Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

netman

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    159
  • Katılım

  • Son Ziyaret

netman tarafından postalanan herşey

  1. netman

    Dinler

    HİNDUİZM Kurtuluş için gerekli bilgiye sahip olan Brahmanlar, bütün toplum üzerinde ağır bir hakimiyet sürdürdüler. M.Ö. 6. yüzyılda Cainizm ve Buddhizm dinleri bunların kudretlerine meydan okuyarak ortaya çıkınca, rahipler idareleri altındaki dini halk inançlarına yaklaştırmanın gereğini hissettiler, işte gelenekçi yüksek doktrinlerle az çok eski köklere dayanan bir takım boş inançlardan meydana gelen ve Vedizm ile Brahmanizm'in devamı sayılabilecek bu sentezin dini olan Hinduizm böyle doğmuştur. Hinduizm'in, Buddhizmin yavaş yavaş çökmeye başladığı Miladi devrin ilk yüzyıllarında ortaya çıktığını söyleyebilmekteyiz. Hinduizmin kutsal metinleri daha önce bahsedilen Vedalar, Brahmanalar ve Upanishadlara ilaveten, eski efsaneleri anlatan Puranalar, iki akraba prens ailesi arasındaki taht mücadelesini anlatan Mahabharata destanı, (ki bunun en güzel bölümü Tanrı Krşna'yı öven Bhagavad gita "Kutsal Şarkı" dır) ve daha da eski bir destan olan Ramayana'dır. Bhagavad gita'da Tanrı Krşna, kendisinin eski zamanın kişilikdışı Brahma'sının devamı, yani eski-çağların hem kurbanı, hem de evrensel varlığı olan Tanrı Brahman ile eş olduğunu anlatır, "Ben kendim kurbanım, duayım, adakım ve adakın yarattığı iyiliğim. Ben kurbanın işlemiyim, kutsal içkiyim ve hem de mihrabın üstünde çıtırdayan ateşim. Ben bütün nesnelerin anası, babasıyım, doğuran ve muhafaza eden kimseyim, bütün bilgeliğin sonu, temizliğin ve -bütün tanrısal nesneleri içinde toplamış olan- kutsal OM. hecesinin, kelam'ın, Veda'ların ta kendisiyim. Ben Ses'im, efendi ve besleyiciyim, konut ve evim, sığınak ve dostum, "bütün hayatın kaynağı ve hayatın okyanusuyum. Ben başlangıçla sonum, hazineyim, değişiklikleri ben yaparım, yemişleri boyuna yetiştiren tohum da benim. Güneş ışıkla sıcaklığı benden alır; yağmuru veren ve isterse vermeyen benim. Hayat ve ölmezlik ben olduğum gibi, ölüm de benim. Ben Varolan'la Varolmayan'ım... Bilgelik olarak herkesin gönlünde yeretmiş bulunmaktayım. Ben iyilik yapmanın iyiliğiyim... Ben herşeyin tanrısıyım; kuvvetlinin kuvveti, güzel nesnelerin güzelliği, zeki insanların zekasıyım, bilen kişilerin zihinlerindeki bilgi, tanrısal sırrın hüküm sürdüğü sessizlik de yine benim." Evrensel Varlığın keşfi bütün bencil arzulardan uzaklaşmak ve bilgeliğin, yürekli huzurunun verdiği sükuna kavuşmak imkanını yaratır: "Tabiatın işleyişini kayıtsız ve menfaat gütmez bir seyirci gibi temaşa eden kimse, onun bir kanuna uyduğunu kabul eder; Bir kimse ki onun için sevinçle acı, bir taşla bir külçe altın, dostla düşman eşittir; bir kimse ki övme ile sövme karşısında daima sakindir; Böyle bir kimseyi artık hiçbir şey cezbedemez, kainatta artık hiçbir şey korkutamaz, çünkü hangi kanuna boyun eğdiğini bilir o, biz böylesine, tabiatı dizginlemiş kimse deriz... Keder böyle bir insanı yormadığı gibi, hiç bir zevk de onu neşelendirmez; böyle bir insana ne tamah, ne kıskançlık, ne korku, ne öfke işler; eriştiği bilgelik içinde böyle bir insan, halinden memnun yaşar. O bir keşiştir, bir azizdir, dünyadan elini eteğin! çekmiş bir kimsedir, bütün dış nesnelerden uzak kendi nefsine hakim olarak, kendi iç hayatını yaşar. Hiçbir kimseye hiçbir şeye bağlı değildir; her türlü arzudan kurtulmuş olduğundan, mutsuzluk artık onu sarsamaz, mutluluk artık onu heyecanlandırmaz. Gerçek bir bilgenin vasıfları işte bunlardır." Bu yüksek felsefi kurgularla halk tapınışları arasındaki ortalama, Hinduizmin kendine özgü bhakti, yani sofuluk fikridir: Bu da bir Tanrı'ya inanmak, bu tanrısal Kurtarıcı'yı sevmektir. Kurtuluş artık kurbanda yahut bilgide değil, böyle bir sevgidedir. Hinduizmin halk.arasında en yaygın olan tanrıları Şiva ile, birçok tanrı arasında Rama ile Krşna'nın da cismine girmiş olan Vişnudur. Şiva yokedici tanrı ise de hem yokeden hem vareden bir faaliyet gösterir. Kendisine hem sefahat alemleri, hem de perhiz ve riyazetlerle tapınılır. Başında bir hilal vardır ve üç gözlü olarak tasfir edilir. Boynunda ölü kafalarından meydana gelme bir gerdanlık asılıdır. Birçok kolları, baltalarla mızrakları tutup havaya kaldıran elleri vardır, vücuduna yılanlar dolanmıştır. Bazen yarı erkek, yarı kadındır. Bazen rakseder ve çok sayıdaki kolları vucudunun çevresinde bir hale şeklini alır. Lotus çiçeği gözlü, mutlu tanrı Vishnu ise dünyayı korur, sakınır. Yanıbaşında Lakshmi vardır ki bu, güzellik, aşk, döl ve bereket tanrısıdır ve inek, ona mahsus kutsal bir hayvandır. Vishnu'nun yanında çoğu zaman bir güneş kuşu olan Garuda da vardır. Vishnu dört kollu bir tanrı olarak tasfir edilir; ellerinde bir disk, bir sedef kabuk, bir balyoz, bir de lotus çiçeği tutar. Dünyayı kurtarmak için birkaç defa başka başka bedenlere girmiş, sıra ile balık, kaplumbağa, domuz, aslan, cüce, ayrıca Rama ile Krşna olmuştur. Son olarak Buddha ile bedenlendiği -iddia edilirse de, Buddha Buddhistler için bir tanrıdan çok bir kurtarıcıdır. Çoğu zaman Şiva ile Vishnu'yu Brahma ile eş tutup bir "teslis" (Trimurti) meydana getirenler olmuştur. Buna göre kişilikdışı Brahma yaratıcı olarak Brahma'da, yok edici olarak Şiva'da, tanrısal inayet olarak Vishnu'da görülmektedir. Fakat bu, halk sofuluğunun bir verisi olmaktan çok, ilahiyatçılar tarafından meydana getirilmiş bir teoridir. Hinduizm'de ayrıca daha birçok tanrı -örneğin, bilgelik tanrısı olan fil başlı Ganeşa- vardır. Birçok kutsal hayvan vardır ki bunların ön safında inek, sonra maymun, sonra yılan gelir. Kutsal ağaçlar, kutsal nehirler de vardır ve bu nehirlerin en ünlüsü Ganj'dır. Hinduizm'de ölüler yakılarak, külleri kutsal nehirlere serpilmektedir. Hinduizm'de tapınış tanrıları hoşnut etmekten, onların şerefine yahut kutsal hayvanlarına itina gösterip gözetmekten, kutsal nehirlerde yıkanmaktan, en mübarek tapınaklara, özellikle Benares'e ziyaretler yapmaktan ibarettir. HİNDU TANRILARI ŞİVA KRİŞNA GANESH
  2. netman

    Dinler

    BUDİZM Budizm 'in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 - 483 ) Kuzey Hindistan 'da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına gelir. Budizm ' in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 - 236) zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm ' Hindistan, Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan 'a kadar yayılmıştır. Aşoka 'dan sonrada yeni Krallar Budizm 'e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin,Moğolistan ve Japonya 'nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm 'e hizmet etmesini sağlamışlardır. Budizm ' MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise Tibet'te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya 'da çok sayıda taraftarı olan Budizm ' Avrupa ve Amerika 'da da yayılmaya ve taraftar bulmaya başlamıştır Budizm 'de inanç ve ibadet Budizm 'de inancın temeli “ Buda 'ya sığınırım, Dhamma 'ya (dine,doktrine) sığınırım, Sangha 'ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar rahipler topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi budist sayılmaz ve Budizm 'e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek gerekir. Sangha 'ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler. Budizm ' de mabetlere “Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü 'ne inanırlar. Vihara da ayda 2 kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm 'de de bir kurtarıcı bekleme inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya Maitreye ' dir. inançlarına göre Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak gelecek ve Buda ' nın tamamlayamadığı dini tamamlayacaktır. ibadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa edilmiştir. ibadet için Stupaya giren Budist önce Buda 'nın heykeline saygı gösterisi yapar; O 'na çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de bir köşede korudukları Buda heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler. ibadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur. Budizm 'in kutsal ziyaret yerleri ; Budanın doğum yeri( Lumbin) Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya) Buda ' nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth 'da) Buda 'nın öldüğü Uttar_Prades şehri, Ganj nehri Kutsal Kitapları Budistler Buda 'nın vaazlarının Pali - Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm 'in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka 'dır”.Tripitaka da; Vinaya Pitaka Sutta Pitaka Abhidhamma adlı bölümler bulunur. Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme,giyinme, Buda 'nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm ' felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Budizm 'de Mezhepler Budizm ' başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana 1 - Hinayana (Küçük Araba) Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu mezhep Seylan ve Güney Asya 'da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm 'e yani Budanın asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek Mahayana koluna bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar 2 - Mahayana ( Büyük Araba) Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç edinmişlerdir. Onlara göre Budizm ', herkese cevap vermeli, herkesin ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir seviyeye getirilmelidir. Budizm 'in bu kolu başka din ve doktrinlerden yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren herkes Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin arkasından koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri askıya almanın karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur” derler Mahayana 'ya bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şü hususlara dikkat etmek zorundadır: Cömertlik Olgun manada bilgelik Budizm 'in ahlak kurallarına bağlılık Meditasyon Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm 'i dünyanın bir çok bölgesinde yayılma imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır BUDA VE ÖĞRETiSi Buda 'nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda 'nın aydınlanma sonucu bulmuş olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda 'nın yasadığı dönemde Budizm ' bir din, Buda da bir peygamber değildi. Şimdiye dek her geliş gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan mis bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir daha bana ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü. içimde Nirvana 'nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi. Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın bir nedeni vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok etmeyi sağlayan bir yol, bir yöntem vardır. 1.Istırap (DUKKHA) ve Yaşamın 3 özelliği Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya sürdürdüğünüz bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek, sevmediğiniz istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz şeylerin istediğiniz gibi olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde olması yüzünden akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? Ananızı, babanızı yitirmek, kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek... Bu uzun yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı akıttınız. Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap, üzüntü, tasa, keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik, doyumsuzluk, yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları... Buda 'nın gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak, kurtulmak için izlediğimiz tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın olduğunu biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu, haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların beklentisi içinde ıstıraba katlanabiliyor. Buda 'ya göre yanılgı işte burada. Buda kaynağı dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve zevkin ıstırabın asil nedeni olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini, dünyayı gerçek böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu. “Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım.” Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha - Istırap Bir arada bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz. Buda 'nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti. Onu olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya, yanılsamaya kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya çalışıyordu. Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan verebileceklerini değil de daha çoğunu beklememizden, istememizden kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın tek bir aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla kucaklanmasına yol açabilir. Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin de olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir zaman var mi? Budizm ' olduğunu savunuyor. Bu an ve burası... Hiç bir şeyin öteki şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz. “Benim güvenim” ”Benim görevim” ”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim param” ”Benim isteklerim” ”Benim heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne olacağım” ”Benim öldükten sonra da var olma doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım” Nedir bu ben? Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz, tözel bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür, yaşlanır, ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu, bacağını yitirse de ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü onlar değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan gelen algılarımız da olamaz. önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz de olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede toplanan bedensel ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu organlarımızdan gelen algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor. Ad... Ben 'e verilen özel ad. Milanda Panha adli kitaptan: Kral Bilge Nagasena 'ya seslenmiş: “Ustam kimsin, adini söyler misin?” “Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir lakap, bir işaret, yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral inanmaz ve sorular sorar. “Nagasena bu saçlar midir?” “Hayır büyük kral” ... “Duygu ve coşkular midir Nagasena?” “Hayır büyük kral” Nagasena kraldan arabayı tanımlamasını ister. “Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar bir arada olunca arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise yaramayan bir deyimden Başka bir şey değil.” “Evet kralım. Benim de saçlarım, derim, ... ad ve bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş eylemlerimle biçim almış karakter özelliklerim, ayırt edici bilincim bir araya gelince Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca burada öyle bir şey yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba diyorlarsa, beş katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden söz ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben 'in, ne de ben 'e ilişkin kalıcı bir şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım, benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir. Buda 'nın görüsüne göre “ben”, insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan bu beş kümenin bir arada ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde olusunun ortaya çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir varlık olarak ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir yanılgı, bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden, bölmeden bütünü kavrama olanağı da var. Ben 'in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına inanılan uzantısına verilen ad 'sa ruhtur. Budizm 'de Öz varlık yoktur. Buda ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği engelleniyor, onun bitmez tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor, sorunlarımız yaşamla bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar da gündeme girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda ben 'i kurtarmaya değil, bizi ben 'den kurtarmaya çalışıyordu. Ölümsüzlüğe erişmek için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel yaşam ırmağının içimizden aktığının, yaşam gücünün bizim burun deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes alıp verdiğinin bilincine erişmek.... 2. Nedensellik Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük Buda 'ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır, boşluktan yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan yokluk varlığa dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar. Evrenin değişmez yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de sonu olan evrende egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle tanrıların görevini yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin geleceğini belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu ancak kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız. On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası: 1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor. 2. Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam hazırlıyor. 3. Buradan da bilinç oluşuyor. 4. Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden ortaya çıkıyor. 5. Bundan altı duyu alanı gelişiyor. 6. Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor. 7. Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor. 8. Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor. 9. istekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor. 10. Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor. 11. Oluşum doğuşa 12. Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol açıyor. Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda 'nın yanılgıyı dizinin en başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu halka olmasıyla açıklanabilir. İstekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız Eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor. Her düşünce sonrakileri sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey düşünmüş olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni oranda özgür olamayacağımız açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor... Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir. Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz ediyorlar. 1. isteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık 2. Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık 3. Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık 4. Sürekli ve değişmez bir ben 'in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık isteklerimizin tümüne yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler. Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka insanlara üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı yatıyor ama bu ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar, biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış olacağız insan kendini yanılgıdan nasıl kurtarır? Bu sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye çıkarımcı düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm ' görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle erişilebilir. insan yanıldığını, yanilmadigini; aldatılmadığını, aldatılmadığını; sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan kimse karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir insan yok bu dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var. Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan çıkıyor. Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz, uyanan kimse karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri döner. Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır. Buda, kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde saklanan bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz edilmek istenen neydi? Buda 'ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak varım. Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben 'in de bilincin de sürekliliği yok. Buda 'nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların önceki yaşamların etkisiyle biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam taşımıyordu. 3. Nirvana Nirvana, Batı 'da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların yok olması, Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir Mutluluğa erişmektir. Nirvana 'ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana 'yı gerçekleştiren kimse bir yandan da günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette. Nirvana 'ya erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi. Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı islerden alkış beklemiyor, basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben 'i aşınca bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben 'in doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde, akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor. Buda 'nın öğretisi, bir yandan ben 'i yokumsarken öbür yandan da bireyciliği en ileri götürmüş olan öğretidir. insanin toplumun kendisine giydirdiği kişiliksiz kişilikten soyunup gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe sahip olabileceğine inanıyordu. Buda ölümden sonra ne olduğuyla ilgili sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla karşılaşınca ya susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış olsa, oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan, hangi soydan geldiğini, boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak kalsın. Peki neden açıklamıyorum? Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar sağlamayacaktır da ondan. Çünkü bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne bağımlılıktan kurtulup özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe ermenize, Nirvana 'ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir dogma, iç yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum, değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz, tözel bir nitelik yoktur. Budizm 'de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır. 4.Sekiz basamaklı yüce yol -Tam görüş -Tam anlayış Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her şeyin ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben 'in, değişmeyen bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor. -Doğru sözlülük -Tam davranış Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç bir amaç gütmeden yapılan davranıştır. -Doğru yaşam biçimi Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır. -Tam çaba, tam uygulama Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir Budist 'in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle yapılmalıdır. Zihnini bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş olmalıdır. Zihnin arıtılması, bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama. -Tam bilinçlilik -Tam uyanıklık Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı 'da anlaşıldığı gibi derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların ardında olacak biçimde bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir. Algının kapıları öylesine temizlensin ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan bilince ulaşabilsin. Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel oluyor çoğu kez. Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor. Artık dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil, ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan Budizm ' sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına almak istiyor. Budist meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın dikkattir. insan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor; kendinden kopuk, kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da kendiyle de bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi istencine bağlı olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı olmaya başlıyor. Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu izlenim insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık zihindeki karmasa yatışmıstır. Buda 'nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil, tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim düşüncem” yada “gören benim, bu da gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz. Kaynak: www.dunyadinleri.com
  3. netman

    Dinler

    [ İSLAM AHLAKI ] İslâm Dini kadar güzel ahlaka önem veren bir başka din veya düşünce sistemi göstermek mümkün değildir. Öyleki Peygamber Efendimiz "İslâm, güzel ahlâktır" buyurmuştur. Hz. Peygamberin güzel ahlâka teşvik eden bir çok güzel sözü vardır. "Mü’minlerin îmanca en kamil olanı, ahlâkI en güzel olanıdır" "İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız, ahlaki en güzel olanlarınızdır" hadisleri bunlardan sadece ikisidir. Kur’an-ı Kerim’de adalet, ahde vefa, affetme, alçak gönüllülük, ana-babaya itaat, sevgi, kardeşlik, barış, güvenirlilik, doğruluk, birlik, beraberlik, iyilik, ihsan, iffet, cömertlik, merhamet, müsamaha, tatlı dilli olma, güler yüzlülük, temiz kalplilik gibi güzel ahlâki hasletlere teşvik eden ve zulüm, haksizlik, riya, haset, gıybet, çirkin sözlülük, asık suratlılık, cimrilik, bencillik, kıskançlık, kibir, kin, kötü zan, israf, bozgunculuk... gibi kötü hasletlerden nehyeden pek çok âyetin yer alması, Kur’an’da ahlaka ne kadar önem verildiğinin bir göstergesidir. Peygamber Efendimizin güzel ahlaka teşvik eden ve kötü hasletlerden nehyeden hadisleri ise neredeyse bir kitap oluşturacak kadardır. O sadece bu sözleri söylemekle kalmamış, güzel ahlaki bizzat yasayarak insanlara örnek olmuş ve öğretmiştir. Bu yüzden O’nun ahlaki, İslâm ahlakinin en güzel tatbikatını oluşturmaktadır. İste bu sebeple burada peygamberimiz Hz. Muhammed’in güzel ahlakından az da olsa sözetmek istiyoruz(*). Çünkü O gerçekten en güzel örnektir: Peygamber Efendimiz güler yüzlü, nazik tabiatlı, ince ve hassas ruhlu idi. Kati yürekli, sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve kaba hiçbir söz çıkmazdı. Başkalarını tenkit etmez, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse "içinizden bazı kimseler, söyle söyle yapıyorlar..." Şeklinde, bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç kimseyi kırmadan yanlışı ve hataları düzeltirdi. Kimsenin sözünü kesmez, konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez, sözügereğinden çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz, kimsenin gizli hallerini araştırmazdı. Allah’a hürmetsizlik olmadıkça, sahsına yapılan kötülükleri, ne kadar büyük olursa olsun, bağışlar, eline imkan geçince öç almayı düşünmezdi. Son derece iffet ve haya sahibiydi. Bütün insanları eşit tutar, zengin fakir, efendi-köle, büyük-küçük ayrımı yapmazdı. Her bakımdan kendisine güvenilirdi. Verdiği sözü mutlaka zamanında yerine getirirdi. Dürüstlükten ayrıldığı, saka bile olsa yalan söylediği hiç görülmemiştir. Bu yüzden O’na henüz peygamberlik verilmeden önce "Muhammed’ül-Emin" denilmişti. Nitekim Peygamberliğini haber verdiği zaman, iman etmeyenler bile O’na "yalancı, yalan söylüyor" diyememiştir. En yakın akrabalarını safa tepesinde toplayıp onlari İslâm’a davet için, "Size su dağın arkasında düşman atlılarının bulunduğunu söylesem, bana inanırmısınız?" dediği zaman: "Hepimiz inanırız. Çünkü sen yalan söylemezsin" diye cevap vermişlerdi. Kendisi böyle olduğu gibi, herkesin dürüst olmasını isterdi. "Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk, iyilik ve hayra götürür. İyilik ve hayır da, kişiyi Cennete ulaştırır. Kişi doğru söyleyip doğruluğu aradıkça, Allah katında sıddıklar zümresine yazılır. Yalan sözden ve yalancılıktan sakınınız; Çünkü yalan insani kötülüğe sevkeder. Kötülük de kişiyi Cehennem’e götürür. İnsan yalan söylemeğe ve yalan aramağa devam ede ede, Allah katında nihayet yalancılardan yazılır" buyurmuştur. Rasûlüllah (s.a.v.) insanların en cömerdi ve en kerimiydi. Eline gecen her şeyi muhtaçlara dağıtır, kimseyi eli boş çevirmezdi. (*) Peygamberimizin ahlakini özetleyen bu kısım. Kısmî tasarruflarla İrfan YÜCEL’in "Peygamberimizin Hayati" adli eserinden iktibas edilmiştir. Son derece mütevâzı ve alçak gönüllü idi. Bir topluluğa geldiğinde, kendisi için ayağa kalkılmasını istemez, nereyi bos bulursa, oraya otururdu. Arkadaşları arasında otururken ayaklarını uzatmazdı. Arkadaşları her işini yapmayı kendileri için şeref ve cana minnet saydıkları halde, bütün islerini kendi görür, ev islerinde hanımlarına yardim ederdi. Methedilmesini ve aşırı hürmet gösterilmesini istemezdi. Fakir kimselerle düşüp kalkmaktan, yoksulların, dulların, kimsesizlerin islerini görmekten zevk alırdı. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, hiç bir şeyi beğenmemezlik etmezdi. Yiyecek bir şey bulamayınca, aç yattığı da olurdu. Bütün islerini tam bir düzen ve nizam içinde yapardı. Namaz ve ibadet vakitleri, uyku ve istirahat için ayırdığı saatler, misafir ve ziyaretçilerini kabul edeceği hep belliydi. Vaktini boşa geçirmez, her ânini faydalı bir isle değerlendirirdi. "İnsanların çoğu, iki nimetin kıymetini takdirde aldanmışlardır: "Sıhhat ve boş vakit", buyurmuştur. İnsanı en yakından tanıyan, onun iç yüzünü ve bütün gizli hallerini en iyi bilen, şüphe yok ki eşidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ilk vahiyden sonra gördüklerini anlattığı zaman eşi Hz. Hatice: "Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, işini görmekten aciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Müsafiri ağırlarsın, Hak yolunda herkese yardım edersin..." diyerek O’nun peygamberliğini hemen kabul etmiş, en küçük tereddüt göstermemiştir. Çocukluğundan itibaren Medine’de 10 yıl hizmetinde bulunan Hz. Enes: "Rasûlüllah (s.a.v)’e 10 yıl hizmet ettim. Bir kere bile canı sıkılıp, öf, niçin böyle yaptın, neden şunu yapmadın, diye beni azarlamadı" demiştir. Peygamber Efendimizin bizzat yaşayarak, uygulayarak çizdiği bu ahlaki tablo, hiç şüphesiz İslâm ahlâki hakkında bir fikir vermektedir. *Kendisi için istediğini başkası için de istemek, kendisi için arzulamadığını başkaları için de arzulamamak, *Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak, *Küçüklere sevgi büyüklere saygı, *Affetmek, hoşgörülü davranmak, başkalarının kusurlarını araştırmamak, *Öfkeye hakim olmak, *Sözünde durmak, ahde vefa göstermek, *Doğruluk ve dürüstlükten zerrece taviz vermemek, *Güvenilir olmak, *Kibirden gururdan sakınmak mütevazî olmak, *Cimrilikten, tamahtan uzak durmak,cömert olmak, *Her hususta sabırlı olmak, *Asla adaletten ayrılmamak, *Maddi ve manevi temizliğe riayet etmek, *Allah’ın kendisine verdiği sağlığına ve sıhhatine çok dikkat etmek, *Boş vakitlerini hayırlı işlerde değerlendirmek, Ve benzeri yüzlerce muazzam ahlâkî prensibe özenle yer veren İslâm ahlakını her yönüyle tanımak için bu konuyu geniş olarak inceleyen eserlere müracaat etmek gerekmektedir. Yukarıdaki bilgilerin hepsi www.diyanet.gov.tr adresinden derlenmistir!
  4. netman

    Dinler

    İSLAMİYET [ İSLAM'A GİRİŞ ] İslâm’a giriş, imanla gerçekleşir. İman, Allah Teâlânın Hz.Muhammed'e indirdiği, o'nun da insanlara tebliğ ettiği kesin olarak belli olan şeylerin tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktır. İmanın temelini, iste bu kabul ve onaylama oluşturur. Müslüman olmak isteyen kişi bu kabul ve tasdikini "Şehadet ederim ki, Allah’tan başka tanrı yoktur ve yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed O'nun kulu ve elçisidir" mealindeki "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh" cümlesiyle açıklar. Bu cümleye "Kelime-i Şehadet" denir. İman, bilerek, isteyerek benimseyerek inanmaktır. Bir kimse kalben inanmadığı halde diliyle bu cümleyi söylese iman etmiş olmaz. Kelime-i şehadeti söyleyen kimse, son ilahi kitap Kur'an-ı Kerim'i bütünüyle benimsemiş ve Allah’ın son peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla bildirdiği, Onun da insanlara tebliğ ettiği her şeyi tamamen kabul etmiş demektir. Bu sebeple Allah’ın varlığına ve birliğine imanın yanında; meleklerin varlığına Allah’ın gönderdiği kitapların gerçek olduğuna, peygamberlere, Ahiret gününe her şeyin Allah’ın takdiriyle meydana geldiğine, kısacası Kur'an-ı Kerim'in ve peygamberimiz Hz. Muhammed'in kesin ve net olarak bildirdiği şeylerin hepsine inanmak imanın şartıdır. "Kelime-i Şehadet" bütün bunları topluca kabul ve tasdik etmeyi ifade eden bir anahtar cümledir. Bu yüzden Kelime-i Şehadet, İslâm’a giriş sözleşmesi yapmak gibidir. Bu sözleşmeyi yapan insan, Allah'a büyük bir söz vermiş, O'nun emirlerini tereddütsüz bir şekilde kabul edip yerine getirmeyi,yasaklarından kaçınmayı benimsemiş olmaktadır. Kelime-i Şehadeti söyleyerek yaptığımız sözleşmeye bütün mahlukat şahit oluyor. Şayet bu sözleşmeyi bozarsak, sözümüzden döndüğümüze şahit olan veya bu sözleşmeye aykırı hareket ettiğimize tanık olan yeryüzündeki ve gökyüzündeki her şey Allah’ın huzurunda aleyhimize şahitlik edecektir. Ayrıca, bu sözleşme ile müslüman toplumun bir ferdi haline gelmiş oluyoruz. Müslümanlarla evlenme, zekat alma, verme, müslümanlarla her türlü dayanışma bu sözleşmenin kapsamına girmektedir. İman etmek için kimse zorlanamaz. İslâm’a girmek isteyen kendi isteğiyle girer. İman etmeden önce araştırma yapılabilir, kafada oluşan her türlü tereddüt ve şüphenin cevabi aranabilir. Ancak iman ettikten sonra iyi bir mümin, iyi bir müslüman olabilmek için kalpten her türlü tereddüdü söküp atmak gerekir. Çünkü imanla tereddüt bir arada olmaz. Bu yüzden iman, insanin kalbinin derinliklerine öylesine kök salmalı ki onu İslâm’a aykırı davranışlardan alıkoymalı, onun zihniyetinin, ahlakinin ve davranışlarının İslâm’a göre şekillenmesine imkan vermeli. İslâm’a girmek için herhangi bir aracıya ihtiyaç yoktur. Bir kimse yukarıda belirttiğimiz hususlara inanmak suretiyle kendiliğinden İslâm’a girebilir.Bu hususta başkaları kendisine ancak bilgi vererek yardımcı olabilirler. İslâm’a giren kimse kendisine, tam bir inanç berraklığı kazandıracak kaynağa ulaşmış olmaktadır. Böylece önemli bir inanç değişiminden sonra ilk fırsatta bir de gusül (boy abdesti) alınmalıdır. Gusül ilerde tarif edilecektir. [ İSLAM'I ÖĞRENME ] Önceden bir başka dine mensupken veya dini bir inancı yokken sonradan müslüman olan bir kimsenin hayatındaki en önemli dönüm noktası, hiç şüphesiz İslâm’a girdiği andır. Bu öyle bir an ki geçmişin tüm günahlarını silmekte ve müslüman olan kişinin hayatında tertemiz, bembeyaz bir sayfa açmaktadır. Şu halde bu tertemiz sayfanın kirlenmemesi ve iyi bir başlangıç yapılması, o kimsenin dünya ve ahiret mutluluğu açısından çok önemlidir. Zerrece tereddüde yer vermeyen temiz bir imanla İslâm’a girdikten sonra İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenme gayreti içine girmek gerekir. Çünkü İslâm’ın temel ve vazgeçilmez öğretilerini bilmeden İslâm’ı tam manasıyla yaşayabilmek pek mümkün olmaz. Gerçek bir mü'min, İslâm’ı iyi tanımalı, ona bilinçli bir şekilde sarılmalı ve onu hayata geçirmeye çalışmalıdır. En iyi müslüman Allah'a karşı en yüce saygı gösteren müslümandır.Allah'a karşı en iyi saygı gösterebilmek İslâmi deyimiyle muttakilerden olabilmek için nasıl muttaki olunabileceğini bilmek gerekir. Bilgisiz bir şekilde İslâm’ı hayata geçirmek en azından istendiği şekilde hayata geçirmek pek mümkün olmaz bu durum, Işık olmadan, gece zifiri karanlıkta yol almaya benzer. Böyle bir kimse yoldaki işaretleri farkedemez ve muhtemelen farkında olmadan yoldan çıkabilir veya bir çukura yuvarlanabilir. İste bu sebeple hiç olmazsa asgari seviyede neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırtedebilecek; kimin doğru kimin yanlış söylediğini sezebilecek seviyede de olsa bir İslâmî bilgi elde etmek gayreti içinde olmak gerekir. Az çok İslâmî bir bilgiye sahip olan insan, İslâm'ın aydınlık yolunu apaçık görebilir. Küfrün, şirkin, ahlâksızlığın İslâm’a ters düsen unsurlarını farkedebilir. En azından kendisine rehberlik yapmaya kalkan insanlardan hangisinin rehberlik yapabileceğini hangisinin yapamayacağını ayırdedebilir. Çağımızda pek çok müslüman, mealesef, İslâm'ın güzelliklerini hayatlarına yansıtama mışlardır. Çünkü onlar da İslâm'ı yeterince öğrenebilmiş değillerdir.Bu yüzden yalnızca bugünkü müslüman toplulukları taklit ederek İslâm'ı doğru bir şekilde hayata geçirebilmek pek mümkün olamaz. Kur'an-i Kerim, okumaları, anlamaları, içindekilere göre hareket etmeleri ve prensipleri ni hayata geçirmeleri için insanlara gönderilmiştir. Peygamber Efendimiz de İslâm'ın nasıl hayata geçirileceğini bizzat yasayarak ve anlatarak göstermiştir. Öyleyse bir müslüman, Kur'an-i Kerim'i ve Peygamber Efendimizin İslâm'ı hayata geçiriş tarzını öğrenmeye gayret etmelidir ki, tam manasıyla Allah'a teslimiyet içinde olabilsin ve son peygamberin örnekliğinden yararlanabilsin. İslâm'ı doğru kaynaklardan doğru bir şekilde öğrenmeye çalışmalıdır. Bunun için İslâm'ı bilen kimselerin kılavuzluğundan yararlanmak en kestirme yoldur. İslâm'ı öğrenirken belli bir sıra takibedilmeli ve kendisini öncelikle ilgilendiren konular dan başlamalı. Bir müslümanı kişisel olarak ilgilendiren en öncelikli konular ise yerine getirmekle yükümlü olduğu farzlar ve sakınması gereken haramlardır. Farzların basında da müslüman olduğu günden itibaren kılmaya başlaması gereken günlük ibadeti beş vakit namaz gelir. Yeni İslâm’a girmiş bir müslüman, bu konuda ya pratik olarak diğer Müslümanların kılavuzluğundan yararlanmalı yada konuyla ilgili hazırlanmış eğitici ve öğretici görüntülü yayınlardan istifade etmelidir. Böylece bir mümin ilkönce yapabildiği kadarıyla günlük ibadeti olan namazları kılmaya baslar, bilahare yavaş yavaş eksikliklerini gidermeye gerekenleri öğrenmeye ve namazı usulüne uygun olarak kılmaya gayret eder. [ İSLAM'I YAŞAMA ] Bir önceki baslıkta, kısaca İslâm'ı öğrenmenin öneminden söz ettik. İslâm’ı öğrenmenin amacı onu hayata geçirmektir. Çünkü hayata geçirilmeyen bir bilginin değeri yoktur. Elde edilen bilgiler hayata geçirilirse bir anlam kazanır. İslâmî bilgileri elde ettiği halde bunları hayata geçirmeyen bir müslümanın hali, hastalığıyla ilgili reçetedeki ilaçları çok iyi bilen fakat bu ilaçları alıp kullanmayan kimsenin haline benzer. İmanı bir tohuma benzetirsek; gerek ibadet gerek ahlak ve muamelat sahasındaki İslâmî esasların hayata geçirilmesi, bu tohumun filizlenip yeşermesine, yaprak açmasına ve meyve vermesine benzer. İnandığı halde bu inancını hayata geçirmeyen kimse, aklında güzel şeyler tasarlayıp bunları uygulamaya koymayan kimse gibidir. İmanı sağlıklı bir şekilde koruyabilmek edebilmek, dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmek ve neticede huzurlu olabilmek için mü’min, Yüce Allah’la manen bağlantı kurmak ve bu bağlantıyı devam ettirmek ihtiyacındadır. Çünkü insan, Allah’ı bilmek ve ona ibadet etmekle tam bir huzura kavuşabilir. Yoksa ruhunda daima bir boşluk daima bir sıkıntı duyar. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, fiziki varlığımızı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için nasıl yeme, içme, uyuma gibi bir takım biyolojik ihtiyaçları gidermek zorundaysak ruhumuzun canlılığını ve diriliğini muhafaza edebilmek ve rûhi melekelerimizi geliştirebilmek için de ibadete ihtiyacımız vardır. İman ettikten sonra bu imanın gereklerini yerine getirmemek, bir çelişki olur. Huzurlu olabilmek için çelişkilerden kurtulmak gerekir. Çünkü çelişkiler içinde bocalayan bir kimsenin huzurlu olması düşünülemez. Müslümanlık bir giyim kuşam ve sekil değişikliğinden veya mücerred bazı sözler söyle mekten ibaret değildir. O bir zihniyettir. İste bu sebeple mü’min, Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’le kemale erdirdiği dini gönülden ve içten benimseyerek onu hayata geçirme gayreti içinde olur. İbadet, müslüman olduğunu söyleyen kimsenin, bu iddiasında sadık olup olmadığını ortaya koyan en önemli göstergelerden biridir. Çünkü iman ettikten sonra ibadet ihtiyacı kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bizi yoktan var eden, binbir çeşit nimete garkeden, rahmeti, bilgisi, gücü her zerreyi kuşatan, sonsuz kudretin varlığını kabul edip de O’na karsı sonsuz bir hayranlık ve minnet duymamak mümkün müdür? İste ibadet, kulun bu hayranlığını ve minnetini ifade eden bir vasıtadır. İbadet, yalnız birtakım şekillere, diş görünüşlere bağlı hareketlerden ibaret değildir. İbadette esas olan özdür. Huşu olmadan yapılacak bir ibadetin içi bostur. Samimi bir mü’min, her hareketinin ve davranışının Allah’ın rızasına uygun olup olma dığını göz önünde bulundurur. Böyle hareket ettiği takdirde yaptığı her meşru fiil bir ibadet hükmünü almaya baslar. İslâm’a göre, İslâm’a girerken, ibadet ederken, dua yaparken her hangi bir aracıya ihtiyaç yoktur. Her insan doğrudan doğruya Allah’a el açıp yakarabilir. İbadet yapabilir. Günahları af yetkisi de sadece Yüce Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimse günah affedemez. İlerdeki sahifelerde İslâm’ daki ibadetlerle ilgili kısaca bilgi verilecektir. İslâm ahlakıyla ahlaklanma da İslâm'ı yasamanın en önemli bölümlerinden birini oluşturur. Denilebilirki; hiç bir dinde ve hiç bir düşünce sisteminde İslâm’da güzel ahlaka verilen önem kadar önem verilmemiştir. Hatta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed "Ben ancak ahlaki faziletleri tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur. Bu yüzden müslümanın ahlakini güzelleştirmesi en temel hedeflerden biri olmalıdır. Bu amaçla mü’min, İslâm'ın kendinden istediği kişisel ve toplumsal görevlerini öğrenmek ve bunun sonucunda güzel hareketlerle bezenmek, çirkin alışkanlıklardan kaçınmak zorundadır. [ İSLAM'I TANITMA: ] Susuzluktan dudakları çatlamış birisinin, pınara ulaşıp kana kana içtikten sonra kendisi gibi susuzluk çektiğini bildiği diğer insanları da o pınara ulaştırmak için bir çaba sarf etmemesi düşünülemez. Bunun gibi, gerçekten İslâm’a yürekten inanmış ve İslâm'ın nasıl berrak bir pınar olduğunu görmüş olan bir kimsenin, yapabiliyor ve becerebiliyorsa o kaynağa başkalarını da ulaştırmak için gayret göstermesi dini bir vecibedir. Gönülden inandığı ve benimsediği, son hak din İslâm'ı herhangi bir baskı ve zorlamaya başvurmadan diğer insanlara da ulaştırma gayreti içinde olmak ve bu uğurda karsılaşacağı güçlükleri göğüslemek, ortaya çıkacak engelleri ortadan kaldırmak için mücadele etmek her müslümanın görevidir. Bir başka dinden veya düşünce sisteminden İslam’a geçmiş bulunan kimseler, daha önce mensubu bulundukları dinin yahutta düşünce sistemi nin saliklerini iyi tanıdıkları için, bu konuda, müslüman toplumlarda yetişip geleneksel olarak Müslüman olanlardan daha basarili olabilir ve Peygamber Efendimizin su müjdesine kavuşabilirler: " Senin aracılığınla bir kimsenin müslüman olması, senin için dünya ve dünyadaki herşeyden daha hayırlıdır." Bu sebeple yeni İslâm’a girmiş kardeşlerimize, güzel bir şekilde yapabileceklerse İslâm'ı başka insanlara da tanıtmak için çaba sarfetmelerini tavsiye ediyoruz. Bu konuda temel prensip, sevdirmek, kolaylaştırmak, müjdelemek ve ümit vermek olmalıdır. İSLAM DİNİ HAKKINDA BAZI TEMEL BİLGİLER ] Müslümanlar, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturmaktadırlar. İslâmîyet bugün artık beş kıtaya yayılmış vaziyettedir. İslâm Dininin Dünya Medeniyetine çok büyük katkıları olmuştur. İslâm'ı çeşitli yönleriyle tanımak için bu dini çeşitli yönleriyle tanıtan muteber eserlere müracaat etmek gerekir. Bu küçük broşürde amaçlanan ise, İslâm Dininin itikat ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili çok özet bilgiler sunarak bir ön fikir vermektir. İslâm: "İslâm", Arapça bir kelimedir. Kökü "barış" anlamına gelen "silm (selm)" kelimesine dayanır. Sözlükte itaat etme, boyun eğme anlamına gelir. Herhangi bir zorlama olmaksızın gönülden ve içtenlikle Allah’a itaat etmek, O’na teslim olmak, emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız boyun eğmek demektir. İslâm, Yüce Allah’ın son Peygamber Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla bildirdiği O’nun da insanlara ulaştırdığı şeylerin tümünü kabul ederek onları yasamak, sözleri ve isleriyle onları kabul ettiğini göstermek, Allah’a ve Rasulüne itaat etmektir. Müslüman: İslâm Dininin kurallarına uyan, İslâm'ın kurallarını hayata geçiren kimsedir. İman: Sözlük anlamı doğrulamak tasdik etmek bir şeye tereddütsüz ve kesin olarak yürekten inanmak anlamına gelen iman, İslâmî bir deyim olarak Allah’a ve Hz. Muhammad’in Allah tarafından haber verdiği kesin olarak belli olan şeylerin doğru olduğuna tereddütsüz inanmaktır. İmanın Esasları: Peygamberimiz Hz.Muhammed; imanın ne demek olduğunu sorana: İman, Allah’tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna, Allah’ın meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kadere (Hayır ve ser her şeyin Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna) inanmaktır" şeklinde cevap vermiştir. Peygamberimizin bu sözü, İslam’daki inanç temellerini göstermektedir. Simdi bunlara kısaca değinelim. 1. Allah’a İman: Allah’ın varlığını, birliğini, ezeli ve ebedi olduğunu, yani varlığının bir başlangıcı olmadığını ve ebediyken sona ermeyeceğini, esinin, benzerinin, ortağının, oğlunun, kızının olmadığını; varlığı kendinden olup varlığı için bir başka şeye muhtaç olmadığını, yaratılmış olan şeylerden hiç birine benzemediğini, dolayısıyla düşündüklerimizden ve hayalimize gelen şeylerin hepsinden başka olduğunu; her şeyi bildiğini, herşeyi gördüğünü, her şeyi işittiğini, duyduğunu, her şeye gücünün yettiğini, her şeyi yaratanın O olduğunu ..Kısacası, her türlü eksiklikten uzak oldu?unu ve her türlü eksiksizlik özelliğine sahip olduğunu kabul etmek ve buna yürekten, tereddütsüz bir şekilde inanmak; ergenlik çağına ulaşmış her akil sahibine farzdır. 2. Meleklere İman: Allah’ın yarattığı şeyler, gözümüzle gördüklerimizden ibaret değildir. Göremediğimiz ve hakikatlerini bilemediğimiz ruhani ve nurani varlıklar da vardır. Meleklerde bunlardandır. meleklerin varlığını peygamberler ve ilahi kitaplar haber vermektedir. Bu sebeple onları inkar etmek , Peygamberleri inkar etmek gibidir. Melekler yaratılışı, insanlarınkine benzemez. Onlarda yeme, içme, erkeklik, dişilik gibi özellikler yoktur. Günah islemezler, Allah’ın kendilerine verdiği görevleri yaparlar. Sayılarını Allah’tan başka kimse bilmez. 3. Kitaplara İman: Allah, insanlara doğru yolu göstermek, onları dünya ve ahirette mutlu kılacak ilkeleri bildirmek, akıllarıyla cevaplarını bulmaları imkansız bazı konularda onları aydınlatmak üzere Peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerden bazılarına insanlara tebliğ edilmek üzere yol gösterici kitaplar indirilmiştir. Allah Teâlânın Kitap göndermesi, sahifeler halinde başlamıştır.İlk sahifeler, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’e gönderilmiştir. Sayıları henüz son derece sınırlı olan, hayatları ve ilişkileri henüz kompleks hale gelmemiş o zamanın toplumlarının ihtiyacının görülmesinde bu sahifeler yeterli olmaktaydı. Peygamberlerin getirdiği esaslarla ve bu esasların Işığında insan aklinin faaliyetleriyle uygarlık ilerledikçe, insanların hayat ve ilişkileri daha kompleks hale geldikçe Allah Teâlâ da daha kapsamlı sahifeler ve kitaplar göndermiştir. İlahi kitaplar son kitap Kur’an-ı Kerim’le zirveye ulaşmış ve Kur’an-ı Kerim ilahi korumaya alınmıştır. Artık bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur’an-ı Kerim kıyamete kadar insanlığın rehberi olacaktır. Tevrat Hz. Musa’ya, Zebur Hz. Davut’a, İncil Hz. İsa’ya indirilen büyük kitaplardır. Müslüman, Allah tarafından Peygamberlere indirilen kitapların hepsine inanır. Ancak bu kitaplardan, Allah’ın indirdiği gibi hiç bir harfi bile değişmeden günümüze kadar ulasan yegane ilahi kitap, sadece Kur’an-ı Kerim’dir. Diğerleri ise ya tamamen kaybolmuş veya insanlar tarafından değiştirilmiş; böylece asli şekillerini kaybetmişlerdir. Bu yüzden bugün Kur’an-ı Kerim’in dışında elde mevcut bulunan diğer ilahi kitaplarda yer alan sözlerden hangilerinin Allah’a ait olduğu, hangilerinin ise insanlar tarafından bu kitaplara sokulduğunu ayırdetmek mümkün değildir. Zaten Kur’an-ı Kerim indirildikten sonra ilahi kitaplara ihtiyaç kalmamıştır. Artık onların hükmü sona ermiştir. Çünkü, yukarı da da belirttiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim, diğer kitaplarında ihtiva ettiği Allah’ın birliğine Peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, ahiret gününe iman; canın, malın, neslin, aklın ve dinin korunması gibi hak dinin temel esaslarını yeniden ve en mükemmel bir şekilde ortaya koymuş, daha önceki kitaplarda da yer alan gerçekleri tasdik etmiş, tahrif edilen hususların doğrusunu açıklamıştır. 4. Peygamberlere İman: Yüce Allah, insanlara kendi içlerinden seçtiği son derece yetkin insanlar aracılığıyla dinini bildirmiştir. Bu kimselere "peygamber" denir ki Allah ile kulları arasında bir elçi demektir. Peygamberlik, Allah’ın insanlardan dilediğine verdiği bir görevdir. Çalışmakla elde edilmez. İlk Peygamber Hz. Adem son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) dır. Bu ikisinin arasında pek çok peygamber gelip geçmiştir. Sayılarını Allah’tan başka kimse bilmez. Bunlardan bir kısmının adı Kur’an’da geçmektedir. Her millete kendi diliyle konuşan peygamberler gönderilmiştir. Peygamberler de insandır. Bu bakımdan yeme, içme,uyuma, dinlenme,evlenme, hastalanma gibi beşeri hususlarda diğer insanlarla aralarında bir fark yoktur. Bunlar peygamberler için bir eksiklik değildir. Ancak hepsinde mutlaka bulunması gereken ortak nitelikler şunlardır. Sıdk (doğruluk), emanet (güvenilir olma), fetanet (çok zeki ve akilli olmak), tebliğ (bildirmekle yükümlü bulundukları hükümleri insanlara anlatmak). Peygamberlerin , peygamberliğini insanlara anlatmak için Allah kendilerine mucizeler vermiştir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e de böyle pek çok mucize verilmiştir. Fakat O’nun en büyük ve sürekli mucizesi, hiç şüphesiz ki Kur’an’dır. 5. Ahiret Gününe İman: Allah’tan başka hiç bir varlık kadim ve ezeli değildir. Hepsi de Allah’ın yaratmasıyla sonradan meydana gelmiştir. Sonradan yaratılan şeylerin bir de sonu vardır. Çünkü Allah’tan başka hiç bir şey ebedi ve baki değildir. Dünyanın da sonunun gelip düzeninin alt üst olmasından yani Kıyametin kopmasından sonra Allah’ın emriyle bütün canlılar tekrar diriltilecektir. Buna öldükten sonra tekrar dirilme denir. İnsanlar dünyada yaptıkları şeylerden sorguya çekilecek, haklı haksiz ayırt edilecek, kimin kimde hakki varsa alınacak, herkes dünyada yaptığı iyilik ve kötülüğün karşılığını mutlaka görecektir. İste bütün bunlara inanmak da iman esaslarındandır. 6. Kadere İnanmak: (Hayır ve Şer; her şeyin Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna) inanmak. Kader, Allah Teâlânın, ezelden ebede kadar olacak her şeyi en ince ayrıntılarıyla bilip takdir etmesidir.Allah kullarına hayrı da şerri de serbestçe seçebileceği bir irade vermiştir. İnsan iyiliği veya kötülüğü kendi seçer. Onun seçtiğini de Allah yaratır. Ancak, Allah Teâlâ, kulun kötülüğü seçmesine razı değildir. Bu yüzden kullar kendi seçimlerine göre karşılık göreceklerdir. İste, hayır ve şer her şeyin Allah’ın yaratmasıyla meydana gelmesinin anlamı budur. Buna da inanmak iman esaslarındandır. İbadetler: Namaz: Namaz, müslümanın günlük ibadetidir. İman ettikten sonra müslümanın, yerine getirmekle yükümlü bulunduğu farzların basında gelir. Namaz, insani kötülüklerden uzaklaştırır, manen olgunlaşmasını sağlar, ruhi melekelerini geliştirir, günahlardan arındırarak manevi huzura kavuşmasını temin eder. Allah’a manen yakınlaşmanın en önemli vasıtalarından biri olan namaz, Allah’ın rızasını kazandırır. Günde münferit olarak veya cemaatle beş defa kılınan namaz, insana daima Allah’ı hatırlatır. Müslüman, şafak vakti kalkar ve ilk önce sabah namazını kılmak suretiyle Allah’ı anarak güne başlar, gün ortasında öğle namazıyla yine O’na yönelir, dünya meşgalelerinin kendisini iyice yorduğu bir vakitte ikindi namazıyla yaratıcısını unutmadığını gösterir, aksam namazıyla Allah’la olan ahdini yenileyerek gününü bitirir ve nihayet uykuya yatmadan önce tekrar Allah’ın huzuruna durmak suretiyle O’nun yardımını dilemeyi unutmaz. Cuma günleri cemaatla kılınan Cuma namazı ile yılda iki defa dini bayram günlerinde kılınan bayram namazları, müslümanlara, hep birlikte Allah’ın huzuruna durma imkanı verir. Böylece müslüman, bir taraftan dünyadaki islerini yürütürken öbür taraftan yaratıcısıyla irtibatını asla kesmez, O’ndan uzaklaşmaz, dünya ahiret dengesini sağlamış olur. Abdest: Namaz kılabilmek için abdest almak şarttır. Abdest, yüzü dirseklerle beraber elleri yıkamak, ıslak elle başı mesh etmek, topuklarla beraber ayakları yıkamaktır. Aslında manevi bir temizlik olan abdestin maddi temizlik açısından da büyük faydaları vardır. Gusül: Gusül, ağız ve burnun içi dahil hiç kuru yer kalmamak üzere tepeden tırnağa vücudun her tarafını yıkamaktır. Cinsel ilişkide bulunmuş olanların, adet ve lohusalık halleri sona ermiş bulunan hanımların gusül yapmaları gerekir. Ayrıca en az haftada bir defa her müslümanın yıkanması dini bir tavsiyedir. İslâm dini, temizliğe büyük bir önem vermiştir. Peygamberimiz: "Temizlik imanın yarısıdır." buyurmuştur. Müslümanın her şeyiyle tertemiz olması, dini görevlerindendir. Bedenin, elbisesinin, oturup kalktığı ve ibadet ettiği yerlerin, yiyip içtiği şeylerin temiz olması gerekir. Oruç: Niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından aksam güneş batıncaya kadar yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle tutulan orucun dinî ahlakî, sosyal ve sıhhî bir çok yararları vardır. Oruç tutan kimse sabretme, sıkıntılara göğüs germe, açlığa susuzluğa dayanma ve nefse hakim olma melekesi kazanır. Fakirlik ve yoksulluğun ne demek olduğunu daha iyi anlar. Bunun sonucu olarak, şefkat, merhamet, başkalarına yardım etme ve insanlara faydalı olma gibi yüce duygular kazanır. Elindeki nimetlerin kadrini bilir, israftan sakınmayı öğrenir. İnsanin manen yükselmesini sağlayan oruç, kişinin iradesini güçlendirir, başkalarına karşı, sevgi, merhamet ve yardim hislerinin gelişmesini temin eder. Akil sahibi ve erginlik cağına gelmiş her sağlıklı müslümanın tutmak zorunda olduğu oruç, bir aydır kamerî aylardan Ramazan ayında tutulur. Zekat: Zekat, dinen zengin sayılan erginlik cağına gelmiş akıl sahibi müslümanların, mallarının belli bir miktarını ki genellikle % 2,5 diğer bir ifade ile kırktabirini seneden seneye fakir müslümanlara vermesidir. Zekat, sözlükte temizlik ve artma anlamlarına gelir. Çünkü günahlardan temizlenmeye ve malın bereketlenmesine vesiledir. İslâm, yoksula yardımı kişinin isteğine bırakmayarak zengin olan herkesin zekat vermesini zorunlu kılmıştır. Çünkü zekat, Allah’ın zenginlere ihsan ettiği malda, fakirlerin hakkıdır. Zekat, Allah’ın rızasını kazandıran, kişinin anlayışında, malın, araç olmaktan çıkarak amaç haline gelmesini önleyen, insanda başkalarını düşünme, merhamet ve iyilik gibi güzel duyguları geliştiren ve toplumsal barışı sağlayan bir ibadettir. Hac: İslâm’ın esaslarından biri olan Hac, hac günlerinde Kabe’yi ve etrafındaki bazı kutsal yerleri usûlüne göre ziyaret ederek buralarda yapılması gerekenleri yerine getirmektir. Gücü yeten her müslümana ömründe bir defa hac yapmak farzdır. Hac; her yıl, dilleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri farklı, fakat hedef ve gayeleri ayni milyonlarca müslümanın bir arada, hep birden ibadet edip Allah’a yönelmelerini, birbirleri ile tanışıp kaynaşmalarını, müslümanların dertlerini görüşüp ortak çareler üzerinde düşünmelerini sağlar. Hac ibadeti esnasında günlük giysilerinden soyunup ihrama giren müslümanlar, zenginlikle böbürlenmemeyi, insanlar arasındaki eşitliği, ölümü ve öldükten sonra dirilisi unutmamayı fiilen yasar ve öğrenirler. İhramlı için konulan yasaklar, hiç kimseye, hatta haşerelere bile zarar vermeme, yaratıklara şefkat ve merhamet, zorluklara sabretme melekesi kazandırır. Böylece Hac farizasını eda eden kimseler, Allah’a kulluk vazifelerini ifa etmiş oldukları gibi çevresindekilere yararlı olma, hiç değilse zarar vermeme alışkanlığı kazanmış olur.
  5. netman

    Dinler

    [ DİN ] Din, ilk insanla birlikte doğal olarak var olmuştur. İnsan var olduğu sürece de devam edecektir. Çünkü insanın yaratılışında, kendisini yoktan var edeni bilme, O'na inanma, bağlanma, kulluk yapma duygusu ve ihtiyacı vardır. Fıtratı bozulmamış bir insanda bu ihtiyaç mutlaka kendisini gösterir ve tıpkı fiziki varlığın yeme, içme bilmeye, o'na inanmaya ve bağlanmaya ihtiyaç duyar. İnsan, fıtratındaki bu duyguyla aklını kullanarak, yaratanının varlığını ve birliğini kavrayabilir. Ancak, yaratıcısının, kendisinin mutluluğu için ondan neler istediğini, hangi davranışlarından razı olup hangilerinden hoşlanmayacağını, kısacası o'nun hoşnutluğunu nasıl elde edeceğini, bunun yanında, sinirli olarak yaratılmış bulunan insan aklının, mücerred düşünmekle ulaşamayacağı birtakım soyut meseleleri bilemez. İşte sınırlı olarak yaratılmış bulunan insan aklının, tek başına çözemeyeceği bu tür meselelerin cevabini ancak hak din verebilir. Bunun için Allah, insanlar içinden peygamber görevlendirerek onlar aracılığıyla insanları dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıracak esasları insanlara bildirmiştir. İşte Allah’ın Peygamberleri aracılığıyla akıl sahiplerine gönderdiği, onları kendi irade ve seçimleriyle doğruya ve mutluluğa ulaştıran bu hayat düzenine din denir. Dini kuralların koyucusu Yüce Allah'tır. Peygamberler dahil hiç bir kimsenin din koyma yetkisi yoktur. Peygamberler, dini hükümleri tebliğ etmekle yükümlüdürler. Tarih boyunca insanların din olarak ortaya koydukları birtakım ilke ve kurallar hiçbir zaman hak din niteliği taşımaz. Vahye dayanmayan yani bir peygamber tarafından tebliğ edilmemiş olan bu gibi sistemler, insanlığı maddi ve manevi bütün yönleriyle kuşatıcı özelliğe sahip olamaz. Bunun yanında asılları vahye dayanmakla birlikte, temel ilkeleri korunmamış ve zaman içinde asliyetini yitirip bambaşka şekiller alarak bozulmuş dinler de vardır.
  6. Değerli Multi, Sınavsizin için geçerli.Ben dine şu an için dışardan ve objektif bakan bir insanım.O yüzden bunu kavrayabilmem mümkün değil... Teşekkürler... Saygılarımla
  7. Değerli ahirzaman, Benim kendimi eş kefeye koymamdaki amaç; bu dine daha nesnel bir şekilde bakabilmek içindir.Eğer kendimi maneviyata kaptırıp illa da inanmak istersem,dine nesnel ve mantıksal açıdan yaklaşabilmem mümkün olmayacaktır. Verdiğim örnekte de belirttiğim üzere;Japonlar(ki şu an dünyada en zeki millet konumundadır)halen kendi dinlerinin öğretilerinden vazgeçmiyorlar ve dinlerinin kutsal,doğru bir din olduğuna inanıyorlar. O halde İslam bir kefede Öküze tapan ile ben, ateist vs. bir kefede..Başka bir şey söylemeye bence de gerek yok...
  8. Değerli ahirzaman, Öncelikle bu soruya zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.Yazınızda ''Birkaç Sorum Olacak?" bölümüne yazmak istediğinizi söylemişsiniz.Umarım orada da bu düşünce alış-verişine devam ederiz. Öncelikle burada herhangi bir msja cevap vermeyi istemediğimi belirtmek isterim.Zaten amacım da münakaşa etmek değil,eksikliklerimi görmek olduğundan burada susmak bu durumda en iyisi..Fakat sizden daha iyi bir cevap alabilmem için şu cümleye cevap verme ihtiyacı hissediyorum:"sadece Allahın varlığını kabuk edenin bu şekilde Kulluk edebilmesi mümkünmüdür" cevabınızda geçen bu cümle yazınızın anafikrini oluşturuyor bence.O yüzden yazımdaki bir dine mensup olmasaydınız kısma tekrar dikkat çekmek istiyorum. karşılıklı soru ve cevap şeklende olmasını istiyorsanız sizi ''Birkaç Sorum Olacak?" davet ediyorum. Saygılarımla Not: Bu konuyu görüntüleyen arkadaşların Bir dine mensup olmasaydınız? başlığına dikkat ederek,bahsettiğim eksikliği açıklamaları rica olunur
  9. Bir dine mensup olmasaydınız ve sadece Tek Tanrı'ya inansaydınız hayatınızda ne gibi eksiklikler olurdu? Bu soruya lütfen kişisel görüşlerinizi yazın.Kuran-ı Kerim'den ya da başka herhangi bir dinden alıntılar yapmadan? NOT: Bu soruyu sormamdaki amaç: Eğer varsa; bir dine mensup olmayışımın eksikliklerini görebilmek! Ön yargılı davranmamanız kısır tartışmalara yol açmayacaktır.Bu yüzden lütfen ön yargılarınızı bir kenara bırakın.Gerçekten öğrenmek istiyorum! Saygılarımla...
  10. Benim de anlatmaya çalıştığım buydu.Olaya ters taraftan bakıyorsunuz 3-3,5 milyar insanin hepsi bir topluluğa dahil değiller.Siz burada Allah derken diğer tarafta birisi öküzün önünde iki çöp yakmış ondan medet umuyor.Üstelik bu dinin de din adamları var.O din adamlarına gerizekalı diyemezsiniz herhalde..Ya da Japonları gözünüzün önüne getirin.Sizce kafaları islamiyete geçecek kadar çalışmıyor mu? Neyse size bunu anlatamayacağım galiba.. Saygılarımla..
  11. Dikkat ederseniz direkt size bir hitabım olmamıştır.Kaldı ki sadece size de bir cevap yazmadım.Bu ve bu tür konularda sorusu olan veya bu tür inanışları olan kimseleri aydınlatmak için bir çok konu hakkında bir yazı ekledim. Cevabım sadece size yönelik değildir... Saygılarımla...
  12. Ben de: Yaklaşık 5,7 milyarlik insan toplulugu içerisinde , 1,5-2 milyar kişinin mensubu olduğu bir dine inanip,geri kalan 3-3,5 kişinin yanlış yaptığını düşünen insanların bunu hangi akıl,mantıkla yaptıklarını anlamıyorum!!
  13. netman

    Erkan Oğur

    Erkan Oğur 1954 yılında Ankara’da doğan sanatçı, İstanbul Devlet Konservatuarı Klasik Türk Sanat Müziği bölümünden mezun oldu. Enstrüman ustası olan Oğur, ud, tanbur, bağlama, cümbüş ve keman gibi geleneksel çalgıları başarıyla çalmaktadır. Doğu Anadolu'nun folk müziği ve Aşık Veysel gibi ozanların şarkılarıyla büyüyen sanatçı, 1960'larda Jimi Hendrix'i dinledi ve bu, yeni bir müzikal deneyimin başlangıcı oldu. Perdesiz elektrikli gitarın pasajları üzerinde kayma ve çeyrek tonların çalınmasına olanak tanıdı. Müzik hayatına 1980 yılında çeşitli sanatçılara eşlik ederek başladı ve ilk albümü "Fretless"i 1994 yılında Almanya'da çıkardı. Bu albüme birkaç ilave ile 1996 yılında Türkiye'de "Bir Ömürlük Misafir" adlı albümünü yayınladı ve aynı yıl Eşkıya filminin müziklerini yaptı. Bu albümünden sonra "Gülün Kokusu Vardı" (1998), "Hiç" (1999), "Anadolu Beşik" (2000) ve en son albümü olan Fuad’ı (2001) müzikseverlere sundu. Türkiye'nin en özgün müzisyenlerinden birisi olan Oğur, içlerinde perdesiz gitarın da bulunduğu birçok gitar ve telli çalgıları kendisi, kendi amaçları doğrultusunda üreten büyük sanatçılardan birisidir. Sanatçı, müziğe yalnız Türkiye'de değil dünya çapında da farklı zevkler ve tınılar getirdi. Anadolu ezgilerindeki hümanizmi, sufice bilgeliği, erdem arayışını yansıtan albümler yapan başarılı sanatçı, Türkiye dışında bir çok festivallere katıldı ve bir çok değerli cazcılarla sahneye çıkıp kayıtlar gerçekleştirdi. Türk folk müziğinden yola çıkarak bu müziğe büyük katkılar sağladı. Kaynak: http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=2344 Bir Ömürlük Misafir Kalan, 2000 Eşkıya Kalan, 2000 Gülün Kokusu Vardı Kalan, 1998 Hiç Kalan, 1999 Anadolu Beşik Kalan, 2000 Fuad Kalan, 2001
  14. netman

    Metin&Kemal Kahraman

    Metin&Kemal Kahraman 1963 yılında Tunceli’nin Pülümür ilçesinde doğan Metin Kahraman ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra lise eğitimi için İstanbul’a geldi. Beyoğlu Atatürk Lisesini tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okuluna girdi. Fakülteye devam ederken iki arkadaşıyla beraber (Orhan Emek ve Ali Dağlar) Grup Yorum’u kurdu. Önce tiyatro oyunlarına müzik yaparak başlayan grubun ilk albümü “Sıyrılıp Gelen” 1987 yılını Ekim ayında yayınlandı. 1990’da yayınlanan “Gel ki Şafaklar Tutuşsun”un ardından gruptan ayrılan Kahraman daha sonra kardeşi Kemal’le beraber müzik yapmaya başlar. İki kardeş çalışmalarına başlamadan önce Kemal ODTÜ’de felsefe öğrencisidir. O da müzikle ilgilenmekte, bir takım öğrenci gruplarında çalmaktadır. Grup Yorum’un üyesi olmamakla beraber dışardan destek vermiş ve grubun önemli şarkılarından “Berivan”ı bestelemiştir. İkili ilk albümleri “Deniz Koydum Adını” yayınlanmadan önce yine Grup Yorum’dan arkadaşları olan Gülbahar’ın “Seher Yeli/Desmal” adlı albümünün müzik yönetmenliği yapmış, albüme ayrıca şarkılarıyla destek olmuşlardır. 1994 yılında yayınlanan “Deniz Koydum Adını” da Grup Yorum’un eski elemanlarından Taci Uslu klavyesiyle, Ejder Akdeniz gitarıyla, Ayşegül Yordam ise vokaliyle arkadaşlarını yalnız bırakmadı. Yine Grup Yorum’un eski elemanlarından Serdar Keskin akustik gitar ve vokalde yer aldı ve Kahraman kardeşlerden hiç ayrılmadı. Ayrıca Türkiye’nin önemli müzisyenlerinden Okay Temiz ve İsmail Soyberk de albüme katkı sağladılar. Kahraman kardeşler, ilk albümlerinin ardından, iki yıl sonra ikinci albümleri “Renklerde Yaşamak” ile bir kez daha dinleyici karşısına çıktılar. İlk albümün müzikal çizgisinin daha rafineleşerek yeni bir müzikal duruşa dönüştüğü albümde batı müziği formlarına büyük ölçüde bağlı kalınmıştır. 1997 yılına gelindiğinde Kahraman kardeşler uzun süredir hazırlıklarını yaptıkları “Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor” albümünü yayınlar. Belgesel nitelikli çalışmada Metin ve Kemal ‘hazırlayıcı’ konumundadır. Örneğine nadir rastlanan çalışma, Dersim kültürünün, müziğinin özüne sadık kalınarak hazırlanmıştır. Metin-Kemal Kahraman adıyla yayınlanan üçüncü albüm “Ferfecir” oldu (1999). Tamamen grubun kendi imkanlarıyla hazırlanan albüm yoğun bir dramatik kurguyu sadece müzikle göğüslüyordu. Etnik ve yerel kaynakların yine başat olduğu Ferfecir’deki dokuz parçadan beşi enstrümantaldi. Bir yıl sonra ise geleneksel Zaza ve Kurmanci müziklerine daha da yakınlaştıkları “Sürela”yı çıkarırlar. Repertuarın içinde, tamamen yöresel, otantik öze sadık şarkılar var. Albümün önemli özelliklerinden biri de bir kadın vokalin, Aynur Doğan’ın grupla beraber çalışması. Kahraman kardeşler son albümleri “Meyman”ı 2002’nin sonlarında yayınladılar. İkili oluşturdukları müzikal eksenlerinden hiç vazgeçmeden gitgide ‘world music’e daha da yakınlaştılar. Bu albümde Ortadoğu’nun makamsal soundunu, Akdeniz’in lirik melodilerini ve ezilen siyahların müziği Rap’i birarada bulmak mümkün. Metin-Kemal Kahraman uzun süredir üzerinde çalıştıkları “Dersim Duaları, Beyitleri, Semahları” adlı albümlerini yakında piyasa sürmeye hazırlanıyor. Derlemeci kimliklerinin yine ön planda olacağı albümde Kahraman Kardeşler bu kez sadece düzenlemeci olarak kalmıyor, beyitlerden esinlenerek yazıp besteledikleri bir parçayı da albüme katıyorlar. Kaynak:http://www.mkkahraman.org/
  15. netman

    Nurettin Rençber

    Nurettin Rençber Her insanın kendince çizdiği veya çizdirilen bir yaşam grafiği vardır. Hele bu insan, yaratıcılığını bu grafiğin hep tepe noktalarına vurarak yaşamak durumunda olan bir sanatçıysa, bu grafiğin eğimlerini okumak daha da önemlidir. Gelin hep birlikte böyle insanlardan biri olarak müzisyen Nurettin Rençber’in, çizmeye devam ettiği yaşam grafiğini okumaya çalışalım. 1960 yılında Mersin’de dünyaya gelen Nurettin Rençber’in bir yanında her zaman köylülük olmuştur. Çünkü, 1954’te ekonomik zorluklar nedeniyle Adıyaman-Kahta’nın Sevik köyünden Mersin’e göç eden ailesi, Kürt köylü kültürünün özellikleriyle onu çocukluğunda eğitmişlerdir. Dolayısıyla yaşamın dalgalarına binip okyanuslara açılırken, kır-kent, Kürt-Türk-Arap kültürlerinin izlerini de beraberinde götürmüştür bu yolculukta. O, lise öğrenimi sonrasında Urfa Meslek Yüksek Okulu’nda bir yıl okuduktan ve Mersin’de kısa bir süre fabrika işçiliği yaptıktan sonra, 1981’de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisi olarak Ankara’ya gelir. Burada maceralı geçen öğrencilik döneminin ardından 1987’de Trabzon Tonya’da öğretmenliğe başlar. Aynı yıl meslektaşı Meral Hanım’la evlenirler. 1992’ye kadar kaldıkları burada Yiğit adında bir çocukları dünyaya gelir. Daha sonra Çorum’a, oradan da halen yaşamakta oldukları Kırşehir’e giderler. Bu süreçte de kızları Eylül yaşama gözlerini açar. Yaklaşık dört yıl önce öğretmenliği tümüyle bırakıp zamanını müziğe veren Nurettin Rençber, bu sanata yönelme sürecini de şöyle anlatmaktadır : “Ses olarak türkülerle büyüdüm, türküler söylerdim. Bağlamayla fiili olarak buluşmam ise 1977’de Mersin’de gerçekleşti. Arkadaş çevrem, sesimi çok sevdiklerini ve bağlamamı geliştirmemi istiyorlardı. Ancak ailem karşı çıkıyordu.” Sanatını geliştirme olanağını üniversite öğrenciliği döneminde bulan sanatçı, ilk beste çalışmalarını da 1981-85 yılları arasında icra eder. İlk bestesi de “Cemile”dir. Öğrenci gençlik arasında sevilen bu bestelerinden oluşan bir demeti 1985’te AST’taki bir konseriyle müzik dünyasına sunar. Ki, ancak 1992’de kasetleşen “Dağ Türküleri ve Deniz Şarkıları” bu dönemin ürünüdür. Öğretmenlik yaptığı yıllarda Eğit-Der, Eğit-Sen, Eğitim-İş gecelerinde konserler verir. Bu süreçte şair ve aydınlardan albüm yapması için öneriler gelir. Bunlardan Erhan Oban (Dede) Çağdaş Türküler olarak kaset yapmak için girişimde bulunur; ancak çalışma bitmeyince Ümit Erol’la ilk kasetini Ezgi Kasetçilik’ten çıkarırlar. 1996’da müziksever lerin beğenisine sunulan Eşkıya Türküleri’yle, ö-zellikle Mehmet Bayrak’ın aynı adlı kitabından esinlenerek müzik dünyasına kazandırır. 1997’de yaptığı “Kalbimdeki Yangın” ve 1999’da ürettiği “Ay Düşünce” albümlerinin yayınlanmasından sonra şunları söylemiştir: “İnsan yapısı itibariyle kendini ifade etmekten hoşlanır. Kimi zaman şarkılarla ifade eder. Ben de kendimi böyle anlatıyorum. Farklı bir tarz yaratmak gibi özel bir iddiam yok; ama kendini ifade edecek yeteneklerin, sözün, enstrüman kullanmak gibi özelliklerin varsa tarz da oluşuyor. Bu eğilimin Dünya’ya yansıması, insanları etkilemesi söz konusu olabilir. Ancak günümüzde sistemin nimetlerinden yararlanmayı amaçlayan hangi sanatçı özgün bir tarz geliştirebilir ki!..” “Müzik anlayışını belirleyen önemli etkilenmeler” üzerine de Nurettin Rençber, şunları söylemiştir: “Siyaset Meydanı’nda türkü tartışması vardı. Taraflar kendi tarzlarını örnekliyorlardı. Bakın, türkü okuyanların çoğu kültürlenme, hayata bakış biçimleri, hatta konuşma özellikleriyle sınırlı yaratımda bulunuyorlar. Bu benimle de ilgili. Bir şarkıda ‘Uçurumdan atlarken bulutlara gülümsemeyi unutma”yı söyleyen bir Rock Grubu vardı. Bu müziği yapanlarda bilinçli bir tarz ve özgür çıkış var. Bunların edebiyatı beni etkiliyor. Kendi alanım açısından ise, türküye ruh veren, onu canlandıranlar, güzel okuyanlardır. Genel olarak edindikleri okuma tarzları dışında kendilerini geliştirenler çok az. “Türkiye’de tarz geliştiren müzik ustaları”na dair görüşlerine gelince : “Sezen Aksu, Barış Manço, kendi tarzında Orhan Gencebay önemli.” Bu ifadenin arkasından sözü kendisine getiriyorum. “Senin çalışmaların, hedefin neye karşılık geliyor?” Şöyle yanıt veriyor: “Ben şarkılarımda insanlara dokunulmazlık özgürlüğü yaratmak istiyorum. Yoksa aşk şarkılarıyla tarz ve dokunulmazlık yaratılmaz. Kendimi daha çok ‘Ay Düşünce, Karagül ve Ayrılık Vakti’ şarkılarımla ifade ettiğimi düşünüyorum. Halk şiirinin koşma ve tasavvuf biçimlerinde de söylemeye çalıştım; ama kentli aydın yanımla bunları sürdürmem mümkün değil.” Son olarak, etnomüzikle ilgili Nurettin Rençber’in. Düşüncesi ise şöyle: “Etnomüzik çalışmalarını çok yakından izlemedim. Ancak birtakım çalışmaları yararlı görüyorum. Örneğin Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu, yaygın adlarıyla “Kardeş Türküler”in çabalarını anlamlı buluyorum. Birol Topaloğlu’nun çalışmaları da bu alanda çok olumlu. Bazı etnomüzik çalışmalarında Kürt müziğinden öğelerle Kızılderili müziğinin sentezinin yapıldığını hissedebilirsiniz. Doğrusu bu tür çalışmaların yeni halk müziği sentezlerine dönüşmesidir.” Kaynak:http://www.nurettinrencber.com/rencber.asp
  16. netman

    6.Cadde

    6.Cadde Grup, Emre Aydın ve Onur Ela’nın 1999 yılı, Mayıs ayında Dokuz Eylül Üniversitesi’nin kantininde tanışmalarıyla kuruldu. Pek çok kez isim ve eleman değiştiren ikili ilk ciddi deneyimini EQ adıyla Antalya E TV’de iki ay program yaparak gerçekleştirdi. 2000 yılında internet üzerinden yayımladıkları ilk demoları "Rüyamdaki Aptal Kadın" beklenenden fazla ilgi gördü. O dönemlerde kadrodan ayrılan arkadaşlarından sonra grup yola iki kişi olarak devam etme kararı aldı. İkinci demoları "Tesadüfen"i 2001 yılında tamamlayıp, yayımladılar. Grup, 2002 yılına kadar çeşitli üniversite şenliklerinde "6.Cadde" ismiyle sahne aldı. İkinci demoları "Tesadüfen"de yer alan "Dönersen" isimli şarkıyla Show TV’de yayınlanan "Sing Your Song" beste yarışmasında Türkiye Birincisi oldular. Aynı şarkıyla Universal Müzik Türkiye tarafından yayınlanan Sing Your Song Compilation albümünde yer aldılar. Prodüksiyonu Sıfır Müzik ve Universal Müzik Türkiye tarafından gerçekleştirilen ve kendi isimlerini taşıyan albümleri 6.Cadde ile profesyonel müzik hayatına başlamış oldular. Muse, Coldplay, Starsailor, Pearl Jam, U2, Sting, Queen, Bush, Placebo, Travis, Oasis, aerosmith, Creed, Dido, MFÖ, Mavi Sakal, Kesmeşeker, Nazan Öncel, Erkin Koray, Özdemir Erdoğan, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses başta olmak üzere bir çok grup ve sanatçıdan etkilenen grup, yaptıkları müziğe bir isim koymuyor. Arabesk ve rock müziğin gerek tavır, gerekse yapı olarak birbirine yakın olduğunu düşünen 6.Cadde sahnede arabesk cover’lara da yer veriyor.
  17. BÜYÜ Büyü,kısaca doğaüstü güçlerle doğanın etkilenebileceği inancı olarak tanımlanabilir.İlk insan toplulukları doğaüstü güç tasarımlarını yine doğadan çıkarmışlardı.En basit bir doğa bilgisinden dahi yoksun olan insanoğlu doğayı korkunç bir güç olarak görmüş;yaşamın her alanında hissedilen bu güç doğadan soyutlanarak ayrı bir tasarım konusu olmuştur. İlk insanlar bu güç yüklü olduğunu düşündükleri bütün nesnelerden sakınmak,korunmak gerektiğine inanmışlar,sakınılması gerekli bu nesnelere ise tabu adını vermişlerdir. Tabuya yakalanan kişinin ise bundan kurtuluşunun tek yolunun ise büyü olduğuna inanmışlardır.İlk büyülerde yine bu esrarlı bilinmez güçten kurtulmak için yine o esrarlı güçten yararlanma düşüncesi bulunmaktadır.Bu akıl yürütme şekline ilk insan topluluklarının nedensellik (aynı nedenlerin aynı sonuçları doğurduğunu) önsezini de eklemiştir. Bu düşünce sistemi parçaya yapılanın bütüne, bütüne yapılanın ise parçaya yapıldığını çıkarsamıştır.Bu anlayış analoji büyüsünü doğurmuştur.Bundan dolayı büyü yapılmak istenen kişinin kullandığı bir eşyaya yapılan büyünün kişinin kendisini de etkileyeceği,toprağa dökülen suyun yağmur yağdıracağı düşünülmüştür. Eziyet edilmek yada öldürülmek istenen kişinin mumyası yapılarak örneğe yapılan davranışın o kişiyi de etkileyeceğine inanılmıştır.Bu anlayış, giderek,kişiyle simgesi arasında bir özdeşlik bulunduğu inancına varmıştır.Bu nedenle eski Türkler kutsal olarak adlandırdıkları "Kurt" un adını asla söylemez ve böcü,börü,canavar gibi kelimelerle dile getirirlerdi. Bunun gibi hala Anadolu'ya zararlı hayvanlardan korunmak amacıyla yaşam alanlarını çevresi dua okunmuş malzemelerle (efsun) çizilmekte ve çevreye çizilen bu daire ile duvar özdeşleştirilmektedir. Büyü çeşitli biçimler göstermekle birlikte ak büyü ve kara büyü şeklinde iki kısma ayrılabilir. Ak büyü iyilik gösterilerek yapılan büyüler,kara büyüler ise kötülük amacıyla yapılan büyüler için,kullanılmaktadır. Ülkemizde büyü genellikle evine bağlı olmayan kocayı karısına bağlamak,karısına ve çocuklarına karşı sert davranan kocayı yumuşatmak,bir kadını bir erkeğe ve ya bir erkeği bir kadına sevdirmek,gurbete giden birisinin geri dönmesini sağlamak, kaybolan bir eşyayı geri bulmak,düşmanı yenmek,kısmet çözmek,bir kimseyi birisinden soğutmak;aralarını açmak amacıyla yapılmaktadır. Örnek olarak sevdiği kişinin de kendisini sevmesi için büyü yapacak kişi önce üç Arnavut biberi alır,biberlerin içindeki tohumları her birine "Tebbet suresi" okunup üflenir.Üç biberin tohumları birbirine karıştırılmaz.Sonra tohumlar biberlerin içerisine doldurulur.Kıvılcımla küle gömülür.Bunları yapan kişi ocağı duvarına sağ elini vurarak: Elimi vurdum duvara Duvar oldu üç pare Birinden in çıktı Birinden İsmail peri çıktı İni yolladım ine Cini yolladım Çine İsmail Periyi yolladım...........................(Kendisini sevmesini istediği kişinin ismi) Durmadan,dinlenmeden bana gele Dedikten sonra arkasına bakmadan yatağa girer.Örnekte görüldüğü gibi büyülerde genellikle Kuran'dan sureler okunmakla birlikte büyü İslamiyet tarafından yasaklanmıştır. Büyü ister iyilik ve ya kötülük amacı gütsün genellikle halkı korkutmaktadır.Bu nedenle büyüden korunma amacıyla halk arasında çeşitli uygulamalar bulunmaktadır.Örneğin büyüden korunma amacıyla değirmen dolabından sıçrayan su ile yıkanıp abdest almak,ırmak,çay,nehir gibi akarsular üzerinden atlamak,büyüden kurtulmak için büyü yaptırmak vs. çeşitli uygulamalar yapılmaktadır Vücudun Parçaları , Varlıklar, Sayılar Saç, diş, tırnak; beş duyu organı; kol ve bacaklar; 3-5-7-9-40-13 gibi sayılar; cin, cadı, dev, peri gibi olağanüstü varlıklar; köpek uluması, baykuş ötmesi gibi hayvanlar; bitkiler, yıldız kayması, dolunay, UFO gibi gök olayları ile ilgili halk arasındaki inanışlar. Nazar - Nazarlık Nazarı değen kişiler ve özellikleri, nazar değme olayı, insanla-mal, mülkle, hayvanla ilgili nazar ve nazarlıklar, nazara karşı alınan tedbirler, uğurlu olduğuna inanılan muska vb. nazara karşı kullanılan takılar, nazara karşı söylene sözler, kurşun dökme-tuz çevirme-tütsü yapma gibi nazara karşı uygulamalar. Önceden Haber Verme Falcı ve fal,fal bakma-baktırma nedeni;kahve,çay,tarot,kağıt,remil,bilgisayar vb. fal türleri,kullanılan araç,gereçler,fala göre olayların yorumu,bunlara inanış,rüya ve yorumu,istihare ve çeşitleri,istihareden önce yapılan işlemler,olağanüstü varlıklarla ilişki kurma,ruh çağırma,medyumluk,cincilik,başkalarının düşüncelerini okuma, kader-kısmet-şans-baht açma, niyet tutma gibi halk arasındaki geleneksel uygulamalar. Adak Bazen dinle karışık olarak belirir.İlk bakışta şartlı bir vaat,şartlı bir söz verme olarak görülür.Örn. “Şu işim olursa bir kurban keseceğim.” gibi.Ayrıca bir kişi veya grubun hayrı için gerçekleştirilen mum dikme, yakma gibi adaklar mevcuttur. Adak bir hayvan,bir eşya olabileceği gibi,bir hareket,bir davranış da olabilir.Örn. Oruç tutmak gibi.Taş,toprak,ağaç,su,yatır,tekke ve türbeler adak yerleri olabilir. Konuyla ilgili olarak adağın adanma amacı, adağın yerine getirilişi,kutsal olduğuna inanılan yerler-eren,evliya mezarları ve çevresi,dört yol ağzı-üç yol ağzı, kuyu-kaynak-pınar-çeşme-havuz-göl,ağaç,bitki vb. adak yerleri ele alınmaktadır. Yağmur Duası Yağmur yağdırmak amacıyla veya sele neden olan aşırı yağışlara karşı gerçekleştirilen,çoğunlukla dağ,tepe veya türbe yakınlarında topluca gerçekleştirilen, dini ve geleneksel uygulamaların birbirine karıştığı pratiklerdir. Ayrıca yağışların yeterli olduğu mevsimlerde de şükür duası adı altında yağmur duası da yapılmaktadır.Bu uygulama çerçevesinde,yağmur duası için seçilen yer,zaman,duadan sonra yenilen yemek,duaya götürülen hayvanlar,giyilen giyecekler,duadan dönüş gibi uygulamalar ele alınmaktadır Kaynak: www.kultur.gov.tr Bu ve bunun gibi inanışlara ancak böyle cevap verilebileceğini düşündüm.21.yy.da bu tür inançlara sahip olmamız üzüntü verici.Umarım faydalı olur..
  18. Arkadaşlar bu konuyu bile dine yoruyorsunuz ya... Bu ve bunun gibi bütün inançlar batıl inançlardır.Böyle yaparak Tanrı'yı(Allah) küçümsüyorsunuz.Bence din bu kadar basit olmamalı.Aşağıda Kultur Bakanlığının sitesinden sizin için derlediğim batıl inançlar vardır.Umarım hepsini bir güzel okuyup inançlarınızı sorgularsınız.. (Köpeğin uluması ise sessizlikte aniden ortaya çıkan bu sesin köpeği korkutması ve rahatsız etmesidir..) Uğur-Uğursuzluk Birlikte yaşayan insanlar arasında kimi zaman korkudan,kimi zaman çaresizlikten,kimi zaman da rastlantılardan doğan bir takım inanışlar vardır.Bunlara "batıl inanışlar" denir.Bu inanışlar,ilk insanın var oluşundan günümüze kadar sürüp gelmiştir. Çoğunun bilimsellikle, akılla, çağdaşlıkla ve dinsel inançla bir ilgisi yoktur.Bunlar akılla bağdaşmadığı halde yazık ki insan oğlunun gönlünden, beyninden, vicdanından sökülüp atılamamışlardır. Bu tür inanışların doğmasında kişilerin doğal yapısı etken olduğu kadar büyüklerin, kimi din görevlilerinin cehalet örneği sözlerinin de etkisi olmaktadır.İnanışlar kişiden kişiye değişmekle birlikte ortak yanları da vardır. Ruh, Mezarlık,Türbe ve Ziyaret Yerleri ile İlgili Halk İnançları: - Ziyaret yerlerindeki ağaçları kesenler çarpılır. - Türbeden dışarıya bir şey, bir nesne götüren kişiler çarpılır. - Mezarlığı parmağı ile işaret etmek iyi değildir.Parmakları ile işaret eden kişilerin parmakları kurur. - Kurban kesilirken hayvan dilini dışarı çıkarırsa kurban sahibi o yıl içerisinde ölür. - Bir çocuk sürekli ağlarsa o evde mutlaka ölüm meydana gelir. - Ölüye talkın verilirken can gelir, kalkmak ister,başına tahtaya çarpar.O zaman ölü "eyvah ben ölmüşüm" der. - Ölen bir kişinin etleri ölümünden 40 - 52 gece sonra kemiklerinden ayrılır.Ölünün etleri kemiklerden kolay ayrılsın diye o gece evinde dua edilir. - Bir kişi gömüldükten sonra ruhu 7 gün evini ziyaret eder. - Ayakkabı çıkarıldığında ters dönerse,ayakkabı sahibinin tez vakitte öleceği düşünülür. - Rüyada ölü görmek diriye işarettir,misafir gelir. - Yatarken çorapları baş tarafa koymak iyi değildir,insan çabuk ölür. - Eve ölü girmesi iyi değildir, eve dışarıdan ölü getirilirse o evden birbiri ardı sıra üç ölü çıkar. - Resim yapmak günahtır, resim yapan kişi ahrette ona can verecektir. - Resim olan yerlerden melekler kaçar. - Ölünün elbiseleri ölü yıkayıcılarına verilir. - Mezarlıktan ağaç kesilmez.Ağaçta cin olduğuna inanılır. - Mezarlıkta yatılmaz. - Gece ölen kişinin üzerine sabaha kadar bıçak konulur. - Mezara toprak atılırken elden ele kürek verilmez. - Yoğurdun güzel olması için mezardan çırpı toplanarak kaynayan sütün altına atılır. - Kırık ayna uğursuzluktur. - Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar. - Baş sağlığına gelen kişilerin ayakkabıları ters çevrilmez. - Mezar kazıcısına para verilmezse ölünün rahatsız olacağına inanılır. - Ezan okunurken bacak bacak üstüne atılmaz. - Mezarlıktan taş,toprak alınmaz. - Köpek uluması ölüme işarettir. - Ölü gömülene kadar ev süpürülmez, çamaşır yıkanmaz, eve su getirilmez. - Mezarlık genişletilemez,çünkü ölü sayısı artar. - Ölünün elbiselerini giyenin ömrü uzar. - Ölü bulunduğu odadan yıkanmaya götürülürken yatağına bir baş soğan konur. - Kefen makasla veya bıçakla kesilmez. - Ölü evden çıkarılmadan üzerinden kedi atlarsa ölünün hortlayacağına inanılır. - Evde namaz kılınırken seccadenin önünden bir hayvan geçerse namaz bozulur. - Kırda namaz kılınırken namazdan önce bir taş veya sopa dikilir (öne hayvan geçmemesi için) - Mezarlıkta sigara içilmez. - Bir kimsenin bitlenmesi yakın zamanda öleceğine işarettir. - Ölü olan evin komşuları evlerindeki suları dökerler. Aksi halde birbiri sıra ölümler meydana gelir. - Yatak katlanırken baş taraftan katlanmaz, ayak tarafı önce katlanır. Baş tarafından yalnız ölünün yatağı katlandığı için o yatakta yatan kimse ölür. Hayvanlarla İlgili Halk İnançları: - Ev yılanı o evin bekçisidir. - Yılan öldürülüp, suya atılırsa ve yılan suda kaybolursa yağmur yağar ve durmaz,seller olur. - Kurt uluyunca ya ayaz olur ya kar yağar . - Bir evin başında baykuş öterse,o evde biri ölür yada bir yıkım olur. - Kurtlar uluyunca inekleri yemesinler diye gökten ağızlarına yiyecek düşer. - İnek doğurunca eve ağır bir şey alınırsa yada ağır bir şey kaldırılırsa ineğin sütü kesilir. - İnek ilk yavrusunu doğurduğu zaman onun "ağız" ı (ilk sütü) evden çıkarılmaz,aksi halde ineğin sütü kesilir. Sütün içerisine kömür atılıp öyle verilir. - İneğin sütünü yere sağmak iyi değildir, hayvan hastalanır. - İlk yaylaya çıkışta sığırların ortasından bir yabancı geçerse sığırlar hamile kalmaz, doğum yapmazlar. - Bir kimsenin önünden kara kedi geçmesi uğursuzdur. - Baykuş ötmesi uğursuzluktur, yanan bir odun alınarak baykuşa atılmalıdır. - Bir kişinin önüne tavşan çıkması uğursuzluktur, mümkünse gidilen yoldan geri dönülür. - Çakal uluyunca yere tükürmek gerekir,yoksa insanın başına bir yıkım gelir. - Çakal ulumaya başlayınca hava açacak,günlük güneşlik olacak demektir.(Bir başka inanca göre yağmur yağarmış) - Bir kişi gerdeğe girmeden önce yanlışlıkla kediye basarsa başarısız olur. - Yılan canlı canlı ateşe atılırsa yağmur yağar. - Bir evin önünde karga öterse o eve haber gelir. - Rüyada akrep görmek iyidir. - Kedi ile aynı yerde yatmak doğru değildir.Kedi insanın ruhunu çalar, ömrünü kısaltır. - Karga öttüğünde kar yağacağına inanılır. - Köpeğin vakitsiz gece havlaması,horozun vakitsiz ötmesi,öküzün gece böğürmesi kötü şeylere işarettir.(Düşman saldırısı,deprem, doğal afet vs.) - Köpek havaya doğru bakarak havlarsa kan dökülecek demektir. - Güvercin, kumru, kırlangıç, leylek öldürmek günahtır. - Kuzular satılıncaya kadar yabancılara gösterilmez. - Avlanan hayvan başkasına verilmez,verilecekse karşılığında demir para alınır. - Yılan görmek uğurludur. - Keklik görülmesi uğursuzluktur. - Horoz öttüğünde yağmur yağar. - Baykuşun bir eve konması o ev için uğursuzluktur. - Tavuğun horoz gibi ötmesi uğursuzluktur, öten tavuk kesilir. - Kediyi Hz. Ali sıvazladığı için hiçbir zaman sırtüstü düşmez. - Kesilen kurbanın kemikleri kırılmaz. - Kurbanın kanı kanı ve kemikleri gömülür. Ocak ve Ateşle İlgili Halk İnançları: - Ateşe tükürmek, ateşe sövmek, ateşe tırnak atmak, su dökmek uğursuzluk getirir. - Sabah evinden başkasına ateş verenin ocağı söner. - Ateş yanan yere cinler girmez. - Ateş sönünce cinler, periler ocak başına toplanır. - Ocağın üstünü boş bırakmak uğursuzluk getirir. - Sacayağının birdenbire devrilmesi evin başına bir yıkım geleceğini gösterir. - Sacayağı boş bırakılırsa şeytanlar yemek pişiriyor denir. - Sacayağı boş bırakılırsa o evde ölü suyu kaynar. - Tencerede su boşuna boşuna kaynarsa düşmanlar çoğalır. - Akşam evden dışarı ateş verilmez. - Lamba yakılmayan evin ocağı her vakit kararır. Aynı zamanda ev sahibinin öldükten sonra mezarı da karanlık olur. - Hastalanan hayvanları ateşten geçirmek iyidir. - Ateşi söndürmek için su dökülmez, ateş toprakla örtülür. - Ateş çok önceden sönmüş olsa dahi külün yanında yatılmaz. Külde cin ve şeytanın oynak yaptığına inanılır. - Külün üstüne su dökülmez,işenmez. - Gece kül dökülmez, evin bereketi kaçar. - Hayvan ve insan pisliğinin üstüre kül dökülmez. - Yağmurun dinmesi için avluya sacayağı atılır,sacayağının ortasına da bıçak saplanır. - Sönmüş ocağın yanında yatmak günahtır. - Gece külün yanından geçilmez, üstünden atlanmaz, şeytan gelir. - Ateşin çıkardığı ses ateşi yakan kişi hakkında dedikodu yapıldığına işarettir. Tarım ve Bitkilerle İlgili Halk İnançları: - Karaağaçtan düşen yaşamaz. - Karaağaçtan beşik,sandık yapılmaz. - İncir ağacının altında uyuyanları şeytan alır götürür. - Ceviz ağacının altında yaşayanları şeytan alır götürür. - Tarlada zina yapılırsa bereket olmaz. - Üzümün tanesini,karpuzun sap kısmındaki kabuğunun içini yiyenler yetim kalır. - Zeytin kutsaldır. - Ulu ağaç altında tek başına uyumak iyi değildir. - Ekin ekili tarlada işenmez,cinsel ilişkide bulunulmaz. - Ekin savrulurken harmanın içerisinden geçilmez, geçilirse harmanın bereketi azalır. - Ekin ekmeye, ekin biçmeye giden kimselerin önceden yıkanması, abdest alması uğur getirir. - Ceviz ağacının gölgesinde yatan kişi beceriksiz başarısız olur.Ceviz ağacı çevresinde olup biten her şeyi resim gibi işlermiş.Kesildiği zaman urlarındaki işaretlerle tüm gizlilikleri açığa çıkarmış. - Çocuğun bezleri yabani ağaca asılırsa çocuk yabani olur. - Nar tanelerini yere dökmek günahtır, nar cennet meyvesidir. - Yoğurt veya süt dışarıya verilirken üzerine üzerlik, kömür, yeşil yaprak konulmazsa ineğe nazar değer. - Dut ağacı dibinde yatmak, oturmak doğru değildir, cin çarpar. - Hamur yoğururken dışarı hamur sıçrarsa misafir gelir. - Su kabağının çok olduğu evde ölüm olayı da çok olur. - Buğday çok olan evde ölüm az olur. - Tarla sınırında uyuduğunda insanı ağırlık basar, çarpılır. - Zeytin ağacının altında uyuduğunda insanı ağırlık basar. - İncir ağacının altında yatan insanı ağırlık basar. İnsan Vücuduyla İlgili Halk İnançları: - Diş düşürülünce o dişi kimsenin göremeyeceği bir yere saklanmalı yada gömmeli. - Elleri diz üzerinde kavuşturmak, parmakları birbirine geçirip el bağlamak iyi değildir,insanın kısmeti kapanır. - Parmakların çatırdaması iyidir, insanın sağlıklı olduğunu gösterir. - El yıkanırken önce sağ elden başlamalı,önce sol elden başlamak uğursuzluk getirir. - Tokalaşırken yada birisine bir şey verirken sağ el kullanılmalıdır, sol el uğursuzluktur. - Çorap giyilirken ayağın Kıbleye doğru uzatılması doğru değildir. - Çorap giyilirken önce sağ ayak giyilir. - Burun kaşınırsa kişi hakkında dedikodu yapılıyor demektir. - Sağ avuç kaşınırsa para gelir, sol avuç kaşınırsa elden para çıkar. - Akşam tırnak kesilmez. - Akşam sakız çiğnenmez,akşam çiğnenen sakız ölü etidir. - Ayak kaşınınca yolculuk var demektir. - Baş taranırken dökülen saçları dökmek doğru değildir, bunlar toplanır, ölünce o kişinin kabrine konur. Çünkü bu saçlar kıyamet gününde tekrar bitecektir. - Hamile kadın aş ererken neye bakarsa doğacak çocuk ona benzeyecektir. - Akik taşı kanamayı keser,insanı yoksulluktan kurtarır. - Henüz bir yaşını doldurmamış kişi abdestsiz iki kişi arasından geçerse vücudunda yaralar oluşur. - Sol kulağın çınlaması zenginliğe işarettir. - Sağ kulağın çınlaması sağlığa işarettir. - Gözün seğirmesi olumsuzluğa işarettir, çevrede ölüm meydana gelebilir. - Kulağın çınlaması birisi tarafından anılmaya işarettir. - Bacak bacak üzerine atmak günahtır. - Üst çenenin önündeki dişlerden birisi düşerse ana babadan birisinin öleceğine inanılır. - Sağ üst azı dişi düşerse ağabey yada amcanın öleceğine inanılır. - Sol üst azı dişi düşerse evlat yada kardeşin öleceğine inanılır.(Diş ile ilgili inançların gerçekleşmesi için sadaka verilir, sabah kahvaltıdan önce kuşlara yem verilir) - Avuç içi kaşınırsa bir yerden para geleceğine işarettir. - Kesilen saçın üzerine basılmaz, basılırsa o kişinin başı ağrır. - Kesilen saçları kuşlar alıp yuvalarına götürürlerse o kişinin başı ağrır. Gökcisimleri ile İlgili Halk İnançları: - Gece gizlice ay ışığında,gölgede yıkananlar ay gibi parlak olur. - Ayın yansımasının vurduğu su içilmez.O suyu içenin başına mutlaka bir kötülük gelir. - Yıldız kaydığında bir insan ölür. - Dolunayda doğan çocuk uğurludur,geleceği ışıklıdır. - Dolunayda doğan kızlar ay gibi parlak ve güzel olur. - Gece aya doğru tükürmek, sövmek uğursuzluk getirir. - Güneş batarken uyuyanın ömrü kısalır. - Gün dönümünde tarım işleriyle uğraşılmaz, düğün dernek yapılmaz. - Güneş tutulacağı zaman hayvanlar korkudan bağırırlar,güneşin tutulacağını önceden sezerler. - Güneş güzele vurur. - Ay eskisinde ekilen sebze ve meyveler verimli olur. - Ay hilal halinde iken iki ucu aşağı olursa o ay yağmurlu, yukarı doğru olursa kurak olur. - Güneş batarken (zaval zamanı) çocuğu ölen kişi su içmez. - Ay yeniye geçmeden tohum ekilmez,ekin biçilmez. - Aysız günlerde ağaç kesilmez,kesilirse kerestesi dayanıklı olmaz. - Aysız günlerde diş çekilmez. - Aysız günlerde yaylaya çıkılmaz, yayladan inilmez,ormana gidilmez. - Gün batarken yemek yiyenin bahtı kararır. - Akşamüstü yemek yiyenin anası babası ölür. - Yıldız kaydığında evliyaların buluştuğuna inanılır. Doğum ve Kırkla İlgili Olan Halk İnançları: - Kırklı kadın evden fazla uzaklaşmaz. - Kırklı kadın gece evinden dışarıya çıkmaz. - Kırklı bebeğin başının altına Kuran, muska, bıçak, çörek otu konulur. - Kırklı kadının yattığı odaya kibrit ve süpürge konulur. - Kırklı kadın gece yalnız bırakılmaz. - Kırklı kadın kırkının çıkacağı gün üç yakın komşuya gider, daha sonra evden uzaklaşabilir. - Kırklı kadınlar ve bebekleri birbirleriyle karşılaştırılmaz. - Kırklı çocuğu görmeye gelen kişi, kırk basmaması için demir veya kağıt para verir. - Kırklı çocuğun yanına kedi veya köpek sokulmaz, aksi halde "al" basar. - Kadın ve geyik kırlı olursa karşılaştırılmaz, aksi halde kırları karışır. Geyik yedi yılda bir yavruladığından kadının da yedi yıl çocuğu olmaz. - Kırklı çocuk yalnız bırakılacağı zaman başucuna bıçak, soğan, sarımsak bırakılır. - Üzerinde para yada altın bulunan bir kişi kırklı çocuğun yanına sokulmaz. Eğer çocuğun yanına gelirse para veya altın, çocuğun başucunda bir süre bekletilir. - Kırkı çıkmamış kadın bir eve gittiğinde mersin yaprağı batırılmış suyu gittiği eve döker, daha sonra eve girer. - Gelin alayı kırkı çıkmamış kadının evinin önünden geçerse gelinin çocuğu olmaz. - Kırkı çıkmamış kadının bulunduğu eve değirmenden un getirilmez. - Kuzular kırkları çıkıncaya kadar kimseye gösterilmez. - Kırklı kadının başucunda gece ışık yakılır. - Kırklı çocuğu olan iki kadın iğne değiştirir,yoksa kırk kalkmaz. Özel Günlerle İlgili Halk İnançları: - Hıdrellez günü dikiş dikilmez, ağaç, bitki kesilmez, canlı öldürülmez. Bunlar yapılırsa yeni doğacak ne varsa anasının karnında hıdırellez eğrisi olur. - Arife günü, yakını ölen kişi dikiş dikmez. - Arife günü iş yapılmaz. - Arife ve bayram günü ağaç kesilmez. - Hıdrellez günü kapalı kapalı un çuvalları açılır. - Arife günü eve odun getirilmez, getirilirse eve odunlarla birlikte mutlaka yılan girer. - Arife günü sabun kullanılmaz. - Hıdrellez günü gün doğmadan eve getirilen suyla yoğurt tutturulabilir, mayaya gerek yoktur. - Hıdrellez günü gün doğmadan akarsuda yıkanılırsa insan sağlıklı olur. - Hıdrellez günü gün doğmadan eve mutlaka bir testi su getirilmelidir. Bu suyun sağlık verileceğine inanılır. - Aşure ayında (oruç süresince) yaş ağaç kesilmez. - Bayram günü tıraş olunmaz. - Kuzular hıdrelleze kadar sayılmaz. Taş ve Su Kültüyle İlgili Halk İnançları: - Gece göle girmek iyi değildir. Geceleri cinler, peri kızları gölde yıkanırlar. Girenlerin ruhlarını periler çalar. - Geceleri su üzerinden atlanmaz. Su birikintileri ecinnilerin ve perilerin mekanıdır. - Gece dışarı su dökeni periler çarpar. - Kaynayan suya bıçak sokulmaz. - Suya tükürmek uğursuzluk getirir. - Çeşme başında uyunmaz, şeytan gelir. - Büyük, kökü derinde olan taşın üzerinde uyunmaz, şeytan gelir. - Çamaşır yıkanan suyun üzerinden geçilmez, bu suda şeytan olur. Karanlık ve Işıkla İlgili Halk İnançları: - Akşam soğan yenen yere melekler gelmez. - Gece aynaya bakanın ömrü kısa olur. - Gece acı (biber, soğan, sarımsak) evden dışarıya verilmez. - Yoğurt, süt, peynir, vs. gece dışarıya verilmez. Vermek gerektiğinde üzerine kömür, üzerlik veya yeşil bir dal konularak verilir. - Gece ıslık çalmak günahtır. - Gece evden eve tuz verilmez. - Akşam kapının önü süpürülmez. - Ekmek aktaracağı evden eve verilmez. - Çocuklar gece beş taş oynarsa düşman gelecek denir. Bereketle İlgili Halk İnançları: - Değirmenden ilk gelen unla yapılan ilk ekmeği yiyen kişinin karısı ölür. - Dışarıya maya verilirse evin bereketi gider. - Ekmek kırıntılarını yere atmak, ayakla çiğnemek evin bereketini götürür. - Gurbete giden kişinin azığından bir parça ekmek çalınır. - Bir kişinin üzerinde dikiş dikilirse o kişinin kısmeti bağlanır. - Bıçakla ekmek kesilmez, evin bereketi kaçar. - Bismillah demeden yemek yiyen kişi doymaz. Şeytan da onunla birlikte yemek yer. - Çorap örerken boğazından başlamalı yoksa dayanıklı olmaz. - Kürek kemiğinin kırılması bahtı açar, t yenildikten sonra bu kemik kırılır. Evle İlgili Halk İnançları: - Evin temeline karataş koymak iyi değildir. - Kapının önünde oturan kişi iftiraya uğrar. - Duvar dibinde uyumak iyi değildir, insan çarpılır. - Evin içerisi temiz olmazsa oraya melekler değil şeytanlar gelir. Böylece o evde mutluluk değil geçimsizlik olur. - Evden bir kişi gurbete gittiği zaman o gün ev süpürülmez, dışarıdan misafir alınmaz. - Eşya taşımak için kullanılan ala iple komşunun evine girilmez. Komşunun başına bir uğursuzluk geleceğine inanılır. - Kapı eşiğinde oturulmaz. İnsan fakir olur. - Kapı eşiğinde oturulmaz, insan bekar kalır. - Urganla komşunun evine girilmez. Aksi halde komşunun evinde kıtlık olur. - Kapı eşiğinde oturulmaz, kapı eşiğinde şeytan bulunur. - Yağmur yağarken kapı eşiğinde oturmak günahtır. Atmosfer Olaylarıyla İlgili Halk İnançları: - Dolunun kesilmesi için avluya bıçak atılır. - Mezardan çıkarılan kafatası suya atılırsa yağmur yağar. - Şeytan düğün ederken (nisan yağmuru) yağmurun altında duranları cinler alır götürür. - Nisan yağmuru zemzem suyu gibidir, uğurludur. Nisan yağmurunda ıslanmak insana sağlık verir. - Gök gürlediğinde demir ısırmak uğurludur. - Gökkuşağının altında bir erkek geçerse kız, kız geçerse erkek olur. - Dolu ilk yağdığında birkaç tane yemek sağlığı iyi gelir. - İlk dolu yağdığında ismi Mehmet olan yada anasının ilk oğlu doluyu bıçakla ikiye ayırır. - Gök gürleyince bir bıçak alınarak dama atılır. - Beş taş oynamak kuraklığa işarettir. - Dolu yağdığında dolunun kesilmesi için dışarıya sacayağı atılır. - Şimşek çaktığında yere bıçak saplanır. Mevsimlerle, Aylarla ve Günlerle İlgili Hak İnançları: - Martın birinci günü eve dışarıdan kimse giremez, girerse buzağılar, kuzular ölür. - Ocak ayının birinci günü görülen kimse sana iyi gelirse o yıl yaşarsın, iyi gelmezse hasta olursun. - Salı günü çamaşır yıkanmaz, yıkanan çamaşırı giyen kişi onu kirletemez, ölür. - Salı günü doğan çocuklar kan dökücü olur. - Salı günü düğün yapılmaz. - Cuma günleri dışarı toz dökülmez, işe gidilmez. - Cuma günü ana rahmine düşen çocuk bilgili olur. - Cumartesi günü çamaşır yıkanmaz. - Cuma gecesi sabaha karşı doğan çocuğun rızkı bol olur. - Cuma günü örgü örülmez, insan kısmetini kaybeder. - Cuma akşamı tırnak kesilmez, insan gözden düşer. - Ağustosun yedisinde tarlaya giren kimse çarpılır. - Cumartesi günü yorgana çarşaf kaplanmaz, çünkü Cumartesi kaplanan çarşaf ölü ister. - Salı sallanır. - Tarlaya ilk tohum Salı ve Çarşamba günü atılmaz. - Cuma günü namaza kadar ağaç kesilmez. - Salı ve Cuma günü hiçbir işe başlanmaz. - Cuma günü ekin ekilmez. - Pazartesi başlanan işler ağır gider. Cinsiyetle İlgili Halk İnançları: - Odanın ışığını evin erkeği yakarsa o ev daima nur içerisinde ve bereketli olur. - Kadının yolda erkeğin önünü kesmesi uğursuzluktur. - Bir kadın iki erkeğin arasından geçerse çocuğu olmaz. - Bir adam iki kadının arasından geçerse sözü geçmez. - Bir erkek iki kız arasından geçerse köse olur. - Yarım çay içen kadın dul kalır. - Ava gidecek kişinin önünden kadın geçerse avlanamaz. Bundan dolayı o kişi ava gitmekten vazgeçer. - Kız çocuğunun ilk kez kesilecek saçını dayısı keserse saçı gür olur. - Oğlan çocuğunun ilk kez amcası veya dayısı keser. - Kız baba evinden Perşembe veya Pazar günü çıkar. - Koç katımında koçun üzerine kız çocuğu bindirilirse doğacak kuzu dişi, oğlan çocuk bindirilirse erkek olur. Yol ve Yolculukla İlgili Halk İnançları: - Yola giderken tükürmek insana yıkım getirir. - Yola giderken dönüp bakmak iyi değildir. - Üç yol ağzında yatmak uğursuzluktur. - Bıçak yere atıldığında sırtı üzerinde durursa misafir gelecek demektir. - Elden kaşık düşerse misafir geleceğine inanılır. - Ağızdan lokma düşerse misafir gelir. - Ava giden kişinin arkasından karısı süpürge atar. - Ava giden kişiye "Nereye gidiyorsun?" diye sorulmaz. Sorulduğu takdirde kişi avlanamaz. - Ayakkabılar üst üste gelirse yola gidileceğine inanılır. - Yol kenarında yatılmaz. Yatan kişileri "yel üstünde gidersin" (şeytan çarpar anlamında) denilir. - Ava giden kişiyle konuşulmaz, rızkı kesilir. - Ava gitmeden önce tüfek yere konulur. En fazla üç - dört yaşındaki bir kız yada oğlan çocuğu tüfeğin üzerinden atlar. Eşyalarla İlgili Halk İnançları: - Ayakkabının ters gelmesi hastalığa işarettir. - Elden ele sabun verilmez. Verilirse kavga edilir. Sabunu vermek gerektiğinde elin tersi kullanılır. - Yemekten sonra kaşığın ağzı yukarı çevrilir, yoksa nasip kapanır. - Kapakla su içilmez, nasip kapanır.
  19. Tekrar yazmamda fayda görüyorum: Benim sadece dinler konusunda bir sıkıntım var.Tanrı konusunda bir sıkıntım yok.Sadece,şimdiye kadar yaptığım araştırmaların sonucu bana dinlerin olamayabileceği ihtimalini düşündürüyor.Sadece bir ihtimal!Bu konudaki araştırmalarım devam etmekte.Zaten onun için bu başlığı açtım.Mantığıma yatmıyor,inanmıyorum deyip bir kenara çekilmedim. Ayrıca belirteyim: Evrime inanmıyorum ve evrimi savunmuyorum.Sadece kafama takılan sorularda sizlere, sorularıma cevap alabildiğim ölçüde sorular yazıyorum... Buradan kafasında sorular olan diğer arkadaşlara da sesleniyorum: Ben soru sormasam da sizler,din hakkında kafanıza takılan soruları burada sorarak yanıt arayabilirsiniz!
  20. Tavsiyen için teşekkürler.Daha çok keman ezgilerini kullanan bir isim verebilir misin??
  21. Paylaşımın için teşekkürler..New age ile yeni tanışan biriyim.Bu radyoyu öğrenmem iyi oldu.. Mutlu günler...
  22. netman

    SİİRT

    Siirt Siirt, dört mevsimin en güzel şekliyle yaşandığı iklimi, her türlü sebze ve meyvenin yetiştiği bereketli toprakları, el emeği göz nurunun ürünü olan battaniye ve kilimleri, şifa kaynağı Pervari Balı, iri taneli fıstığı, kendine has lezzeti olan Zivzik Narı, doğal güzellikleri, tarihi eserleri, bağrında barındırdığı evliyaları ile görülmeye değer bir yerdir.Kaplıcalar, türbeler, tarihi cami, kale ve köprüler Siirt'in tarihi ve turistik değerleri arasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Dicle nehrinin Botan ve Reşan kolları arasında 7 tepeli bir alana kurulmuş olan şehrin tarihi M.Ö.2000 yıllarına gitmektedir. Pek çok uygarlık elinde el değiştiren ilin toprakları Hz. Ömer zamanında Elcezire eyaletine bağlanmıştır. (M.S.7.yy) Siirt, 1514 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Perde Kebabı ve Büryan Pilavı isimli iki farklı damak tadına sahip İlimiz, ülkemizin petrol üretiminin %90’ını karşılar. Hz. Süleyman’nın Saba Melikesi Belkıs’a hediye ettiği Güzellik Hamamı bu ilimizdedir. İlçelerinden Pervari’nin çiçek balı, iri taneli fıstığı ve nar’ı ünlüdür. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın yazdığı ünlü Marifetname adlı eseri bu ilimizde muhafaza edilmektedir. Önplana Çıkan Turizm Değerleri Botan: Siirt’in 6 km güneyinden geçen Botan çayının ve barajının karşı yakasındaki yüksek tepe üzerinde küçük bir mağara şehridir. Toprağının kalkerli olması nedeniyle ortaya çıkan doğal mağaralar doyumsuz bir seyirlik oluşturur. İbrahim Hakkı Türbesi: Merkeze bağlı Tillo bucağının 3 km doğusunda bir tepe üzerindedir. İçersinde “Marifetname” kitabının yazarı Erzurumlu İbrahim Hakkı ve hocası İsmail Fakirullah yatmaktadır. Yörenin en çok ziyaret edilen yeridir. Veysel Karani Türbesi: Bitlis-Diyarbakır karayolu üzerinde Siirt’e 40 km, Baykan ilçesi Yeşilçevre köyü Ziyaret Mezrasındadır. Hz. Ali zamanında şehit olan Veysel Karani, taşıdığı anne sevgisinden dolayı, kendisini hiç görememiş olmasına rağmen Peygamberimizin iltifatlarına mazhar olmuştur. Peygamberimiz, kendi hırkasını Veysel Karani’ye hediye olarak göndermiştir. Bu gönül erinin türbesinin yanına 1967’de bir cami ve 1964’de bir misafirhane ilave edilmiştir. Her yıl 17 Mayıs da “Veysel Karani Hz.’lerini Anma Günü” olarak kutlanır ve binlerce insan buraya akın eder.
  23. Değerli Evrensel, Foruma üye olduğumdan beri yazdıklarınızı takip ediyorum.Sizin gibi düşünen birinin forumdan ayrılacak olması beni çok üzdü.Sizden öğrenilecek çok şey olduğunu düşünüyorum.Başka bir forumda yazmaya başlarsanız beni de haberdar ederseniz sevinirim.. Kendinize çok iyi bakın.. Görüşmek ümidiyle...
  24. netman

    Mircan Kaya

    MIRCAN KAYA Batum göçmeni Megrel bir ailenin kızı olarak Karadeniz'in bir dağ köyünde başlayan yaşamı aslında onun yanık müziğinin asıl kaynağıdır. İlk çocukluk yılları egzotik bir coğrafyada geçmiş, müzikle ilişkisi doğanın sesleri ile kuşatılmış olduğu bu yıllarda başlamıştır. Dinleme aşaması diye tanımladığı bu dönemde dilsiz denebilecek kadar sessiz kalmayı tercih edip her türlü sese ( insan sesi, nehir ve derelerin sesi, rüzgarın, yaprak hışırtılarının sesi , ateş böceklerinin, ağustos böceklerinin, ineklerin sesi, atların, odun ateşinin sesi, sallanan bir beşiğin, ağlayan bir bebeğin sesi, toprak küpte tereyağı ve ayran çıkarmak için ritmik olarak dövülen sütten çıkan ses, derin karanlığın ve sessizliğin sesi, duaların, ezan ve sala sesi, ağlayan, ağıt yakan kadınların sesi, uzak dağlarda türkü söyleyerek iş yapan megrel kadınların sesi......) yoğun dikkatle kulak verdiği yıllardır. Şarkı söylemeye bebek denebilecek kadar küçükken başlamış ancak çocuk şarkıları değil yetişkinler için yapılan müziği seslendirmeyi tercih etmiştir. İlkokul yıllarında, ailece davetli olarak gittikleri düğünlerde sahneye çıkıp, orkestra ile şarkı söylemek olağan bir etkinliğe dönüşmüştür onun için. Yaşının çok küçük olması nedeniyle Türk Sanat Müziği parçalarını yetişkin edasıyla söylemesi dinleyenleri şaşkınlıkla gülümsetir. Yollara, keşiflere, öğrenmeye olan tutkusu ilk çocukluk yıllarından beri yaşamına yön vermiştir. Üstün yetenekli olarak tanımlandığı tüm okul yaşamı boyunca bilim, sanat, spor ve yaşama dair ne varsa ayrım yapmaksızın yaşamına katmaya adamıştır kendini. Yaşadıkları mahallede bulunan ve her gün önünden geçtiği müzik mağazasının vitrininde görüp de göz koyduğu ilk gitarını edinip sonra da müzik öğretmeni olan mağaza sahibine gidip ders almak istediğini söylediğinde on iki yaşındadır ve ilk tıngırdattığı ezgi: Uzun İnce Bir Yoldayım. Bu arada küçümsenemeyecek bir şarkı repertuarı oluşmuş ve hemen her ders sonunda öğretmenlerinin isteği ile şarkı söylemektedir. Ortaokulu birincilikle bitirip Nişantaşı Kız Lisesi’ne başladığında ucuz gitarı ve çalıp söyledikleri yetersiz gelmeye başlamıştır. Her gün yürüdüğü yolun üzerinde bulunan ve hemen her gün uğradığı müzik mağazasının kapısında asılı ilanı gördüğünde on altı yaşındadır. Musevi gitar öğretmeninin telefonunu kaydedip ders almak istediğini söyler. Biriktirdiği harçlıklarını gitar derslerine ayırır. Gitar öğretmeni elinden tutup yeni bir gitar almak üzere onu Tünel’e götürdüğünde on yedi yaşındadır. Bu yeni siyah caz gitarını alabilmek, okul birincisi olduğu için babası tarafından kendisine armağan edilen altın madalyaya mal olacaktır. Kısa bir süre önce kaybettiği babasının ruhundan af dileyerek madalyayı iyi bir amaç için kullandığını söyleyerek gitarı alır. Yeni gitarı ve öğretmeni ile şarkıları renklenir. İlk bestesini yaptığında on yedi yaşındadır. İngilizce yazıştığı yirmiye yakın mektup arkadaşının etkisi ile olsa gerek: “I love you very much, I know impossible to touch.....” ve “Köyüm ılgıt ılgıt menekşe kokar şimdi, ah yüreğim yanıyor...” Üniversiteye girdiği yıl bir karar vermiştir: Bu okuldan mühendis olarak mezun olduğumda okunması gereken tüm sanat eserlerini okumuş olacağım, çok iyi gitar çalıp söyleyeceğim, İngilizce’mi Arapça’mı ileri seviyeye çıkaracağım, yürümem gereken tüm yolları yürüyecek, dans edeceğim. Üniversite yılları bu etkinliklerle dolu hummalı yıllardır. Dersler, Klasik Türk Müziği Korosu, folklor, estetik jimnastik, İngiliz Kültür Derneği kütüphanesi, Üniversite kütüphanesi, Libya Konsolosluğu, senfonik rock grubu...uykusuz ama müzik dolu geceler........İlk gerçek yolculuğunu bu yıllarda yapar. Burs kazanarak gittiği Ürdün, orada geçirdiği zaman, Petra, gizemli çöl atmosferi, ölü deniz ve petra yollarında söylenen doğaçtan mırıldanmalar, bundan sonraki yolları hazırlayacaktır. Öğrencilerin uğurlanacağı günün öncesi yapılan gecede Ürdün Üniversitesi rektörü tarafından sahneye çağrılacak ve alnından eksik etmediği bantı ile, bir yerlerden bulup getirilen elektro gitar ile parmakları titreyerek “yesterday”ı söyleyecektir. Arkadaşları ile kurduğu senfonik rock grubu ile beste çalışmaları yaparlar. Onlarca kasede doğaçtan yapılmış şarkılar kaydedilir. İngiliz Edebiyatı okuyan grubun piyanisti, İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyan davulcusu, ressam ve mühendis gitaristi ile Adgar Allan Poe , Gülten Akın Metin Eloğlu gibi şairlerin şiirlerini bestelerler. Bu dönemde Ergüder Yoldaş ile de bir süre çalışır. Gitar çalıp şarkı söylerken onu dinledikten sonra, Ergüder Yoldaş hemen bir menajer tutup onu tiyatro ve müzik camiasına tanıtma girişimlerinde bulunacak ancak o kendi yoluna gitmek üzere bu camiayı terkedecektir. Grup çalışmaları gitar ile olan ilişkisini ciddi anlamda sekteye uğratacak ve gitarı, tek başına şarkı söylediği zaman ona ritm eşliği yapacak bir eşlikçiye dönüşecektir. Altı yıl kadar süren grup çalışmaları bir ürün ortaya çıkaramadan sona erer. Boğaziçi Üniversitesi’nde master yapmaya karar verdiğinde iki çocuk annesidir. Bu arada önce hem musluklarımızdan akan içme suyuna ait şebekenin matematik modelleme projesinin kilit mühendisi olarak, hem de daha sonra ileri mühendislik teknolojileri üzerine Fransızlarla çalışır. Fransa'da Chevire köprüsün' de eğitim görür. Onlarca binanın projesini bitirir. Azerbaycan Samur Apşeron Sulama Projesi'ni Proje Müdürü olarak tamamlar. Uluslar arası konferanslarda sunumlar yapar ve ileri mühendislik teknolojileri ile ilgili pek çok konferans düzenler. Hayatının hiçbir döneminde bilimi sanattan ayırmak gereği duymaz, yaratıcılığın yalnızca sanata mahsus bir kavram olmadığı bilinciyle çalışır. Son üç yıldır geleneksel müzikle ilgili çalışmalar yapıyor. Annelik deneyimini yansıttığı “BİZİM NİNNİLER” den sonra yayınlanan yeni albümü "KÜL" geleneksel ezgilerden oluşuyor. Acı ve hüzünle açılan ancak barış, sevgi ve huzurla biten bir müzikal yolculuk. Neşet Ertaş türkülerinin yanısıra, Anadolu'nun farklı yörelerinden anonim türküler ile yalnızca insan sesiyle yorumlanmış bir Gürcü parça var. Albüm, yaralı bir toplum olan Boşnak halkına ait bir barış türküsü ile bitiyor: "Dunjaluje Golem Ti Si, yani "Bütün Dünya ve İnsanları, Siz Muhteşemsiniz". KALAN MÜZİK' ten çıkan albümde Muammer Ketençoğlu, Derya Türkan, Emin İgüs, Birol Topaloğlu gibi geleneksel müzik ustalarının emeği var. Albüm çalışması sürerken üç boyutlu yapı analizleri yapmak üzere Cezayir'e gitmiş. Gündüz analiz yapmış, gecenin ilerleyen saatlerinde ise internet üzerinden Cezayir geleneksel müziğini araştırmış. Bugün, dünyanın en büyük firmalarından birinin Türkiye Temsilcisi olarak deprem teknolojileri üzerine çalışıyor. Deprem teknolojilerinin dışında, İtalyan meslektaşları ile en çok konuştuğu konu İtalyan geleneksel müziği. Padova Üniversitesi konferans salonunda sunum yaptıktan sonra, Padova sokaklarında sokak müzisyenleri ile muhabbet etmek hatta bazen eşlik etmek....ve hayatı böyle yaşayabilmek absürd değildir onun için. Çalışma masasının bir yarısı mühendislik kitapları, diğer yarısı ise müzik, edebiyat ve felsefe kitaplarıyla dolu. Adorno, Sontag, Canetti, Sartre, Mahmud Derviş, Nietche, Edward Said...... Formel bir müzik eğitimi almamış olmak ve dayatılmış nosyonlardan yoksun kalmak onun için bir avantajdır. Özgür doğaçlama yapmaya tutkun biri olarak bugüne kadar müzikal anlamda benimsemiş olduğu tavırla kendi müziğini yaratabilmek en büyük arzusu. KÜL albümündeki tüm geri vokaller doğaçtan yapılmıştır. Tüm kayıtlar bittikten sonra geri vokaller, planlanmadan, dikte edilmeden, kendiliğinden ortaya çıkmış ve kaydedilmiştir. Müzisyenlere partisyonlar dikte edilmemiştir. Bundan sonraki düşü, müzisyenlere hiçbir şeyin dikte edilmediği, her müzisyenin hissettiği gibi katıldığı, önceden aranje edilmemiş gerçek kollektif bir çalışmayı ortaya çıkarabilmektir. Müzikal çeşitliliği, alt Megrel kimlikten evrensel kimliğe yönelimli yaşam yolculuğundan beslenir. Yok olmaya yüz tutan alt kimliği müzikle evrensel olana taşıyabilmek, sahip olmaktan sonsuz haz duyduğu ve müzisyene bahşedilmiş olduğunu düşündüğü bir ayrıcalıktır. KAYNAK: www.mircan.net Bu sitede ayrıca Mircan Kaya ya resimler ve ait özel kayıtlar..Şarkıların demoları ve sozleri..Mircan Kaya hakkında basında cikan haberler mevcut.. Bu sesi duymalısınız...
  25. netman

    Mardin

    özür dilerim gözümden kaçmış...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.