Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Patates Soğancı

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    37
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    3

Patates Soğancı son kazandığı tarih 10 Aralık 2011

Patates Soğancı en çok beğeni kazanandı!

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Belirtmemiş

Patates Soğancı - Başarıları

Araştırmacı

Araştırmacı (4/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

5

İçerik İtibarınız

  1. Sayın demirefe İyi de bunun için biz de dikkat kesildik. Anladığım kadarıyla şu tevekkülcüler kafanızı karıştırmış biraz. Nedenselliğin dinle çatışması söz konusu değil ki, zaten bir ilgisi de yok, apayrı durumlar. Kaldı ki Tanrının olması da nedenselliği bozmaz, sadece neden tanrı olur. Tanrının kendisi de nedenlerden biri olabilir. Herhangi birşey de tanrının nedeni olabilir. Tanrı da nedensellik kapsamı içindedir. Nedenselliğin hiçbir zaman hesaplanamayacağı noktaları olduğunu unutmayın. Hesaplanabilme halinde nedensellik devam eder. Ancak hesaplanamayacağı kanıtlanmışsa nedensellik o noktada kalır. Buna örnek durum, evrendeki hiçbirşeyin ne zamanını, ne mekanını tam olarak hesaplanamayacağının kesin olmasıdır. Evrende her şey titreşimden dolayısıyla da dalga hareketlerinden oluşur. Dalga eğridir. Her türlü eğrilikte konumun hesaplanabilmesi için işin içine Pi sayısı girer. Pi ise devirli olmayan ve sonsuza dek süren bir sayıdır. Ne kadar yaklaştığınızı düşünürseniz düşünün Pi size bir o kadar uzaktır. Pi ile yapacağınız her hesap yaklaşık çıkmak zorundadır. Bulduğunuz her konum, buna bağlı olarak her hız ve her zaman değeri yaklaşıktır. Pi'nin sonu olmadığından, evrendeki hiçbirşeyi kesin olarak ölçemeyeceğiniz kesindir. (Evrende ışık da dahil, doğrusal hareket yoktur, ışığın yoluda ayrıca eğridir). Yani size diyorum ki her neyi hesapladığınızı sanıyorsanız, her zaman yanlış çıkacaktır. İşte buna yol açan Pi'yi oturup bir düşünün. Nedenselliğin hesaplanabilirlik olasılığını 0'a düşürüyor, yani hiçbir şeyin asla doğru olarak hesaplanamayacağını kanıtlıyor tek başına. Mekan, zaman, hız belli değilse o zaman kütle, sıcaklık ta hesaplanamazdır. Dikkat edin belirsiz demiyorum, hesaplanma ihtimali tamamen yok diyorum. Yani doğru tahmin şansınız da sıfırdır diyorum. Evrene ait hiçbir şeyi hesaplayamayacağımız Kesin iken nedensellik te tıkanır. Çünkü hiçbir veriyi doğru bilmiyorsak, onun nedeninin ne olduğunu ancak tahmin ediyor oluruz. Yola yanlış olduğu kesin verilerden çıktığımıza göre, tahminin de yanlış olduğu kesindir. Tahminler kesinlikle yanlış olacağına göre, ortada nedensellik diye bir şey kalmaz, ama belki atmasyonculuk kalır. O Pi'yi iyi düşünün. Her şeyi hesaplanamazlığı ile etkileyen ve hesaplanamaz kılan Pi'yi. Bu Pi'ye tanrının eli derler bazıları, hiç duymuşmuydunuz bilmem. Her şeyin kesinlikle her zaman hesaplanamaz olması durumunun ne demek olduğunu çok iyi düşünün, bakalım tanrı ışığını hissedecekmisiniz. Saygılar, sevgiler.
  2. Sayın Demirefe Her kitabın bir teması vardır. Ama Kuran kabul etmeliyiz ki biraz farklıdır. Hani bazı filmler vardır. Seyredersiniz ve hep bölük pörçük sahneler gösterilir ve hep merak edersiniz bu sahneler nereye varmak istiyor, acaba şunu mu anlatıyor, bunu mu diye. Son ana kadar hep belirsizlik sürer ve son sahnenin son anında her şey bütünleşir ve hatta film bittikten sonra, haaa bu bunun içinmiş, şu da şöyleymiş diye düşünmeye devam edersiniz. Her şey o son sahne ile aydınlanır ve birleşir. Bu tür filmlerin hiç bir anını kaçırmamak gerekir, yoksa kafamızda bütünleştiremeyiz. Ben Kuran'ı buna benzetiyorum. Üstelik Kuran'da farkına varılacak bir değil yüzlerce ayrı sonuç var bu şekilde. Bunu vurguladım, çünkü siz bir zamanlar araştırıp, sonunda bundan sadece çelişki ve anlamsızlık çıktığına karar verip, Kuran'ı reddettiğinizi yazmıştınız. Bu durumda Kuran'ı tüm bütünlüğü ile ele alamadan, henüz bir kısmını incelemişken bıraktığınızı düşündüm. Kuran gerçekten çok karmaşık ve kafa yoran bir kitaptır. Kafa yorulmadığında ise basit ve anlamsız gelir. Sonuca ulaşıncaya kadar düşünmenin bırakılmaması gereken bir kitap. Bir bilmece gibi düşünmek lazım. Hani birisi biraz anlamsız görünen zor bir bilmece sorar. Önce kafamız karışır ve anlayamayız. Düşünmeye devam eder ama çıkar bir yol bulamazsak, bu sefer de ne saçma bir soru, bunun kesin saçma bir cevabı vardır fikrine kapılırız. Çok ender insan bu sorunun cevabını bulabilir ve açıklayarak bize söylediğinde de, her şey oturur. Kuran'ı incelerken hep herkesin anlayacağı basitlikte yazılmış bir kitap olarak düşündüğümüzden, karmaşıklık beklemeyiz. Oysa Kuran'ın anlaşılması bir yarışmadır. Allah insanları yarıştırdığını ve onu anlayarak bulanları, bu yarışın galibi sayacağını söyler. Kuran o kişiler için apaçık olacaktır, aklıyla bunu bulabilen için. Bu yüzden her birey Kuran'ı kendi değerlendirmeli ve üzerinde çok düşünmelidir. Yine de çok az insan bunu bulacaktır. Yarışmalar böyledir. Belli sürede problemi hatasız çözenlere ödül verilecektir. Tüm çelişkileri yok etmek için de, Kuran'ı sonucu kesinlikle belli olan bir soru olarak kabul etmeniz gerekir. Çünkü insan için en zoru, bir sonucun olup olmadığının belirsiz olduğu problemlerle uğraşmaktır ve bu belirsizlik bizim bu problemi çözme şevkimizi kırar, yok canım yanlış bu soru der geçer gideriz. İşte o apaçık anlamlılık hali bu problemin kesin sonucunun olduğunu söylemektir. Buna ne kadar inanmazsanız, sonucu bulmanız o kadar zorlaşır. Her savaşı kazanmak için bilginin yanında, inanç ta vazgeçilmez bir şarttır. İşte o anladığınız anlamda korku olarak görmek için düşünmeye gerek yoktur. Üstün körü bakan biri bile bunu korku salma olarak algılar. Bunun böyle olmadığını anlamak için bu kitap üstünde çok emek harcamak gerekir. Ancak sonra bunun böyle olmadığını kavramak mümkün olur. Bu dediklerinizle hemfikirim. Bütün bunlar ölümden sonrası içindir. Bunlar inanan insan için motivasyona yarar, Kuran'ı anlamak için daha fazla çaba sarf etmeye, inancını gerçeği bilerek bulmasına dayandırmayı sağlamaya zorlar. Bunlar zaten inanmayan insanların sorunu değildir ve inanmadıkları bir şeyden de korkmaları anlamsızdır. İnananlar zaten inanmıştır. Hegomonya kurulması bu yüzden gereksiz olur. Zaten hegomonyanın altındalardır çünkü. İsteyerek kabul etmişlerdir bu durumu. Size mutluluklar dilerim, o halde sizin için sorun yok zaten. Etrafta Kuran'ın anlatmak istediğini anlayıp çözdüğünü, fakat Kuran kopya vermeyi yasakladığı, hiç kimsenin kimseyi etkilememesi gerektiğini söylediği için bu durumu anlatmak istemeyen kişilerin varlığı kafanızda biraz şüphe uyandırsa iyi olur derim? Acaba bazı şeyleri gözden kaçırmış olabilir misiniz, üzerinde daha fazla düşünülmesi gereken şeyler olabilir mi, acaba bazı şeyleri göz ardı etmiş olabilir miyim? gibi soruları denemekte bir sakınca yok diye düşünüyorum. Ne de olsa insanlık tarihi böyle şeyler asla olamaz, imkansız diyen insanlarla dolu, bugün gülüp geçtiğimiz! Bunları zaten sizin için değil, hazır Kuran'ın nasıl okunması gerektiği konusundan bahsetmişken, bizi okuyan diğer insanların düşüncelerim hakkında fikir sahibi olması için yazmıştım. Saygılar, sevgiler.
  3. Sayın Demirefe Benim sizin Kuran'la olan ilişkinizi anlattığınız mesajınız üzerine size söylemek istediğim şu: Kuran, roman gibi, hikaye gibi, sayfa sayfa sırayla okunacak kitap değildir. Kuran, "üç boyutlu" bir kitaptır. Bu şu demektir; Kuran'ı hikaye okur gibi sayfa sayfa okursanız, verilmek istenen mesajı doğru olarak alamazsınız. Kuran'ı okumanın yolu, sizi ilgilendiren konu hangisiyse, o konuyla ilgili ayetleri alt alta dizmek ve karşılaştırmaktır(Örneğin bu sistemle yazılmış Kuran çevirileri vardır. Bunlardan biri Prof. Dr. Ömer Dumlu'nun, Ozan Yayıncılık'tan "Konularına göre Kuran çevirisi"'dir). Kuran'da birçok konunun defalarca tekrar edilmesinin sebebi budur. Ayrıca göreceksiniz ki, "Müteşabih" (Kuran'da birden fazla anlama gelen, mecaz anlatım içeren kelime ve cümleler) denilen mucize sayesinde, Kuran'ın anlatmak istediğini açık ve net bir biçimde algılıyor olacağınız. Not: Kuran okumak deyince bunları da söylemem lazım. Kuran'ı okumak için abdestli olmak da şart değildir. Kadınlar içinde aynısı geçerlidir. Kuran'ı elinize almadan önce abdestli olmanızı, önce üç kere öpüp başınıza koymanızı, illa Arapçasının okunmasını, kadınların regl halinde Kuran'a el süremeyeceklerini, okumadan önce çeşitli dualar okumanızı buyuranlar, sizin Kuran okumanızı, anlamanızı, böylece onlara olan muhtaçlığınızın ortadan kalkmasını istemeyenlerdir. Kuran'da hiçbir ayette bu tür şartlar yer almaz. Saygılar, sevgiler.
  4. Sayın Demirefe Durumunuzu içtenlikle anlatmışsınız. Fakat bence hatanız şu noktada olmuş, o incelemenizi sonuna kadar devam ettirmeliydiniz. Bu yüzden tüm Kuran'a hakim olamamış, Kuran'ın bütünlüğü içinde kelimenin hangi anlamının, kullanılması gerektiğini çözememişsiniz. Acaba internetteki sözlüğünüz yetersiz de, kelimenin tüm karşılıklarını mı yazmıyordu? Beni şu ana kadar Kuran'ın hatalı olduğuna ikna edemediniz, farkındaysanız. Hep size ya mealen yanıldığınızı, ya da Kuran'ın bütünlüğü içinde durumun çözüldüğünü veya hadis veya sünnetlerden yanıldığınızı anlattım, söylediklerinizin hiç birinin o anlamda olmadığını söyledim. Örneğin her gördüğü kafirin üstüne atlayan benzetmenizi, Allah öyle istemiş emretmiş, kendi için tehlike görmüş yazmış diyebilirdim. Ama bu anlamda değilse ne diye yalan söyleyeyim. Dememiş ki işte! O zaman ben de dememiş demek zorundayım. Yani anlatmak istediğim Allah demiş, o kadar demiyorum, inceliyor ve başka şey dediğini görüyor, onu söylüyorum. Kuran'ın apaçık olması demek, Kuran okurken çözemediğiniz her konunun, Kuran'ın başka bir yerinde açıklanacağı ve apaçık hale getirileceği, çelişkilerin ortadan kaldırılacağıdır. Anlaşılan sizin 3 grupta hatalıdır, doğru olan dördüncü ve benim de dahil olduğum, Kuran'ın her noktasını inceleyerek, Kuran'ın anlatmak istediğini net anlayabilen, bunun için her tür rivayetten sakınıp, bilimi Kuran'ı anlamakta kendine rehber edinen gruptur. Tevbe suresinin açık ve netliğini eğer bir önceki mesajda anlattıklarımı dikkatlice okumuş olsaydınız anlayabilirdiniz. İyi okumadığınızı fark ettim. Bu dediklerinizin ne olduğunun cavabını orada net bir biçimde vermiştim. Hiç dikkate almadan tekrar etmişsiniz. Tevbe suresinin anlamının söylediğiniz şekilde olmadığı açık ve nettir. Bahsettiğim ayrıntılara dikkat etmeden okursanız, bazı şeyleri atlar ve sureyi bu dediğiniz haliyle algılarsınız ve yanılırsınız. Şu kafirlerle ilgili ayeti iyice okuyun lütfen E, hani bütün kafirlere yapmadığımızı bırakmayacaktık demiştiniz, bulduğumuz yerde öldürecektik, cizye vereceklerdi, zorlayacaktık. Sizin sıkıntınız sadece Tevbe suresini yanlış anlayıp, çelişki var zannetmeniz. Dediğim gibi çelişki olmadığını size bir önceki mesajda anlatıyorum zaten. Savaş halinde ve andlaşmanın karşı tarafca bozulup geçersiz hale getirilmesi durumunda ki bu savaş halinin devamı demektir, ancak o zaman o dedikleriniz geçerlidir. Ama dediğiniz gibi sadece bir kısma bakıp, eğer yazılanın tümüne bakmayacak olursak, işimize ne geliyorsa onu bulabileceğimiz doğrudur. Kuran'ın iddiası bir bütün olduğu ve çelişki içermediğidir. Eğer çelişki olarak algıladığınız bir durum varsa, bu yanıldığınızın işaretidir. Çünkü Kuran'ın tümünde uyumsuz bir durum olmaması gerekliliği vardır. O halde çok daha dikkatle tüm Kuran'ı inceleyerek hatanızın farkına varıp, neyi neden yanlış anladığınıza vakıf olmanız gerekir. İşte bunu yapar, bütünlüğü kaybetmezseniz, o çelişki zannettiklerinizin ortadan kalkacağını görürsünüz. Tıpkı bir filmde bir bölümü seyrederek tüm film hakkında bilgi sahibi olamayacağınız gibi. Seyrettiğiniz bölümde bir adamın öldürüldüğünü görebilir ve seyretmediğiniz kısımda bunun bir düşten ibaret olduğu açıklanabilir. Yani bir kitap, bir film gibi bütünlük içinde incelenmelidir. Siz orada adamın bıçakla mı, yoksa tabanca ile mi öldüğünü tartışsanız ne fark eder, zaten bir rüyadır. Ya şu adam ne kadar akıllı ki bu kadar ince düşünüyor ve ne kadar aklısız ki tüm yazdıkları çelişki dolu mu diyorsunuz. Artık bir karar verseniz iyi olacak; akıllı mı, akılsız mı? Bir Kuran yazacak, bu Kuran'da kendi sözlerine inanılmamasını isteyecek, doğru olan sadece Kuran'dır diyecek. Oysa o sırada etrafındaki herkes onu tanrı yerine koymaya çalışacak, Kuran dışında ağzından her çıkanı hadis ve sünnet adı altında Kuran'a göre putlaştırmış olacak. O da bu herşeye hazır toplumun isteklerine, artık her ne içinse karşı gelecek, benim her dediğim' Allah'ın direk emridir diyemeyecek, üstelik herkes buna hazırken. Bayağı ilginç bir senaryo olmuş. Bu teorinizin, Kuran'da iddia ettiğinizden çok daha fazla çelişki içerdiği kesin. Bunu anlayabilene aşk olsun. Yani peygamberi bir noktadan sonra kanaatkar buluyorsunuz anlaşılan. İnsanları kandırmak için o kadar uğraştıktan sonra her şeyi tam punduna getirmişken, önündeki nimeti elinin tersiyle itmiş demek... Gerçekten çok şüpheci olduğunuz doğru, ama şüphelerin de mantıklı bir kurgusu olması lazım tabii! Saygılar, sevgiler.
  5. Sayın Demirefe ve Sayın Mavi Olmayan Gökyüzü Kendilerine dört ay süre tanınan bu müşriklerin kimler olduğu üzerinde hayli görüş ayrılığı vardır. Bunlar; andlaşma süreleri dört aydan az olan müşriklerle, andlaşmalarında bir süre belirtilmemiş olan müşriklerdir. İşte bunlara dört aylık süre verilmiştir. Fakat Allah'ın Elçisi ile belli bir süre için andlaşma yapmış olanlar, andlaşmada belirtilen sürenin sonuna kadar güvence içindedirler. Fakat sonradan Peygamber Tebük seferine çıkınca münafıklar ve müşrikler andlaşmaları bozmaya başladılar. Allah bu ayetleri indirerek andlaşması dört aydan az olana da, çok olana da dört ay süre tanıdı. Surenin 4. ve 7. ayetleri, andlaşmalarına uyan müşriklerin, andlaşma şartlarının yerine getirilmesini emretmektedir. Demek ki burada dört ay süre tanınan müşrikler, andlaşmalarını bozarak müslümanlara ihanet eden müşriklerdir. Andlaşmanın ihlali savaş halinin devamı anlamına gelir. Müslümanların bu durumda meşru müdafaa hakları ortaya çıkar. Normalde bu ihanetin cezası ölümdür. Ama yine de işte bu hainlere, son olarak dört ay süre verilmiştir. Bu süre içinde ya Allah'a teslim olacaklar ya da öldürüleceklerdir. Ama andlaşmalarını bozmamış olan müşriklerin andlaşmaları devam eder. Onlara saldırılmaz. 4. ayetten açıkça anlaşılıyor ki kendilerine dört ay süre verilen müşrikler, andlaşmalarını bozmuş olan müşriklerdir. çünkü ayette sözlerinde duran müşriklerle yapılmış andlaşmaya, sonuna kadar uyulması emredilmektedir. Beşinci ayetten de ihanet eden müşriklere verilen dört aylık sürenin, haram ayları sonunda biteceği anlaşılmaktadır. İşte bu dört ay geçtikten sonra müslümanlara ihanet eden müşriklerin her yanda araştırılmaları, nerede bulunurlarsa yakalanıp öldürülmeleri, ancak tevbe edip İslam'a döndükleri takdirde serbest bırakılmaları emredilmektedir. Ayetin, Allah'ın ğafur ve rahim(çok bağışlayan, çok esirgeyen) sıfatlarıyla bitirlmesi de müslümanlara, affetmenin, şefkatli ve merhametli olmanın önemini anlatmaktadır. Bu ayetler, müslümanlarla müşrik kabileler arasında barış andlaşmaları yapıldığını, bazı müşriklerin verdikleri sözde durduklarını, bazılarının da sözlerinden cayıp müslümanlara ihanet ettiklerini, müslümanların düşmanlarıyla birleştiklerini göstermektedir. Dördüncü ayette bu husus, gayet açık olarak görülmektedir. Dördüncü ayette andlaşmaya riayet eden müşriklerin andlaşmalarının, sonuna dek götürülmesi emredilmiştir. Acaba andlaşma süresi sona erince bu müşrikler de öteki müşrikler gibi mi olurlar? Yoksa bunlarla andlaşmayı tazelemek mümkün müdür? Allah'ın elçisi devrinde müslümanlarla andlaşma yapanlar iki gruba ayrılırlardı. Bir kısmı daha önce müslümanlara düşman, onlarla savaş halinde olup sonradan müslümanlarla andlaşma yapmış olanlardı ki Kureyş böyleydi. bir kısmı da müslümanlarla hiç savaşa girmemiş, barış içinde, onların müttefiki veya tarafsız kalmış olan kimselerdi. İşte Nisa 90, bu tarafsız müşriklere dokunulmayacağını bildirmiştir. Bahsettiğiniz tüm konular Kuran'ın dediği gibi aklı ile inananlar için son derece anlaşılırdır. Bu başlıkta konu uzamasın diye sonra yazayım ama duramıyorum hadi söyleyeyim. Kamer 1; "Saat geldi, ay yarıldı" diye tercüme edilmiş ayetin tercümesi eksikdir. Yarılma anlamında kullanılmış olan arapça "şakka" kelimesinin diğer anlamı insan eliyle toprağın kazılması, eşelenmesidir. O devrin insanları ve tercümecileri insanın ay toprağını kazıp, eşeleyerek toprak alabileceğine imkan vermediklerinden, "şakka"nın diğer anlamını yarılmayı kullanmıştır. Nereden bilsin adamcağızlar insanın zamanı gelince aya gidip yüzeyinde izler bırakacağını, astronotların toprak kazıp getireceğini, Kuran'ın da bunu bu kadar yıl öncesinden söyleyeceğini Ne attığına gelince, önemli olan ne attığı değil ki? Düşmana atılan bir şey.(Yorumcular bir avuç çakıl diyor ya?). Burada Enfal 17'de vurgulanan şey, peygamberin attığı şeyin, içindeki Allah inancından kaynaklandığıdır. İçinde inancından aldığı bu güç olmasa, kendisinin buna kalkışamayacağıdır. Ona bu gücü veren Allah inancıdır. Mescidi Aksa'ya götüren birşey yazılmadığına göre, gerçekte götüren bir şey de yoktur. Bu düşünsel bir yolculuktur. Burak falan değil? Burada önemli olan bunun sonunda ayet verilmiş olmasıdır. Bu surelerin inişi sırasında peygamberin yaşadığı trans halinde hissettikleridir. Rüyada veya hipnoz altında hissedilenler gibi. Peygamberin trans halinde inenleri görüntüler şeklinde de hissettiğini gösterir(Halüsinasyon benzeri). Daha fazla uzatmak da istemiyorum. Çünkü bunlar benim yorumum. Kuran'ı herkesin kendi anlaması lazım. Kimsenin kimseye öğretmemesi şartı var. Bu yüzden kendiniz okuyun ve karar verin ama inanan gözle bakın yeter. Korku falan da salmaz. İnananlar için korkulacak bir durum yoktur ve onlara korku salmaz. İnanmayanlar için de, zaten bunlara inanmadıklarından korkulacak bir şey yoktur ve onlara da korku salmaz Kuran zorla bir şey yapmayın dediğinden, o bağnaz müritler dedikleriniz, zaten din dışı görülürler. Onların yaptıklarının ise Kuran'la bir ilgisi yoktur. Siz bu konunun başlığında Dinin ve dincilerin son kaçış noktası dememiş misiniz. Bu dinin aslında böyle demediği halde, dincilerin son çare olarak sadece Kuran'a sarıldıkları anlamında değil mi. Ben yazdığım yazıda ilk inen şey Kuran olduğuna göre ve onun her yerinde de, Kuran sözünden başkasına inanmayı yasakladığını, zaten hurafelerin dinle ilgisi olmadığını, kimsenin kaçmadığını, meselenin özünün en baştan beri Kuran'a inanmak olduğunu söylemekteyim. Hepsi Muhammed sözü ise Kuran Muhammed'e niye fırça çekiyor(3 kere). Ne diye onun her söylediği doğrudur demiyor da, sadece Kuran doğrudur diyor. Muhammed bu fırsatı bulmuşken ben Allah'la sürekli temas halindeyim, o yüzden benim her dediğim Allah kelamıdır niye demiyor? Ne diye bu kadar uğraşıyor? Size Kuran'da hadise, sünnete değer verilmemesini söyleyen bir dünya örnek yazdım. Bırakın artık tercüme hatalarını da Kuran'ı dediğim gözle okumaya çalışın, yani pozitif bakış açısıyla, ancak o zaman çelişki zannettiklerinizin doğrularını görebilirsiniz. Kuran her yerinde bunu diyor, inanan gözle bakılması halinde Kuran'ın apaçık olduğunu, görmek istemeyen gözlerle bakan için ise anlaşılmaz olduğunu söylüyor. İşte aramızdaki fark bu, ben Kuran'da pek çok mucizeyi görüyorum. Bu yüzden inanıyorum. Çünkü acaba burada ne demiş olabilir diye okudum, içindeki şifreleri çözdükçe her gün daha şaşırıyorum. Sizin çelişki dediğiniz hiç bir şeyde çelişki görmüyorum. Sizin okuduğunuz gibi acaba bu dediğini nasıl başka türlü anlarım, nasıl hatalı gösterebilirim diye okusaydım, durumum sizle aynı olurdu. Hata dediğiniz her şeyi inceliyorum. Bunların hepsinin Kuran bütünlüğü içinde anlamlı olduğunu görüyorum. Bu tutumum beni Kuran'a yaklaştırırken, sizin tutumunuz da sizi Kuran'dan uzaklaştırıyor. Ve ne ilginçtir ki Kuran en çok bu tutumun öneminden ve sonuçlarından bahsediyor durmadan. Önce doğru teoriyi kurmalısınız ki, sonra yıkmaya çalışabilesiniz. Bu tıpkı, Einstein'in ne dediğini anlamadan onu eleştirmeye benziyor. Saygılar, sevgiler.
  6. Sayın Demirefe Bunların hepsinin Tevbe suresinde, müşriklerin Müslümanlara saldırıp yok etmeye çalışmaları durumunda, yapılacaklar olduğunu yani meşru müdafaa olduğunu söyleyip geçeyim. Bu savaş durumunda bile pek çok seçenek tanınmıştır. Sadece Kuran'a inanılmalı, çünkü Kuran ne diyor: -Allah, elçisi ve son peygamber olan Muhammed'e Kuran'ı indirdi(Neml 6) -Peygamber'in dünyaya bildirdiği biricik kitap Kuran'dır(Enam 19) -Elçinin biricik görevi mesajı iletmektir(Nahl 35) -Sadece Kuran'ı izlemekle emrolunduk(Araf 2 ve 3, İsra 46) -Kuran hidayetimiz için gerekli herşeyi içermektedir(Nahl 89) -Allah gerekli hiçbir şeyi Kuran'da eksik bırakmamıştır(Enam 38) -Hikmet, insanın ürünü olan hadis kitaplarında değil, Allah'ın kitabındadır(İsra 39, Yasin 2) -Kuran'da emredilip yasaklanmayan her şey, kişisel ve toplumsal seçiminize bırakılmıştır(Maide 101) -Kuran'dan başka hiçbir hadise inanıp kaynak edinmeyiniz(Casiye 6) -Halkı bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak için boş hadislere değer verenler için acı bir azap vardır(Lokman 6) -Sahte hadislere ihtiyacımız yoktur, çünkü Kuran tam detaylıdır(Yusuf 111) -En güzel hadis Kuran'dır(Zümer 23) -Tek geçerli sünnet, Allah'ın sünnetidir(Ahzab 38 ve 62, Fatır 43) -Allah izni olmadan dini hüküm koyanlar ve onları izleyenler, müşriktir yani putperesttirler(Şura 21) -Kuran mücmel değil, detaylıdır, inananlar için kapalı değil apaçıktır(Rum 28, Fussilet 3) -Kuran bizzat Allah tarafından açıklanıp detaylandırılmıştır(Hud 1, Kıyamet 19) -Kuran'a inananlar tarafından anlaşılması kolay, putperestler içinse anlaşılması zor ve imkansızdır(Kamer 17,22,32 ve 40, İsra 46,Kehf 57) -Bizim için güzel örnek olan Muhammed Peygamber, Kuran'dan başka bir hüküm kaynağı kabul etmemiştir.(Maide 48 ve 49, Enam 114, Yunus 15) -Allah hadislerin değil Kuran'ın korunmasını garantilemiştir(Hicr 9, Yasin 69, Sad 87) -Allah'ın kelimeleri tastamam ve mükemmeldir(Enam 115) -Şüpheli rivayetlere uyanlar sapmışlardır(Enam 112) -Allah unutkan değildir(Meryem 64) -Allah kelime sıkıntısı çekmez(Kehf 109) -Ahiret hakkında kuşkusu olanlar Kuran'la yetinmezler veya onu başka kitaplarla değiştirmek isterler(Yunus 15) -Dinleri mezhep mezhep ayırarak ihtilaf edenlerin Muhammed Peygamber ile bir ilişkileri yoktur(Enam 159) -Allah elçisinin ahiretteki tek şikayeti, halkının Kuran'dan uzaklaşması hakkında olacaktır, hadisten uzaklaşması hakkında değil(Furkan 30) Kuran, Peygamber'in ağzından çıkan hadisler için ne der: -Bakara 67-70, Maide 101, Enam 112-117, Casiye 6,Tur 34, Lokman 6, Ahzab 53, Tahrim 3 Kuran, sünnet için ne der: -Ahzab 38 ve 62, Fatır 43, Ğafir 85, Fetih 23 Kuran, icma için ne der: -Yunus 71, Yusuf 15, 102, Taha 64, İsra 88, Hac 73 Sünni ve Şii mezheplerinde hadis kitaplarının gerçek sayısı belli değildir. Üstüne üstlük bu sayısı belli olmayan hadis kitaplarındaki "doğru" hadis sayısında da mezhepler uzlaşamaz. Birinin doğru(sahih) kabul ettiğini diğeri yalan(zayıf) kabul eder. Ancak genelde altı kitap(Kütüb-i Sitte) ön plandadır. Sünni din adamları Buhari'nin kitabında KURAN'LA ÇELİŞEN HADİSLERİ KURAN'DAN ÜSTÜN KABUL EDERLER. Hanefi mezhebinin alimleri, hadis ile Kuran çeliştiğinde HADİS'İN KURAN'I İPTAL EDEBİLECEĞİNİ İDDİA ETMİŞLERDİR. Hadis ve Sünneti savunmak için Ahzab 21 "Sizin için Allah'ın elçisinde güzel bir örnek vardır" ayetini örnek gösterenler şu ayeti unutur "Sizin için İbrahim ve onunla beraber olanlarda güzel bir örnek vardır"(Mumtahine 4 ve 6). Demek li ne yapıp, ne edip İbrahim Peygamber'in sözlerinin yazılı olduğu bir kaç kitap bulmak lazım, bir de o nasıl davranıyor, yaşıyorsa aynısını yapmak lazım. Bazıları "O hevasından(keyfinden) konuşmuyor. O sadece bir vahiydir"(Necm 3 ve 4) ayetini "Muhammed Peygamber'in söylediği her söz Allah tarafından bildirilmiştir" olarak yorumlayıp savunuyor. Söz konusu ayetteki ilk "o" zamiri Muhammed Peygamber'i, ikinci "o" zamiri ise Kuran'ı işaret eder. Çünkü Necm Suresi tamamen Kuran'ın vahyedilmesinden ve Kuran'ın Peygamber'in uydurması olmadığından bahseder. Yani "o" zamirini açarsak: "Muhammed hevasından konuşmuyor. Kuran sadece bir vahiydir" anlamına gelir. Muhammed'in nakledilen en uzun, en bilindik ve en çok kişinin şahit olduğu hadis 100 bin kişinin şahit olduğu Veda Hutbesi'dir. Bakalım hadis kitapları neler demiş Veda Hutbesi için: -"Size izleyeceğiniz iki şey bırakıyorum: Kuran ve benim sünnetim"(Muvatta) -"Size Kuran'ı ve aile halkımı(ehl-i beyt) bırakıyorum"(Buhari, Hanbel, Darimi) -"Size Kuran'ı bırakıyorum, onu izlemelisiniz"(Müslim, İbn Mace, Ebu Davud) Bu en çok şahit önündeki sözde bile böyle tahrifat varken gerisini siz düşünün. Muhammed Peygamber put değil rehberdir: -Müslümanlar Kuran'dan uzaklaşıp hadislerle meşgul olmaya başlamakla Muhammed Peygamber'in yolundan uzaklaşmış ve onun şikayetine muhattap olmuştur(Furkan 30) -Kuran'a göre hüküm koyucu sadece Allah'tır. Muhammed Peygamber Kuran'dan başka hüküm kaynağı tanımamıştır(Yusuf 40, Kehf 26, Maide 48 ve 49, enam 114) -Kuran'a göre Muhammed Peygamber bizim gibi beşeridir.Kendisini beşeri niteliklerin üzerinde niteleyenleri reddetmiştir(Kehf 110, Fussilet 6) -Kuran'a göre Muhammed Peygamber hatasız değildir. Her insan gibi günahlar işlemiştir(Muhammed 19, Fetih 2, Ahzab 37) -Kuran'a göre Muhammed Peygamber ahirette kendisine bile yarar ve zarar veremez(Yunus 49) -Kuran'a göre ahirette hiç kimse hiç kimseyi kurtaramaz(Ra'd 16, Furkan 3, Sebe 42, Fetih 11) -Muhammed Peygamber'i Allah'ın hiçbir elçisinden üstün tutmayız(Bakara 285) -Allah kainatı Muhammed Peygamber için değil, bütün insanlar için yaratmıştır(Nahl 12, Lokman 20) -Kuran'a göre Muhammed Peygamber, ilk halifeler ve peygamberin torunları kendilerini putlaştıranlardan davacı olacaklardır(Meryem 81 ve 82, Yunus 29, Ahkaf 5 ve 6, Kehf 110, Fussilet 6) Kuran'da "La İlahe İllallah" veya "La İlahe İlla Hu"(Allah'tan başka ilah İmran 18'de Kelime-i Şahadet'i şöyle açıklar: "Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şahadet eder. Melekler ve adaleti gözeten ilim sahipleri de...". Yani İslam'ın temel şartı Kelime-i Şahadet'te dahi herhangi bir peygamberin ismi yoktur. Kuran'a göre Kelime-i Şahadet yalnızca "Eşhedü en la ilahe illallah" yani " Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur"dan ibarettir. Peki Kelime-i Şahadet'in sonun "Ve eşhedü enne Muhammeden resulüllah"ı kim eklemiştir? Cevabı Kuran veriyor: "Sadece Allah'ın ismi anıldığında ahirette gerçekten inanmayanların kalbi nefretle çarpar, ancak ondan sonra başkaları da anılınca hoşlanırlar"(Zümer 45) Kelime-i Şahadet'e Muhammed Peygamber'in ismi eklenince, İslam'ın ilk şartı tahrif edilip, ezana da bu sokulunca Aleviler de sonuna "Eşhedi enne Aliyyen veliyüllah"ı ekleyip ezana sokmuşlardır. Bu her şeyden önce şu ayete terstir: "Mescidler Allah'a aittir. Allah ile beraber bir başkasını çağırmayın"(Cin 18) Yani dinin ve dincilerin son kaçış noktası dediğiniz şey, en baştan beri Kuran'ın dediği, Kuran'dan başka hiç bir kaynağa inanılamayacağı imiş. Saygılar, sevgiler.
  7. Sayın Demirefe Genel fikirlerde anlaştık o halde Muhammedi sonuna kadar eleştirebiliriz. Sizin kadar ben de eleştiriyorum, hatta. Eleştri kabul etmeyenlerin gazabı beni de etkileyebilir. Bu tartışmalarda eleştri-hakaret sınırının korunmasının önemini gösterir. Bu forumun kurallarında bile eleştri desteklenirken, hakaret cezalandırılır, tepki görür. Her şeyi söylemenin uygun bir yolu vardır. Nefretimizi hakaret olarak kusarsak, tepki görmemize şaşırmamalıyız. Saygı kurallarına uyan her türlü eleştirel karikatüre saygıyla bakarım. Ama sırf çizgilerle ifade ettiğiniz için karikatür diye adlandırılan yöntemle hakaret edilemeyeceği düşüncesi yanlıştır. Her mesleğin olduğu gibi karikatürcülüğün de otokontrolü, hakaretten kaçınma bağlamında olmalıdır. Not: Bu arada Kuran buram buram evrimden, evrilmeden bahsedeken, evrimi ve dolayısıyla Kuran'ın dediğini kanıtlayan Darwin'i eleştirecek kadar *** ***** müslüman geçinen ve bu yüzden Darwin'e karşı çıkanları bana hatırlattığınız için teşekkür ederim. Darwin Müslümanlığa en büyük hizmeti vermiş bilim adamlarından biridir benim için. Sanırım müslüman kitlenin kafasını karıştıran Adem'i ilk insan zannetmeleri. Oysa Kuran Adem ilk insandır demez, ilk peygamberdir, insanları Allah'a inanmaya çağıran ilk insandır der. Saygılar, sevgiler.
  8. Sayın Demirefe Genelde dediklerinizle hemfikirim. Ama altını çizdiğim noktalara bir daha bakın isterseniz. Din başka inançları, siz yanlışsınız, ben doğruyum savıyla baskı altına alıyor(başka inançların tarihsel yanlışları olsa, katliam yapsa ya da özgürlük düşmanı olsa bile) ve yasak olacak ama dinsizler, dinlere özgürlük düşmanısınız, yani yanlışsınız savıyla baskı altına almıyor ve serbest olacak. Bunu normal görmediğinizi zannediyorum. Yoksa her dinsizi ya da başka inançlara sahip olanları, saf birer melek olarak mı görmeliyiz, baskıyı sadece din kuruyor ve hatayı sadece din mi yapıyor, el insaf. Saygılar, sevgiler.
  9. Sayın Doçent Kuran Miractan hiç bahsetmez. İsra denilen olaydan bahseder. O da Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksaya olan yolculuk demektir. Kur'an-ı Kerim'de isra olayına şu şekilde kısaca yer verilir: "Kulu (Muhammed'i) gecenin az bir bölümünde kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir. İşiten ve gören O'dur" (el-İsrâ, 17/1). Yani Kuran'ın Allah'ın katına Muhammed'in yükselmesi anlamındaki mirac diye bir iddiası yoktur. Bu dediğiniz Kuran'da değil hadislerde geçer. Hadislerin Kuran'la bir alakası da yoktur. Bize ne kim ne demiş. Biz Kuran'a bakarız. Kuran'a göre tüm kainatın yaratılma sebebi Muhammed değildir. O Muhammed'i Kuran'ın üstünde yüceltmek isteyen Muhammediyatçı ruha inanan, her şeyden önce yaratılmış Muhammed ruhunun varlığını savunan bazı uydurma hadisleri baz alan bir gurubun düşüncesidir. Kuran'da böyle bir şey yoktur. Saygılar, sevgiler.
  10. Sayın Demirefe Soyut kabullere dayalı en doğru cini kabul ettirmenin bir yolu daha vardır. O da cinin çekiciliğidir. Cinin iyiliği gösterdiği ve bundan başka bir şey istemediği yeterince anlatılırsa (dayatılırsa demiyorum), dinsel tercihle sonuç verir. İyi ve yararlı olanı herkes alır. Hemen herkesin telefonu var, çünkü iletişim imkanı tanır, kısacası iyi ve yararlıdır. Dinin de reklama ihtiyacı vardır. reklam dayatma değil, ürün tanıtımıdır. Hatta protestan misyonerler bunu oldukça iyi yaparlar. Din gibi karmaşık konularda film seyredilmeden önce sonu söylenmez. Dini değerleri insanın üzerinde düşünerek kabullenmesi, dinin son aşamada ne dediğini merak etmesine yol açar. Önemli olan dinin ulaşılabilir ve iyi tanıtılmış olmasıdır. Rafaranduma ya da dayatmaya gerek olmadığını anlamışsınızdır. Kıstas dinin günümüzdeki tüm insani değerleri kapsaması, ama ondan farklı olarak bu değerleri insanın benliğine uymak zorunda olduğu kurallar şeklinde kazımasıdır. Din zaten şu anki haliyle dikta. İtiraz ettiğim nokta zaten böyle olmaması gerektiği. Sizden farklılaştığımız esas nokta dogmalara tümden karşı oluşunuz. Oysa ki her dogma kötü değil, bazen de faydalı olur. Özgürlüğün her zaman iyi olduğunu da söyleyemezsiniz. İnsanların özgür düşünceyle ulaşacakları humanizm gibi noktalara erişmek çok zaman alır ve her zekanın kaldıramayacağı felsefik değerlendirme gücü ister. Bu yolla tüm insanların çağdaş prensiplere ulaşabileceğini düşünüyorsanız daha çok beklersiniz. Bu çağdaş prensipleri din gibi bir telkin metoduyla insanlara çok daha hızlı yerleştirebilirsiniz. İyi kurgu ve senaryoya sahip bir film, size tüm insani ve çağdaş değerleri bir anda hatırlatabilir. Din de buna benzer. Bu dinin yaptırım değil ama, ölüm sonrası cennet, mutlulukla dolu ikinci yaşam şansı gibi bir teşvik yöntemiyle hareket etmesi, insanları dine uymaya motive eder. Beynimiz telkin ile tamamen programlanabilir özelliktedir. İsterseniz bunu hipnozla, medyayla, siyasetle yapmış olun, kendimizin zannettiğimiz düşünceler hep etkiler altında şekillenmiştir. Telkinden kaçış yolu yoktur. Madem ki yoktur, bunun çağdaş yaşam prensiplerini benimsemiş bir din ya da dini yorumla insanlara vermek en iyi seçimdir. Yeni bir dini anlayışı yaymak zor olur, zaman alır. Mevcut dini yeniden yorumlamak hedefe daha hızla götürür. Unutmayın inisiyelerin son sakladığı ve öğrettikleri sır, sır diye bir şeyin olmadığı, insanın belli hallerden geçerek farkındalığa varmasındaki yalancı hedef olduğudur. Milli duygularınız yoksa savaşı, milli maçı kazanmanız zorlaşır. Hedefler soyuttur. Olması ya da olmaması önemli değildir. Önemli olan o hedefe ulaşma motivasyonunu sağlamasıdır. Konsantrasyon ve motivasyon, inançla sağlanır, sizi şahlandırır. Din toplumları etkileyecek en hızlı telkin metodudur. Ortada çağdaş değerlerle çelişen bir dini inanç sistemi olduğuna göre, ilk yapılması gereken bu yanlışlıkların düzeltilmesidir. Humanizm dediğimiz de, eğer humanizmin neden gerekli olduğunu anlamamış insanlar tarafından benimsenmiş humanizm ise, dinden farksız hale gelir. Bu ağır felsefik çıkarımları her insan yapamayacağına göre bu da bir inanç sistemidir. Eksik noktası içsel yaptırımının olmamasıdır. Din, ahlaktan yaptırım gücü açısından daha etkilidir. Tüm insanların felsefe profesörü haline gelmesine daha çok zaman olduğuna(hatta bence imkansız) göre iyi planlanmış haliyle, çağdaşlığın içine yerleştirildiği yeni dini yorumun insanların yeni cini olması en iyisidir. Saygılar, sevgiler.
  11. Sayın Demirefe Tabi ki bu bir ön kabul.Bu haliyle din diye ortada dolaşan ne olduğu belirsiz şeyin hepsinin cin olduğu doğru. Ama en iyi ve doğru cini günümüzün çağdaş ilkelerinin iyi yanlarına göre arayıp, onun çekiciliğine kapılan insanlığın yegane cini haline gelmesini sağlamayı daha faydalı buluyorum. Saygılar, sevgiler.
  12. Sayın Muki İnanın, beyinlerimiz yeterince sulu. İçinde arap suyu olduğunu da kabul ediyorum. Zaten benim yazdıklarımı iyi okusaydınız, dini, doğru anlaşılmış, iyiliği hedef almış olması şartına bağladığımı anlardınız. Hüseyin Üzmez'i dindar olarak gören sizsiniz. Hüseyin Üzmez'i dinin iyiliği hedef almış olmasını doğru anlamayan biri olarak gördüğümden, dindar biri olarak kabul etmiyorum ki zaten. O kişinin gerçek dinle uzaktan yakından ilgisi yok. Zaten sürekli bu tür insanların dine verdiği zararı anlatıyorum. Dindeki iyi olma prensibini anlayamamışlardan biri sadece. Eğer bu güne kadar dini yorumları yapmış olan insanlar, bu yorumlarda dinin insanların tümünün iyiliğini sağlamak için olduğu prensibine sadık kalmış olsalardı, bu tür insanların hiçbiri ortada olmazdı. Bugünkü hale getirilmiş dinin amacından saptırıldığı için uçkura dahi söz geçiremediği doğru. Dayanağı yanlıştır da ondan. Dinin iyilik prensibine bağlı yorumcular tarafından yorumlanmasıyla, topluma büyük fayda getireceği açık. Dini yorumlarda acilen reform gerekli. Anlamanız gereken demokrasi, insan hakları, hukuk gibi değerleri içine sindirmiş ve iyilikle kendini yoğurmuş yeni bir dini yorumun, o değerlerin kafamızın içinde hissedilmemesine göre, çok daha etkili olacağını söylüyorum. Dinin yeni yorumuyla, bu değerleri kafamızın içine itiraz edemeyeceğimiz şekilde yerleştiren, bir telkin metodu olacağını söylüyorum. Bu değerleri düşüncelerimizin sınırları olarak yerleştirmenin en kolay yolunun din olduğundan bahsediyorum. İnsan dediğimiz sadece mantık üzerine kurulu bir makine değildir. Duyguları vardır. İnsan bu duygularını tatmin edemediğinde, psikolojik boşluk, tatminsizlik, mutsuzluk duygusu içinde yaşar. İnsanın mutlu olması için sevmesi gerekir. Sevginin endorfin seviyesinde yükseklik olarak algılanması insanı mutlu etmeye yetmez. Etrafınızdaki dünyaya şöyle dönüp bir bakın. İnsanlar mutlu değiller. Mevcut sistemler duygulara hitap etmiyor. Din insanlar arası saflığı, sıcaklığı, dürüstlüğü, sevgiyi hedeflerse, bunu insanın içinden gelen değişmezi haline getirir. Beynin düşünme şeklini iyi yönde şartlar. İnsan tatmin olur, mutlu olur. Buradaki kriter dinin, iyiliği hedef almasıdır. Herkesi insan olduğu için sev, anlamaya çalış, kendine onun yerine koy, kimseyi incitme, kendinden aşağı görme gibi pek çok prensibi insanın içine din ile yerleştirebilir, insanın prensibi haline getirebilirsiniz. Bu elimizdeki müthiş fırsatı kaçımamalıyız. Din afyondur denilir. Doğrudur. Olması da gerekir. Çünkü etrafta onca acı varken ve tedavisi yokken, afyon en iyi çözümdür. Özlediğiniz değerleri insana yerleştirmenin en kolay yoludur. Özgürlük, başkasına zarar vermiyorsa kabul edilebilirdir. Düşünce özgürlüğü de başkasına zarar vermiyorsa kabul edilebilirdir. İyiliği kendine kural yapmış din, düşünce özgürlüğünün kötülük sınırını geçmesini engelleyen düşünsel bariyerdir. Saygılar, sevgiler.
  13. Sayın Demirefe Bu yazıyı her din dediğimde "doğru anlaşılmış, iyiliği hedef almış din" olarak algılayın. Din insanı içten gelen bir şekilde iyiliğe, sevgiye şartlar. Demokrasi aynı dini mantıkla uyumlu olduğu sürece, din tarafından da desteklenir. Akla dayanmak her zaman iyi midir tartışılır. Çünkü din süperegoyu destekler. İnsan davranışlarındaki zararlı olabilecek tavırları doğrudan ortadan kaldırır. Kişiye sınırlar çizer, aklına müdahele eder, salt akli çıkarımlarla haraketi önler. Din dışı sistemlerde bu doğrudan müdahele yoktur. Kendinizi daha özgür hissedersiniz. Süperegonuzu somut durumlar oluşturur. Fakat akıl her zaman iyiliği hedef almaz. Açık gördüğü yerde kötüyü de hedefleyebilir. Akıl kendini iyi davranmak zorunda hissetmez. Akli sistemler örneğin zayıfı korurken, güçlünün sahip olacağını kısıtlayabilir. Güçlü olan bu durumda bu düzeni bozmaya çalışacaktır. Çünkü somut durum onu böyle davranmaya iter. Dinde ise beynine kazılı kurallar, bunu yapmasına müsade etmez. Dinlerin de, diğer sistemlerinde kötüye gitmesi için aynı bozulma sürecinden geçmesi gerekir. Bu sürenin sonunda ikisi de aniden çöker. Bilim atom bombasını ortaya çıkarmıştır. Tüm silahlar bilimdendir, akıldandır, kaç insanın hayatına mal olduğunu söylememe gerek var mı? Naziler somut verilerden yola çıkmış, onlara bunun yanlışlığı anlatılana kadar ortada telef olmamış insan kalmamıştır. Ama tabi bunlar çağdaş savaşlardır ve daha sempatiyle bakılabilir mi??? Bilim ürünü nükleer savaş yaşanırsa olacaklara, genetik açıdan bir ırkın soyunu yok edebilecek biolojik silahlara, dünyamızı yaşanmaz(küresel ısınma, çevre kirliliği vb) hale getiren bilimsel artıklara, bilimsel olduğu için küçük ve önemsiz şeyler demek mümkün müdür? Realitenin bizi nereye getirdiğini görmüyor musunuz? Laiklik elbette şart, aynı fikirdeyim. Saygılar, sevgiler.
  14. Sayın Mavi Olmayan Gökyüzü Kürt aydını yok demiştiniz ama siz kendinizin farkında değilsiniz. Siz tam bir Kürt aydınısınız. Saygılar, sevgiler.
  15. Sayın Doçent Herkül ve İsa benzetmesi, hristiyanların açısından bakarsak doğru, ama Kuran açısından bakarsak yanlıştır. Kuran'a göre İsa Allah'ın oğlu değil, elçisidir. Üstelik Kuran İsa'yı Allah'tan ayı olarak tanrı görmeyi, müşriklik olarak kabul eder ve pek çok yerinde bunun yanlışlığını anlatır. Kuran İsa'yı yarı tanrı olarak görmez, elçi olarak görür. Kuran'a göre Muhammed de tanrı ya da yarı tanrı değildir, elçidir. İsa ve Muhammed'in Kuran'a göre benzeştiği nokta elçi olmalarıdır. Bu nedenle herkül (isa) = Muhammed çıkarımınız yanlış bir mantıktır. Saygılar, sevgiler.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.