Hemen şunu söyliyeyim ki, İslamiyet değil kadını korumamak (Hak vermemek) hayvanları dahi korumuş, onlara ağır yük vurm,ak ve aç bırakmak suretiyle eziyet eden kimselere dünya ve âhirette ceza vermjştir. Yani İslam hukukunda hayvanlara eza cefa edenlere ceza vardır. Bu hususta bir hadis-i şerifi nakl edelim.
«Peygamberimiz (s.a.v.) Ensardan bir adamın bahçesine girdi. Orada bir deve bulunuyordu. Deve Peygamberimizi görünce inledi ve gözlerinden yaş geldi. Peygamberimiz (s.a.v.) deveye yaklaşıp (Şefkat ve merhametinden) hörgücünü ve kulak arkasını okşadı. Deve sesini kesti. Sonra Resulü Ekrem (s.a.v.) :
— Bu deve kimindir, buyurdular. Ensardan bir genç:
— Benim ya Rasulallah, dedi. Rasuli Ekrem:
— Allah'ın sana emanet ettiği bu deve hakkında Allah'tan korkuyor musun?... Bak deve senin aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor. Hayvanın hakkını veren İslamiyet kadına verilen haklara geçmeden ki dünyanın ve 150 - 200 sene öncesine kadar Avrupanın kadına bakış açısına bir bakalım.
İslamiyetin geldiği çağda kadını yer yüzündeki hemen bütün milletlerde aşağılık bir mahlûk olarak kabul ediliyor, zelil hakim ve esir bir durum da bulunuyordu. Eski hint hukukuna göre kadını, evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiç bir hakka sahip değildi.
Kadının murdar, temayüllere, zayıf karektere ve kötü bir ahlâka sahip olduğu kabul ediliyordu. Budizm kurucusu Buda önceleri kadınları dinine kabul etmiyordu. Nihayet bir çok tereddütten sonra kadını dinine kabul etmiş, fakat bunun budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söylemiştir.
«İsrail hukukuna göre kızlar, babalarının evinde bile hizmetçi gibidirler. Baba onları satabilir. Boşanma hakkı keyfi bir surette kocaya aittir. Kızlar ancak başka bir varis bulamadıkları taktirde babalarının miraslarına nail olabilirler.»
«İran'da Sasani devletinde kız kardeşle evlenmek caizdi. Hatta bu teşvik edilirdi. Kan hısımlığının, kız kardeş ve annelerin saygıya değer hiç bir hususiyetleri yoktu.»
Şimdi bunu okuyunca ne kadar irkildin değil mi? Hem de çok tiksinerek irkilmişsindir. Ve kendi kendine «Bu insanlar eskiden ne kadar vahşi ve adi imiş» demişsindir. Halbuki bu olaylar 1450 sene önce olmuştur. Ya şimdiki olanlara ne dersin?. Geçen sene İsviçre'de kız kardeşlerle evlenilebilir, diye kanun çıkarttılar. Erkek erkekle de evlenebilir diye de, kanun çıkardılar. Hatta daha da kötüsü var. İnsan yazmaktan haya ediyor. Ama, ibret olsun diye yazayım. Gazetenin birinde okumuştum ya Amerika'da ya da İngiltere'de, kadının biri köpekle evleniyor. Belediyede nikâh kıyılırken dostları tebrik etmeye geliyorlar. İnsanın avazının çıktığı yere kadar bağırası geliyor: «NEREDESİN BİN DÖRTYÜZ SENE ÖNCESİ CAHİLİYYET DEVRİ GEL... GEL...»
Yirminci asırdan sen daha iyiydin diye. Bu kadar vahşilik, adilik hayasızlık olur mu Yarabbi...
Yunan ve Roma'da kadın hiç bir şahsiyete ve hakka sahip değildi. Eflatun'a göre : Kadın orta malı gibi elden ele gezmeli imiş. Çinlilerde kadın insan sayılmaz ona isim bile takılmazdı.
İngiltere'de Milattan sonra beşinci asırdan onbirinci asra kadar kocalar karılarını satabilirlerdi. İlk günahın işlenmesine sebep olan ve böylece insanlığın felaketini hazırlayan bir kadın (Havva validemiz) olduğuna inanan karamsar Hiristiyan milletler, kadına daima bir «Şeytan» nazarı ile bakmışlardır. İngiltere'de kadın murdar bir mahlûk sayıldığından İncile el süremezdi. Bu vaziyet ancak Kral VIII Hanri'nin (1509-1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla sona erebildi. Bu karara göre kadınlar, İncil okuyabileceklerdi.
Vaktiyle Avrupa'da ve bütün dünyada, kadın hesaba katılmayan bir sürü idi. Alimler ve filozoflar, kadın hakkında şöyle münakaşa ediyorlardı.
Kadının ruhu var mıdır? Yoksa o ruhsuz bir yaratık mıdır? Eğer ruhu varsa, acaba o insan ruhu mudur, yoksa hayvan ruhu mudur? Onun ruhunun insan ruhu farz edildiği takdirde o zaman onun erkeğe nisbetle insani ve içtimai durumu kölenin durumu gibi midir, yoksa o köleden biraz daha yüksek bir yaratık mıdır? Hatta Yunan'da ve Roma imparatorluğunda kadınm sosyal ve haysiyetli bir mevkie sahip olduğu kısa devrelerde bile bu durum ancak şahsi sıfatları sebebiyle mahdut kadınlara veya meclislerin süsü, aralarında öğünme ve gösteriş vesilesi olarak onları teşhir etmeye meraklı zengin ve müsriflerin israf ve lüks vasıtalarından bir vasıta olmaları hasebiyle başkentin kadınlarına has bir durumdu.
Lâkin buna rağmen kadın, erkeğin gönlüne sevdirdiği şehvetlerden sarfı nazar ile kendi kişiliği içinde kendine has bir haysiyefe sahip olmaya lâyık ve insanı bir mahluk gibi hiç bir zaman hakiki ihtiram mevkiine yükselemedi. Böylece bu durum Avrupa'da kölelik ve derebeylik devirlerinde de devam etti.
O devirlerde kadın cehalet içine gömülmüş olduğu halde, bazen şehvet ve lüks oyuncağı olarak kullanılır, bazen de yiyen içen gebe olan, doğuran hayvanlar gibi geceli gündüzlü çalışan ihmale uğramış bir yaratık olarak kendi haline terk edilirdi. Hatta bu durum Sanayi İhtilali gelip çatincaya kadar devam etti.
(134) İslam ahlâki — M. Yaşar Kandemir
Sanayinin gelişmesi Avrupalı kadına isabet eden felâket, uzun tarihinde isabet edenden daha da kötü idi. (135)
Teknik ve sanayi hareketi kadınları ve çocukları çalıştırdı. Aile rabıtalarını parçaladı ve ailenin kuruluş düzenini bozdu. Lâkin çalışmasından, haysiyetinden, ruhi ve maddi ihtiyaçlarından en fazla karşılık ödeyen sadece kadındı. Erkek onun bir yönden çocuk yapmasından korktu. Hatta, evli aynı zamanda anne olsa kendisini beslemesi için çalışmaya icbar etti.
Başka bir yönde de fabrikalar kadını en kötü bir şekilde istismar etti. Böylece onu uzun saatlarde çalıştırdılar ve aynı fabrikada aynı işi yapan erkeğe daha fazla ücret verdiler. (136)
Birinci Cihan harbi koptu. Bu savaşta Avrupa vs Amerika gençliğinden on milyon insan ölüp gitti.- Kadın bütün çirkinliğiyle beraber çalışma kasvetiyle yüz yüze geldi. Milyonlarca kocasız kadın vardı. Bunların kocaları ölmüş, yahut harpde yaralandığından çalışamaz duruma gelmişti. Veyahutta korku gürültü, zehirli ve boğucu gazlar sebebiyle sinirleri bozulmuş deli olmuşlardı. Bir kısmı da dört senelik hapisten sonra asabını dinlendirmek ve biraz yaşamak sebebiyle çalışmak, yorulmak ve tahammül isteyen evlenme ve evlilik hayatı yaşamaktan kaçıyordu. Bir başka yönden orada harbin tahrip ettiklerini tamir ve fabrikaların çalışmasını eski haline koymaya kafi gelecek miktarda çalışan erkek eli olmadığı için kadının çalışması bir zaruret halini aldı. Çünkü çalışmadığı taktirde bizzat kendisi ve bakmağa mecbur olduğu çocuklar ve ihtiyarlar açlık tehlikesine maruz kalacaklardı. Kadın çalışınca da ahlâklarından vaz geçmek zorunda idi. Çün-ki o gün için kadının namuslu olması ekmeğine mani bir kayıt durumunda idi. Zira fabrikatör ve onun adamları sadece çalışan el istemiyorlardı. Onlar bu durumu bulunmaz bir fırsat telakki ederek hareket ediyorlar, böylece peşinde koştukları kuşlar aç olarak — tane toplamak için— kendiliğinden yere düşüyorlardı. Artık onların bunları avlamasına ne mani olabilirdi? Acaba vicdan mı? Ne gezer mademki zaruretlerin sevgiyle çalışmak için kendini peşkeş çekecek bir kadın vardır. O halde iş isteyenlerden ancak kendini teslim edenlere iş verme zihniyeti hakim olmalıydı ve öyle olup. Kadın isteyenlere kendini teslim ederek fabrika ve ticarethanelerde çalışmakla şu veya bu yolla arzularını tatmin etme mecburiyetinde bırakıldı. Lâkin onun esas meselesi bu sefer daha çok alevlendi. Kadın çalışmaya olan ihtiyacını fabrikalar istismar etti ve hiçbir akıl ve vicdanın hoş görmiyeceği zalimce muamelesine devam etti.
Kadına aynı yerde ve aynı işte çalışan erkeğin ücretiden daha az ücret veriliyordu. Kadına ait ne kaldı ki o kendini, kadınlık gururunu ve haysiyetini harcadı. Aralarında varlığını hissettiği, hayatına kattığı, böylece saadet ve gurur duyduğu aile ve çocuklarına olan tabii ihtiyacından bile mahrum bırakıldı. Buna mukabil en basit bedahetin kabul ettiği tabii hakkı olan «Ücrette erkeğe eşitlik hakkı»nı alabildi mi?... Avrupalı erkek kolay kolay hakimiyetinden vaz geçmedi. O halde bu çatışmanın vukuu ve bu çatışmada kullanmaya elverişli silahlan kullanmak gerekiyordu. Kadın grevleri gösterileri toplantı ve kongrelerdeki konuşmaları ve basını hedefine ulaşmak için birer vasıta olarak kullandı. Sonra kendisine yapılmakta olan zulmü menbaından kesmek için mutlaka kanun yapma yetkisinde erkeğe iştirak etmesi lazım gelidiğini anladı. İlk önce seçme hakkını talep etti. Sonra bunun arkasından gelen parlemontada temsil hakkını talep etti. Çünki o erkeğin yaptığı işin aynısını yapıyordu. Onun mantıki bir sonucu olarak, mademki, her ikisi de aynı yoldan hazırlanmışlar ve bir tek öğrenim yapmışlar o halde, bunun mantıki sonucu olarak erkek gibi devlet memuriyetlerine girmeye hak iddia ettiler. Bu Avrupa'da kadının haklarını elde etmek için yaptığı mücadelenin hikayesidir...
Orada, kadın hakları konusundaki her adım, erkek istesin istemesin kendinden gelecek adımı hazırladı. Böylece dizgini elinden kaçırmış ve çözülmelerle çökmüş olan bu toplumda bizzat kadın dahi artık kendi işine kendisi malik değildi. (137)
Bütün bunlara rağmen demokrasinin beşiği olarak kabul ettikleri İngiltere'de devlet memuriyetlerinde çalışan kadına, erkekden daha az ücret verilmekte ve hâlâ da buna devam edilmektedir.
Bir kaç cümle ile de komünist âlemdeki kadına göz atalım. Bu ülkelerdeki kadının durumu Avrupa daki kadınların durumundan çok daha beterdir. O nazik eller, o zayıf vücut, ağır sanayide gece, gündüz vardiya usûlü olarak çalıştırılıyor. Erkek bir fabrikada, kadın bir fabrikada yani karı koca ayrı, ayrı fabrikalarda ya da çiftliklerde çalışıyorlar. Çocuk bakım yuvasına bırakılmış üçünün bir araya gelmesi büyük mesele...
Çünkü erkek eve geliyor kadın yok, kadın eve geliyor erkek yok... Nerededirler ne yaparlar, nasıl yaşarlar, bunu arayıp sormalarına da imkân yok, kendileri de bilmezler. Kadın mutfakta bir kap yemek pi-
(137) îslamın Eyrafındaki Şüpheler — Prof. Muhammet Kutup
şirmenin saadetinden çok uzaktır. Çünki mutfak yok. Varsa da üç-beş aileye bir mutfak, dolayısıyle de tadı yok, burada hayatın...
Orada kadın koluna bir bilezik, boynuna bir kolye takmaktan mahrumdur. Çünkü mülkiyet yok, para yok...
Yaşama bakımından bir erkek hayatı, fakat vücut ve ruh bakımından kadın olan bu insanlar her şeyi unutabilmek ve ızdıraplannı dindirebilmek için derin ve .korkunç bir sefalete atılıyorlar. Fakat iş yine bitmiyor. Esir hayatı ölünceye kadar devam ediyor. Böylece bir makinadan farksız olan bir kadın için dünyanın hangi saadetinden dem vurulabilir! Hem bu kadın ne için çalışıyor, çalıştırılıyor. Para için mi? Ev yapmak için mi? Eşya için mi? Hayır, hayır hiç birisi için değil. Çünki komünist memleketlerde mülkiyet yok, bir mala sahip olmak yok, malı olmayan, malını dilediği gibi harcamayan ve inandığı yollara veremeyen bir insan için saadet hayaldir. Kim ne derse desin inanmayınız.
İslamın (şeriatın) kadına verdiği hakları anlatırken, yine yer yer İslam dışıdaki görüşlerin, kadına verdiği haklardan bahsetmek» üzere îslamın kadına verdiği haklara geçelim.
Evet bütün dünya hâlâ, yukarıda bir nebzecik olsun bahsettiğimiz şekilde kadına hak verirken bakın bin dörtyüz küsur sene önce İslamiyet kadına ne haklar vermiş, kadına bakış açısı nasılmış.
Kadını asırlardır tokatlamaktan yorulmayan zalim elleri islam havada yakaladı. Bütün mazlumlarla birlikte kadını da kurtardı. Onun asırlardır örselenen narin vücudunu iffetin timsalidir diye nadide kumaşlara sardı. Gözü paradan puldan başka bir sey görmeyen, daima bunun için birbirini yiyen erkeklerin elindeki altınları, mücevherleri aldı, kadınlara taktı.
Zalim ellerin tutup sürüklediği saçları tüllere bürüdü. Bundan sonra da erkeklere «Kadınlarla güzel geçinin» (138) buyurdu.
Rasul-i Ekrem (s.a.v.) de «Sizin en iyiniz, hanımına karşı en iyi olanınızdır» buyurdu. (139)
Çektiği ızdırapların, döktüğü göz yaşlarının mükâfatını «Cennet anaların ayağı altındadır» (140) hadisiyle alan kadın, saadeti İslam dininde buldu. Ana olmanın büyüklüğünü o zaman anladı.
Bir defasında Ashaptan biri ile Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) arasında şöyle bir konuşma-geçti.
— Ya Rasulallah, insanlar içinde kendine iyi davranmama en fazla lâyık olan kimdir?
— Anandır.
— Ondan sonra kimdir?
— Anandır.
— Ondan sonra kimdir?
— Yine anandır.
— Sonra kim gelir?
— Baban. (141)
İşte böylece kadın, lâyık olduğu değerlere İslam ile kavuştu. Cemiyet hayatında kadınında bir yeri olduğunu takdir edemiyenlere İslam, makul ifadelerle şu gerçeği kabul ettirdi.
Allah Tealâ her şeyi çift yarattığını, zürriyetin devamı için her iki cinsin kendine ait vazifeleri bulunduğunu, kadınla erkeğin- birbirini tamamladığını anlattı. Böylece cemiyet hayatında kadının vaz, geçilmez bir unsur olduğu kabul edildi.
(138) En-Nisa: 19
(139) Tirmizi
(140) Feyzul-kadir İH, 316
(141) Buhari, Edep, 2
Kadını içinde bulunduğu yürekler acısı durumdan kurtardıktan sonra îslamın ona lütuf ettiği maddi ve manevi imkânları sırayla gözden geçirelim:
1 — Kadının insan olduğunu bile düşünmek istemeyen bazı frenkler onu hayvan mı, yoksa şeytan mı olduğunu münakaşa ederlerken, islam dini gerçeği bunlara şöyle anlattı:
«Ey insanlar doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. (142) «Ey insanlar sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbınıza hürmetsizlikten sakının.» (143)
2 — Budizm dinin kurucusu Buda, kadını kendi dinine kabul edip etmemekle tereddüt ederken, Avrupa'da ve bazı memleketlerde kadının bir dini olabileceğini akıllarına sığdıramayan dindarlar, bu zavallıların mukaddes kitaplara dokunmasını ve okumasını resmen yasaklarken, İslam dini emirleri tebliğ ederken kadın-erkek ayırımı göstermedi. Mümin erkekler, müslüman kadınlar, müslüman erkekler, müslüman kadınlar gibi ifadelerle onları dini bakımdan müsavi tuttu.
İslam dinine ilk giren Peygamberimizin hanımı Hatice Validemizdi. İslamın Ulu Kitabı Kur'an'ı Kerim, resmen bir kitapta toplanınca müminlerin annesi Hz. Hafsa'ya teslim edildi. Hz.' Ebubekir'in hilafetinden Hz. Osman'ın hilafetine kadar yıllarca onun yanında kaldı.
Kadınların ruhu olup olmadığı da eskilerin bir problemiydi. Ruhu varsa, acaba o insanın ruhu muy-
(142) Hucurat: 13
(143) Nisa: 1
du, yoksa hayvan ruhu muydu? Kadının da bir dini olabileceğini kabul etmek buna bağlıydı.
İslam, ruhi ve dini bakımdan kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığını şu ilahi fermanlarla ilân ; etti.
«Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler. Kendilerine zerre kadar zulm edilmez.» (144)
«Kadın, erkek kim inanmış olarak iyi iş yaparsa, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini, yaptıklarından daha güzeli ile ödiyeceğiz.» (145)
«Rableri dualarını kabul etti. Birbirinizden meydana gelen sizlerden erkek olsun, kadın olsun iş yapanın işini boşuna çıkartmam.» (146)
3 — Cemiyet hayatında kadına bir yer vermeyen, onlarla aynı mabette toplanmayı, içtimai faaliyetleri onlarla beraber yürütmeyi kendilerine hakaret sayanların karşısına çıkan İslam, kadınla erkeğin yapacağı faaliyetleri şöyle sıralıyordu.
«Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiyi emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazlarını kılarlar, zekat verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir. (147)
Böylece Kur'an'ı Kerim, kadınla erkeğin birbirlerinin yardımcısı olduğunu, dini irşadı beraber yapacaklarını, Rablerine beraber ibadet edeceklerini bildiriyordu.
4 — Eski hu'kuk sistemlerinden bir çoğuna göre kadın, miras haklarından bir çoklarına sahip değildi.
(144) Nisa suresi : 124
(145) Nahl suresi : 97
(146) Al-i İmran : 195
(147) Tevbe: 71
Hamurabi kanunlarında, Brehme kanunlarında, eski İsrail hukukunda ve îslamdan evvel Araplarda durum böyle idi.. (148) Kadın ne babasından ne de kocasından miras alabiliyordu. İslam kadına yine kol, kanat gerdi:
«Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir. (149)
İslam kadına mülkiyet hakkının yanında ticaret ve tasarruf hakkını da verdi. «Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.» (150) âyeti kerimesi bunu ortaya koydu. Bu suretle kadın, mal mülk sahibi olma, rehin, kiralama, vakıf, hibe, alım satım haklarına sahip oldu...
İslamiyeti bilmeyen nüfus kâğıdındaki müslüman-larla (Aslında bunlara müslüman demesi caiz değildir. Bu ikili, birli taksim İslamm kadını emniyetsiz, ya-likte İslamiyetin emirlerinin bir kısmını yada tamamını inkâr etmektedirler) İslam düşmanlarının, ağzında geveledikleri bir konuya temas edelim.
Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde «Erkeğin hissesi, iki kadının hissesi kadardır.» (151) buyurulmakta-dır. Bu ikili, birli taksim îslamın kadını emniyetsiz, yarım bir varlık, telakki ettiğini sananların vehimlerini kuvvetlendirmiştir. Bu mühim hususun sebebini belirtmeden önce, i bu gün İslamı hükümlerin karşısına çıkan tatbiki sırasında karşısına çıkan müşküllere tüm olarak ışık tutan bir noktayı zikretmek gerekir...
İslam ahlakı notlan 7 32
(148)
(149) Nisa suresi
(150) Nisa suresi
— Yaşar Kandemir
(151) Nisa suresi
İslam âlimleri, İslam dininin çeşitli sahalarda vazettiği hükümlerden birini veya bir kaçını bağlı bulunduğu sistemlerden çekip alarak müstakillen ve münferiden mütaala etmek bizi daima yanıltır, diyorlar. Nasıl, kolumuzdaki hassas saatin arıza gösteren bir parçasını çıkanp takamazsak, bütün dünya hukuk sistemleri karşısında tamamen kendi şahsına münhasar İslam hukukunun, hatta İslamın bütün hükümlerinin meselelerini ancak kendi sistemi içinde mütaala edebiliriz. Sonra mukayese yapmak gerekirse, sistemin tümünü karşısındakilerle karşılaştırabiliriz. Bu, İslamdan başka her hukuk sistemi içinde söylenebilecek adil bir sözdür. Binaenaleyh, İslam'dan ayn bir hukuk sistemi zihniyetiyle ve İslam hukuku içinde aile müessesesini etraflıca bilmeden bir erkeğe, iki kadın payı sistemi kavranamaz. Bunlardan başka boşama, dört kadına kadar evlenme, tesettür ve zina suçuna tertip edilen ceza esasları, ibadet hüküm leri, muamelatı ve ahlâkı da dahil bir «Manzume» olarak İslamın tatbik edilmediği cemiyetlerde zuhur edecek içtimai dertler, İslamdan çıkıp alınacak münfe-rid meseleler ve hal çareleriyle daima giderilemezse, bundan İslam dini sorumlu olamaz, suçlanamaz da. (152)
A) Kadının kendisinden başka bakmaya, mecbur olduğu kimse yoktur. Eğer evli ise gerek kendisinin, gerek — varsa — çocuklarının her türlü ihtiyacını temin etmek kocasının vazifesidir. Üstelik kadın evlenirken mehir alacak ve âdete göre bir çok hediyelere de sahip olacaktır. Kendi payının iki katı alan kardeşine gelince: O ya evlidir, ya da evlenecektir. Her iki halde de kendisinden başka en az zevcesine mükellef-
(152) İslamda Kadın — Bekir Topaloğlu
tir. Evleneceği sırada ayrıca mehir verecek, masrafta edecektir. Evli kadın sahip olduğu malı —nafakanın kocaya ait olması hesabıyla— eksiltmeyecek, hatta İslam hukukunun verdiği salahiyetle onu işleyecek arttırabilecektir. Erkek kardeş ise babadan aldığı mirası çoluk çocuğunun nafakasına harcamakla bitirecektir.
Kaldı ki bekar kız babasından aldığı mirasla geçinemiyecek durumda ise erkek kardeş ona yardım etmeye mecburdur.
Kadın eğer kocasından miras alıyorsa durum yine aynıdır. Dul kalacaksa tek başına bir insandır, kocasından ve ekseriyette ebeveyninden alacağı mirasla geçinebilir. Eğer tekrar evlenecekse bu sefer nafaka kocaya aittir.
Görülüyor ki bu sistem de mükellefiyete büyük yer verilmiştir. O halde mutlak eşitlik çığırtkanlıklarının iddea ettikleri zülüm nerede? Şüphe yoktur ki, mesele ne temayüller' ne de iddea meselesidir. Sadece hesap meselesidir. Kadın bir topluluk olarak, sadece kendine sarfetmek için veraset yoluyla intikal eden servetin üçte birini alır. Erkek ise, ilk önce kadına, sonra aile ve çocuklarına sarfetmek için miras servetinin üçte ikisini alır. Hesap ve rakamlar mantığı ile düşünüldüğü zaman iki taraftan hangisine daha fazla isabet eder? Bütün servetlerini kendi şahıslarına harcayan, ne evlenen ne de bir aile kuran bazı erkeklerin bulunması gibi bazı kaide dışı haller varsa bunlar nadir örneklerdir. Bunlar dahi ellerindeki servetin çoğunu gayrı meşru yoldan yine kadınlara sarf ederler. Tabii plan hareket, erkeğin servetini, gayrı meşru yollara değil, içinde kadın bulunan bir aileyi kurmaya harcamasıdır ki, o kadın da onun zevcesidir
O vakit erkek kadınına, kendi tarafından gönüllü bir hareket olarak değil, sorumluluğunu gerektiren bir vazife olarak harcar. Her ne kadar kadının özel serveti olsa dahi erkeğin ondan bir şey alması kafi suretle doğru değildir. Sanki kadın hiç bir şeye malik değilmiş gibi itibar olunur ve ona bakmak erkeğin vazifesidir. Erkek harcamaktan vaz geçtiği veya sahip bulunduğu mali durumuna nisbetle sarfiyatta cimrilik ettiği zaman kadının erkeği şikayet etmesi hakkıdır. Bu durum karşısında Şeriat kadının lehine olarak ya nafaka veya ayrılma ile hükmeder. Bu izahlardan sonra servetin mecmuundan kadının nail olduğu hakiki miktarda artık bir şüphen kaldı mı?
Kadının mükellef olmadığı vazifelerde mükellef olan erkeğin mirastan, iki kadının hissesi kadar hisse alması iktisadi ölçülere göre acaba hakiki bir imtiyaz sayılır mı?
Kaldı ki, bu nisbet emek sarf etmeksizin miras olarak gelen maldadır. Bu ölçü ise beşeriyetin bu gün ulaşmış olduğu en adil kanununa göre taksim ölçüsüdür. İşte o «Herkese ihtiyacı kadar» prensibidir. İhtiyaç ölüsü ise yapmakla mükellef olduğu vazife ve mesuliyetlerin gerektirdiği sarfiyat nisbetidir. Kazanılan mala gelince, ne iş mukabilinde alınan ücret de, ne ticaret kazancında ve nede arazi ve benzeri mülklerin akar ve gelirlerinde kadın ve erkek arasında ayırım yoktur. Çünkü bu husus emek ve karşılık hususunda eşitlik prensibi diye ifade edilen başka bir ölçüye tabidir. O halde îslamm bu ölçüsünde ne zulüm vardır ne de bir şüphe vardır. Müslümanlardan avam sınıfının anladığı ve kötü niyetli îslam düşmanlarının dediği gibi bu meselenin aslı, hiç bir vakit, İslamda
kadının kıymeti erkeğin kıymetinin yarısıdır, şeklinde
değildir. (153)
Dünyanın medeniyet (!!) beşiği Amerika da, kadına mülk ve tasarruf haklarını 20. asırda verdi. Fransız kadını bu mevzuda kocasının izni olmadan harcama yapma hakkına halâ kavuşmamıştır. (154)
5 — Evlendirilirken fikri bile sorulmayan zavallı kadın, erkeğin tıbkı bir kölesi gibiydi. Bir mal bir meta gibi alınıp satılıyordu. '
Kadının şahsiyetine hiç değer vermeyen bu tatbi-kadı islam iptal etti. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyu-ruyordu: Dul kadın kendine velisinden daha fazla sahip ve maliktir. Binaenaleyh onun bu mevzudaki kanaati açıkça alınmadan nikâh yapılmaz. Evlenmiş bir kızın da izni sorulmadan nikâh kıyılmaz? Fikri sorulduğu zaman onun susması da izni sayılır. (155) Demek ki kadın istemediği bir adamla evlendirilmeye-
cekti.
Evlilik gibi hayatı bir mevzuda kabalığın, zorbalığın değil, sevgi karşılıklı anlayış ve huzurun esas olduğunu Kur'an'ı Kerim şöyle açıklıyordu: «Birden fazla evlenmek isteyenlere «Adalet» şartını koştu. Bu yerine getirilmesi çok zor bir şarttı. Adalet gözeteme-yecekse bir hanımla yetinecekti.
Çok kimse tarafından yanlış anlaşılan dörde kadar evlilik meselesinden biraz daha bahsedelim. Dinimiz şu Âyet'i Kerime ile birden fazla kadınla evlenmeye müsade etmiştir.
«Eğer yetim kızlar hakkında adaleti yerine geti-remiyeceğinizden korkarsanız sizin için helal olan di-
(153) İslamın Etrafındaki Şüpheler — Prof. Muhammet Kutup
(154) İslam Ahlakı Notlan — Yaşar Kandemir
(155) Buhariye nikah : 41
ğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamıyacağınızdan endişe ederseniz o zaman bir tane ile, yahut malik olduğunuz cariye ile iktifa edin. Bu (tek zevce ve cariye) sizin haktan eğrilip sapmamanıza daha yakındır.» (156)
Birden fazla iki, üç ve dört kadınla evlenmek mutlaka yapılması gerekli farz vacip kabilinden bir emir değil, zinadan kaçınma zaruretine bağlı bir müsaadedir. Fakat bu müsaade de adaletle şartlanmıştır. Âyet'i Kerime bir tek zevce ile evlenmenin adaleti gözetmeye daha yakın olduğunu beyan etmekle evlenmede asl-olan bir tek zevce ile yetinmek olduğunu bildirmektedir.
tslamın doğuşu zamanında, erkeğin evlendiği kadın sayısı belirsizdi. Fakat îslam gelince bu meseleye verdiği cevabı şöyle özetliyebiliriz.
1 — Aded tahdidi. En çok dört kadınla evlenebilir.
2 — Adaleti şart koştu.
3 — İAdalet gözetilmeyecekse bir tane ile yetinmeyi emretti.
Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma zevciyet muamelesi, sevgi ve saire de gözetilecektir. Şu sevgiyi ele alalım. Acaba psikolojik olarak güzeli, çirkini, genci ihtiyarı ile birlikte zevceleri müsavi olarak sevmek mümkün mü? Değilse adalet yok demektir. Adalet 'olamayınca da bir tane ile yetinmek gerekir. Bu taktirde taadüd olamaz.
Bu tarz düşünceden yürüyerek îslam'da bir taraftan birden fazla kadınla evlenmeyi müsaade edilirken diğer yönden bunu mümkün kılmayacak şartlar koşularak bu müsaade kaldırılmıştır, diyenler vardır. (156) Nisa suresi: 3
Halbuki bu yanlış bir kanaattir. Zaruret halinde binden fazla ve en çok dört zevceyi aynı zamanda saklayacak kimse yedirme, giydirme, barındırma hatta geceleri onların yanmda bulunma gibi maddi hususlarda aralarında tam eşitlikle muamele ettikten sonra elinde olmayan gönül işini şu âyete göre yürütecektir. , «Kadınlar arasında adalet (ve müsavatı tatbik) etmenize, ne kadar hırs gösterirseniz, asla güç yetire-mezsiniz.
Bari, birine büsbütün meyledip de ötekini (ne dul, ne kocalı bir durumda) askılı gibi bırakmayın. Eğer nefsinizi İslah eder, haksızlıktan sakınırsanız şüphe yok ki Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.» (157)
Peygamber Efendimiz hanımları arasında adaleti tatbik eder ve şöyle derdi: «Allah'ım, bu benim elimden gelen adalettir. Senin sahip olduğun, fakat benim malik olmadığım adaletten beni mes'ul tutma. Sadece sevgi gibi elde olmayan hususlar hariç diğer -bütün davranışlarında koca, zevcelerine karşı eşitliğe riayet eder, Peygamberimiz buyumryor ki: «Bir erkeğin nikâhında iki kadın bulunur da aralarında adaleti gözetmezse Kıyamet gününe bir tarafı düşük, felçli olarak gelir» (158). Zevcelerinden biri gayri müslim olsa ona da aynı adaleti tatbik edilir. (159)
Tekrar edelim ki teaüdüt-i Zevcat İslam'da farz, vacip gibi yapılması mecburi bir emir olmayıp ancak bazı zaruretler karşısında zinadan korunmak ve dolayısıyla cemiyeti ahlâksızlıktan kurtarmak için bir hal tarzıdır.
Ayrıtı bilgi isterseniz: Gençliğin imanını sorularla çaldılar - Emine Şenlikoğlu