Dinlerin ısrarla çoktanrılı pagan dinlerinden tek tanrılı dinlere evrildiğini düşünenlere değerilnedirmesi gereken bir yazı .
DİNLERİN DEJENERASYONU
Demirci, "Din" sözcüğüne hem materyalist hem de uhrevi açıdan ayrıntılı bir şekilde yaklaşmış kitabında.
İlk basıldığı yılda okumuştum ve çok derli toplu bulmuştum. Anlamını kelimelere yükleyemekte zorluk çektiğim noktalara kitapta rastgelince hoşuma gitmişti. Alışkanlık işte, bana birşeyler kazandıracağına inandığım kitapları hep notlar alarak okurum. Belki benim gibi kavramları kelimelere sokmakta zorlananlar için yararlı olur diye bu notları siteye yerleştirdim¼
----- * * * ----- * * * ----- * * * ----- * * * -----
Din kelimesinin anlamı kitapta şöyle açıklanıyor:
DİN - RELIGION kelimesi Latince "başlamak,birleştirmek" anlamındaki RELIGIO sözcüğünden kaynaklanır.
Çiçeron, "Tanrının Mahiyeti" isimli eserinde RELIGIO kelimesinin RELIGENE (=işin tekrar tekrar ve dikkatlice yapılması) den geldiğini yazar.
Arapçada DİN sözünün üç anlamı vardır:
· . Arami-İbrani dillerinden gelen, anlamı ceza ve yargı olan din sözcüğü...
· . Öz Arapçadaki usül, adet ve tutulan yol anlamında din sözcüğü...
· . Farsça kökten gelen, anlamı Zend-Avesta'daki Deana sözcüğünden alınan Din sözü.
----------
Dilimize yapışmış olan çokça kullandığımız dilek sözü inşallah için de şöyle bir notu var Demirci'nin:
Hiçbir primitif (ilk) uygarlığın dininde "İNŞALLAH" sözcüğünü karşılayan bir kelime veya kavram yoktur. Allah'ın iradesinde inşallah'a yer yoktur diye düşünür primitif dinler.
-----------
Dinlerin gelişiminde, çok tanrılı inanıştan tek tanrılı inanışa geçildiği yargısı eğitim kurumlarınca benimsenmiştir. Çocuklarımız bu yargıyla eğitiliyor. Ama eski yazılar üzerinde çalışmalar arttıkça bazı fikir adamlarının kafalarında şüpheler uyandı. Acaba eskilerin bize bıraktığı kanıtları yanlış mı yorumlamıştık. Giderek artan bir inanış, artık tanrı inanışının teklikten çokluğa yozlaştığını; sonra tekrar teklik yargısına ulaşıldığı yönündedir. Kitapta da bu konuda şu notlar var:
20.yy. başında Alman Kültür ekolünden P.W.Schmidt, "her primitif kültürde ve her çoktanrılı dinde, diğer tanrılardan önde gelen bir tanrının olduğunu gözlemiştir. Bu ekol, dinlerin kökeninde tektanrı inanışı olduşunu ileri süren bilinen ilk akademik yaklaşımdır.
Yani lafın kısası dinlerde evrim değil dejenerasyon vardır.
------------
İsim benzeşmeleri, birtakım yargılara varmamda hep anahtar rolü üstlenmiştir. Bugüne kadarki okumalarımda, insan tarihindeki bilgilerin benzeşikliğini bu yöntemle değerlendirdim. İnsanoğlunun hangi din, dil ve kültürde olursa olsun kavramlara hep benzer anlamlar yüklediğini; eskilerden gelen bilgilerin toplum hafızasında çok iyi koruduğunu gördüm. Daha sonra bu dil ve anlam benzeşmeleri üzerine tuttuğum notları sizlere sunacağım Ama bu konuda sizlere çok ilginç bir kitap tavsiye ediyorum: Dil ve Din / Cengiz Özakıncı¼
Şimdi Kürşat Demirci'nin incelemesinde yakaladığı bazı ses ve isim benzeşmelerine bir göz atalım:
Aron=Harun
Sümer Su Tanrısı Ea=Su Evi Tanrısı
Sümer Tanrısı Enki=Yeryüzü Tanrıçasının Rabbi
(en=rabbi; ki=yeryüzü tanrıçası)
Grekçe yazmış olan Rahip Berosses, En-ki'ye Oannes adını verir. Bu ad Grekçe Ioannes, Latince Johannes, İbranice Yohanan, Arapçada Yahya, Ermenice Ohannes, İngilizce'de John ile benzeşir.
-----------
Tektanrılı inanışın temellerini araştırırken aşağıdaki dizilemeyi yapmış Demirci:
Mısır'da Tevhid vaaz eden ilk peygamberlerden biri Hz.Yusuf'tur.
Kuran'a göre Mısır'a gelen ilk peygamberlerden biri de Hz.Yusuf'tur. Kuran her ne kadar Yusuf'un Mısır'a ne zaman geldiğine dair bilgi vermiyorsa da Yusuf'un başından geçenleri aktarırken tarihi belgelerle uyuşur. Eski Ahit ve tarihi belgelerden anlaşıldığına göre Hz. Yusuf Mısır'a yaklaşık M.Ö.1700-1600 sıralarında Mısır'ı istila eden ve Asyalı bir kavimler topluluğu olan Hiksoslarla gelmiştir. Eski Ahit'teki Yusuf kıssası ile Kuran'daki Yusuf kıssası kimi yerde denktir. Kuran'dan anlaşıldığına göre Hz.Yusuf, saraya mensup bir çift tarafından satın alınır. Bu sırada adının ne olduğu bilinmemektedir. Hz.Yusuf'u alanlar, dönemin geleneğine göre kendisine bir isim vermiş olmalılar.
Fakat Kuran'da Musa, henüz firavunların eline geçmeden önce ebeveyinlerinin elindeyken de Musa adıyla anılmaktadır. Oysa Musa adı mısırca bir addır. Ra-Moses, Ra-mses gibi... Bu konuda batıda çok araştırmalar yapılmıştır. İbranice Mosheh (mo=su;sheh=gelmek) terimi geç İbranicede ortaya çıkar. O dönemde böyle bir terim söz konusu değildir. Musa, Mısır dilinden bir addır.
Hz.Yusuf'un Mısır'daki çalışmalarını bilemiyoruz. Ancak vaaz ettiği tevhid, kendisinden 300 yıl kadar sonra bozulmuş olmalı ki, Mısır'da iki tevhid dini daha ortaya çıkar. Bunlardan biri ATON; diğeri Hz.Musa'nın vaaz ettiği Musavi din.
ATON ibadeti, yeni kırallığın 18. sülalesine mensup olan Akhneton veya 4.Amenhotep tarafından BİRDENBİRE Mısır'ın dini ilan edilir. Güneş ile simgelenen Aton, tevhidi öngören bir dinin ilahının Mısır dilindeki adı olur. Bu dine ait bilgiler, Akhneton'un kurduğu başkent olan Tel-el Amarna'da bulunmuştur.
Tel-el Amarna kaya mezarlarında Aton'a pek çok ilahi ve dua kazılmıştır. Yazıların kesin tarihi saptanamamıştır. Aton ibadetinin peygamberi olan Firavun 4. Amenofis, ismini Ikhnaton olarak değiştirmiştir. Aslında Aton, 3.Tutmose zamanından beri biliniyordu. Bu öğretinin Hz.Yusuf'un öğrettiklerinin kalıntısı olması muhtemeldir.
Ne yazık ki Arabistan'da arkeolojinin gelişmesine olanak tanınmadığı için pek çok belge toprak altındadır.
----------------
Şimdi kitabın ana inceleme konularından biri olan Hz.İbrahim'in öğretisi, kişiliği, kimliği ve kökeni hakkındaki notlara geçiyoruz:
Çok tanrılılığın içinde müslüman dünyasında bilinen ve tevhidi öngören İbrahim dini ya da Hanifliğin tarihi durumu ise belge yokluğundan dolayı anlaşılamıyor.
Kuran'da Hz. İbrahim'e yahudi denmez. Yahudi terimi bu dönemde yoktur. Bu terim, M.Ö. 6. yy.da Kral Nabukednazar tarafından Babil'e sürgüne gönderilen Yudea halkının geri kalanlarına verilmiştir. Bu tarih, M.Ö. 1750 lerde yaşayan İbrahim için çok geçtir.
Hanif adı verilen bu kişiler, Musa ve İsa'nın dinlerine sempati duymuşlarsa da onları kabul etmemişlerdir. Bunlar, kendilerinin atası ve Kabe'nin kurucusu olarak saydıkları Hz.İbrahim'in dinini araştırıyor ve bu dini ihya edecek yeni bir peygamber gelmesini bekliyorlardı. Hanif " doğruya meyil eden kimse" demektir. Kuran'da Hanif adı birkaç defa geçmekte ve bunlara müslim denmektedir.
Bakara 136:
"Onlar dediler ki, Yahide ve Hristiyan olunuz, hidayet bulursunuz ..
De ki: Hayır, biz Hanif olan İbrahim dinine gireriz, zira İbrahim müşriklerden değildir."
Haniflerin etimolojik birkaç özelliği dışında kimliklemesi yapılmış değildir. Kelime, isim olarak hiç olmazsa geç Aramice dönemine uzanmaktadır. Aramcede "doğru" anlamına gelen bu terim muhtemelen miladi dönemlerde kullanılan Enf ismiyle ilişki içindedir.
Bab (kapı); Ebu; İbn; Allah (Akadcası iluh-ilum-ilam-ilim-ilah) gibi terimler çok az değişerek Arapçaya, aramice yoluyla girmiştir.
Haniflere, özel bir grup olarak İncil'de, "Romalılara Mektup" ve "Galatyalılara Mektup" bölümlerinde atıf yapılır.
Haniflerin en ünlüleri, Zeyd bin Amr, Ubeydullah Cahş, Osman bin Huveyris ve Varak bin Nevfel'dir.
Hanifliğin prensiplerini şiirleriyle anlatan şair Umeyye bin Ebi Salt (peygamberliğin kendisine geleceğini ummuş, Hz.Muhammed'in peygamberliğini kabul etmemişti.) şöyle yazar:
"Sağ olduğum müddetçe Cenab-ı Hakk'a hamd-ü sena etmekten ve onu yüceltmekten geri durmam. O mutlak hakimdir, ne onun üstünde bir allah, ne ona yakın sayılabilecek mabud vardır. Ey insan fenalıktan kaçın... Ona sorsunlar ki sabahleyin doğup dünyayı aydınlatan güneş kimindir? Yerde otları bitiren, mahsulleri yetiştiren ve yeniden tohum husule getiren kimdir?"
Pek çok kutsal kitapta olduğu gibi peygamberler kıssası, Kuran'da da birer öğüt niteliğinde olup tarihsel verilerle pek uğraşmazlar. Eski Ahid dışında tüm ortadoğu ve uzakdoğu kutsal kitaplarındaki tavır budur. Eski Ahid iyi bir tarih kitabıdır. Kuran'da bir takım ahlaki ifadelerle dolu olan Hz. İbrahim kıssası, Eski Ahid'de tam tersine tarihsel veriler çerçevesinde anlatılır ki çoğu arkeolojik verilere uyum içerisindedir.
(Ya da arkeolojik veriler buna uydurulmuştur¼ )
Kuran'da Hz.İbrahim'in şahsının tarihlenebilmesi için, ya da onun nerede, hangi insanlar içinde yaşadığı, hangi dili konuştuğu v.s. anlaşılabilmesi için tek veri "İbrahim" şahıs adıdır.
Eski Ahid, Tekvin 17-5 de anlatıldığına göre Hz. İbrahim adı kendisine daha sonra verilir. İlk adı ABRAM'dır. Eski Ahid yorumcuları Abram adının "Yüce Baba" ; İbrahim adının da "Cumhurun Babası" anlamına geldiğini söylerler. Eski Ahid'e göre İbrahim adı Abram isminden sonra onun şahsına verilmiş lakap niteliğinde bir addır.
İbrahim adına şahıs ismi olarak ilk kez Aramicede rastlandığı sanılıyordu. Ancak son senelerde Kuzey Suriye'deki EBLA'da yapılan kazılarda bulunan çivi yazılı arşivde ismin Ebla diline ait olduğu ortaya konmuştur. Eblaca, Kuzey Suriye'de Ebla şehrinde oturan semitik ve asiatik kökenli insanlarca konuşulmaktaydı. Abr, Abar, Abri formlarında yazılan bu ad Hz. İbrahim'in yaşadığı (M.Ö. 1700-50) dönemden aşağı yukarı 800 sene öncesine aittir.
Kuran'da Hz. İbrahim kavminin putlara tapışı dışında kavme ait başka bilgi yoktur. Ancak Eski Ahit ve arkeolojik çalışmalardan dolayı bazı bilgilere sahibiz.
Hz. İbrahim'in islâm'i vâza başlamasından sonra, ona inananlara Kuran'da "İbrahim Milleti" adı verilir.(Bakara 130/Al-i imran 95/ Nisa 125/ Enam 161/Nahl 123-125)
Millet teriminin verdiği ipucu, Hz. İbrahim ve müminlerinin birbirleriyle sıkı ilişki içinde olmaları gerektiğidir. Vâzı kabul edenlerin kendi kabilesinin yöneticileri olmadığı anlaşılıyor. (Enbiya 68-69/Saffat 97/Ankebut 24)
Kuran'da Hz. İbrahim'in Mekke'ye geldiği ve Kâbe'yi inşa ettiği anlatılır.(Hacc 26-27/İbrahim 37)
Eski Ahid'de, İbrahim'in bir yolculuğa çıktığından söz edilir ama Mekke'ye geldiğinden söz edilmez. İbrahim zamanında ne yahudilik, ne de İbranice diye bir dil vardı. Yahudilik terimi M.Ö. 6 yy.da hahamlarca icad edildi. İbranice de Davud ve Süleyman devrinden sonra yaklaşık M.Ö.900 'lerde oluşmaya başlamış bir dildir.
Hz. İbrahim bir Arami idi ve muhtemelen Aramice konuşmuştu. Bununla birlikte İbrahim'in içinde bulunduğu kabile İbrani diye bilinir.
"Öte yanın insanı" anlamına gelmesi muhtemel olan İbrani terimine "İbri, İbru, Apiru" biçimlerinde Hitit ve Mısır belgelerinde rastlanır. Buradan anlaşıldığı kadarıyla, Apiru veya İbriler çeşitli insan gruplarından oluşan bir kabileydi ve muhtemelen bu grupların hepsi Aramicenin bir tür lehçesini kullanıyorlardı. Hitit ve Mısır belgeleri İbranilerden, paralı asker veya köle olarak söz eder. Yine aynı belgelerde bu insanlardan Kuzey Suriye'de dolaşan göçebe gruplar olarak söz edilir.
Sonuçta Hz. İbrahim'in Babilli Hammurabi'nin çağdaşı ve İbrani yahut İbrilere mensup bir Arami olduğu aşağı yukarı kesindir.
Bütün bunlara rağmen, İbrahim'in nereden geldiği ve ana yurdunun neresi olduğu konusunda pek çok görüş vardır.
Geç İsrail geleneği bize, İbrahim ve İbranilerin "Aram Tarlası" anlamına gelen PADDAN-ARAM 'ın memleketinden geldiklerini söyler.
Genesis (Tekvin) te onun için bir başka ifade de "İki Nehrin Aram'ı" dır. (Aram Naharim)(Genesis 24-10)
Biz buranın Harran olduğunu biliyoruz.(Genesis 2-31,28-10)
Bu şehir neresiydi?
Şehir Ninive'nin doğusunda ve Kargamış'ın batısında, Fırat ve Dicle'nin yukarı kolları arasında bir bölgededir. İslam geleneğinde burası Urfa olarak tanımlanır.
Fırat'ın kolları olan Balik ve Habur kolları tanımlanan iki nehir arası olabilir. Balik'teki o zamanların önemli şehri Harran'dır. Habur kolunun üzerindeki ana şehir de Gozan ya da modern adıyla Tel Halaf'tı.
Hz. İbrahim'in geldiği söylenen bölge, eski nehir kolunun arasında gösterilen Paddan-Aram'dır. Bu bölgenin İbrahim'in ana yurdu olduğu konusunda pek çok delil vardır.
Fakat Hz. İbrahim, Kenan arazisine geldiği zaman O ve O'nun soyu, Harran'da oturan akrabalarıyla ilişkilerini koparmamıştı. Eski Ahit'in diğer metinlerinde Hz. İbrahim'in atalarından Terah'ın (TORAH ???) Pers körfezi yakınlarında bir Sümer şehri olan Kalde'nin Ur şehrinden Harran'a göç ettiği anlatılır. Fakat bu referans açık değildir.
3.yy. Grekçe çevirisi olarak şimdi bizim sahip olduğumuz İncil'in en eski metinleri herhangi bir şehire atıf yapmaz. Pek çok uzman Ur eklemesinin tahrif olduğuna inanır.
Sonuç ne olursa olsun, biz İbrahim'in anayurdunun Harran olduğunu güvenle söyleyebiliriz.
Eski Ahid'e göre İbrahim ve kavminin kökeni neydi?
Paddan-Aram bölgesinde sıralanan şehir isimlerinde bazı ilginçliklere rastlıyoruz. İlki, Genesis 2-1.. v.d. sıralanan Hz.İbrahim'in atalarının çeşitli isimleri, Harran ve civarındaki şehirlerin isimleri olarak bilinir.
Hz. İbrahim'in kardeşlerinden birinin adı Harran'dı...
Harran M.Ö. 18-19 yy.lar boyunca ünlü bir kentti. Adına sık sık çağdaşı mektup ve metinlerde rastlanır. Yine Eski Ahit'e göre kardeşlerinin ikincisi olan Nahor'u şehre Rebeka adında birine göndermişti. NAHOR adına, şehir adı olarak Asur ve Mari (K.Suriye'deki eski şehirler) dökümanlarında rastlanır. Nahor'un yeri bulunamamışsa da Harran'a komşu olduğu biliniyor.
Yine Eski Ahid'e göre İbrahim'in atasının (veya babasının) adı olan Terah adında K.Suriye'de Turahi adında bir antik şehir vardır.
İbrahim dedesi Seruy adına, Harran'ın batısındaki Sarugi şehir adına rastlanır.
Yine Dedesi Peleg adına, Hapur nehri kıyısındaki Phalig şehir adında rastlanır.
Kuran'da Hz. İbrahim'in babasının adı olarak Azer adı verilir. (Enam 74)
Azer adı Aramice bir şahıs adıdır ve Asur şehrinin adına benzer.
O dönem Mezopotamyasında kabile başkanları, bulundukları şehrin adına göre isim alabiliyorlardı. Azer:Asurlu adam; Harran: Harranlı adam gibi...
Bu bilgileri toplayınca İbrahim'in yurdunun Kuzey Suriye olması kuvvet kazanır.
Mezopotamya'da İbrahim'in 300-350 yıl öncesinde M.Ö.2000 lerde Babilonyalıların BATILI anlamına gelen Amoritler adını verdikleri bir takım kavimler karışıklık yaratır.
Amorit adı Eski Ahid'de aynen geçer.
İşte Paddan-Aram bölgesine yerleşecek olan ilk Aramiler muhtemelen İbrahim'in atalarıydı. Ya da Babilonyalıların deyimiyle Amoritler-BATILILAR'ın içinde.
Kuran'da bu olaylara değinilmez. İbrahim'in Mekke'ye geldiği ve orada Allah'in izniyle Kabe'yi inşa ettiği anlatılır.
Sonuçta Hz. İbrahim, putperestliğin ve çok tanrılı dinlerin yaygın olduğu bir dönemde tek tanrılı inanışın bir temsilcisiydi.
Ve kitaptan bazı dağınık notlar:
Kasas suresinde 27. ayette, tarihi belgelerde saptanabilen evlenme akdi Mısır'da gelenektir.
Avustralya'nın Aruntu kabilesi, yeryüzünün Alchera'da yani "rüyalar zamanında" yaratıldığına inanır.
Kuran'da, Önasya'da tevhidi reddedenlere ait pek çok kıssa vardır. Çok gariptir ki Önasya'da nedeni hiç bilinmeyen şekillerde yıkılmış bir sürü de şehir vardır.
Bu şehirlerden bazıları: Nuh kavmi, Ashab-ı Ress, Semud ve Ad, Lut kavmi, Ashab-ı Eyke, Tübba kavmi...
Upanişad'ların temel özü BRAHMAN'dır.(=Rahman???)
Tespih çekmenin ilk örneklerine Hindistan'da rastlanır. Tespih çekilişi, sürekli olarak devran eden bir oluşum döngüsünü ifade eder.
Paganistler, putların geçerliliğini gelenekten gelmesine bağlamaktadır. (biz atalarımızı bunlara tapar bulduk...)