
CEDEL
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
20 -
Katılım
-
Son Ziyaret
CEDEL - Başarıları
-
ALLAH NEDEN BİRDİR?
CEDEL şurada cevap verdi: ANTON_SZONDOR_LAVEY başlık Dini Konular - Din - Dinler
Burdaki imanlı kardeşlere bir çağrım var: Kardeşlerim bu ateistlere bin tane hüccet bin tane delil de getirseniz inanmayacaklardır.Zira bunların derdi sorgulamak değil saldırmak.Arkasına kalleşçe saklandıkları bilimin baş düşmanı da bunlar. Zaten bilim ispatlamıştır ki kainat ,tek ve bir ve mutlak kudret sahibi olan bir yaratıcının emrinde muazzam bir düzen içinde kaimdir.Kıt akıllarıyla meallerinden yorumladıkları Kur'an-ı Kerimi de anlamaktan mahrumdur bunlar.Zira davaları Kur'an-ı ve İslamı sorgulamak olsaydı en azından batılı oryantalistlerin yaptığını yapar İslami bilimlerde adamakıllı bir araştırma ve ihtisas yaparlardı.Bir de durmadan ön kabulden bahsedip dururlar''bize önkabullü açıklamalar yapmayın bilimsel açıkamalar yapın diye.'' Ben bu bilim ******** arkasına saklandığı pozitif bilimlerin temeli olan matematik bölümünde bir üniversite öğrencisiyim ve bu cahillere ilan ediyorum ki matematikte bir tane dahi önkabülsüz ispat yoktur.Her ispatta mutlaka başka bir teorem veya tanım kullanılır.Mesela ''boş küme her kümenin bir alt kümesidir''teoreminin ispatı şöyledir: Kabul edelim ki boş küme herhangi bir A kümesinin alt kümesi olmasın.Bu durumda boş küme A kümesinde bulunmayan en az bir eleman içermek zorundadır ,bu ise boş kümenin tanımına aykırıdır,o halde boş küme her kümenin bir alt kümesidir''Görüldüğü gibi bu teoremin ispatında alt küme tanımı bir önkabül olarak kullanımıştır.Alt küme tanımı da şöyledir:''A ve B boş kümeden farklı iki küme olsunlar ,eğer A kümesinin her elemanı B kümesinin de bir elemanı ise A altküme B'dir denir'' İşte bu bilim ********* iddiası bu örnek üzerinde olsa aynen şöyle olurdu:''Ben altküme tanımını kabul etmiyorum,bana önkabülsüz bir ispat yap!''- 349 cevap
-
- Allah Neden Birdir
- Allah
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
kralx'in de yazısında belirttiği gibi rasulullah(s.a.v.) 25 yaşına kadar iffetle yaşamıştır.O'nun ahlakının her yönden mükemmel olduğunu en azılı düşmanları olan fakat günümüzdeki azılı islam düşmanları kadar ***** olmayan, mertlikten cesaretten nasibi bulunan mekkeli müşrikler de defalarca ikrar etmişlerdir.Mekke gibi son derece sıcak bir bölgede yaşayıp 25 yaşına kadar iffetle yaşayan rasulullah'a(s.a.v.) haşa şehvet düşkünlüğü gibi çirkin bir iftira atanlar fuhşun çirkinliğin ta ortasında olanlardır.Ayrıca hz. Aişe'nin(r.anha) 9 yaşında evlenmesini ortaya atıp çirkin iftiralar düzenler,ekseriyetle bilimi putlaştırıp ona tapanlar oldukları halde bilimin verdiği gerçeklerden de haberdar değildirler.O da sıcak iklimlerde insanların cinsi yönden çok erken olgunlaşmalarıdır.Ayrıca dikkat edin peygamberimiz kendisine Allah'tan müsaade edildiği gibi bir çok kadınla evlenmiştir,yine dikkat edin bunlar da bir çok kabilenin önde gelenlerindendi ve çoğunluğu duldu.(r.anhunne).Rasulullah'ın(s.a.v.)bu evliliklerde islama girmemiş bir çok kabileyi akraba olarak islama ısındırma gayesi vardı.Bakınız iftiracılar rasulullah'ın(s.a.v.)çok evliliğini öne sürüp O'na haşa kadın düşkünü diye iftira atıyorlar.Halbuki farz-ı muhal böyle olsaydı bu iftiracıların işini yapacaktı.O da nedir:Karşılaştığı,beğendiği her kadınla,şehvetinin kölesi olup insanlıktan,vicdandan nasibi olmadığı için hayvan gibi beraber olup sonra nefsi doyunca da kadını ya karnında hayatı evlilik sayesinde güvence altına alınmamış bir çocuk ile terk; ya da kadını bir leke ile yalnız başına bırakmaktır.Halbuki islamın emrettiği evlilikte velev dörde kadar olsun her kadının ve onlardan doğacak çocukların evlilik sayesinde hayat güvencesi vardır.Buna rağmen islamda zaten çok eşli evlilik emredilmemiştir hatta tek eşle evlilik teşvik edilmiştir.Çok eşle evliliğe ;ya nefsine hakim olamayıp toplumu çürüten bir illet olan zinaya düşme korkusundan ya da kadın nüfusun savaşlarda sahipsiz kalıp erkek nüfusa göre artmasıyla vs. gibi durumlarda müsaade edilmiştir. Kur'an-ı kerimin ve dini eserlerin Türkçeye çevrimesine gelince Zaten mümkün olduğu ölçüde bu yapılmıştır.Ancak toplumlar arasında bazı alanlarda bazı ortak dillerin kullanılması gibi(mesela tıp dili olarak Latincenin kullanılması),İslam ilimlerinde de müslümanlar arasındaki ortak dil Arapça'dır.Zaten Arapça üzerine az bir araştırma yapıp onu biraz öğrenen ve bu işin uzmanı olan kimseler hiç bir dilin Arapça kadar mecazi ve soyut kavramları ifade edemeyeceği görüşünde birleşirler.İslami eserler de kaba ve somut meseleleri anlatan eserler omadıklarından (ilahi takdir üzere) İslamı ifade etmek için en uygun dil Arapça'dir.
-
Sizin türününüz(Avatarında görünüyor)artacağına insan türü artsın
-
AKIL SAHİPLERİ İÇİN EVRİM HURAFESİ
CEDEL şurada cevap verdi: CEDEL başlık Dini Konular - Din - Dinler
20 SORUDA EVRİM TEORİSİNİN ÇÖKÜŞÜ İSİMLİ ESERİN DEVAMI: 3. İNSANA AİT BULGULAR NE KADAR ESKİYE GİDER? BU BULGULAR NEDEN EVRİMİ DESTEKLEMEZ? Tanzanya Laetoli'de bulunan 3.6 milyon yıllık insan ayak izleri İnsanın yeryüzündeki varoluş zamanıyla ilgili sorunun cevabını bulmak için fosil kayıtlarına başvurmak gerekir. Fosil kayıtları insanla ilgili bulguların milyonlarca yıl öncesine uzandığını göstermektedir. Bu bulgular iskelet ve kafatası parçaları ve çeşitli dönemlerde yaşamış insanlara ait kalıntılardan oluşmaktadır. İnsana ait kalıntıların en eskisi, ünlü fosil bilimci Mary Leakey tarafından 1977 yılında Tanzanya'nın Laetoli bölgesinde bulunmuş "ayak izleri" dir. Bu kalıntılar bilim dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Yapılan çalışmalar bu ayak izlerinin, 3.6 milyon yıllık bir tabakada yer aldığını gösteriyordu. İzleri inceleyen Russell Tuttle şunları yazmıştı: Bu izler, çıplak ayaklı bir Homo sapiens (insan) tarafından bırakılmış olmalıdır. Yapılan tüm morfolojik incelemeler, bu izleri bırakan canlının ayağının, modern insanlarınkilerden farklı olmadığını göstermektedir.8 Yapılan araştırmalarla, ayak izlerinin sahipleri de tanımlanabildi. 10 yaşında modern bir insanın 20 tane ve daha küçük bir insanın 27 tane fosilleşmiş ayak izi mevcuttu. Mary Leakey'in bulduğu izleri inceleyen Don Johanson ve Tim White gibi ünlü paleoantropologlar da bu sonucu teyidettiler. White bu fikrini şu sözlerle açıklıyordu: Hiç kuşkunuz olmasın… Bunlar günümüz insanının ayak izlerinden tamamen farksız. Eğer bu izler bugün bir California plajında olsalardı ve bir çocuğa bunların ne olduğu sorulsaydı, hiç tereddüt etmeden burada bir insanın yürüdüğünü söylerdi. Bunları, kumsalda yer alan diğer yüzlerce insan ayak izinden ayırt edemezdi. Dahası siz de ayırt edemezdiniz.9 1.7 milyon yıllık taş kulübe kalıntısı Söz konusu ayak izleri evrimci bilim adamları arasında önemli bir tartışmayı başlattı. Çünkü bu izlerin bir insana ait olduğunu kabul etmeleri, maymundan insana doğru çizdikleri hayali sıralamalarının artık savunulamaz hale gelmesi anlamına gelecekti. Ancak bu noktada dogmatik evrimci mantık bir kez daha kendini gösterdi. Evrimci bilim adamlarının birçoğu bir kere daha ön yargıları uğruna bilimden vazgeçtiler. Laetoli'de bulunan izlerin maymunumsu bir canlıya ait olması gerektiğini iddia ettiler. Bu iddiayı savunmaya çalışan evrimcilerden biri olan Russell Tuttle şunları yazıyordu: Sonuçta, Laetoli bölgesindeki 3.6 milyon yıllık ayak izleri bugünkü günümüz insan ayak izlerine çok benzemektedir. Bulgu, bu izleri bırakan canlıların bizden daha kötü ya da farklı yürüyen bir canlı olduğunu göstermemektedir. Eğer bu izler bu kadar eski olmasalardı, bunların da bizim gibi bir homo (insan) tarafından bırakıldıklarını hiç tartışmasız kabul edebilirdik... Ama yaş sorunu nedeniyle, bu izlerin Lucy fosili ile aynı türe, yani Australopithecus Afarensis (Evrimcilerin yarı insan-yarı maymun olarak göstermeye çalıştıkları, gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türü) türüne ait bir canlı tarafından bırakıldığı varsayımını kabul etmek durumundayız.10 İnsanla ilgili en eski kalıntılardan biri de Louis Leakey tarafından 1970'lerin başında Olduvai George bölgesinde bulunan taş bir kulübenin kalıntılarıdır. Kulübenin kalıntıları 1.7 milyon yıllık bir katmanda bulunmaktaydı. Afrika'nın bazı bölgelerinde benzerleri bugün de kullanılan bu tarz yapıların sadece Homo sapiens, yani günümüz insanı tarafından yapılmış olabileceği bilinmektedir. Kalıntının önemi, insanın, evrimciler tarafından atası olarak gösterilen sözde maymunumsularla aynı tarihte yaşadığını ortaya koymasıdır. Turkana çocuğu Etiyopya'nın Hadar bölgesinde bulunan 2.3 milyon yıllık modern insan çenesi de yine modern insanın yeryüzünde evrimcilerin öngördüğü tarihten çok daha önce var olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.11 İnsanla ilgili bulunan en eski ve en eksiksiz fosillerden biri de KNM-WT 15000 veya diğer adıyla "Turkana Çocuğu" iskeletidir. 1.6 milyon yıllık bu fosili evrimci Donald Johanson şöyle tarif eder: Uzun ve zayıftı. Vücut şekli ve uzuvlarının oranları bugünkü Ekvator Afrikalıları'nınkiyle aynıydı. Uzuvlarının ölçüleri, bugün yetişkin beyaz Kuzey Amerikalılarla tamamen uyuşuyordu.12 Yapılan araştırmalar fosilin 12 yaşında bir çocuğa ait olduğunu ve büyüyebilmiş olsaydı 1.83 m. boyuna ulaşabileceğini göstermiştir. ABD'li paleoantropolog Alan Parker "sıradan bir patoloğun bu çocuğun iskeletiyle, günümüz insanına ait bir iskeleti birbirinden ayırmasının çok güç olduğunu" söyler.13 İnsanla ilgili bulunan kalıntılardan en çok yankı getirenlerden biri de 1995 yılında İspanya'da bulunan bir fosildi. İspanya'nın Atapuerca bölgesindeki Gran Dolina mağarasında yapılan araştırmalarda ortaya çıkarılan 800 bin yıllık fosil 11 yaşında bir insana aitti ve onu bulan araştırmacıları şaşırtmıştı. Madrid Üniversitesi'nden üç İspanyol paleoantropologdan oluşan araştırma ekibinin başı Arsuaga Ferreras şunları söylüyordu: Evrimci literatürün en popüler dergilerinden biri olan Discover, Aralık 97 sayısında, 800 bin yıllık insan yüzünü kapaktan vererek, evrimcilerin, "Bizim geçmişimize ait yüz bu mu?" şeklindeki hayret ifadesini başlık yapmıştı. Büyük, geniş, şişkin, yani anlayacağınız ilkel bir şeyle karşılaşmayı umuyorduk. 800.000 yıl yaşındaki bir çocuktan beklentimiz, Turkana Çocuğu gibi bir şey olmasıydı. Ama bizim bulduğumuz bütünüyle modern bir yüzdü… Bunlar sizi sarsan türden şeyler: Fosil bulmak değil, tamam fosil bulmak da beklenmedik ve güzel bir olay. Fakat en etkileyici olanı bugüne ait olduğunu düşündüğünüz bir şeyi geçmişte bulmanız. Bu bir anlamda, Gran Dolina'da kasetçalar bulmak gibi bir şey. Böyle bir şey çok şaşırtıcı olurdu elbette. Alt Pleistosen tabakalarında teypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz, ancak 800 bin yıllık "modern" bir yüz bulmak da bunun gibi bir şey. Onu gördüğümüzde çok şaşırmıştık.14 Görüldüğü gibi fosil bulguları, "insanın evrimi" iddiasını yalanlamaktadır. Bu iddia bazı medya kuruluşları tarafından topluma sanki ispatlanmış bir gerçek gibi sunulur, oysa ortada sadece hayali teoriler vardır. Nitekim evrimci bilim adamları da bu gerçeği kabul etmekte ve "insanın evrimi" iddiasının bilimsel delillerden yoksun olduğunu itiraf etmektedirler. Örneğin evrimci paleontologlar Villie, Solomon ve Davis, "biz insanlar fosil kayıtlarında aniden beliriyoruz" diyerek, insanın yeryüzünde aniden, yani hiçbir evrimsel atası olmadan ortaya çıktığını kabul etmektedirler.15 Collard ve Wood ise 2000 yılında kaleme aldıkları bir makalede "insan evrimi hakkındaki mevcut filogenetik (evrimsel) hipotezler hiç güvenilir değil" demek zorunda kalmışlardır.16 Elde edilen her yeni fosil bulgusu -bazı ciddiyetsiz gazetelerde "Evrimin Kayıp Halkası Bulundu" gibi uydurma başlıklarlaaktarılsadahi- evrimcileri daha da fazla çıkmaza sokmaktadır. 2001 yılında bulunan ve Kenyanthropus platyops adı verilen kafatası fosili bunun son örneğidir. George Washington Üniversitesi Antropoloji bölümünden evrimci paleontolog Daniel E. Lieberman, Nature dergisinde yazdığı makalesinde, Kenyanthropus platyops hakkında şu yorumu yapmıştır: EVRİMCİLERDEN NEANDERTALLERE ZORUNLU "İADE-İ İTİBAR" 1975 YILININ NEANDERTAL TASVİRİ - Geheimnisse der Urzeit, Deutsche Übersetzung, 1975 (solda) 2000 YILININ NEANDERTAL TASVİRİ - National Geographic, Temmuz 2000 (sağda) Evrimciler 20. yüzyılın başından itibaren, kaybolmuş bir insan ırkı olan Neandertalleri "yarı maymun" canlılar olarak gösterdiler. Üstteki gibi "maymun Neandertal" tasvirleri, on yıllarca evrim propagandası için kullanıldı. Ancak 80'li yıllardan itibaren, bu efsane çökmeye başladı. Hem fosiller üzerindeki incelemeler hem de Neandertal kültürüne ait izler, bu insanların "yarı maymun" olmadıklarını gösterdi. Örneğin bulunan 26 bin yıllık iğne, Neandertallerin terzilik yeteneğine sahip medeni insanlar olduğunu belgeledi. Bunun bir sonucu olarak, National Geographic gibi evrimci yayınlar artık Neandertalleri alttaki gibi "medeni" insanlar olarak göstermek zorunda kalıyor. "İnsanın evrim tarihi çok karmaşıktır ve çözümlenmemiştir. Şimdi 3.5 milyon yıllıkbaşka bir türün bulunması ile durum daha da karışacak gibi görünüyor... Kenyanthropus platyops'un yapısı genel olarak insanın evrimi ve türlerin davranışı konuları hakkında birçok soruyu beraberinde getiriyor. Örneğin neden alışılmışın dışında olarak, küçük bir çene dişine ve öne doğru kavisli çene kemiği olan büyük düz bir yüze aynı anda sahip? Büyük yüzü ve benzer şekilde yerleştirilmiş çene kemiği olan tüm diğer insanımsı türlerin büyük bir dişi var. K. Platyops'in önümüzdeki birkaç yıl içindeki en başlıca rolünün, birlikleri bozucu ve insanımsılar arasındaki evrimsel ilişkinin araştırmalarında karşılaşılan kargaşayı vurgulayıcı bir rolü olacağını düşünüyorum."17 Gerçek bir insan olan Atapuerca fosilinin bulunduğu İspanya'daki Gran Dolina mağarası Görüldüğü gibi eldeki bulguların sayısının artması, evrim teorisi lehinde değil aleyhinde sonuçlar ortaya koymaktadır. Oysa eğer geçmişte bir evrim süreci yaşanmış olsaydı, bunun çok fazla kanıtı olmalı ve elde edilen her bulgu teoriyi biraz daha güçlendirmeliydi. Nitekim Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabında bilimin bu yönde gelişeceğini iddia etmişti. Ona göre teorisinin fosil kayıtları açısından tek sorunu, yeterince fosil bulgusu olmamasıydı. Yapılacak araştırmalarda teorisini ispatlayacak sayısız fosil çıkacağını ümid ediyordu. Oysa bilimsel bulgular, Darwin'in bu hayalini tamamen boşa çıkardı. İNSANLA İLGİLİ KALINTILARIN ÖNEMİ İnsanla ilgili burada bazı örneklerini saydığımız bulgular çok önemli gerçekleri ortaya koymuştur. Öncelikle de evrimcilerin insanın atasının maymunsu canlılar olduğu şeklindeki iddialarının ne kadar büyük bir hayal ürünü olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Çünkü anlaşılmıştır ki insan, yeryüzünde evrimcilerin "insanın atası" olarak gösterdikleri maymun türlerinden çok daha önce ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu maymun türlerinin insanın atası olmaları söz konusu değildir. Sonuç olarak fosil kayıtları bize insanın bundan milyonlarca yıl önce de aynı bugünkü şekliyle var olduğunu ve hiçbir şekilde evrim geçirmeden bugüne kadar geldiğini göstermiştir. Bu noktada evrim savunucularının, eğer gerçekten bilimsel ve dürüst olduklarını iddia ediyorlarsa, ellerindeki hayali maymun-insan sıralamalarını çöpe atmaları gerekmektedir. Bu hayali soyağaçlarını terk etmemeleri evrimin bilim adına savunulan bir teori değil, bilimsel gerçeklere rağmen yaşatılmaya çalışılan bir dogma olduğunu bir kez daha göstermektedi -
ALINTI: EVRİM TEORİSİ NEDEN BİLİMSEL VE GEÇERLİ BİR TEORİ DEĞİLDİR? Evrim teorisi, yeryüzündeki canlılığın tesadüfler sonucunda, doğal şartlarla kendiliğinden meydana geldiğini savunur. Bu teori bilimsel bir kanun, ispatlanmış bir gerçek değil, bilimsellik kisvesi altında toplumlara empoze edilmeye çalışılan materyalist bir dünya görüşüdür. Modern bilim tarafından her alanda yalanlanan bu teorinin en büyük dayanakları ise birtakım hile, sahtekarlık, çarpıtma, aldatmaca ve göz boyamalardan oluşan telkin ve propaganda yöntemleridir. 19. yüzyılın ilkel bilim anlayışıyla hayali bir varsayım olarak öne sürülen evrim teorisi bugüne kadar hiçbir bilimsel bulgu veya deney tarafından doğrulanamamıştır. Tam tersine, teorinin iddialarını doğrulamak için başvurulan tüm yöntemler böyle bir teorinin geçersizliğini kanıtlamıştır. Darwin döneminde hücrenin kompleks yapısı hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Ancak, çoğu insan bugün bile bu teoriyi, aynen yerçekimi kanunu ya da suyun kaldırma gücü gibi ispat edilmiş bilimsel bir gerçek sanır. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi, evrimin topluma yansıtılan yüzü gerçek yüzünden çok farklıdır. Pek çok kimse, son çırpınışlarla ayakta tutulmaya çalışılan bu teorinin ne kadar çürük temellere dayandığını ve bilim tarafından nasıl her aşamada yalanlandığını bilmez. Evrimcilerin desteksiz varsayımlar, taraflı, gerçek dışı yorumlar, çarpıtmalar, aldatmacalar, hayali çizimler, psikolojik telkin yöntemleri, sayısız sahtekarlık ve göz boyama tekniklerinden başka bir dayanakları yoktur. Bugün biyoloji, paleontoloji, genetik, biyokimya, mikrobiyoloji gibi bilim dalları, canlılığın hiçbir şekilde tesadüfler ve doğa şartları sonucunda kendiliğinden meydana gelemeyeceğini kanıtlamıştır. Canlı hücresi, bilim dünyasının ortak kanaatiyle, insanoğlunun bugüne kadar karşılaştığı en kompleks yapı ünvanını korumaktadır. Modern bilim, tek bir canlı hücresinin dahi büyük bir şehirden çok daha kompleks bir yapıya ve içiçe geçmiş karmaşık sistemlere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Böyle kompleks bir yapı, ancak bütün parçaları aynı anda ve eksiksiz olarak ortaya çıktığında işlev görebilir. Yoksa hiçbir işe yaramaz, zaman içinde dağılır, parçalanır ve yok olur. Evrimin iddia ettiği gibi milyonlarca sene diğer parçalarının "tesadüflerle" oluşmasını bekleyemez. Dolayısıyla sadece tek bir hücrenin kompleks tasarımı dahi, canlılığın Allah tarafından yaratılmış olduğunu açıkça göstermektedir. Hücredeki kompleks yapılardan örnekler; sağda: Hücredeki protein sentezinin gerçekleştiği "ribozom"; solda: Kromozomdaki DNA birimlerini paketleyen "nükleozom". Hücre bunlar gibi, hatta daha da kompleks pek çok yapı ve sistemi içinde barındırmaktadır. İlerleyen teknolojiyle tespit edilen bu karmaşık yapıların tesadüfen meydana gelebilmelerinin imkansız olduğunun anlaşılması evrimcileri içinden çıkılamaz bir duruma sokmuştur. Ancak, materyalist felsefeyi savunan belli kesimler, çeşitli ideolojik çıkar ve beklentileri nedeniyle yaratılış gerçeğini kabul etmek istemezler. Çünkü Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda hak dinin insanlığa sunduğu güzel ahlakı yaşayan toplumların varolması ve yaygınlaşması bu materyalist kesimlerin işine gelmez. Kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilecekleri, suistimal edebilecekleri, maneviyattan soyutlanmış, dini ve ahlaki değerlerden yoksun nesiller her zaman için bu kesimlerin dünyevi beklentilerine daha uygun olacaktır. Dolayısıyla, insanlara yaratılmadıkları, tesadüflerle ortaya çıkıp hayvanlardan evrimleştikleri yalanını telkin eden evrim teorisini, her ne pahasına olursa olsun ayakta tutmaya ve toplumlara empoze etmeye çalışırlar. Bilimin, evrimi çürüten ve yaratılış gerçeğini doğrulayan tüm açık kanıtlarına rağmen, akıl ve mantığı bir kenara bırakarak her ortamda ve her fırsatta bu safsatayı gündeme getirir ve savunurlar. Francis Crick Oysa ilk canlı hücresinin, hatta bu hücrenin içindeki milyonlarca protein molekülünden tek bir tanesinin dahi kendiliğinden oluşmasının imkansız olduğu, akıl ve mantığın yanı sıra, ihtimal hesaplarıyla matematiksel olarak da kanıtlanmıştır. Yani evrim daha ilk aşamada, ilk canlı hücrenin varoluşunu açıklama aşamasında çökmüştür. En küçük canlı birimi olan hücre -evrimcilerin iddia ettikleri şekilde- ilkel ve kontrolsüz dünya koşullarında rastlantılar sonucu asla oluşamadığı gibi, 20. yüzyılın en gelişmiş laboratuvarlarında bile sentezlenememiştir. Canlı hücresinin yapı taşı olan amino asitlerden ve bunların oluşturduğu proteinlerden yola çıkarak değil hücre, hücredeki mitokondri, ribozom, lizozom, hücre zarı, golgi aygıtı, endoplazmik retikulum, vs. gibi organellerinden tek bir tanesi bile oluşturulamaz. Dolayısıyla evrimin tesadüfen oluştuğunu iddia ettiği ilk hücre yalnızca hayal gücüne dayalı bir fantezi ürünü olarak kalmıştır. Halen aydınlığa kavuşturulamamış pek çok sırrı içinde barındıran canlı hücresi, evrim teorisinin en büyük açmazlarından birini oluşturur. Gerek hücre, gerekse hücrenin yapı taşı olan proteinlerden tek bir tanesi bile rastlantılar sonucunda oluşamayacak derecede kompleks bir yapıya sahiptir. Laboratuvar deneyleri ve olasılık hesapları, bu imkansızlığı gözler önüne sermiştir. Günümüzün en gelişmiş laboratuvarlarında, en son teknolojiyle bile canlı hücresindekine benzer bir verim ve başarıyla protein üretimi yapılamamaktadır. Evrim açısından benzer bir açmaz da canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve yaklaşık 3.5 milyar birimlik bir şifreleme sistemiyle canlının tüm bilgilerinin kodlu olduğu DNA molekülüdür. 1950'lerde elektron mikroskobunun icadıyla yapısı keşfedilen DNA, muhteşem bir plan ve tasarıma sahip dev bir moleküldür. Uzun yıllar evrim teorisine inanan Nobel ödüllü bilim adamı Francis Crick bile DNA'yı keşfettikten sonra, yaşamın kaynağının rastlantı ve tesadüfler olamayacağını şöyle itiraf etmek zorunda kalmıştır: Darwin'in teorisinin bilim dünyasına hakim olmasından bu yana, paleontoloji (fosil bilimi) bu teori temel alınarak yürütülmektedir. Ancak buna rağmen dünyanın pek çok farklı bölgesinde yapılan fosil kazıları, teoriyi destekleyen değil, çürüten sonuçlar vermiştir. Fosiller, farklı canlı gruplarının yeryüzünde özgün yapılarıyla aniden ortaya çıktıklarını, yani yaratıldıklarını göstermektedir. Bugünkü mevcut bilgilerin ışığında dürüst bir adam ancak şunu söyleyebilir: Bir anlamda hayatın kökeni mucizevi bir şekilde ortaya çıkmıştır.1 Ülkemizdeki evrimcilerin en tanınmışlarından olan Prof. Dr. Ali Demirsoy da protein ve DNA'nın meydana gelmesi hakkında şu itirafı yapmaktadır: Esasında bir proteinin ve çekirdek asidinin (DNA-RNA) oluşma şansı tahminlerin çok ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma şansı astronomik denecek kadar azdır.2 Ünlü Amerikalı mikrobiyolog Homer Jacobson ise canlılığın tesadüfen oluşumunun ne derece imkansız olduğunu şöyle ifade etmektedir: İlk canlı ortaya çıktığı zaman, üreme planlarının, çevreden madde ve enerji sağlamanın, büyüme sırasının ve bilgileri büyümeye çevirecek mekanizmaların tamamına ait emirlerin o anda birarada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonu ise tesadüfen gerçekleşemez.3 Amber içinde bulunmuş 25 milyon yıllık termit fosilleri. Günümüzde yaşayan termitlerden tümüyle farksız. Evrim teorisinin bir diğer büyük hezimeti de fosil kayıtlarındadır. Yıllar süren arkeolojik çalışmalarda bulunan fosiller arasında, evrimin öne sürdüğü gibi, canlıların basit türlerden kompleks türlere kademe kademe evrimleştiğini göstermesi gereken ara geçiş formlarına bir türlü rastlanamamıştır. Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin sayılamayacak kadar çok olması gerekir. Daha da önemlisi, bu ucube canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formları gerçekten var olmuş olsa, bunların sayısı bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olmalı ve dünyanın dört bir yanı fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolup taşmalıdır. Evrimciler 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında yaptıklarıhummalı fosil araştırmalarındabu ara geçiş formlarını aramaktadırlar. Oysa, 150 yıla yakın bir süredir büyük bir hırsla aranan bu ara geçiş formlarından eser yoktur. Kısacası fosil kayıtları da canlı türlerinin, evrimin iddia ettiği gibi ilkelden gelişmişe doğru bir süreç izlediğini değil, bir anda ve en mükemmel halde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Evrimciler, yüz elli yıla yakın bir süredir büyük bir gayretle teorilerine delil toplamaya çalışırlarken, kendi elleriyle evrim diye bir sürecin yaşanmış olamayacağını bizzat kendileri ispatlamışlardır. Sonuçta modern bilim şu tartışılmaz gerçeği ortaya koymuştur: Canlılar kör tesadüfler sonucu evrimle oluşmamış, Allah tarafından yaratılmışlardır. 2. EVRİM TEORİSİNİN ÇÜRÜTÜLMESİ YARATILIŞ'IN DOĞRULUĞUNU NASIL GÖSTERİR? Canlılığın yeryüzünde nasıl ortaya çıktığı sorusunu sorduğumuzda, karşımıza iki farklı cevap çıkar: - Bu cevaplardan birincisi, canlıların evrim yoluyla ortaya çıktıklarıdır. Bu iddiayı savunan evrim teorisine göre canlılık tesadüflerle ortaya çıkan bir ilk hücreyle başlamıştır. Bu canlı hücre de yine tesadüfler sonucunda gelişip evrimleşmiş ve çeşitlenerek dünya üzerindeki milyonlarca farklı türü oluşturmuştur. - İkinci cevap ise "Yaratılış"tır: Bütün canlılar tüm evrene hakim olan bir Yaratıcı'nın yaratmasıyla var olmuşlardır. Hiçbir şekilde tesadüfle meydana gelmesi mümkün olmayan canlılık ve milyonlarca canlı türü, ilk yaratıldıklarında da bugünkü gibi eksiksiz, kusursuz ve üstün bir tasarıma sahiplerdi. En basit gibi görünen canlı türlerinin dahi, kendi kendine, doğal şartlarla ve rastlantılarla oluşamayacak derecede kompleks yapı ve sistemlere sahip olması, bunun açık bir kanıtıdır. Bu iki seçenek dışında, canlılığın nasıl ortaya çıktığı konusunda bugün ortaya konabilecek üçüncü bir iddia, bir teori hatta herhangi bir varsayım bile yoktur. Mantık kurallarına göre cevabı iki seçenekli bir sorunun cevap seçeneklerinden birinin kesin yanlış olduğu ortaya konursa, diğer seçeneğin kesin doğru olduğu da anlaşılır. En temel mantık kurallarından biri olan bu kurala "ayrık çıkarım" (modus tolendo ponens) adı verilir. Yani eğer yeryüzündeki canlı türlerinin, evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüflerle evrimleşerek ortaya çıkmadığı ispatlanırsa, bu durum canlıların bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını kesin olarak ispatlar. Evrim teorisini savunan bilim adamları da "üçüncü bir alternatif" olmadığını kabul ederler. Bunlardan biri olan Douglas Futuyma bunu şu sözleriyle ifade etmektedir: Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmişlerdir. Eğer eksiksiz ve mükemmel biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.4 Evrimci Futuyma'nın bu sözlerinin cevabını fosil bilimi verir. Fosil bilimi (paleontoloji) tüm canlı gruplarının farklı zamanlarda, birdenbire ve mükemmel biçimleriyle yeryüzü sahnesine çıktıklarını göstermektedir. Yüzyılı aşkın bir süredir sürdürülen arkeolojik kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını, yani "yaratıldıklarını" göstermiştir. Bakteriler, omurgasız deniz canlıları, balıklar, yumuşakçalar, eklembacaklılar, amfibiyenler, sürüngenler, kuşlar veya memeliler aniden, kompleks organ ve sistemleriyle yeryüzünde belirmişlerdir. Aralarında birbirine sözde bir geçiş olduğunu gösteren fosiller de yoktur. Fosil bilimi de diğer bilim dallarının verdiği mesajı vermektedir: Canlılar evrimleşmemişler, yaratılmışlardır. Sonuçta evrimciler, gerçek dışı teorilerini kanıtlamaya çalışırken, kendi elleriyle yaratılış gerçeğinin delillerini ortaya çıkarmışlardır. Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın evrim teorisinin tüm iddialarını geçersiz kılan bu açık gerçeği şöyle itiraf eder: Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.5 KAMBRİYEN DEVRİ, EVRİM TEORİSİNİ YIKMAK İÇİN YETERLİDİR Canlılar alemi, biyologlar tarafından bitkiler, hayvanlar, mantarlar gibi temel "alemlere" ayrılır. Bunlar da kendi içlerinde ilk olarak farklı "filum"lara bölünürler. Bu filumlar belirlenirken, her birinin tamamen farklı vücut planlarına sahip oldukları göz önünde bulundurulmuştur. Örneğin artropodlar (eklem bacaklılar) kendilerine has bir filumdur ve filuma dahil edilen tüm canlılar temelde benzer bir vücut planına sahiptir. Chordata olarak adlandırılan filum ise, merkezi bir sinir ağına sahip olan canlıları barındırır. Bizim için tanıdık olan balıklar, kuşlar, sürüngenler, memeliler gibi hayvanların tümü, Chordata'nın bir alt sınıfı olan omurgalılar kategorisine dahildir. Burgess Shale fosil yatağında bulunan ilginç fosil canlılardan biri: Marrella. Kambriyen devrine ait bir fosil Hayvanların farklı filumları arasında, ahtopotlar gibi yumuşak bedenli canlıları barındıran Molluska filumu ya da yuvarlak solucanları barındıran Nematoda filumu gibi çok farklı kategoriler vardır. Bu kategorilerin en önemli özelliği ise, başta da belirttiğimiz gibi tamamen farklı vücut planlarına sahip olmalarıdır. Peki bu farklı canlılar nasıl ortaya çıkmıştır? Önce evrim teorisinin bu konudaki varsayımını ele alalım. Bilindiği gibi teori, canlılığın tek bir ortak atadan geldiğini ve küçük değişimlerle farklılaştığını öne sürmektedir. Bu durumda, canlılığın, ilk başta birbirine çok benzer ve basit formlarda ortaya çıkmış olması, sonra zamanla gelişip çeşitlenmesi gerekir. İLGİNÇDİKENLER: Kambriyen devrinde bir anda ortaya çıkan canlılardan biri, sağ üstteki Hallucigenia'dır. Bu ve diğer pek çok Kambriyen canlısının fosilinde, saldırılara karşı korunma sağlayan dikenler ya da sert kabuklar yer alır. Evrimcilerin açıklayamadıkları bir konu da, ortada hiçbir "avcı" canlının bulunmadığı bu devirde bu hayvanların nasıl bu kadar iyi bir korunmaya sahip olduklarıdır. Ortada avcı hayvanların bulunmayışı, bu durumu "doğal seleksiyon"la açıklamayı imkansız kılmaktadır. Yani evrim teorisine göre, canlılık tek bir kökten gelen, ancak sonra dallara ayrılan bir ağaç gibi olmalıdır. Nitekim bu varsayım Darwinist kaynaklarda ısrarla vurgulanır ve "hayat ağacı" kavramı sık sık kullanılır. Bu hayat ağacına göre, önce tek bir filum oluşmalı, sonra diğer filumlar küçük küçük değişimlerle ve uzun zaman dilimleri içinde yavaş yavaş belirmelidir. Denizyıldızı, denizanası gibi pek çok kompleks omurgasız canlı günümüzden yaklaşık 500 milyon yıl önce hiçbir sözde evrimsel ataya sahip olmadan, birdenbire ortaya çıkmıştır. Yani yaratılmıştır. Bugünkü örneklerinden hiçbir farkları da yoktur. Evrim teorisinin iddiası budur. Peki ama gerçekten böyle mi olmuştur? Kesinlikle hayır. Aksine, hayvanlar, ilk ortaya çıktıkları dönemden itibaren çok farklı ve kompleks yapılara sahiptirler. Bugün bilinen tüm hayvan filumları, yeryüzünde aynı anda, Kambriyen devri olarak bilinen jeolojik dönemde ortaya çıkmışlardır. Kambriyen devri, yaşı 530-520 milyon yıl olarak hesaplanan 10 milyon yıllık bir jeolojik dönemdir. Bu devirden önceki fosil kayıtlarında, tek hücreli canlılar ve çok basit birkaç çok hücreli dışında hiçbir canlının izine rastlanmaz. Kambriyen devri gibi son derece kısa bir dönem içinde ise (10 milyon yıl, jeolojik anlamda çok kısa bir zaman dilimidir) bütün hayvan filumları, tek bir eksik bile olmadan bir anda ortaya çıkmışlardır! Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, denizanaları, denizyıldızları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları gibi çok farklı canlılara aittir. Bu tabakadaki canlıların çoğunda, modern örneklerinden hiçbir farkı olmayan, göz, solungaç, kan dolaşımı gibi kompleks sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur. Bu yapılar hem çok kompleks, hem de çok farklıdır. Evrimci literatürün popüler yayınlarından Earth Sciences dergisinin editörü Richard Monestarsky, Kambriyen Patlaması hakkında şu bilgileri vermektedir: 500 milyon yıl önce Kambriyen devirde aniden ortaya çıkan kompleks omurgasız canlılardan biri de yukarıda fosilleri görülen "trilobit"lerdir. Trilobitin evrimcileri çıkmaza sokan bir diğer özelliği ise sahip olduğu petek göz yapısıdır. Trilobitin son derece gelişmiş kompleks gözleri çoklu mercek sistemine sahiptir. Bu sistem günümüzdeki örümcek, arı, sinek gibi pek çok canlıda bulunan örneklerinden farksızdır. Böyle kompleks bir göz yapısının bundan 500 milyon yıl önce yaşamış bir canlıda birdenbire ortaya çıkması, evrimcilerin tesadüfe dayalı teorilerini çöpe atmak için yeterlidir. Bugün görmekte olduğumuz oldukça kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu an, Kambriyen devrin tam başına rastlar ki, denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu evrimsel patlamayla başlamıştır. Günümüzde dünyanın her yanına yayılmış olan omurgasız takımları erken Kambriyen devirde zaten vardır ve yine bugün olduğu gibi birbirlerinden çok farklıdırlar.6 Prof. Philip Johnson Darwinizm'in dünya çapındaki en önemli eleştirmenlerinden biri olan Berkeley Üniversitesi profesörü Philip Johnson, paleontolojinin ortaya koyduğu bu gerçeğin, Darwinizm'le olan açık çelişkisini şöyle açıklamaktadır: Darwinist teori, canlılığın bir tür "giderek genişleyen bir farklılık üçgeni" içinde geliştiğini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk havyan türünden başlayarak, giderek farklılaşmış ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluşturmuş olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte başaşağı durduğunu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır.7 Philip Johnson'ın belirttiği gibi, filumların kademeli olarak oluşması bir yana, tüm filumlar bir anda var olmuşlar, hatta ilerleyen dönemlerde bazılarının soyu tükenmiştir. Çok farklı canlıların bir anda ve kusursuz şekilde ortaya çıkmalarının anlamı ise, evrimci Futuyma'nın da kabul ettiği gibi, yaratılıştır. Görüldüğü gibi eldeki bütün bilimsel bulgular evrim teorisinin iddialarını geçersiz kılmakta ve yaratılış gerçeğini gözler önüne sermektedir.
-
Biz insanlığın cevabını sadece aklıyla kavrayamayacağı BİR SORU'ya cevap veremediysek;(ki verdik ama anlamak için kapasite lazım)siz gerizekalının bile cevabını anlayabileceği milyonlarca soruya cevap veremeyecek durumdasınız.Her şeyi tesadüflere havale edip akıl ve mantık gerçeğini inkar edenler biz değiliz.Hadi bir odaya bir boş kağıt koy biraz da mürekkep,sonra bir süre dışarı çık ta gel.O kağıtta mükemmel bir şiir yazılmış olsun.Sonra ben bunu akıl sahibi biri yazdı derken sen de hayır mürekkep döküldü tesadüfen bu yazı oluştu de.Sizin savunduğunuz böyle saçma bir şey işte.Örneğin bilim mürekkebin kağıtta nasıl iz bıraktığını açıklar.Ama yazıyı kimin yazdığını açıklamaz.Bilim,olaylar arasındaki sebepleri açıklar,sebepleri ortaya koyanın kim olduğunu açıklamaz.Bunu insan kendi aklı varsa anlar zaten.Bizim cevabımız Kur'an-ı Kerim.Arapça bilip anlayabilene oradaki cevaplar yeter de artar da.
-
Bu karakterdeki kişiler köşeye şıkışınca olayın genelini değil küçük bir kısmını tutup önünüze sürmek isterler.Genel olarak verdiğim cevaplar ortada.Dolayısıyla bunlara mantıklı cevaplar getirilemiyorsa kimin hezimete uğradığı da ortada.
-
-
-
O zaman sen de o kadın da boşa yorulmayın kabul olunmayacak namaz zahmetten başka bir şey değildir.Hem senin Kur'anında öyle bir şey yok.Bak bakalım Nutuk adlı Kur'anına...
-
AYYAŞ ŞİİRLERİ...AYYAŞIN SÖZÜNE İTİBAR YOKTUR;ZİRA O AKIL NİMETİNDEN MAHRUMDUR.
-
Müsbet bilimin bir araç,vasıta olduğunda şüphe yok.Yani sizi hedeflerinize ulaştıracak bir silah.O halde silahı ne için nasıl kullanacağını bilmeyip hayranlıkla ona tapanın düştüğü komik durumu hesap edin!
-
PEKİ SENİN İNKAR ETTİĞİN;İSYAN ETTİĞİN ALLAH'IN ARZINDA NE İŞİN VAR?ANNE RAHMİNDE ACİZ BİR BEBEK İDİN DE KENDİ KENDİNİ Mİ BESLEDİN?
-
Korkutmadan bu işin yapılacağına inanmayan arkadaş korkutmaya devam et... Korku dinde herşeyin temelidir. Korkutmadan insanlara ulaşamazlar. Diyeceklerki bunları söylediğiniz için CEHENNEBİN DİBİNE VURACAKSINIZ... Seni kimin korkuttuğunu sormayacağım çünkü öyle bir anlatış tarzın varki senide birilerini kötü korkuttuğu anlaşılıyor. Tartışmaya katılmak yerine birilerini korkutarak dine yönlendirmeye çalışıyorsun.... Dikkat et işin sonunda inandıklarının yanlış olma ihtimali çok yüksek o inanmadığın bilim böyle diyor ayrıca işinde gelince bilim kötü diyorsun ama her gün o bilimin ürettikleri ile yaşayan biri olarak sana dikkatli olmanı öneriyorum... BENDE SENİ KORKUTTUM DEĞİLMİ (Tabiki bunu bilerek yaptım)... Korkutmaya devam arkadaşım... Belki birileri buradada korkar bakarsın... 5122[/snapback] Birincisi yazının tamamını okumadan kafanı problemin olan bir noktaya takmışşın.İkincisi bilim kötü demiyorum lafı yanlış tarafından almışsın,bilimin kullanıldığı yol ve bilimin putlaştırılması yanlış diyorum.Üçüncüsü Allah'ı inkar eden ve O'na isyan eden zaten korkaktır benim korkutmama gerek yok.Ölümü düşününce tir tir titrer,ölüm de kaçınılmaz olduğuna göre artık o korku ona yeter.Müminlere gelince Allah yolunda öldürülmek onların bayramıdır.Dördüncüsü inandıklarının yanlış olma ihtimali çok yüksek demişsin.Yani hala tereddütten kurtulamamışsın,kesin bir bilgin,inancın yok;zanna kuruntuya sarılmışsın.Benim inancım is elhamdulillah kesin ve aşikar gerçeğin ta kendisi.Bu kuruntudan kurtulman için sana bir misal vereyim:Bir uçakta yolculuk yapıyorsun,sonra uçak arızalandı,düşecek.Hemen feryadı koparırsın ''Allah'ım ne olur beni kurtar!''.Yani Allah'ın birliğini,kudretini derhal hatırlarsın.Bunu hristiyanından budistine hatta ateistine kadar herkes yapar.Beşincisi bilimin ürettiği dediğin şeyler Allah'ın nimetleridir.Dediğim gibi önceki yazımın tamamını okumamışsın.Bilim Allah'ın bu kainatta koyduğu kanunların insanlar tarafından yine Allah'ın verdiği akıl,zeka vs.yeteneklerle keşfedilmesidir.Bu dünya milyar yıl önce de dönüyordu gezegenler arası çekim kuvvetleri,denge,yerçekimi milyar yıl önce de vardı.Bu kanunları bilim koymadı.Teknoloji de bilimin yine bu yeteneklerle Allah'ın insanlar için yarattığı maddelerin işlenmesiyle oluşuyor.Sözgelimi demir madeni olmasaydı senin teknolojinin yerinde yeller esecekti.
-
''Din'' kelimesiyle neyi kasdettiğin çok önemli.Çünkü yeryüzünde bir hak din vardır o da İSLAM'dır.O'nun dışında kalan her türlü inanç, ideoloji ve sistemler batıl(boş,sahte)dinlerdir.Sen de hakka cephe alan biri olarak anlaşılıyor ki Din kelimesi ile İslamı kastediyorsun.Yani budizm,hinduizm,hristiyanlık gibi sahte dinlerle bir alıp veremediğin yok. (Demokrasi,kemalizm,kominizm;bunların hepsi de batıl dinler sınıfındandır.)Din demek,hayata yön veren inanç sistemi demektir. İslam'da hiç bir çelişki ,çarpıklık,tutarsızlık yoktur,hükümleri evrenseldir.Çelişkiler tutarsızlıklar insanın kendisinden kaynaklanmaktadır.İslamı düzgün yaşamayan insanların hataları İslam'a mal edilemez.Ayrıca Allah düşmanları kendi düşünceleri,anlayışları ters bozuk olduğundan İslam'ı ters,çelişkili görürler.Aynen amuda kalkan birinin düz olan dünyayı ters görmesi gibi.İslam moda dini değildir ki insanların 2-3 günlük adi arzularına göre bina edilmiş olsun.Ama kominizm;kemalizm vs. hepsi batıl moda dinleridir ,en fazla bir asır sonra insanlar, müntesiplerine ahmak gözüyle bakacaktır.Örneğin bugünün modasına uyan insanlar 1970'lerdeki 1980'lardaki modaya bakıp gülüyorlar,bunun saçmalık olduğunu şimdi anlıyorlar.Ama öncekiler gibi şu an kendilerinin de bir saçmalığn içinde olduklarından haberleri yok.İslam, ilmi her şeyi kuşatan,geçmişi ve geleceği bilen Alemlerin Rabbi'nin insanlara rahmeti olarak gelen HAK DİN'dir.Dolayısıyla içinde içind hiç bir tutarsızlık yoktur.''Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler (zumer-38)''.Bu ayet müşrikler hakkındadır.Görülüyor ki yerin göğün yaratıcısının Allah olduğunu sorsan söylerler ama gel gelelim O'nun sözü olan Kur'anda çelişki olduğunu iddia ederler.Bu iddianın zaten kendisi çelişkidir. Sivas'ta insanlar öldü de Başbağlar da ölmedi mi?Başbağlar katliamını yapan vicdandan nasibi olmayan canavarlar cinayetlerini icra ederken''Sivas'ın intikamını alıyoruz!''diye naralar atmışlardır.Yaşlı kadınları,yaşlı dedeleri ,bebekleri hunharca katletmişlerdir.İşte görüyorsunuz ya Sivas olaylarını ağızlarına sakız edenler intikamınızı(!)almışsınız. Senin asıl SORU'na gelelim:Haberleri hiç izlemiyorsun galiba. Hindistan'da,Irak'ta,Çeçenistan'da,Afganistan'da yıkılan yakılan camiler,öldürülen insanlar,bebekler neyin nesi?Bunların hepsi de müslüman.Tarih sayfaları kafirlerin kanlı katliamlarıyla kırmızıya boyanmışken bu yüzsüzlük nedir hala anlamış değilim.Demek bunların gözünde bir kafirin canı 1000 müslümanın canına denk.