Zıplanacak içerik

EnSevgiliye

Φ Yeni Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  1. "Ey iman edenler ! Allah'a itaat edin. Resule ve sizden olan emir (yönetim) sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resul'e götürün. Allah'a ve Ahiret'e iman ediyorsanız, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir. • Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tağutla (Allah'ın şeriatı dışındaki hükümlerle) muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmeleriyle emr olunmuşlardı. şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor. • Onlara; Allah'ın indirdiğine ve Resul'e (yani İslâm şeriatı'na) gelin, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. • (Nisa : 59,60,61) Demek ki Hukum koyucu yanlizca Allahtir.. Velakin La ilahe illallah 'hin anlamlarinda da bu vardir.. Herseyde sadece Allahi birlemektir.. Hukum koyucu yargilayici Tek ilah tek Yardimci v.s
  2. "Ey iman edenler ! Allah'a itaat edin. Resule ve sizden olan emir (yönetim) sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resul'e götürün. Allah'a ve Ahiret'e iman ediyorsanız, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir. • Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tağutla (Allah'ın şeriatı dışındaki hükümlerle) muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmeleriyle emr olunmuşlardı. şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor. • Onlara; Allah'ın indirdiğine ve Resul'e (yani İslâm şeriatı'na) gelin, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. • (Nisa : 59,60,61) •Kâfir Batının müslüman beldelerine götürüp pazarladığı demokrasi bir küfür sistemidir ki onun uzaktan veya yakından İslâm'la bir alâkası yoktur. Aynı anda İslâm ahkâmıyla küllî ve kısmî hususlarında tamamen çelişir. Yine demokrasi, kendisinin geldiği kaynak, kendisinden fışkırdığı akide, üzerine konduğu esas, getirdiği fikirler ve nizamlar bakımından da İslâm ahkâmı ile çelişir. Bu nedenle demokrasiyi almak veya uygulamak veya ona çağırmak, müslümanlara kesinlikle haramdır.
  3. Kimi kiminin demesinden yolacikarakmi bu hukumleri ortaya atiyorsun Aklin yokmu arastir sorustur gercegi bul.. Okadar safmisin ki Duyumlarla Hareket ediyorsun.. Bide soru Rencide etmek yada kucuk dusurmek icin degil Ya bisey vermek icin Yada bisey Almak icin sorulur... Bir ikincisi madem senin siyaset ve tarihle aran iyi arastir okadar bilgin varsa Kimin Halife olacagini yada kimlerin halifeyi sececegini yada Halifelige kimlerin atanabiliecegini bilirsin... Belki sana gore imkansiz gibi gorunuyor olabilir.. Lakin o gun herkes gorecektir..
  4. ".HZ.hz.muhammed Allah’ın Rasülüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı sert zorlu, kendi aralarında merhametlidirler."(Fetih 29) "İlk Muhacir’ler ve Ensar’dan kişilerle ihsan ile onlara uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allah’tan hoşnutturlar."(Tevbe 100) "Mü’minler gerçekten felah bulmuşlardır. Ki onlar namazlarında huşu içindedirler. Onlar boş sözlerden yüz çevirirler. Onlar zekâtlarını verirler."(Muminun 1-4) "Rahman’ın kulları onlardır ki, yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman selam deyip geçerler. Onlar ki gecelerini Rab’ları için secdeye vararak ve kıyama durarak geçirirler."(Furkan 63-64) "Fakat peygamber ve ona iman etmiş olanlar; mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. Bütün hayırlar işte onlarındır. Ve işte onlar felaha erenlerin kendileridir. Onlar için Allah, içinde ebedi kalacakları ve zemininde ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük kurtuluştur."(Tevbe 88-89) "Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, Allah yolunda seyahat edenler, rukü edenler, marufu emredenler, münkeri nehy edenler, Allah’ın hududunu koruyanlardır. Mu’minleri müjdele."(Tevbe 112)
  5. Mü'minler Allahu Teala şöyle buyurdu: "Öyle ya, mü'min olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar" (Secde 18) Ayeti kerimede de belirtildiği gibi Mü'minler münafıklar gibi değildir. Mü'min kelimesi; Allah'a iman eden anlamındadır. Yani mü'min Ondan emin olan ve Onun bütün gönderdiklerinden de emin olandır. Mü'minlerin bu durumunu Allahu Teala şu ayeti kerimede bakın nasıl ifade ediyor: "Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak; "işittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir." (Nur 51) Mü'minler amellerini ihlas ile yaparlar. Ömer b. Hattab (ra)'ın şu duasındaki gibi anlayıp kavrarlar: "Ey Allah'ım! Amelimin tamamını salih kıl. Yalnız senin için olmasını nasip et. Başkası için yapılan bir amel haline getirme." Mü'minler amellerini salih bir şekilde yapabilmek için Kur-an'ı ellerinden bırakmazlar ve onu sürekli okurlar. Şöyle ki; "Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak infak edenler, asla zarara uğramayacak bir ticaret umabilirler." (Fatır 29) ayetinden haberdar bir şekilde, güzel ticareti umarak Kitab-ı Kerim'i ellerinden hiç düşürmezler. Rasulullah (sav)'in Ebu Zer (ra)'a şu tavsiyesini göz önünde bulundururlar: "Kur-an' oku. Çünkü Kur-an senin için yeryüzünde bir nur gökyüzünde bir azıktır." Yine Rasulullah (sav) Kur-an ile alâkayı koparmaktan şiddetle sakındırmakta ve şöyle demektedir: "Kur-an'dan bir şey bulunmayan bir kimse, harabeye dönmüş ev gibidir." (Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, Müs. Benî Haşim, 1846, Daremi) "Kur-an'ı okuyup ezberleyin. HZ.hz.muhammed'in nefsini elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki onun unutulması bir devenin ipinden kaçmasından daha hızlıdır." (Buhari, Ahmed b. Hanbel, Müslim) Yine mü'min kimse; Allah'ın kendisine bildirdiği sıralamaya göre değer yargılarını oluşturur. Bir mü'minin Allah'ı ve Resulünü, dünyadan ve dünyadakilerden çok sevmesi, Allah uğrunda işlerinde büyük fedakarlık göstermesi, dünya hayatında İslâm davasını ön plana çıkarması gerçek imandır. Yüce Allah'a yönelmenin doğru adresini Allahu Teala şöyle göstermektedir: "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe 24) Yardımlaşmak ve cömert olmak müminlerin özelliklerindendir. Zira Kur-an ve sünnette cimriliği zemmeden birçok naslar vardır. Allah (cc) şöyle buyuruyor: "Yanları yataklarından uzaklaşır, korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızktan harcarlar..." (Secde 16) Rasulullah (sav)'den şöyle rivayet ediliyor: "Allah yolunda cihat ve cehennem dumanı kulun kalbinde bir araya gelmeyeceği gibi, cimrilik ve iman da kulun kalbinde bir araya gelmezler." (Nesei, K. Cihad, 3059) Mü'minlerin özelliklerinden birisi de onların nafile ibadetlere ağırlık vermeleridir. Özellikle teheccüt namazı Makam-ı Mahmuda götüren bir yoldur. Bilal (ra)'dan Rasulullah (sav)'in şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Teheccüt namazını ihmal etmeyin. Çünkü o sizden önceki, salih kimselerin sürekli olarak yaptığı şeydir. Sizi Rabbınıza yaklaştırır, günahları bağışlar, kötülüklerden alıkoyar, vücudu hastalıklardan arındırır. Ve gecede duaların makbul olacağı bir saat vardır." (Tirmizi, K. Da'avat, 3472) Yine; nafile oruç tutmak ve diğer nafileleri yapmak da mü'min kişinin özelliklerindendir. Mü'minler yalnız Allah'tan korkarlar. Çünkü Kur-an bu konuda başka bir mercî belirtmemiş, korkuyu Allah'a hasretmiştir. Şöyle ki; "Eğer inanmış iseniz, onlardan korkmayın benden korkun." (Ali İmran 175) "...İnsanlardan korkmayın benden korkun." (Maide 44) Mü'min kişi Allah için sever ve yine Allah için buğz eder. Ebu Zer (ra) Rasulullah (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "İman bağının en güçlüsü ve amellerin en iyisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir." (Ebu Davud, K. Semet, 3983) Yine Rasul (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kulları arasında bir grup vardır ki, onlar ne peygamberlerdir, ne de şehitlerdir. Üstelik kıyamet günü Allah indindeki makamların yüceliği sebebiyle peygamberler de, şehitler de onlara gıpta ederler." Orada bulunanlar sordular: "Ey Allah'ın Rasulü! Onlar kim? Bize haber ver." "Onlar, aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde Allah'ın ruhu (Kur-an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim ki, onların yüzleri mutlaka nurludur. Onlar bir nur üzeredirler. İnsanlar korkarken onlar korkmazlar. Yine insanlar üzülürken onlar üzülmezler." dedi ve şu ayeti (Yunus 62) okudu: "Haberiniz olsun, Allah'ın dostları var ya! Onlara ne korku var ne de onlar üzülecekler." (Ebu Davut,) O mü'minler musibetlere sabır gösterirler, Allah'ın kendilerini deneyeceklerini bilirler ve bu denenmenin sonunda cennet ve cehennem olduğunu, sabır gösterirlerse Allah'ın cennetine, zillet ve izzetsizlik gösterirlerse Allah'ın azabına yani cehenneme gireceklerini bilirler ve sadakatle Allah'ın davasını ayakta tutmaya çalışırlar. Kendilerine yapılan zulûmlere sabır gösterirler. Şu ayetleri hiç akıllarından çıkartmazlar: "Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden çok incitici sözler duyacaksınız." (Ali İmran 186) "İnsanlar yalnız inandık demeleriyle, hiç denenmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri denedik. Elbette ki Allah, doğruları da yalancıları da bilir." (Ankebut 2-3) Mü'minler boş söz ve yararsız işlerle meşgul olmazlar. Allah'ın boş lakırdıdan ve yararsız işlerden hoşlanmadığını bilirler. Allah (cc) şöyle buyurdu: "Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler." (Mü'mimun 3) Mü'minler bütün bu ve daha birçok özelliğin taşınması halinde izzete ve şerefe nail olacaklarını çok iyi bilirler. Çünkü Allah'u Teala izzetin ve şerefin kimlere ait olduğunu şöyle bildirmiştir: "İzzet ancak Allah, Rasulü ve mü'minlere aittir. Fakat münafıklar bilmezler." (Münafikun 8) Bütün bunlar mü'min kişiyi ahirette kurtuluşa erdirecektir. Şu ayette buyurulduğu gibi: "Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir"(Mü'minun 1)
  6. ***** ******* ancak puta tapar medeni dediginiz kimseleri goruyoruz ***** ***** yoksunu kimseler.. VE adalet olarak bahsettiginiz esitlik olarak bahsettiklerinizide biliyoruz hic yormayin kendinizi herkes neyin ne oldugun biliyor
  7. Bu yazimida silerseniz Gercekler karsisinda nekadar aciz oldugunuz ortaya cikacaktir bana gore.. Ortpas etmekle bi yere varilmaz tam aksine bi durum bi sorun varsa ortada, paylasilmasi gerekir ve ona bi care bulunmasi gerekir. Herkes bi nutuk tuttumus Demokrasi Demokrasi diyor insan haklari diyor vicdan ozgurlugu din inanc ozgurlugu diyor Ama kimse demokrasinin ne oldugunu ne anlama geldigini hic dusunmek bile istemiyor.. Özgurlukler dedikleri syler goz onunde herkes goruyor zaten bu konuda yorum yapmaya gerek yok... Demokratik parlamento seçiminin anlamı Demokratik sistemin yasama kurumu olan parlamentoya üye seçimidir. Yani insanların toplumsal yaşantılarında, bireylerin birbirleriyle, devletle, sosyal, ekonomi ve siyasî işlerinde uyacakları kuralları, hükümleri, ölçüleri, emir ve yasakları, kanunları belirleyen kurumun üyelerini seçme işidir. İslâmî açıdan bunun anlamı şirktir. Yani "Hüküm ancak Allah’a aittir" hakikatine terstir. İnsanların yaşantısına hüküm koymakla, ya Allah’ı hiçe saymak ya da O’na ortak koşmak demektir. İşte bu seçime katılmak bir takım insanları milletvekili sıfatı ile bu şirki işlemeye itmek demektir. Bu o kişiye yapılabilecek en büyük kötülük ve zulümdür. Zira o kişi, parlamentonun komisyonlarına katılarak veya genel kurul oylamalarına katılarak yasama faaliyetlerine Allah’ın hükümranlığını hiç kabul etmeyip milletin egemenliğini esas kabul eden mevcut anayasanın çerçevesinde katılarak şirk işlemine, cürümüne isteyerek ya da istemeyerek ortak olur. İsteyerek ve benimseyerek katılınca şüphesiz müşrik olur. Benimsemeyerek katılırsa en azından fasık yani günahkar olur. Yasama faaliyetlerine katılmayıp da o faaliyetlerin yapıldığı esnada orada oturursa, pasif üyelik yaparsa o zaman da günahkar olur. Çünkü Allah’a açıkça isyanın yapıldığı bir yerde Müslüman tepkisiz bir şekilde o cürümü işleyenlerle beraber oturup kalamaz. Zira Allahu Teâla şöyle buyurdu: “Ayetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya) dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terk et). Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am 68) “O, Kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın, yoksa sizde onlardan olursunuz. Elbette Allah, münafıklar ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa 140) Görüldüğü gibi ayet-i kerimelerde Allahu Teâla, Allah’ın ayetlerinin inkar edildiği ya da alaya alındığı yani hükümlerinin hiçe sayıldığı yerlerde tepkisizce oturup kalmayı kesinlikle nehyediyor. Çağdaş şirk sistemlerinden biri olan demokratik sistemin yasama organı olan parlamentoda Allah’a karşı en büyük isyan, cürüm işleniyor. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi çerçevesinde “hüküm (egemenlik) ancak Allah’a aittir” hakikati inkar edilerek “millet” “ilah” yerine konuluyor. Böylelikle Allah ya inkar ediliyor ya da O’na küstahça şirk koşuluyor. Küfür ve şirk elbette ki Allah katında en büyük cürümdür, zulümdür, tağutluktur, sapıklıktır, cahiliyyedir. İşte bununla ilgili bazı ayet-i kerimeler: “Hüküm ancak Allah’ındır. O da, kendisinden başkasına kulluk yapmamanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 40) “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet-yönet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına dikkat et. Eğer (Allah’ın hükümlerinden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların bir çoğu da zaten fasıktırlar (yoldan çıkmışlardır). Yoksa onlar cahiliyye (İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre hükmü bakımından Allah’tan daha iyi kim vardır?” (Maide 49-50) “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira onlar tağutla (Allah’ın indirmediği sistemlerle) yönetilmek istiyorlar. Halbuki onu (tağutu) inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa 60) “Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan antlaşmazlık hususunda seni (şerîatı) hakem kılıp sonra da verdiğin hükme (şerîatın hükmüne) içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65) “Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide 44) “Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Maide 45) “Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse-yönetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir." (Maide 47) “Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür.” (Lokman 13) Bu ayet-i kerimelerin ışığında görüldüğü gibi Allah’ın indirdiği ile yönetmemek, Allah’ın indirdikleri hükümlere rağmen hükümler, yasalar ortaya koyarak insanları yönetmeye kalkmak gerçekten en büyük isyandır, zulümdür. İşte demokratik sistemin yasama organında yapılan da budur. O halde oraya üye olması için birisini oyla da olsa desteklemek, o kişiyi günah işlemeye en azından zalim ve fasık olmaya itmek ve o yolda desteklemek demektir. Halbuki bir Müslüman’ın takınacağı tavır, oy vermeye davet etmek ve ona koşmak değil bilakis oy vermekten kaçmak ve sakındırmak olmalıdır. Zira Allah'u Teâla günahta değil takvada yani Allah’ın hükümlerine sarılmakta yardımlaşmayı şöyle emrediyor: “İyilik ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma) hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun (Onun şeriatına bağlanın). Çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (Maide 2) Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “İster zalim olsun, ister mazlum (mü’min) kardeşine yardım et. Oradan bir adam; “Ya Rasulullah, mazlum ise ona yardım ederim, fakat zalim ise nasıl yardım edebilirim? dedi. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Onu zulüm yapmaktan alıkoyarsın. İşte bu ona yardımdır.” (Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264)
  8. EnSevgiliye şurada bir başlık gönderdi: Siyaset Felsefesi
    Demokrasi ve Cumhuriyet Laikliğin temelinin atılmasından sonra idareciler ile halklar arasında çatışma meydana geldi. Filozoflar ve düşünürler, idare konusunu incelemeye koyuldular ve insanların yönetimi için bir düzen ortaya attılar. Bu ise, demokratik düzendir. Bu düzende, halk otoritelerin kaynağıdır. İdareci, gücü ve otoritesini halktan elde eder ve egemenlik halka ait olur. İradesine sahip olan halktır. İradesini istediği şekilde bizatihi kullanır ve yürütür. Hiçbir kimse için halk üzerine bir sulta (otorite) yoktur. Halk kendi kendisinin efendisidir. Kendisiyle idare edilen ve gereğince yürünülen yasayı çıkartan odur. Yine o (halk), kendisinin çıkarttığı yasayla kendisini kendisine gıyaben (onun vekili olarak) yönetecek idareciyi tayin edendir. Demokrasi Yunanca; "halk" anlamına gelen "demos" ve "yönetim" anlamına gelen "kratos" kelimelerinden türetilmiştir. Batılı bir kelime olduğu gibi batılı bir ıstılahtır (terimdir) ki; ona şu mana verilmiştir: "Halkın yönetimi, halkın yasasıyla, halka aittir." Böylece halk, mutlak şekilde efendidir, egemenliğe sahiptir, kendi emrinin (idaresinin) yuları kendi elindedir, iradesini kullanır ve onu bizzat kendisi yürütür. Kendi otoritesi dışında başka bir otorite önünde sorumlu değildir. Halk, egemenliğe sahip olması itibariyle seçtiği vekilleri vasıtasıyla düzen ve kanunları ortaya çıkartır ve otoritelerin kaynağı olması itibariyle de kendisinden otoritelerini elde eden ve kendi tarafından tayin edilen idareciler ve hakimler vasıtasıyla bu düzen ve kanunları uygular. Devleti meydana getirme, idarecileri tayin etme, düzen ve kanunları ortaya çıkartma hususlarında her fert diğer fertlerin sahip oldukları haklara sahiptir. İşte, demokrasinin manası budur. Demokraside (yani halkın kendi kendisini yönetmesi hususunda) asıl olan; halkın tümünün bir genel yerde toplanıp, kendisini yönetecek düzen ve kanunları çıkarması, işlerini yürütmesi ve bakılacak meseleye bakmasıdır. Bunun ilk uygulayıcıları Atina ve Sparta'daki şehir devletleri ile Grekler olmuştur. O dönemlerde bu iki şehirde de birer devlet vardı. Terim olarak bunlar için "Site Devleti", yani tek başına bir şehirde kurulan devlet anlamına gelen ifade kullanılabilir. Her iki şehirde de halkın bütün erkekleri, şehrin yönetimine katılıyordu. Genel bir toplantı şeklinde bir araya geliyor, yönetimle ilgili her hususta birbirleriyle müşavere ediyor, daha sonra aralarında bir yönetici seçiyor, kanunlar çıkartıyor, bu kanunların uygulanmasını denetliyor, onlara muhalefet edenlere de cezalar koyuyorlardı. Böylelikle "halk yönetimi" (demokrasi) her iki şehirde de dolaysız şekilde uygulanmakta ve bu yönetim şekline bu ismin verilmesi tam anlamıyla uygun düşmekte idi. Fakat bu şekildeki bir demokrasi, pek çok düşüncede olduğu gibi Avrupa'nın hafızasında yerini korumaya devam etmekle birlikte Atina ve Sparta'da site yönetimlerinin son bulmasıyla tarihten silindi. Günümüzde halkın tümünün, yasama heyeti olması için tek bir yerde toplanması mümkün olmadığından kendi yerine yasama heyeti olacak vekiller seçer. İşte bunlar parlamentoyu oluştururlar. Demokratik düzende parlamento, genel iradeyi temsil eder. O, toplulukların genel iradesi için siyasî temsili gösterir. Hükümeti ve devlet başkanını da seçer ki, bu idareciler genel iradeyi yürürlüğe koyacak birer vekiller ve hakimler olsunlar. Bu parlamento, otoritesini kendisini seçen halktan elde eder ki halkın çıkarttığı düzen ve kanunlarla halkı idare etsin. İşte bu şekilde bu düzende halk, kendisinin efendisi olur. Kanunları çıkartır, bu kanunları yürürlüğe koyacak idarecileri seçer. Halkın kendi kendisinin efendisi olabilmesi, egemenliğini kullanabilmesi, herhangi bir baskı bulunmadan ve herhangi bir zorlama olmadan, hayatının nizamını ve kanunlarını koyma ve idarecilerini seçme hususlarında kendi zatıyla tam şekilde iradesini kullanabilmesi için genel hürriyetler esastır ki onları halkın her ferdine bol bol vermeyi, demokrasi gerekli kıldı. Ta ki halk, herhangi bir baskı veya zorlama olmadan ve tam hürriyetle egemenliğini gerçekleştirmeye ve onu kendi zatıyla kullanmaya imkân elde edebilsin. Bu genel hürriyetler şu dört husus çerçevesinde temsil edildi: 1. İnanç Hürriyeti, 2. Fikir Hürriyeti, 3. Mülk Edinme Hürriyeti, 4. Şahsî Hürriyet. Demokrasi, dini hayattan ayırma akidesinden (inancından) fışkırdı. Bu akide üzerine kapitalizm ideolojisi kuruldu. Bu akide, gerçekte bir orta çözüm akidesidir. Zira bu akide; Avrupa ve Rusya'daki krallar ve çarlar ile filozoflar ve düşünürler arasında meydana çıkan çatışmanın neticesi idi. Krallar ve çarlar, halkı sömürmek, zulmetmek ve kanlarını emmek için dini bir vesile olarak kullanıyorlardı. Bunu gerçekleştirmek için yeryüzünde kendilerinin Allah'ın vekilleri olduklarını iddia ediyorlardı. Din adamlarını bu hususta boyun eğmiş binek olarak kullanıyorlardı. Böylece bu idareciler ile halkları arasında korkunç çatışma çıktı. Bu esnada, Filozoflar ve düşünürlerin bir kısmı dini tamamen inkâr etti. Bir kısmı da, dini tanıdı fakat, dini hayattan ayırmaya ve daha sonra devletten ve idareden ayırmaya davet etti. Böylece bu çatışma, "orta çözüm" ile yani "dini hayattan ayırma" düşüncesiyle sonuçlandı. Ve tabii olarak bundan, "dini devletten ayırma" düşüncesi de doğdu. Bu düşünce, kapitalist sistemin üzerine kurulduğu akide (inanç) ve aynı anda üzerine bütün fikirlerini tesis ettiği fikrî kaide oldu. Kapitalizm sistemine ait fikrî yön ve hayata bakış açısı işte bu esasa göre tayin edildi. Bu esasa göre hayattaki bütün problemleri çözmeye gidildi. Böylece bu görüş, Batının taşıdığı ve dünyayı kendisine davet ettiği fikrî liderlik oldu. Bu akide, dini ve kiliseyi hayattan ve devletten, daha sonra da nizam ve kanunları çıkartma işinden, idarecilerin tayini ve onlara otorite verme işinden uzaklaştırınca halkın kendi zatıyla kendi nizamını seçmesi, nizam ve kanunlarını koyması, bu nizam ve kanunlarla kendisini idare edecek ve otoritesini halk topluluklarına ait genel iradeden elde edecek idarecilerini tayin etmesi kaçınılmaz oldu. Buradan demokratik düzen meydana geldi. Böylece "dini hayattan ayırma" düşüncesi, onun akidesi oldu ki kendisi ondan fışkırdı. Aynı anda bu akide, üzerine bütün demokratik fikirlerini tesis ettiği fikrî kaide oldu. Demokrasi şu iki fikir üzerine kuruludur: 1. Egemenlik (hakimiyet) halkındır, 2. Otoritenin kaynağı halktır. Bu iki düşünceyi filozof ve düşünürler Avrupa’da kral ve imparatorlarla yaptıkları çatışma esnasında ortaya attılar. O zamanlar Avrupa’da "ilâhî hak" düşüncesi hakimdi. Krallar bu düşünceye göre kendilerini halk üzerinde bir ilâhî hakka sahip sayıyorlardı. Yasa çıkartma, hükmetme, yargılama işlerinin yalnız kendilerine ait olduğunu sayıyorlardı. Yalnız kendilerini devlet, halkı da kendilerinin tebaası sayıyorlardı. Halkın yasamada, otoritede, yürütmede ve hiçbir şeyde hakkının olmadığına itibar ediyorlardı. Böylece onlara göre halk herhangi bir görüş hakkı, iradesi olmayan ve kendisine ancak itaat ve uygulamanın düştüğü bir köle mertebesindeydi. İşte filozoflar ve düşünürler, bu "ilâhî hak" düşüncesini ortadan kaldırmak için krallar ve imparatorlar ile yaptıkları çatışma esnasında bu iki fikri ortaya atmış oldular. İşte böylece o iki düşünce, krallara ve imparatorlara ait "ilâhî hak" düşüncesini tamamen kaldırmak, yasama hakkı ve otoriteyi halka ait kılmak için ortaya atıldı. Şöyle ki; halk bir efendiye ait köle değil kendisi efendidir. O, kendisinin efendisidir. Onun üzerinde hiçbir kimsenin egemenliği yoktur. Böylece onun kendi iradesine malik olması gerekir. Kendi iradesini yürütmelidir. Böyle olmazsa o, köle olurdu. Çünkü, kölelik başkasının iradesiyle yürümek demektir. Böylece o, kendi iradesiyle bizzat yürümezse köle olarak kalır. Öyleyse; halkı kölelikten kurtarmak için onun iradesini yürütme hakkının kendisine ait olması kaçınılmazdı. Böylece, halk istediği yasa ve kanunu çıkartma, istemediği yasayı da iptal etme ve kaldırma hakkına sahip olur. Zira halk mutlak hakimiyete sahiptir ki, koyduğu kanunları uygulama hakkı ona aittir. Böylece istediği idareciyi seçer, istediği kanunu uygulamak için istediği yargıcı da seçebilirdi. Başka ifadeyle halk bütün otoritelerin kaynağıdır ve idareciler kendi otoritelerini ondan elde ederler. Böylece imparatorlar ve krallara karşı devrimlerin başarısı ve "ilâhî hak" düşüncesinin yok olmasıyla beraber "hakimiyet (egemenlik) halkındır" ve "halk otoritelerin kaynağıdır" düşünceleri yürürlüğe konuldu. Bu iki düşünce, demokratik düzenin üzerine kurulduğu temeli oldular. Böylece halk, hakimiyet sahibi olması bakımından teşrî edici (kanun koyucu) ve otoritelerin kaynağı olması bakımından da uygulayıcı oldu. Demokrasi, çoğunluğun hükmüdür (yönetimidir). Zira teşrî (yasama) komisyonlarının üyeleri halkın seçmen oylarının çoğunluğu ile seçilir. Yine parlamentolarda nizam ve kanunları çıkartma, hükümetlere güven oyu verme ve onlardan güveni çekme işleri, çoğunluğa dayanır. Parlamentolarda, bakanlar kurulunda diğer meclis, kuruluş ve komisyonlarda kararlar hep çoğunlukla alınır. Halk tarafından direk veya meclisin üyeleri vasıtasıyla idarecileri seçmek halkın seçmenlerinin çoğunluğu ile gerçekleşir. Bu nedenle, çoğunluk demokratik düzende bariz görünüştür. Çoğunluğun görüşü, demokratik düzenin bakış açısına göre halkın görüşünü açıklayan hakiki ölçüdür. Cumhuriyet ise; demokrasinin uygulama keyfiyetidir. Yani demokrasi sistem, cumhuriyet ise onun uygulayıcısı rejimdir. Sistem olarak demokrasinin kabul gördüğü ülkelerde genel olarak Cumhuriyet rejim olarak kabul görür. Ancak bu ekseriyet olmasına rağmen İngiltere'deki gibi meşruti krallık da demokrasinin uygulayıcısı rejim olarak kabul edilir. Bu aynen İslâm'ın sistem, Hilâfet'in de rejim olması gibidir.
  9. Münafıklar; Allah (cc) Aziz olan kitabında şöyle buyurdu: "Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "biz ancak ıslah edicileriz" derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamazlar." (Bakara 11-12) Şüphesiz Rasul (sav)'e açıktan açığa İslâm'a davet etme emri indiği andan itibaren İslâm ile küfür arasında ilan edilmiş alevli bir savaş başlamıştır. Bu savaşın fikrî yada amelî bazda yapılıyor olması arasında bir fark yoktur. Bu fikrî ve amelî savaş İslâm ve küfür yeryüzünde bulundukları sürece devam edecektir. Küfür, silinip- süpürülüp yerine hakkı ikame edene kadar İslâm'ın kılıcı küfrün tepesinde kınından sıyrılmış olarak duracaktır. Rabbimizin dediği gibi; "Bilakis biz, hakkı batılın tepesine bindiririz de o, batılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, batıl yok olup gitmiştir." (Enbiya 18) Kafirler İslâm'ı ve Müslümanları yok etmek için ellerinden ne gelirse onu yaparlar. İslâm tarihi bunun örnekleri ile doludur. Allah (cc) üstünlük sağladıklarında, kafirlerin hiçbir söze ve anlaşmaya bağlı kalmayarak Müslümanlara saldırdıklarını bize haber veriyor. Allah'u Teala şöyle buyuruyor: "Onların nasıl ahdi olabilir ki? Zira onlar size galip gelselerdi hakkınızda ne bir ahit ne de bir anlaşma göstermezlerdi." (Tevbe 8) Bugün dünyanın değişik bölgelerinde meydana gelen Müslümanlara yönelik acımasız saldırılar bu ayeti kerimenin canlı örnekleridir. Fakat unutulmamalıdır ki düşman açıkta ise iş kolaydır. Ya düşman Müslüman görünerek Müslümanların sofrası arasında gizlenmiş ise! İşte o zaman iş zordur. Müslümanların safları arasında gizlenenlerin yönetici konumunda olup olmamaları arasında fark yoktur. Bunlar Müslümanlardan görünerek İslâm'ın düşmanlarına hizmet ederler. Bu nitelikteki ilk grup Medine'de ortaya çıktı ki; bunlar Medine ehlinden idiler. Çünkü, Mekke'den gerçekten inananlar hicret etmişti. Beni Abdi Eşhel kabilesinin tacını giyme şansını, Rasul (sav)'in Medine'ye hicret etmesiyle kaybeden Abdullah b. Ubey b. Selül münafıkların başı idi. Gerçek şu ki, Müslümanlar için en tehlikeli grup münafıklar idi. Öyle ki; -bu gün olduğu gibi- kafirlerin kendilerine sağlayamadığı yararları münafıklar onlara sağlıyorlardı. Çünkü bunların kimler olduğu bilinmiyordu. Sadece bazı özellikleri Müslümanlara bildirilmişti. Bunun için onları teşhis etmek, tanımak maharet istiyordu. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurdu: "Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir." (Tevbe 101) Ayrıca Allah Subhanehu Teala şöyle buyurmaktadır: "Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın." (HZ.hz.muhammed 30) Bununla beraber bu münafıklar grubuna ait bazı tanıtıcı ve açıklayıcı sıfatları Allahu Teala bizim için Kerim olan kitabında zikretmiştir. Şimdi bunlardan sakınmamız için, onların ümmet-i HZ.hz.muhammed'e getirdiği zararları defetmek için şu sıfatlara göz atalım: a-) İfsat etmek Allah (cc) şöyle buyurdu: "Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamazlar." (Bakara 11-12) Mücahit diyor ki; yani onlara şunu şunu yapmayın dendiğin de; ‘biz doğru yoldayız, biz ıslah ediyoruz’ derler. Bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak İbni Abbas da diyor ki; ‘Biz iki topluluğun arasını düzeltiyoruz, Müslümanlar ile Ehli Kitabın arasını buluyoruz, aralarını ıslah ediyoruz.’ derler. Görünen o ki; Münafıklar Müslümanların tarafına geçip Ehli Kitabı İslâm'a davet etmiyorlar. Fakat Müslümanlar ile Ehli Kitap arasında gidip gelip, onları orta yerde buluşturma çabası içindedirler. Demek ki, her din mensubu diğerlerini kendi dinine davet etme çabası içerisinde olurken münafıkların misyonu da, Müslümanlar ile Ehli Kitabı orta yerde buluşturmaktır. İşte Allah'u Teala münafıkların bu çabasına ifsat teşhisini koymaktadır. Çünkü İslâm'a davet etmenin dışında, arabulucu, diyalog anlayışları ifsadın ta kendisidir. Zira İslâm'ı tanıtmaya, tanımaya ve İslâm'a girmeye engel bir platformdur. Fakat bu arabulucu münafıklık işi, diyaloga yönelik çabaların ifsat olduğu kolay kolay anlaşılan türden değildir. Bundan dolayıdır ki, münafıklar bu amellerini güzel gösterebiliyor ve ıslah diye bazılarına yutturabilmektedirler. b-) İki topluluk arasında gidip-gelmeleri Allah (cc) şöyle buyuruyor: "Bunların arasında bocalayıp durmaktalar, ne onlara (bağlanıyorlar) ne bunlara." (Nisa 143) Yani onlar, zahirî ve batınî olarak Müslümanlardan görünürler. Fakat gönülleriyle kafirlere bağlanırlar. Onlarda bir şahsiyet bütünlükleri yoktur. İbni Kesir Mücahit'ten şunu nakleder: ‘Onlar Hz. HZ.hz.muhammed (sav)'in ashabı ve Yahudilerin arasında gelip-giderler.’ Nafi'de İbni Ömer'den (ra) şunu rivayet eder: ‘Münafıkların durumu sürüler arasında gidip-gelen kör koyun gibidir. Bazen bir sürüye bazen de diğer sürüye yönelir, hangisine katılacağını bilmez. c-) Kafirleri dost edinirler Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın." (Nisa 144-145) Nasıl ki Rasul (sav) zamanında münafıklar yahudilere giderek, müşriklerle beraber İslâm'a karşı koymaları, Müslüman olmamaları konusunda onları teşvik etmişlerse, günümüzün münafıkları onların yaptıklarından çok daha büyük tahribatlar yapmaktadırlar. Zira tıpkı geçmişte olduğu gibi İslâm adı altında İslâm ile savaşıyorlar. İslâm adı altında konferanslar düzenleyip İslâm'a saldırmaktadırlar. İslâm'ı diğer dinler ve fikirlerle uzlaştırıp örtüştürerek kavramlarını bozmaktadırlar. Bunlara her gün yenisi ekleniyor. Ayrıca kafir ve münafıkların işlediği cinayetleri Müslümanların üzerine atarak güyâ teröre karşı işbirliği ettiklerini ilan ediyorlar. Bu nevî olaylar ve tezgahlar hem evrensel hem bölgesel boyutta gerçekleştirilmektedir. Örneğin; Cezayir'de Müslümanları acımasızca asıp kesip suçu yine Müslümanların üzerine yıktılar. Halbuki Kur-an'da denildiği gibi; "Mü'minler ancak kardeştir" ve bu gibi olaylara asla karışmazlar. Müslümanların fikren geri kalmalarından faydalanıp bu gibi haberleri yayarlar. Aksine Allah Müslümanlara değil kafirlere ve münafıklara karşı ordular ve kuvvetler hazırlamamızı emretmektedir. Ta ki, bu Müslüman ümmeti bu alçak münafık ve kafirlerin egemenliğinden ve güdümünden kurtaralım. Böylece onların ve hepimizin dini, ırzı, namusu ve izzeti kurtulsun. Allah (cc) şöyle buyurdu: "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (münafıkları vb.) korkutursunuz." (Enfal 60) Allah'ın izniyle, İslâm ümmeti toplanıp cihat yoluyla İslâm risaletinin önünden engel olarak duran Ehli Kitap kafirleri (Yahudi ve Hıristiyan) ve diğer kafirleri onların güçlerini kırıp ortadan kaldıracaktır. Allah bize kafirlerin Müslümanlardan çok korktuğunu haber vermektedir. Bu Allah'ın koyduğu bir sünnettir. Nitekim Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmaktadır: "Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah'a olan korkularından daha şiddetlidir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur." (Haşr 13) Rasul (sav)'de şöyle buyuruyor: "Bir aylık mesafeden düşmana korku salmakla yardım olundum." Demek ki Müslüman kimliği ile Allah'a dayanıp, ona davet edersek Allah kafir ve münafık işbirlikçilerinin kalbine korku salacaktır. Gerçek şu ki; münafıkların çaba ve çalışmaları bugün doruk noktasındadır. Gönülden bağlı oldukları kafirlere pek çok yararlar sağlamaktadırlar. Onların çalışmaları ve ümmeti aldatmaları sayesindedir ki, bugün kafirler İslâm ümmetine egemen olmuşlardır. Bu egemenlikleri de yine münafıklar sayesinde devam etmektedir. Aracı rolü oynayıp Müslümanları aldatmaktadırlar. Yahudiler Kudüs'ü işgal etmişse, İslâm toprakları üzerinde kafirlerin uçakları ve füzeleri İslâm'a karşı yerleştirilmişse, Kral Hüseyin gibi kendilerini Peygamber torunu/seyyid ilan edebiliyorlarsa ve İslâm adı altında konferanslar düzenleyip İslâm'a saldırıyorlarsa... evet, işte bütün bunlar münafıklar sayesinde yapılmaktadır. Öyle ki, bu münafıklar devamlı Müslümanlara, boyun eğmelerine devam etmelerini telkin ederler. d-) Gerçek yüzlerini şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında gösterirler Allah (cc) şöyle buyurdu: "(Bu münafıklar) mü'minlerle karşılaştıkları vakit; "(biz de) iman ettik" derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise; "biz sizinle beraberiz, biz onlarla (mü'minlerle) ancak alay ediyoruz" derler." (Bakar 14) Tefsirlere bakıldığında münafıkların baş başa kaldıkları şeytanlarının Yahudi din adamları olduğu görülmektedir. Kuşku yok ki, bugün yürütülen dinler arası diyalog çalışmalarının altında yine Ehli Kitabın din adamlarının teşebbüsleri vardır. Bunu onlar adına yürüten ve Müslümanların kafasını karıştıran münafıklar onlarla baş başa kaldıklarında tıpkı selefleri gibi; "biz sizinle beraberiz, biz Müslümanlarla alay ediyoruz" dediklerinden kimsenin kuşkusu olmasın. Bu böyle iken, Ezher şeyhi Tantavi'nin İsrail'in hahambaşı ile görüşmesi vb. dünya çapında meydana gelen bu nitelikteki olaylar iyi izlenmelidir. e-) İnandık derler fakat Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeye yanaşmazlar Allah (cc) şöyle buyurdu: "Onlara: Allah'ın indirdiğine ve Rasule (kitaba ve sünnete) gelin (aramızda Allah ve Rasulü hükmetsin) denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün." (Nisa 60) Bu ayeti kerime ve bundan önceki ayet, inandığını söyleyip de Allah'ın indirdiklerini ve Rasulü hüküm koyucu olarak kabul etmeyenlerin imanlarını reddediyor. Onların inanıyorum demelerinin bir iddiadan ileri gitmediğini ve onların esasen münafık olduklarını beyan etmektedir. Nitekim bu tip insanlar şöyle der; "Allah vardır. Elhamdülillah bende Müslüman'ım. Bizim dinimiz yüce bir dindir fakat 1400 sene önceki hükümleri bugün tatbik edemezsiniz. Din yücedir onu siyasete ait ederseniz bu yakışmaz. Allah'ın hakimiyeti zaten vardır. Zaten Allah her şeye hakimdir. Milletin hakimiyeti buna ters değildir. Akıl da Allah'ın nimetidir, o da hüküm koyabilir. Ayrıca akıl vahyi sonsuz bir şekilde yorumlama hakkına sahiptir. İstediği gibi anlayabilir. Herhangi bir fıkıh usulüne ihtiyaç yoktur. Bugün Kur-an'ın açık/muhkem hükümlerini dahi günümüz şartlarına uydurabiliriz. Çünkü Kur-an hükümler kitabı değildir. Belki ilkeler kitabıdır. Kur-an'ı Rasul gibi anlamak zorunda değiliz." vs. vs. gibi. Evet, işte bütün bunlar akıllarını heva ve heveslerini, menfaatlerini kendilerine ilah ve din edinenlerdir. Öyle ki, Kitap ve Sünneti hüküm koyucu olarak kabul etmemek için ortaya attıkları münafıkça fikirler ve kaypakça tavırlardır. f-) Münafıklar; biçilmiş elbise giydirilmiş kütüklerdir Allah (cc) şöyle buyuruyor: "Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütüklerdir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları kahretsin. Nasıl da döndürülüyorlar." (Münafıkun 4) Tıpkı bunun gibi Allah'u Teala değişik ayetlerinde, münafıkların yaşamaya çok düşkün ve hırslı olduklarını, fakat kendilerini hiç mi hiç güvende hissetmediklerini beyan etmektedir. Bu nedenle dört bir taraflarını gözetleyip durdukları ve herhangi bir olay esnasında aşırı korkaklık gösterdiklerini bildirmiştir. Yani onların görüntüleri, cisimleri, suretleri güzeldir. Ancak herhangi bir doğruları olmadığı için boş ve manasızdırlar. Yapma put gibi, adeta korkuluk gibidirler. Onların Rableriyle gerçekte bir bağları olmadığı için ruhsuzdurlar. Mü'minlerden olduklarına yemin ederler fakat Mü’minlerden değildirler. Onların fikrî istikrarsızlığı ve bir yere ait olmayışları onları korkak yapmıştır. Mü'minlerden de korkarlar kafirlerden de... Esasen sürekli bir azap içerisindedirler. g-) Sağırdırlar, kördürler, onlar hakka dönemezler Allahu Zülcelal şöyle buyurdu: "Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Onlar (Hakka) dönemezler." (Bakara 18) İbni Abbas diyor ki; ‘hidayeti duymazlar, onu görmezler, hidayeti akletmezler ve hidayete dönmezler. Tövbe edip hidayete/imana girmezler. Dilsizdirler yani; hakkı söyleyecek dilleri yoktur. Lafı eğip bükerler, doğru konuşmazlar ve net fikir beyan etmezler.’ h-) Sizden olduklarına yemin ederler Allahu Teala şöyle buyurdu: "(O münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan) korkan bir topluluktur." (Tevbe 56) Telaş, korku ve sabırsızlıklarının şiddetinden dolayı, kendi nefislerindeki küfrü ve güvensiz konumlarını bildiklerinden inandırmak için bol keseden yemin ederler. Sizden olduklarını pekiştirmek isterler. İşte Allah'u Teala bunların yalan söylediklerini bize haber vermektedir. Onlar muhabbetlerinden dolayı Mü'minlerle beraber bulunmuyorlar, aksine kerhen taraftar görünüyorlar. Müslümanların arasında gizlenirler fakat onların amaçları ve asıl hedefleri Müslümanlara zarar vermektir. i-) İslâm'la ve Müslümanlarla alay ederler Allah (cc) şöyle buyurdu: "Gönlünüzü hoş etmek için size gelip yemin ederler. Eğer mü'min iseler Allah ve Rasulünü razı etmeleri (Onun hükümlerine boyun eğmeleri) daha doğrudur. Hâlâ bilmediler mi ki; kim Allah ve Rasulüne (Kitap ve Sünnete) karşı koyarsa elbette onun için içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük rüsvaylıktır. Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin mü'minlere indirilmesinden daima çekinirler. (Bununla beraber mü'minlerle alay etmekten de geri durmazlar.) Deki; alay edin bakalım. Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır. (Kalbinizdeki niyet ve planları ortaya çıkaracaktır.) Eğer onlara (niçin alay ediyorsunuz) diye sorsan elbette, Biz sadece lafa dalmıştık şakalaşıyorduk, derler. De ki, Allah ile onun ayetleriyle ve onun Rasulü ile mi alay ediyorsunuz?" (Tevbe 62-65) Rivayete göre Tebük seferinden dönerken bir grup münafık; "Şu adama bakın Şam saraylarını fethetmek istiyor. O nerede Şam saraylarını fethetmek nerede" deyip Resulü küçümsediler. Hesaba çekildiklerinde de “şakalaşıyorduk” dediler. Bu konuda başka rivayetler de vardır. Günümüzde de münafıklar bunu ustaca yapıyorlar. Bazen öyle tartışmalara giriyorlar ki haddi aşıyorlar. Hem bunu İslâm adına yaptığını söylerler, hem de İslâmî çizgiyi aşar sınır falan tanımazlar. Buna da; “biz zihin jimnastiği yapıyoruz” derler. İslâm'a göre tartışma konusu yapılmayacak muhkem ayetleri bile tartışmaya açar ve tartışırlar. Örneğin şöyle derler; “İbrahim'in çocuklarının aralarını bulalım. İsmail ve İshak oğullarını barıştıralım.” Yani; “Müslümanlar ile Ehli kitabı barıştıralım. Hak ve batıl meselesini ortadan kaldıralım. Dinler ve din adamları arasındaki diyalogu arttıralım. Birlikte dünya barışını tehdit eden terörizme karşı kararlar alalım.” gibi. Onlar nezdinde; nasıl olsa bugün hayata egemen olan küfür, onunla mücadele eden de İslâm, küfrün egemenliğinin devamından yana olmayanlar da terörist ya! Ayrıca münafıklar, mevcut yönetim ve yöneticilerin meşruluğuna fetva vermeye devam ederler. Bu fetvalarla onların İslâmî konumları örtbas edilir. İslâm ile savaşmaları İslâmî gösterilir. İşte münafıklar halihazırda kafirlere bu kadar büyük imkanlar hazırlamaktadırlar. Bu ortamda kendilerini Müslümanlardan yana olduklarına da halkı inandırmayı başarırlar. İşte bu şekilde İslâm'la, Allah'ın ayetleriyle ve Resulüyle alay ederler. Ey inananlar! Bu sıfatları taşıyan münafıklara dikkat edelim! Allah (cc)’nun şu uyarılarına kulak vereli: "Onlardan sakının. Onlar düşmandır Allah onları kahretsin..." (Münafîkun 4)

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.