Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

9999999

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2
  • Katılım

  • Son Ziyaret

9999999 - Başarıları

Acemi

Acemi (1/14)

  • İlk İleti
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. İlk emri “oku” diye başlayan İslam’ın ilme verdiği önem, ona verdiği destek, ona getirdiği teşvik, bırakın Müslümanı, konunun üzerinde az çok eğilmiş gayri müslimlerin bile kolayca kabul ettiği bir gerçektir. İslam ilme çok geniş açıdan bakar. İslam’da ilim deyince yalnız, gerçekten çok derin dalları bulunan din ilimleri anlaşılmamalıdır. İslam din ilimleriyle birlikte dünyaya ait her türlü bilgiyi de teşvik etmiş, elde edilmesinin, tahsil edilmesinin yararını vurgulamıştır. Dünyamıza, fezaya, tüm evrene ait sırların keşfedilmesi, bunlardan insanlık yararına sonuçlar çıkarılması, tam anlamıyla İslami bir çabadır. Eğer bunu bugün biz Müslümanlar değil de gayri Müslimler yapıyorsa bu, Müslümanlığımızın ne kadar su götürdüğünün bir belirtisi sayılmalıdır. İslam dini bilimsel çalışma ve araştırmalara hiçbir sınırlama getirmemiştir. Eğer bir sınırlama getirmiş olsaydı, bugünkü batının orta çağ karanlığından kurtulması demek olan Rönesans olmazdı. Avrupa, Rönesansı, İslam’ın getirdiği, engin ilmi hoşgörü çerçevesinde yapılmış, gerçekleştirilmiş çalışma ve araştırmalara borçludur. Avrupalılara göre Rönesansın kaynağı eski Yunan ve Roma’dır. M. önceki 2-3 yüzyıl ve M. sonraki 2-3 yüzyıl eski Yunan ve Roma’da bilim sanat ve edebiyat alanında önemli eserlerin verildiği, büyük bilgin ve filozofların, sanatkarların yetiştiği yüzyıllar olarak tarihe geçmiştir. Rönesans, Avrupalılarca bu eserlerin yeniden canlandırılması ve benzer eserler meydana getirmesi demektir. Avrupa işte bunu yapabilmek için, İslam’ın doğuşunu, bütün ortaçağı kaplayan görkemli gelişmesini beklemek zorunda kalmıştır. Neden? Çünkü kültürün temelleri saydığı eski Yunan ve Roma’ya ait eserleri Müslümanlar tercüme etmişler, yorumlamışlar, analiz ve eleştirisini yapmışlar, Avrupalılar da bütün bunları tarihin seyri içinde (Haçlı seferleri, Endülüs Emevileri, İstanbul’un fethi gibi vesilelerle) Müslümanlardan öğrenmişlerdir. Eski Yunan ve Roma’yı niçin doğrudan doğruya kendi kaynaklarından öğrenmemişlerdir? Çünkü ortaçağda Avrupa’da tek otorite olan kilise buna izin vermemiş, tek gerçeğin kendi söylediklerinden ibaret olduğunu zorla kabul ettirmiştir. Oysa İslam ilim konusunda hiçbir zaman böyle bir fanatizme düşmemiş, bilakis, bilimsel çalışma ve araştırmaları teşvik etmiştir. Kur’an bir sınırlama getirmeden bilmenin önemini dile getirmiştir: “De ki: Hiç bilenle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer süresi, ayet 9) “Allah içinizden iman edenlerle ilme nail olanların derecelerini yükseltir. “ (Mücadele süresi, ayet 11) Kur’an’da bizleri, düşünmeye, araştırmaya, evrenin sırlarını çözmeye davet eden nice ayetler vardır. Dünyamızın da içinde bulunduğu tüm evrenin, (sırlarını çözüp, istifade etmesi için) insanın emrine verildiği belirtilmiştir. “O (Allah), geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin hizmetinize verdi.” (Nahl süresi, ayet 12) Peygamberimizin ilim, alim, kitap konusundaki sözleri sayılmayacak kadara çoktur. “Çin’de bile olsa ilmi alınız. Çünkü ilim kadın, erkek her Müslüman’a farzdır.” (Keşfü’l-Hafa c. 1, s. 138) “İlim ve hikmet mü’minin yitiğidir, onu nerede bulsa alır.” (Keşfü’l-Hafa c. 1, s. 369) “Kişinin ilimden bir konu öğrenmesi, bin rekat nafile namaz kılmasından hayırlıdır.” (Et-Tergib ve’t-Terhip, c. 1, s. 97) Müslümanlar, bunlar ve benzeri sayısız ilmi teşvik eden esaslar paralelinde davrandıkları zaman gerçekten büyük bilimsel başarılar göstermişlerdir. Bunun, herkesi inandıracak açıklık ve bollukta belgelerini sergilemek mümkündür. Kültür ve uygarlıkta ileri ülkelerin, geri ülkeleri çeşitli bakımlardan etkilediği, kültür ve uygarlığın bazı öğelerini geri kalmış ülkelere benimsettiği bilinen gerçeklerdendir. Bugün ileri batı uygarlığı bu açıdan büyük bir etkilenme gücüne sahip. Bir çok ülkenin dilinde Batı’nın teknik, ekonomik, kültürel terimleri yer almıştır. Avrupa’nın yerinde saydığı, Müslümanların büyük bilimsel gelişme ve başarılar gösterdiği dönemde ise bunun tam tersi olmuştur. Bugün bütün Batı dillerinde ortak olarak kullanılan coton (pamuk), sucre (şeker), cebir gibi sözcükler Müslümanlardan alınmadır. Avrupa Müslümanlardan kağıt, pusula gibi teknik buluşları, çeşitli endrüstri bitkilerinin yetiştirilmesini öğrenmişlerdir. (Barthold-Köprülü İslam Medeniyeti Tarihi) Müslümanların 15. yüzyıla kadar sürmüş olan bilimsel çalışma ve gelişmeleri niçin durmuştur? Bunun sebebi Müslüman ilim ve kültürüne indirilen iki büyük darbedir. Bunlardan biri Cengiz soyundan Hülagu’nun Abbasi Halifeliğini yıkınca, Bağdat kütüphanesinde yüzyılların semeresi olarak birikmiş bulunan kitapları Dicle Nehri’ne döktürmesi, ikincisi de 15. yüzyıl sonlarında İspanya’daki Emevi egemenliğine son verirken İmparator Şarlker’in Müslüman İspanya’nın kütüphanelerindeki bütün kitapları yaktırmasıdır. Tarihin tanıdığı en büyük vandallıklardan ikisini Hülagu ve Şarlker yapmıştır. İspanya’da Granada’nın Babür-Remle Meydanı’nda bir milyon kitap yakıldığı tarihi kayıtlara geçmiştir. Yüzyılımızın başında ünlü fizikçi Pierre Curie şunları söylemiştir: Müslüman Endülüs’ten bize otuz kitap kaldı atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık. 13., 14., 15. yüzyıllarda bazı Müslüman bilim adamlarına ait kütüphanelerdeki kitapları bir yerden bir yere nakletmek için 400 deveye ihtiyaç duyulduğunu tarihler kaydetmektedir. El-Vahidi 600 sandık kitap bırakmıştır ki, bir tanesini iki adam zor kaldırıyordu. Bazı hükümdarların kütüphanelerindeki kitapların sayısından fazla idi. Dünyanın hiçbir yerinde Müslümanlardaki bu kitap aşkı görülmemiştir. Çünkü Peygamberimiz Müslümanlara “İlmi kitap haline getirin (havada bırakmayın)“ emrini vermiştir. Adı geçen yüzyıllarda Müslümanlık ilim hayatının zirvesine ulaşmıştı. Kurtuba’dan Semerkand’a kadar uzanan bin camide çalısan ilim adamlarının sayısı camilerdeki sütunlardan daha fazlaydı. Belagatle konuşmaları dünyayı titretiyordu. Devletin yolları, daha fazla öğrenmek için ilim peşinde koşan ilahiyatçı, tarihçi, coğrafyacı, hukukçu ile doluydu…
  2. Tac-Mahal... Çin Seddi... Roma antik tiyatrosu Colosseum... Rushmore Dağı’ndaki 4 Amerika başkanının kabartma heykelleri veya Mısır piramitleri... Bu yapıların hepsini büyük bir özenle tasarlayıp inşa eden mimarlar ve ustalar vardır. İngiltere’nin Stonehenge bölgesindeki taş parçaları bile, burada bir zamanlar eski bir medeniyetin yaşadığının kanıtı sayılmaktadır. Tüm bu örnekler bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Küçük ya da büyük olsun, detaylı bir tasarım ve düzen içeren her yapının mutlaka bir tasarlayıcısı ve kurucusu vardır. Bedenimizden başlayıp muazzam büyüklükteki evrenin en uç noktalarına kadar var olan plan, tasarım ve dengenin elbette üstün bir Yaratıcısı vardır. İnsan, o Yaratıcı’yı göremez, ama varlığını, gücünü ve aklını yarattığı şeyler üzerinde düşünerek, aklederek kavrar. Samimi olarak Allah korkusuna sahip olan her insan bu akletme yeteneğine sahiptir. Modern bilim bugün, Kuran’ın, "(Allah) gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır." (Enam Suresi, 101) ayetine şahitlik etmektedir. 20. yüzyıl bilimi göstermiştir ki içinde yaşadığımız evren yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktada meydana gelen büyük bir patlama sonucunda ortaya çıkmıştır. Uzay boşluğu, galaksiler, gezegenler, Güneş, Dünya, kısaca evreni oluşturan tüm gök cisimleri "Big Bang" adı verilen bu patlama sonucunda meydana gelmiştir. Bir diğer mucize de bu muazzam patlamanın ardından düzenli ve planlı bir evrenin ortaya çıkmasıdır. Bilindiği gibi patlamalar düzen değil, düzensizlik ve yıkım getirirler. Fakat Big Bang’le, tam aksine, son derece sistemli ve düzenli bir evren ortaya çıkmıştır. Evrenimizi, Samanyolu Galaksisi’ni, Güneş Sistemimiz'i ve üzerinde yaşadığımız Dünya Gezegeni’ni kuşatan sayısız kanun, denge ve ölçü vardır. Bunların her biri ise, içinde insan yaşamına imkan sağlayacak bir evreni oluşturacak biçimde, İlahi bir hesap ve düzen içinde yaratılmıştır. Her karesi ayrı bir mucize olan evren, çok açıktır ki onu eşsiz bir ilim, kudret ve sanatla var eden Allah’ın eseridir. Pek çok insan Darwin’in evrim teorisini bilimsel bir gerçek sanır. Oysa teori, günümüz modern bilimi tarafından geçersiz kılınmış bir 19. yüzyıl masalıdır. Teorinin ortaya atılmasından bu yana gelişen biyokimya, mikrobiyoloji, genetik, paleontoloji, anatomi gibi bilim dalları, evrim teorisinin sadece hayal ürünü bir senaryo olduğunu göstermiştir. Bilim, evrim teorisini geçersiz kılarken, öte yandan hayatın gerçek kökenini ortaya çıkarmaktadır: Yaratılış! Tüm canlıları Allah kusursuz bir biçimde yaratmıştır ve canlılar hiçbir evrim geçirmemişlerdir.. Yeryüzünde var olan tüm canlılar üremelerinden korunmalarına, beslenme şekillerinden hareket sistemlerine kadar sayısız üstün özelliklerle yaratılmışlardır. Kimi bir mimar gibi yuvasını inşa eder, kimi bir kimyager gibi düşünerek en ideal ısıtmayı sağlar, kimi ise gerçek bir kamuflaj ustasıdır… Bu canlıların yaşantıları incelendiğinde ise, hem fiziksel özelliklerinin hem de davranışlarının birbirleriyle ve yaşadıkları ortamla tam bir uyum içinde olduğu görülür. İnsan, kendi vücudundan uzaydaki dev galaksilere, doğadaki canlılardan gözle görünmeyen hücrelere kadar evrenin hangi parçasını incelese kusursuz bir plan, düzen ve tasarımla karşılaşır. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin, hangi canlı incelenirse incelensin bu sonuç değişmeyecektir. Canlılardaki tasarım örnekleri, bize bu olağanüstü düzeni yaratmış olan Allah’ın benzersiz sanatını ve gücünün sınırsızlığını tanıtan ayetlerden, yani delillerdendir. Uzun bir tatilden döndünüz… Eviniz, çok düzenli ve mükemmel bir şekilde yeni eşyalarla döşenmiş… Elbette böyle bir durumda çok şaşırır ve etkilenirsiniz. Size bu sürprizi hazırlayan kişinin kim olduğunu merak edersiniz. Böyle olağanüstü bir sürpriz karşısında kayıtsız kalamazsınız. Birinin, her şeyi düşünüp bilinçli olarak düzenlediğini anlarsınız. Bu örnekteki durum tüm evren, dünyamız ve canlı cansız tüm varlıklar için de geçerlidir. Evrende; insan vücudundan gökyüzüne, hayvanlardan denizlerin derinliklerine kadar her yerde, son derece kompleks sistemler ve sayısız hassas denge vardır. Düşünen ve aklını kullanabilen herkes, bu kompleks sistemleri ve hassas dengeleri, üstün bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yarattığını görür. Bu deliller üzerinde tefekkür eden ve hikmet gözüyle bakan her vicdanlı insan, Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü açıkça görerek iman edecektir. İman edenler ise Allah'ı daha yakından tanıyacak, Rabbimiz'e duydukları iman, sevgi ve korku daha da artacaktır. Allah hepimizi doğru yola iletsin…
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.