
yazgan
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
87 -
Katılım
-
Son Ziyaret
Diğer Bilgiler
-
Website URL
http://
-
ICQ
0
Profil Bilgileri
-
Cinsiyet
Erkek
yazgan - Başarıları
-
Sayın Domuzbağı, Sizin söylediklerinizle,( yani verdiğiniz bilgilerle) benim söylediklerim, galiba birbirinden oldukça farklı konulara ait olduğu için, anlaşamıyoruz. Siz "ortada güç yok" diyorsunuz, ben "doğanın var olması için hem güç gereklidir, hem de bir düşünce gerklidir" diyorum. Ama siz kabul etmiyorsunuz. Ben de sizin söylediklerinizi kabul etmiyorum. Sonuçta asla anlaşamıyoruz. Size düşüncelerimi kabul ettirmeğe çalışmak gibi bir gayretim hiç olmadı, zaten olamaz da. Herkesin düşüncesine -kabul etmesem de - saygı duymak gerektiğine inanırım.
-
Sayın Domuzbağı, Bugün, bilim adamlarının labratuvarda tasarlayarak mikrop yapabildiğini söylüyorsunuz. Bu gelişmelere bakarak Tanrının varlığına gerek olmadan her şey var olmuştur, diye düşündüğünüzü sanıyorum. Zaten varolan bazı virüs veya bakterilerinin genleriyle oynayarak, onları değiştirerek yeni mikroplar meydana getirildiğini söylemek istiyorsunuz herhalde. Yoksa, insanların hangi ihtiyaçlarını karşılayacak bir mikrop "tasarlanarak yoktan yaratıldı" acaba, diye merak ediyor insan. Beni, Tanrının varlığına inanmaya götüren gerçeklerden bir tanesi, gelişmiş labaratuvarları olmayan basit canlıların kendi yavrularını dünyaya getirerek, hiçbir bilimsel bilgiye ve teknik çalışma gücüne sahip olmadıkları halde, sizin bahsettiğiniz "mikrop"tan hiç de aşağı kalmayacak önemde "canlıları" yaratabilmiş olmaları.... Bence onları yaratan, o yavruların anne ve babası olan canlılar değil, -bilim adamları da olmadığına göre- çok üstün, fakat görünmeyen bilinmeyen bir GÜÇ 'tür. İşte bu "güc"e ben Tanrı diyorum.Çünkü bu GÜÇ aynı zamanda bilgi ve düşünce sahibi de olmalıdır ki, yarattığı tüm canlılar, ihtiyaçlarını ya otomatik olarak karşılıyorlar, ya da sonradan kendi kendine öğrenebiliyorlar. Onların iç ve dış organlarındaki faaliyetleri yapanlardaki bilinç nereden geliyor? Bu organlarının yapısındaki dokular, hücreler, moleküller (DNA 'ler, RNA 'ler), atomlar, elektronlar, nötron ve protonlar...vs., o canlının haberi bile olmadan, onun yaşayabilmesi, istediklerini yapabilmesi için bütün gerekli işleri bir bilinç olmadan nasıl yapabiliyorlar? Onların sistemini, bilinçli bir çalışmayla, yavrularını meydana getiren anne ve babaları mı planlayıp kurmuştur acaba?
-
Bu teori hakkında her şeyi bildiğimi iddia etmiyorum, ama bunun bir kanun olduğunu da ilk defa sizden duyuyorum.Bunu galiba sadece sizin gibi evrimi tabulaştıranlar söylüyor . Kanun olması için her halde bütün bilim adamlarının kabul etmesi gerekirdi. Evrim teorisine göre dünyada ilk canlının ortaya çıkışını tesadüfe değil de neye bağlıyorsunuz? Evrim, bütün canlıların ilk canlıdan dönüşerek başka türlerin ortaya çıktığını kabul etmiyor mu?Böylece, geriye doğru gittikçe tüm canlıların birbirinden geldiğini söylemiş olmuyor mu? Eğer böyleyse, evrimciler tarafından milyonlarca yıl önce yok olduğu söylenen bazı türlerin örneklerine günümüzde de rastlanmış olmasını, KANUNUNUZUN neresi ile açıklıyorsunuz? Evrendeki ve canlılar sisteminin mükemmel olmadığını, hattâ berbat olduğunu söylüyorsunuz. Aslında ben "mükemmel" derken, gerçek anlamda "kusursuz" demek istemedim. Sadece "biz insanların hiçbir zaman yapamayacağı kadar gelişmiş" ve üstün, dersem daha doğru olur. İnsan gibi akıllı ve gelişebilen bir canlıyı bir kenara bırakalım; günümüzün en güçlü teknik - bilimsel imkanları, en gelişmiş labratuvarlarında en yetkin bilim adamları tarafından gece gündüz kullanıldığı halde, küçücük bir sinek benzeri canlıyı bile niye yaratamıyoruz acaba? Hem de bırakın üstün modelleri, en ilkel olanını bile neden yaratamıyor, insanoğlunun bugün ulaştığı muazzam bilim ve teknik gücü?
-
Kadınlar erkeklerin malları değildir, hiçbir ayete göre. Erkekler kadınları boşayabilir ve geri alabilir. Bu haliyle kadınların üzerinde tek taraflı bir yetkiye sahiptirler ama bu, o dönemin şartlarına göre doğru bir uygulamadır. Şeriat kuralıdır, sadece o günün şartlarında uygulanır. Ayetlerin ortaya çıktığı dönemden sonraki çağlarda uygulanması İslam'ın olmazsa olmaz bir şartı değildir. "Erkeklerin bosama hakki, ("talaq, talaq, talaq" ) "boşarım seni" ifadesini 3 defa tekrar edince... yerine gelir. Bunu Hadislerinden ogrenebilirsiniz. Islam alimlerinin inkar etmedigi bir gercektir. " diyorsunuz, doğru. Fakat bu da şeriat hükmü olduğu için sadece o günün şartlarına uygun olup, günümüzde uygulanması doğru değildir. Kaldı ki, o gün için bile uygulama tam sizin dediğiniz gibi değildir. Bazı dincilerin daha Emeviler döneminden itibaren kafalarına ve İslam öncesi Arap adetlerine göre hadis uydurdukları, hadisleri değiştirdikleri de biliniyor. Birbiriyle çelişen binlerce hadis var. Kuran'a uygun olanları gerçek hadis saymak gerekir. Bu sahih(gerçek) hadislere göre ise, erkeğin üç boşanma hakkı bir çırpıda "boşsun, boşsun, boşsun" diyerek eşinden ayrılması değildir. Her "boşsun" sözü arasında bir ay gibi bir süre olması ve bu süre içinde erkeğin eşine hiç dönmemiş olması gerekmektedir. İlk boşamadan sonra bir ay geçmiş ve erkek eşine dönmemişse boşama gerçekleşmiş olur, fakat erkek eşini daha sonra tekrar geri alabilir. Erkek bu şekillerde eşini iki defa boşayıp, en az birer ay ayrı kaldıktan sonra tekrar geri alabilirse de, bu boşama işi üç defa olmuş ise artık geri alma hakkı başka bir şarta bağlanmaktadır. O da, kadının bir başka erkekle evlenmesi gerektiği ve bu evlilikten de boşanırsa ancak o zaman tekrar eski eşiyle evlenme hakkının doğduğu yönündedir. (Bu hak hem erkek hem de kadın için geçerlidir.) Bu uygulamalar, daha önce dediğim gibi sadece o günler için doğru ve uygun kabul edilmeli, günümüzde çağın gereklerine göre kanunlar oluşturulmalıdır. Bu kanunların ise Kuran'daki ahlak ve inanç değerlerine ters düşmemesi yeterlidir. (Şeriatçılar bunu kabul etmiyor tabii. Onlar, Peygamber dönemindeki kanunların kıyamete kadar geçerli olduğunu; her dönemde, her çağda müslümanlar tarafından harfiyyen uygulanması gerektiğine inanıyorlar.)
-
HY veya evrim teorisine karşı çıkan bir başkasının söyledikleri beni bağlamaz. HY yokken kimse evrim teorisine karşı çıkmıyor muydu? Niye hep onun adından bahsediyorsunuz ki? Ben kişisel olarak,"evrim teorisine" karşı çıkma hakkına sahip değil miyim ? Bilimle "ilintili" bütün "teorileri" "bilimsel bilgi" olarak mı değerlendirip kabul edeceğiz? "Evrim"e, teori olduğu (bilimsel kanun olmadığı) ve benim yukarıda bahsettiğim düşüncelerime uymadığı için karşı çıkıyorum. Eğer "yer çekimi" ya da "maddenin sakımı" gibi bilimsel bir kanun haline gelirse, o zaman tabii ki karşı çıkma hakkım olamaz. Yukarıda bahsettiğim düşüncelerimin özeti ise; evrende hiç bir şey tesadüflerle var olamayacağı gibi, tüm varlıklarda görülen mükemmel sistemin "planlanmadan ve biri tarafından tasarlanmadan" olma ihtimalini mantığa aykırı görmemdir.
-
Kur'an'da boşanma ile ilgili dört ayet var. İkisinde erkeklerin eşini boşamasından bahsediliyor, diğer ikisinde ise eşlerin boşanmasından bahsediliyor. Fakat, hiçbir ayette "kadının eşini boşama hakkı olamaz, boşama sadece erkeğin hakkıdır" diye bir ifade de yok. Her şeriat, ancak "geldiği döneme" hitap edeceği için, "erkeğin" boşama hakkının vurgulanıp, "kadının" hakkının vurgulanmamış olması, o zamanın şartlarına uygun olduğundandır. Sonraki zamanlar için ise kapı açık bırakılmıştır.
-
Sayın Domuzbağı, İki yüz yıldır "teori" olmaktan kurtulamamış "evrim" iddiasını, bana "bilim" diye sunmayın lütfen. Bilimsel bir iddia, o kadar... Evrim teorisinin doğruluğu kanıtlanmadan; bilimsel veri, bilimsel bilgi veya bilimsel kanun gibi savunulması, ne kadar mantıklı acaba?
-
Sayın değerli kardeşim aslında söylediklerinin çoğuna katılıyorum. Ama sizinle farklı düşündüklerimi ya net olarak analatamamışım, ya siz biraz abartmışsınız. Ermeni Tehciri diye bir olay var. Osmanlı ve Rus arşivlerinde bununla ilgili yüzlerce belge de bulunmakta. Fakat Ermeni iddiaları bu belgelerdeki bilgilerle hiç örtüşmüyor. Örtüşmediği için de zaten Ermeniler Türkiye'ni "Tarihçiler Arşivlerdeki Belegeleri Birlikte İncelesin" önerisini kabul etmiyorlar. Ermenilerin bu konuyla ilgili olarak yazdıkları kitap ve yazılar belki Türklerinkin bin kat fazla bunu da biliyorum. Fakat onların yarı-belge niteliğindeki tek kitapları "Mavi Kitap" adıyla bilinen eser. Diğerleri hep sonradan yapıloan yorum ve değerlendirmelerin gerçekmiş gibi sunulmasından ibaret. Bir iki yıl önce Talat Paça'nın not defterindeki bilgiler gün ışığına çıktı. Buna göre 950 bin ermeni özellikle Doğu Anadolu vilayetlerinden toplanarak Ürdün, suriye taraflarına sürgün edilmişler. Türkiye'deki diğer arşiv bilgilerine göre bu zorla göç ettirilen 950 bin kişiden 150 bin ile 200 bin arasındaki kişinin yolda şu veya önlerine çıkan eşkiyaların saldırıları, açlık, hastalık ve yaşlılık gibi sebeplerden öldüğü belirtiliyor. Ermeniler ise bu göç edip en az 750 bin tanesi Ürdün'e ulaşmış olan 950 bin kişiden, sihirbaz misali 1.5 milyon ceset çıkarıyorlar. Ve ısrarla arşivlerin tarihçiler tarafından beraberce incelenmesini kabul etmiyorlar. Sonra "soykırım" bir toplumun tamamen imha edilmesi amacıyla yapılan öldürme hareketidir ve mahkemelerce "soykırım olarak kabul edilmemiş herhangi bir suçun bu kapsama girdiği hukuken iddia edilemez. Orhan Pamuk'a gelince, onun ödül almasından dolayı ben de gurur duydum. Ama ödül alabilmek için o "1.5 miyon Ermeniyi ve 30 bin Kürd1ü öldürdük" sözünü söylediğini, aslında soykırım iddiasını kabul eden biri olmadığını kendisinin de belirttiğini söylemek istiyorum. Ayrıca be Nazım Hikmet'in de Ahmet Kaya'nın da birer vatansever olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar sosyalist veya Kürtçü biri olmasam da.
-
Yine anlatamamışım ya da siz yanlış anlamışsınız söylemek istediklerimi. Sayın bilimselci, siz"bilginin kaynağı nesnel ve ispatlanabilir olmalı. Bilgiden üretilecek soyut bilgininde." diyorsunuz, ben de buna karşı çıkmıyorum. Ben tanrının varlığına, somut gerçekler üzerinde düşünerek inandığımı söylediğim halde, siz bunu yanlış anlamışsınız ki bana, "Bilginin önemini açıkladım ama yine aynı şeyleri inatla söylemeye devam ediyorsun" ve "Bunu kavrayamamış olmalısın ki; Somut bilgilerden, soyut çıkarımlarında bilgiden ve nesnellikten kopuk tezler üretiyorsun." diyorsunuz. Bir de "Saydığın temel bilimlerle hangi bilim adamı ruhu keşfetmiş. Şimdi bu nesnel bilgimi? İlk defa doğa bilimleriyle, ruhları ispat ederek çığır açmaya adaysın galiba. Geriye dönerek bilgi nedir'i tekrar okumanı salık veriyorum" diyorsun. Ruh, şu bilimsel veriye göre varlığı kanıtlanmış bir gerçektir, gibi bir şey söylemiyorum ben. Ya da "elektriğin varlığı bilimsel bir gerçektir, o halde cinlerin varlığı da kanıtlanmıştır" sözünü söylyen de ben değilim. Lütfen HY veya başkalarının söyledikleri ile beni itham etmeyin. Ben Tanrının varlığına dair bir bilgiden bahsetmediğim halde siz de ısrarla "Geriye dönerek bilgi nedir'i tekrar okumanı salık veriyorum" gibi sözlerinizi tekrar ediyorsunuz. Tekrar ediyorum Tanrının varlığı bana göre, herhangi bir bilimsel bilgi ile ispatlanmış değildir. Doğa bilimleriyle ruhların varlığını ispat etmeye de çalışmadım, sözlerimi neden bu kadar yanlış anlamakta ısrar ediyorsun çözebilmiş değilim. Tanrının varlığını hangi bilimsel gerçeklerden hareketle kabul ettiğimi, "inandığımı" bile daha söylememişken, hiç değinmediğim ruhların ve cinlerin varlıklarını bilimsel olmayan bilgilerle kanıtlamaya kalkıştığımı niçin iddia ediyorsun ki? İsterseniz, beni Tanrının varlığını kabul etmeğe götüren bilimsel gerçeklerden bir tanesini söyleyeyim de beni ona göre eleştirin, ya da değerlendirin: Doğa var mıdır, evren var mıdır? İnsanlar ve diğer canlılar var mı dünyada? Var. Peki bunların varlıkları bilimsel bir gerçek ya da bilimsel bilgilere dayalı değil mi sizce? İşte benim üzerinde düşündüğüm; bütün canlıların, gereksinimlerine uygun özelliklerle donatılmış olması. Bu canlıların yapılarını oluşturan organ ve özellikleri onlara, kendisi de cansız ve dolayısıyla düşüncesiz bir varlık olan doğa veremez, diyorum. Mesela, canlıların besinlerini yiyip sindirebilmeleri için mide, diş, karaciğer, pankreas, safra kesesi ve benzeri organlara ihtiyaç varsa, bu organlar da vardır. Yine canlıların, bir Hidrojen- Oksijen bileşiği olan "su"ya ihtiyacı olduğunu biliyoruz. İlginçtir ki, dünyada "su" da vardır. Ya da dünyada "su" ve gıdaların oluşumuna imkan veren güneş ışığı gibi diğer varlıklar da olduğu için, canlılar orada oluşmuş veya (bana göre) yaratılmıştır diyorum. Burada "bir düşüncenin" olduğunu iddia ediyorum. Bu "düşüncenin" veya "planın" varlığına dair bir "bilimsel bilgi" ileri sürüyor değilim. Yukarıda belirttiğim bilimsel bilgi ya da gerçeklerin etkisiyle böyle düşündüğümü söylüyorum. Umarım bu defa yanlış anlamazsınız.
-
Dünyada hukukçu olmayan tek anayasa mah başkanı
yazgan şunu cevapladı bir başlık içinde Güncel Konular
Bugün beğenmediğimiz Anayasa Mahkemesini de arayacağımız, fakat bulamayacağımız zamanlar gelecek diye düşünüyorum. Üyelerinin yarısından çoğunu iktidarın seçeceği yeni bir Anayasa Mahkemesi oluşturma hazırlıkları olduğunu duyuyoruz. Nisan ayından itibaren ülkemizde, rejimin temel yapısını değiştirecek çok önemli gelişmeler bekleniyor. Ama sonuç iyi mi olur, yoksa daha mı kötü olacak, orası meçhul... -
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
yazgan şurada cevap verdi: cozunurluk başlık Politika Bilimi
Anayasamızada "Kürt yoktur" diye bir ifade varmı? "Kürtler dilini konuşmasın" diye bir söz var mı peki TC anayasasında? Yok, tabii. Peki, Anayasada "Türkiyede yörük vardır, türkmen vardır, çerkez vardır..." diye ifadeler var mı? O da yok. Ülkemizde "yörük, türkmen, çerkez, laz veya pomak" olanlar, neden "Anayasada bizim adımız geçmiyor" diye sızlanmıyor, hatta bağımsızlık istemeye kalkmıyorlar acaba? Biraz, sizler de "empati" yapsanız, diyorum...- 1.760 cevap
-
- Kürt Sorunu
- Türkiye
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Ülkemizdeki okullarda ana dilde Kürtçe eğitime izin verilmeli mi?
yazgan şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
Yıllardır bir çok mahfilde tartışılan bu konuda çeşitli fikirler ileri sürüldü. Karşı çıkanlar veya savunanlardan hangisinin haklı olduğunu düşünüyorsunuz? Bence anadillerin öğretilmesi için kurslar açılması veya okullarda seçmeli derslerin okutulması iyi olabilir. Ama "eğitim dili" olarak asla "kürtçe, çerkezce, pomakça, lazca, gürcüce, boşnakça" gibi Türkiye'deki etnik gruplardan herhangi birinin dili "kullanılmamalı". Hattâ İngilizce, Fransızca, Rusça, Çince, Japonca, Arapça, Farsça gibi yurt dışında geçerli diller de ülkemizde "eğitim dili" olarak kullanılmamalı. Bu diller ve diğer bütün diller ülkemiz okullarında isteyen herkese öğretilsin, hem de her bireye mümkünse en az iki yabancı dil iyi derecede öğretilsin. Türkiye'de eğitim dili sadece Türkçe olmalı. -
İleride, hattâ çok yakın olmayan bir zamanda başörtüsü veya türbanın önce üniversitelerimizde okuyan kız öğrencilere, sonra resmi dairelerde çalışan bayanlara, daha sonra da orta dereceli okullarla ilk öğretim okullarında serbest bırakılacağını düşünüyorum. Sizce de bu olacak mı? Eğer olursa ülkemiz için iyi mi olur, yoksa birtakım olumsuz gelişmelere mi yol açar?
-
Teşekkür Ederim Sevgili Ülkem!
yazgan şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Güncel Konular
Anlaşılamak istiyorsan eğer, önce seni anlamayanları anlamaya çalışmalı ve anlamalısın, arkadaşım. -
Sayın bilimselci, Bir sayfa dolusu yazıyla hep "bilgi"den, bilginin kaynağından ve bilimsel bilgiden" söz ederken, sanki bunları hiç bilmeyen birine "öğretmeye" çalışan bir tavır içindesin. Başkasına bunları tarif etmeye kalkmadan önce kendin, kaynağı bilinen doğrulara dayalı , sağlam ve kanıtlanmış bilgilerle ortaya çıkmalıydın. Ve o somut kanıtlara dayalı bilgilerle benim tezlerimi çürütmeye çalışmalıydın. Bunu yapmak yerine, sadece bir yerlerden okuyup benimsediğin genel değerlendirmelere dayalı kendi kişisel kabullerini soyut düşünceler halinde alt alta sıralamışsın. Ama bu sözlerinin çoğuna ben de katılıyorum.Zaten o bilgi kurallarına göre "düşünce üretmeye" çalışıyorum. Size galiba benim anlatamadığım şey, benim sözlerimin bilgi verme iddiasında olmadığı, sadece kendi düşüncelerimi dile getirmeye çalıştığımdır. Siz ise Tanrıya inanmanın da "Tanrının varlığına, bizzat Tanrı'ya ait bilimsel bilgileri" gerektirdiğini düşünüyorsunuz sanırım. Belki de Tanrıya ait bu tür bilimsel bilgileri elde edersek, Tanrıyı veya bu bilgileri beş duyu organımızla algılamaya başlarsak; başka bir ifadeyle, bilimsel deneylerle Tanrının varlığını kanıtlarsak, ancak o zaman konu tartışmaya değer bir noktaya ulaşır, demek istiyorsunuz. Böyle bir durumda, "inanç"tan değil, "bilgi"den bahsedilir. Çok soyut ve kapalı yazdığınız, sadece uzun uzadıya "bilgi" kavramı hakkında, herkesin bildiği temel yargıları sayıp döktüğünüz için, sizin o sözlerinizden anladıklarımı yazmaya çalışıyorum. Yoksa, "bilgi" hakkında söylediklerinize benim bir itirazım niye olsun ki? İnanç veya inançsızlık ise, zaten bir konuda "bilgi" eğer yoksa, söz konusu olabilir. Bilgi olduktan sonra ise, hâlâ "inanmıyorum" deme lüksü de olmayacaktır haliyle. Ben size Tanrının varlığına ait bilimsel bir "bilgiye" sahibim de demiyorum. Beni Tanrının varlığını kabul etmeye götüren "gerçekler" var, diyorum. Bu gerçekler ise tamamen evrenin içindeki maddeye ait bilimsel bilgilerdir. Fizik, kimya, biyoloji, astronomi, tıp ....gibi bilimlerin ulaştığı verileri esas alıyorum, bilginin kaynağı olarak. Siz galiba benim din kitaplarını "bilgi kaynağı" olarak aldığımı düşünmüşsünüz. Böyle bir tavır asla bilimsel ve gerçekçi olmadığı gibi, felsefe kitaplarındaki sözleri de bilgi kaynağı olarak alamayacağımızı düşünüyorum. Sizin verdiğiniz bilgilerin kaynağı hangi bilimsel gerçeklerdir, onları da pek göremedim doğrusu.