Altinay tarafından postalanan herşey
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
Sayın Canraşit; "Buradan şuraya geleceğim. Tarih biliminde de bulgular, belgelerle varılan olguların oluş sebeplerini açıklayan teoriler vardır. Doğa Bilimlerinden farkı da üzerinde hem fikir olunan tek bir " geçerli " teorinin olmaması, birden çok teorinin olabilmesidir. Olgular konusunda fikir birliği vardır ama bu olguların neden böyle olduğunun, sebep-sonuç ilişkilerinin mantığını yani teorisini, tarihi yorumlayanlar kurar. O nedenle, Tarihsel olguları Etnik Milliyetçisi, Dincisi, Liberal Kapitalisti, Sosyalisti farklı bakış açılarıyla açıklamaya çalışır. Çünkü teorilerindeki bağımlı, bağımsız ve kontrollü parametreler birbirinden farklıdır. Örneğin, Türkçü tarihi Millet=Kavim mantığı ile, milletler arası çatışmalarla izah eder. İslamcısı Dinler arası çatışmalar ile, Liberali ekonomi ile, Sosyalisti sınıf çatışmaları ile." Yukardaki söyleminizden nasıl bir sonuç çıkarabiliriz peki, sosyalistsem farklı, liberalsem farklı, milliyetçiysem farklı bakış açısı oluşuyor. Burada tarih felsefesi devreye giriyor. " Tarih Felsefesi; tarih, ilim, sanat ve felsefe gibi tamamen farklı disiplinlerin terkibi mahiyetinde bir düşünce tarzıdır. Bu disiplinlerin bakış açıları çok farklıdır: o Tarih, maziye bakış (retrospectare) o İlim, istikbale bakış (prospectare) o Sanat, içe bakış (introspectare) o Felsefe, tefekkür ve araştırmaya bakış (inspectare) o Tarih Felsefesi ise, umumi ve kapsayıcı görüşe, terkibî tefekküre (conspectare) ait bakış açısıdır. Yani, bütün bakış açılarının bir sentezidir. Bu tasnife göre, tarih hâfızaya, ilim zekâya, sanat derûnî ilhama, felsefe tefekküre, tarih felsefesi ise bunları topyekûn ihtiva eden terkibî düşünceye muadildir. (Şahin Uçar) v Tarih bilgisi bize tarihin tabiatı konusunda ipuçları verirken, bu tabiat üzerindeki analiz ve yorumlardan ibaret olan tarih muhasebesi ise, tarihe karşı takınılacak uygun bir tavrın yani, tarih adab-ı muaşeretinin ipuçlarını sağlar. (Sabri Orman)" Buradan herşeyin teorisi gibi yani makro ve mikro dünyayı tek dünya gibi algılamaya çalışmak gibi; Felsefe, Bilim ve Sanat'a derinlik kazandırarak.... Tarihi sosyalist, liberal ve milliyetçi değilde.... Felsefeci, Sanatçı ve Bilim adamı gözüyle ve bunların sentezleri gözüyle bakmak gerekiyor. Felsefe düşünüyor, bilim yapıyor, sanat insanileştiriyor. Sanat iç dünyamız, felsefe ve bilim ise dış dünyamız, tıpkı makro ve mikro dünya gibi...... Ne sonuca geldim, tarihe bilim adamı, felsefeci ve sanatçı gözüyle bakabilmek ortak sentez oluşturabilmek.... O zaman felsefe tarihi, Bilim tarihi ve sanat tarihi diye üç ekole ayırıp, diğer tarhsel yaklaşımları bunun içine yerleştirmek gerekiyor. Zaten her türlü tarihsel yaklaşım herhangi birinin içinde kalması gerekiyor ya da eklektik yaklaşımlar olacak ama ana damar üç tarz diye düşünüyorum ne dersiniz.... Saygılar hürmetler.....
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
Sayın Canraşit Öncelikle eleştirin için teşekkür ederim. Eleştiri bilgilerimin doğruluğunu yeniden düşünmemi sağlıyor. Bilgilerim ya dogmatikleşmiştir ya da ya da beslendiğim kaynaklar yanlıştır. Pozitif bilimlerde sıkıntı yok ama sosyal bilimler deyince şu doğrudur denilemiyor hep ucu açık oluyor. Dünya bilim tarihini bütün milletler mutabık kalarak yazılabilir, kimin neyi bulduğu ve gelişimin nasıl olduğu belli ama sosyal olaylarda aynı realistliği gösteremiyoruz. Biz İstanbul'u fethettik diyoruz seviniyoruz. Ama batılılar için bu bir travma, duymak bile istemiyorlar. Aynı şekilde Balkanları kaybetmemiz ve Osmanlının dağılması bizim için bir travma. Benim annem Selanik göçmeni.... Travma ailelere kadar girmiş, şimdi biz batılılarla nasıl bir ortak tarih kitabı yazıpta, hem batı hem de Türk okullarında okutabiliriz. Çin ve Fars medeniyeti içinde aynı şey geçerli. Çince de, Farsça da ve Batı dillerinde o milletten olmayanlar barbar kabul ediliyor. Bütün milletler diğer milletleri barbar olarak görüyor. Bütün milletler dünyaya egemen olmayı kendilerine hak olarak görüyor egemenlik dönemleri yükseliş, egemenliklerini kaybediş dönemi ise çöküş dömemi olarak kabul ediliyor. Tarih yazarken de bu anlayışa göre yazıyorlar. İngilizler için dünya egemenliğini kaybetmeleri bir travmadır. Yarın Amerika da Osmanlının bir vilayeti gibi dünya da Türkiye gibi ikincil konumda kalsa onun içinde bir travma olacaktır. Her insan tek tek tarihinden kopamıyor, sefasını ya da cefasını çekiyor. Her millet tarihini yazarken kendini kahraman diğerlerini barbar görüyor. Burada bir subjektiflik söz konusudur. Avrupaya giden her Türk ya da doğulu orada ikinci sınıf insan olduğunu öğrenerek geliyor. Onların gözünde, birde burada psikolojik üstünlük sorunu çıkıyor. Doğu ve Batı arasında. Herkes tarihini kendine göre yazıyor. Bizim tarihimizi de Sümerlerden başlatan söylemlerde olsa Hun İmparatorluğundan, Mete Han'dan başlatan tarihçilerde var. Benim beslendiğim kaynaklar Türk Tarih kurumunun Bahaeddin Ögel, Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu, Zeki Velidi Togan gibi tarihçiler. Türk Tarihini İslamiyet öncesi, İslamiyet ve sonrası olarak üç safhada inceliyorlar. Bu Türklük medeniyeti dairesi, Müslümanlık medeniyeti dairesi ve Batı(laiklik) medeniyeti dairesi olarak değerlendiriyorlar. Benim kanaatimde bu yönde oluşmuş ama tabi düşüncelerimi yeniden sorgulamama engel değil. Sevgi ve saygı bizden
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
Benim durumumda bir sıkıntı yok biraz pragmatik oldu ama
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
sayın @@democrossian İnançlar tartışılmaz olduğu gibi kabul edilir. Anayasanın bu maddesini çok seviyor. "Irk, dil, din, meshep, siyasal düşünce ve felsefi inanç ayrımı gözetilmeksizin herkes kanun önünde eşittir. Hiç bir kişi ya da zümreye imtiyaz tanınamaz." Osmanlı döneminde olsaydık yanmıştınız, zındığın katli vaciptir ve ikincisi şahitliği kabul edilmez.....
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
İnşallah... bu da felsefi bilinçle olacaktır....
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
Avrupa rönesansı islam dünyasında olsaydı şimdi dünyada müslümanlar egemendi. Aslında Fatih Sultan Mehmet'te yanlış yaptı. Hocası Akşemseddin soruyor İstanbul 1453 filminde, Akıl mı? İman mı? diye Akşemseddin İman diyor, Fatih de sizinle aynı fikirdeyim diyor. O zaman Akılcılar Farabi ve İbni sinacılar İmancılar ise Gazaliciler. Fatih akıl deseydi, felsefi öngörüsü olsaydı. İstanbuldaki ataistleri tutabilseydi ki onlar Roma'ya gidip erken rönesansı başlatmışlardır. Din penceresinden çıkamamış, felsefi altyapısı zayıfmış. Ama Akşemseddinle tartışmalarında, Akşemseddin evliyalarla İstanbulu aldık deyince Fatih kılıcını ucunu Akşemseddinin karnına dayıyarak bu kılıcın hiç hakkı yok mu diye sormuş. Akşemseddini sürgüne gönderdiği rivayet edilir. Birde Fatih "Barbar Greklerden Truvalıların intikamını aldık" demiş. Burada grekler batılı, Truvalılar doğuludur. Grekler bizim topraklarımızı işgal etmişlerdi Truva savaşında... Fatih geri aldı.... Fatih'in derin bir tarih bilgisi olsa da İslam skolastiğini aşamadığından, Laikliği o günkü zındıklarla başlatamamıştır. Zındıklar yani Ataistler aklın önüne hiç bir şey koymuyarak laikliği başlatmışlar ve dünyaya egemen olmuşlardır. egemenlik gene zındıklardadır, ataistlerdedir. Din taraftır, Laiklik inançların hepsine aynı mesafede durur. bunu ancak cumhuriyetten sonra başardık ama şeklen, fiiliyatta gene sıkıntılar var..... Laiklikte tarafım çünkü Türkiye Cumhuriyeti ilelebet varolacaksa ancak laik hukuk ve laik ahlakla olur... Bu da cumhuriyetimizin bel kemiğidir. Fatih'in anlayamadığını ki felsefi altyapısı zayıftı biz 500 yıl sonra zorla resmileştirdik. Ayakta tutarsak varız tutamazsak yokuz.....
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
Siz olaya tarihsel açıdan bakıyorsunuz, bense felsefi açıdan. Ama aynı sonuca gidiyoruz. Endülüslü İbni rüşd Gazaliye cevap versede islam dünyasında taraftar bulamamıştır. Gazali mantığı kırılmadıkça islam dünyası huzur bulamıyacaktır. Bu da bir kaç yüzyıl daha sürecek gibi.....
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
akli olan nasıl dogmatikleşiyor. Zaman içinde akli düşünceler geçerliliğini yitiriyor. Felsefenin görevi burada başlıyor sürekli fikirleri sorgulamak. "Sorgulanmamış yaşam yaşamaya değmez" felsefesiyle hareket etmek düşünceleri güncelleyebilmek. Mevlananın deyişiyle yeni günde yeni şeyler söylemek lazım cancazım. Ben çocuğumu babamın beni yetiştirdiği yetiştiremem. Babamo günkü akli şartlarla beni yetiştirdi. Bende çocuğumu bu günkü akli şartlarla yetiştireceğim. Farabi zamanındaki akli şartlarla bu günkü akli şartlarda farklıdır. Ben hem günlük yaşantımın akli şartlarını bileceğim hem de düşünce hayatının güncel akli şartlarını bileceğim. Aslında bir bütün nasıl uzaydan bulunduğum noktaya ulaşıyor, bulunduğum noktadanda uzaydaki başka bir noktaya gidebiliyorsam. güncel ve tarihsel düşünce hayatımda böyle.... düşünce hayatının bu dinamikliğini yakalıyamazsan dünkü düşüncende ısrar edersen dogmatikleşirsin. Çocuğum beni niye anlamıyor diye dert yanarsın, aslında sen değişime ayak uyduramamış dogmatikleşmişsin, felsefe budur işte her gün kendini sorgulamak, yaşamı yaşanır kılmak.... Her gün ilk düşünen insandan bu güne düşünce hayatını yeniden yeniden sorgulamak... bir adım önde olabilmenin sırrı budur. Felsefi öngörüdür.
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
laiklik halk arasındaki anlamıyla felsefi anlamı karıştırılıyor. Kelime sığ kalıyor. Laiklik bir medeniyet dairesidir. Batı medeniyeti dairesidir. Batı medeniyeti dairesi nedir, akıl medeniyeti dairesidir. Tarih aklını kullananlar ve kullanamıyanlar arasında akmıştır. Akli olandan uzaklaşanlar medeniyet meşalesini bırakmışlardır. Müslümanlar Farabi ve İbni Sina döneminde akli bir felsefe yürüttükleri için müslümanların dünya egemenliğinin yolunu açmışlardır ama Gazali Farabi ve İbni Sinayı kafir ilan edince duyguları aklın önüne geçirince aklını kullanan batı medeniyeti dünya egemenliğni geri almıştır. Laik geniş anlamıyla akıl medeniyeti dairesidir. Bu tarihsel süreç bin senesinde olmuştur ama Osmanlı bindokuzyüzde yıkılmıştır yani felsefi süreç bin yılı bulabilmektedir. Cumhuriyet ya da devletimiz laik medeniyetimiz bin yıl sonrasına kalabilirse hatta bu bin yıl içindeki yeni akli yaklaşımları görebilir yeni mutasyonları öngörebilirse ancak var olabiliriz. Felsefi söylemlerin geçerliliği bin yıl sonra belli oluyor. Bu gün Farabi, İbni Sina ve Gazaliyi niye konuşuyoruz, onlar felsefi söylemin kavşağındalardı. 1786 tanzimatla başlayan aklileşme serüvenimiz cumhuriyetle somutlaştı. Aradan 200 yıl geçmiş, Tarih boyunca aklını kullananlar ve kullanamıyanlar vardı, Felsefi olarak eğer aklınızı kullanıyorsanız egemen sizsiniz, rakibinizi yenersiniz. Müslümanlıkla aklını kullananlarla egemen oldu. Aklını kullanmayı ikinci plana aldı battı ama bin yılda battı. Biz müslümanız elhamdurullah ama aklımızı cebimize gener koyarsak gene geri döneriz sorun burada...Şimdi şu anda realist müslümanlar dünyada egemen olmaya başladı bu iyidir. Gene müslüman egemenliği olacak demektir ama bu yeni icat değil bin sene önce arabamızın kaldığı yerden tekrar hareket etmemizdir. Yeni realist islama yaklaşım felsefemiz farabi ve İbni Sinadan olacaktır. Burada rehber akıl.....
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
Türklerin müslümanlaşması Türk tarihinin bir dönüm noktasıdır. Buna felsefeci gözüyle bakarsam ki alanım o, herkes kendi alanında konuşmalı bence, Türk medeniyeti, medeniyet tarihinde müslümanlıkla felsefileşmiş medeniyet olmuştur. Felsefileşmiş medeniyet nedir. Bir medeniyetin binlerce yıl sonrasına bir düşünce geleneğiyle akmasıdır. Türkler tarih boyunca yüzlerce devlet kurmuşlardır. Dünyada en çok devlet kuran millet olmuşuz, hala da devletler kurmaya devam ediyoruz. Medeniyetin felsefileşmesi demek onun elastikiyeleşmesidir. Yani bir cetceli düşünün biraz zorlanınca kırılıyor ama kauçuk bir cetvele üç düğümde atsanız kırılmaz. Duruma ve ortama göre yaşamını devam ettirebilme. Mutasyona uğrayabilme. Felsefe her şey gibi devrederek tarihte yol almıştır. Sümerlerden başlıyarak günümüze gelmiştir. Bu makale yeni bir mutasyona uğramamız gerektiğini söylüyor. Cumhuriyet kurulurken ki Türk tarihinin yeni bir mutasyonudur. Üç ilke üzerine kuruldu hatta Osmanlı yıkılırken dört ilke vardı, Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık. Osmanlı yıkılınca Osmanlıcılık da gitti, şimdi yeni Osmanlı diyorlar ama ne derece olur bilemem.Geriye üç ilke kaldı. Bu da tarih boyunca Türklerin edindikleri iki felsefeye ek olarak batıcılığın eklenmesidir yani Önce Türk felsefesi vardı sonra Türk ve İslam felsefesi oldu ki yeterli olmadığı için osmanlı yıkıldı. Türk, İslam ve batı felsefelerinin üçlü sentezi cumhuriyetimizin felsefesidir. Önce Türklük lokomotifti, sonra müslümanlık lokomotif oldu, şimdi ise batı felsefesi yani laiklik lokomotif... sorun nasıl laiklik.... laiklik
-
FELSEFEYİ NASIL SEVDİREBİLİRİZ.
Çevirinin kalitesi çok önemli dostum, özellikle Ahmet İnam, Bedia Akarsu, Betül Çotuksöken, Kuçurabi ve diğer çevireceği konuya hakim hocalarımız çeviri yaptığında, bahsettiğiniz terim eksikliğini gerek terim üreterek, gerekse konuya hakim olmalarından dolayı anlatım yolları bulacaklardır. Rahmetli Nermi Uygur'umuz Türkçemize zor gibi gözüken fenemonoloji konusunu roman tadında yazmıştır.Türkçeye terim eksikliğinden dolayı çevrilemiyecek felsefi metin ya da kitap olduğuna inanmıyorum. Çevirilmesi gereken çok felsefi kitaplar var, bunlar hocalarımzın fedekarlıklarıyla aşılacaktır. Demek istediğim Türk Felsefe dili olgunlaşmıştır. Sevgiler saygılar.....
-
FELSEFEYİ NASIL SEVDİREBİLİRİZ.
Yirmi sene önce dediğiniz doğruydu sayın NICLENO ama günümüzde roman tadında okunabilen felsefi yazılar var. Sartre'den beri köşe güncel yazılar yazan felsefeciler çoğaldı ve Türkçemizde de çok felsefeyle ilgili kitap çıkıyor. Çıkan dergileri ve kitapları takip edemiyorum, bir kütüphane dolusu kitabım var ama o kadar da almam gerekiyor ve okumam gerekiyor, mesaimim tamamını harcasam yetişemem. Bir de felsefe artık yaşam felsefesiyle ilintili söylemler istiyor. Anlaşılmayan karışık kuramlardan ziyade, açık ve seçik söylemler gerekiyor. Şu an en az 20 tane ismini sayabileceğim roman tedında yazan hocalarımız var, özellikle Ahmet İnam'ın gönül felsefesini çok önemsiyorum. Gönül kelimesi özgün Türkçe kelime ve başka dillerde karşılığı yok. Bir Almancanın, Fransızcanın ve İngilizcenin tarihi 1300 yıldan geriye götüremezsiniz ama Türklerin resmi tarihi milattan öncelere dayanıyor, dilini Sümerlere kadar götürebilirsiniz. 1300 yıl önce yaşamış Yunus Emre'yi şimdi anlayabiliyor sokaktaki insan, işte yaşam felsefemizin derinliği en az onlar kadar var, işlendikçe onlar Latin içinde kaybolurlar, Fransızı, İngilizi, Almanı ama Türk binlerce yılda geriye gitse gene Türktür. Türk felsefesinin sıradan bir erleri olabilirsek ne mutlu bizlere.... Bir şeyi halk benimserse kalıcı oluyor... Sevgiler saygılar....
-
FELSEFEYİ NASIL SEVDİREBİLİRİZ.
Bir de insanın içinde yetiştiği ortam çok önemli, dil tarih ve coğrafya'da etken. Eski Yunan'da felsefenin gelişmesinin üç etkenle de alakası var. site devletleri vardı bir sürü, değişik yapılanmalar. Deniz kenarında olması da önemli, medeniyet denizden gelir derler. Değişik insanlarla karşılaşıyor. Bir de doğal korunak var, dağın tepesindesin ve önünde deniz var düşman öyle hemen gelemiyor ve düşünmeye zaman bulabiliyorsun, formatın farklı oluyor yani ama orta asya da uçsuz bucaksız bozkır ve gece uyurken ani atlı baskınlarıyla yok edilebiliyor binlerce insan, dağların tepelerindeki kale duvarları yok. İnsan önce kendini güvende hissedecek ki sonra düşünce üretsin. Yaşamak için atik olmak gerekiyor, biz bir kelimeyle çok şey anlatırız, çünkü geldiğimiz coğrafya da uzun mıuhabbetle değil, pratikle her şey çözülüyor. Söz çok önemli, örneğin Kaşgarlı'da " İm bilse er ölmez." diye bir söz vardır. İm parola, yani gece geç kaldığında o obadan birisi, obanın o günkü parolasını söyliyemese öldürülüyor demek ki...... yaşadıkları coğrafi koşullar öyle bir önlem almayı gerektiriyor ve insanlar yarım saat içinde savaş düzeni almaları ve karşı koymaları gerekiyor saldırıya, yüzbinlerce insanı düşünün, nasıl olacak bu, bir emir komuta zinciri gerekiyor ve yaşamak için, var olmak için öyle bir yaşam tarzı gerekiyor. Kararlar alınıp hemen uygulanması gerekiyor. Çünkü düz bozkırlarda var olabilmek için nasıl ani hareket etmek gerekiyorsa, ani düşünük, ani karar verip uygulamak gerekiyor. Yiğit savaş alanında, bilge dernekte belli olur denir gene Kaşgarlı'da, toplanılıp konuşulunca bilge insan ortaya çıkar...... Coğrafya o insanlara var olmak için disiplinli yaşamayı öğretmiştir ve düşünce sistematiği de ona göre gelişmiştir. Söz taşımak değerli bir maden taşımak gibi değerlidir elçi için. Pratik yaşam açık ve net cevap ister, aslında felsefe de açık ve net cevaplar verir. Örneğin İnsan siyasi hayvandır. İki temel gerçeklik vardır, gündelik yaşam ve en üst etkinlik felsefe, bu iki ayrı dildir aslında bir gündelik dil vardır, bir de felsefi dil vardır. Gündelik dille de felsefe yapılır ama uzun okumaları gerektiren alt yapı lazım. Bu da sevgiyle oluyor, insan sevdiğinin çilesine katlanıyor. Bir de felsefe sabır işidir. Allah kainatı altı günde yaratmış, aslında ol dese gene yaratırmış, hatta yedinci günü de dinlenmiş. Sebebi insanların amaçlarına ulaşırken sabırlı olmalarını öğrenmeleri içindir. Sevgiler saygılar.....
-
Bilge Kağan’ın Türk ulusuna seslenişi
Bilge Kağan’ın Türk ulusuna seslenişi; (M.S. 734) “Ben, Tanrı’ya benzer, Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Kağan, Tanrı irade ettiği için, hakanlık tahtına oturdum.Ey Ulusum! Ey Hanedanım! Sözlerimi dikkatle dinleyin! İleridegün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar bütün ulusları şimdi bana tabidir.Bu günkü gibi kargaşalık olmaksızın Türk Hakanı Ötüken’de oturursa, Türk yurduna sıkıntı olmaz.Ben Ötüken’de oturarak yurdumu yönettim.Çinlilerin altınına, gümüşüne, ipeğine, tatlı sözüne, değerli hediyesine kapılmadım.Bunlara kapılan ne kadar Türk’ün can verdiğini, Çin boyunduruğuna düştüğünü unutmadım. Tanrı yardım etti, Türk Hakanı oldum. Dağılmış ulusumu bir araya topladım. Fakir ulusumu zengin ettim. Azalmış ulusumu çoğalttım.Atalarım Bumin Kağan’a, İstemi Kağan’a layik bir oğul olmaya çalıştım. Atalarım Türk yurdunu öyle sıkı tuttular, öyle bilgelikle, öyle güzel törelerle yönettiler ki, Türk ulusu mutlu oldu. Onların ölümlerine candan ağladı.Atalarıma tabi olan bütün yabancı uluslar, Çinliler, Tibetliler, Moğollar bile onların çağında yaşadıkları mutlu hayatı unutmadılar. Atalarım o kadar ünlü hakanlardı. Sonradan bilgisiz ve kötü hakanlar Ulu Türk tahtına oturdular.Onların kötü idaresi ve Çinlilerin hileleri yüzünden Türk ulusu zengin ülkelerini kaybetti. Türk Hakanlarının cihanı tutan ünleri geçmişe karıştı. O yüzden, Çinlilere beylik olan Türk kişizadeleri köle, Türk kızları cariye oldu. Türk beyleri şanlı isimlerini bıraktı, Çince isimler kullanmaya başladı. Doğu Türkleri, Çin Hakanına tabi olup 50 yıl onun acıklı ve utandırıcı idaresinde yaşadılar. Fakat Gök Tanrı Türk’ün bu haline acıdı.Türk ulusu yok olmasın, eskisi gibi cihanın en yüce ulusu olsun diye babam İlteriş Kağan’la anam El-Bilge Hatun’u Türklere hakan kıldı.Tanrı güç verdi, babamın Türk ordusu kurt, Türk düşmanları koyun oldu. Düşmanlar, kurt önünden kaçan koyunlar gibi dağıldı gittiler. Hakan babam, doğudan batıya at koşturup Türk ulusunu tekrar topladı, birleştirdi, Türk devletini diriltti. Ey Türk Oğuz Beyleri! Üstten gök çökmedikçe, alttan yer delinmedikçe bil ki, Türk Ulusu, Türk Yurdu, Türk devleti, Türk töresi bozulmaz. Ey ölümsüz Türk Ulusu! Kendine dön! Su gibi akıttığın kanına, dağlar gibi yığdığın kemiklerine layık ol! Ey Ulusum! Bil ki ben, zengin ve parlak bir ulusa Hakan olmadım.Zayıf ve zavallı bir ulusun başına geçip tahta oturdum. Kardeşim Kül Tigin ve yeğenlerim olan iki prensle and içtik; babamın, amcamın hayatlarını verdikleri ulus uğruna biz de bütün gücümüzle çalıştık. Başına geçtiğim Türk Ulusunun birliği ve yüceliği için gece uyumadım, gündüz oturmadım.Ölesiye, bitesiye çalıştım. Tanrı yardım etti, bahtı yar oldu, yoksul ulusumu zengin ettim, Türk Ulusunu bütün uluslardan üstün kıldım” Bilge Kağan(M.S. 734)
-
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım...
Kemalizm'e felsefi bir yaklaşım... Kemalizm akıl ve bilim'i temel alan o günlerdeki etkin felsefi akım olan pozitivist felsefeyle temellenmiştir. Günümüzde felsefi akımlar, akıl ve bilim'i değil. "İnsan Felsefesi"ni temel almaktadırlar. Akıl ve bilim'le bakış açısının dar olduğu ve İnsanı temel alan felsefelerle eklektik yaklaşımlar oluşmuştur. Bu yaklaşımların merkezinde Humanizm vardır. Pozitivizmi temel alan yaklaşımdan "Türk Humanizmi"ni(Suat Sinanoğlu) temel alan felsefeler üretmeliyiz. Atatürk Milliyetçiliğine dayalı yeni Kemalist yaklaşım oluşmaktadır. İnsana bilimle değil değerleriyle yaklaşan yeni "İnsan Felsefesi" Türk'ün en yüksek değeri olan vatan sevgisi ve binlerce yılda temel değeri haline gelmiş ordu-millet felsefesiyle giriş yaparak diğer değerlerimizi de yapılandırarak yeni insan felsefesinde açılımlar sağlayabiliriz... İnsan felsefesinin kurucusu Max Scheler'dir ve Nietzche gibi önemli bir temsilcisi dünyadaki yeni felsefenin oluşumunda öncü rolü oynamaktadırlar... Bizde ise rahmetli Takiyettin Mengüşoğlu, "İnsan Felsefesi" adlı kitabında ve sağlığında yetiştirdiği öğrencileri ile bir özgün bir ekol oluşturmaktadır... Türk Humanizmini temel alan felsefesiyle Türk milleti bölgesel ve küresel, Avrupa Birliği tarzı oluşumlarla insanlığa hizmette ırkçı olmayan öncü rolünü üstleneceğine inanıyorum... İnancımızı felsefeyle temelendirirsek, binlerce yıl sonrasına kalıcı Türk varlığını devletlerin yıkılması ve kurulmasıyla kesintiye uğratmadan devam ettirebiliriz... saygılar hürmetler.... Mustafa Altınay
-
FELSEFEYİ NASIL SEVDİREBİLİRİZ.
Aynen öyle huseyinn kardeş...
-
FELSEFEYİ NASIL SEVDİREBİLİRİZ.
FELSEFEYİ NASIL SEVDİREBİLİRİZ. Felsefeyi insanlara sevdirmek ve sempatikleştirmek için çeşitli yöntemler uygulanıyor. Ben felsefeye soğuk yaklaşılmasının sebebinin felsefecilerin yaşamlarının ve kuramlarının öncelikle öğretilmeye ve anlatılmaya çalışılmasının sonucunda başlangıçta insanların gözünde felsefe büyüyor, birde kuramların karmaşıklığı işin içine girince anlamadığı şeye insanlar eğreti yaklaşıyor. Felsefeyle ilgileneceklerin her şey bir yana felsefi yazılarla ucundan bulaşması, sonra sonra sevdikçe, benimsedikçe karmaşık kuramlara girmesini daha güzel bir yöntem olarak benimsedim ve bu çeşitli yerlerden derlediğim, etik kurallara uyarak alıntı yaptığım yerleri ayrıntısına kadar belirttiğim yazılarla başladım. Okuduğum makaleleri seçerken uyguladığım yöntemi edebiyat hocamın tavsiyesini söyleyerek sözümü bitirmek istiyorum. Hocama hangi kitapları okumamı sorduğumda, bana herhangi bir kitap ya da yazıyı okumaya başladığında, iki üç paragraf okuduktan sonra sıkıcı geliyorsa bırak, hoşuna giden, seni saran yazıları oku, ilerki zamanlarda tekrar aynı yazıları okumayı dene, bazılarına devam etmek isteyebilirsin tavsiyesinde bulundu. Bende felsefe ile ilgili yazıları sonraya bıraka bıraka, sonradan hoşuma gidenlerle ucundan felsefeye bulaştım. Felsefi terminolojilerle yazılmış yazılar hakkında az çok öngörülerim, fikirlerim oluşabiliyor ama tabi bu yıllar süren okuma ve anlama zorlamalarımla oldu, çoğu zaman bir cümleyi çözmek için sözlükler kullandım. Bazı terimleri çeşitli yerlerde nasıl kullanıldıklarına dikkat ettim. Felsefeyi ya da herhangi bir şeyi anlama ve bilme başarısının yüzde doksanı emek, yüzde biri deha deyişiyle bitirmek istiyorum. Sevgi ve saygılarımla Mustafa Altınay