bak güzel kardeşim (maide suresı 97 ayet:allah kabeyi,o hürmete layık mabedi,insanların din ve dünya hayatları içinbir nizam meselesi kılmıştır)
(bakara 115:Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir. )
(Bakara 144: Sen'in, yüzünü çok defa gökyüzüne çevirip durduğunu elbette görüyoruz. İşte şimdi, hoşnud olacağın bir kıbleye seni döndürüyoruz: Yüzünü Mescid-i Haram tarafına (Kabe'ye) çevir. (Ey müslümanlar!) Nerede bulunursanız, siz de yüzlerinizi onun tarafına çevirin. Kendilerine kitap verilenler, bunun, Rab'lanndan gelen bir hak olduğunu çok iyi bilirler. Allah, onların yaptıklarından ****** değildir.)
ayrıca bakara suresı 115. ayetin tesırını yazıyorum sımdı ıyı oku :115. "Doğu" ve "batı" kelimelerinden maksat, yeryüzünün tamamı, hatta yeryüzüyle birlikte orada bulunan bütün varlıklardır. Dolayısıyla yeryüzü Allah'ın eseri ve mülkü olduğundan şu veya bu yönün diğerine göre herhangi bir üstünlüğü yoktur; yeryüzü bütünüyle bir mâbed gibi olup aslolan ibadetin Allah için yapılmasıdır. İbadet esnasında zorunlu olarak bir tarafa yönelmekse ancak sembolik bir anlam taşır. Nitekim müslümanlar, başlangıçta kutsal bir mekân olarak Kudüs'teki Beytülmakdis'e yönelerek ibadet etmişler, daha sonra bu sûrenin kıbleyi belirleyen 144. âyetinin inmesi üzerine Kabe'ye yönelmeye başlamışlardır. Her ne kadar 115. âyetin 144. âyetle neshedildiğini savunanlar olmuşsa da[356], bu iki âyet arasında nesihle izahı gerektiren bir uyumsuzluk söz konusu değildir. 115. âyet, her yerde ve her yöne yönelerek Allah'a ibadet ve dua edilebileceğine, yani konunun özüne işaret etmekte, 144. âyet ise namazla ilgili özel uygulamayı belirlemektedir. [357] Bazı rivayetlerde[358] bu âyetin, kıblenin hangi tarafta olduğunun bilinmemesi veya bilinse bile hastalık, yolculuk, savaş gibi özel durumlar sebebiyle o yöne dönmenin güç, tehlikeli ya da imkânsız olması gibi hallere ilişkin özel bir hüküm belirlediği ifade edilmiştir. Buna göre normal durumlarda namazı kıbleye yönelerek kılmak farzdır; 144, âyet bu hükmü koymuştur. Ancak yukarıda değinilen mazeretlerin baş göstermesi durumunda mümkün ve elverişli olan her yöne doğru yönelerek namaz kilınabilir; konumuz olan 115. âyet de işte bu ruhsatı vermektedir.
Yaratılmışların tamamı mutlaka birçok yönden sınırlıdır. Allah Teâlâ ise hem zâtı hem de sıfatlan itibariyle eşsiz, benzersiz ve sınırsızdır. Âyette geçen "vâsi"' işte bu sınırsızlığı ifade eder.
şimdi di bakara 144 ün tefsirini yazıyorum :144. Kabe üç büyük dinin temsilcisi olan peygamberlerin atası ve tevhid inancının öncüsü durumundaki Hz. İbrahim tarafından bir mâbed olarak inşa edilmişti; dolayısıyla kıble olmaya en lâyık mekân da burasıydı. Kabe kıble olarak benimsenmekle, bütün müslümanlann bir olan Allah'a karşı ifa ettikleri en yüce ibadet sayılan namazda yönelecekleri bir tevhid odağı haline gelecekti. Bundan sonra sıra, -o dönemde henüz müşriklerin put evi olarak kullandıkları- bu kutsal mekânın putlardan arındırılmasına, böylece -ilk kuruluşunda olduğu gibi- her yönüyle tevhidin merkezi ve sembolü hüviyetine yeniden kavuşmasına gelecekti. Ayrıca müsliimanlann Kudüs'e doğru namaz kılmaları muhtemelen yahudileri de şımartıyordu. [459] Halbuki İslâm, eski kitabî dinlerdeki evrensel doğruları devam ettirmekle birlikte, hiçbir eski geleneğin taklidi olmayan, yepyeni ve insanlık onuruna en uygun değerler getiren bir sistemdi. Yozlaştırılmış bir dinin mensupları olan yahudileri taklit ediyor gibi görünmek her halde Hz. Peygamber'i rahatsız ediyordu. Kısaca Kabe'nin kıble yapılması hem dinî hem de siyasî bakımdan büyük Önem taşıyordu. Bütün bu sebeplerden dolayı Resûlullah Allah'a yalvarıyor, içinde doğup büyüdüğü, fakat zorla terketmek durumunda bırakıldığı kutsal Mekke'deki Kabe'nin kıble olmasını diliyordu. Nihayet yüce Allah, "İşte şimdi kesin olarak seni memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mes-cid-i Haram tarafına çevir; nerede olursanız olun yüzünüzü o yöne çevirin" buyruğu ile resulünün bu özlemini gerçekleştirdi ve artık bu âyetin indiği andan itibaren müslümanların, Kabe'nin de içinde bulunduğu Mescid-i Harâm'a yönelerek namaz kılmaları farz oldu.
Ağırlıklı görüşe göre Ehl-i kitabın, bazı müfessİrlere göre onların din adamları ve âlimlerinin de bildiği ifade edilen "gerçek"ten maksat, kıblenin değiştirilmesiyle ilgili hükümdür. Onların Kabe'nin kıble yapılmasının isabetli olduğunu nereden bildikleri hususunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. [460] İbn Atıyye bu hususta şöyle demektedir: "Yahudiler ve hıristiyanlar Kabe'nin, ümmetlerin imamı İbrahim'in kıblesi olduğunu, dolayısıyla -kendi kitaplarından da hakkında bilgi edindikleri- Hz. Muhammed'e uyarak Kabe'ye yönelmenin herkes için görev olduğunu biliyorlardı" [461] Buna rağmen kıble değişikliğini tepkiyle karşılayarak yanlış bir iş yapmışlardır. Âyetin sonundaki "Allah onların yaptıklarından habersiz değildir" cümlesi, Ehl-i kitabın bu yanlış tutumlarıyla ilgili bir uyarı ve tehdit anlamı taşımaktadır. [462]
umarım açıklayıcı olmuştur.
SAYGILAR...