sayın taklaman yazınızın bir noktasında kuranın hz muhammed tarafından ekibiyle beraber uydurulduğunu söylemişsiniz.
Kur'ân, kim tarafından olursa olsun, insafla ele alındığı zaman bir beşere mal edilemeyecek kadar üstün ve ilâhî olduğu anlaşılacaktır.
Şimdi bu ciddî konunun derinlemesine tahlilini dev adamların devâsâ kitaplarına havale edip sadece birkaç ana başlığı hatırlatacağız:
1) Bir kere Kur'ân'ın üslubuyla hadislerin üslubu birbirlerinden o kadar farklıdır ki; Araplar, Efendimizin Kur' ân dışı beyanlarını, kendi sohbet ve konuşma tarzlarına uygun buluyorlardı ama, Kur'ân karşısında hayret ve hayranlıktan kendilerini alamıyorlardı.
2) Hadisleri okurken, arkasında düşünen, konuşan, Allah korkusundan iki büklüm olan bir insan imajı sezilir. Oysa ki, Kur'ân'ın sesinde yüksek bir kuvvet, heybetli bir edâ ve cebbar bir şive hissedilir. Bir insan beyanında, birbirinden öyle çok farklı iki üslubu birden tasavvur etmek ne aklın kabul edeceği bir durumdur ve ne de mümkün olabilir.
3) Mektep-medrese görmemiş ümmî bir insanın -O ümmîye ruhlar feda olsun- eksiksiz, kusursuz; ferdî, ailevî, toplumsal, iktisâdî ve hukukî bir sistem getirip yerleştirmesi, her şeyden evvel düşünce ve aklın gerçeklerine aykırı bir durumdur.. Hele bu sistem, asırlar boyu, dost-düşman bir çok millet tarafından tatbik edilecek kadar harika ve bugüne kadar tazeliğini korumuşsa.
4) Kur'ân'da varlık, hayat ve bunlarla alâkalı ibadet , hukuk ve iktisat gibi mevzular birbiriyle öyle dengeli ve yerli yerince ele alınmıştır ki; bunları görmezlikten gelerek onu bir insanın sözüymüş gibi farz etmek, bir bakıma onu tebliğ eden bir insan kabul etmemek demektir. Zira, yukarıdaki meselelerin bir teki bile, süreklilik ve zaman üstü olma gibi, hususiyetleriyle en büyük dâhilerin dahi altından kalkamayacağı ağır meselelerdir. Böyle, yüzlerce meselesinden her biri, birkaç dâhinin üstesinden gelemeyeceği zengin muhtevalı bir kitabı, mektep-medrese görmemiş ümmî bir Zat’a dayandırmak delili olmayan çıplak bir iddiadır.
5) Kur'ân, geçmişe-geleceğe dair verdiği haberler itibariyle de hârikadır ve kesinlikle insan sözü olamaz. Bugün, yeni yeni keşiflerle ortaya çıkarılan, geçmiş kavimlerin yaşayış tarzları, iyi veya kötü akıbetleri kelimesi kelimesine asırlârca evvel Kur'ân-ı Kerim'in haber verdiği gibi çıkmıştır. İşte, Hz. Sâlih, Hz. Lut ve Hz. Musa gibi peygamberler, işte onların kavimleri ve işte her biri başlı başına birer ibret sergisi olan meskenleri..!
Kur'ân'ın, geçmişe dair verdiği haberlerin kesinliği ve doğruluğu kadar, geleceğe ait haberleri de o ölçüde önemli ve başlı başına bir mucizedir. Mesela: senelerce evvel Mekke'nin fethedileceğini ve Kâbe'ye emniyet içinde girileceğini 'Allah dilediğinde, güven içinde başlarınızı tıraş ederek ve saçlarınızı kısaltarak korkmadan Mescid-i Haram'â gireceksiniz' (Fetih/27) ayetiyle haber verdiği gibi, İslâm'ın bütün bâtıl sistemlere galebe çalacağını da 'O, Resûlünü, hidayet ve hak dinle gönderdi ki bütün dinlere galebe çalsın. Şahit olarak. Allah yeter' (Fetih/28) beyanıyla ilân etti. Bunun gibi, o gün Roma'lılar karşısında savaş galibi görünen Sâsânilerin yenileceğini ve aynı zamanda, Bedir gâlibiyetiyle Müslümanların da sevineceğini 'Rum yenildi (bölgenize) en yakın bir yerde. Onlar bu mağlubiyetten sonra (yeniden) galebe çalacaklar. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de sonra da iş Allah'a aittir. O gün mü'minler de sevinirler.' (Rum/2-4) müjdesiyle duyurmuştu; vakti gelince Kur'ân'ın haber verdiği gibi çıktı. Bunun gibi, 'Ey Resûl, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni (insanlardan gelen kötülüklerden) koruyacaktır' (Maide/67) ayetiyle de, en yakınındaki amcasından, düşman millet ve düşman devletlere kadar çevresi düşmanlıklarla sarılı olduğu halde, hayatını emniyet içinde geçireceği va'dolunmuşdu ve öyle de oldu.
Değişik ilim dallarının keşfedilmesiyle, âfâk ve enfüsün yâni insan mâhiyeti ve mekânların didik didik edileceğini, ilmî buluş ve tespitlerin, yeni yeni keşiflerin insanoğlunu inanmaya zorlayacağını 'Biz onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde mucizelerimizi göstereceğiz ki, o (Kur'ân ve Kur'ân'ın getirdiklerinin) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbi'nin her şeye şahit olması yetmez mi?' (Fussilet/53) mucizevî beyanıyla ifâde etmişti ki, günümüzde süratle o noktaya doğru gidilmektedir.
Ayrıca, Kur'ân, indirildiği günden bu yana 'Deki: And olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine O'nun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka verseler de.' (İsra/88) deyip, düşmanlarının damarlarına dokundurduğu halde, bir-iki küçük hezeyanın dışında, kimsenin ona bir benzer yapmaya teşebbüs etmemesi ve edememesi, onun verdiği haberi doğrulamakta ve mucize olduğunu ilan etmektedir.
Kur'ân-ı Kerim'in indirildiği ilk yıllarda, Müslümanlar az, zayıf, iktidarsız ve geleceğe ait hiçbir düşünceleri yoktu. Ne bir devlet, ne dünya hâkimiyeti ne de yeryüzündeki sistemleri altüst edecek dinamikleri yoktu ve yeni dinin güç kaynağı adına hiçbir şey bilmiyorlardı. Oysa ki, Kur'ân 'Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara va'deti ki; onlardan öncekilerini nasıl hükümrân kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendi!eri için seçip beğendiği dinlerini sağlama bağlayacak ve korkularının ardından da onları güvene erdirecektir.' (Nur/55) ayetiyle onlara, bu yüksek hedefleri gösteriyor ve cihanın hakimi olacakları müjdesini veriyordu.
Daha bunlar gibi, Müslümanlığın ve Müslümanların geleceği, zafer ve mağlubiyetleri, ilerleme ve gerilemeleriyle alâkalı pek çok ayetler var ki, hepsini burada zikretmemiz mümkün değil.
Kur'ân-ı Kerim'in gelecekle alâkalı verdiği haberlerin büyük bir bölümünü, değişik ilim dallarının varacakları nihâi hudutlarla ilgili olan ayetler teşkil eder. İlmî tespitlerle alâkalı, kısa işaretler halinde, Kur'ân'ın verdiği haberler o kadar hârika ve o kadar erişilmezdir ki, onun bu mevzudaki beyanlarını kulak ardı etmek mümkün olmayacağı gibi, bu mevzudaki beyanlarıyla ona insan sözü demek de mümkün değildir.
Efendimiz (sav) Peygamberlikle ortaya çıktığı zaman, kitleleri arkasından sürükleyen bir yığın şâir, edip ve söz üstâdı vardı. Bunlar pek çoğu itibariyle de O'na düşman idiler. Yer yer kafa kafaya verip düşünüyor; Kur'ân'ı bir kalıba yerleştirmek, bir şeye benzetmek ve ne olursa olsun mutlaka hakkından gelmek istiyorlardı. Hatta, zaman zaman Hıristiyan ve Yahudi âlimleriyle de görüşüyor, onların düşüncelerini alıyorlardı . Ne pahasına olursa olsun Kur'ân çağlayanını durdurmak ve kurutmak için akıllarına gelen her şeyi yapma kararındaydılar. Bütün bu engellere ve engellemelere, akla hayâle gelmedik karşı koymalara aldırmadan yoluna devam eden Hz. Muhammed (sav), bilumum inkârlara, ilhadlara karşı sadece ve sadece Kurân'la karşılık veriyor ve mücadelesini de zaferle noktalıyordu. Hem de bunca düşmana rağmen.
Evet, o gün, Hıristiyan ve Yahudilerden ileri gelen alimlerle beraber, belagatın dev temsilcileri, tek cephe olup etrafı velveleye verdikleri bir dönemde, Kur'ân o üstün ifade gücü, o büyüleyici beyanı, o baş döndürücü üslûbu, o insanın içini ürperten mana derinliği ve ruhâniliğiyle muhataplarının gönlüne girdi; arşı, ferşi çınlatacak bir ses, bir soluk oldu yükseldi. Sürekli olarak düşmanlarını, karşı koymaları için çağırdı, tehdit etti, meydan okudu: 'Siz de Kur'ân'a benzer bir kitap, hiç olmazsa onun bir suresine denk bir şey, daha da olmazsa aynı ağırlıkta bir âyet ortaya koyun; yoksa savulun gidin!..' dediği ve o günden bugüne de 'Eğer kulumuz Muhammed'e (sav) indirdiğimizden şüphe içindeyseniz, haydi onun gibi bir sûre getiriniz ve eğer doğru iseniz; Allah'tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırınız.' (Bakara/23) 'De ki: and olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka çıkıp yardım etselerde...' (İsra/88) 'Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyle ise siz de onun benzeri on uydurulmuş (dahi olsa) sure getiriniz. (Hatta) eğer doğru iseniz, Allah'dan başka çağırabildiklerinizi de çağırınız' (Hud/13) ayetleriyle aynı şeyleri tekrar edip durduğu halde, bir-iki hezeyanın dışında, Kur'ân'ın bu meydan okuyuşuna cevap verilmemesi, onun kaynağının insani olmadığını gösterir. Zira, tarih şahittir ki, Kur'ân'ın düşmanları O'na ve O'nun tebliğ edicisi olan Peygamber Efendimize (ASM) her türlü kötülük yapmayı denedikleri halde, Kur'ân'a benzer yapmayı akıllarından bile geçirmediler. Böyle bir şeye güçleri yetseydi, yaptıkları nazire ile Kur'ân'ın sesini kesecek, tehlikelerle dolu savaşma yolunu seçmeyeceklerdi.
Evet, o koca belagat üstadları, şeref, haysiyet hatta ırz, namus gibi en değerli şeylerini tehlikeye atıp savaşma yolunu seçmeleri, Kur'ân'a benzer yapılamamasının en açık delîlidir. Eğer benzerini yapmak mümkün olsaydı, bu şekilde karşı koymayı savaşmaya tercîh edecek ve geleceklerini katiyyen tehlikeye atmayacaklardı.
Arap şâir ve edebiyatçılarının, Kur'ân'ın benzerini getirememeleri tahakkuk edince, ona Hıristiyan ve Yahudiler arasında menşe' aramak bir zavallılık ve çaresizlik ifadesidir. Hem, Hıristiyan ve Yahudiler bu muhteva ve bu ifade zenginliğinde bir kitap hazırlayıp ortaya koymaya güçleri yetseydi, ne diye onu başkasına nispet edeceklerdi. 'Biz yaptık' der ve onunla övünürlerdi.
Kaldı ki, dünden bugüne, dikkatsiz veya garazlı bir iki batılı doğu bilimci ve müşrike bedel, bir sürü ilim adamı, araştırmacı ve düşünür Kur'ân'ın içerik zenginliği, ifade gücü karşısında hayranlıklarını gizleyememiş ve onu alkışlamışlardır.
Charles Milles; Kur'ân'ın üslubundaki zenginlik itibariyle benzerinin yapılamayacak ve tercüme edilmeyecek kadar yüksek bir edâya sahib olduğunu...
Victor İmberdes; Kur'an'ın, bütün hukuk esaslarına kaynak olabilecek zengin bir muhtevaya sahib bulunduğunu...
Ernest Renan; Kur'ân'ın dînî bir inkılâb kadar edebî bir inkılâb da yaptığını...
Gustave Le Bon; Kurân'la gelen İslâm'ın en saf, en hâlis bir tevhid anlayışını dünyaya tebliğ ettiğini...
CI. Huart; Kur'ân'ın Allah kelâmı olup, vahiy yoluyla Hz. Muhammed'e (sav) tebliğ edildiğini...
H. Holman; Hz.Muhammed'in (sav) Allah'ın son peygamberi, İslâmiyet'in de vahy edilmiş dinlerin en sonuncusu bulunduğunu...
Emile Dermenyhem; Kur'an'ın, Peygamber'in (as) birinci mucizesi olduğunu, edebî güzelliği itibariyle de erişilmez bir muamma olduğunu...
Arthur Bellegri; Hz. Muhammed'in (sav) tebliğ ettiği Kur'ân'ın bizzat Allah'ın eseri olduğunu.,.
Jean Paul Roux; Peygamberimizin en güçlü mucizesinin melek vasıtasıyla gönderilen Kur'ân-ı Kerim olduğunu...
Raymond Charles; Kur'ân'ın, hükmü hâlâ devam eden ve Allah'ın bir elçi vasıtasıyla müminlere tebliğ ettiği beyanların en canlısı olduğunu...
Dr. Maurice; Kur'an'ın her türlü itiraz ve eleştirinin üzerinde bir mucize, bir harika olduğunu hatta daha da ileri giderek, edebiyatla ilgilenenler için Kur'ân'ın bir edebî kaynak, dil uzmanları için lâfızlar hazinesi ve şairler için bir ilham membaı bulunduğunu...
Manuel King; Kur'ân'ın, peygamberimizin peygamberliği süresince Allah'tan aldığı emirlerin mecmuu bulunduğunu...
Mr. Rodwell; İnsanın Kur'ân'ı okudukça hayretler içinde kaldığını ifâde eder ve onu takdirlerle alkışlarlar.
Sadece birer cümleciklerini alıp naklettiğimiz bu seçkin ilim adamı ve düşünürler gibi, daha yüzlerce fikir adamı ve araştırmacı, bilgilerinin genişliği ölçüsünde, aynı hakikatlara parmak basmış ve Kur'ân karşısında takdirle iki büklüm olmuşlardır.