Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

helindem

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    8
  • Katılım

  • Son Ziyaret

helindem - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. YABANCI UYRUKLU PKK’LILAR PKK terör örgütü, iddia ettikleriyle hiçbir ilgisi olmayan, lider kadrosunun kişisel çıkarlarını tatmin için ülkemiz ve halkımız hakkında uzun vadeli emelleri ile bölgesel beklentileri bulunan ve Türkiye düşmanı bazı dış güçler tarafından kiralanmış, halkımızın huzur ve güvenini sarsarak güçlenmemizi, gelişmemizi frenleme vazifesinin taşeronluğunu yüklenen bir eşkiya ve caniler grubudur. Bingöl’de ölü olarak ele geçirilen 10 PKK’lı teröristin çoğunun yabancı uyruklu çıktığı, teröristlerin sığınağında ele geçirilen silah ve belgelerin, terör örgütüne yardım ve yataklık edenleri ele verdiği belirtildi. Terör örgütü PKK’nın para vaadiyle Avrupa, Rusya ve Ermenistan’dan devşirerek dağa çıkardığı teröristlerdeki artış, Bingöl’de yapılan operasyonla bir kez daha gözler önüne serildi. Geçen haftalarda Bingöl kırsalında ölü ele geçirilen 10 terörist hakkında bilgi veren yetkililer, çoğunun yabancı uyruklu ve sünnetsiz olduğunu açıklarken, teröristlerin başta Mayıs 2007’de ormanda ağaç kesen 4 kişiyi öldürmek üzere pek çok kanlı eyleme karıştıklarının belirlendiğini söylediler. “Star” gazetesinin haberine göre, operasyon sırasında örgütün Bingöl yapılanmasına ilişkin belgelerle çok sayıda doküman ele geçirildiği belirtilerek, yaklaşık 7 bin militanı olduğu tahmin edilen terör örgütünün üçte birinin yabancılardan oluştuğu vurgulandı. Şırnak ve Bingöl’de geçen yıl ölü olarak ele geçirilen 7 teröristin de yabancı uyruklu çıktığı, 2006’da Bingöl’de yakalanan 14 teröristten 6’sı, Gümüşhane’de yakalanan 7 teröristin 4’ünün de yabancı olduğu, PKK’da en fazla Suriye uyruklu yabancı teröristin bulunduğu kaydedildi. Dış güçler tarafından desteklendiği bilinen bölücü terör örgütü PKK’nın, bugün halâ bazı ülkelerde varlığını sürdürmesi gerçekten dehşet verici olarak görülmelidir. Bugün birçok ülke PKK’yı terör örgütleri listesine dahil etmişken, 6 Şubat 2008 tarihli Türkiye gazetesinde yayınlanan bir haberde bahsedildiği gibi PKK’nın Almanya’da 190’a varan yan kuruluşu ile cirit attığı, haraç toplayıp, uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı, Almanya’da 7 eyalette teşkilatlanan örgütün Avrupa Cephe Merkezi’nin bu ülkeden yönlendirildiği, zorla dergi, kitap satma, aidat ve bağış toplama, Türklere ait iş yerlerini kundaklayarak maddi zarar verme gibi eylemlerde bulunduğu yönündeki bilgiler, küresel bir tehdit olarak görülen terörizme gereken duyarlılığın gösterilmediğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Terörizmin yürekleri yaktığını bile bile terör örgütü PKK’yı destekleyen, teröristleri ülkelerinde barındırmaya devam eden ülkelerin, bir gün bu şiddet ve kanın kendilerine geri dönebileceği hesabını yapmadıkları anlaşılıyor. Helin Demir [email protected]
  2. DTP’DEN PKK’YA AÇIK DESTEK DTP’nin kendisini PKK ya da PKK’ya sempati duyan kitlelerin temsilcisi veya sözcüsü olarak gördüğü, bu tarz demeçlere yöneldiği için Türkiye’de başlayan açılımları zedelediği, kendisine gösterilen iyi niyetleri erittiği ve genel anlamda sistemi tıkadığı yönündeki fikirler maalesef açık açık ortalarda dolaşıyor. DTP Batman İl Başkanı Salih Altun, Ocak ayının son günlerinde düzenlenen parti kongresinde, oldukça öfkeli bir şekilde, DTP’nin PKK’yı asla terörist ilan etmeyeceği açıklamasını yaptı. Batman Belediyesi Esentepe Sosyal Tesisleri’nde yapılan kongrede PKK ve bölücü terör örgütünün hapisteki lideri lehine sık sık sloganlar atılırken, sert açıklamalarda bulunuldu. “Biz PKK’yı terörist ilan etmeyeceğimizi, terörist demeyeceğimizi söylüyoruz. Birileri çıkıp da bu kongre salonlarında yiğitlik yapmak kolaydır diyebilirler. Biz PKK’nın terörist örgüt olmadığını terörle mücadele şubesinde bile söylüyoruz” diyen Salih Altun, “Kimse bizim üzerimizde ucuz politikalar yapmasın. Eğer yapmaya çalışırsanız bu halkın öncüleri olarak bizler bu halkın desteği ile o politikayı yaptırtmayız. Zulme karşı direnmek namus borcumuzdur.” şeklinde sözlerini sürdürdü. Batman’da durum böyle iken, Şanlıurfa’da Şehitlik Çamlık Aile Çay Bahçesi’nde düzenlenen DTP Şanlıurfa İl Örgütü Olağanüstü Kongresi’nde de bölücü terör örgütü PKK’ya açık destek verildi. Divan Başkanlığını DTP Parti Meclisi Üyesi Vakkas Dalkılıç’ın yaptığı kongrede İstiklal Marşı okunmadığı gibi, ölen teröristler için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşu sırasında salondaki cılız kalabalık zafer işareti yaparken, saygı duruşu sonunda kadınlar zılgıt çekti. DTP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’nin, “Bu halk kardeşini bombalayanları unutmaz” şeklindeki tehdit edici sözleriyle birlikte bir kez daha DTP’nin terörist tavrı kanıtlanmış oldu. Sonuç olarak, “Kürtlerin temsilcisiyiz, Türkiye partisi olacağız” vb söylemlerle siyaset arenasına adım atan DTP’nin yakın gelecekte çok fazla değişmeyeceği ve terör yolunda ilerlemeyi sürdüreceği ortadayken, boş vaatlerle halkı kandıran bu partinin temsilcilerinin, tehdit edici konuşmalarından ve terörist tavırlarından vazgeçmedikleri sürece, kan ve gözyaşı partisinden başka bir şey olamayacakları görülüyor. Helin Demir [email protected]
  3. TERÖRÜN FİNANS KAYNAĞINA YERİNDE DENETİM Yürüttüğü terör kampanyası ve yazılı, sözlü, sesli, görüntülü propaganda faaliyetleri için militan, silah ve cephaneye, matbaalara, malzemelere, stüdyolara, verici istasyonlarına, bir çok ülkede gizli veya açık bürolara ihtiyacı olan PKK, bütün bunlar için gerekli olan mali kaynakları da temin etmek durumundadır. Terörist kimliğine paralel olarak PKK’nın para kaynakları da yasadışı faaliyetlere dayanmaktadır. Nitekim PKK üzerinde yapılan bir çok araştırmada rastlanan başlıca finans metotları, uyuşturucu kaçakçılığı, haraç ve soygundur. Yardım kampanyaları, üye aidatları, kiliselerden gelen yardımlar, yurtdışındaki paravan derneklere mahalli yönetimler tarafından yapılan mali destekler, ilticacılardan alınan haraçlar da, kaynaklar arasında yer almaktadır. PKK’nın uluslararası yardım kuruluşlarını kullanarak Türkiye’de bazı kişilere maaş ödediğini belirleyen Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu(MASAK)’nun, harekete geçtiği bildirildi. Teröristlere yapılan yardımların kurutulması için 400 finans biriminin denetimlere tabi tutulacağı belirtildi. Suç Gelirlerinin Aklanması ve Terörün Finansmanının Önlenmesine İlişkin Yönetmeliğe göre, bankalar, aracı kurumlar, noterler, yetkili müesseseler, avukatlar, serbest muhasebeciler ve mali müşavirlerin, şüpheli gördükleri işlemleri MASAK’a bildirmekle yükümlü bulundukları kaydedildi. MASAK’ın şüpheli işlemler konusundaki duyarlılığı artırmak amacıyla 2008 yılından itibaren şüpheli işlem konusunda yükümlü kılınan tüm finans birimlerini kara para yönünden denetim altına alacağı açıklandı. Denetimlere 2009 ve 2010 yıllarında da devam edileceği, 2008 yılında 400 banka şubesi, aracı kurum ve yetkili müessesenin denetlenmesi ile başlanacağı, denetlenecek finans birimi sayısının 2009 yılında 450’ye, 2010 yılında ise 500’e çıkarılacağı aktarıldı. Mali kuruluşların kara para yönünden denetlenmesiyle ilgili olarak MASAK uzmanlarının, kurumun yükümlülüklerine uyup uymadığına ilişkin rapor hazırlayacağı, eğer finans kurumunda yükümlülüklerin yerine getirilmediğine ilişkin tespit yapılırsa, bununla ilgili olarak ayrıca yasaya ihlal raporu hazırlanarak, Cumhuriyet Savcılığı’na gönderileceği belirtildi. Yükümlülüklerini yerine getirmeyen finans kurumlarına ise para cezası verileceği, denetimler sırasında terörün finansmanı konusunda ipuçları elde edilirse, bununla ilgili olarak da ayrı bir soruşturma başlatılacağı bildirildi. Türkiye’de sigara reklamlarına yasak getirilmesini sağlayan ve sigara kaçakçılığı konusunda önemli çalışmaları bulunan eski Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı’nın ise, sigara kaçakçılığının merkezinde büyük sigara şirketleri Philip Morris ve JTI’ın olduğunu öne sürdüğü vurgulandı. AB raporlarına göre sigaraya verilen her bir doların 25 sentinin PKK’ya gittiğine işaret eden Akarcalı’nın, “PKK’nın sigara kaçakçılığından edindiği kazancın asgari 300 milyon Euro olduğunu, AB’nin konu ile ilgili 2002’de yayınladığı rapor sonucunda bu şirketlere 4 yıl önce soruşturma açıldığını, firmaların soruşturmanın sonucunun büyük maliyetlerle biteceğini anlayınca AB’yle dostane bir anlaşma yoluna gideceğini ifade ettiği belirtildi. Anlaşmaya göre Philip Morris’in 12 yıllık bir sürede AB’ye 1.25 milyar dolar ödemeyi kabul ettiği, AB’nin de bu durumda tüm suçlamalarını geri çektiği, ayrıca JTI’ın da 400-500 milyon dolarlık bir ödeme yapacağı bildirildi. Sadece Türkiye’ye değil, gerçekleştirdiği şiddet eylemleriyle tüm dünyaya zarar veren terör örgütü PKK’ya karşı bütün ülkelerin üstlerine düşen görevi yerine getirmeleri gerekmektedir. Uluslararası bir sorun olduğu bilinen terörün finansmanına yönelik kalıcı ve kararlı önlemler ile terörle mücadelede başarının sağlanması da her türlü art niyetten uzak gerçek manadaki “Uluslararası İşbirliği”ne gidilmesi sonucu gerçekleşecektir. Helin Demir [email protected]
  4. DTP DEĞERLENDİRMELERİ Türkiye’nin terörle mücadelede attığı kararlı adımlar ve teröristle değil terörle mücadele konseptinde yaptığı değişikliklerin ardından gerilim politikası üretmeye başlayan DTP, başlattığı gerilim politikasını her geçen gün daha da arttırıyor. Durum böyle olunca da DTP hakkında yapılan eleştirilerin ardı arkası kesilmiyor. Kürt aydınlardan Ümit Fırat’a göre, DTP, PKK’nın meşru uzantısıdır ve bunda bir tuhaflık yoktur….Öcalan yandaşları için tanrısal bir simgedir…Aysel Tuğluk ile Leyla Zana arasında temelde sadece küçük nüanslar var. Geldikleri, yetiştikleri ortamlar tamamen farklı, ama her ikisi de Öcalan’a, onun düşünce ve prensiplerine bağlıdır. İkisinin lideri de Öcalan’dır!. Ümit Fırat, DTP’lilerin eğer siyaset yapmak üzere yola çıkıyorlarsa, Meclis’i tercih edip politika yapacaklarsa, mebus olmanın neleri gerektirdiğini de öğreneceklerini belirtiyor. Çünkü Fırat, “Meclisin bir siyasi staj kurumu olmadığını, orasının ülke yönetiminin en yüksek organı olduğunu,” vurguluyor. Aslen Bingöl’lü olan Fırat, barış için kan ve demirle değil, silahsız, külahsız çözüm getirilmesi gerektiğine işaret ediyor. “DTP’nin nihayetinde kendi başına bir örgüt olmadığı, kendisi dışında oluşan bir alan üzerine monte edilmiş bir yapı olarak düşünülebileceği, esas olarak siyasi güç potansiyelinin PKK’nın elinde bulunduğu” değerlendirmesini yapan Ümit Fırat, “DTP’nin işin meşru görüntüsü olduğunu” da üstüne basa basa söylüyor. DTP’ye kadar genel olarak bir parti kapatılacakken bir yedek oluşturulduğunu, HEP kapatılmadan önce DEP’in kurulduğunu, yine DEP kapatılırken HADEP’in ortaya çıktığını, HADEP kapatılırken de DEHAP’ın var olduğunu, tabelaların gidip geldiğini ve boyanıp üzerlerine yeni partinin ismi ve ambleminin yazıldığını, binalarını bile değiştirmediklerini aktaran Fırat, Ahmet Türk’le konuştukları zaman çok iyi anlaşabildiklerini ancak Türk’ün resmi görüşünü açıkladığı zaman aynı sözleri sarf etmediğini belirtiyor. DTP’lilerin PKK’dan kopmalarının imkansız olduğuna değinen Ümit Fırat, “Onlar partiye kafa tutup birilerini oradan koparacak insanlar değiller, orada oldukları zaman bir anlam ifade ediyorlar, olmadıkları zaman yok sayılırlar” şeklinde konuşuyor. DTP içerisinden birilerinin çıkıp “PKK terör örgütüdür” demesinin mümkün görülmediğini anlatan Fırat, “Böyle bir söylemde bulunması halinde DTP’nin yok olacağına, zaten de DTP içerisinde öyle bir karizmaya sahip kimsenin bulunmadığına işaret ediyor. Fırat, yanlışlıkla PKK’yı terör örgütü olarak kabul edecek olan bir DTP üyesinin ise hayati bir tehditle karşı karşıya kalacağını sözlerine ekliyor. DTP’ye milletvekili olarak kaydını yaptırmış birisinin, “Canım sıkıldı, ben bu oyunu oynamıyorum” deme inisiyatifinin bulunmadığını da dile getiren Kürt aydın Fırat, bu düşüncede olan birisinin anında kendisini kapının önünde bulacağına, hatta geçmişte kendisine oy veren bir tek Kürt’ün bile kapısını çalıp, “Aslında sen doğru söyledin, niye sana bu haksızlığı yaptılar” demeyeceğine dikkat çekiyor. DTP aslında terör örgütünü kınamadığı için hem kendine hem de inananlarına yazık ediyor. Kürtler adına yola çıktığını izah etse de yakın gelecekte terörist örgütle bağı olmadığını ortaya koyması imkansız görünürken, PKK tuzağına düşmemek ve sorunlara kalıcı çözümler bulmak için her açıdan dikkatli, kararlı ve tutarlı olması gerekiyor. Helin Demir [email protected]
  5. DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ TOPLANTISI Bazı araştırmacılar terörün ilk örneklerinin Romalılar döneminde görüldüğünü iddia etseler de, bu oldukça zorlama ve oldukça geniş anlamda bir terör tanımı için geçerli olabilir. Devletler birbirlerini istikrarsızlaştırarak avantaj sağlamaya çalışırlar. Bu çerçevede rakip ülke içindeki ekonomik, sosyal, dini ya da etnik sorunlar diğer ülkelerin kullanabileceği önemli avantajlar sunmuştur. Bazı durumlarda da ülkeler diğer bir ülke içindeki grubu kendisine yakın bulmuş ve o ülkenin içinde bir yan kol olarak kullanmıştır. Bu anlamda terörizm çok önemli bir araçtır. Terörün öneminin gerçek anlamda anlaşılması 11 Eylül’den sonra olmuştur. Özellikle ABD bu tarihten sonra terörle mücadelede başı çeken ülke olmuş ve uluslararası sistemi terörle mücadeleye göre yeniden dizayn etmeye başlamıştır. Daha da önemlisi Irak’ta yerleşmiş olan PKK terör örgütüne karşı ABD’nin tutumu bir örgütün terör örgütü olup olmamasının hala bir ülkeden diğer ülkeye değişiklik gösterdiğini kanıtlamıştır. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı ve Ankara İl İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı tarafından, ''10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'' dolayısıyla Ankara Ticaret Odası'nda (ATO) bir toplantı düzenlendi. Toplantıda bütün dünyanın, insan hak ve özgürlükleri konusunda samimiyse, yalan söylemiyorsa, iki yüzlü davranmıyorsa, terörle mücadele konusunda kararlı, tutarlı ve gerçekçi tavırlar sergilemek mecburiyetinde olduğu fikirleri gündeme getirildi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, evrensel bir anayasa olarak nitelenerek, bildirgenin, ulusal hukukun da üstünde olduğu belirtildi. Türkiye'nin, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni kabul eden bir ülke olarak bu kuralların gereğini yerine getirdiği ifade edilerek, asıl meselinin, yazılı olan kuralların hayata geçirilmesi olduğu kaydedildi. Bu kuralların uygulanması için bir ''zihniyet devrimi'' gerektiği belirtilirken, Türkiye'nin zorlandığı noktanın da bu olduğu vurgulandı. Hak ve özgürlüklerin öneminin kavranarak hareket edilmesinin istendiği toplantıda, konunun siyasi söylemin ötesine taşınması gerektiği vurgulandı. Türkiye'nin, ceza hukukunu tepeden tırnağa değiştirdiği, bu değişimde temel hak ve özgürlüklerle ilgili uluslararası kuralların dikkate alındığı dile getirilirken, eski zihniyetle yeni yasaları anlama ve uygulama konusunda zorluklar yaşandığı ve gelecek yıl insan hakları gününde Türkiye'nin yeni anayasasındaki hak ve özgürlüklerin konuşulacağı bildirildi. İnsan haklarının, yaşayan insanlar için söz konusu olduğu kaydedilerek, ölülerin, bu dünyadan göçüp gitmiş olanların anayasalarda ve bildirgelerde belirtilen hiçbir hak ve özgürlüğe ihtiyaçlarının olmadığına işaret edildi. Toplantıda özellikle en çok yalanın söylendiği bir konuda konuşulduğunun farkında olmamız gerektiği, insan haklarına hep vurgu yapıldığı ama terörün kol gezdiği, bu nedenle bütün dünyanın terörle mücadele konusunda olumlu tavır sergilemek mecburiyete olduğu, hala kırmızı bültenle aranan, çocukları, masumları katletmiş insanların bir ülkenin parlamentosunda gelip konuşma yapabildiği, uluslararası toplantılara katılabildiği, oralarda da bugün insan hakları adına nutuklar çekildiği, bunun ikiyüzlülüğün açık ifadesi olduğu, herkesin tavrını açıkça ortaya koymak zorunda olduğu belirtildi. Terör konusunda malesef İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında ve buna dayalı birçok sözleşmede vurgu yapıldığı halde dünyada samimi, kararlı, içten gelen bir iş birliğine şahit olunamadığı, üzücü olaylardan sonra yarım saat içinde bir taziye mesajı gönderildiği, timsah gözyaşları mealinde ifadelerin gündeme geldiği ama 'suçluluları iade edin' denildiği zaman kırk dereden su getirildiği, eli kanlı insanların bir başka ülkenin sokaklarında, caddelerinde dolaştığı, iş kurduğu ama diğer tarafta da insanların üzüntü çekmeye devam ettiği vurgulandı. Toplantıdan çıkan sonuca göre; terörün henüz tanımı konusunda dahi mutabakata varamayan uluslararası camianın ona karşı nasıl mücadele edeceği konusunda da yeterli bir bilince sahip bulunmadığı görülmektedir. Soğuk Savaş dönemindeki nispeten önemsenmez tavrın günümüzde devam ettiğini söylemek zor olsa da, bilincin ve uluslararası işbirliğinin beklenen düzeye ulaşmadığı da açıktır. Günümüzde çağdaş dünya devletlerinden beklenen, terörün küresel bir sorun olduğunun bilincinde davranarak, üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleridir. Helin Demir [email protected]
  6. PKK- ERMENİ İŞBİRLİĞİ 1973 yılından başlayarak, özellikle yurtdışında Türk diplomatlarını hedef alan ve 50’nin üzerinde Türk diplomatı, Amerikan ve Fransız vatandaşının ölümüne neden olan Ermeni terörü ve bu konuda en aktif terör örgütü ASALA’nın geliştiği şartlar, gördüğü eğitim, kurduğu ilişkiler, dış bağlantılar, finans kaynakları incelendiğinde, PKK ile çok sayıda ortak noktaya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’ye yönelik 1915’de gerçekleştirildiği ileri sürülen mesnetsiz katliam iddialarında Kürtler de suçlanmasına rağmen Ermeni teröristlerle PKK arasında kurulan taktik işbirliği ve her iki terör örgütünün de Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedeflemeleri ve aynı odaklardan destek görmeleri, PKK’nın 15 Ağustos 1984’de geniş çaplı eylemlere başlaması ile ASALA’nın eyleme alanından çekilmesi arasında bir bağlantı olabileceğini akla getirmektedir. Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği(ASİMED) Başkanı Yrd.Doç.Dr. Savaş Eğilmez, diaspora Ermenileri’nin terör örgütü PKK’nın faaliyetleri ile Türkiye’nin ekonomisini çökertmeye çalıştığını belirterek, “PKK’nın masraflarının %75’inin Ermeniler tarafından karşılandığını” kaydetti. ASİMED Başkanı ve Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd.Doç.Dr.Savaş Eğilmez, son günlerde gündeme gelen PKK-Ermenistan ilişkileri hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Ermeni terör örgütleri ile PKK işbirliğinin 27 yıl önceye uzandığını dile getiren Eğilmez, terör örgütü PKK’nın 1980 yılından beri 24 Nisan’ı Ermeniler’in katledildiği gün olarak kabul edip, çeşitli törenler düzenlediğini söyledi. Diaspora Ermenileri’nin PKK’yı kullanarak Türkiye ekonomisine zarar vermek istediğini anlatan Eğilmez, Ermeniler’in 1993 yılında yaptığı bir toplantı ile ilgili şunları söyledi: “Beyrut’ta iki ayrı kilisede Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantı düzenlendi. Toplantıda Ermenilerin gittikçe büyüyüp güçlendiği, geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde bütün dünyada sözde soykırımın daha iyi bilinmeye başlandığı konuşuldu. Ayrıca Türkiye’deki PKK faaliyetlerine verilen desteğin iyice artırıldığını, bu sayede Türk ekonomisi sıfır noktasına gelip, toplumda kaos meydana geleceği ve Türkiye’nin bölünme sürecine gireceği yönünde ifadeler kullanıldı. Diasporanın amacı, önce soykırımı kabul ettirip özür diletmek, sonra tazminat talep etmek ve toprak istemek.” Terör örgütü PKK ile diaspora Ermenilerinin 1987 yılında bir anlaşma yaptığını ileri süren Eğilmez, bu anlaşma kapsamında PKK’ya maddi destek sağlandığını kaydetti. Terör örgütü PKK’nın kamp masraflarının % 75’inin diaspora Ermenileri tarafından karşılandığına dikkat çeken Eğilmez, “Bu anlaşma ile Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacak ve her yıl için adam başına 5 bin dolar para verilecek. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar, PKK ile ortak eylem yapacak. Türkiye’de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak, Türkiye parçalandıktan sonra ele geçirilecek topraklar eşit olarak bölüşülecek…gibi kararlar alınmıştı” açıklamasında bulundu. Savaş Eğilmez’in bu açıklamaları 5 Aralık 2007 tarihli Posta gazetesinde yer alan bir haberle de doğrulanıyor. Candaş Tolga Işık tarafından yapılan özel haberde, Kuzey Irak’ta sonlarının geldiğini anlayan PKK elebaşıları Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Rıza Altun’un örgütü Türkiye düşmanı Ermenistan’a taşımak için başkent Erivan’da yetkililerle görüşüyor. 3 örgüt elebaşısının Ermenistan devlet yetkililerinden; Türkiye sınırı yakınlarındaki Aragats Dağı’nda 4 kamp kurmak, Erivan ve Armavir’de 2 büro açmak ve Dağlık Karabağ’da eğitim kampı oluşturmak şeklinde talepleri bulunuyor. Yıllarca Suriye ve Irak’ın yaptığı gibi şimdi de Ermenistan, PKK’yı Türkiye’ye karşı tehdit olarak kullanmaya hazırlanıyor. Ermenistan’ın işgal ettiği Dağlık Karabağ’a, Irak ve Suriye’den gelen Kürtler’i yerleştirdiği ve bir de PKK bürosu açtırdığı biliniyor. Bölge barışını, hatta dünya barışını tehdit eden terörizmin etnik, ideolojik veya dini düşüncelerden kaynaklansa bile, sonuçları itibariyle global bir nitelik taşıdığı açıktır. Bu nedenle küresel bir tehdit haline gelen terörizmle mücadelede uluslararası işbirliğinin önemi dikkate alınmalı, ülkeler üzerlerine düşen sorumlukları yerine getirmelidir. Helin Demir [email protected]
  7. KÜRT TÜRK ÇATIŞMASI İSTEMİYORUZ! Tarihsel belgeler, araştırmalar ve bilimsel değerlendirmeler kanıtlamaya çalışmıştır ki, Türkler ile Kürtler aynı kökenden gelmişlerdir. Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki (Kars, Erzurum, Van, Hakkari) kaya resimleri ve Cunni mağarasındaki (Erzurum yakınları) Orhon benzeri yazılar, çeşitli yerlerdeki kayalara kazınmış eski Türk işaretleri ile Tirişin (Van, Hakkari sınırı) kaya resimlerinin Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgede olması ve Orta Asya’da Sibirya ve özellikle Yenisey yöresindeki resim ve işaretlerle yakın benzerlikler göstermesi bilimsel açıdan çok ilgi çekici sayılmıştır. Ünlü Macar Türkolog Prof. Dr. Laszlo Rasonyı’ya göre; Kürt boyu büyük bir ihtimalle Yenisey Türk yazıtlarında gösterilen Türk Konfederasyonu’na bağlı Kürt kaviminin kalıntısı olabilir. Bu nedenle denilebilir ki bugün Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yoğun olarak yaşanan terör olayları, tarihsel ve bilimsel belgelerin de açıkça gösterdiği gibi, bir kardeş kavgasıdır. Dış kaynaklı bir kışkırtma olduğu kanıtlanmış bulunan bu kardeş kavgasına son vermek, bilimsel araştırmaların da bize açıkça gösterdiği gibi tarihsel bir zorunluluk, kaçınılmaz bir görevdir. Bu tarihsel görevi yerine getirmek de başta Türk ve Kürt halkı olmak üzere, herkese düşen çağdaş bir sorumluluktur. Türk Kürt kardeşliği için bugünlerde çeşitli kesimlerce sarf edilen sözler, geleceğe yönelik umut verici gelişmeleri çağrıştırıyor. Kürt sorunu konusunda Zaman gazetesine çarpıcı açıklamalarda bulunan DTP Grup Başkan Vekili Ahmet Türk, son yıllarda bölge halkının ve devletin bakışında önemli değişimler yaşandığını belirterek, ayrı bir devlet istemenin anlamsız olduğunu, düşmanlığa yol açacak bu talebin geleceği karartacağını vurguluyor. Birlikte yaşamanın yararlarını anlatırken kendisiyle ilgili de özeleştiri yapan Türk, geçmişte etnisiteyi öne çıkaran bir mantığa sahip olduğunu, şimdi ise bu siyasetin büyük tehlike ve tuzaklarla dolu olduğunu görmeye başladığını, bir çok arkadaşının bu değişimi yaşadığını, dünyanın küçüldüğü bir dönemde bunun tersini savunmanın doğru olmayacağını kaydediyor. Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na yaklaşık bin yıldır Türklerin ve Kürtlerin omuz omuza yaşadığını ifade ettikten sonra birlikte yaşamaya bir kez daha vurgu yapan Türk, duygusal ve kültür düzeyi düşük bir coğrafyada yaşadığımızı, etrafımızın tuzaklarla dolu olduğunu, günümüz dünyasında sorunların silah ve şiddetle çözülemeyeceğini aktarıyor. DTP’li Türk, her şeye rağmen meselenin kısa sürede biteceği ümidini korurken, çeyrek asırlık süreçteki derin yaraların da çok geçmeden kapanacağına inanıyor. Bu konuda yapılması gerekeni ortak akılla ortaya çıkacak doğru politika, doğru medya ve siyasetçilerin doğru mesaj vermesi olarak sıralıyor. Bazen düşünmeden ve yeterli tahlili yapmadan hareket ettikleri özeleştirisini yapan Türk, arkadaşlarına hep vicdani doğruları çerçevesinde hareket etmeleri tavsiyesinde bulunduğunu açıklıyor. PKK ve Abdullah Öcalan’ı çok rahat eleştirebildiğini, bu yüzden PKK tarafından çok ciddi eleştiriler aldığını, vicdani doğrularını kimse için değiştiremeyeceğini savunan Türk, eskiden herkesin devleti varken Kürtlerin niye olmasın diye düşündüğünü, ancak şimdi bunun kolay olmadığını ve böyle bir durumun birlikte dostça yaşayan iki halk arasında büyük düşmanlıklar yaratacağını ve bu halkların geleceğini karartacak bir noktaya götüreceğini anladığını, birlikte yaşamanın müthiş yararları olduğunu ve bu durumun tersini savunmanın da yararının bulunmadığını belirtiyor. İçimden Ahmet Türk’ün samimiyetine inanmak geliyor. Umarım bu sözler yeni bir dönemin müjdecisi olur. Türkler için de, Kürtler için de, barış ve refah dolu bir dönemin! Helin Demir [email protected]
  8. “ETKİN PİŞMANLIK” Türk Ceza Kanunu’nun 221/2 maddesine göre, PKK’dan kaçıp güvenlik güçlerine sığınanların, eğer silahlı eyleme katılmamışlarsa ceza almamaları için etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmaları sağlanıyor. Son bir yılda Kuzey Irak’taki Mahmur Kampı başta olmak üzere PKK’dan kaçıp KDP peşmergelerine sığınan çok sayıda örgüt mensubunun Habur Sınır Kapısı’ndan geçerek güvenlik güçlerine sığındığı biliniyor. Haklarında örgüt üyesi olmak suçundan dava açılan PKK’lıların, çıkarıldıkları ilk duruşmada tahliye oldukları, büyük çoğunluğu hakkında da, etkin pişmanlık hükümleri kapsamında cezai işleme gerek olmadığına karar verilerek dosyalarının kapandığı kaydediliyor. Bu yasadan çocuklarının yararlanmasını isteyen çok sayıda ailenin, PKK’nın Kuzey Irak’ta bulunan kamplarındaki çocuklarıyla bağlantı kurup teslim olmalarını sağladıkları görülürken, yasa ile birlikte sığınanların sayısının da arttığı gözleniyor. Basın yayın organlarında yayınlanan haberlere göre Irak’ın kuzeyindeki terör örgütü PKK’ya ait kamplardan son 2.5 yıl içerisinde kaçarak güvenlik güçlerine sığınan 245 teröristin çıkarıldıkları mahkemelerde, “etkin pişmanlık” hükümlerinden yararlanıp serbest kaldıkları söyleniyor. Terör örgütünün Irak’ın kuzeyinde bulunan Kandil başta olmak üzere Hakurk, Haftanin ve Metina kamplarından kaçan 245 teröristin 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren “etkin pişmanlık” yasasından faydalandığı belirtiliyor. Terör örgütü PKK hakkında güvenlik güçlerine ayrıntılı bilgi veren teröristlerin “Herhangi bir suçun işleyişine iştirak etmeksizin terör örgütünden gönüllü ayrıldıkları” gerekçesiyle serbest bırakıldıkları vurgulanıyor. Diyarbakır adliyesinde son 2.5 yıl içerisinde yargılanan örgüt üyeleri arasında terör örgütünün kamplarından 45 günlük bebeğiyle kaçan örgüt üyeleri ile 11 yaşındayken bir akrabasıyla birlikte hayvan otlatırken teröristlerce kaçırılan ve teröristlerin yaptığı iğne nedeniyle saçları dökülen kadın terörist M.Ş de bulunuyor. Mahkemenin sanık M.Ş’yi hiçbir silahlı eyleme katılmadığı için pişmanlık yasasından yararlandırıp tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktığı söyleniyor. Terör örgütü PKK’dan kaçarak güvenlik güçlerine sığınan ve hakkında terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle dava açılan sanık M.B’nin ise Diyarbakır 6.Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmasında, önemli itiraflarda bulunduğu ve serbest bırakıldığı bildiriliyor. TCK’nın 221/2. maddesinin bir süre önce Hakkari’nin Çukurca ilçesinde güvenlik güçlerinin helikopterlerle dağlara attığı bildirilerde de geniş yer aldığı biliniyor. Bildiride ayrıca; “Karar ver, örgütten ayrıl. En yakın askeri birlik, jandarma veya polis karakoluna git. Sevgiyle karşılanacaksın” deniliyor. Terörle mücadelenin önemli ilkeleri, halkın desteğini almak, bu desteğin alınabilmesi için güvenilir olmak, güvenilir olabilmek için gerçek teröristlere ulaşmak şeklinde açıklanabilir. Çünkü terörle mücadele sürecine, toplumun tüm kazanımları ve dolayısıyla da sadece yönetici elit değil, aynı zamanda tüm halk dahildir. Sözün özü, terörle mücadele bir akıl ve erdem işidir, bu mücadelede toplumdaki her bireyin hiç kuşkusuz rolü ve sorumluluğu vardır. Helin Demir [email protected]
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.