağlık hizmetleri, herkes için karşılıksız bir şekilde sunuluyordu. Batılı yazar Dourant şöyle der: "İslâm tümüyle insanlığa ihtiyaçlarını karşılayacak ve donanımlı hastaneler vadetmektedir. Bunun örneği Nurettin'in 1160 yılında Şam'da açtığı ve tam üç asır hastaları bedava tedavi eden ve onların ilaçlarını ücretsiz gideren Baymâristan Hastanesi'ni inşa etmesidir. Tarihçiler bu hastanenin hiç sönmeden tam 267 yıl etrafını aydınlattığını söylüyorlar." Kuşkusuz bu adalet; köleyle efendileri ayırmıştır. Peygamber (sav) köleye iyi muamele yapılmasını emretmiştir. Bundan dolayı Dourant'ın da tanıklık ettiği gibi efendi; "Normal olarak köleye öylesine davranıyordu ki onların koşulları 19. yüzyıl Avrupasının fabrikalarında çalışan işçilerin koşullarından kötü değildi. Aksine belki de onun durumu fabrika işçisinin durumundan çok kere daha iyi idi. Çünkü o, işçiden daha çok yaşamını güvence altında hissediyordu." İslâm beldeleri, döneminin hiçbir devletinin gerçekleştirmeyi bırakın hayal bile edemeyeceği iktisadi büyümeye/gelişmeye şahit olmuştur. Buna bir örnek olarak Dourant'ın Endülüs ekonomisine ait ortaya koyduklarından bir parça zikretmemiz yeterli olacaktır. "III. Abdurrahman döneminde bütçe gelirleri 12 milyon 45 bin (altın) Dinar'a ulaşmıştı. Bu rakam büyük bir tahminle latin Hıristiyan memleketlerindeki hükümetlerin toplam gelirlerini aşıyordu. Bu da doğru politikaların neticelerinden bir netice olarak ziraata, sanayi ve ticarete olan ilginin gelişmesi ölçüsünde sağlanmıştır. Yoksa söz konusu gelirlerin kaynağı yüksek derecedeki vergiler değildi." (Kaynak: Sağlıklı kalkınma esasları). - Eğitim problemi: Raşidi Hilafet Devletinde eğitim İslami yani İslam akidesine dayalı olacaktır. İslami eğitimde en önemli husus; katışıksız İslam akidesi ve İslam kültürü verilmesidir. İslami eğitim ancak bunların ikisinden alınır. Bundan amaç ise İslam şahsiyetli bir nesil yetiştirmektir. Şeri ve ilmi fikirler yaş grubuna verilecek ve araç-gereç olarak (bilgisayar, laboratuar gibi) gerekli bütün teknik imkanlar sağlanacak. - Kafir devletlerin tahakkümünden dolayı ırzları, malları ve canları korumayan güven problemi: İslam devletinin olmayışının müslümanlara ağır faturası ve bu günkü İslam coğrafyasının acı manzaraları: 1- Afganistan: 1979-2006 arası 2-2.5 Milyon müslüman katl edildi. 2- Cezayir: 1954-1962 arası yaklaşık 1.5 milyon müslüman katl edildi, ayrıca 1997'den beri 100,000 müslüman öldürüldü. 3- Bangladeş: 1971'den beri 1.4-2 milyon Müslüman katledildi. 4- Bosna: 1992-1995 arası 100.000 Müslüman katledildi. 5- Irak: Birinci körfez savaşı nedeniyle 1980-1988 arası 600'000 Müslüman öldürüldü. İkinci körfez savaşı nedeniyle 1990-1991 arası 200'000 Müslüman öldürüldü+ BM'in uyguladığı ambargo nedeniyle 1'400'000 daha öldürüldü. Üçüncü körfez savaşı nedeniyle 2003-2006 arası 650.000 kişi katledildi. Ayrıca 2003'de işgal edildiği için Irak'daki müslümanlar hala kan kayıp etmektedirler. 6-İran: 1980-1988 arası 1'000'000 müslüman öldürüldü. 7- Yemen: 1962-1970 arası 150.000 müslüman öldürüldü. 8- Ürdün: 1970'de 10.000-25.000 kişi katl edildi. 9- Keşmir: 1947'den beri 1 milyondan fazla müslüman katl edildi. 10- Kosova: 1998-2000 arası yaklaşık 10.000 müslüman katl edildi. 11- Lübnan: 1975-1990 arası 130.000 kişi katl edildi. 12- Filistin: 1948'den beri 100'000 müslüman katl edildi. 13- Somali: 1977'den beri 400.000-550.000 müslüman katl edildi. 14- Sudan: 50 seneden beri 2.6-3 milyon kişi öldürüldü. 15- Suriye: 1982'de yaklaşık 20.000 müslüman öldürüldü. 16- Çeçenistan: 1994-2001 arası 80.000-300.000 müslüman katl edildi. 17- Özbekistan: 2005'te 10'000 müslüman katl edildi. İslam Devleti Fikri ümmet arasında hızla yayılmaktadır: Kapitalizmin ve onun getirdiği bütün çözümlerin başarısızlıkları ve huzursuzluğu; İslam ümmetinin hem ondan uzaklaşmasına hem de Hilafet devleti fikrine güven doğmasına neden olmuştur. İslam ümmetinin şuurlanması yeni bir mesele değildir. Yeni olan husus bu İslami şuurun Hilafet merkezli çalışmaya doğru önemli bir mesafe kat ederek yönelmesidir. Şuanda kapitalizmi temsil eden sömürgeci kafir devletlerin her başarısızlığı kurulacak Hilafet Devletinin önemli bir yatırımıdır. Yani kapitalizmin iflası Hilafet çalışmasının ilerlemesine neden oluyor. Sonuç olarak kapitalizm artık dikiş tutamaz hale gelmiştir. Fiili olarak 13 asır boyunca tatbik edilen ve hayatın bütün alanlarında olağan üstü başarı elde eden Hilafet Devleti ve onun izzetli dönemi İslam ümmetinin güvenini arttırmıştır. İslam ümmetinde doğan bu güven duygusu inanca dönüşüp toplumsal ve 7'den 70'e kadar ezici bir kamuoyu haline gelmesi gerekir. Bütün engellere rağmen Hilafet çalışmasının dünya çapında sergilediği faaliyetler İslam ümmetine cesaret vermiş, Raşidi Hilafet Devletinin kurulması noktasında ümidini canlandırmıştır. İslam ümmetiyle bütünleşmeyi sağlayan Seminerler, konferanslar, yürüyüşler, yazılı ve görse neşriyat, hitabeler, konuşmalar gibi faaliyetler Hilafet Devleti fikrinin hız kazandığının göstergelerindendir. Fikri temele dayalı Hilafet çalışmasını söndürmek veya yok etmek artık şu saatten sonra oldukça güçtür. Kafir devletlerin Hilafet meselesine bakışları: Süper güç konumunda olan bütün devletlerin dış siyaseti; 'Teröre karşı savaşmak' adı altında siyasi İslam'ı frenlemeye, sulandırmaya, izole etmeye ve engellemeye dayanmaktadır. Uluslararası arenada meydana gelen bu gelişme özellikle ABD'de dünya ticaret merkezi'ni temsil eden ikiz kule olayından sonra daha da hızlanmıştır. Hilafet merkezli çalışma; sömürgeci kafir devletlerin ve onların vefalı bekçileri yöneticilerin korku rüyası olmuştur. İslam'ın evrensel tesirinden kaynaklanan bu korku kapitalizmin ana başkentleri iyice sarmıştır. Batı'nın çeşitli medya araçlarında gün geçmesin ki Hilafet tartışılmasın. Bulutsuz yağmur olmadığı gibi bu korkunun da bir nedeni vardır. 1) Alman gazetesi Deutsche Zeitung'un 27.07.07 tarihinde yayınladığı bir habere göre Papa'nın özel sekreteri 'Avrupanın müslümanlaşması'ndan uyarıyor. Papa'nın özel sekreteri George Chaynsfein yaptığı yoruma şu sözleri de ekledi: 'Avrupa; Batı'da İslami değerlerin yayılmasını sağlayan bazı girişimleri görmezlikten gelmesin.' Sözlerine şöyle devam etti: 'Batıda İslamın yayılması için gelişen girişimleri inkar edemeyiz. Avrupa kimliğini tehdit eden bu tehlikeyi görmezlikten de gelemeyiz. Ayrıca Katolik kilisesi bunu net görürken açıklamaktan çekinmez.' 2) ABD başkanı George W. Bush: 'Orta-Doğu'nun tümünde şiddet yanlısı bir siyasi ütopyayı kurmayı umuyorlar, buna Hilafet diyorlar. Orada herkes onların bu nefret ideolojisi tarafından yönetilecek. Bu Hilafet totaliter bir İslam İmparatorluğu olacak, günümüzün ve geçmişin tüm Müslüman ülkelerini kapsayacak. Avrupa'dan Kuzey Afrika'ya uzanacak ve Orta-Doğu'dan Asya'nın Güney doğusuna kadar'. 3) ABD başkanı George W. Bush: 'İslamcıların inancına göre bir ülkede kontrolü ele geçirmek, onlara Müslüman halk kitlelerini yönlendirebilme kabiliyeti verecek, ve böylece bölgedeki tüm ılımlı rejimleri yıkabilecekler ve Endülüs'ten Endonezya'ya kadar uzanan radikal bir İslam İmparatorluğu kuracaklar.' 4) ABD'nin Başkan yardımcısı Dick Cheney: ''Yedinci asırda var olan Hilafet'i tekrar kurmaktan söz ediyorlar... Şeriat tarafından yönetilmek için ki bu Kur-an'ın en eski yorumlanma biçimidir'. 5) ABD eski savunma bakanı Donald Rumsfeld: 'Kuzay Amerika'dan Güney Asya'ya kadar hükümetleri ele almak istiyorlar, Hilafeti tekrar kurabilmek için, ki bunun bir gün bütün kıtaları içereceğini umut ediyorlar. Bir harita çizip onu dağıtmışlar, bu haritada ulusal sınırlar silinmiş ve yerine küresel ve aşırı olan bir imparatorluk konulmuş'. 6) ABD'nin Orta-Doğu'da en yüksek düzeydeki generali John Abizaid: 'İslam dünyasının tümünde Hilafet'in tekrar kurulması için çaba sarf ediyorlar... Bu insanların niyetlerini kendi sözlerinden hareketle öğrenmek zorundayız.' 7) ABD ulusal güvenlik danışmanı ve ABD'nin eski Türkiye büyükelçisi Eric Edelman, 6 Kasım 2006: 'Irak'ın geleceği ya teröristlere cesaret verip onların genişlemesini sağlayacak ve böylece bir Hilafet kuracaklar... Ya da onların tasfiye olmasını sağlayacak. Bizim için Irak'ta başarısız olmak geçerli değildir.' 8) İngiliz İçişleri Bakanı Charles Clarke, 6 Kasım 2005: 'Hilafetin tekrar kurulması konusunda hiçbir pazarlık söz konusu olmaz... Şeriatın tekrar tatbik edilmesi hususunda hiçbir pazarlık yok.' Son olarak da çözüm olan ahiret merkezli ve İslami hayat ancak Raşidi Hilafet Devletinde olur. Bu da sihirli bir ilaç değildir. Onun etkinliği, ona gönülden inanan, onu gerektiği gibi anlayan ve ardından uygulama ve toplumu yönetme noktasında en güzel normları takip eden bir ümmete bağlıdır. (وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ), (De ki: Yapacağınızı yapın! Amelinizi Allah da Resulû de müminler de görecektir.) (Tevbe/105).
  5. İslam ümmetinin dönüm noktası olan 28 Recep 1342 H Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki; İslam ümmetinin belinin büküldüğü gün olan Hilafet'in yıkılışının yıl dönümünü hatırlatmanın amacı ağıt yakmak değil, bilakis Müslümanların gayretini arttırmak ve Allah'ın nuru olan Raşidi Hilafet Devleti'ni tekrar ikame etmek için hareket ederek çalışmalarını sağlamaktır. Hilafet Devleti ufak ve cüzi amellerle ikame edilmez. O, ancak ilahi metoda uyularak büyük fedakarlıklarla ikame edilir. İslam ümmetinin 14 asır boyunca maruz kaldığı belki en büyük saldırılardan ve felaketlerden biri de hayat nizamı olan İslam'ın yaptırım gücü İslam devletinin 28 Recep 1342H (3 Mart 1924M) tarihinde yıkılarak hayat ortamından tamamen kaldırılmasıdır. O tarihte ümmet fiili olarak ölüme mahkum olmuştur. İslam ümmetin koruyucusu ve kalkanı İslam devleti yıkıldıktan sonra yıkılış işlemlerinin ikinci aşaması başlatılarak itikadi, fikri ve kültürel saldırılar teker teker uygulamaya geçildi. 1.inci seride ifade ettiğimiz gibi bu tarihten sonra daha sistematik olarak laiklik, liberalizm, sosyalizm, bağımsızlık, kapitalizm, serbest piyasa, ırkçılık, demokrasi gibi gayrı İslami, fikirler ve zehirli ve yıkıcı virüsler enjekte edilerek İslam ümmetinin fikri yapısı ve İslami şahsiyeti darmadağın edildi. Hilafet devleti'ni yıkan Batı dünyası; İslam ümmetinin birliğini ve beraberliğini sağlayacak yegane siyasi proje olan İslam devletini tekrar ikame etme çalışmasının önünde; vatancılık, bölgecilik, milli duygu, milli sınırlar, kiralık ve satılmış yazarlar takımı, kukla, haysiyetsiz ve ajan yöneticiler aracılığıyla bir takım fikri ve maddi engeller koymuştur. Bunlardan tek amac İslam ümmetinin tekrar Hilafet çatısının altında birleşmesini engellemektir. İslam ümmetinin 20.nci y.y'da yıkılan Hilafet Devletinin hemen ardından girdiği ızdıraplı, karanlık ve sıkıntılı dönem beraberinde iki süreç getirmişti: Birincisi; 3. Mart. 1924'de başlayıp 1953'de sona eren süreçtir. İkincisi ise; 1953'de başlayıp bu güne kadar devam etmekte olan süreç. Birinci süreç: 3. Mart. 1924'de başlayıp 1953'de sona eren süreç: Hilafet merkezli bir çalışmanın bulunmadığı bilinen bu süreç içerisinde sömürgeci kafir devletlerinin İslam alemine yönelik ve Hilafet projesinin tekrar ihya edilmemesi için uyguladığı politikaların ve koyduğu engellerin ana hatları şunlardır: 1) İslam tarihini tahrif etmek suretiyle İslam'ın ön gördüğü yönetim şekli olan Hilafet'i; diktatörlüğe, krallığa, imparatorluğa, karanlık çağlara ve gericiliğe eş anlamlı tutarak karalamak. 2) Hilafet'in tekrar ikame edilmesine giden bütün yolları; İslam aleminde tayin ettiği gaddar ve hain yöneticilerin (vefalı bekçilerin) aracılığıyla ve onlara kurdurduğu polisi rejimlerle tıkamak. 3) Bazı memleketlerde Batı tarzlı İslam-demokrat sentezi partiler ve liderler vasıtasıyla İslam ümmetinin zihnine ve düşünme tarzına demokrasi gibi Batı fikirler egemen olmak. 4) Halk arasında entelektüel ve münevver diye bilinen satılmış yazarlar ve kiralık kalemler aracılığıyla siyaset, Cihad, yönetim ve kitlesel çalışma ile alakalı İslam'ın can alıcı ve açık hükümlerine saldırtmak ve müslümanların bu hayati meselelere olan ilgisini yitirtmek, hatta tiksinmelerini bile sağlatmak. 5) İslam'ın mutlak anlamda ölüm-kalım meselesi olan ve filii olarak 13 asırdan fazla tatbik edilmiş olan Hilafet Devletinin yıkıldıktan sonra tekrar ihya edilmesi ve ikame edilmesi fikrinin bir hayal olduğunu kabul ettirmek. 6) İslam ümmetinin dikkatini ve ilgisini asıl mesele olan Hilafet'ten alıp milliyetçilik, vatancılık, bölgecilik, ılımlı ve bölgesel İslam gibi hususlara çekip Raşidi Hilafet Devleti'nin gerçekte kurulmasını engellemek ve geciktirmek. Nitekim zaman aşımından dolayı Hilafet meselesi tamamen unutulmuş oldu. Hatta onu İslam ümmetinin kültürüne yabancı bir fikir olarak görmek. 7) Eğitim bakanlıkların ve medya aracılığıyla İslam; hayatın sorunlarına ve problemlerine çözüm getiren bir hayat nizamı değil, Hıristiyanlık gibi sadece ruhani(*) daha çok sembolik bir din olduğunu inandırmak. 8) Son olarak da İslam alemini; içinden çıkılmayacak bir kaosa sürüklemek, çözümler noktasında da sürekli Batı'ya ve Batı'nın/kapitalizmin ürettiği çözümlere bağlamak veya mahkum etmek. Bütünlük arz eden bu Batı çıkışlı fikir zincirlemesinin, geniş çaplı ve sistematik çalışmasının bulunmasıyla İslam ümmetinin köklü ve parlak tarihi, izzetli ve şerefli geçmişi ile ilgili bütün fikri ve manevi bağları koparılarak büyük darbe almıştır. Bu süreçte İslam ümmeti açısından geriye kalan tek şey; var olan ortama boyun bükmek, ona rıza göstermek, alışmak ve adepte olmak, hatta bu ortamda çağın sorunları İslam'a göre uyması gerekirken 'Sorun olan İslam'ın çağa uyması gerekir' felsefesi gelişmek, dahası sömürgeci kafir devletlerinin İslam alemine kazandırdığı yeni şeklini kabul etmek ve ortamı değiştirmek için geçmişi tamamen unutup düşünmemek. Her ne kadar bu süreç içerisinde gelişen bu olaylar; acıları çeken ve derin bir yara alan bazı samimi müslümanların düşünüp harekete geçmesine sebep olsa da, fakat bu tür samimi hareketler ne yazık ki cılız ve sonuçsuz kalarak İslam ümmetinin tekrar Hilafet Devleti'nde birleşmesini sağlayamamıştır. İşte Hilafet Devleti'nin yıkılmasından dolayı İslam aleminin çalkantısı; bu süreçte hayatın bütün alanlarını feci bir şekilde etkileyerek yıllarca sürüp geçti. Kısacası bu süreç; fikri olarak yenik düşen İslam ümmetinin kendiliğinden ve dış faktör olmaksızın kalkınması mümkün olmayan bir sonuçla kapandı. İkinci süreç: 1953'de başlayıp bu güne kadar devam etmekte olan süreç: 20.nci y.y'ın ortalarına gelindiğinde derin acılar ve sömürgeci kafirler devletlerinin İslam aleminde kurdurduğu kukla ve kumandalı rejimlerin zulmü ve haksızlığı devam ederken, İslam ümmetinin küfrün tahakkümünden kurtulup yeryüzünde Allah'ın nuru olan Raşidi Hilafet Devlet'ine kavuşması açısından kayde değer, sistematik ve ciddi bir çalışma doğmuştur. Zaten Hilafet yıkıldıktan sonra İslam ümetinin içine gömülmek istenilen bu ızdıraplı dönem; ahiret merkezli ve İslami hayatın tekrar ikame edilmesine neden olan bu ciddi çalışmanın doğması için yeterli bir süre idi. İslam ümetinin derinliklerinde iz bırakan ve şahsiyetinde büyük hasar meydana getiren Batı kültürü; toparlama sürecinde önemli ölçüde ve hızlı şekilde gerilemeye başlamıştır. İslam ümmetinin ümit kaynağı olan bu samimi ve ciddi çalışma; karmakarışık, olağanüstü ve ağır şartlar altında bulunarak varlığını ortaya koymuştur. Bütün imkansızlıklara rağmen Allah'ın inayetiyle sonra ciddi çalışanların çabasıyla oluşan bu hareket; bir sürecin kapanmasına ve yeni bir sürecin açılmasına neden olmuştur. Hilafet merkezli bu çalışma; yok olmaya mahküm olacak kadar tehlikeli sarsıntılara ve şiddetli saldırılara karşı maruz kalmasına rağmen, kar topu gibi yuvarlandıkça büyüyen ve hız kazanan bir hareket olarak bu güne gelmiştir. 20.nci y.y'ın altmışlı veya yetmişli yıllarında bulunmuş olsaydık belki bunu yazamayacaktık. Çünkü o dönemlerde Hilafet çalışması hariç bütün çalışmaların revaç gördüğü ve hızla ilerlediği bir dönem idi. Bu süreçte yapılan işlerin İslam ümmetinin fikri yapılanması ile alakalı olduğu için bütün dünyanın kanaati; Hilafet merkezli çalışmanın doğmadan öleceği yönünde idi. Ancak İslam ümmetinin fikri yapılanmasını yeniden ele alıp üstün başarıları elde eden bu samimi çalışma; hakkında verilen kanaatin tamaman yanlış olduğu gün ışığında kanıtlanmıştır. Kafirlerin itirafiyle isbatlanan bu üstün başarıların tek sırrı; 1) Allah-u teala'nın muvaffak kılması. 2) Bu uzun ve çetin yolda yürüyen samimi çalışmanın; Raşidi Hilafet Devletinin ikame edilmesi için ön görülen ve ilahi yol olan Resulüllah'ın metoduna uyması ve bütün probaganda ve karalama kampanyalarına rağmen sebatlık gösterip, sabr etmesi ve hiç bir taviz vermemesi. 3) Bu samimi çalışmanın davet ettiği projenin ve hedefin gerçekleşmesi için gerekli olan bütün işlemlere ve sebeplere tutunması. Şunu unutmayalım ki yardım ve muvaffakiyet ancak Allah'tandır. (وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ), (Şüphesiz yardım yalnız Allah tarafındandır.)(Enfal/10). Allah-u teala'dan tek dileğimiz bu süreç; ahiret merkezli ve İslami hayatı sağlayacak olan Raşidi Hilafet Devleti'nin ikame edilmesiyle sonuçlanarak kapansın. İslam ümmeti ve dünya için tek çözüm Hilafet devleti: Bu gün dünya müslümanlarının ve insanlığın en büyük kaybı; ahiret merkezli ve İslami hayat olan Hilafet Devletinin olmamasıdır. Raşidi Hilafet Devleti; Kelime-i tevhid taşıyan, izzet, mutluluk, eman ve güven veren, kafir devletlerin tahakkümünden kurtaran, sosyal ve ekonomi istikrarlılığı sağlayan, ırzları, malları ve canları koruyan, temiz ve şahsiyetli nesil yetiştiren, adaletli kanun anlayışı içeren, haksızlara yer vermeyip güçsüzlerden yana olan, Allah'ın rızasını kazandıran ve Allah'ın kendisinden razı olduğu devlettir. Allah-u teala bizi böyle bir hayata davet ederken icabet etmemiz gerekmez mi? (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ), (Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulûne uyun.)(Enfal/24). Şüphesiz insanı, hayatı ve kainatı yaratıp düzen veren Allah-u teala'nın gönderdiği hayat nizamı bütün bunları geçmişte sağladığı gibi bu gün de tekrar sağlayacaktır. Beşeri sistem olan sosyalizm başarısız olduğu gibi bu gün de kapitalizmin insanlığa doğru çözüm sunmakta başarısızlığı; dünyanın 7 milyar insanına feci bir şekilde acı çektirmektedir. Güçlülerin ve haksızların güçsüzleri ezdiği bu günkü yeryüzü kapitalizmin acı faturasını feci şekilde ödemektedir. Düzenli cinayetler, savaşlar, sömürmeler, sosyal hastalıklar, servetleri çalmalar, hiç duyulmadık hastalıklar, topluca öldürmeler....gibi hususlar kapitalizmin belirgin ve herkesın hissettiği bozuklukları. Yeryüzü gerçekte fesatçılıkla ve bozgunculukla doldu. Sözde sorunun çözüm kaynağı kapitalizmin kendisi asıl sorundur. Amerikan siyasetinin büyük isimlerinden olan eski Amerikan başkanı Jimmy Carter döneminde Milli Güvenlik müsteşarlığı görevinde bulunmuş ve şu anda Washington Ulusal Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanlığını sürdüren Zbigniew Brezeinski, genel anlamda batı toplumlarını özelde ise ABD'yi kuşatan çeşitli problemlerden bahsederken tehlike çanlarını çalarak şunları söylüyor: "Sosyal ve siyasi sorunlara ilişkin açıklamasını yaparken, sağlık alanında son derece aşırı harcamalar yapılmasına rağmen milyonlarca Amerikan vatandaşı gerekli sağlık hizmetlerden faydalanamamaktadır". "Giderek derinleşen ırk ve yoksulluk sorunu; istatistiklerin gösterdiğine göre 35.7 milyon Amerikalı, içlerinde milyonlarca evsiz insan da olmak üzere -Brezenski'nin deyimi ile- "dünyanın emsalsiz gücüne sahip" bir ülkenin şartlarına yakışmaz bir biçimde yaşamaktadır". Sözü tekrar Brezeinski'ye bırakıyoruz: "Cinselliğin yaygınlaşması ‘Baskın hayat biçimi' haline geldiği ve toplumun temel oluşumlarından olan aile binasını tehdit ettiği için tek ebeveynli aile sayısını artırmakta ve bunun sonucu olarak da toplumsal bütünleşmeyi azaltmaktadır. Cinsel yaygınlaşmanın yan ürünü olan AIDS hastalığının yaygınlaşmasına da ayrıca değinmek gerekir." Yine yakındığı konulardan birisi de, "Görsel medyanın kitlesel propagandası sonucu ahlaki çürüme, eğlendirme maskesi arkasına saklanarak seyirci oranını artırmak amacı ile cinsellik ve şiddeti sergileyip izleyicilerde gereksinimlerini anında karşılama duygularını körüklüyor." Bir başka şikayet konusu da; "Yaygın suç ve şiddet; bunun nedeni, kısmen var olan eşitsizliklerde öldürücü silahların son derece kolay elde edilebilmesi, sivil kişilerde, hatta suç işleyen kişilerde dünyanın bir çok ordusundan fazla öldürücü silah bulunması; şiddet olaylarını gündelik hale getiren televizyon ve film kültürü ve bunun sonucu uygar ülkeler içinde en fazla cinayet oranına ulaşılması." Brezenski "uyuşturucu alışkanlığının kitleleşmesini" unutmuyor. "Özellikle etnik insanların yaşadığı gecekondularda görülür. Ve kısmen psikolojik kaçışı kamçılayarak, kısmen de çabuk zengin olma hayallerini körükleyerek gelişiyor." "Uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirin yılda 100 milyar Doları bulduğuna" işaret ediyor. "Yasal platformda gerçek anlamda parazitlerin varlığı; dünyada benzersiz bir şekilde yalnız Amerika'da vardır. Dünyadaki bütün avukatların üçte biri bu ülkede ve yalnız haksız fiil davalarında ödenen ücretler Amerikan gayri safi milli hasılasının yüzde üçünü tutmaktadır" sözü, toplumun bireyleri arasındaki diyaloğun ne derece bozuk olduğunu göstermesi açısından çarpıcı bir delildir.
  6. 6) Raşidi Hilafet Devletinin bu devirde hayal olduğunu düşünenler olması: Allah'ın indirdiğiyle hükm eden bir devlet ve otorite çatısında yaşamak hayal değildir. Allah-u teala olmayan ve hayal şeylerden asla bahs etmez. (يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ), (Allah'ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.)(Tevbe/32).( وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ), (Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.) (Nur/55). İslam devleti; devrim teorisi ve demokrasi gibi hayal değildir. Hayal olduğunu diyen kişi Rasulüllah'ın siretini hiç okumadığını gösterir. Rasulüllah bizzat İslam devletini Medine'de kurarak islami hükümleri tatbik etmiştir. O hem peygamber hem de devlet başkanı idi. Bu İslam devleti; hain M.Kemal Atatürk İstanbul'da 03.Mart.1924'de ilga edinceye kadar devam etmiştir. Bu derin ve apaçık tarihi olayı görmezlikten gelmek insafa sığmaz. Acaba İslam aleminde halkın çoğunluğu müslüman olmasına rağmen halkın inandığı İslam akidesine ters düşen ve 83 seneden beri tatbik edilen küfür bir sistem neden hayal olmuyor da Allah'ın emr ettiği, ahiret merkezli ve İslami hayat olan Raşidi Hilafet Devleti olunca hayal oluyor!!! 21.inci y.y.da bütün siyasi arenada tartışılan avrupa birliğinin ön gördüğü tek anayasa ve siyasi birlik hayal olmuyor da, fakat aynı akideyi taşıyan, aynı kıbleye yönelen ve aynı Kur'an'a iman eden İslam ümmetini tek bir devlette birleştirmek isteyince hayal oluyor!!! Bu istem hem İslam akidesinin hem de İslam ümmetinin özünde yatmaktadır. Müslümanların farklı fıkhi medreselere mensup olmaları, farklı diller konuşmaları ve farklı ırklardan gelmeleri bir engel değildir. Çünkü müslümanlar; insan, hayat ve kainatı yokten var eden, mutlak yaratıcı bir olan Allah-u teala'ya iman ettikleri için tek bir ümmettirler. Rabbları, akidesi, kıblesi, nizamı bir olan ümmetin devleti de bir olması gerekir. Filistin ve Irak gibi memleketlerde bazı gruplar arasında cereyan eden etnik çatışması İslam ümmetinin birleşmesini hayal kılan bir engel de değildir. Çünkü bu gruplar bir takım çıkar için çatışımaktadırlar. Bu gavga ya vadancılık, ya kavmiyetçilik, yada politik bir kazanç elde etmek içindir. Ayrıca çatışmayı sürdüren etnik grupların perde arkasında kışkırtan ve sebebiyet veren asıl güçler saklanmaktadır. Irak örneğinde de olduğu gibi sünni-şi'i çatışmasını alevlendiren asıl ve saklı güçler CIA ve ingiliz istihbaratıdır. 'Etnik çatışması'nın içinde sömürgeci kafir devletlerin parmağı vardır. Müslümanların davranışlarına ve güncel hayatlarına islami mefhumlar egemen ve hakim olmadığı için 'Etnik çatışması'na çok çabuk düşmektedirler. (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كافِرينْ), "Ey müminler, kendilerine kitap verilenlerin bir grubuna uyarsanız, bunlar sizi iman ettikten sonra döndürüp kâfir yaparlar."(Ali imran/100). Zira bu ayet Evs ve Hazrec hakkında nazil olmuştur. Sahabeler olan ensarlar bir yahudinin tahrikine kapılarak cahiliyyede birbirlerine karşı işledikleri kan davasını hatırlamaları yüzünden az kalsın 'Etnik çatışması'na düşeceklerdi. İşte bu (6) ana noktada özetlediğimiz Batı kültürünün zehirli fikirler ve viruslar İslam ümmetinin vücuduna İslam aleminde hüküm sürdüren zalim sistemler tarafından enjekte edilmiş, bu vücud hareketsiz ve aktivitiyetini kayp etmiş bir hala gelmiştir. İslam ümmetinin Hilafet'in yıkılışından dolayı kayb ettikleri: 1) Allahın kitabı ve Rasulüllahın sünneti hayatından kaldırıldılar. 2) İslam ümmeti; hayr olan İslam'a davet eden, iyiliği emr eden ve kötülükten men eden bir ümmet iken, şer olan laikliğe, demokrasiye, vatancılığa davet eden, kötülüğü emr eden ve iyiliği men eden bir ümmet haline geldi. Ne garip durum!! 3) Müslümanlar elli küsür devletçiklere bölündüler. 4) Müslümanların kendi itibarlarını ve saygınlıklarını yitirdiler. 5) Büyük günahlar ve korkunç cinayetler yayıldı. 6) İslam risaletinin yayılmasını sağlayan İslamın zirvesi cihad durduruldu. 7) bereket yerine bereketsizlik, haya yerine hayasızlık ve ahlaksızlık, eman yerine güvensizlik ve anarşizm geçti. 8) Kafirler müslümanların servetlerine musallat oldular... Dualarımızın sonu Alemlerin rabbı olan Allah'a hamd olsun. Allah bizi kendi rızasını kazanmak için ahiret merkezli ve İslami hayatı hakim kılmak için samimi olarak çalışanlardan eylesin. DEVAM DECEK
  7. Ahiret Merkezli ve İslami Hayat Ancak Raşidi Hilafet Devleti'nde Olur (DEVAMI) 3) Ölümün yegane sebebi olan eceli kavramaması: Akide olan ölümün tek sebebi vardır. Bu sebeb ise; Allah'ın takdir ettiği ecelin sona ermesidir. Öldüren yanlızca Allah-u teala'dır. Ölümü gerşekleştiren doğrudan doğruya Allah-u teala'dır. (وَاللَّهُ يُحْيِي وَيُمِيتُ), (Halbuki dirilten de öldüren de Allah-u teala'dır)(Ali imran/156). Müslüman kimse, ister Raşidi Hilafet Devletinin kurulması için çalışsın veya çalışmasın Allah'ın takdir ettiği ecel geldiği vakit mutlaka ölecektir. İslam davasını taşımamak insanın ömrünü uzatmaz ve bu davayı taşımak da kişinin ömrünü kısaltmaz. Ölüm; ancak Allah'ın gaybi olarak takdir ettiği ve onun yegane sebebi olan ecel geldiği vakit tezahür eder. Bu da tamaman akide işidir. Müslüman kimse buna mutlak anlamda kalbiyle iman etmesi gerekir. Gerçekte öldüren ve dirilten Allah-u tealadır. Eğer Allah henüz takdir etmemişse ipe asılsa bile ölmez insanoğlu. İslam davasını taşımayıp tabi afetlerde, uçak ve trafik kazalarda ölen insanlar gibidir. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur:عن عبدالله بن عباس رضي الله عنه قال: كنت خلف النبي صلى الله عليه وسلم يوماً فقال: "يا غلام، إني أعلمك كلمات؛ احفظ الله يحفظك، احفظ الله تجده تجاهك، إذا سألت فاسأل الله وإذا استعنت فاستعن بالله، واعلم أن الأمة لو اجتمعت على أن ينفعوك بشيء لم ينفعوك إلا بشيء قد كتبه الله لك، وإن اجتمعوا على أن يضروك بشيء لم يضروك إلا بشيء قد كتبه الله عليك ، رفعت الأقلام وجفت الصحف" رواه الترمذي. 'Abdullah ibni Abbas şöyle anlatır: Bir gün Allah Rasulünün arkasında idim. Bana dedi ki: Evlat, sana birkaç söz öğreteyim; Allah'ın emir ve yasaklarına uy ki Allah seni korur. Allah'ın emir ve yasaklarına uy ki Allah sana yardım edercesine karşında olur. Eğer bir şey talep edeceksen onu Allah'tan dile, yardımı ve nusreti de ancak ondan iste. Şunu bil ki; sana faide vermek üzere bütün insanlar bir araya gelseler de onlar sadece Allah'ın takdir ettiği faideyi verebilirler. Sana zarar vermek üzere bütün insanlar bir araya gelseler de onlar sadece Allah'ın takdir ettiği zararı verebilirler. Kalemler kaldırılmış ve kitaplar kurumuştur. (Bu hadisteki son ifade; Allah'ın takdir ettiği şeylerin önüne hiçbir şey geçemez manasını taşımaktadır).'(Tirmizi). Yukarıda saydığımız akide olan tevekkül, rızık ve ölüm ile ilgili üç meselede meydana gelen gevşeklik yüzünden hayat sekteye uğramıştır. İslam ümmetinin bu gevşeklikten kurtulmadığı sürece korkmaya ve korkak olmaya devam edecektir. Şüphesiz ki insanın 'korku' duygusuna sahip olması onun fıtri yapısı ve beka içgüdüsünün tabi belirtisidir. Ancak korkunun gerekli olduğu durumlar ve gerekli olmadığı durumlar da vardır. Örneğin; Allah-u teala'dan korkmak, onun emir ve yasaklarını çiğnemekten sakınmak ve korkmak, onun gazabinden ve elim azabından ciddi olarak korkmak, Allah'ın belirlediği sınırları aşmaktan sakınmak v.b her müslümanda ve her zamanda olması gerekir. Zira müslümanın; Allah'ın haram kıldığı hususları çiğnemesini frenleyen bu korkudur. Buradaki korkunun manası; Allah'ın emr ettiği fiilleri seve seve yapmak ve nehy ettiği fiilleri yapmamak demektir. Zira bu takvanın ta kendisidir. (وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبِينًا), (Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, mümin bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.) (Ahzab/36). Bu korku türü gerekli ve faidalıdır. Hatta Allah-u teala Kur'an-ı kerim'de bu korkuyu mü'minlerin ana sıfatlarından saymıştır. Allah-u teala şöyle buyurmuştur: - (إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ), (Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.)(Enfal/2) - (وَالَّذِينَ يُؤْتُونَ مَا آتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّهُمْ إِلَى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَ), (Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar.)(Mü'minün/60) - (فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ) , (Şu halde insanlardan korkmayın, benden korkun.)(Maide/44), - (وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ), (Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.)(Rahman/46). Ayrıca şehitlerin efendisi Hz. Hamza ile ebedi olarak aynı cennette bulunmak isteyen müslüman; kendisi gibi aciz ve güçsüz diğer insanlardan değil sadece ve sadece Allah'tan korkması gerekir. Allah'tan korkmak bunu gerektirir. Bu korku ise salih amel gerektirir. Yani haksızlığı ve zulmü kabul etmeyip ahiret eksenli ve İslami hayat için çalışmayı ve bu bağlamda azami gayret sarf etmeyi gerektirir. Aleyhisselatu vesselam şöyle buyurmuştur: (سيد الشهداء حمزة ورجل قام إلى إمام جائر، أمره ونهاه، فقتله). (Şehitlerin efendisi Abdulmuttalib'in oğlu Hamzadır. Bir da zalim yöneticiye karşı hakkı söylediğinden dolayı öldürülen kimsedir.)(Elhakim fil-müstedrek) Ancak gereksiz ve zararlı korkunun görüntüleri ise; büyük bir haksızlık ve zulüm görüp de, kendisinden korkulmaması gerektiği halde sırf insanların kınamalarından veya öldürülmekten yahut kendisi değiştirmeye ve güç sahibi olduğu halde Allah'ın indirdiğiyle hükm etmeyen zalim bir yöneticiye karşı değiştirmeyip başa bir musibetin gelmesinden korktuğu için bu durum karşısında sessiz kalan veya tereddütlü davranan korkak müslüman misali gibidir. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: (إذا رأيت أمتي تهاب فلا تقول للظالم يا ظالم فقد تُوُدِّعَ منهم) [الإمام أحمد، المسند 2/190] 'Eğer ümmetim korkak olduğunu görürsen ve zalime 'sen zalimsin' demezse, artık Allah'ın ona yardımı ve nusreti asla gelmez'.(Müsned İmam Ahmed 2/190). (كلا والله لتأمرن بالمعروف ولتنهون عن المنكر ولتأخذن على يد الظالم ولتأطرنه على الحق أطرا), (Hayır, Allah'a yemin olsun marufu emr edeceksiniz, münkeri men edeceksiniz, zalime karşı durup muhasabe edeceksiniz ve hakka uyuncaya kadar onu zorlayacaksınız.)(Ebu Davud, Tirmizi ve İbni Mace). Gereksiz ve zararlı korkunun olduğu durumlarda genelde insanın Allah korkusunu düşünmeksizin beyninde canlandırdığı bir takım kuruntular ve asılsız şeylerin doğal ürünüdür. Korkaklık ise takvanın tam zıddıdır. Allah Rasulü şöyle dua ediyordu: (اعوذ بالله من العجز والكسل ومن الجبن والبخل ومن الهم والحزن ومن غلبة الدَّين وقهر الرجال), "Acziyetten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, kederden, hüzünden, borcun galip gelmesinden ve aciz erkekler olmaktan Allah'a sığınırım". Gereksiz korku ve korkaklık; gecenin ay ışığında yürürken gördüğü gölgenin bir canavara ait olduğunu zann ettiğinden dolayı korkan fakat daha sonra bu gölgenin tahtadan yapılmış bir hayalete ait olduğunu anlayan bir insan misali. Şu bilinmelidir ki; ameli yani helal-haram konularda sonuçlara bakılmaz ve bu konuda düşünülmesi gereken tek husus Allah'ın emir ve yasaklarına uymaktır. Sonuç ne olursa olsun düşünülmemelidir. Sonuçları düşünen kimse Allah'ın emir ve yasaklarına uymaz. Tevekkül, rızık ve ölüm üçgeni ile ilgili hastalık ve öldürücü viruslar ne yazık ki İslam ümmetinin vucüdüne sızarak sirayet etmiş ve bu gevşeklik durumu aşağıdaki şaşırtıcı hallere sebep olmuştur: A- Müslümanların ruvaybida, sefih, ehilsiz yöneticiler tarafından yönetilmeleri! B- Saray (sözde) alimlerin; büyük hainlik edip kafirlerle ve yöneticilerle işbirliği yaparak, onların her türlü gayrı meşru işlerini şeytani fetvalarla ile meşrulaştırmaları, İslam'a ve müslümanlara karşı cephe almaları! C- Müslümanların susmayı tercih edip dünyada birbirleriyle yarışarak zalimlere karşı korkak davranmaları! D- Müslümanların tek bir halife nasb etmek üzere ahiret merkezli ve İslami hayat için Raşidi Hilafet Devleti'ni yeniden ikame etmeyi terk etmeleri! E- Güç sahibi oldukları halde Mısır, Pakistan, Türkiye, Suriye, gibi müslüman ordularda yer alan, devlette ve toplumda tesir sahibi subay ve generallerin Allah'tan değil insanların kınamalarından korkmaları! F- Müslümanların birbirleri üzerine casusluk yapmaları! H- Müslümanın müslüman kardeşine karşı kafirlerle beraber savaşması! 4) Var olan ve değiştirilmesi gereken sistemin oyun kurallarını kabul edip içine girerek demokratik modellere hala ümid bağlaması ve amellerde şeri hükümlere güvenliği yitirmesi: Burada konumuz demokrasinin şeran İslam'a uyup uymadığını izah etmek değildir. Burada temas etmek istediğimiz husus; küfür olan ve islami söylemlerle süslenerek verilen demokrasi insan/heva ve heves merkezli bir kültür ve yaşayış tarzı, Batılı ülkeler başta olmak üzere, Cezayir, Filistin (Hamas misali), Türkiye, Irak (Abu Greyb misali) gibi bir çok ülkelerde hayali ve başarısız bir teori olduğu halde ümmetin içinde bir kesim hala onu savunmasıdır!!! Demokrat modelleri savunmak ve benimsemek; küfür sistemini benimsemek, onun gerektirdiği şeyleri yapmak demektir. Demokrat yolunu seçen müslüman büyük bir günah işleyip Allah'ın gazabına uğrar. İslami ve vahiy metoduna uymak Allah'ın istediğini yapmak demektir. Bu da Allah'a kulluğun ta kendisidir. Laikçe ve demokrat olarak düşünen bir müslüman; Allah'ın vaad ettiği ecri veya günahı değil Allah'ın rızasını hesaba katmaksızın sadece faideyi veya zararı düşünür. Rasulüllah'ın metoduna uyanları ise; hem büyük bir ecir kazanır hem de Allah onları muvaffak kılar. Bu ise takvanın ta kendisidir. (وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ), "Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a tevekkül edip güvenirse Allah, ona yeter."(Talak/2-3). İlahi metoda aykırı davranmak her zaman felaketler ve feci sonuçlar getirmiştir. (فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ), (Peygamber'in emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.) (Nur/63) Şeri hükümlere bağlanmak ise Allah sonunda nusret ve yer yüzünde iktidar vermiştir. Allah-u teala şöyle buyurmuştur: (وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ), 'Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere,......,onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını vadetmiştir.'(Nur/55). Demokrat yol ise salih bir amel değildir. Allah murdar ve salih olmayan yolu izleyenleri muvaffak kılmaz. Şüphesiz muvaffakiyyet haram yollarda değil sadece Allah'ın emirlerine uyulduğu takdirde olur. Yanlış yolda verilen mücadelenin tek sonucu; zamanı kayıp etmek ve ümmeti oyalamaktan başka bir şey değildir. Bu konuda elde edilen tecrübelere bakıldığında net olarak görülecektir. Bu hususta demokrat yolunu izlemekte ısrarlı olan müslümanlar; aklı başına alıp her şeyi tekrar gözden geçirmeleri kendileri için salih bir amel olacaktır. Bu noktada asıl sorun şudur: İslam ümmetinin; demokrasiye içtenlikle inandığından değil, asıl ölçü ve imanın gereği olan şeri hükümlere bağlandığı takdirde Allah'ın yardımının ve nusretinin gelmesinin inancını kayıp etmesidir. (إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ), (Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım umarız.)(Fatiha/5) Batı kültürünün ve fikirlerinin doğal tesiri; İslam ümmetinin şeri hükümlere olan güvenini kayıp etmesine neden olmuştur. İslami fikirler ve mefhumlar ümmetin hayatında tatbik edilerek canlı şekilde bulunmadığı için ümmet laiklik ve demokrat gibi var olan bozuk fikirlere mahküm olmuştur. İslam ümmeti; İslami hükümlerin her yerde ve her zamanda hayatın bütün sorunlarına ilişkin çözmeye muktadir olduğuna inanıp top yekün ahiret merkezli ve İslami hayat yeniden başlatmak üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için Rasulüllah'ın mübarek metodunu izlemediği müddetçe küfür nizamı ve zalim idarecilerin tahakkümlerinden kurtulmayacak, izzetin tadını ve Raşidi Hilafet Devletinin nurundan ebedi olarak mahrum kalacaktır. 5) Kadercilikten tam olarak kurtulmaması: Allah-u teala insan, hayat ve kainatı sabit bir norm/nizam üzere yaratmıştır. (فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ), (Allah insanları belli bir fıtrat üzere yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur)(Rum/30). Bu sabit nizam ise tabiat kanunu veya sünnatullah'tır. İnsan, hayat ve kainatın bu nizamın dışına çıkmaları mümkün değildir. Ahiret merkezli ve İslami hayat ise tabiat kanunu olan bu nizama uygun olarak kurulmuş, günümüzde de bu şekilde tekrar kurulacaktır. Ancak ahiret merkezli ve İslami hayatın tekrar gelebilmesi için bir takım gerekli amellerin yapılması gerekir. Bu gerekli ameller olmaksızın ahiret merkezli ve İslami hayatın tekrar kurulması mümkün değildir. Çünkü bu mucize işi değildir. Allah'ın üzerimize büyük bir farz olarak kıldığı salih bir ameldir. Bu gerekli amelleri emr eden Allah-u tealadır. Amelleri yapacak olanlar da müslümanlardır. Bu gerekli ameller ise; Rasulüllah'ın ilahi metodundan geçer. Müslüman kimse kadere teslim olup sadece dua etmek, Kuran okumak, namaz kılmakla ahiret merkezli ve İslami hayat kurulmaz. Kadercilik hayatı felce uğratır. Allah-u teala bizden böyle bir iman tarzı istememiştir. Böyle olsaydı Rasulüllah da kaderine mahküm olup Allah'ın nusretini ve yardımını oturarak bekleyebilirdi. Herşeyi olurluğuna bırakmak demek olan kadercilik sebeplere tutunmanın taban tabana zıddıdır. Büyük alim Hasan El-Basri şöyle der: 'Her kim cennetin oturularak kazanılacağını zann ederse günah işlemiş olur.'
  8. (1) Allah-u teala şöyle buyurmuştur: - (وَمَنْ أَرَادَ الْآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا), 'Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.'(İsra/19) - (وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ), 'Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?'. (Enam/32) - (الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ....أُولَئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ), 'Dünya hayatını ahirete tercih edenler,...işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler.'(İbrahim/3) - (اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ...وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ), 'Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir...Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.'(Hadid/20) - (وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ), 'Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!'(Ankebut/64) Hayat nizamı olan İslam'ın güncel yaşam ortamından kaldırılışının ehemmiyeti fark edildiği günden beri bu güne kadar nübüvvet metodu ışığında verilen sahih mücadelenin amacı ve yapılan çalışmaların hedefi Raşidi Hilafet Devleti'nin tekrar nasıl kurulacağı, ahiret merkezli ve İslami hayatın yeniden başlatılması için yapılması gerekenlerle ilgilidir. Bunun ters sonucu da, İslam ümmetinin uyanıp el ele çalışarak İslami bir hayatın başlatılması için yarım asırdan beri bu yüksek ve nihai hedefe ulaşılamayarak hala İslami hayat hakim olmamasıdır! Bu ise son derece üzücüdür. Anlaşılan İslam ümmetinde olması gereken hareketin görülmemesinin ve bu yüksek hedefe ulaşılmamanın ciddi sebebleri ve engelleri vardır. Nitekim tekrar İslami bir hayatın başlatılması için ortada güneş gibi aşikar ve billur gibi net ve ciddi bir çalışmanın bulunduğu halde ümmetin hala gösterdiği ilginin ve hareketinin zayıf veya gerektiği şekilde olmamasının anlaşılması mümkün değildir! İslam ümmetinin çoktan aşması gereken bu engeller üzerinde ciddi şekilde durmak çok yararlı olacaktır. Asıl sorun önemli bir kamuoyu oluşup İslam ümmetinin, ahiret merkezli ve İslami hayatı temenni ettiği halde engelleri hala aşamamasıdır. Böylesi bir durumda sadece kamuoayunun oluşmasının veya İslam ümmetinin temenni etmesinin hiçbir faidesi yoktur. İslam ümmetinin vücudunda bulunan bu ciddi engelleyici viruslar bertaraf edilerek antivirus fikirler verilmediği sürece hayat ile ilgili sağlıklı fikirleri ve mefhumları vermenin hiçbir faidesi olmayacaktır. Ayrıca var olan islami uyanışta hiçbir ilerleme de kayd edilmeyecek ve Allah-u teala nusretini ve yardımını vermeyecektir. İslam ümmetinin bu viruslara karşı direniş kabiliyyeti son derece zayıf olduğu için ne yazık ki bu viruslar islam ümmetinin vücudunda yerleşik bir hal almış ve hayat ile ilgili sağlıklı fikirleri ve mefhumları kabul etme noktasında zayıf kalmıştır. Bu durum ise; köklü hastalığa yakalanmış bütün vücutlarda görülmektedir. Evet, her ne kadar ahiret eksenli ve İslami hayatı yeniden başlatmak üzere nübüvvet metodunu izlemekte olan çalışanlar İslam ümmetinden ayrı olmayıp, İslam ümmetinin bu vahiy merkezli metoda sarılıp çalışanlara kenetlenerk onlarla bir olması gerekirken, bu durum daha net ve daha kuvvetli bir şekilde görülmemektedir. Bunun içindir ki, İslam ümmetinin şahsiyetinde giderilmesi gereken bu viruslar ve ciddi engeller hakkında Allah Rasulü meşhur bir hadiste şöyle buyurmaktadır: 'Obur insanın yemek kabına saldırdığı gibi milletlerin de size saldırması yakındır'. Denildi ki: 'Sayımızın azlığından dolayı mı?' Buyurdu ki: 'Bilakis o gün çok olacaksınız fakat suyun üzerindeki çerçöp gibi kıymetiniz az olacaktır. Allah heybetinizi düşmanlarınızın kalbinden söküp alacaktır. Kalbinize de vehn atacaktır'. Ya Rasülallah vehn nedir? Buyurdu ki: 'Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmek'.(Ebu Davud). Bu hadisi şerif konumuzla alakalı olarak üzerinde durmamız gereken ve İslam ümmetinin ölüm-kalım meselesi Raşidi Hilafet Devleti'nin tekrar ikame edilmesinin önünü tıkayan, yine İslam ümmetinin vücudunda bulunan virusları/ciddi engelleri şunlardır: İslam ümmetinin; 1) Allah'a tevekkül etmeyi hayatından unutması: Allah-u teala'ya tevekkül etmek demek; insan, hayat ve kainatı yoktan var eden bir mutlak yaratıcının var olması demektir. Bir başka deyişle gaybi ve akide olan tevekkül; insan, hayat ve kainat ötesinde bulunan, bunların hepsine hükm eden ve müminlere yardım eden olağanüstü bir gücün var olması demektir. O da Allah-u tealadır. buna mutlak sürette iman etmek gerekir. Dolayısıyla müslüman bir kimse, hayrın elde edilmesinde ve zararın defedilmesinde mutlak anlamda Allah'a güvenmesi ve tevekkül etmesi gerekir. Tevekkülün bu vasıf ile kalbî amellerdendir. Şayet müslüman kimse bunu, kalbi ile tasdik etmeksizin sadece diliyle kuru olarak telaffuz ederse bu tevekkülün amellerde hiçbir itibarı ve tesiri yoktur. Allah'ü Te'âla şöyle buyurmuştur: (وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ) "Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan." (Furkan 58) (وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ) "Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." (Tevbe 51) (وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ)"Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter." (Talak 3) (الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَانًا وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ)"Bir kısım insanlar, müminlere; "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler." (Âli İmran 173) Sebeblere tutunmak ise; itikadi konu olan tevekkülden tamaman farklıdır. Bunların her ikisi farklı konular ve delilleri de farklıdır. Rasûlullâh hem tevekkül ediyor, hem de sebeblere tutunuyordu. Sahabelere tutunmakta, ya bir âyetle, ya da bir hadisle böyle yapmalarını emrediyordu. Rasûlullâh gücü nisbetince kuvvet hazırlayarak; - Bedir kuyularına baskın yapması, - Hendek kazması, - Hayber'in suyunu kesmesi, - Mekke'yi fethetmek istediği vakit Kureyş'e bir takım haberleri gizlemesi, - Ashabına Habeşistan'a hiçret etme izni vermesi, - Amcası Ebû Talib'in himayesini kabul etmesi, - Ambargo boyunca bir vadide ikame etmesi, - Hicret gecesi Ali'ye yatağında uyuma emri vermesi, - Üç gün mağarada yatıp Beni Dâil'den bir adamı yol rehberi olarak kiralaması. Bütün bunlar, sebeblere tutunmak ile alakalıdır ki, bu tevvekküle aykırı değildir. Her iki mesele birbirinden çok farklı meselelerdir. Bu iki mesele arasını karıştırmak, tevekkülü hayatta hiçbir eseri olmayan şekli ve donuk bir konuma dönüştürür. 2) Rızık akidesinden hala kuşku duyması: Rızık da gaybi ve itikadi bir konudur. Yani müslüman kimse, rızkı takdir edip veren mutlak anlamda Allah-u teala olduğuna iman etmesi gerekir. Bu konu ile ilgili olarak Allahu teala ayetlerde şöyle buyurmaktadır:(ان الله يرزق من يشاء)"Allah dilediğini rızıklandırır."(Ali imran/37), (الله يبسط الرزق لمن يشاء ويقدر) 'Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da.'(Rad/26). bu nedenle müslüman'ın üzerine düşen görev rızkın insanlardan değil Allah'tan olduğu gerçeğine teslim olmaktır. Eğer Allah-u teala bir insana veya bir varlığa bir rızık takdir etmişse onu hiçbir güç elinden alamaz. Zira herkes kendi rızkını yer başkasının değildir. Ancak mülk edinme konusu ameli olup rızıktan farklıdır. İslam, rızkın elde edildiği hallerden müslüman için caiz olanları ve olmayanları yüzlerce şeri hükümlerde beyan etmiştir. Bunun ölçüsü ise helal-haram'dır. Bu anlayışa sahip bir müslüman ahiret merkezli ve İslami hayat başlatmak üzere İslam davasını taşıdığı zaman ailesinin ve çocuklarının rızkının kesileceğinin kaygısını asla taşımaz. Böylesi rızık anlayışına sahip bir müslüman hak sözü de söyler, zalimleri de muhasebe eder, ahiret merkezli ve İslami hayat yeniden başlatmak için ciddi olarak çalışır. Dolayısıyla bu rızık anlayışı hayatta bir engel değil aksine üretgen ve doğru çalışmaya itici bir faktördür.
  9. İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler onu "tâc-ul furûd" (farzların tâcı) ve "umm-ul furûd" (farzların anası) olarak tanımlamışlardır. Çünkü İslâm, hayatın her anına ve alanına müdâhale eden, yönetime, ekonomiye, devletlerarası ilişkilere, toplumsal yaşama, savaşa, barışa, hukuka, kültüre ve somut hayatın parçası olan her meseleye ilişkin hükümler koyan ve hiçbir şeyi eksik bırakmayan kapsamlı bir hayat nizâmıdır ve bu kapsamlı nizâm bir devlet sistemi olmadan yani Hilâfet olmadan yaşama geçirilemez. Bunun için Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] Nübüvvet ile şereflenmesinden bir süre sonra Medîne'de ilk İslâmî Devlet'ini kurarak İslâm Nizâmını fiilen hayata geçirmiştir. Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] kurduğu devletin, O'ndan sonraki yöneticilerinin yönetimde kendisine halef olmasından ötürü İslâm'ın bu yönetim sistemine Hilâfet adını vermiş, kendisinden sonraki ilk Hilâfet dönemini, bizâtihi "Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet" olarak tanımlamıştır. Râşidî Hilâfet sonrasında gelen Emevî, Abbâsî ve Osmanlı Hilâfet devletleri ise Kâfirlerin fikrî, siyâsî, kültürel, kimi zaman askerî ve benzeri saldırıları ve saptırmaları karşısında sarsılarak, kusurlar işleyerek, "Râşidî" sıfatını kaybetmişlerse de; Hilâfet Devleti olarak kalmaya devam etmişlerdir. Çünkü onlar bütün eksiklerine, kusurlarına ve zulümlerine rağmen, İslâm Nizâmı'nı uygulamayı sürdürmüşlerdir. Her devletin bir eceli olduğu hakikatinin bir emâresi olarak Hilâfet Devleti, Hicrî 1342 yılının Recep ayının 28'inde Ankara'daki meşum millet meclisinde alınan despot kararla, devlet içinde devlet kuran bir avuç isyankâr zorba tarafından yıkılmış, böylece Müslümanlar devletsiz, lidersiz ve kalkansız kalmışlardır. Devletsiz kalmışlardır, çünkü -Türkiye Cumhuriyeti dâhil- Hilâfet Devleti'nin enkâzı üstüne kurulmuş mevcut devletler Müslümanları temsil etmemekte, onların maslahatlarını gözetmemekte, dertlerine ortak ve derman olmamaktadır. Bilakis bütün bu devletler, öyle veya böyle, daima veya ara sıra, dolaylı veya dolaysız Sömürgeci Kâfirlerin hizmetindedirler. Lidersiz kalmışlardır, çünkü Müslümanların, altmış küsur parçaya ayrılmış İslâm topraklarını birleştirecek hiçbir lideri yoktur. Kalkansız kalmışlardır, çünkü Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] Halifeyi (Hilâfet'i) Müslümanların "kendisiyle korundukları ve ardında savaştıkları bir kalkan" olarak tanımlamıştır. Hilâfet'in yıkılmasıyla o kalkan parçalanmış, Müslümanların toprakları her zâlimin, her sömürgecinin, her işgâlcinin can yaka yaka, kan akıta akıta, namus çiğneye çiğneye, gözyaşı döktüre döktüre çöreklendikleri topraklar haline gelmiştir. Dolayısıyla bugün bizim çağrıda bulunduğumuz Râşidî Hilâfet'in özel ve güçlü bir anlamı vardır ve bu anlam; -şer'î açıdan- herhangi bir Hilâfet'in veya İslâm Devleti'nin kurulmasını değil, bilakis Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulması gereğini ifade eder ki bu sahîh şer'î delîllere dayalı kapsamlı ve detaylı bir inceleme-araştırma sürecinin ardından ortaya çıkarılmış ve geniş biçimde yayınlarımızda açıklanmıştır. Yine bu anlam; -siyâsî açıdan- İslâm'ın kapsamlı bir hayat nizâmı olmasının gereği olarak bir devlete muhtaç olması ve Müslümanların, canlarının, mallarının, ırzlarının, topraklarının ve daha önemlisi Râsullerinin, Kitâblarının ve Dînlerinin korunması, ayrıca Sömürgeci Kâfirlerin dayattıkları Demokratik-Laik Küfür sistemlerinin ortadan kaldırılması, tahakkümlerine, işgâllerine ve sömürülerine son verilerek topraklarımızdan nihâî olarak kovulması, onların ajanı ve uşağı olarak hizmet veren hâin yöneticilerin başımızdan atılması ve yerine bağımsız, muktedîr, güçlü ve büyük bir devlet kurulması açısından siyâsî aklın gereğini ifade eder ki İslâm Ümmeti, tüm bu sayılanları hakkıyla ve lâyıkıyla yerine getirme potansiyeline fazlasıyla sahiptir. Allah [subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110] Bununla birlikte Hilâfet'in kurulmasının hayal olduğunu, kurulsa bile "büyük" devletlerin onu hemen darmadağın edip ortadan kaldıracağını söyleyenlerin varlığına şahit olmaktayız. Bunu söyleyenlere ya da aklından geçirenlere deriz ki; Hilâfet'in kurulması asla bir hayal değildir. Bilakis Allah'ın izniyle fiilî bir hakikattir. Nitekim Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem], şu an içerisinde bulunduğumuz "zorba diktatörlük" döneminden sonra tekrar Râşidî Hilâfet'in kurulacağını çok açık ibarelerle müjdelemişken buna hayal demek neyi ifade eder? Nitekim Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti] "Büyük" devletlerin kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni anında yok edecekleri ise sömürgeci kâfirlerin temennisinden öte bir şey değildir. Zira o "büyük" devletler, aveneleriyle birlikte Irak'ta ve Afganistan'da Müslüman fertlerin karşısında çaresiz kalıp rezil olmuşlarken; nasıl olacak da Râşidî Hilâfet'in başına üşüşüp onu darmadağın edeceklermiş?! Bununla birlikte bir devletin gücünü ideolojik, stratejik, ekonomik, demografik, teknolojik ve askeri konum oluşturmaktadır. Konunun uzmanları da kabul ederler ki ideolojik faktör temel unsurdur. Bu varsa diğer faktörler oluşturulabilir; fakat bu yoksa diğer faktörler değeri ne olursa olsun sonunda yok olmaya mahkûmdur. Bu nedenle Amerika bu gün için güçlü bir ideolojiden mahrum olan Türkiye'den Mısır'dan Pakistan'dan, Endonozya'dan Suriye'den, Ürdün'den daha güçlüdür. Fakat kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'nden asla güçlü değildir. Çünkü İslâm, Kapitalizmden güçlüdür. Çünkü İslâm hak, Kapitalizm batıldır. Hak ve hayır İslâm'da temsil edilmiştir. Bâtıl ve şer ise özellikle de Amerika liderliğindeki Kapitalizmde temsil edilmiştir. Hakka tabii olanların onu açıklama ve desteklemedeki mevcut yetersizliği hakkı bâtıl yapmaz; bâtıla tabii olanların kendi fasit anlayışlarını hak olarak sunmadaki becerileri de bâtılı hak yapmaz. Hak er ya da geç bâtıla üstün gelecektir. Allah [subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: َقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا De ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur! Ey Müslümanlar! Ey Güç Sahipleri! Muhakkak ki Hilâfet, Allah'ın vaadidir ve Rasûlü'nün müjdesidir. Dünyanın ve Âhiretin izzeti, İslâm'ın bütünüyle uygulanması, korunması ve yayılması, tüm insanlığın azgın Kâfirlerden ve karanlık küfür nizâmlarından kurtarılmasının yolu ancak ve sadece odur. Aynı zamanda o, tüm cihandaki hayrın ve adaletin minaresidir. Haydi! Ellerinizi ellerimizin üzerine koyun! Allah'ın vermenizi emrettiği nusreti verin bize! Bizimle irtibata geçin! Bizimle birlikte Râşidî Hilâfet'i kurmak için siz de çalışın! يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]
  10. İNSANIN HAYATA BAKIŞI NASILOLMALIDIR? (DEVAMI) Aişe Radıyallahu Anhuma annemiz sordu: ‘Ey Rasulullah, kıyamet günü ehlini bizlere hatırlatır mısın?’ Efendimiz; ‘Ey Aişe, amel defteri insanlara verilirken sağdan mı verilecek yoksa soldan veya arkadan mı verilecek, bu an hiçbir kimse hiçbir kimseyi hatırlamaz. Amel defteri Mizan adlı terazinin kefesine konulduğunda terazinin sağ kefesi mi yoksa sol kefesi mi ağır basacak, bu an gerçekleşinceye kadar kimse kimseyi hatırlamaz. Sırat köprüsünden geçme veya geçmeme hali bitinceye kadar hiçbir kimse hiçbir kimseyi hatırlamaz.” buyurdu. Rabbimiz bu anları Kur’an’ı Kerim de şöyle açıklıyor: يوم يفر المرء من أخيه(34)وأمه وأبيه(35)وصاحبته وبنيه “O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır.” (Abese 34-36) Evet, bu mahkemeden sonra insanlar Cennet veya Cehenneme doldurulurlar. Bu anı Rabbimiz şöyle bildiriyor: إذا ألقوا فيها سمعوا لها شهيقا وهي تفور “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.” (Mülk7) فاعترفوا بذنبهم فسحقا لأصحاب السعير “Böylece günahlarını itiraf ederler. Çılgın alevli Cehennemlikler yok olsunlar!” (Mülk-11) Bu ve buna benzer diğer ayeti kerimelerde, kendilerine gelen peygamberi inkâr edip, onu dinlemeyerek onun getirdiklerine uymayanların gideceği yerin korkunçluğu bir şekilde bize anlatmaktadır. Kâfirleri gerçekten çok kötü bir akıbet beklemektedir. İbni Abbas’tan Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: ياأيها الذين آمنوا اتقوا الله حق تقاته ولا تموتن إلا وأنتم مسلمون “Ey inananlar! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler, ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran-102) ayetini okuyup şöyle buyurdu: “Eğer zakkumdan bir damla yere damlatılmış olsaydı o damla dünyadaki canlıların geçim vesilesi/gıda maddelerini bozardı. Artık zakkumdan başka yiyeceği olmayanın (Cehennem halkının) hali nasıldır?” (İbni Mace 4325) إن الذين كفروا بآياتنا سوف نصليهم نارا كلما نضجت جلودهم بدلناهم جلودا غيرها ليذوقوا العذاب إن الله كان عزيزا حكيما “Doğrusu ayetlerimizi inkar edenleri ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, hâkimdir.” (Nisa 56) Hasan-ı Basri bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: Ateş onları her gün yetmiş bin defa yiyip bitirir. Onları her bitirdikçe onlara, ‘eski halinize dönün denir.’ Onlar eski hallerine dönerler. Buraya kadar naklettiğimiz ayetler kâfirler, iman etmeyenler, Allah Subhenehû ve Teala’ya eş koşanlar, tagutlar, münafıklar, hainler ve bazıları da günahkâr mü’minler hakkındadır. Ancak günahkâr mü’min iman sahibi olduğu için ebedi olarak Cehennemde kalmayacaktır. Allahu Teala şöyle buyurdu: خالدين فيها ما دامت السماوات والأرض إلا ما شاء ربك إن ربك فعال لما يريد “Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedi kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.” (Hûd 107) Bu ayetlerdeki vasfedilen kişilerin dünya hayatlarına bakıldığında iman etmedikleri, Peygamberi tanımadıkları, vahyi dünya hayatlarına hakem kılmadıkları görülür ve bundan dolayı da kötü son ile karşılaşacak, ebedi bu hal üzere kalacaklardır. Rabbimiz, iman etmeyenlerin dünya hayatındaki amellerinin hiç bir değerinin olmadığını yüce kitabında şöyle bildiriyor: والذين كفروا أعمالهم كسراب بقيعة يحسبه الظمآن ماء حتى إذا جاءه لم يجده شيئا ووجد الله عنده فوفاه حسابه والله سريع الحساب “İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da (inanmadığı, kendisinden sakınmadığı) Allah'ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Nur 39) Bir topluluk vardır ki, samimi olmalarına rağmen farz sınırlarını gözetmeyerek bazı önderlerin arkasından gitmişlerdir. Bunların da kötü bir sona ulaşacaklarını Rabb’imiz kitabında şöyle bildirdi: يوم تقلب وجوههم في النار يقولون ياليتنا أطعنا الله وأطعنا الرسول(66)وقالوا ربنا إنا أطعنا سادتنا وكبراءنا فأضلونا السبيل(67)ربنا آتهم ضعفين من العذاب والعنهم لعنا كبيرا “Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” (Ahzap 66-68) ويوم يعض الظالم على يديه يقول ياليتني اتخذت مع الرسول سبيلا(27)ياويلتي ليتني لم أتخذ فلانا خليلا “Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov. Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim!” (Furkan 27-28) Bu ayetlerden anlaşılıyor ki; kişi kimi takip ediyorsa, hangi kitle ile çalışıyorsa, nasıl bir devlete ve idareciye tabii ise, kimi yardımcı edindiyse, kimi dost seçiyorsa onlarla beraber haşrolunacaktır. Eğer Kur’an ve Sünnet ölçü alınıp marufu emreden, münkerden sakındıranlarla beraber olunduğu takdirde Allah Subhenehû ve Teala’nın rızasına nail olabiliriz. Aksi takdirde sonuç, ayetlerde belirtildiği gibi hüsran ile bitebilir. Rabb’imizin, akıbeti kötü olanlar için Kur’an da verdiği misal gerçekten akıllara durgunluk verecek derecededir. Şöyle buyuruyor: انطلقوا إلى ما كنتم به تكذبون(29)انطلقوا إلى ظل ذي ثلاث شعب(30)لا ظليل ولا يغني من اللهب(31)إنها ترمي بشرر كالقصر(32)كأنه جمالة صفر(33)ويل يومئذ للمكذبين “İnkarcılara o gün şöyle denir; Yalanlayıp durduğunuz şeye gidin. Gölge yapmayan ve ateşten de korumayan Cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin. O gölgenin saldığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibide büyüktür. Yalanlamış olanların o gün vay haline.” (Mürselat 29-34) Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem Cehennem ateşinin ısısını şöyle anlatıyor: “Allahu Teala, Cehennemin bin sene yanmasını emir buyurdu. Ta ki ateşi kıpkızıl kesildi. Sonra bin sene daha yakıldı. Ta ki ateş bembeyaz kesildi. Sonra bin sene daha yakıldı. Ta ki ateşi simsiyah kesildi. Binaenaleyh Cehennem simsiyah ve karanlıktır.” (Tirmizi) Ahiret gününde ne kadar korkunç bir son ile karşı karşıya kalabileceğimizin hesabını şimdiden yapmalı ve kendimize bir çeki-düzen vermeliyiz. Allah ve Resulüne teslim olmalıyız. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “İman etmeyenlerin içinde en hafif azabı amcam Ebu Talib’e çektirilir ki, onun ayağına bir terlik giydirilir ve Cehennemin bir katmanında gezdirilir. Ayağından aldığı ısıdan dolayı beyni kaynar. Diğer taraftan azılı kâfirler ateş içinde cezalandırılırken ateşin sıcaklığından dolayı su ister ona bir kâse içinde su verilir, onun içinde kan, irin karışımı vardır. O kâseyi içmek için ağzına yaklaştırdığında, kâsenin içindeki su karışımının sıcaklığından dolayı yüzünün deri ve etleri kâseye dökülür, böyle olmasına rağmen o kişi bu suyu içer çünkü içinde bulunduğu ateş daha sıcaktır.” Şu bir gerçektir ki, Cennet ve Cehennem hakkındaki bütün deliller akla hitap eder ve de her akıl sahibi bu delilleri anlayabilir, ona göre de kendisine bir istikamet seçebilir. Dünya hayatında iman eden ve salih amel işleyenlerin durumu, yukarıda anlatmaya çalıştığımız isyan ehlinin durumundan çok farklıdır. Bu durumu Rabb’imiz mü’minler için nur ve hidayet kaynağı olan Kur’an’ı Kerim de şöyle anlatır: فأما من أوتي كتابه بيمينه فيقول هاؤم اقرءوا كتابي(19)إني ظننت أني ملاق حسابي(20)فهو في عيشة راضية(21)في جنة عالية(22)قطوفها دانية(23)كلوا واشربوا هنيئا بما أسلفتم في الأيام الخالية “Kitabı sağından verilen; Alın kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplama ile karşılaşacağımı umuyordum, der. Artık o meyveleri sarkmış, yüksek bir bahçede, hoş bir yaşayış içindedir. Onlara şöyle denir; Geçmiş günlerde, peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz içiniz.” (Hakka 19-24) والذين آمنوا وعملوا الصالحات سندخلهم جنات تجري من تحتها الأنهار خالدين فيها أبدا لهم فيها أزواج مطهرة وندخلهم ظلا ظليلا “İnanıp yararlı iş işleyenleri, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz.” (Nisa 57) Enes İbn-i Malik’den Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: “Pak ve yüce olan Allah Cehennemliklerin en hafif azaplısına ‘Dünya ve dünyadaki her şey senin olsa şu azaptan kurtulmak için onu fidye eder miydin? buyurur.’ O kul; ‘Evet fidye ederdim.’ der. Allah; ‘Sen ademin sülbünde iken ben senden bu fedakârlıktan daha ehven bir şey istemiştim. Bu bana ortak koşmamandı. (Ravi şöyle dediğini de zannediyorum dedi.) Ben de seni ateşe katmayacaktım. Fakat sen (dünyaya gelince tevhitten) imtina ettin de şirkten ayrılmadın, buyurdu.” Enes İbn-i Malik’den rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Cehennemliklerden dünya ehlinin en nimetli ve refahlısı olan kimse kıyamet gününde getirilir ve ateşe bir daldırılış daldırılır. Sonra ‘Ya Âdemoğlu, sen hiçbir hayır gördün mü? Sana herhangi bir nimet uğradı mı? diye sorulur. O kul; ‘Hayır vallahi ya Rab, der. Cennet ehlinden olup da en çetin ve meşakkatli hayat süren bir kişi getirilir ve Cennete bir daldırılış ile daldırılır. Müteakiben ona da; ‘Ey Âdemoğlu, sen hiçbir çetinlik ve sıkıntı gördün mü? Sana herhangi bir sıkıntı ve zorluk uğradı mı? diye sorulur. O da; Hayır vallahi ya Rab. Bana asla şiddetli fakirlik ve ihtiyaçtan dolayı fena bir hal arız olmamıştır. Ben asla bir hayat çetinliği ve zorluğu görmedim, der.” (Müslim 2807) İmam Malik İbn-İ Enes, Zeyd İbn-i Estem’den, o da Ata İbn-i Yesar’dan, o da Ebu Said Hudri’den tahsis etti ki, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle demiştir: “Allah, Cennet ahalisine; ‘Ey Cennet ahalisi’ diye buyurur. Onlar; Ey Rabbimiz ferman buyur, emrini ifaya her zaman hazır ve kullukta daimiz. Hayır, senin iki elindedir’ derler. Allah; ‘Nasıl bu halinizden razı mısınız?’ buyurur. Kullar; ‘Ya Rab nasıl razı olmayalım? Sen bize mahlûkatından hiçbir kimseye vermediğin bunca nimetleri ihsan buyurdun’ derler. Allah; ‘Ben sizlere muhakkak bunlardan daha faziletli ve daha şerefli bir nimet vereceğim’ buyurur. Kullar; ‘Ey Rabbimiz bu nimetlerden daha faziletli ve daha kıymetli hangi nimet vardır ki?’ derler. Bunun üzerine Allah; ‘Ben sizin üzerinize Rıdvan’ımı (Razı ve hoşnut olmamı) indiriyorum ve artık bundan sonra sizlere ebediyen darılmayacağım’ buyurur.” (Müslim 2892) Bu gün ümmet nasıl da topuklarının üzerine dönmüştür! Hiç şüphesiz buna en büyük neden Hilafetin yıkılması ve Şer’i hükmün hayat sahasından kaldırılması ile olmuştur. Ne yazık ki ümmet, İslam’ın öngörmediği işleri yapmakta ve küfür nizamlarından kaynaklanan birçok şeylere itikat eder olmuşlardır. Bunlar; demokrasi, laiklik, kapitalist ideolojiyi, komünizm, tasavvuf, körü körüne şahıslara bağlanma ve onları hüküm koyucu konumuna yükseltme, mantık, felsefe, atalar dini, fayda-zarar, kolay-zor, menfaatçilik, tedricilik, milliyetçilik, vatancılık, heva ve nefsi hüküm koyucu edinme vs. dir. Bunlara daha sonra detaylı olarak değineceğiz. Cennet ve Cehennem hakkında Ebu Said’ten rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Kıyamet günü Cennet ehli Cennete, Cehennem ehli Cehenneme ayrıldıktan sonra, ölüm aklı, karalı alaca bir koyun suretinde getirilir. Cennet ile Cehennem arasında durdurulur. Müteakiben, Ey Cennet ahalisi! ‘sizler bunu tanıyor musunuz’ denilir. Cennetlikler hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru kaldırırlar ve ona bakarlar. Ardından; ‘evet tanıyoruz bu ölümdür’ derler. Sonra, Ey Cehennem ahalisi! ‘sizler bunu tanıyor musunuz’ diye sorulur. Onlar da başlarını kaldırıp bakarlar ve ‘evet tanıyoruz bu ölümdür’ derler. Bunu takiben koyun suretindeki ölümün Cennet ile Cehennem arasında kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra Ey Cennet halkı! ‘Cennette ebedi yaşayacaksınız artık ölüm yoktur. Ve Cehennem halkı sizler de karargâhınızda ebedisiniz, artık ölüm yoktur’ denilir.” Bundan sonra Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şu ayeti okudu: وأنذرهم يوم الحسرة إذ قضي الأمر وهم في غفلة وهم لا يؤمنون(39)إنا نحن نرث الأرض ومن عليها وإلينا يرجعون “Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulundukları ve hala inanmayanları, onları, işin bitmiş olacağı o haslet günü ile uyar. Şüphesiz biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara varis olacağız. Onlar bize döneceklerdir.” (Meryem-39-40) Efendimiz bu ayeti okurken eliyle dünyaya işaret etmiştir. (Müslim 2849) ونادى أصحاب النار أصحاب الجنة أن أفيضوا علينا من الماء أو مما رزقكم الله قالوا إن الله حرمهما على الكافرين “Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları dinlerini alay ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkârcılara ikisini de haram kılmıştır, derler.” (Araf 50) Buraya kadar aktardıklarımızdan da anlaşılacağı gibi Ahiret günü hesap, haşru neşr’in gerçekten çok çetin geçeceğidir. Rabb’imiz şöyle buyurmuştur: ألا يظن أولئك أنهم مبعوثون(4)ليوم عظيم(5)يوم يقوم الناس لرب العالمين “Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar âlemlerin Rabbinin huzurunda dururlar.” (Mutaffifin 4-6) ياأيها الناس إن وعد الله حق فلا تغرنكم الحياة الدنيا ولا يغرنكم بالله الغرور “Ey insanlar! Allah'ın vadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek sizi ayartmasın!” (Fatır 5) “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir. Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, kurtuluşa erişenlerdir.” (Haşr 18-20) Ey Âdemoğlu! Öyle bir mahkemeden geçeceksin ki orada torpil yok, aracı yok, rüşvet yok, Allah Subhenehû ve Teala izin vermezse şefaatçi yok, her yönden çepeçevre kuşatılmışsın, yaptığın her iş ve sözde, beş ayrı şahit ile Yüceler Yücesi Allahu Teala’nın mahkemesine geleceksin. Gel yol yakınken, yaşarken, kendi kendini muhakeme et... Yol yakınken hidayete tabi ol, kalıcı olan nimetlere bağlan, talep et... Allah Subhenehû ve Teala katında hayırlı olan nimetlere bağlan. Allah’a ve Allah’tan gelen iman ve yaşam esaslarına sımsıkı sarıl, akideni yeniden gözden geçir, kontrol et, amellerinin ölçüsünü nereden alıyorsun ona bir bak, yanlışsa o ölçüleri terk et, tövbe et. Böylece ahiret gününde yüzleri ağıranlardan ol, yüzleri kararanlardan değil. Şunu bil ki; Allah Subhenehû ve Teala’yı asla kandıramazsın. Sözünde özünde dosdoğru ol. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ilahi emrine Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem sımsıkı sarılmıştı sende rehberini takip et, ona uy.
  11. İnsanın hayata bakış açısı, onun yaşamı açısından çok önemlidir. Çünkü süreceği yaşam onun hayat hakkındaki anlayışına göre şekil alır. Temel dinamik ve kişinin hayat hakkında kabul ettiği temel fikir ne olursa, süreceği yaşam da onun üzerine bina edilecektir. Kişi hayatiyet taşıyan ‘nasıl yaratıldığı’ gibi soruları kendisine sormalı, cevap verirken de insaflı davranmalı, cevaplarda kesinlik ve katiyet aramalıdır. Bu kesinlik ve katiyet onda imanı meydana getirecektir. İman kelimesi şeksiz, şüphesiz emin olma anlamına gelir. İslâm'ın hayat hakkında ortaya koyduğu fikir, her şeyin öncesinde bir yaratıcının varlığına iman ki o da; Allahu Teala'dır. Hayat sonrasına da iman etmek gerekir ki o da; Ahiret günüdür. Hayat ile hayat öncesi arasındaki münasebet iki konuyu kapsar: 1-Yaratıcı, yaratık ilişkisi, 2-Allah'ın emirleri. Hayat ile hayat sonrası arasındaki münasebet de iki şeyi kapsar: 1-Ölümden sonra dirilme, 2-Haşr-u neşr ve insanın dünyada yaptığı fiillerinden sorulması. Allah'a İman: Allah'a iman; yani onun varlığına iman, bizler için atalarımızdan kalma geleneksel bir iman olmaktan çıkıp, daha delilli ve tahkiki olmalıdır. Yani insan, Allah'a iman etmesi gerektiğini araştırma, incelemeler sonunda ikna olarak anlamalı ve bundan emin olmalıdır. Aksi takdirde kişinin Müslüman anne ve babadan doğması bir avantaj kabul edilebilir. Kişi tahkiki imanı gerçekleştirdiği takdirde Yahudi bir anne babadan veya dinsiz bir anne babadan olması onu etkilemeyecektir. Çünkü o araştırması sonucu Allahu Teala'yı tespit edecektir. Geleneksel olarak iman eden kişi Hıristiyan bir anne babadan doğdu ise Hıristiyan, Yahudi anne babadansa Yahudi ve dinsiz anne babadan doğdu ise dinsiz olur. Çünkü o kişide taklitçilik mevcuttur. Bu anlamda Müslüman Allah'a olan inancını delilleriyle, kanıtlarıyla tahkiki olarak kabul etmesi gerekir. Allahu Teala'nın varlığını şu üç yolla bulabiliriz: 1-İnsanoğlu aciz bir varlıktır. Bu sebeple aciz olmayana yönelir. 2-İnsanoğlunda mevcut olan içgüdülerden tapınma içgüdüsü onu bir yaratıcıya kulluk etmeye zorlar. 3-Eşyayı kontrol ettiğinde ve onu incelediğinde (asi olan insan haricinde) her şeyin görevini harfiyen yerine getirdiğini ve insanın müdahalesi olmadığı sürece tabiatın müthiş bir düzene sahip olduğunu görür. Bu düzenin içindeki varlık birbiri ile ilişkili ve birbirine bağımlıdır. Bu da göz önünde bulundurulduğunda kendiliğinden oluşması imkânsızdır. Sonuç itibariyle mutlak yaratıcıya ihtiyaç vardır. Bazı ideolojiler varoluşu tesadüflere bağlamışlardır. Bazıları için ise, var oluşun sebebinin yaratılmışlık veya tesadüfilik olmasının o kadar da önemli olmadığı kanaatini taşımaktadır. Müslümanlar için, yukarıda saydığımız şıklar esaslar önem arzeder. Çünkü temel budur. Baştan söylediğimiz gibi temel sağlam ise bina sağlam olur, temel bozuk ise bina ihtişamına rağmen yıkılmaya mahkûmdur. Yukarıda bahsedilen maddeleri örneklerle açıklayacak olursak: İnsanın acizliği: İnsan, belli bir mesafeye kadar görebilir, belli bir mesafeden ses işitebilir, belli bir mesafeye sesini ulaştırabilir, belli bir hızda koşabilir ve yaşam süresini kendisi belirleyemez. Bu saydıklarımız dışında örnekler daha da arttırılabilir. Bu sebeple zaafa düştüğü, aciz kaldığı zamanlar ve muhtaç olduğu zamanlar çoktur. İşte, bu zamanlarda kendisini düştüğü bu çıkmazdan kurtaracak bir güç arar veya hayatın devamını sağladığını zannettiği bir güce yönelerek onu ilah edinir. Bu aynı zamanda onda mevcut olan tapınma içgüdüsünün tecellisidir. Çevresini aydın bir bakışa sahip olmadan incelediğinde şöyle bir tespit yapabilir: Güneş suyun buharlaşmasını, bu da yağmur bulutlarının meydana gelmesini, bunun sonucu olarak da yağan yağmurla nebatın meydana geldiğini, aynı zamanda güneşin olmaması halinde bunların meydana gelmeyeceğini düşünerek güneşi yaratan edinebilir. Nitekim, geçmişte bu şekilde yaşamış, buna benzer birçok toplumlar vardır. Onların ilahları kâinat içindeki varlıklardan oluşmaktadır. İşte bu problemin esasını teşkil etmektedir. Çünkü, insan duyu organlarıyla algıladıklarını sınıflandırırsa karşısına kâinat, bu kâinatta bulunan canlı, cansız varlığın yaşam süreci, kâinatın içinde bulunmasına rağmen onlardan düşünme yetisi ve karar verme yetisiyle ayrılan insan gerçeğiyle karşılaşacaktır. Bu algıladıklarının hepsi insanın kendisi gibi acizdir ve sınırlıdır. O halde bu aşamada bu aciz ve muhtaç varlık âleminin öncesinde ne vardır? sorusu akla gelmektedir. Çünkü aciz ve muhtaç olanın, aciz ve muhtaç olmayan bir düzenleyiciye/yaratana ihtiyacı vardır ki, bu da her şeyi yoktan var eden Allahu Teala'dır. Bu gelinen aşamadan sonra şu sorular insanın aklını kurcalayabilir: Yaratıcı yarattı, peki ben yaratıcımla nasıl alaka kuracağım ve Yaratıcının yaratmasındaki maksat nedir? İşte, bu sorunun akabinde devreye peygamberler girmektedir. Yani Allah'ın elçileri. Onlar Yaratan tarafından aramızdan seçilmişler ve Allahu Teala'nın yaratmasındaki maksadını bizlere bildirmişlerdir. Bu maksat Kur’an’da şöyle zikredilmektedir: وما خلقت الجن والإنس إلا ليعبدوني "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat 56) Buraya kadar yaratıcının varlığı ve yaratılış gayemizin ne olduğu açıklandığına göre sınırlı olan bu kâinatın yok oluşundan sonra ne var? sorusu akla gelir ki, bu da Âhirette imanla bağlantılı bir husustur. Âhirete iman: Yeniden dirilme ve hesap gününe iman, Cennet ve Cehenneme iman gibi hususlar hayata bakışın esası ve açısı olmalı. İslâm akidesinin ve ona imanın önemi, ayrıca hayatla bağlantısı kavranmalıdır. İster Mü’min, ister kafir olsun bütün insanlar bu hayatın bir sonunun olduğunu kabul etmektedir. Ancak ölümün varlığını kabul etmek bizi kurtarmaz. Düşünen insan, ölümden sonra ne var? sorusunu kendisine sormalıdır. Bu soruya işaretle Allahu Teala Kur’an’ı Kerim de şöyle buyurmaktadır: الذي خلق الموت والحياة ليبلوكم أيكم أحسن عملا وهو العزيز الغفور “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 2) Bu ayet gösteriyor ki; hayatın sonunda ölüm vardır, hayata gelişin gayesi kulluktur. Öldükten sonra ise diriliş, hesaba çekiliş, ceza ve mükâfat vardır. Dinimiz bu konuyu iki ana kaynakta detayları ile işlemiştir. İnsan, hayat, kâinat ve bunlara ait düzenlerin yok olacağını, bozulacağını Allahu Teala şöyle bildirmektedir: فإذا نفخ في الصور نفخة واحدة(13)وحملت الأرض والجبال فدكتا دكة واحدة(14)فيومئذ وقعت الواقعة(15)وانشقت السماء فهي يومئذ واهية(16)والملك على أرجائها ويحمل عرش ربك فوقهم يومئذ ثمانية “Sur’a bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır, o gün düzeni bozulur. Melekler onun çevresindedirler, o gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.” (Hakka 13-17) İçinde bulunduğumuz kâinatın, mevcut olan düzenin nasıl yok olacağını ise: إذا الشمس كورت(1)وإذا النجوم انكدرت(2)وإذا الجبال سيرت(3)وإذا العشار عطلت(4)وإذا الوحوش حشرت(5)وإذا البحار سجرت(6)وإذا النفوس زوجت(7)وإذا الموءودة سئلت(8)بأي ذنب قتلت(9)وإذا الصحف نشرت(10)وإذا السماء كشطت(11)وإذا الجحيم سعرت(12)وإذا الجنة أزلفت(13 علمت نفس ما أحضرت “Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman. Yıldızlar düşüp, söndüğü zaman. Dağlar yürütüldüğü zaman. Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman. Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman. Denizler kaynaştırıldığı zaman. Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman. Kız çocuğunun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman. Amel defterleri açıldığı zaman. Gök yerinden oynatıldığı zaman. Cehennem alevlendirildiği zaman Cennet yaklaştırıldığı zaman. İnsanoğlu önceden ne hazırladığını görecektir.” (Tekvir 1-14) Kıyametin anını Rabbimiz şöyle bildirmiştir: يوم ترونها تذهل كل مرضعة عما أرضعت وتضع كل ذات حمل حملها وترى الناس سكارى وما هم بسكارى ولكن عذاب الله شديد “Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş değillerdir, fakat bu sadece Allah’ın azabının çetin olmasındandır.” (Hac 2) ما ينظرون إلا صيحة واحدة تأخذهم وهم يخصمون “Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlık beklerler.” (Yasin 49) Bu ayet önce sur’un üfürüleceğinden bahsetmektedir. Böylece insanların tamamı ölür. ونفخ في الصور فإذا هم من الأجداث إلى ربهم ينسلون “Sur’a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar.” (Yasin 51) Bu ayet sur’a ikinci defa üfürülüşte insanların mezarlarından kalkarak Rablerine gideceklerini bildirmektedir. إن كانت إلا صيحة واحدة فإذا هم جميع لدينا محضرون “Tek bir çığlık kopar, hepsi hemen huzurumuza getirilmiş olur.” (Yasin 53) Böylece insanlar Allahu Teala’nın huzuruna getirilirler ve daha sonra; وأشرقت الأرض بنور ربها ووضع الكتاب وجيء بالنبيين والشهداء وقضي بينهم بالحق وهم لا يظلمون “Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamber ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.” (Zümer 69) Hesap günü Resule gelen Risalete iman edip etmediğimiz, Şer’i hükme bağlı kalıp kalmadığımız hususunda hesaba çekileceğiz. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem muhakeme ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kişi… şu beş değişik şahitler ile mahkemeye gelir. Bir ameli işlerken yeryüzü, onun lehine ve aleyhine şahittir, vücudundaki bütün uzuvlar onun lehine aleyhine şahittir, amel defterleri onun lehine aleyhine şahittir, yazıcı melekler onun lehine aleyhine şahittir ve her şeyi bilen Allah Subhenehû ve Teala onun lehine aleyhine hüküm verir.” Yukarıda geçen şahitlik hususunda Rabbimiz Kitab-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: وقال الإنسان ما لها(3)يومئذ تحدث أخبارها(4)بأن ربك أوحى لها “İnsanın; ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman; İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahiy etmesiyle kendi haberlerini anlatır.” (Zilzal 3-5) وجاءت كل نفس معها سائق وشهيد “Her can, kendisiyle beraber bir sürücü ve şahit bulunduğu halde gelir.” (Kaf 21) Buraya kadar yapılan açıklamalardan şu anlaşılmaktadır ki Kur’an ve Sünnet, dünya hayatında yaptığımız bir işten, söylediğimiz bir sözden dolayı hesap günü beş değişik şahidin şahitliğinde, muhakeme olacağımızı bildirmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: Aişe Radıyallahu Anhuma hesap günü insanların durumunu sorar. Efendimiz; ‘Ya Aişe insanlar kıyamet günü yalın ayak, sünnetsiz olarak, çırılçıplak anadan doğma bir şekilde haşr olacak.’ dedi. Aişe; “Ben utanırım Ya Rasulullah’ dedi. Efendimiz; ‘Ya Aişe, durum senin anladığın gibi değil, o gün her insan kendi nefsinin kurtuluşu derdine düşecek, o yanındakinin cinsiyetine bakmadan daha büyük bir işle karşı karşıya kalacak.” buyurdu.” (Müslim 1193) Aişe Radıyallahu Anhuma annemiz sordu: ‘Ey Rasulullah, kıyamet günü ehlini bizlere hatırlatır mısın?’ Efendimiz; ‘Ey Aişe, amel defteri insanlara verilirken sağdan mı verilecek yoksa soldan veya arkadan mı verilecek, bu an hiçbir kimse hiçbir kimseyi hatırlamaz. Amel defteri Mizan adlı terazinin kefesine konulduğunda terazinin sağ kefesi mi yoksa sol kefesi mi ağır basacak, bu an gerçekleşinceye kadar kimse kimseyi hatırlamaz. Sırat köprüsünden geçme veya geçmeme hali bitinceye kadar hiçbir kimse hiçbir kimseyi hatırlamaz.” buyurdu.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.