
serdarkuru
Φ Yeni Üyeler-
İçerik Sayısı
9 -
Katılım
-
Son Ziyaret
serdarkuru - Başarıları
-
Bir tetikçinin anatomisi. Sevgili dostlar,ülkemizde ve dünyamızda işlenen çeşitli siyasi cinayetlerin arkasında güçlü istihbarat örgütlerinin olabileceği konulu analizlerimize karşı çıkartılan en yoğun eleştiri genelde yakalanan tetikçilerin sıradan insanlar oldukları ve hiçte öyle derin bağlantılı insanlara benzemedikleri oluyor. Bu yanlış düşüncenin en büyük sebebi filmlerde insanlara sunulan tetikçi karakterlerinin gerçeği hiç yansıtmamasıdır. âIslak operasyonlarâ denilen cinayetlerde kullanılan elemanlar, filmlerdekinin tersine pek dikkat çekmeyen ama son derece tehlikeli insanlardan oluşur. Gelin size canlı kanlı bir örnek vereyim. Amerikan istihbaratı özellikle Soğuk Savaş döneminde dünya çapında pek çok ıslak operasyona imza atmış ve bu iş için özel cinayet timleri kurmuştu. Fakat bazı tetikçiler tek başlarına çalışırlardı. Bunlardan biride gerçek adı halen bilinmeyen fakat tüm istihbarat camiasında âSıska Bobâ olarak bilinen katildi. Sıska Bobâun aktif olarak görev yaptığı on iki sene boyunca tüm dünyada yüzden fazla cinayet işlediği söylenmektedir ve bu cinayetlerin büyük çoğunluğuna kaza ya da normal ölüm süsü verilmiştir. Sıska Bob karakterini yakından incelersek bu tür tetikçilerin genel profilini daha iyi çıkarabiliriz. Sıska Bob Amerikanın orta kesiminde oldukça varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesi mantık dışı bir hırsla tüm çocuklarının her alanda en başarılılar olmasını isteyen bir kadındı bu sebeple Bob ve iki kardeşine her türlü baskıyı uyguluyordu. Sıska Bob yapı itibariyle ne sporda başarılı olabilmiş ne de sanatsal bir yeteneğe sahipti. Diğer iki kardeşi ondan daha başarılı oldukları için el üstünde tutulurken, Bob evin bodrumunda yatırılıyor ve kardeşlerinden kalan artık yemeklerle besleniyordu. Başarısızlığa tahammülü olmayan annesi bu yöntem sayesinde Bobâun da kardeşlerine yetişebileceğini düşünmüş ama çok yanılmıştı. Tüm bir çocukluğunu sevgisizlik ve aşağılanmayla geçiren Bob bunun sonucu olarak ruhsal dengesini kaybederek yavaş yavaş sadist bir katile dönüştü. Sonraki yıllarda onlarca kişiyi Amerikan çıkarları için öldürecek olan Bobâun ilk kurbanı okul yüzücülük şampiyonluğu madalyasını annesine göstermek için büyük bir kibirle eve giren ve her zamanki gibi aşağılayıcı gözlerle ona bakan kardeşi oldu. Gözünü bile kırpmadan öz kardeşini telefon kablosuyla boğarak öldüren Bob, hemen sonrasında annesinin mücevherlerini de çalarak evden kaçtı ve onlarca insanın hayatına mal olacak kanlı yolculuğuna başladı. Bundan sonraki yıllarda Amerikanın çeşitli şehirlerinde mafya grupları için para karşılığı insan öldürmeye başlayan ve vücut yapısı yüzünden Sıska ismini o yıllarda alan Bobâun bu yetenekleri CIAânin gözünden kaçmamıştı. 1970âli senelerinin başında Bob kendisine kancayı takan CIA tarafından yönlendirilmeye başlandı. Aşağılık kompleksini kanla tatmin etmeye çalışan bu katil artık CIAânin ona gösterdiği hedefleri öldürüyordu. Sıska Bobun en büyük özelliği yanından defalarca geçseniz bile kesinlikle dikkati çekmeyecek bir fiziğe sahip olmasıydı. O kadar zararsız ve sarsak görünürdü ki kurbanlarının hiç biri son ana kadar ondan şüphelenmezdi. Öldürmesi istenilen hedefini günlerce sabırla takip eder ve tüm alışkanlıklarını ezberlerdi. Bu işi çok iyi yapar ve bir süre sonra kurbanının hayatını kendisinden bile iyi bilir hale gelirdi. Öldüreceği kişiyi iyice çözdükten sonra bir bahaneyle ona yaklaşır ve güvenini kazanırdı. Kendileriyle son derece tatlı bir sesle sohbet eden,her hareketlerine övgüler yağdıran, sanki kırk yıllık dostlarıymış gibi onları tanıyan ve ortak zevklere sahip olduklarını her fırsatta vurgulayan Sıska Bobâun şeytan tüyüne çok az kurbanı direnebilirdi. Sıska Bob günler boyu izlediği ve daha sonrada çeşitli bahanelerle yakınlaşarak son derece iyi arkadaş olduğu kurbanlarını en beklemedikleri anda ****** avlardı. Bazen karşıdan karşıya sohbet ederek geçtikleri kişiyi aniden bir arabanın altına iter, bazen de evine yemeğe çağırarak hiçbir şeyden şüphelenmeyen ve son derece iyi arkadaş olduklarını zanneden hedeflerini zehirleyerek öldürürdü. Sıska Bobâun kurbanları işlenen bu cinayetlerden sonra ya yol kenarında araba çarpmış birisi olarak bulunur ya da kullandığı zehir iz bırakmadığı için kalp krizi geçirmiş normal bir ölüm olarak görünürdü. Sıska Bob bu taktikleri sayesinde yıllarca hiçbir şekilde yakalanmadan Amerika ve dünyanın pek çok yerindeki görevlerini acımasızca yerine getirdi. Sıska Bob yaptığı işte o kadar profesyonel davranıyor ve insanlara güven vermesini o kadar iyi biliyordu ki bir keresinde tam iş üzerindeyken tesadüfen yoldan geçen sivil polisler tarafından yakalanmış ama kendisini sorgulayan polisleri suçsuzluğuna ikna ederek katilin sahte robot resminin çizilmesine yardımcı bile olmuştu. Katilin yakalanması için verdiği hizmetler için polisten tebrik alan Sıska Bob olayın üzerinden iki hafta geçmeden başka bir insanın kanına girmiş ve elini kolunu sallayarak Amerikanın en lüks semtinde kendisine verilen villanın yolunu tutmuştu. Yıllarca CIA hesabına cinayetler işleyen Bobâun sonu, artık ona ihtiyacı kalmayan ve bir tehdit olarak gören CIAânin onu ortadan kaldırmasıyla geldi. Son derece paranoyak olan ve her zaman bu tip bir saldırıyı bekleyen Bobâu kandırmak için bayan bir CIA tetikçisi onun güvenini kazanarak kendisine aşık olmasını sağladı ve beraber oldukları bir gece uyurken kalbine ustaca soktuğu bıçakla Sıska Bobâun kanlı hikayesini sona erdirdi. Tetikçileri ortada olan ve büyük ses getiren siyasi cinayetlerin dışında ne zaman ünlü bir işadamının ani bir trafik kazasıyla öldüğünü duysam veya kritik görevdeki bir bürokratın sapasağlam biriyken gece aniden fenalaşıp öldüğünü okusam aklıma hep CIA seri katili Sıska Bob gelir. Unutmayın, dünya sizin görmenize izin verilen olayların etkisiyle değil hiç kimsenin ruhunun duymadığı eylemlerin yönlendirmesiyle şekillenir ve madalyonların bir arka yüzü her zaman vardır. Sevgilerimle Serdar Kuru ***************
-
Malatyada oyun içinde oyun. Kapkara gemiler içinde,boyunlarına takılan zincirlerle birer ****** gibi beyaz adam tarafından Amerika’ya getirilmiş ve yüzlerce sene köleliğin en aşağısına maruz tutulmuşlardı. Amerikalıların kendi çıkarları için yaptığı iç savaş sonrası, lafta özgürlüklerini aldıkları halde beyaz adamla aynı tuvalete girmelerine bile izin verilmediği için altmışlı yıllarda Martin Luther King ve Malcolm X gibi büyük liderlerinin öncülüğünde ayağa kalkmışlardı. Tepelerine inen coplara, kamçılara ve dipçiklere rağmen insan gibi yaşamak için gene insanca yöntemler kullanan zenciler tam başarıya ulaşacaklardı ki karanlık odanın birinde düğmeye basıldı. Martin Luther King ve Malcolm X ardı ardına işlenen suikastlerle mermi yağmuruna tutuldular ve onların yere düşen bedenleriyle beraber barışçıl yöntemler kullanarak beyaz adamı alt edebileceklerini düşünen milyonlarında umutları yerle bir oldu. Hemen arkasından derin eller tarafından kurdurulan ve zencilerin haklarını silahla alacaklarını söyleyen “Kara Panterler” ortaya çıktı ve kendilerinden öncekilerin aksine buldukları her yere saldırmaya başladılar. Barışçıl yöntemlerle tepkilerini gösteren ve korkusuzca kafalarını polis coplarına uzatan insanlara yönelik olumlu duygular yerlerini bir anda öfke ve korkuya bırakarak zenci özgürlük hareketi rayından çıkarıldı. Bugün özgürlükleri için mücadele eden zenciler imajının yerine, tüm gün kokain çekip insan öldürmenin faziletlerini anlatan müzikler dinleyen ve boş kaldığı zaman da birbirlerini kurşun yağmuruna tutan gangster zenci imajı konulmuştur. Ejderha gibi üzerlerine çullanan Kızıl Orduyu ellerindeki derme çatma silahlarla ülkelerine girdiklerine pişman eden, dünya susarken tepelerine bombalar yağdıran Rus jetlerine iman dolu göğüslerini siper eden Çeçen direnişçileri, tüm insanlığa vatan nasıl savunulur dersi veriyorlardı. Bilmedikleri bir buz cehennemine atılan daha on sekiz yaşına bile basmamış küçük Rus askerlerini esir aldıktan sonra ellerindeki tek tas sıcak çorbayı bile onlarla paylaşan Çeçen direnişçilerinin fotoğrafları ajansları doldurduğu zaman tüm bir dünya kamuoyu Rus saldırganlığını kınamış ve Çeçen kahramanlığına sempati duymaya başlamıştı. Küçücük bir ülkenin cesur insanları ,tepelerine inen top mermileri,napalm bombaları ve kimyasal silahlara rağmen özgürce yaşamak için yaptıkları kahramanca mücadelede tam başarıya ulaşacaklardı ki gene karanlık odanın birinde o melun düğmeye basıldı. Çeçen direnişi komutanları bin bir türlü ihanetle kendi insanları tarafından öldürüldüler ve direnişin simgesi Cevher Dudayev korkakça atılan bir füzenin patlamasıyla şehit edildi. Hemen arkasından gene bilinmeyen eller tarafından gönderilen bir takım fanatikler ortaya çıkarak sivil hedeflere saldırmaya başladılar. Daha önce ellerindeki bir tas çorbayı esirlerle paylaşanların tersine bu fanatikler ele geçirdikleri esirleri boğazlarını keserek öldürüyor üstelik bunları kameraya çekerek internette yayınlıyorlardı. Tepelerine inen bombalara rağmen kendilerini öldürmeye gelenlere bile insanca davranan kahraman Çeçen askerleri imajının yerine,nereden geldikleri belli olmayan, sivil hedeflere acımasızca saldıran ve ellerine geçirdikleri esirleri boğazlayarak öldüren “terörist Çeçen” imajı konulmuştur. İngilizlerin entrikası ve İsrail’in yayılmacı politikaları yüzünden kendi ülkelerinde esir duruma düşürülen, hayatları hayvanların bile durmayacağı mülteci kamplarında geçen, çocukluklarını yaşayamadan kendilerini vatan mücadelesi içinde bulan Filistinli ufacık çocuklar İntifadayı başlatmıştı. Dev gibi tankın karşısına elindeki ufacık sapanla çelikten bir kahramanlık abidesi gibi duran minicik Filistinli çocuğun resimleri tüm dünya televizyonlarına mührünü basmıştı. Onlarca yıldır kangrene dönüşen ve hem İsrail hem de Filistinlilere büyük acılar yaşatan kanlı işgalin bu küçücük çocukların sapanlarıyla tuzla buz olabileceği umudu yeni yeşermeye başlamıştı ki o kahrolası karanlık odanın içindeki o hain düğme işlemeye başladı. Bir anda ortaya çıkan yüzleri maskeli,üstleri bombalı insanlar kendilerini İsrail’deki pazar yerlerinde,belediye otobüslerinde ve eğlence kulüplerinde patlatmaya başladılar. Tepelerinden geçen tank paletlerine rağmen silaha başvurmayan ve ellerindeki taşlardan başka bir savunması olmayan kahraman Filistinli çocuklar imajının yerine, üzerlerine sardıkları bombalarla belediye otobüslerindeki çocukları havaya uçuran “barbar Filistinliler” imajı konulmuştur. Ülkelerinin adım adım sömürgeleştirilmesini acı dolu gözlerle izleyen.Tüm hayatlarını boş gözlü zombiler gibi büyük Uluslararası şirketlerin kölesi olarak geçirmeleri istenen. Milli onurları ve bağımsızlıklarının tepesine kara çuvallar giydirilen. Nereye dönseler başka bir ihanetle karşılaşan Türk milleti de, tarihi boyunca ne zaman Milli bir uyanışa doğru hamle edecek olsa o karanlık odalardaki fitne düğmelerine basılmıştır. O düğmelere her basıldığında gencecik insanlar üniversite kapılarında delik deşik edilmiş,yazarları plastik bombalarla havaya uçurulmuş ve toplum önderleri sırtlarından vurulmuştur. Bugün Malatya’da sergilenen oyun kısa bir süre önce İstanbul’da oynanan oyunun başka bir perdesidir. Malatya da öldürülen misyonerleri oraya gönderenlerle, onları vurduranlar aynı ellerdir. Milliyetçi ve vatansever Türk insanı imajı, şeytani eller tarafından “Katiller” imajına döndürülmek istenmektedir. Bu şeytani ellerin sahiplerine buradan haykırıyoruz ki, defalarca oynadığınız bu oyunu ve basmaktan yorulmadığınız fitne düğmelerini biliyor ve insan maskelerinizin ardındaki canavar yüzlerinizi görüyoruz, boşuna ümitlenmeyin, durduramayacaksınız. Sevgilerimle Serdar Kuru ****************************
-
Çıkarsın ama kalamazsın. Milletin oylarını bizler muhafazakarız diye toplayıp milletin topraklarını üç otuz dolara satan, Kıbrısâta Rum palikaryasına vermediği taviz kalmayan,Askerimizin başına kara çuvalı geçirenlere sesini bile çıkartamayan ve Haçlı Avrupa kapılarında Türk milletinin onurunu paspasa çevirenler şimdi kalkmış bize yetmez hepsini isteriz,çatlasınız da patlasanız da Çıkacağız yüksek rakımlı tepeye diyorlar. Çıkarsın evet, ama kalamazsın. Milletin oylarını dindarız diye toplayıp, bu topraklar üzerinde papazlar eşliğinde kilise diken, Papa heykellerinin altında Haçlılara teslimiyet belgeleri imzalayan,Irak topraklarında Amerikan askeri elinde defalarca tecavüze uğrayan Müslüman bacılarımızın feryatları arştaki melekleri bile ağlatırken, biz Amerikaâyla müttefiğiz diyenler şimdi kalkmış, değil bir milyon on milyon kişi yürüseniz çıkacağız yüksek rakımlı tepeye diyorlar. Çıkarsın evet,ama kalamazsın. Milletin oylarını gariplerin hakkını vereceğiz diye toplayıp, Oferlerle otel odalarında gizli pazarlıklar yapan,Tefeci Soroslarla kadeh tokuşturan,Bilderberg toplantılarında her türlü fitnenin merkezine dalan,Bu milletin yamalı hırkasının cebinden çıkarttığı paralara kurulan tüm fabrikalarımızı,madenlerimizi kısacası tüm geleceğimizi tüccar tezgahında haraç mezat uluslararası kapitalist akbabalara meze olarak sunanlar şimdi kalkmış, siyasi güç elimizde kimseyle uzlaşmadan çıkacağız yüksek rakımlı tepeye diyorlar. Çıkarsın evet,ama kalamazsın. Milletin oylarını güçlü ve bağımsız bir ülke hayalimiz var diye toplayıp,ömürlerini Avrupa ve Amerikaâdaki lobileri ziyaret için uçaklarda geçirenler,Siyonist lobilerden üstün hizmet madalyası alanlar,El açan garip köylüye anasını alıp gitmesini söyleyenler, âŞeyini şey ettiğimin şeyiâ gibi devlet adamlığını yerlere düşüren sözleri hiç yüzleri kızarmadan sarfedebilenler, Belediyelerinde kadın nasıl dövülür konulu kitapçıklar bastırıp buna halkımıza dinini öğretiyoruz yaftasını basanlar ve tüm yakınlarını ihale zengini yapanlar şimdi kalkmış, bu fırsat bir daha elimize geçmez çıkacağız yüksek rakımlı tepeye diyorlar. Çıkarsın evet ama kalamazsın. Milletin oylarını biz hoşgörülüyüz ve herkesle uzlaşmacıyız diye toplayıp, tüm bir iktidarlarını kendilerini en ufak şekilde eleştirenleri mahkemelerde süründürmekle harcayanlar, Devletin her kurumuyla kavga etmeyi liderlik sananlar, köşeye sıkıştıkları zaman dindarız diye sevmiyorsunuz bizi yalanına sığınanlar ve Türk kelimesini kullanırken üç kere düşünenler şimdi kalkmışlar, ülkeyi tamamen ele geçirmemiz lazım bu yüzden çıkacağız o yüksek rakımlı tepeye diyorlar. Çıkarsın evet ama kalamazsın. Amerikaâdan gelen silahı,Avrupaâdan gelen parası ile koskoca Türk milletine kafa tutabilecek kadar gözünü karartan aşiret başına sesini çıkartamayanlar, İmralı denen adada milletin vergi parasıyla yiyip içip semiren,içi türlü melanet dolu kitaplar yazan ,bir de utanmadan her gün sağlık kontrolü isteyen terörist başının beslediği yılanlar her gün birkaç Mehmetâimizi al kanlarla toprağa düşürürken ve onların silahsızları Belediye Başkanı sıfatı altında Genelkurmay Başkanımıza dil uzatabilecek kadar umarsızlaşmışken bir Gık sesi bile çıkaramayanlar ve tüm Avrupaâda Türkler Ermeni katili barbarlardır diyenlerle âhadi bizi aranıza alınâ şarkıları söyleyenler şimdi, Çankaya bizim hakkımız söke söke alırız, çıkacağız yüksek rakımlı tepeye diyorlar. Çıkarsın evet ama kalamazsın. Geçmişte Mustafa Kemalin adını ağzına almayanlar,Atatürkâü seven herkesi dinsiz olmakla itham edenler,Türküm demeyi ırkçılık,Laikâim demeyi dinsizlik ve Bağımsızlık istemeyi geri kafalılık olarak niteleyenler bugün milletin büyük kısmı istememesine rağmen bizim meclisteki parmaklarımızın sayısı yeter de artar bile bağırtısıyla âHakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindirâ diyen o büyük insanın koltuğuna oturacağız ve çıkacağız yüksek rakımlı tepeye diyorlar. Çıkarsın evet ama kalamazsın. Kalamazsınız çünkü bir zamanlar sizi iktidar koltuklarına oturtan Türk milleti gün gelir sizi indirmesini de çok iyi bilir. Sevgilerimle Serdar Kuru
-
Partileri değil kalpleri birleştirin. Sevgili dostlar, Türkiye’de ne zaman tehlike bulutları gökyüzünde toplanmaya başlasalar, siyasi gökkuşağının hem sağ tarafından hem de sol tarafından birleşelim türküleri acıklı nağmelerle okunmaya başlanır. Yıllarca siyaset denen insan yeme makinesinde yuvarlandıkları halde Türk insanını zerre kadar tanıyamamış aynalı camlı plaza siyasetçisi, iki üç lidercik bir araya geldiler mi vatanın kurtulacağı hayallerine dalarlar sonra da sandıktan tepe üstü yere çakılarak acı bir şekilde uyanırlar. Efendiler, gelin siz şu yazar kardeşinizi dinleyin, elma ile armut bir araya geldi mi ondan kavun olmaz, sadece meyve salatası olur. İnsanlar siz onlara nereye gösterirseniz oy atacak otomatik oy atma robotları değillerdir ve Türk Milleti Oğuz Kağandan bu yana liderinin peşinden gider, parti flamasının değil. Bana inanmıyorsanız açın liseden kalma tarih kitabınızı ve şöyle bir göz gezdirin, acaba iki üç liderciğin birleşerek başardığı tek bir büyük iş var mıdır şu dünyada. Eğer sizlerde gerçekten bir umut parıltısı olsaydı zaten birleşmeye gerek duymaz atlardınız atınızın sırtına,alırdınız elinize sancağı ve tek başınıza kalacağınızı bile bile sürerdiniz milletin meydanlarına kendinizi ve oralarda dilinizle değil,millet ruhunun içine işlemesi gereken kalbinizle konuşur ve halkın sessiz çığlığına tercüman olurdunuz. Böyle bir durumda parti bayrağınızın rengi ne olursa olsun bu millet peşinizden gelirdi ama şimdi milletin size verdiği notu birleştirerek hile yapmaya çalışıyorsunuz, tutmaz efendiler. Sınıfta kalan iki ilkokul öğrencisi karnelerini birbirlerine ekleyip babalarına öyle gösterdikleri zaman başlarına ne gelirse sizinde seçim sandığında başınıza o gelir. Bir siyasi parti lideri için birleşiyorum demek ben beceremiyorum ve seçimlerde dümdüz olacağıma şimdiden inandım demektir. Ülkenin yönetimine ve milletin geleceğine talip olacak kadar kendine güven duyan bir insanın ilk yapması gereken baş koyduğu yolda ve doğru bildiği hedefe doğru gerekirse tek başına bile olsa gitmeyi göze almasıdır. Bugün yaptırdıkları anketlerde kanatları kopmuş bir uçak hızıyla yere çakıldıklarını fark eden ve bundan kurtulmak için can havliyle birbirlerine sarılan siyasilerin, çözümü başkasında değil kendilerinde aramaları lazımdır. Bugün bıraktım büyük bir lideri ortalama bir siyasetçi bile AKP hükümetinin koltuğa kurulduğu tarihten bugüne kırdığı potların bir parçacığını adam gibi kullanabilse meclisi onlara dar eder ve meydanları inim inim inletirdi. Ama olmadı çünkü sizler milletin dilinden değil başka dillerden konuşuyorsunuz. Sizin konuşmalarınızda evinde pişirecek yemeği olmayan Zehra Hanım,dükkanı iflas eden Marangoz Ahmet ve yıllardır işsiz kahvelerinde kanlı gözyaşını içine akıtan Türk genci Kemalin dertleri bulunmuyor. Sizlerin konuşmaları ya içi geçmiş entel muhabbetleri ya da elli sene öncesinin bürokratik kafasının yansımalarıyla dolu. Umutsuz gençlerin çoğunluğu oluşturduğu bir ülkede sizler onlara umut olamıyor,onların dilinden konuşamıyor,onların dertlerini anlamıyor ve kafalarındaki Türkiye hayaline ışık yakamıyorsunuz. Bu sebeple sizi değil bir birleşme, milyon birleşme bile kurtaramaz. Önce kafanızdaki sağ ve sol örümcek ağlarından kurtulun. Bu milletin çoğunluğu için mutluluğun,hür yaşama isteğinin,özgür ve onurlu bir ülke vatandaşı olmanın sağı ya da solu yoktur. İçi boşalmış birer kabuk haline gelmiş partilerinizin,cesetlerini birleştirdiğiniz zaman kazanmayı umduğunuz kağıt parçalarının hesabını yapmayı bırakın. Bu ülke insanının tenceresi nasıl dolar,kafasına geçirilen kara çuvallar nasıl çıkar ve fakirliğe zincirlenmiş hayalleri nasıl kurtulur onu düşünün. Emekli bürokratlar ve para kazanmaktan doymuş para babaları ile onların lüks üniversitelerden havalı diplomalar almış çocuklarını kendinize danışman olarak alacağınıza bu ülkenin içinden çıkmış evlatlarının sözünü dinleyin. Bu ülkede yaşayanları anket formlarındaki rakamlar,hava alanlarında sizi şak şaklamaya gelen taraftarlar ve sandıktan çıkan üstü mühür basılı kağıtlar olarak değil de her biri çok değerli ve bu dünyanın en iyi yaşamayı hak eden insanları olarak görebildiğiniz zaman o çok istediğiniz koltuğa da oturabilirsiniz meraklanmayın. Benim ülkemin cefakar insanları sevdiğini sırtında da taşır, onun için yalın ayak ve başı kabak çorak vadilerde de yürür ama siz önce gönül gözünüzle bakmayı öğrenin. Partilerinizin tabela ve flamalarını birleştirmeyi boşverin siz kalpleri birleştirin. Tabi bunun için gerekli mangal gibi yürek,çelik gibi bilek ve yorulmayan bir ruh sizlerde varsa. Sevgilerimle Serdar Kuru ****************************
-
Kim dindar kim değil. Dindarız diye bizi istemiyorlar buyurmuşlar birileri. Siz dindarsınız bizler de dinsiz, size cennetin yolları, bize de ateşten gömlek öyle mi? Peki o zaman var mısınız dindarlık nasıl olur biraz anlatalım ve söyleyin bakalım kim dindar kim değil? Dinim der ki Allah birdir ve ondan başka hiç kimseye tapmayacaksın. Diz çökmeyeceksiniz kulların önünde, Öpmeyeceksiniz elini Allahın çocuğu vardır diyen Papanın, Haçlı Avrupaânın kapısının önünde Müslüman bir milletin onurunu iki paralık etmeyeceksiniz. Kafasına sarık sardı diye tapmayacaksınız Allah gibi kendiniz gibi ademoğullarına. Söyleyin bakalım kim dindar, kim değil? Dinim der ki, çalmayacaksın garibin hakkını ve yemeyeceksin haksız yere insanların malını. Milletin alın terinden toplanan paraları, vermeyeceksiniz ballı ihaleler maskesi altında oğlunuza, damadınıza, eşinize ve dostunuza.Satmayacaksınız üç otuz paraya ata yadigarı fabrikalarımı,madenlerimi Haçlıya,Siyonistâe ve Petrol Şeyhine.Peşkeş çekmeyeceksiniz kanla alınan topraklarımı dünyanın öbür ucundan gelen, cebi dolar dolu açgözlü yağmacıya. Söyleyin bakalım kim dindar, kim değil? Dinim der ki, kırmayacaksın garibin gönlünü,kakmayacaksın başına verdiğin sadakayı ve güler yüzlü olacaksın en basit dilenciye, sen dünyalar fetheden bir padişah olsan bile. Kırmayacaksınız gariban köylünün anasının kalbini sizden yardım isterken. Kovmayacaksınız parası çalınan gurbetçiyi sizden aman dilerken. Alçakgönüllü olacaksınız ve bu fani dünyanın kara toprağının üzerinde yürümeyeceksiniz dağları ben yarattım edasıyla. Eğeceksiniz boynunuzu ve öpeceksiniz fakirin toz toprak bulanmış yanağından, silerken onun kanlı göz yaşını. Hor görmeyeceksiniz bu dünyanın dervişlerini ve bileceksiniz ki dervişlik olmaz sakal ve kavuk ile. Dervişlik olur gönül ve kalp ile. Söyleyin bakalım kim dindar,kim değil ? Dinim der ki, haksızlığın karşısında susup dilsiz şeytan olmayacaksın. Her zaman barışı seveceksin ve yumuşak başlı olacaksın tüm insanlara. Ama gerektiği zaman zalimin karşısında cesurca sarsılmaz bir dağ gibi durarak, sıyıracaksın çift dilli kılıcını kınından ve koparacaksın başını zulmün ve fitnenin. Zalimlerle aynı masaya oturmayacaksınız, onlarla müttefik olmayacak ve dünyanın her tarafını ateşe verirlerken sıkmayacaksınız o kapkara ellerini. Atmayacaksınız elinizi omuzlarına sanki kırk yıllık dostlarınızmış gibi ve gülmeyeceksiniz yüzüne Mehmetçiğin başına kara çuval geçiren zakkum ruhlu şeytan askerlerinin. Söyleyin bakalım kim dindar,kim değil ? Dinim der ki, tefecilik yapmayacaksın ve yığmayacaksın altını gümüşü üst üste. İnsanlar açlıktan bir deri bir kemik gezerken geçmeyeceksiniz yanlarından yeni aldığınız son model gümüş renkli Mercedesinizle. Garipler bir gömlek bile alamazken, her gün yepyeni milyarlık Avrupa takımlarla çıkmayacaksınız karşılarına. Yokken masumların içecek bir yudum çorbası, sokmayacaksınız gözlerine yeni aldığınız elli bin dolarlık saatinizi. En yakınlarınız ve gülerek poz verdikleriniz daha dün size küfür eden para babaları olurken, fakirler aklınıza sadece Ramazanın medyatik iftarlarında gelmeyecek. Daha dün faiz haramdır diye emeklinin üç kuruşluk banka hesabına laf ederken bugün dünyanın en büyük tefecileriyle,Soroslarıya kadeh kaldırmayacaksınız. Söyleyin bakalım kim dindar, kim değil ? Dinim der ki, Allah birdir diyen herkesle kardeş olacaksın ve ayırmayacaksın insanları bu bendendir, bu da değildir diye. Yargılamayacaksınız insanları yüzlerindeki kılla ve tepelerindeki örtüyle çünkü bileceksiniz ki yargılama gücü ancak yaratanındır. Rabbin kelamını ezbere bilirim deyip de o kelamın sizler tek bir ümmetsiniz mesajını bölmeyeceksiniz yüzlerce sonradan olma tarikat ve cemaate. Sizin gibi düşünmeyen ve sizi eleştirenlere kızmayacaksınız ve tam tersine teşekkür edeceksiniz sizi uyardıkları ve ilk olarak Şeytanın savunduğu âBen üstünümâ tuzağından sizi kurtardıkları için. Söyleyin bakalım kim dindar, kim değil? Dinim der ki, annene babana hürmet gösterdiğin gibi vatanını ve milletini de korumayı imandan sayacaksın. Vatanını korurken toprağa düşenlerin en üst mertebede olduğu bu dinde o şehitlere âyan gelip yatmasınlarâ demeyeceksiniz. Şehit kanıyla yıkanmış toprakları üç dolara satmayacak ve vatanı bölmek isteyen katillerle âsayınâ kelimesini aynı cümlede kullanmayacaksınız. Bu vatan için at sırtında ömür tüketen, her sabah duyduğunuz ezan sesinin yerini çan sesleri almasın diye başta kalpak, ayakta çizme cepheden cepheye atılanların hatırasına saygıda kusur etmeyeceksiniz. Söyleyin bakalım kim dindar,kim değil ? Dinim der ki, hepiniz mahşer günü Allahın huzuruna çıkacaksınız ve çekileceksiniz hesaba tüm işlediklerinizden bir bir. İşte o zaman ortaya çıkacak, kim dindar, kim değil ? Sevgilerimle Serdar Kuru
-
Bizler Cumhuruz. Bizler Cumhuruz yani milletiz. Sizler lüks beş yıldızlı otellerde ekonomi nutukları atarken, kavurucu sapsarı bir güneşin altında,susuzluktan çatlamış toprağın bağrından üç acı otu çıkarmak için iki büklüm saban süren bizleriz. Sizler yeni yapılmış lüks sitelerinizin oturma odasındaki salonlarına kondurduğunuz plazmalardan, en sevdiğiniz dizileri seyrederken, unutulmuş bir bölgenin kervan geçmez dağındaki bir kovukta, gariplerin çocuklarına bilim ışığı götüren öğretmenler bizleriz. Sizler uzatılmış mayolarınızla,yeni açılmış lüks tatil köylerindeki masmavi suyun içinde, elinizdeki şerbeti yudumlarken, bu ülkenin sınır boylarında, kulakları buz edip düşüren ayazın içinde, elde tüfek, kafada miğfer,donmamak için içimize tıktığımız gazete parçalarıyla, şu vatanın namusunu bekleyen Mehmetçikler bizleriz. Sizler Amerika ve Avrupa da yeni edindiğiniz arkadaşlarınızın önünüze sürdüğü her anlaşmayı umarsızca kahkahalar atarak imzalarken, dondurucu soğukta Sakarya’ya kağnıyla cephane taşıyan, donacağını bile bile gözünü bile kırpmadan bebesinin üzerindeki battaniyeyi alıp taşıdığı top mermisinin üzerine saranların torunları bizleriz. Bizler Cumhuruz yani milletiz. Sizin çocuklarınız Amerika’da en yağlı ve ballı üniversitelerde okurken, son parasını kitaplarına yatırdığı için bir tek kuru simidi üç günlük çaya bandırarak yiyen,montu olmadığı için asker parkasıyla gezen ama gene de okumaya çalışan üniversite öğrencileri bizleriz. Sizler aldığınız kredilerle açtığınız parıltılı şirketlerdeki deri koltuklarınızda, ihale paralarıyla ceplediğiniz dolarları sayarken, her gün dükkanının paslı kepengini Bismillah diye açan ve siftah bile yapamadığı için evine tek bir ekmek bile alamadan utanç dolu gözlerle dönen esnaflar bizleriz. Sizler yeni aldığınız son model makam arabalarınızın aynalı pencerelerinden dışarıyı seyrederken,bir traktör römorkunun arkasına balık istifi sıkışıp, on kuruş para için köleliğe giderken uçurumdan yuvarlanan ve kanlar içinde yerlere serilen amele takımı bizleriz. Sizler her gün okuduğunuzu iddia ettiğiniz İlahi kelamın “Fakirin sizin malınızda hakkı vardır” ayetini hiç hatırlamazken, cebindeki son lirasını mahzun gözlerle el açan fakire veren ve bundan hiç pişmanlık duymayanlar bizleriz. Sizler vatan toprağını her parayı bastıranın alabileceği tezgâhtaki bir mal olarak görürken, o vatanın bir taşı için Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kıbrıs’ta, Gabar dağlarında vücuduna bayrağını sarıp hain merminin üstüne yürüyen bizleriz. Bizler Cumhuruz yani milletiz. Sizin şirketleriniz, özel hastaneleriniz,parıltılı kolejleriniz,hep sizi öven gazeteleriniz varken bizim de işsizliğimiz,maaş kuyruğunda ölen dedelerimiz,umutsuzluğumuz ve kafamıza geçirilen siyah renkli çuvallarımız var. Sizlerin parıltılı sözleriniz, kabadayı tavırlarınız, zengin dostlarınız ve lüks arabalarınıza karşılık bizlerinde öne eğik başımız, hep kırılan hayallerimiz,fakir ailelerimiz ve tıka basa bindiğimiz otobüslerimiz var. Sizlerin şirkette hisseleriniz, bankada krediniz ve Çırağan’da düğününüz varken bizimde ayın yarısında biten maaşımız,icraya giden buzdolabımız ve kavuşamadığımız aşklarımız var. Bizler Cumhuruz yani milletiz. Bizi hor görmeyin sakın. Elbisemiz eski,cebimiz delik,karnımız aç ve kafamız karışık olabilir ama bizi hafife almayın. Bizler ne sağcıyız ne de solcu, sadece insan gibi yaşamak isteyen, güzel bir işimiz, sıcak bir yuvamız ve bir de demli çayımız varsa eyvallah deyip mutlu olabilen, her gün sokakta farkına bile varmadan yanından geçtiğiniz insanlarız. Vatanın parça parça satıldığını,kanla alınan yerlerin dolarla geri verildiğini, dindarlık maskesi altında Allahın neredeyse tüm emirlerine karşı çıkıldığını,bir zamanlar ağzı kokanların ballı ihalelerle artık zengin işadamları olduğunu görmüyoruz sanmayın. Bağıranlardan ve yürüyenlerden korkmayın, asıl susanlardan korkun. Bizler atalarımız gibi çok sabırlıyızdır,kan ağlar şerbet içtik deriz ama bir kere kafamızın tası atıp eskilerin deyişiyle fesi öne yatırdık mı, bizden işte o zaman korkun. Bizler kollarımızı açıp kabadayı gibi yürüyemeyiz belki ama sillemiz de ağırdır hani. İsterseniz bu gerçeği, geçmişte suskunluğumuzu teslimiyet sanan etekli palikaryaların kemiklerinden de sorabilirsiniz. Bizler Cumhuruz yani milletiz. Peki Sizler Kimsiniz ??. Sevgilerimle Serdar Kuru ****************************
-
Ilımlı olmanın kısa tarihçesi Sevgili dostlar, bugünkü yazımızda ılımlı olma ideolojisi ve bu ideolojinin nasıl tarihsel bir evrimden geçtiği konusunu işleyeceğiz. Ilımlı olmak bir grup insanın taş bir duvarı kafalarıyla delebileceklerine kendilerini inandırıp hep beraber duvara tosladıktan sonra yarılan kafalarından akan kanlar sayesinde kendilerine gelerek, duvarın etrafından dolaşmaya karar vermelerine verilen siyasi bir isimdir. Bükemediği eli öperek baştan çıkarmak, köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek gibi taktikleri çok seven ılımlıların tarihte pek çok örnekleri vardır. Mesela İslam tarihinde peygamber efendimizin karşısında her savaşta yenilen ve canlarını kurtarmak için dışarıdan en dindar Müslüman olarak gözükenler buna bir örnektir. Baş başa kaldıkları zaman hem peygamberimize hem de Müslümanlara ağızlarına geleni söyleyen, olmadık fitneler kuranlara yüce Kuran da münafık adı verilmiştir. Peygamberimiz çeşitli ayetlerde bunların şeytanın elemanları olduğu konusunda uyarılmış ve bu cinslerin en kötü kafirden bile daha aşağı olduğu belirtilmiştir. Dünyaya baktığımızda ise bunun daha değişik örneklerini görüyoruz. Mesela adam bir zamanlar Hitlerin SS taburlarında görev almış ve tüm savaş boyunca gaz odasına yollamadığı Yahudi, yere yatırıp kesmediği savaş esiri kalmamıştır. Savaşta yenilince üzerindeki SS üniformasını çıkarıp takımı giyer, kendisine Muhafazakar veya Hristiyan Demokrat adı verir, çünkü o artık ılımlı olmuştur. Başka bir insana bakarsınız tüm hayatını Bolşevik devrim için geçirmiştir, Kızıl ütopya uğruna atmadığı bomba,taramadığı kahvehane yoktur ama işlerin istediği gibi gitmediğini gördüğü anda üzerindeki milis kıyafetlerini bir köşeye atarak çeker üstüne lacileri ve bir de bakmışsınız artık sosyal demokrattır, çünkü o artık ılımlı olmuştur. Öteki şahsiyetlere gözümüzü çeviririz onlarda tüm gençliklerini İslam dinini yanlış anlamakla geçirip dinin sadece Yobazistan türü bir ülkede yaşanabileceğini düşünmüşler, bu uğurda çevirmedikleri dümen kalmamış, Ayetlerin ve Hadislerin temel fikrinin sosyal adalet,özgürlük ve insan olmakla alakalı olduğunu bir türlü anlamak istemeyip, tüm bir dini sadece çarşaf ve tespihe indirgemişler, kendileri dışındakileri kafir,deyyus ve zındık gibi kibar kelimelerle taltiflerken gözlerinin önünde yenen haltları görmezden gelmişlerdir. Devamlı cennetten bahsetmekte ama nedense dünya parası peşinde koşmaktan da geri durmamaktadırlar. Bu kişilerde gün gelmiş ataları gibi taş duvara çarpmışlar ve sonunda onlarda ılımlı olmuşlardır. Kısacası Ilımlı olmak bir sebep değil kafaların duvarlara vurulması sonucu oluşan bir sonuçtur. İncilin tahrif edilmediğini düşündüğüm bölümlerinden birinde âNe soğuksun, ne de sıcak, keşke soğuk yahut sıcak olsaydın, böylece ne sıcak, ne de soğuk, ılık olduğun için, seni ağzımdan kusacağımâ cümlesi geçer ve ağızdan kusulması gerekenlerin en önde gelenleri ılımlı olanlardır. Ilımlı olmak ideolojisini benimseyenlerin esas tehlikesi işlerine gelen her türlü şekle girebilme özgürlüğüne sahip olmalarıdır. Ilımlı ideoloji uzmanları yeri geldiği zaman uçakta namaz kılabilecek kadar dinine düşkün gözükürken yeri geldiği zaman kendi dinlerinin düşman olduğunu belirttiği kesimlerle aynı masalarda oturup kahkahalar atabilir ve hatta onlardan madalya bile almakta bir sorun görmezler. Ilımlı düşünce sözcüleri kendi hanımları ve kızlarını ellerinden gelse taş zindana kapatıp, üzerlerine titanyumdan çarşaf geçirecek kadar kısıtlayabilir ama aynı zamanda o kadınların başkaları tarafından kısıtlandıkları için özgürce hareket edemediklerinden de şikayet edebilirler. Ilımlılık fikriyatı taraftarları her sözlerine fakirleri korumak,sadaka vermek,gariplerin ve gurebaların el üstünde tutulması gibi veciz ifadelerle başlayabilir ama sözlerini bitirdikten sonra bir Garip gelip mahzun gözlerle onlara elini açarsa âhadi Allah versinâ şeklinde bir ifadeyi hiç içleri sızlamadan kullanabilirler. Ilımlı dünya görüşü muhipleri hareketi üyeleri son derece acaip varlıklardır aslında, çünkü yüzlerine geçirdikleri maske gün gelmiş yüzlerine yapışmıştır ve artık isteseler bile çıkaramayacaklarını anladıkları için hem maskenin içinde bunalmakta ama dışarıya da âoh ılımlı olduk ne kadar da rahatladıkâ görüntüsü vermeye çalışmaktadırlar. Ilımlıların en büyük trajedisi ılık su oldukları için kimseye yaranamamalarıdır. İçlerinden çıktıkları kesim için onlar münafık, içlerine girmeye çalıştıkları kesim içinde takiyyecidirler. Her iki kesimde en ufak bir sendelemelerinde tepelerine binmeye hazırdır. Bir Ilımlı için en kötü son ise kendilerinden sonra kimsenin onları hatırlamayacak olmasıdır çünkü arkalarında iyi veya kötü hiçbir iz bırakamazlar. Ilımlılar ne gibi büyük işler yaptıklarını düşünürlerse düşünsünler bıraktıkları izler bir kağıdın üzerine limon suyuyla yazılan yazıya benzeyecektir, bu yazılar ancak üzerlerine ateş tutulursa görünürler ama ateş o kağıdı yakacağı için sonuç gene aynı olacaktır. Ilımlılara kızmamak tam tersine acımak gereklidir aslında, çünkü onlar bir zamanların büyük hedeflerine giderken kafalarını vurdukları duvarlar yüzünden yollarını şaşırarak karanlıklar içinde kalmışlardır. Arada bir parıldayan ışıklar sayesinde birkaç adım attıkları zaman bir yerlere gittiklerini zanneden ama ışık ortadan kalkınca gene zifir karanlık içinde yapayalnız kalanlardır onlar. Sevgilerimle Serdar Kuru
-
Terminator Arnoldun gizli hayatı Sevgili dostlar, haberlere göre güneşli Kaliforniya’nın aşırı kaslı valisi, emekli Terminator Arnold Schwarzenegger sonunda yapacağını yapmış ve eyaletinde yaşayan Ermenilere yaranmak için 22-29 Nisan arasını sözde Ermeni soykırımını anma günü ilan edivermiş. Ah,Arnie sen ki benim ortaokul çağlarımın idolüydün,senin sayende dönemin pek çok genci gibi vücut geliştirme çalışmalarına girişmiş ve zamanımın büyük kısmını demir kaldırıp ayna karşısında şişinmekle geçirmeye başlamıştım. Sonradan düzeldik ve daha ruhani olan Japon Savaş Sanatlarına başladık ama bir dönem Arnold bizim gibi ergen gençlerin gözünde iç geçirilerek kaslarına bakılan ve kendi yazdığı biyografisi her gün okunarak ilham alınmaya çalışılan bir insandı. Tabi o zamanki ergen kafamız Arnoldun gerçekten nasıl bir insan olduğunu ve gerçek dünyanın nasıl işlediğine pek basmıyordu. Madem Arnoldun Türk düşmanı olduğu artık tescilledi, bize de bir Türk yazarı olarak ona bunu burnundan fitil fitil getirmekten başka çare kalmadı. Hadi başlayalım bakalım Barbar Conan Arnold, demir kaldırmaktan California Eyalet başkanlığına nasıl yükselmiş konulu hikayemize. Arnold denen kas yığını, 1947 senesinde Hitlerin memleketi Avusturya’da dünyaya gelmiştir. Tam ismi Arnold Alois Schwarzeneggerdir. Bu Alois ismini biz neden duymadık derseniz bunun sebebi Arnoldun saklamasıdır çünkü Nazi katili Adolf Hitlerin babasının ismi Alois Hitlerdir. Peki ama Arnoldun babası neden oğluna göbek adı olarak Hitlerin babasının ismini vermiştir dersek bunun sebebi de Arnoldun babasının Nazi partisinin sadık bir üyesi olmasıdır diyebiliriz. Arnoldun babası Gustav Schwarzenegger Nazi partisinin ilk üyelerinden biridir ve aynı zamanda özel SA birliklerinde de görev yapmıştır. Kendisi Hitler döneminde polis şefi olarak bulunmuş ve pek çok masum insanın işkencelerden geçirilmesinde büyük çabaları olmuştur. Savaş sırasında Askeri polis bünyesinde astsubaylık yapan Gustav, savaşmak istemeyen Avusturyalıların toplama kamplarına tatile gönderilmesi için de elinden geleni ardına koymamıştır. Kısacası Arnoldun babası tescilli faşist ve ırkçıdır, ne demişler armut dibine düşermiş. Gelelim Arnoldun bizleri zamanında büyüleyen o kocaman kasları nasıl yaptığına. Biz saf ergenler Arnoldun hayatını anlattığı kitaba bakarak, o etkileyici kasları çok çalışarak ve bulabildiği protein içeren her şeyi midesine indirerek yaptığını düşünürdük. Sonra ortaya çıktı ki Arnold efendi o kocaman kasları ve kazandığı dünya şampiyonluklarını başta Dianabol olmak üzere pek çok dopinge borçluymuş. Yani Arnoldun tüm dünyaca tanınmasını sağlayan ilk özelliği bile yalanlar ve hile üzerine kuruludur. Kasları hileyle yaptıktan sonra üstüste çektiği ve genelde hiç konuşmayan ama bol bol toplu katliamlar yapan sözde kahramanları oynadığı filmlerden parayı vuran Arnoldun bu dönemdeki en büyük hobisi bulabildiği her kadını taciz etmekti. Çıktığı televizyon programlarının bayan sunucularından tutun evine aldığı gariban hizmetçi kıza kadar gördüğü tüm dişilere direkt olarak saldırmayı erkeklik zanneden Arnoldun bu icraatları seçim döneminde tacize uğrayan onlarca kadının konuşmasıyla ortaya çıktı ama Bush ekibinin bağlantıları tarafından ört bas edildi. Arnoldun vali olmasını sağlayan zengin para babalarının desteğini kazanmasındaki en önemli unsur Amerika’da milyonlarca insanı dolandıran ve Bush ailesinin de işin içinde olduğu Enron enerji şirketi hortumlama skandalında oynadığı roldü. Enron şirketinin insanları hortumladığı fısıltıları ortaya çıktığı dönemde Enron başkanı Kenneth Lay, Arnoldu bürosuna çağırmış ve saf Amerikalılar üzerindeki büyük etkisini kullanarak bu fısıltıların durdurulmasını istemişti. Arnold da halkın iyiliğini isteyen kahraman Arnie rolüne bürünerek pek çok açık hava toplantısı düzenlemiş, televizyonlara çıkmış ve paraları hortumlanan Amerikalıları, hortumlama söylentilerinin asılsız olduğu konusunda alenen kandırmıştır. Başardığı bu görev üzerine de Amerikan para babası kulüplerinden tam not alarak California valiliği için büyük itibar kazanmıştır. Arnold namlı vücudu ile ahlaki değerleri ters oranda gelişmiş şahsiyetin aslında en büyük torpili karısı üzerindendir. Arnoldun karısı Maria Shriver eski başkanlardan John F.Kennedy’nin torunudur. Annesi Eunice Kennedy başkan Kennedy’nin kızı ve büyük Kennedy ailesi zenginliğinin varislerinden biriydi. Arnoldun karısı Marianın babası yani kaslı Arnienin kayınpederi ise Robert Sargent Shriverdir. Bu adam Soğuk Savaş döneminin en büyük CIA operasyonu olan ve bir dönem bizim ülkemize de gelerek sözde dağıttıkları süt tozlarıyla insanlığa yardım ettiklerini söyleyen Barış Gönüllüleri (Peace Corps) teşkilatının kurucusudur. Sevgili dostlar toparlarsak, Ermenilere sözde soykırım günü hediye ederek Türkiye’yi karşısına almaya cüret eden Arnold Schwarzenegger ; faşist ve ırkçı bir Nazi SA üyesinin oğlu,dopingle sportif başarılar yakalayan bir sahtekar, Hortumcularla ortak olarak halkı kazıklayan bir payanda, sapkın bir kadın tacizcisi ve CIA’nin en etkin elemanlarından birinin damadıdır. Her türlü kirli fitnede bezi bulunan bu adamın Türk düşmanlığı göstermesine hiç şaşırmamalı, ne demişler domuz dediğin dışkının içinde yuvarlanırda kendisini gül bahçesinde sanırmış. Sevgilerimle Serdar Kuru ****************************
-
Barzanilerin gizli tarihi Sevgili dostlar, Barzani familyasının bugün kırdığı cevizleri anlamamız için bu garip ailenin geçmişine biraz bakmamız gerekmektedir. Barzani ailesinin geçmişine özellikle Mesud Barzaniânin babası ve kendilerince büyük kahraman sayılan Mustafa Barzaniânin hayatına baktığımız zaman karşımızda idealist bir insandan çok para rüzgarları nereden geliyorsa oraya doğru yön değiştiren bir tipleme çıkmaktadır. Bugün Mesud Barzani Amerika için ne anlama geliyorsa, geçmişte babası Mustafa Barzaniâde Sovyetler için o anlama geliyordu. Mustafa Barzani maaşlı bir Sovyet KGB ajanıydı ve KGB dosyalarındaki kod ismi âReisâti. Bugün özgürlük kahramanı olarak lanse edilen Barzanilerin geçmiş ilişkilerini Kuzey Irakta herkes bilmektedir ama bunları söyleyenler genelde ya işkenceden geçirilmekte ya da ortadan kaybolmaktadırlar, çünkü Mesud Barzani babasının bir halk kahramanı değil basit bir KGB ajanı olduğu gerçeğinden utanç duymakta ve bunu saklamaya çalışmaktadır. Peki Mustafa Barzaniânin KGB saflarına girmesine neden olan olaylar nasıl gelişti. Sovyetlerin bir süre çıkarlarına uygun gördükleri için İranâda kurdurdukları naylon Kürt devletçiği Mahabad Cumhuriyeti, 1946 senesinde işlerin değişmesi üzerine ortadan kaldırılmış ve devlet kurduk diye kasılanlar kaçacak delik aramaya başlamışlardı. Bu kaçaklardan biride Mesud Barzaniânin babası Mustafaâydı. Yanında bulunan birkaç yüz peşmergesiyle beraber kapağı Sovyetlere atan Mustafa Barzani Moskovaânın sert havasına alışamadığı için Baküye yerleştirildi. 1947 senesinde Baküde KGBânin suikast ve başka ülkelerde iç karışıklık yaratma birimi SMERSH üyesi Sudaplatov kendisiyle temas kurdu. Laf açılmışken SMERSH Rusça Smert Shpionam yani âCasuslara Ölümâ kelimelerinden türetilmiştir ve Stalin zamanında Batılı ajanları yakalayıp öldürmekle görevli bir oluşum olarak kurulmuştur daha sonrada işi başka ülkelerde karışıklık çıkartmaya çevirmiştir. Biz baba Barzaniânin maceralarına dönecek olursak, SMERSH ile yaptığı görüşme sonucu kendisi ve yanında getirdiği peşmergelere özel KGB tesislerinde gerilla eğitimi verilmesine, daha sonrada tepeden tırnağa silahla donatılıp Irakâa geri gönderilmelerine karar verildi. Bu arada Sudaplatov gibi bir adamın Mustafa Barzaniâyle temasa geçmesi o dönemde Sovyetlerin Barzanilerde ne gibi bir potansiyel grödüklerini de ortaya koymaktadır, çünkü Sudaplatov öyle basit bir KGB elemanı değildir. Troçkinin öldürülmesi ve Atom bombası sırlarının Amerikaâdan çalınması gibi operasyonlarda hep bu adamın parmağı bulunur. Aslında Barzani ailesinin Ruslarla olan ilişkileri çok daha eskiye dayanmaktadır. Birinci dünya savaşı öncesinde Irak toprakları Osmanlı idaresinde ve Barzanilerde Osmanlı vatandaşıyken dönemin aşiret şeyhi Şeyh Abdül Selam nedense Rusyaâya tatile gitmiş ve o dönemden sonra Barzani aşireti Ruslardan altmış defanın üzerinde silah ve para yardımı almıştır. Bu şeyh efendinin Ruslara el açtığı günden birkaç sene sonra Osmanlının Ruslarla savaşa girdiğini hatırlamanızı isterim. Kısacası Barzaniler o dönemde de vatandaşı oldukları Osmanlıyı hem Ruslara hem de daha sonra bildiğiniz gibi İngilizlere satmışlardı. Ne aile ama değil mi. Devam edersek 1961 senesine kadar Mustafa Barzani ve seçme peşmergeleri Sovyet KGB tesislerinde gerilla eğitimi almaya devam ettiler. 1961 senesinde zamanın KGB başkanı Shelepin dönemin Sovyet lideri Kruşçeve bir öneride bulundu. Amerika,İran ve Türkiyeânin Sovyetler karşısında kurdukları ittifakı zayıflatmak için bir Kürt ayaklanması çıkarmaları gerektiğini bunun içinde uzun süredir eğittikleri Mustafa Barzani ve peşmergelerini kullanacaklarını söyledi. Buna göre ayaklanma ilk aşamada Irakta çıkarılacak ve daha sonra aşiret bağlantıları sayesinde Türkiye ve İranâa yayılacaktı. Böyle bir ayaklanma Iraktaki Batı yanlısı hükümeti sıkıştıracak,Batının petrole ulaşım yollarını kesecek ve Türkiyeâdeki Amerikan üslerini tehlikeye atacaktı. Kruşçev bu plana onay vermekte gecikmediği için KGB tarafından sağlanan para ve silahlarla Mustafa Barzani hemen Kuzey Irakâa geçirilerek ilk ayaklanmasını başlattı. Moskova 700 kadar peşmergeye de üst düzey askeri eğitim vermişti. Patlayıcı uzmanlığı, radar operatörlüğü gibi beceriler öğretilen bu peşmergeler zamanla Kuzey Irakâa sızdırılacak böylece Sovyetlerin müdahalesi dikkat çekmeyecekti. Bu ilk ayaklanmadan sonra da Barzanilerin Sovyetlerle ilişkileri devam etti hatta daha sonradan Irak rejimini 1970âlerde Kürtlere özerklik vermesi için ikna eden Sovyet diplomatı Primakov, bir dönem KGB ajanı olarak gazeteci örtüsüyle Kuzey Irakta aylarca kalmıştı. Yıllar sonra dünya dengelerinin değişmesi üzerine Kürtleri yeterince kullandıklarını düşünen ve yeni Irak Baas rejimini kazanmak isteyen Sovyetler Barzanilere sırt dönmüş, bunun üzerine de Barzani ailesi CIA,MOSSAD şemsiyesine sığınmıştı. Tüm bir Soğuk Savaş boyunca duruma göre KGB duruma göre de CIA hesabına çalışan Barzanilerin Soğuk Savaş sonrası maceralarını ve Amerikanın bölgedeki uzantısı olduklarını anlatmaya gerek yok. Şimdi toparlarsak babası tescilli KGB ajanı olan ve yaptığı tüm icraatları bazen Sovyet bazen de Amerikan çıkarları için ortaya koyan Barzani aşiretinin bugünkü post sahibi Mesud Barzaniânin Türkiye aleyhindeki sözlerini değerlendirirken bu geçmişi iyi düşünmemiz lazım. Barzani ailesinin idealleri yoktur, gücü onlara kim sağlıyorsa onların çıkarları için yaptıkları vardır. Eğer KGB elemanı Mustafaânın oğlu CIA elemanı Mesud âKürt devletine karışırsanız bizde Diyarbakırâa karışırızâ diyorsa bunu dedirten güç Kuzey Irakâta değil Washingtonâda Beyaza boyanmış bir evde oturan Kovboy şapkalı biridir. Tepkimizi göstereceğimiz yeri iyi bilelim. Sevgilerimle Serdar Kuru