
çöl gülü
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
13 -
Katılım
-
Son Ziyaret
çöl gülü - Başarıları
-
Selamun aleykum.. Kardeşim bu sınavın ucunda bir üniversite kazanmak değil koca bir cennet kazanmak var.. Peki siz sınava girdiğiniz de şunları diyebiliyormusunuz? " ben bunu doğru olarak seçtim size ne? benim akıl mantığım bunu doğru buldu." Bir deyin bakalım sınavdan geçebiliyormusunuz.. Siz yanlış cevabı verirsenin o sınavdan nasıl bir derece alabilirsiniz? Öğretmenleri mi suçlayacaksınız "hem şıklar veriyorsunuz, hem kendi aklınızla seçin diyorsunuz, mantığım bunu doğru kabul edincede 'yanlış' diyorsunuz" diyerek.. Halbuki size o sınavdan önce bir kitaplar dizisi verildi dersler gördünüz, bu derslere iyi çalışıp doğru cevapları vermeliydiniz.. İşte hayat sınavındaki kitabımız da Kur'an-ı Kerimdir.. Bu sınavada biz kendimiz için giriyoruz, sınavın sonunda cennette cehennemde bizler için, Allah c.c. için değil ki.. Biraz mantığınızı ve aklınızı kullanarak düşünürsenin sizde fark edeceksiniz inşaAllah.. Bizler böyle inanıyoruz, inancımızla da dalga geçilmesini istemiyoruz.. Lütfen, rica ediyorum, eleştiri yaparkende bizi inciterek yapmayın.. Biliyorum belki sizide çok incitti bilinçsiz müslümanlar ama bunun acısını hepimizden çıkarmayın.. Selam ve dua ile kalın inşaAllah..
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Selamun aleykum.. Sizi anneniz doğurdu, onun her söylediğini dinlediniz mi?? Ayrıca Allah c.c. bize herşeyi yaptırma kudretine sahiptir ancak ozaman sınavın manası kalmazdı.. Siz bir sınava girdiğinizde öğretmenleriniz size zorla doğru şıkkımı işaretlettiriyor acaba?? Dünya da bir sınav yeridir, önümüze doğru şıklarla birlikte yanlış şıklarda konulmuştur.. Sınava çalışacağımız kitapta Kur'an-ı Kerimdir.. Her sınavın sonunda başarı olduğu gibi başarısızlıklarda olacaktır.. Bizim başarımızın ödülü cennet, başarısızlığımızın ödülü ise cehennemdir.. Bu bizim inancımızdır kimseninde dil uzatmaya hakkı olamaz.. Üstelik milyarlarca insanın inandığı bir yaratıcıya "becerisizlik" ithamında bulunmak da kimsenin haddine düşmez.. ****************** Kur'an daki kötü sözlere gelince.. Kendinizi bir düşünün.. Siz bina yaptınız ve her katını farklı insanlara kiraladınız, ama bu insanlar size hiç kulak asmadan binanızı mahfettiler sizi kale almadılar.. Siz onlara kimbilir neler söylerdiniz.. Yani Kur'andakiler hafif bile kalıyor.. Yolda biri size yan gözle baksa bile ortalığı kaldırırsınız belkide (misal).. Namazı İslamda uygulaması yok diye tabir etmişsiniz.. Peki bu ayetler neyin nesidir?? “Ey İman Edenler, Sabır ve Namaz İle Allah’tan Yardım Dileyin. Şüphesiz ki Allah, Sabredenlerle Beraberdir.” (Bakara, 2/153) "Namazlara, özellikle orta namaza devam ediniz." Bakara suresi :2 (Orta namaz ikindi namazıdır) "Gecenin bir bölümünde de uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere, nâfile namaz kıl; ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır." İsrâ sûresi (17), Lütfen dini bilenler konuşsun, yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermeyelim inşaAllah..
-
Allah mı Şair, Muhammed mi?
çöl gülü şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Selamun aleykum.. Bismillahirrahmanirrahim "O'nun ayetlerinden biri de, sizi topraktan yaratmasıdır." Rum:20 İlim ispat etmiştir ki, insanın vücudunun aslı oksijen, hidrojen, fosfor, kükürt, azot, kalsiyum, magnezyum, demir, manganez, bakır, iyot, flor, kobalt, çinko, silisyum ve alüminyum gibi toprak unsurlarından meydana gelmiştir. "Arzın bitiriklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah çok yücedir" Yasin:36 "Meyvelerin hepsindenerkekli dişili yaratan O'dur."Rad:3 "Dönüp ibret alsınlar diye herşeyi çift yarattı." Zariyat:46 Bitkilerin erkekli dişili oldukları yeni öğrenildi. Asırlardan sonra elektrikte, atomlarda pozitif ve negatiften bahsedildi. Atomun çekirdeği pozitif, elektronları ise negatif yük taşır. Daha da enteresanı, atom çekirdeğinde de proton ve nötron dediğimiz çiftler vardır. Bu hakikat ancak 1938'de bir İngiliz fizikçisi tarafından keşfedilmiştir. Ve bu ayet-i kerimeye, Batı düne kadar gülüyordu. "Semayı mahfuz (korunmuş,muhafazalı) bir tavan yaptık." Enbiya:32 Bu ayet-i kerime, ifade ettiği birçok manalar yanında, bizi Güneş'in zararlı ışınlarından koruyan, meteor vesair şeylerin tehlikelerinden muhafaza eden atmosfer tabakasını da ifade etmektedir. Gökler ve yerler yaratılmadan önce, Allah'ın saltanat arşının su üzerinde olduğu; "O'nun arşı su üzerinde idi." Hud:7 ayeti ile ifade edilmektedir. Atomların ana maddesi ve tarlası diyebileceğimiz, bu sıvı madde de gaz haline getirildi. Bu durumu, "Sonra göğe yöneldi. O duman halinde idi" Fussilet:11 ayeti ifade etmektedir. Başlangıçta çok sıcak bir duman bulutu halinde olan bu gaz kütlesinin zamanla parçalara ayrılıp nebülözleri, Galaksileri, Güneş sistemlerini meydana getirecek şekilde geliştirildiğini; "İnkar edenler, görmediler mi ki, önceleri gökle yer bir idi. Biz onları ayırdık ve canlı olan herşeyi sudan yarattık... İnanmıyorlar mı?" Enbiya:30 ayetlerinden anlıyoruz.. 1400 YIL ÖNCEKİ BİR "ŞAİRE" GÖRE BİRAZ FAZLA BİLGECE ÖYLE DEĞİL Mİ? YADA SİZİN DEYİMİNİZLE "KAHİNE" GÖRE.. SELAM VE DUA İLE KALIN İNŞAALLAH KARDEŞİM -
İnsanlar neden ısrarla din ister?
çöl gülü şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Neden dinsizler doğum yapamıyormu?? Dinsiz kadınların ayrı bir özellikleri mi var? Biraz ölçülü konuşursanız sevinirim.. Ayrıca din satılan bişey değildir, biz din satmıyoruz (dinci ibaresini kabul etmiyorum) sadece Allah'a inanıyoruz ve inanmak suç değildir.. İnanmamanın suç olmadığı gibi.. Selametle kardeşim.. -
İnsanlar neden ısrarla din ister?
çöl gülü şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Selamun aleykum.. Bence sorunuzu yanlış sormuşsunuz.. İnsanlar ısrarla din istemezler, siz hiç duydunuzmu "Rabbim bize din ver" diye yalvaran birini.. Bizim inancımıza göre Allah c.c. bizleri yarattı ve çeşitli vesileler kılarak yer yüzüne gönderdi.. Bunun sonucunda, yeryüzünde uymamız gereken bir takım kanunlar koydu ve bunu bize dinler vesilesiyle bildirdi.. Peki din olmasaydı ne olurdu?? İçki, zina, hırsızlık, gasp ve daha birsürü şey serbest olur ve insan hakkı denen bişey kalmazdın.. Şarhoşlar birbirine girer, birbirlerini boğarlardı.. Zina yüzünden kimsesiz çocuklardan ve zinanın getirdiği hastalıklardan geçilemzdi.. Hırsızlık ve gasplar yüzünden dünya çekilmez bir yer haline gelirdi.. Şimdi dersiniz ki şuanda da öyle değil mi zaten.. Doğru şimdide öyle, içip içip sarhoş olanların pisliklerini görüyoruz, zina yüzünden ortalık gayrimeşru, oraya buraya terkedilen çocuklarla dolu.. Savaş, terör diz boyu.. İnsanın can ve mal güvenliği yok.. Ama bunları yapanlar Allah korkusu olmayanlardır.. Öbür tarafta hesap vermeyeceğini, bu dünyadan kötülükleriyle yok olup gideceklerini düşünenlerdir.. Bide dersiniz ki bu söylediklerinizi müslümanlar da yapıyor.. Bende size derimki, buna bizim dinimiz izin vermiyor, sadece onlar gerektiği gibi hakkıyla inanmadıkları için yapıyor.. Ayrıca cahil, nüfus kağıdında müslüman yazan insanları dinsiz yapmaya gücünüz yeter belki, ama o size bişey kazandırmaz ki aranıza yeni bir ateist almış olursunuz.. Ama biz sizden birinin müslüman olmasına vesile olduğumuz da o kişinin imanı kurtulmuş oluyor, aramıza yeni bir kardeş geliyor, yüreğimiz şenleniyor, Rabbimizin rızasını kazanıyoruz.. Bunlar hiçbirşeyle paha biçilemeyecek güzellikler ve siz bunlardan yoksunsunuz.. Rabbim hidayet nasip etsin.. Selam ve dua ile kalın kardeşim.. -
"VAR"SIN YOK DESiNLER! VAR’A ‘yok’ demekle, nesi değişir ki ‘var’ın? Varsın Allah’ım varsın! Diller yok diyorsa yalan, kalplerde senin adın yazılı... Canlar Seninle yaşıyor... Eller, sen istersen tutabilir, dizler de öyle... Alâim-i Semâ senin. Gökkuşağında renkler Seni gösteriyor, ‘ressam’ yok dese dert midir? şarkılarda ismin geçmese ne gam? Sesler seni söylüyor. Senin besteni şakıyor bülbüller! Gül gülümsüyorsa senin güzelliğinden... Rahmetinin katresidir yağmur, bahçeler hep senin. En şefkatli sensin Allah’ım. çünki sensin anneleri yaratan... En kudretli sensin Allah’ım çünki sensin dağları dik tutan... çocukların pamukçacık ellerinde, çimenlerin yeşermelerinde, sevdâlıların sıcacık yüreklerinde ‘apaçık’ sen ‘saklısın’... Sana ‘yok’ diyeni ‘yok’tan ‘var’ eden de sensin. Bolluklar mükâfatın, kıtlıklar ikazın... Ferahlıklar, sıkıntılarımıza teselli, üzüntüler seni hatırlamamız için... O kadar varsın ki... Varlığının heybeti karşısında başımız dönüyor, tıpkı dünya gibi... Sensiz yaşanmıyor... Milyonlarca yıldır, milyarlarca hayat ve her hayat sahibine her an taptaze nefesler veren nasıl ‘yok’ olur, nasıl ‘yaşamaz’? Hayatı veren sensin. Hayat da, hayatım da senin. Kendini bilmeyen seni tanımamış; kim neylesin? Anlamayı, bir adıma karşılık bin adımla koşuşturan sensin. ‘inanılan’ da sensin ‘inandıran’ da... ‘Var’ daha ‘yok’ iken ‘var’ olan da sensin. Her zaman her yerde ‘var’ olan da! Sevgin zerre eksilse üzerimizden ve bir an çevrilse bakışların, tutuşur yanarız... Asırlar bir ince perde, mekân bildiğimiz, ayak bastığımız, paylaşamadığımız dünya bir durak... Bir hak verdin... Akıl, duygu, dudak verdin, söyleyeceğiz... Kaderimizi kendimize ‘yazdıran’ da sensin. Yarattın, yaşatıyorsun, dirilişimiz vaadin... Sen vaadinden dönmeyensin, senindir sonsuzluk! ‘Küçükler’ Senden uzaklaştıkça küçüldüler, ‘büyükler’ sana yaklaştıkça büyüdüler. Yûnus balığın karnında, Yûsuf zindanda senin kölendi. Hürriyet sendeydi, sen Rabbimizsin... Serinlik Sendendi, ibrahim’i ateşin yakışından kurtaran... Mûsa’yı Firavun’un sarayında büyüten sendin. Sendin hem yetim, hem öksüz Muhammed’i (asm) Mirâc’a çıkaran... Yûsuf Züleyha’yı senin için reddetti... O, her şeyi! Allahım: Rüzgârdan, ışıktan, lisandan, insandan deliller gönderdin.. Her oluş, her tükeniş işâretindi! Peygamberlerin, nizâmını anlatan yazının satırbaşlarıydı, kelimelerindi velilerin: dostların, senin imla işaretlerin... Geylânî seni söyledi, Rabbanî seni, Mevlânâ sana çağırdı, Gazâlî sana. Bediüzzaman’ın “çağına ve sonrasına” seni anlatan sözü binlerce sayfa sürdü... “Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur” dedi Necip Fazıl, Sen çileyi mutluluk yapansın. Varsın Allah’ım varsın... Hilekârsa bilim, edepsizse edebiyat, sahteyse san’at,gerçeğini; amacını kaybetmişse ‘yok’ diyorsa desin! Küçük kitaplar ‘yok’ yazsa? Kâinat ‘var’ yazan koca kitap! Yazan sensin, okutan sensin. Selâm sana sevgili. “Bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş...” Atomundan galaksisine, zerresinden küresine, yarattığın ne varsa, hepsi içimde dönüyor... Dalgalanıyor denizlerin damarlarımda, buğulanıyor gökyüzü gözlerimde, rüyalar içindeyim, çiçekler içinde, güneşler açıyorum... Bir küçük kâinatım! insanım ve inanıyorum sana. Kundaktan kefene, beşikten musallaya ve oradan ‘asıl hayata’ uzanan rahmetine... şelâlelerde çağıldayan, mercanlarda parıldayan güzelliğine... Toprak kokan mahsuller, kovanlar, peteklerce ikram ikram üstüne bereketine... Kan kırmızı karanfillerden, gözbebeklerine kadar, binbir çeşit ve rengârenk sanatına inanıyorum... ‘Yok’a inanmak ‘yok!’ şüphesiz inanılacak yalnız sensin. Sebepler! Size söylüyorum, sizi sebep gösterenlerde suç, Sevgilim ‘ol’der ve ‘olur’... Allahım... Bir sevdâdır sana inanmak... Gurbette âniden kavuşmaktır! Her şeyimi sen verdin, her şeyim senin. Seni sana lâyık anlatamadım affet! Kelimem yetmedi! işte Allah’ım bu kulunun bütün söyleyebildiği bu kadar. Ben bu kadarım... şükür ki sen bu kadar değilsin! Cihat Zafer
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
AYA GİDİLECEK: «Dolanay haline geldiği zaman o ay'a and olsun ki sizler muhakkak tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz. O halde onlara ne oluyor, ki halâ iman etmezler» İnşikak : 18, 19, 20. Tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz ifadesinde binecek bir araca işaret ediliyor. Ve değişik durumlardan geçileceği belirtiliyor. Nitekim ay'a gidiş için binilen uzay araçları atmosfer tabakalarını bir bir geçtikten sonra uzay boşluğuna ve oradan da Ay'ın çekim sahasına girmişlerdir. Böylece birbirinden ayrı birçok tabaka ardı ardına geçilerek Ay'a gi-dilebilmiştir. Hele birinci âyette Ay'a yemin edilmesi de bu seyahatin ay'a olacağına kuvvetli bir işarettir. Ay'la ilgili şunu söyliyelim ki: Gazete ve dergilerden öğrendiğimize göre Apollo ll'in astronatlarından Ay'a ilk ayak basan insan Neil Armstrong âyette geçen «O halde onlara ne oluyor, ki halâ iman etmezler» emrine «Evet ben de iman ettim» diyerek müslüman oluyor. Kahire'de düzenlediği bir konferansta ezanı dinlerken müslüman olduğunu ilan eden bu feza çağının Fatihi Islama» giriş sebebini şöyle izah ediyor: «14 sene önce Ay'a ayak bastığımda bu sesi işittim ve öğrendim, ki bu İslamın evrensel çağrısıdır.» İsterse Neil Armstrong müslüman olmasa bile âyetlerin muazzamlığı gizlenemez.
-
KUR'AN VE BİLİM YÜZEY GERİLİMİ (Bazı denizlerin suları birbirine kavuşmaz) «O Allah'tır ki, iki denizi salıverdi: Şu biri tatlı, bu beriki tuzlu ve acıdır. Aralarına da kudretten bir engel ve birbirine kavuşmayı önleyici bir perde koydu» Furkan: 53 «İki denizi salıvermiş, birbirine kavuşuyorlar. Fakat bir birine karışmaya mani, Allah (c.c.) tarafından bir engel vardır.» Rahman: 19-20 Sıvı maddeler de yüzey gerilimi kanunu vardır. Bir sıvının moleküllerinde bulunan çekim kuvveti bir diğerinden tamamen ayrıdır. Böylece her iki sıvı durumunu muhafaza eder. Pek az müslümamn ilgisini çeken bu âyet-i Kerimeler dünyaca ünlü deniz araştırmacısı Fransız Jaques Cousteau (Kaptan Kosto)'yu adeta çarpmış ve müslüman olmasına sebep olmuştur. İslama giriş sebebini Kaptan Kusto şöyle anlatmaktadır: «Bazı araştırmaların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Araştırmalar sonucu gördük ki Akdeniz'in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra atlas okyanusundaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz'den tamamen farklı olduğunu gördük. Bu iki su kütlesi Cebel'i Tarık boğazında birleşiyor ve bu birleşme binlerce yıllardan beri sürüyordu. Buna göre bu iki denizin karışması ve sonuç olarak tuzlulukta, yoğunlukta ve ihtiva ettiği madde oranında eşit veya eşite yakın bir durumda olmaları gerekirdi. Oysa ki böyle bir durumun mevcut olmadığını yani su kütlelerinin biri birine karışmadığını her iki denizin yakınlarında müşade ettik. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşırtan bir durumla karşılaştık. Çünki bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su engeli mani oluyordu. Aynı türdeki su engeli 1962 yılında Alman ilim adamları tarafından Aden körfezi ile kızıl denizin birleştiği Bab-ı mendep boğazında da bulunmuştu. Sonraki araştırmalarımızda, farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı su engelinin bulunduğunu müşahade ettik.» Denizlerdeki su engeli konusundaki açıklamasından sonra yakın arkadaşı ve daha önceleri müslüman olan tıp prof. Dr. Maurice Bucaille, Kaptan Kusto'ya bu söylediklerinin yeni bir buluş olmadığını çünkü bunun Kur'an'da belirtildiğini söyledi. Bu sözler Kaptan Kusto'yu büyük bir şaşkınlık içerisinde bırakmış... Kur'an'dan gösterilen yukarıdaki âyetleri büyük bir şaşkınlık içinde dinledikten sonra şunları söylemiştir : Modern ilmin 14 asır geriden takip ettiği Kur'an, ben şehadet ederim ki Allah'ın kelamıdır» (103). (103)Kur'an en büyük mucize — Ahmet Deedat Sözünü ettiğiniz bilim bu durumu daha 1960'lı yıllarda bulurken, Kur'an 1400 yıl öncesinden haber veriyor..
-
Müslüman bayanların dikkkatine.
çöl gülü şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Uyanan gençlik sizmisiniz.. Bırakın Allah aşkına araştırdığınız yazılar devamlı İslam lehine olursa böyle uyursunuz işte.. ************* , hep olumsuz yönde düşünüyorsunuz hep taraflısınız.. Bugüne kadar İslamı hangi kaynaklardan araştırdınız, birkez olsun sahih bir Kur'an tefsiri okudunuzmu.. Mealleri okuyup hüküm koymaktan bişey çıkmaz, biraz tefsir okuyun sahih Hadisler ve fıkıh okuyun kendinize gelin.. Bahsettiğiniz Allah'ın gönderdiği bir din,***** atılan Allah'ın Alemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber.. Bir din bu kadar basit olarak reddedilemez, ucunda Allah'a isyan var.. Üstte yolladığım yazıyı vijdan çerçevesinde değerlendirin baştan sona kadar.. Bizim derdimiz size zara vermek değil, imanınızı kurtarmak, cennette sizlerle komşu olabilmek.. Ama siz **** **** bir olup başka yollara sapmak isterseniz en azından inancımıza dokunmayın.. Selam ve dua ile kalın kardeşim.. -
Ya şaka gibi konuşmuşsunuz.. Şarap arapçada üzüm suyu demek bikere bunu bilin ve araştırın isterseniz yani sarhoş edici şarap değil, üzüm suyu.. Ayrıca huri cennetteki kadınlar evet ama asla hayat kadını diye bişey değil, nasılda kör şeylere inanmışsınız. Almancasından ibranicesinden bize ne biz arapçadan bahsediyoruz.. Hura değil Huri, bilmem anlatabildim mi??. Ayrıca sadece erkeklere kadınlar verilmeyecek, kadınlarada Civanlar verilecek yani cennet erkekleri.. Ne olur biraz mantıki deliller bulun kendinize ve almancaymış ibraniceymiş uğraşmayın.. Siyonistlerin, ateistlerin dinden soğutma oyunlarına alet olmayın.. Onlar sizi cehenneme sürükler ama gerçek ve samimi bir müslüman sizin cennete gitmenizi ister.. Sizin iyiliğinizi isteyen bizlere düşmanlığı bırakın.. Biz sizi zorlamıyoruz doğru yolu göstermeye çalışıyoruz, o yolda gitmek yada dönmek size kalmış.. Selam ve dua ile kalın kardeşim..
-
Müslüman bayanların dikkkatine.
çöl gülü şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Hemen şunu söyliyeyim ki, İslamiyet değil kadını korumamak (Hak vermemek) hayvanları dahi korumuş, onlara ağır yük vurm,ak ve aç bırakmak suretiyle eziyet eden kimselere dünya ve âhirette ceza vermjştir. Yani İslam hukukunda hayvanlara eza cefa edenlere ceza vardır. Bu hususta bir hadis-i şerifi nakl edelim. «Peygamberimiz (s.a.v.) Ensardan bir adamın bahçesine girdi. Orada bir deve bulunuyordu. Deve Peygamberimizi görünce inledi ve gözlerinden yaş geldi. Peygamberimiz (s.a.v.) deveye yaklaşıp (Şefkat ve merhametinden) hörgücünü ve kulak arkasını okşadı. Deve sesini kesti. Sonra Resulü Ekrem (s.a.v.) : — Bu deve kimindir, buyurdular. Ensardan bir genç: — Benim ya Rasulallah, dedi. Rasuli Ekrem: — Allah'ın sana emanet ettiği bu deve hakkında Allah'tan korkuyor musun?... Bak deve senin aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor. Hayvanın hakkını veren İslamiyet kadına verilen haklara geçmeden ki dünyanın ve 150 - 200 sene öncesine kadar Avrupanın kadına bakış açısına bir bakalım. İslamiyetin geldiği çağda kadını yer yüzündeki hemen bütün milletlerde aşağılık bir mahlûk olarak kabul ediliyor, zelil hakim ve esir bir durum da bulunuyordu. Eski hint hukukuna göre kadını, evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiç bir hakka sahip değildi. Kadının murdar, temayüllere, zayıf karektere ve kötü bir ahlâka sahip olduğu kabul ediliyordu. Budizm kurucusu Buda önceleri kadınları dinine kabul etmiyordu. Nihayet bir çok tereddütten sonra kadını dinine kabul etmiş, fakat bunun budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söylemiştir. «İsrail hukukuna göre kızlar, babalarının evinde bile hizmetçi gibidirler. Baba onları satabilir. Boşanma hakkı keyfi bir surette kocaya aittir. Kızlar ancak başka bir varis bulamadıkları taktirde babalarının miraslarına nail olabilirler.» «İran'da Sasani devletinde kız kardeşle evlenmek caizdi. Hatta bu teşvik edilirdi. Kan hısımlığının, kız kardeş ve annelerin saygıya değer hiç bir hususiyetleri yoktu.» Şimdi bunu okuyunca ne kadar irkildin değil mi? Hem de çok tiksinerek irkilmişsindir. Ve kendi kendine «Bu insanlar eskiden ne kadar vahşi ve adi imiş» demişsindir. Halbuki bu olaylar 1450 sene önce olmuştur. Ya şimdiki olanlara ne dersin?. Geçen sene İsviçre'de kız kardeşlerle evlenilebilir, diye kanun çıkarttılar. Erkek erkekle de evlenebilir diye de, kanun çıkardılar. Hatta daha da kötüsü var. İnsan yazmaktan haya ediyor. Ama, ibret olsun diye yazayım. Gazetenin birinde okumuştum ya Amerika'da ya da İngiltere'de, kadının biri köpekle evleniyor. Belediyede nikâh kıyılırken dostları tebrik etmeye geliyorlar. İnsanın avazının çıktığı yere kadar bağırası geliyor: «NEREDESİN BİN DÖRTYÜZ SENE ÖNCESİ CAHİLİYYET DEVRİ GEL... GEL...» Yirminci asırdan sen daha iyiydin diye. Bu kadar vahşilik, adilik hayasızlık olur mu Yarabbi... Yunan ve Roma'da kadın hiç bir şahsiyete ve hakka sahip değildi. Eflatun'a göre : Kadın orta malı gibi elden ele gezmeli imiş. Çinlilerde kadın insan sayılmaz ona isim bile takılmazdı. İngiltere'de Milattan sonra beşinci asırdan onbirinci asra kadar kocalar karılarını satabilirlerdi. İlk günahın işlenmesine sebep olan ve böylece insanlığın felaketini hazırlayan bir kadın (Havva validemiz) olduğuna inanan karamsar Hiristiyan milletler, kadına daima bir «Şeytan» nazarı ile bakmışlardır. İngiltere'de kadın murdar bir mahlûk sayıldığından İncile el süremezdi. Bu vaziyet ancak Kral VIII Hanri'nin (1509-1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla sona erebildi. Bu karara göre kadınlar, İncil okuyabileceklerdi. Vaktiyle Avrupa'da ve bütün dünyada, kadın hesaba katılmayan bir sürü idi. Alimler ve filozoflar, kadın hakkında şöyle münakaşa ediyorlardı. Kadının ruhu var mıdır? Yoksa o ruhsuz bir yaratık mıdır? Eğer ruhu varsa, acaba o insan ruhu mudur, yoksa hayvan ruhu mudur? Onun ruhunun insan ruhu farz edildiği takdirde o zaman onun erkeğe nisbetle insani ve içtimai durumu kölenin durumu gibi midir, yoksa o köleden biraz daha yüksek bir yaratık mıdır? Hatta Yunan'da ve Roma imparatorluğunda kadınm sosyal ve haysiyetli bir mevkie sahip olduğu kısa devrelerde bile bu durum ancak şahsi sıfatları sebebiyle mahdut kadınlara veya meclislerin süsü, aralarında öğünme ve gösteriş vesilesi olarak onları teşhir etmeye meraklı zengin ve müsriflerin israf ve lüks vasıtalarından bir vasıta olmaları hasebiyle başkentin kadınlarına has bir durumdu. Lâkin buna rağmen kadın, erkeğin gönlüne sevdirdiği şehvetlerden sarfı nazar ile kendi kişiliği içinde kendine has bir haysiyefe sahip olmaya lâyık ve insanı bir mahluk gibi hiç bir zaman hakiki ihtiram mevkiine yükselemedi. Böylece bu durum Avrupa'da kölelik ve derebeylik devirlerinde de devam etti. O devirlerde kadın cehalet içine gömülmüş olduğu halde, bazen şehvet ve lüks oyuncağı olarak kullanılır, bazen de yiyen içen gebe olan, doğuran hayvanlar gibi geceli gündüzlü çalışan ihmale uğramış bir yaratık olarak kendi haline terk edilirdi. Hatta bu durum Sanayi İhtilali gelip çatincaya kadar devam etti. (134) İslam ahlâki — M. Yaşar Kandemir Sanayinin gelişmesi Avrupalı kadına isabet eden felâket, uzun tarihinde isabet edenden daha da kötü idi. (135) Teknik ve sanayi hareketi kadınları ve çocukları çalıştırdı. Aile rabıtalarını parçaladı ve ailenin kuruluş düzenini bozdu. Lâkin çalışmasından, haysiyetinden, ruhi ve maddi ihtiyaçlarından en fazla karşılık ödeyen sadece kadındı. Erkek onun bir yönden çocuk yapmasından korktu. Hatta, evli aynı zamanda anne olsa kendisini beslemesi için çalışmaya icbar etti. Başka bir yönde de fabrikalar kadını en kötü bir şekilde istismar etti. Böylece onu uzun saatlarde çalıştırdılar ve aynı fabrikada aynı işi yapan erkeğe daha fazla ücret verdiler. (136) Birinci Cihan harbi koptu. Bu savaşta Avrupa vs Amerika gençliğinden on milyon insan ölüp gitti.- Kadın bütün çirkinliğiyle beraber çalışma kasvetiyle yüz yüze geldi. Milyonlarca kocasız kadın vardı. Bunların kocaları ölmüş, yahut harpde yaralandığından çalışamaz duruma gelmişti. Veyahutta korku gürültü, zehirli ve boğucu gazlar sebebiyle sinirleri bozulmuş deli olmuşlardı. Bir kısmı da dört senelik hapisten sonra asabını dinlendirmek ve biraz yaşamak sebebiyle çalışmak, yorulmak ve tahammül isteyen evlenme ve evlilik hayatı yaşamaktan kaçıyordu. Bir başka yönden orada harbin tahrip ettiklerini tamir ve fabrikaların çalışmasını eski haline koymaya kafi gelecek miktarda çalışan erkek eli olmadığı için kadının çalışması bir zaruret halini aldı. Çünkü çalışmadığı taktirde bizzat kendisi ve bakmağa mecbur olduğu çocuklar ve ihtiyarlar açlık tehlikesine maruz kalacaklardı. Kadın çalışınca da ahlâklarından vaz geçmek zorunda idi. Çün-ki o gün için kadının namuslu olması ekmeğine mani bir kayıt durumunda idi. Zira fabrikatör ve onun adamları sadece çalışan el istemiyorlardı. Onlar bu durumu bulunmaz bir fırsat telakki ederek hareket ediyorlar, böylece peşinde koştukları kuşlar aç olarak — tane toplamak için— kendiliğinden yere düşüyorlardı. Artık onların bunları avlamasına ne mani olabilirdi? Acaba vicdan mı? Ne gezer mademki zaruretlerin sevgiyle çalışmak için kendini peşkeş çekecek bir kadın vardır. O halde iş isteyenlerden ancak kendini teslim edenlere iş verme zihniyeti hakim olmalıydı ve öyle olup. Kadın isteyenlere kendini teslim ederek fabrika ve ticarethanelerde çalışmakla şu veya bu yolla arzularını tatmin etme mecburiyetinde bırakıldı. Lâkin onun esas meselesi bu sefer daha çok alevlendi. Kadın çalışmaya olan ihtiyacını fabrikalar istismar etti ve hiçbir akıl ve vicdanın hoş görmiyeceği zalimce muamelesine devam etti. Kadına aynı yerde ve aynı işte çalışan erkeğin ücretiden daha az ücret veriliyordu. Kadına ait ne kaldı ki o kendini, kadınlık gururunu ve haysiyetini harcadı. Aralarında varlığını hissettiği, hayatına kattığı, böylece saadet ve gurur duyduğu aile ve çocuklarına olan tabii ihtiyacından bile mahrum bırakıldı. Buna mukabil en basit bedahetin kabul ettiği tabii hakkı olan «Ücrette erkeğe eşitlik hakkı»nı alabildi mi?... Avrupalı erkek kolay kolay hakimiyetinden vaz geçmedi. O halde bu çatışmanın vukuu ve bu çatışmada kullanmaya elverişli silahlan kullanmak gerekiyordu. Kadın grevleri gösterileri toplantı ve kongrelerdeki konuşmaları ve basını hedefine ulaşmak için birer vasıta olarak kullandı. Sonra kendisine yapılmakta olan zulmü menbaından kesmek için mutlaka kanun yapma yetkisinde erkeğe iştirak etmesi lazım gelidiğini anladı. İlk önce seçme hakkını talep etti. Sonra bunun arkasından gelen parlemontada temsil hakkını talep etti. Çünki o erkeğin yaptığı işin aynısını yapıyordu. Onun mantıki bir sonucu olarak, mademki, her ikisi de aynı yoldan hazırlanmışlar ve bir tek öğrenim yapmışlar o halde, bunun mantıki sonucu olarak erkek gibi devlet memuriyetlerine girmeye hak iddia ettiler. Bu Avrupa'da kadının haklarını elde etmek için yaptığı mücadelenin hikayesidir... Orada, kadın hakları konusundaki her adım, erkek istesin istemesin kendinden gelecek adımı hazırladı. Böylece dizgini elinden kaçırmış ve çözülmelerle çökmüş olan bu toplumda bizzat kadın dahi artık kendi işine kendisi malik değildi. (137) Bütün bunlara rağmen demokrasinin beşiği olarak kabul ettikleri İngiltere'de devlet memuriyetlerinde çalışan kadına, erkekden daha az ücret verilmekte ve hâlâ da buna devam edilmektedir. Bir kaç cümle ile de komünist âlemdeki kadına göz atalım. Bu ülkelerdeki kadının durumu Avrupa daki kadınların durumundan çok daha beterdir. O nazik eller, o zayıf vücut, ağır sanayide gece, gündüz vardiya usûlü olarak çalıştırılıyor. Erkek bir fabrikada, kadın bir fabrikada yani karı koca ayrı, ayrı fabrikalarda ya da çiftliklerde çalışıyorlar. Çocuk bakım yuvasına bırakılmış üçünün bir araya gelmesi büyük mesele... Çünkü erkek eve geliyor kadın yok, kadın eve geliyor erkek yok... Nerededirler ne yaparlar, nasıl yaşarlar, bunu arayıp sormalarına da imkân yok, kendileri de bilmezler. Kadın mutfakta bir kap yemek pi- (137) îslamın Eyrafındaki Şüpheler — Prof. Muhammet Kutup şirmenin saadetinden çok uzaktır. Çünki mutfak yok. Varsa da üç-beş aileye bir mutfak, dolayısıyle de tadı yok, burada hayatın... Orada kadın koluna bir bilezik, boynuna bir kolye takmaktan mahrumdur. Çünkü mülkiyet yok, para yok... Yaşama bakımından bir erkek hayatı, fakat vücut ve ruh bakımından kadın olan bu insanlar her şeyi unutabilmek ve ızdıraplannı dindirebilmek için derin ve .korkunç bir sefalete atılıyorlar. Fakat iş yine bitmiyor. Esir hayatı ölünceye kadar devam ediyor. Böylece bir makinadan farksız olan bir kadın için dünyanın hangi saadetinden dem vurulabilir! Hem bu kadın ne için çalışıyor, çalıştırılıyor. Para için mi? Ev yapmak için mi? Eşya için mi? Hayır, hayır hiç birisi için değil. Çünki komünist memleketlerde mülkiyet yok, bir mala sahip olmak yok, malı olmayan, malını dilediği gibi harcamayan ve inandığı yollara veremeyen bir insan için saadet hayaldir. Kim ne derse desin inanmayınız. İslamın (şeriatın) kadına verdiği hakları anlatırken, yine yer yer İslam dışıdaki görüşlerin, kadına verdiği haklardan bahsetmek» üzere îslamın kadına verdiği haklara geçelim. Evet bütün dünya hâlâ, yukarıda bir nebzecik olsun bahsettiğimiz şekilde kadına hak verirken bakın bin dörtyüz küsur sene önce İslamiyet kadına ne haklar vermiş, kadına bakış açısı nasılmış. Kadını asırlardır tokatlamaktan yorulmayan zalim elleri islam havada yakaladı. Bütün mazlumlarla birlikte kadını da kurtardı. Onun asırlardır örselenen narin vücudunu iffetin timsalidir diye nadide kumaşlara sardı. Gözü paradan puldan başka bir sey görmeyen, daima bunun için birbirini yiyen erkeklerin elindeki altınları, mücevherleri aldı, kadınlara taktı. Zalim ellerin tutup sürüklediği saçları tüllere bürüdü. Bundan sonra da erkeklere «Kadınlarla güzel geçinin» (138) buyurdu. Rasul-i Ekrem (s.a.v.) de «Sizin en iyiniz, hanımına karşı en iyi olanınızdır» buyurdu. (139) Çektiği ızdırapların, döktüğü göz yaşlarının mükâfatını «Cennet anaların ayağı altındadır» (140) hadisiyle alan kadın, saadeti İslam dininde buldu. Ana olmanın büyüklüğünü o zaman anladı. Bir defasında Ashaptan biri ile Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) arasında şöyle bir konuşma-geçti. — Ya Rasulallah, insanlar içinde kendine iyi davranmama en fazla lâyık olan kimdir? — Anandır. — Ondan sonra kimdir? — Anandır. — Ondan sonra kimdir? — Yine anandır. — Sonra kim gelir? — Baban. (141) İşte böylece kadın, lâyık olduğu değerlere İslam ile kavuştu. Cemiyet hayatında kadınında bir yeri olduğunu takdir edemiyenlere İslam, makul ifadelerle şu gerçeği kabul ettirdi. Allah Tealâ her şeyi çift yarattığını, zürriyetin devamı için her iki cinsin kendine ait vazifeleri bulunduğunu, kadınla erkeğin- birbirini tamamladığını anlattı. Böylece cemiyet hayatında kadının vaz, geçilmez bir unsur olduğu kabul edildi. (138) En-Nisa: 19 (139) Tirmizi (140) Feyzul-kadir İH, 316 (141) Buhari, Edep, 2 Kadını içinde bulunduğu yürekler acısı durumdan kurtardıktan sonra îslamın ona lütuf ettiği maddi ve manevi imkânları sırayla gözden geçirelim: 1 — Kadının insan olduğunu bile düşünmek istemeyen bazı frenkler onu hayvan mı, yoksa şeytan mı olduğunu münakaşa ederlerken, islam dini gerçeği bunlara şöyle anlattı: «Ey insanlar doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. (142) «Ey insanlar sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbınıza hürmetsizlikten sakının.» (143) 2 — Budizm dinin kurucusu Buda, kadını kendi dinine kabul edip etmemekle tereddüt ederken, Avrupa'da ve bazı memleketlerde kadının bir dini olabileceğini akıllarına sığdıramayan dindarlar, bu zavallıların mukaddes kitaplara dokunmasını ve okumasını resmen yasaklarken, İslam dini emirleri tebliğ ederken kadın-erkek ayırımı göstermedi. Mümin erkekler, müslüman kadınlar, müslüman erkekler, müslüman kadınlar gibi ifadelerle onları dini bakımdan müsavi tuttu. İslam dinine ilk giren Peygamberimizin hanımı Hatice Validemizdi. İslamın Ulu Kitabı Kur'an'ı Kerim, resmen bir kitapta toplanınca müminlerin annesi Hz. Hafsa'ya teslim edildi. Hz.' Ebubekir'in hilafetinden Hz. Osman'ın hilafetine kadar yıllarca onun yanında kaldı. Kadınların ruhu olup olmadığı da eskilerin bir problemiydi. Ruhu varsa, acaba o insanın ruhu muy- (142) Hucurat: 13 (143) Nisa: 1 du, yoksa hayvan ruhu muydu? Kadının da bir dini olabileceğini kabul etmek buna bağlıydı. İslam, ruhi ve dini bakımdan kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığını şu ilahi fermanlarla ilân ; etti. «Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler. Kendilerine zerre kadar zulm edilmez.» (144) «Kadın, erkek kim inanmış olarak iyi iş yaparsa, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini, yaptıklarından daha güzeli ile ödiyeceğiz.» (145) «Rableri dualarını kabul etti. Birbirinizden meydana gelen sizlerden erkek olsun, kadın olsun iş yapanın işini boşuna çıkartmam.» (146) 3 — Cemiyet hayatında kadına bir yer vermeyen, onlarla aynı mabette toplanmayı, içtimai faaliyetleri onlarla beraber yürütmeyi kendilerine hakaret sayanların karşısına çıkan İslam, kadınla erkeğin yapacağı faaliyetleri şöyle sıralıyordu. «Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiyi emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazlarını kılarlar, zekat verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir. (147) Böylece Kur'an'ı Kerim, kadınla erkeğin birbirlerinin yardımcısı olduğunu, dini irşadı beraber yapacaklarını, Rablerine beraber ibadet edeceklerini bildiriyordu. 4 — Eski hu'kuk sistemlerinden bir çoğuna göre kadın, miras haklarından bir çoklarına sahip değildi. (144) Nisa suresi : 124 (145) Nahl suresi : 97 (146) Al-i İmran : 195 (147) Tevbe: 71 Hamurabi kanunlarında, Brehme kanunlarında, eski İsrail hukukunda ve îslamdan evvel Araplarda durum böyle idi.. (148) Kadın ne babasından ne de kocasından miras alabiliyordu. İslam kadına yine kol, kanat gerdi: «Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir. (149) İslam kadına mülkiyet hakkının yanında ticaret ve tasarruf hakkını da verdi. «Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.» (150) âyeti kerimesi bunu ortaya koydu. Bu suretle kadın, mal mülk sahibi olma, rehin, kiralama, vakıf, hibe, alım satım haklarına sahip oldu... İslamiyeti bilmeyen nüfus kâğıdındaki müslüman-larla (Aslında bunlara müslüman demesi caiz değildir. Bu ikili, birli taksim İslamm kadını emniyetsiz, ya-likte İslamiyetin emirlerinin bir kısmını yada tamamını inkâr etmektedirler) İslam düşmanlarının, ağzında geveledikleri bir konuya temas edelim. Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde «Erkeğin hissesi, iki kadının hissesi kadardır.» (151) buyurulmakta-dır. Bu ikili, birli taksim îslamın kadını emniyetsiz, yarım bir varlık, telakki ettiğini sananların vehimlerini kuvvetlendirmiştir. Bu mühim hususun sebebini belirtmeden önce, i bu gün İslamı hükümlerin karşısına çıkan tatbiki sırasında karşısına çıkan müşküllere tüm olarak ışık tutan bir noktayı zikretmek gerekir... İslam ahlakı notlan 7 32 (148) (149) Nisa suresi (150) Nisa suresi — Yaşar Kandemir (151) Nisa suresi İslam âlimleri, İslam dininin çeşitli sahalarda vazettiği hükümlerden birini veya bir kaçını bağlı bulunduğu sistemlerden çekip alarak müstakillen ve münferiden mütaala etmek bizi daima yanıltır, diyorlar. Nasıl, kolumuzdaki hassas saatin arıza gösteren bir parçasını çıkanp takamazsak, bütün dünya hukuk sistemleri karşısında tamamen kendi şahsına münhasar İslam hukukunun, hatta İslamın bütün hükümlerinin meselelerini ancak kendi sistemi içinde mütaala edebiliriz. Sonra mukayese yapmak gerekirse, sistemin tümünü karşısındakilerle karşılaştırabiliriz. Bu, İslamdan başka her hukuk sistemi içinde söylenebilecek adil bir sözdür. Binaenaleyh, İslam'dan ayn bir hukuk sistemi zihniyetiyle ve İslam hukuku içinde aile müessesesini etraflıca bilmeden bir erkeğe, iki kadın payı sistemi kavranamaz. Bunlardan başka boşama, dört kadına kadar evlenme, tesettür ve zina suçuna tertip edilen ceza esasları, ibadet hüküm leri, muamelatı ve ahlâkı da dahil bir «Manzume» olarak İslamın tatbik edilmediği cemiyetlerde zuhur edecek içtimai dertler, İslamdan çıkıp alınacak münfe-rid meseleler ve hal çareleriyle daima giderilemezse, bundan İslam dini sorumlu olamaz, suçlanamaz da. (152) A) Kadının kendisinden başka bakmaya, mecbur olduğu kimse yoktur. Eğer evli ise gerek kendisinin, gerek — varsa — çocuklarının her türlü ihtiyacını temin etmek kocasının vazifesidir. Üstelik kadın evlenirken mehir alacak ve âdete göre bir çok hediyelere de sahip olacaktır. Kendi payının iki katı alan kardeşine gelince: O ya evlidir, ya da evlenecektir. Her iki halde de kendisinden başka en az zevcesine mükellef- (152) İslamda Kadın — Bekir Topaloğlu tir. Evleneceği sırada ayrıca mehir verecek, masrafta edecektir. Evli kadın sahip olduğu malı —nafakanın kocaya ait olması hesabıyla— eksiltmeyecek, hatta İslam hukukunun verdiği salahiyetle onu işleyecek arttırabilecektir. Erkek kardeş ise babadan aldığı mirası çoluk çocuğunun nafakasına harcamakla bitirecektir. Kaldı ki bekar kız babasından aldığı mirasla geçinemiyecek durumda ise erkek kardeş ona yardım etmeye mecburdur. Kadın eğer kocasından miras alıyorsa durum yine aynıdır. Dul kalacaksa tek başına bir insandır, kocasından ve ekseriyette ebeveyninden alacağı mirasla geçinebilir. Eğer tekrar evlenecekse bu sefer nafaka kocaya aittir. Görülüyor ki bu sistem de mükellefiyete büyük yer verilmiştir. O halde mutlak eşitlik çığırtkanlıklarının iddea ettikleri zülüm nerede? Şüphe yoktur ki, mesele ne temayüller' ne de iddea meselesidir. Sadece hesap meselesidir. Kadın bir topluluk olarak, sadece kendine sarfetmek için veraset yoluyla intikal eden servetin üçte birini alır. Erkek ise, ilk önce kadına, sonra aile ve çocuklarına sarfetmek için miras servetinin üçte ikisini alır. Hesap ve rakamlar mantığı ile düşünüldüğü zaman iki taraftan hangisine daha fazla isabet eder? Bütün servetlerini kendi şahıslarına harcayan, ne evlenen ne de bir aile kuran bazı erkeklerin bulunması gibi bazı kaide dışı haller varsa bunlar nadir örneklerdir. Bunlar dahi ellerindeki servetin çoğunu gayrı meşru yoldan yine kadınlara sarf ederler. Tabii plan hareket, erkeğin servetini, gayrı meşru yollara değil, içinde kadın bulunan bir aileyi kurmaya harcamasıdır ki, o kadın da onun zevcesidir O vakit erkek kadınına, kendi tarafından gönüllü bir hareket olarak değil, sorumluluğunu gerektiren bir vazife olarak harcar. Her ne kadar kadının özel serveti olsa dahi erkeğin ondan bir şey alması kafi suretle doğru değildir. Sanki kadın hiç bir şeye malik değilmiş gibi itibar olunur ve ona bakmak erkeğin vazifesidir. Erkek harcamaktan vaz geçtiği veya sahip bulunduğu mali durumuna nisbetle sarfiyatta cimrilik ettiği zaman kadının erkeği şikayet etmesi hakkıdır. Bu durum karşısında Şeriat kadının lehine olarak ya nafaka veya ayrılma ile hükmeder. Bu izahlardan sonra servetin mecmuundan kadının nail olduğu hakiki miktarda artık bir şüphen kaldı mı? Kadının mükellef olmadığı vazifelerde mükellef olan erkeğin mirastan, iki kadının hissesi kadar hisse alması iktisadi ölçülere göre acaba hakiki bir imtiyaz sayılır mı? Kaldı ki, bu nisbet emek sarf etmeksizin miras olarak gelen maldadır. Bu ölçü ise beşeriyetin bu gün ulaşmış olduğu en adil kanununa göre taksim ölçüsüdür. İşte o «Herkese ihtiyacı kadar» prensibidir. İhtiyaç ölüsü ise yapmakla mükellef olduğu vazife ve mesuliyetlerin gerektirdiği sarfiyat nisbetidir. Kazanılan mala gelince, ne iş mukabilinde alınan ücret de, ne ticaret kazancında ve nede arazi ve benzeri mülklerin akar ve gelirlerinde kadın ve erkek arasında ayırım yoktur. Çünkü bu husus emek ve karşılık hususunda eşitlik prensibi diye ifade edilen başka bir ölçüye tabidir. O halde îslamm bu ölçüsünde ne zulüm vardır ne de bir şüphe vardır. Müslümanlardan avam sınıfının anladığı ve kötü niyetli îslam düşmanlarının dediği gibi bu meselenin aslı, hiç bir vakit, İslamda kadının kıymeti erkeğin kıymetinin yarısıdır, şeklinde değildir. (153) Dünyanın medeniyet (!!) beşiği Amerika da, kadına mülk ve tasarruf haklarını 20. asırda verdi. Fransız kadını bu mevzuda kocasının izni olmadan harcama yapma hakkına halâ kavuşmamıştır. (154) 5 — Evlendirilirken fikri bile sorulmayan zavallı kadın, erkeğin tıbkı bir kölesi gibiydi. Bir mal bir meta gibi alınıp satılıyordu. ' Kadının şahsiyetine hiç değer vermeyen bu tatbi-kadı islam iptal etti. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyu-ruyordu: Dul kadın kendine velisinden daha fazla sahip ve maliktir. Binaenaleyh onun bu mevzudaki kanaati açıkça alınmadan nikâh yapılmaz. Evlenmiş bir kızın da izni sorulmadan nikâh kıyılmaz? Fikri sorulduğu zaman onun susması da izni sayılır. (155) Demek ki kadın istemediği bir adamla evlendirilmeye- cekti. Evlilik gibi hayatı bir mevzuda kabalığın, zorbalığın değil, sevgi karşılıklı anlayış ve huzurun esas olduğunu Kur'an'ı Kerim şöyle açıklıyordu: «Birden fazla evlenmek isteyenlere «Adalet» şartını koştu. Bu yerine getirilmesi çok zor bir şarttı. Adalet gözeteme-yecekse bir hanımla yetinecekti. Çok kimse tarafından yanlış anlaşılan dörde kadar evlilik meselesinden biraz daha bahsedelim. Dinimiz şu Âyet'i Kerime ile birden fazla kadınla evlenmeye müsade etmiştir. «Eğer yetim kızlar hakkında adaleti yerine geti-remiyeceğinizden korkarsanız sizin için helal olan di- (153) İslamın Etrafındaki Şüpheler — Prof. Muhammet Kutup (154) İslam Ahlakı Notlan — Yaşar Kandemir (155) Buhariye nikah : 41 ğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamıyacağınızdan endişe ederseniz o zaman bir tane ile, yahut malik olduğunuz cariye ile iktifa edin. Bu (tek zevce ve cariye) sizin haktan eğrilip sapmamanıza daha yakındır.» (156) Birden fazla iki, üç ve dört kadınla evlenmek mutlaka yapılması gerekli farz vacip kabilinden bir emir değil, zinadan kaçınma zaruretine bağlı bir müsaadedir. Fakat bu müsaade de adaletle şartlanmıştır. Âyet'i Kerime bir tek zevce ile evlenmenin adaleti gözetmeye daha yakın olduğunu beyan etmekle evlenmede asl-olan bir tek zevce ile yetinmek olduğunu bildirmektedir. tslamın doğuşu zamanında, erkeğin evlendiği kadın sayısı belirsizdi. Fakat îslam gelince bu meseleye verdiği cevabı şöyle özetliyebiliriz. 1 — Aded tahdidi. En çok dört kadınla evlenebilir. 2 — Adaleti şart koştu. 3 — İAdalet gözetilmeyecekse bir tane ile yetinmeyi emretti. Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma zevciyet muamelesi, sevgi ve saire de gözetilecektir. Şu sevgiyi ele alalım. Acaba psikolojik olarak güzeli, çirkini, genci ihtiyarı ile birlikte zevceleri müsavi olarak sevmek mümkün mü? Değilse adalet yok demektir. Adalet 'olamayınca da bir tane ile yetinmek gerekir. Bu taktirde taadüd olamaz. Bu tarz düşünceden yürüyerek îslam'da bir taraftan birden fazla kadınla evlenmeyi müsaade edilirken diğer yönden bunu mümkün kılmayacak şartlar koşularak bu müsaade kaldırılmıştır, diyenler vardır. (156) Nisa suresi: 3 Halbuki bu yanlış bir kanaattir. Zaruret halinde binden fazla ve en çok dört zevceyi aynı zamanda saklayacak kimse yedirme, giydirme, barındırma hatta geceleri onların yanmda bulunma gibi maddi hususlarda aralarında tam eşitlikle muamele ettikten sonra elinde olmayan gönül işini şu âyete göre yürütecektir. , «Kadınlar arasında adalet (ve müsavatı tatbik) etmenize, ne kadar hırs gösterirseniz, asla güç yetire-mezsiniz. Bari, birine büsbütün meyledip de ötekini (ne dul, ne kocalı bir durumda) askılı gibi bırakmayın. Eğer nefsinizi İslah eder, haksızlıktan sakınırsanız şüphe yok ki Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.» (157) Peygamber Efendimiz hanımları arasında adaleti tatbik eder ve şöyle derdi: «Allah'ım, bu benim elimden gelen adalettir. Senin sahip olduğun, fakat benim malik olmadığım adaletten beni mes'ul tutma. Sadece sevgi gibi elde olmayan hususlar hariç diğer -bütün davranışlarında koca, zevcelerine karşı eşitliğe riayet eder, Peygamberimiz buyumryor ki: «Bir erkeğin nikâhında iki kadın bulunur da aralarında adaleti gözetmezse Kıyamet gününe bir tarafı düşük, felçli olarak gelir» (158). Zevcelerinden biri gayri müslim olsa ona da aynı adaleti tatbik edilir. (159) Tekrar edelim ki teaüdüt-i Zevcat İslam'da farz, vacip gibi yapılması mecburi bir emir olmayıp ancak bazı zaruretler karşısında zinadan korunmak ve dolayısıyla cemiyeti ahlâksızlıktan kurtarmak için bir hal tarzıdır. Ayrıtı bilgi isterseniz: Gençliğin imanını sorularla çaldılar - Emine Şenlikoğlu -
Neden müslümanlara hakaret etmek zorundasınız.. Müslamanların sizinle alıp veremediği yok sizin ne alıp veremediğiniz var bizimle?? İslam hoşgörü dinidir kimseyi kanla bıçakla müslüman etmez, siz sanırım diğer dinlerle yada ateizmle karıştırdınız.. İsterseniz tarihi biraz araştırın kim kanlı bıçaklı katliamlar yapmış.. biraz araştırın istemezseniz yine inanmazsınız.. Üstelik üye isminiz teist yazmışsınız ve benim bildiğim teistler tanrının varlığına inanırlar.. Tanrıya inanan biri neden bir dine mensup olan müslümanlara bu şekilde saldırıda bulunabilir??? Ateist olsaydınız anlardım.. Aslına bakarsanız suçun birazıda biz müslümanlarda, güzel dinimizi size güzel tanıtamadık, biz bile güzel yaşayamadıkki.. Sorularınıza gerekli yanıtları veremediniz ve sizlerde yanlış sorularla zehirlendiniz.. Hesap günü sizin adınıza bizde hesap vereceğiz Allah'a c.c. Bize soracak " neden kuluma anlatmadınız, tebliğ etmediniz" diye.. Affet kardeşim seninde üzerimizde hakkın var affet.. Rahmet peygamberi tekrar tekrar kovulduğu halde tebliğe gittiği kapılardan bıkmadı usanmadı doğru yola davetten, ama biz birkere bile çalamadık kapını.. Affet..
-
Selamun aleykum SORU: Peygamberimiz niçin ve neden çok evlendi? Çok evlenmesi nefsine olan düşkünlüğünü göstermez mi? CEVAP: Peygamberimiz (s.a.v.) niçin evlenmesin? O da bir insan değil miydi? Elbette o da bir insan olduğuna göre evlenecekti. Gelelim Peygamberimizin (s.a.v.) çok evlenmesine. Peygamber (s.a.v.) zamanında çok kadınla evlenmekte sınır yoktu. Herkes maddi durumuna göre istediği kadar kadın alabiliyordu. İşte Peygamberimiz böyle bir zamanda ilk evliliğini 25 yaşında, kendisinden 15 yaş büyük olan 40 yaşındaki Hazreti Hatice validemizle yaptı. Ve 25 yıl Hatice validemizle beraber yaşadı. Hatice validemiz 65 yaşında vefat etti. Hatice validemizin vefatından sonra üç sene daha evlenmedi. Üç seneden sonra Allah'u Tealâ'nm emri ile evlendi. Peygamberimiz (s.a.v.) Hatice validemizin (r. an-ha) vefatından üç sene sonra evlenirken şöyle demiştir: «Beni af et Hatice'm, Allah'ın emri olmasa idi ev-lenmezdim. Evet Peygamberimiz Hatice validemizin vefatından üç sene sonra Âllah'm emri ile evlenmeye başlamıştır. Hatta Hatice validemiz ihtiyarlayınca Peygamber Efendimize «Ya ResululJah, ben ihtiyarladım, sen daha gençsin, evlen» elediği zaman, Peygamberimiz (s.a.v.) «Ya Hatice bir daha böyle konuşursan sana gücenirim» demiştir. Şimdi tarafsız olarak ve aklı selimle düşünecek olursak, Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke şehrinde hatta bütün dünyada en güzel yani yakışıklı iken, bütün halk tarafından «elemin» yani en güvenilir insan olarak telakki edilirken, niçin kendisinden 15 yaş büyük, hatta iki defa evlilik geçirmiş bir kadın olan Hatice validemizle evlendi. Eğer Hazreti Hatice zengindi de ondan evlendi denilirse biz de deriz ki: Hatice validemizle (r. anha) evlendikten kısa bir zaman sonra bütün mallarını fakirlere dağıtmışlardı. Zenginliği için evlenen mallarının hepsini dağıtır mıydı? Nefsi için evlense kendisinden 15 yaş büyük olan Hatice validemizle evlenir miydi? Peygamberimiz (s.a.v.) 4,0 yaşında nübüvvet devri başlayıp Allah'ın emirlerim anlatmaya başlayınca müşrikler: «Gel bu peygamberlik davasından vaz geç, eğer başkan olmak istiyorsan seni başımıza başkan yapalım. Eğer güzel kızlarla evlenmek istiyorsan sana istediğin kadar güzel kız verelim. Yeter ki bu peygamberlik davasından atalarımızın dinine hakaret etmekten vaz geç» dedikleri zaman Peygamberimiz (s.a.v.) «Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız vallahi ben davamdan vaz geçmem» buyurmuşlardır. Ve peygamberimiz bu sözleri söylediği zaman da Hatice validemiz 60 yaşında ben ihtiyarladım sen daha gençsin evlen dediği halde niçin peygamberimiz evlenmedi? Evet... Peygamber nefsine düşkün olduğu için çok evlendi diyenler size soruyorum : Müşrikler şehrin en güzel kızlarından istediğin kadar verelim, dedikleri halde, Hatice validemiz ben ihtiyarladım sen daha gençsin evlen dediği halde niçin evlenmedi? Nefsine düşkün olsa idi evlenmez miydi? Elbette evlenirdi? Hem de Peygamberimiz (s.a.v.) : Al-lah'u Tealâ bana cinsi yönden 40 erkek kudreti vermiştir dediği halde. Evet Peygamberimiz (s.a.v.) Hatice validemizin vefatından üç sene gibi uzun bir zamandan sonra çok kadınJa evlenmiştir. Ama sebepleri vardır. Bir defa nefsi için evlense idi gençlik devresinde evlenir. 50 küsur yaşından sonra çok kadınla evlenmezdi. 50 küsur yaşından sonra evlenmesi nefsi için evlenmediğini göstermez mi? Peki niçin 50 küsur yaşından sonra çok evlendi denilecek olursa: 1 — Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Allah'ın emri i- ile yeni bir din getirmişti. Bu dinin emirlerinin içinde kadınların mahrem işleri ile ilgili hükümler de vardı. Lohusalık, aybaşı ve diğer mahrem konular gibi. İşte bu halleri Peygamberimiz kadınlara en teferruatı ile anlatamiyacağından ve onlara da" mutlaka anlatması gerektiğinden ve bunu da kadınlar yapacağından Allah'ın emri ile Peygamberimiz (s.a.v.) çok evlendi. 2 — Peygamberimiz (s.a.v.) Allah'ın (c.c.) emri ile dini yaymaya başladığı zaman, müslüman olanlarla beraber müşriklerden çok eziyet görüyordu. İslamiyet yeni yayılmaya başladığından müşriklerden, bazısının babası, iman ediyor evladı etmiyor, bazısının ev-. Jadı ediyor babası etmiyordu. Kardeşi iman ediyor, kendisi etmiyor. Kadın iman ediyor, korası etmiyordu. Bazen kan, koca beraber iman edenler de oluyordu. Müslüman olanlar müşriklerden çok eziyet gördüklerinden bazı müslüman evli erkekler öldüğü zaman müslüman karısı yalnız başına himayesiz kalıyordu. Babasının veya akrabasının yanına gitse derhal öldüreceklerdi. İşte böyle kadınları Peygamber Efendimiz (s.a.v.) himaye etmek gayesi ile kadının isteğine bağlı olarak bazen kendisi, bazen de ashabına nikânlardı. Yine aynen bunun gibi bazı müşriklerin hanımları veya kızları müslüman oluyor, müslüman oldu diye babası veya kocası onu dayanılmaz işkencelere sokuyorlardı. Fırsatını bulup bu işkenceden kaçan himayesiz kadınları Peygamberimiz kadınların isteğine bağlı olarak ya kendisine veya ashabından birine nikahlıyordu. Hemen şunu da söyliyeyim, bu hadiseler olurken Arabistan'da herkes maddi ve manevi durumuna göre bir çok kadınla evleniyordu. İslam dini kadınla evlenmeyi birden dörde değil, çoktan dörde indirmiştir. Sadece dörtten fazla evlenmek yukarıda bir kısmını saydığımız sebeplerden dolayı Peygamberimize aittir. Ve Peygamberimiz «Cinsi yönden Allah'ım beni 40 erkek kudretinde yarattı,» dediğini unutmamak gerekir. Buna rağmen yine de Allah Rasulü «Adaleti maddi ve manevi yönden tatbik etmem de bana yardım et» diye Allah'a (c.c.) dua etmiştir. 3 — Zevcelerin her birinin çeşitli kabilelerden olması sebebiyle evvela o kabileler arasında sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alâkaya yol açıyordu. Her kabile onu kendiliden biliyor din hissinin yanında yaratılıştan, fıtratten olan bir tutumlulukla ona karşı derin bir bağımlılık hissediyordu. Her kabileden aldığı kadın onun hayatında ve vefatından sonra kendi cemaatı arasında çok ciddi dini, hizmete vesile olabiliyordu. Uzak yakın bütün akrabalarına, îslamiyeti anlatıyordu. Bu sayede onun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur'an'ı, tefsiri, hadisi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu. Bu evlilikler vasıtasıyla tek önderimiz âdeta bütün Araplarla yakınlık kurmuş gibi her hanenin teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes bu yakınlık vasıtasıyla Efendimize yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini görme fırsatını buluyordu. Aynı zamanda bu ayrı ayn aşiretlerin her biri bir çeşit, kendini ona yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu. Mahzun oğulları, Ümmü Seleme (r.a.) vasıtasıyla, Emeviler, Ümmü Habibe (r.a.) vasıtasıyla : Haşirni-ler, Zeynep bint-i Cahş (r.a.) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip bahtiyar sayıyorlardı. Şu kısacık anlatmamız iyi niyetli olanları, Peygamber Efendimizin çok kadınla evlenmesinin nefsi yönünden olmadığını anlatması bakımından yeter de artar bile...