
Emekli SUBAY
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
10 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Emekli SUBAY tarafından postalanan herşey
-
Türkün 29 Ekim Türkçü Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun Yüce Türk Milleti, Türkçü Direniş Hareketi'ni yıllar süren savaş sonrası başarıya ulaştıran Ulu Başbuğ Atatürk, Tanrısal Türk direnişiyle emperyalizme Acun tarihi'nin en büyük darbelerini indirerek, Cumhuriyet'le bu olguyu tarih sayfalarına kazımıştır. 29 Ekim 1923'de ilan edilen Cumhuriyetimiz, Türkçü Direniş Hareketi'nin başladığı andan itibaren "Cumhuriyet" fikir ve ideal olarak yaşanmış, Cumhuriyete yönelme bir amaç olmuştur. 23 Nisan 1920'de TBMM toplanmış, fakat Cumhuriyetin ilanı Türkçü Direniş Hareketi'nin tamamlanmasından sonraya kalmıştır. 29 Ekim 1923'te ilan edilen Cumhuriyet, aşama aşama içerik bakımından da Türklük ve Türkçülük esaslarına dayanan bir Milli devlet yapılanması olarak şekillenerek kutsal Türk devletinin temelleri sonsuza kadar sarsılmayacak bir yapı haline getirilmiştir. 29 Ekim 1923 tarihi, devşirmelerin yönetimi elinde bulundurduğu ve kutsal Türk topraklarını emperyalizme peşkeş çeken Osmanlı Devleti sonrası tam bağımsız Türklük ve Türkçülük esasına dayalı, Türk adı taşıyan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçişi ifade eder. Başbuğ Atatürk'ün İzmir İktisat Kongresi açılış konuşmasında dile getirdiği gibi, "Bir devlet ki kendi tebasına koyduğu vergiyi yabancılara koyamaz, gümrük resimlerini düzenlemekte yasaklanmış ve yabancılar üzerinde yargı hakkını uygulamaktan yoksun ise, böyle bir devlete bağımsız denilemez." Bu nedenle Başbuğ Atatürk'ün ısrarla vurguladığı ilkeler, tam bağımsızlık, diğeri ise milli egemenliktir. Başbuğ Atatürk saltanatın kaldırılması görüşmelerinde şu ifadeleri kullanmıştır: "Cihan tarihinde, bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman devleti tesis eden Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet kurmuştur. Milli mukadderatını eline alarak, milli saltanat ve egemenliği bir şahısta değil, milletçe seçilmiş vekillerden meydana gelen mecliste temsil etmiştir. Kısaca yeni Türk devleti "eşhas devleti" değil, "Millet devleti"dir. Milli egemenlik bütün kişisel yönetimlere karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nde tacidar yoktur ve olmayacaktır. Devletin başında tek bir kuvvet vardır o da milli egemenliktir". Başbuğ Atatürk'ün Cumhuriyet'i getirmesindeki etkenlerin başında, Başbuğ Atatürk'ün gençlik yıllarında Türkiye'yi Modern Devlet, Modern Toplum ve Türklük, Türkçülük esasına dayalı ülkünün yayılmasını gerçekleştirecek tek siyasi rejimin Cumhuriyet olduğu inancı içinde yaşaması gelmektedir. Cumhuriyet, Başbuğ Atatürk'ün ve Türk Milleti'nin karakterlerine çok uygundur. "Hürriyet ve İstiklal benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkıyla yaratılmış bir adamım. Bu sebeple milli istiklal bence bir hayat meselesidir" diyen Başbuğ Atatürk, özgürlük ve bağımsızlık için en uygun idare olan Cumhuriyeti, özgürlük ve bağımsızlığına son derece düşkün olan Türk Milleti'nin tabiatına da uygun görmektedir. Başbuğ Atatürk İzmir’de 14 Ekim 1925’te yaptığı bir konuşmada, Cumhuriyetin kuruluşu ile hükümet ile millet arasında ayrılık kalmadığını dile getirmiş. “Artık Hükümet Millettir ve Millet Hükümettir” demiştir. Türkçü Cumhuriyetin Acun'a ilan edilmesi, Türk Irkı'nın yeniden şahlanışına ve Türkçü devrimlerin aralıksız olarak sürdürülmesine zemin hazırlamıştır. Türkçü Cumhuriyetin ilanı ve Türkçü devrim, Türkiye Türkleri'nin yeniden dirilişini sağlamakla kalmayarak diğer Türk çoğrafyalarında yaşayan soydaşlarımızın bağımsızlık ve özgürlük yolunda savaşmalarını sağlamıştır. Türkçü devrimler, Türk Milleti'nin kurumakta olan hayat damarlarına yeniden asil Türk kanının akmasını sağlamıştır. Başbuğ Atatürk'ün söylediği gibi, "Uçurumun Kıyısında, Yıkık Bir Ülke, Türlü Düşmanlarla Kanlı Boğuşmalar, Yıllarca Süren Savaş, Ondan Sonra, İçerde ve Dışarda Saygı ile Tanınan Yeni Yurt, Yeni Toplum, Yeni Devlet ve Bunları Başarmak için Aralıksız Devrimler". Türk Milleti, Türkçü Cumhuriyet'i korumaya ve sonsuza kadar yaşatmaya kararlıdır. Türk Milleti, Türkçü Cumhuriyet'in Türklük ve Türkçülük esasına dayalı değerlerini özümseyerek gelecek nesillere aktarmak için çalışmalı bu şuur ile sonsuzluğa doğru ilerlemelidir. Türkçü Cumhuriyet, Türk Irkı'nı ümmet anlayışından kurtarmış ve Millet olma bilincine kavuşturmuştur. Türkçü Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, Başbuğ Atatürk'ün savunduğu Türkçü düşünce ve Türkçü devrimlerdir. Türkçü Cumhuriyet, sadece kurallarla ve kurumlarla yaşatılamaz, Türkçü Cumhuriyet'i yaşatan en önemli etken Türkçü bilinç ve şuurda yatmaktadır. Nihal Atsız Ata'nın açılımını yaptığı gibi şuurlu demokrasi'den kasıt, yönetenlerin ve yönetilenlerin sorumlu Türkçü bireyler olarak, görev ve yükümlülüklerini yerine getirmeleriyle Türkçü Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatmak olanaklıdır. Türkçü Cumhuriyetin etkin olarak işleyebilmesi için Türkçü bireylerin yönetime katılma yolları açık tutulmalı, devlet yönetimine katılma ve yönetimi denetleme hakkına sahip Türkçü bireylerin bu görevlerini yerine getirecekleri ruhsal ve hukuksal ortam yaratılmalıdır. Türkçü Cumhuriyet, yerüstü ve yeraltı servetleriyle, üç tarafı denizlerle çevrilmiş kıyılarıyla, doğuyu batıya, kuzeyi güneye bağlıyan havayolları ortasında zengin bir coğrafyadan oluşan bir vatan üstünde şahsiyetli, karakterli, kabiliyetli, Türk törelerini yaşatan, Türk kültürü'nün hakim olduğu geleceğe ümitle bakan, kendine öz güveni olan Türk Milleti olarak yaşama yolunda gecemizi gündüzümüze katarak çalışmalıyız. Türkçü Cumhuriyetin, iç ve dış düşmanları'nın yıkıcı faaliyetlerine karşı, Yüce Türk Milleti'nin ezici çoğunluğu Türkçü Cumhuriyet'e ve Başbuğ Atatürk'ün Türkçü devrimlerine sahip çıkma gücü vardır. Türkçü Cumhuriyet'i hep birlikte koruyacağız ve sonsuzluğa kadar yaşatacağız. Türkçü Cumhuriyet, cehalete, yoksulluğa, çaresizliğe karşı verilen Türkçü mücadelenin adıdır. Türkçü Cumhuriyet, yalnız yönetim biçimi değil, aynı zamanda her alanda Türkçüleş'meyi amaç edinen, bilimsel, kültürel ve siyasal aydınlanma hareketi'dir. Türkçü Cumhuriyetin bugün Türk Milleti'ni ulaştırdığı konum, hepimize heyecan ve ümit vermeli, Türkler arasında birlik ve beraberliği pekiştirmeli, milletçe bağımsız yaşama azmimizi yenilemeli gereceğe yön vermeli, tarihin akışını değiştirmelidir. Türkçü Cumhuriyet, Yüce Türk Milleti'nin binlerce yıllık şanlı tarihinde ulaştığı en parlak, en muhteşem zirvedir. Ulu Başbuğ Atatürk'ün en büyük emanetlerinden biri, Türkçü Cumhuriyet'i sonsuza kadar yaşatmak için kutsal ve Tanrısal Türk direnişini sürdüreceğiz. Türkçü Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Başbuğ Atatürk'ü, Kahraman silah arkadaşlarını ve kutlu Türk direnişinde savaşan, Türk Milleti'ne Türkçü Cumhuriyeti emanet eden; sivil asker, kadın erkek, genç yaşlı bütün kahramanlarımızı saygı ve sevgiyle anıyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle, Türkiye içinde ve dışında yaşayan bütün Türkler'in Türkçü Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyor, en derin sevgilerimi, saygılarımı, sunuyorum. Savaşan Atsız Türk İntikam Birliği Teşkilatı Kaynak: www.basbugataturk.tr.cx (ALINTIDIR)
-
Ordunun bir kısmını, muhtemel bir yan hücuma karşı, İnal idaresinde burada bırakan Tonyukuk ilerledi ve ilk olarak Semerkandın güney doğusunda savaşa hazır bekleyen Sok kumandasındaki orduyu ezdi (701), esirler ve zengin ganimet elde etti: sarı altın, beyaz gümüş, kız kızan... (Tonyukuk Kitabesi). Aynı zamada Çinlilere karşı da bir zafer kazanıldı. Bilge ile Kül Tegin, Keş şehrinin doğusunda, Altı-çub (Chao-wu) kavminden de aldığı yardımlarla 50 bin kişilik bir kuvvet başında, Gök-Türklerin ipek yolu geçiş hattına inmesine engel olmağa hazırlanan Çinli general Ong-Tutuk (Wei Yuan-çung)u İdukbaşı mevkiinde mağlup ve ordusunu imha ettiler. Cesaret ve savaşçılığını ilk defa bu maharebede ortaya koyan Kül Tegin, Çinli kumandanı, eli ile yakalayıp esir etmişti. Bu suretle engeller kalkınca Gök-Türk ordusu Tamir Kapıg (Demir Kapı)a ulaştı. Burası, bilindiği gibi. M.Ö. asırlardan beri İran-Turan (Türk) ülkelerinin arasında tabii sınır kabul edilmekte idi. Maveraünnehir seferi münasebeti ile Orhun kitabelerinde ilk defa Müslüman Araplar (Tazik) zikredilmiştir. İranlıların Araplara verdikleri Tazi adından (Tay adlı Arap kabilesinden ) gelen Tazik, (Türkler tarafından, sonraları İranlılar için kullanılmıştı: Tacik). O zaman, Keş şehrinde karargah kurmuş olan Horasan valisi Mühellebin kuvvetleri ile ilgili olmalıdır. Anlaşıldığına göre İnal kumandasındaki kuvvet, bir Arap hücumuna karşı orada bırakılmış, fakat Mühelleb ordusu her hangi bir harekette bulunmamıştır. Diğer taraftan Kapagan, Çine akınlarına devam ediyordu. 700-702 yılları arasında Çin üzerine 21 sefer yapılmıştır. 704de Kül Tegin ile Bilgenin de katıldıkları büyük Ming-şa muharebesinde 80 bin kişilik Çin ordusu hezimete uğratıldı ve hemen arkasından 11 akın daha tertiplendi. Tang İmparatoru Çung-tsung yine bir günlük emir neşrederek, Kapaganı esir eden ve öldüreni prens ünvanı ve 2 bin top ipek vererek taltif edeceğini ilan ediyordu. Ayrıca bütün vazifelilere Gök-Türkleri mağlup etmek için planlar hazırlamalarını emretti. Bunun üzerine sarayın yüksek memurlarından Lu Funun imparatora sunduğu raporda çare olarak: 1- Barbarları birbirine karşı tahrik etmek, 2- Barbarları iki cephede birden zorlamak, yolları tavsiye ediliyor ve M. Ö. 36 yılında Çi-çinin böyle yenildiğini hatırlatıyordu. Bu arada, 649dan beri Çin ile siyasî münasebetler kurmuş bulunan Basmıllar tekrar itaate alındı (704). 709da Çikler ve Azlar (her ikisi de Kırgızların doğu komşuları) Bilge tarafından hakanlığa bağlandı. Gök-Türk ordularının uzaklarda meşgul olmasını fırsat bilerek başkaldırmağa teşebbüs eden Kırgızlar da Bilge-Kül Tegin idaresinde mızrak boyu kar sökerek Kögmen dağlarını aşan Gök-Türk orduları tarafından Songa ormanında ikinci defa mağlup edildi (710). Aynı yıl içinde Tolga ırmağı civarındaki Bayırkular, Türgi-yargın Gölü savaşında bozguna uğratıldı. 711 yılında yine Bolçu civarında Türgiş kuvvetleri darbelendi, hanı, yabgusu, şadı öldürüldü. Türgiş ülkesi ve Kara Türgiş halkı itaate alındı ve bir Maveraünnehir seferi daha yapıldı. Bunun sebebi, kitabelere göre Sogdak (Semerkand bölgesi) kavmini tanzim etmesi idi. Kapagan Kaganın gittikçe şiddetini arttıran, müsamaha tanımaz sertliği, huzursuzluğu arttırıyor, gördüğümüz gibi, bilhassa Türk boylarının ayaklanmalarına yol açıyordu. 711 yılında Kara-Türgiş isyanı Kül-Tegin tarafından bastırılmış ise de, aynı yılda başlayıp 3 seneden fazla süren ve Çinin tahriki neticesinde bütün On-okların katılmaları ile iyice alevlenen Karluk isyanı hayli güçlük çıkardı. İmparator Çung-tsungun Kan-su eyaletlerindeki ordularını Gök-Türklere karşı seferber hale getirdiği bu sıkıntılı günlerde, Türkistandaki yurtlarından kalkarak Ötügene kadar sokulmağa muvaffak oldukları anlaşılan Karluklar ve müttefikleri ancak Kapagan, Bilge ve Kül Teginin ortak harekatı ile Tamıg Iduk-başı daki (Tamir Irmağının kaynağı. Her yıl mayıs ayında Gök-Türklerin büyük törenler tertipleridleri yer) şiddetli savaşta mağlup edilerek dağıtılabildiler. Bir kısım Karluk kütlesi ve başkaları Çine sığındılar ve San-yuan bölgesine yerleştirildiler. Tamıg Iduk-başı muharebesi tam zamanında kazanılmış, Gök-Türkleri iki cephede savaşmağa mecbur etmeği hedef alan Çin kuvvetlerinin Karluklar lehine müdahalesi önlenmişti. Şimdi de Çin hazırlığını saf dışı etmek gerekiyordu: Çin yığınak merkezi Beş-balık üzerine sefer yapıldı (714). Çin kaynaklarının belirttiğine göre, İnal Kağan ile Tung-iç Tegin ve hakanın eniştesinin kumandasındaki sevk edilen ordu, Beş-balıkı kuşattı. Kitabelerden, Bilgenin de katıldığı anlaşılan bu harekatta şehir ele geçirilemedi ise de karışıklıktan faydalanarak Tokmakdaki Türk kabileleri üzerinde bir zafer kazanmakla iktifa eden Çinlilerin Gök-Türklere karşı büyük ölçüde taarruzu ortadan kaldırılmış oldu. Ancak devlet bir kazan gibi kaynamakta idi. Kitabelerdeki: Amcam Kaganın idaresi karışıklık içine düştüğü, halkta ikilik ortaya çıktığı zaman.. gibi ifadeler de durumu açıklamaktadır. Azlar ve arkasından İzgiler şiddetle ezildi (715). Fakat devletin esas kütlesini meydana getirdiği için devleti temellerinden sarsarak, nihayet ihtilale sebep olan Oğuzların isyanları Gök-Türk içtimaî bünyesinde derin yaralar açtı ve en büyük neticesi batı (On-oklar ülkesi, yani Karluklar, Türgişler ve Maveraünnehir)in devletten kopması oldu. 714 yılı sonbaharında başladığı anlaşılan Oğuz ayaklanmalarının Oğuzların devlete olan nisbetleri dolayısıyla-, hayretle karşılandığı kitabelerden sezilmektedir: Dokuz Oğuz kavmi kendi kavmim idi, gök ve yer karıştığı için, düşman oldu.715 baharında Kaganın açmak zorunda kaldığı Dokuz-oğuz seferinde mağlup edilen Oğuzların hayvanları öldürüldü. 716 senesinde Oğuz kabilelerinden Bayırkular şiddetle tenkil edildi. Fakat, bu ömrü boyunca durup dinlenmeyen haşin tabiatlı Kapagan Kaganın seri halindeki zaferlerinin sonuncusu oldu. Kendinden emin, Ötükene dönerken yolda Bayırkuların pususuna düştü, üzerine atılan bir Bayırkulu tarafından öldürüldü (22 Temmuz 716). Bayırkuların Çin ile temas halinde oldukları, bu sırada onlar nezdinde bir Çin elçisinin bulunmasından anlaşılıyor. Hatta rivayete göre Kapaganın kesilen başı bu elçi tarafından Çine götürülmüştür. Kapaganın yerine geçen oğlu İnal (Bögü) hakanlığın bu en buhranlı devrinde devlet dizginlerini elinde tutacak kudrette değildi. Karışıklığı önleyememiş, yurda huzur getirememişti. Halbuki Türk halkı bu hususları hakandan beklerdi. Oğuzlar büsbütün alevlendikleri için devleti kurtarmak işi, İlterişin oğulları Bilge ile Kül Teginin omuzlarına yüklenmişti. 716 yılında Kül Tegin 5 Oğuz seferi yapmış ve seferlerden dördüne Bilgede katılmıştı. Kitabelerde Gök-Türk ordusunun takatten düştüğünü ve cesaretini kaybettiğini belirten ibareler vardır. Bütün bu olup bitenler yeni hakanın beceriksizliğine atf olunuyor ve halkta, Tanrı tarafından hakanlık vasfının ondan geri alındığı kanaati uyanıyordu. Ülkenin felaketten kurtulması için hakanın değişmesi lazımdı. Çin kaynaklarındaki izahata göre, her halde Bögünün direnmesi neticesi, değiştirme zor kullanılarak yapıldı. İnal Kagan, kardeşi, akrabaları, beyleri ve taraftarları öldürüldü. İhtilal planı iki kardeş, Bilge ve Kül Tegin tarafından hazırlanmış, fakat Kül Tegin tarafından icra edilmişti. Bilge, kardeşinin ısrarı ile, Kağan oldu (716-734). Kül Tegin de Gök-Türk orduları başkumandanlığını üzerine aldı. 705 yılından beri yüksek mahkeme üyeliği yapmakta iken ve Bilgenin kayınbabası olduğu için ihtilal sırasında dokunulmayan Tonyukuk da tekrar eski vazifesi olan Ayguçı lığa (devlet müşaviri) getirildi. Fakat umumi bir yorgunluk, bezginlik vardı: Tanrı Türk kavmi yaşasın diye beni tahta oturttu. İçte aşsız, dışta giyeceksiz, bir kavme Kağan oldum. Babamızın, amcamızın kazandığı milletin adı, sanı unutulmasın diye kardeşimle sözleştik. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kül Tegin ile şadlarla ölesiye çalıştık. (Kitabeler). Oğuzlarla mücadele eski şiddeti ile devam ediyordu. O sene büyük ölçüde hayvan telefatına sebep olan kıtlıkta bile Bilge sefer halinde idi. Ötüken üzerine yürüyen Üç-Oğuzlar püskürtüldü. Dokuz Tatarlarla ittifak ederek hücuma geçen Oğuzlar Ağuda cereyan eden iki savaşta bozguna uğratıldı ve Oğuz kütleleri yurtlarını terk ederek Çin sınırlarına doğru çekildiler (717-718). 717de başkaldıran Uygur İl-Teberleri ile ve 718de tekrar isyana teşebbüs eden Karluklar ile savaşıldı ve başarıya ulaşıldı. Bilge Kağan Çin ile iyi geçinmek arzusunda idi. Bunun lüzumuna, Tonyukukun da Çinin kuvvetli, Gök-Türklerin ise yorgun ve ihtimama muhtaç oldukları hususundaki kanaati neticesinde inanmıştı. Fakat sığıntı Gök-Türk prensi ile etrafındakileri Bilgeye karşı silahla mücadeleye teşvik eden Çin, Türklerin durumunu istismar hevesi ile Gök-Türk barış teklifine (721) 300 bin kişilik bir ordu hazırlamakla cevap verdi. Aynı zamanda Kitanlar ve Tatabıların askerî desteğini elde eden Çin, Beş-balıktaki Basmıllar ile de anlaşmıştı. Nazik durum büyük devlet adamı ve stratejist Tonyukuk tarafından kurtarıldı. Onun planları, sevk ve idaresi altında önce Basmıllar mağlup edilip Beş-balık kuşatıldı. Ki-tanlar ve Tatabılar safdışı edildi (722-723), sonra yalnız başına kalan Çin şiddetli bir darbe ile baskı altına alındı: Santan (Kan-suda) savaşında Çin ordusu bozguna uğratıldıktan ve Beş-balık zapt edildikten sonra Liang-çu, Kan-çu, Yuan-çu bölgeleri 10 sefer yapılarak ele geçirildi. Hakanlık eski zindelik ve itibarını kazanmıştı. Bütün doğu ve Tarbagataya kadar batı, hakanlık idaresinde idi. Hatta Bilge 717 karışıklığında Ötüken ile alakasını kesip kendi başına bir devlet durumuna girmiş olan Turgiş hakanlığını bile kendisine tabi saymakta idi. Bu başarılar üç Gök-Türk büyüğünün: Tonyukuk, Bilge, Kül Teginin azim ve gayreti ile elde edilmişti. Çin de şüphesiz durumun farkında idi. İmparator Hüang-sungun başkanlığında yapılan bir toplantıda şöyle konuşuluyordu: Gök-Türklerin ne zaman, ne yapacakları bilinmez. Kagan Bilge iyidir, milletini sever, Türklerde ondan memnundurlar... Kül Tegin harp sanatının ustasıdır, ona karşı koyacak kuvvet güç bulunur... Tonyukuk ise otoriter ve bilgedir, niyetleri, kurnazlığı çoktur. İşte bu üç barbar aynı anlayışta olarak bir aradadırlar.... 724te Çin ile anlaşma olmuştu. İmparator, Bilge Kaganın taleplerinden olan bir Çinli prenses ile evlenme işini görüşmek üzere Ötükene elçi gönderdi. Hakan bu elçiyi, hatunun, Kül Teginin ve Tonyukukun hazır bulunduğu mecliste kabul etti (725), daha sonra kendisi elçisi, nazırlarından Mei-lu-ço (Buyrukçur)u Çin başkentine gönderdi. Çin sarayında itina ile ağırlanan bu elçinin temasları netiçesi So-fank (Ling-çuda) şehrinin, Gök-Türklerin serbestçe ticaret yapabilecekleri ortak Pazar yeri olmasına karar verildi. Büyük Gök-Türk devlet adamı Tonyukuk ile ilgili son haber 725e aittir. O, her halde bu tarihten sonra ölmüş olmalıdır. Gök Türk istiklal savaşı hazırlıklarından itibaren, İlteriş, Kapagan, Bilge zamanlarında devlete 46 yıl hizmet eden, savaşlarında hiç başarısızlığa uğramayan, Boyla Baga Apa Tarkan ünvanlarını taşıyan bilge ve stratejist Tonyukuk hakanlığın ordusunu, maliyesini, adliyesini tanzimde başta geliyordu. Çin kaynaklarında bile bu meziyetleri belirtilmekte ve Aygucı olarak hakanlar üzerindeki tesirini, aynı zamanda o çağın dini kültürel cereyanlarını nasıl yakından takip edip Türk milleti açısından değerlendirdiğini gösteren deliller verilmektedir: Bilge Kağan, Çinde olduğu gibi, Türk ülkesinde de şehirleri surlarla çevirtmek, hisarlar yaptırmak istiyordu. Tonyukuk itiraz etti. Bunlar olmamalı. Biz ömrünü sulu ve otlu bozkırlarda geçiren bir milletiz. Hayat tarzımız bizi daima harp egzersizi içinde tutmaktadır. Gök-Türklerin sayısı Çinlilerin yüzde biri bile değildir. Başarılarımız yaşayış tarzımızdan ileri gelir. Kuvvetli zamanlarımızda ordular sevk eder, akınlar yaparız. Zayıf isek, bozkırlara çekilir, mücadele ederiz. Eğer kale ve surlar içine kapanırsak, Tang orduları bizi kuşatır, ülkemizi istila eder.... Bilge nin diğer bir düşüncesi de memlekette Budist ve Taoist tapınaklar inşa ettirerek bu din ve felsefeyi Türkler arasında yaymaktı. Tonyukuk şöyle dedi: Her ikisi de insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğratır. Kuvvet ve savaşçılık yolu bu değildir. Bize uygun düşmez. Türk milletini yaşatmak istiyorsak, ne bu çeşit talimlere, ne de bu türlü tapınaklara ülkemizde yer vermemeliyiz.Kaynağın (Tang-shu) ilave ettiğine göre, bu tavsiyelerdeki derin mana Gök-Türk başkentinde iyi anlaşılmıştır. Tonyukuk öldükten sonra, hatırasına Orhunda Bayın-çokto mevkiinde bir kitabe dikilmiştir (herhalde 726-727lerde). Yalnız Türklerden kalma bir milli tarih kaynağı olarak değil, aynı zamanda Türk dili ve edebiyatının uzun ve kolayca okunabilen ilk abidesi olarak da kültür tarihinde mühim yer tutan bu kitabe metninin bizzat Tonyukuk tarafından kaleme alınmış olması ihtimali, Aygucı, Bilge Tonyukuka Türk edebiyatının adı ve şahsiyeti bilinen ilk siması olmak şerefini de kazandırmaktadır. 731 yılında da Kül Tegin öldü (eski Türk takvimlerine göre, koyun yılının 17. günü = 27 Şubat 731). 47 yaşında idi ve İnançu, Apa, Tarkan ünvanlarını taşıyordu. yedi yaşından beri ömrünü Türk milletinin yücelmesine hasreden cesareti, savaşçılığı hem Türk, hem Çin vesikalarında övülen Kül Teginin büyük kahramanlıklarından biri, Gök-Türk karargahının 716da Dokuz-Oğuzlar tarafından basıldığı zaman görülmüştü. Bilge Kagan anlatıyor: Anam hatun, büyük kadınlar, kardeşlerim, gelinim, prenseslerim cariye olacaktı. Ölenler yolda kalacaktı. Kül Tegin karargahı vermedi. O, olmasa idi hepiniz ölecektiniz.(Kitabeler). Ölümü hakanlıkta büyük teessür yaratan kahraman hakkında işte kitabelere geçen samimi ifadeler (Bilgenin ağzından): Küçük kardeşim Kül Tegin öldü, görür gözüm görmez oldu, bilir bilgim bilmez oldu. Zamanın takdiri Tanrınındır. Kişi-oğlu ölmek için yaratılmıştı. Yaslandım, gözden yaş, gönülden feryat gelerek yanıp yıkıldım... Milletimin gözü, kaşı (ağlamaktan) fena olacak diye sakındım. Çinde de aynı üzüntü duyulmuş, imparator hususî elçi ile Ötükene baş sağlığı mektubu göndermiş, Kül Teginin hatırasına dikilecek abideye Çince bir metnin de kazınmasını arzu etmişti. Bilge Kağanın isteği ile hazırlanan Kül Tegin kitabesinin Türkçe metnini Kül Teginin atısı (atabey) prens Yollıg Tegin yazmış ve 20 günde taşa kazmıştı. Gök Türk tarihi, kültürü ve Türk dil ve edebiyatı yönlerinden emsalsiz bir değer taşıyan bu kitabe ile birlikte Kül Teginin anıt-kabri ve içindeki nakış tasvirler tamamlanmış ve büyük cenaze töreni 1 Kasım 731 günü (Koyun yılının 9. ayının 27si) yapılmıştır. Törene Gök-Türk halkı ve ileri gelenlerinden başka Çin, Ki-tan, Tatabı, Tibet, İran, Sogd, Buhara, Türgiş, Kırgız vb. devlet ve kavimler hususi heyetlerle katılmışlardı. İki büyük yardımcısını kaybeden Bilgenin 734 yazında Ki-tan ve Tatabılara karşı Töngkes Dağında kazandığı zafer dışında bir faaliyeti görülmemektedir. Bilge, kendisi ile evlenmesi kararlaştırılan Çinli prenses için teşekkürlerini bildirmek üzere imparatora elçi göndermiş, fakat bu evlenme gerçekleşmemiştir. Çünkü yukarıda da adı geçen Buyrukçur tarafından zehirlendi. Ölünceye kadar, başta bu nazır olmak üzere işbirlikçilerini bertaraf eden Bilge nihayet 25 Kasım 734te öldü (İt yılının 10. ayının 26sı). 19 sene şad ve 19 yıl kagan olmuş, Çin kaynaklarında da belirtildiği üzere, çok güvendiği Türk milletini çok sevmek ile tanınmıştı. Ey Türk milleti, üstte gök yıkılmaz, altta yer delinmezse, devletini, töreni kim bozabilir (Kitabeler) diyen Bilge, oğlu tarafından diktirilen kitabede şunları söylemektedir: Üstte Tanrı, aşağıda yer buyurduğu için milletimi, gözünün görmediği, kulağının duymadığı ileri gün doğusuna, geri gün batısına, beri gün ortasına, yukarı gece ortasına kadar götürdüm. Altının sarısını, gümüşün beyazını, ipeğin halisini, atın ayrığını, kakımın siyahını, sincabın gökünü milletime, Türklerime kazandırdım. Bilge Kaganın ölümü, Kül Teginin acısını henüz unutmayan Türk halkını yasa boğdu. Çin imparatoru da ülkesinde matem ilan ederek, taziyetlerini bildirdi. Bilge için bir anıt-kabir inşasına ve bir kitabe dikilmesi hazırlığına başlandı. Metni yine Yollıg Tegin kaleme almış ve bir ay 4 günde taşa kazımıştı (735). Çin imparatorunun arzusu üzerine buraya da Çince bir kitabe ilave edildi. Bilgenin ölümü üzerine Gök Türk devletinde çöküş belirtileri kendini gösterdi. Babasının yerine tahta çıkan Türk Bilge Kagan (Çin kaynaklarında, İ-jan)dan sonra küçük kardeşi Tengri Han (Çincesi, Teng-li) geçti. 740 yılında Gök Türk tahtında yine Tengri Han diye anılan bir kagan vardı ve bu, Bilgenin oğlu idi (Bilgeden sonraki kaganlar meselesi biraz karışıktır). Hakan çocuk denecek yaşta olduğu için idare annesi (Tonyukukun kızı) Po-funun elinde idi. Hatun devlete hakim olamadı, hanedan üyeleri birbirine düştü ve huzursuzluk bütün yurda yayıldı. Durumdan faydalanan Basmıllar, Karluklar ve Uygurlar birleştiler ve vaziyete hakim olur olmaz, Aşına ailesinden gelen Basmıl başbuğunu kağan ilan ettiler (742) ve Gök Türk Hakanı Ozmış (Vu-su-mi-şi) sonra da onun küçük kardeşi, son Gök Türk hakanı Po-meiyi öldürdüler. Bu arada müttefiklerin araları açıldı. Basmıl Başbuğu (Kağan) ortadan kaldırıldı ve Uygur başbuğu Kagan ilan edildi. Kutlu Kül Bilge Han (745). Ötükende Uygur Türk Devleti devri başlıyordu. Bununla beraber, Gök Türk çağının bazı aileleri, hatta Tonyukuk soyundan gelenler, Uygur devletinde ve sonraki Moğollar devrinde bile ehemmiyetlerini muhafaza etmiş görünmektedirler... alıntı: www.turkintikambirligi.tr.cx
-
İkinci Gök Türk Devleti 630-680 arasındaki 50 yıllık zaman Gök-Türklerin istiklallerini kaybettikleri bir matem devresi olmuştur. Her ne kadar Orta Asyada millet olarak Türkler varlıklarını, dil, inanç, ve geleneklerini muhafaza etmişlerse de müstakil bir devletten mahrumiyet, Bey olmağa layık evladın kul, hatun olmağa layık kız evladın cariye olması Gök-Türkler için haysiyet kırıcı bir ıstırap kaynağı teşkil ediyordu. Millet şöyle diyordu: ;Ülkeli bir kavim idim, şimdi ülkem nerede? Hakanlı bir kavim idim, şimdi nerede hakanım? nerede diye seslenen Orhun Kitabeleri'nden de anlaşılacağına göre, Gök-Türkleri bu felakete sürükleyen sebepler şu üç noktada toplanmaktadır. 1- Sonraki devlet ve idare adamlarının kifayetsizliği: Kagan bilge imiş, cesur imiş, buyrukları bilge imiş, cesur imiş, beyleri de, kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreye göre tanzim etmişler... Sonra kardeşler, oğullar kağan olmuş, küçük kardeş büyük kardeş gibi yaratılmadığı, oğlu babası gibi yaratılmadığı için bilgisiz kağanlar tahta oturmuşlar, buyrukları da bilgisiz, fena imişler... Türk beyler, Türk adını atmışlar, Çin beylerinin adlarını almışlar, Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini, güçlerini (ona) vermişler... 2- Türk kavminin uygunsuz tutumu: Türk bodunu... Sen aç olduğun zaman tokluğu düşünmezsin, tok olduğun zaman açlık nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanın iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan ayrıldın, harap, bitkin düştün. Müstakil hakanlığına karşı kendin yanıldın... Doğuya gittin, batıya gittin. Kutlu yurt Ötükeni terk ederek gittiğin yerlerde ne yaptın? Su gibi kan akıttın, kemiklerin dağlar gibi yığıldı,Türk bodunu kendi hakanını bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına girdiği için Tanrı ona ölüm verdi, Türk bodunu öldü, mahvoldu. 3- Kurnaz Çin siyaseti ve yıkıcı propaganda: Çin kavminin sözü tatlı, hediyesi yumuşak imiş, tatlı sözü, mülayim hediyesi uzak kavimleri yaklaştırır imiş. Sonra da fesat bilgisini orada yayarmış, iyi, bilge kişiyi yürütmez imiş. Onun tatlı sözüne, yumuşak hediyesine kapılan çok Türk kavmi öldü... Çin kavmi hilekar kurnaz olduğu için, küçük kardeşlerin büyük kardeşlere karşı ayaklanması, beylere kavim arasına nifak girmesi yüzünden Türk bodunu ülkesi yıkılmağa yüz tutmuş, müstakil hakanlık sukuta uğramış... Çin kağanı, Türk kavmi (ona) bunca işini gücünü verdiği halde, Türk kavmini öldüreyim, soyunu mahvedeyim der imiş, mahvetmeğe yürürmüş.... Gök-Türk tarihinin bu 50 yıllık fetret devrinin sonunda, kitabeler yolu ile çok iyi tanınan, Aşına soyundan, Kutlug (Çincede Ku-to-lo) istiklal savaşına girişti (680). Türk Milletinin eski hür ve müstakil hakanlık çağının hasreti içinde olduğunu sezen Kutlug, kendinden önceki mücadeleleri de takip ediyordu: Çindeki bazı Türk zümrelerinin aynı maksatla başa geçirdikleri Ni-şu-fu davayı kaybederek kesilen başı Çin başkenti Lo-yanga götürülmüş (679), mücadeleye devam eden, yine Aşına soyundan Fu-nien kalabalık Çin kuvvetleri karşısında yenilerek 53 arkadaşı ile birlikte Lo-yang çarşısında idam edilmişti (Ağustos 681). Bu sırada Kuzey Çinde bulunan ve Türk kütlelerinin derin istiklal arzusunu gerçekleştirmek azmi ile ortaya atılan Kutlug, gizlice teşkilat kurarak etraftaki Gök-Türk ileri gelenlerini ve halkını vazifeye çağırdı. Süratle yayılan harekete katılanların sayısı kısa zamanda 5 bine yükseldi. Davete koşanlar arasında, II. hakanlık devrinde Gök-Türklerin ünlü devlet adamı ve kumandanı Tonyukuk da vardı. Kutlug ile Tonyukuk önce, 681de Kuzey Çindeki Yün-çu eyaletine baskın yaparak 30 bin civarında at, koyun, deve elde ettiler ve yeni gelenlerle kuvvetlenerek Göbi çölü ile Orhun ırmağı arasına çekildiler. Çugay Kuzı (Çince Çung-tsai, Ötükenin güneyinde yı yazlık ve daha Güneydeki Kara Kurumu kışlık merkezi yaparak hazırlıklarını tamamladılar. İlk hedefleri Ötüken idi. Baykal Gölünün güney batısında yüksekçe dağlarla çevrili, mahfuz, müdafaası kolay, fakat etrafa akınlar yapmağa elverişli stratejik mevkide, iklimi mutedil ve otlağı bol bir yer olan Ötüken yaylası Asya Hunları ve I. Gök-Türk Hakanlığı zamanında devlet merkezi olmuş, Türklerin kutlu toprağı sayılıyordu. Dağınık Türk kütlelerini ancak, Türk devletçilik ruhunun yerleşmiş olduğu Ötüken etrafında toplamak ve idare etmek mümkün idi. Kutlug hareketinin gelişmesinden endişelenen Selenga ırmağı boylarındaki Oğuzların, tedbir olmak üzere Kitanlarla ve Çin ile ittifak teşebbüsleri, bir Gök-Türk seferini gerektirdi. Tonyukukun tavsiyesi ile baskın şeklinde İnekler Gölü (Orhunun kolları üzerinde) kıyısında kazanılan savaş (682) Oğuz tehlikesini ortadan kaldırdı. Tarihi ehemmiyeti haiz bu muharebe Gök-Türklerin Ötükene hakim olmalarını sağladı. Kutlug kağan ilan edilerek İlteriş (İl=devleti derleyip toplayan) ünvanını altı ve II. hakanlığı teşkilatlandırdı: Kardeşi Kapagan (veya Kapgan)ı şaddiğer kardeşi To-si-fuyu yabgu tayin etti. İstiklalin kazanılıp, devletin kuruluşunda birinci planda rol oynayan Tonyukuku, devlet müşaviri (Ayguçı) yaptı ve orduyu hazırlama, idare ve diplomasi işlerinin tanzimini ona verdi. Yeni hakanlığın önce Çini taarruz hedefi olarak alacağı tabii idi. Bir zafer akınları resmi geçidi manzarasını veren Çin seferleri bir yandan, bu eski ve hilekar hasımı daimî baskı altında tutmak, diğer yandan, körpe Gök-Türk devletinin şiddetle ihtiyaç duyduğu yiyecek, giyecek bilhassa at gibi zaruri madde ve vasıtaları elde etmek maksadını güdüyordu. Akınlar hep Pekinden Kan-suya kadar olan sahaya; Çin Seddinin hemen güneyinden Huang-honun güney mecrasına yakın yerlere kadar yayılan ve Çinlilerin Çu dedikleri garnizon ve eyalet merkezlerine yöneltilmişti; 682-687 yılları arasında Çin üzerine 46 akın yapılmıştır. Bu seferler esnasında Çin valileri, kumandanları mağlup edildi, orduları dağıtıldı, hemen her yerde mukavemet kırıldı. Büyük çapta zaferler Hin-çuda (Nisan 685) ve So-çuda (Ekim 687) kazanıldı. İlteriş Kagan kuzeyde Kögmen (Tannu-ula) dağlarına, doğuda Kerulen, Onon nehirlerinin yüksek vadilerine, batıda Altaylara kadar uzanan sahadaki Türk ve yabancı kavimleri Gök-Türk idaresine almıştı (47 defa sefer etmiş, 20 kere savaşmış, Tanrı buyurduğu için düşmanları itaate almış, dizlilere diz çöktürmüş, başlılara baş eğdirmiş, Babam Kağan bu kadar ülke kazanmış...(Kitabeler I.). Böylece Gök-Türk Devletini yeniden kurup teşkilatlandırarak, töreyi tekrar yürürlüğe koyan milli kahraman İlteriş, kutlu Ötüken yaylasında dalgalandırdığı kurt başlı sancağın gölgesinde öldü (692). Vaktiyle İlteriş adına dikildiği iddia edilen, Orhunun güneyindeki Ongın kitabesinin 720lerde dikildiği ileri sürülerek İlterişe ait olmadığı belirtilmiştir. İlteriş öldüğü zaman biri 8 yaşında (Bilge), diğeri 7 yaşında (Kül Tegin) olmak üzere iki oğul bırakmıştı. Kardeşi 27 yaşındaki Kapagan (veya Kapgan), hakan oldu (692-716). Çin kaynaklarında adı Mo-ço (Türkçe aslı, Bekçor) diye geçen Kagan, Türk tarihinin büyük fatihlerinden biridir. Tonyukuk devlet müşavirliği vazifesini yapıyor, kardeşi, yeğenleri ve oğulları yavaş-yavaş Gök-Türk hakanlığının seçkin simaları olarak beliriyorlardı. Kapagan Kaganın büyük ve uzak görüşlü bir devlet adamına yakışır planları olduğu görülmektedir ki, esasları şöyle hülasa edilebilir: a- Çini baskı altında tutmak. Bunda iki maksadı vardı: Türk devletinin huzurunu korumak ve halka yetecek ölçüde ziraî istihsal imkanları sağlamak; b- Çinde dağınık halde yaşamakta olan Türkleri anavatana (Ötüken) çekmek. Bunda da iki maksadı vardı Türkler yabancı hakimiyetinden kurtarmak ve Türk ülkesinde askerî ve iktisadî gelişmeyi hızlandırmak; c- Asya kıtasında ne kadar Türk yaşamakta ise, hepsini Gök-Türk birliğine bağlamak. Kapaganın bu siyasî ve iktisadî görüşleri onu sayılı Türk büyükleri arasında yükseltmektedir. Bilhassa üçüncü nokta çok dikkat çekici bir siyasî kavrayış ifade eder. Genç, haşin ve ihtiraslı Kapagan, seferler ve zaferler dizisinin 693'te Çin baskını ile açtı. Ling-çu eyaletini şiddetli darbeler vurarak aynı sene içinde aynı bölgeye yedi sefer daha tertipledi. Sonra Ordosa akın yaptı. Askerî harekâtını yeniden Ling-çuya yoğunlaştırdığı yılda (696da), 8 sefer daha yapmıştı. Ki-tanlarla Çinin bozuşmasını kendi lehine değerlendirerek, Tang imparatoriçesi Wuyu destekledi. Korkunç Ki-tanları Hopei bölgesinde ağır bir hezimete uğrattıktan (Ekim 696) sonra imparatoriçeye isteklerini sıraladı: 100 bin hu (hu= 12,5 kilo çeken ölçek) tohumluk darı, 3 bin adet ziraat âleti, 10 bin (Tang-shuya göre 40 bin) fond demir, Çin topraklarında oturan (Çoğu Ordusda 6 eyalet arazisinde idi) Türklerin anavatana iadesi. Sonra Kapagan, Yenisey bölgesini işgal etmekte olan Kırgızlara yöneldi. Mevsim kış (697-698), yol uzun ve meşakkatli idi, fakat bu sefere zaruret vardı. (Kuvvetli Kırgız Kağanı) Çin ve On-ok kağanları ile anlaşıp, Altun ormanında (Altaylarda) toplanalım, ordularımızı birleştirelim Türk kağanına saldıralım, yoksa kagan cesur ve ayguçısı bilge olduğundan o bizi mahv eder demişler (Tonyukuk Kitabesi) Kapagan ile Tonyuyuk idaresindeki Gök-Türk ordusu kar sökerek ağaç dallarına tutunarak, bazen atları yedeğe alarak yolsuz vâdilerden Kögmen dağlarını aştı, Yenisey kaynaklarında Anı ırmağı kıyısındaki Kırgızları bastırdı,hanı telef olan Kırgız ülkesi teslim alındı. Kapağan Kağan 697 yazında hâkan, mevcut duruma uygun olarak, orduyu ve idareyi yeniden teşkilâtlandırdı: Kardeşi To-si-fuyu hâkanlığın sol kanadı yadı, İlterişin oğlu 14 yaşındaki Bilgeyi sağ kanada Tarduş üzerine şad tâyin etti ve kendi oğlu Bögü (Kitâbelerde İnal Kagan, Çin kaynaklarına Fu-kü)yü küçük kagan yaptı. Bu suretle Türk imparatorluğunda iki cephe teşekkül etmiş, askerî kuvvetler de iki ordular grubu hâlinde tertiplenmişti. Kapagan Çin ile savaşa hazırlanırken, İnal Kagan ile Bilge Şad emrindeki fakat gerçek sevk ve idaresi Tonyukukun elinde bulunan batı ordular grubu da On-okları devlete bağlamak vazifesini almışlardı. Çin elçilerine karşı Kapaganın şiddetli ve kararlı tutumu şimdilik doğuda bir silâhlı çatışmayı önledi. Mo-çonun kudretinden telâşlanan Çinden derhal üç bin ziraat âleti, 40 bin şi (1şi =10 hu) tohumluk darı gönderildi ve Türkler anavatan topraklarına iâde edildi (698). Büyük kaganın plânlarından ikisi gerçekleşmişti. Ancak, Kapaganın kızını bir Tang prensi ile evlendirmek arzusuna karşı, imparatoriçe Wunun, Tanglardan değil de, kendi âilesinden bir prensi damat olarak ortaya sürmesinden öfkelenen Kapagan, yanında bulunan Çin elçilik heyetinden general Çen-çi-weiyi (Tang sülâlesine mensup olmalı) Çin kaganı ilan ederek, onunla birlikte ansızın, fırtına gibi, Çin topraklarında göründü. Çeşitli eyaletlere, aynı sene içinde (698) 30 defa çıkış yaptı. 100 bin kişilik ordusu tarafından, karşı koyan bütün Çin kuvvetleri ezildi, at sürüleri, başta olmak üzere bol ganimet ve esir alındı. Oradan kuzeye yönelen Kapagana, Çin orduları kumandanı Şa-Ça-Cung-i, emrindeki birkaç yüz binlik kuvvetine rağmen, hücuma cesaret edemeyerek, Gök-Türk süvari tümenlerinin geçişini uzaktan seyrederken, ümidini kaybeden Çin sarayı da orduya gönderdiği gizli bir günlük emirle, kaganı bulup öldürenin prens ilan edileceğini bildiriyordu. Bu sırada İnal ile Bilge tarafından sevk edilen batı orduları grubu da, Tonyukukun yüksek kumandasında, Altayları aşıp Yarış-ovası (Cungarya)na doğru ilerlemiş ve Bolçu (Urungu gölünün güney-batı kıyısında; bugün Tokoi kasabası)da ateş ve fırtına gibi saldıran Türgiş kaganın kumandasındaki 10 tümenlik (100 bin kişilik) On-oklar ordusu üzerinde kesin zafer kazanmıştı (698). Türgiş hakanı Uçe-lenin esareti, yabgusu ve şadının yakalanması ile neticelenenen Bolçu savaşı, On-okların bütün To-lu ve Nu-şi-pi kabilelerini, Balkaş, İli, Isık Göl, Çu ve Talas bölgesindeki Türkleri Gök-Türk birliğine bağlamış, Hakanlığın sınırları Taşkent ve Ferganaya dayanmıştı. Çin kayıtlarına göre, Mo-ço zaferlerinden gurur duymakta, imparatorluğumuzu hakir görmekte. Yüksek gayeleri var. Her tarafa ordular sevk ediyor. Arazisinin genişliği 10 bin li (= aşağı yukarı 4500 km)den fazla. Bütün barbarlar (Çin dışındakiler) onun emri altında...Böylece vaktiyle Tardunun, Türk birliğini gerçekleştirdiği tarihten tam 100 sene sonra Kapagan Kaganın Doğu-Batı hakanlıklarının topraklarını tek idarede toplaması yolu ile dehşet verici Türk birliği ihya edilmişti. Ancak Kapaganın planında 3. noktanın tamamlanması için Maveraünnehirinde zaptı gerekiyordu. Coğrafî mevkii, iklimi, verimli toprakları ile zenginliği bütün kaynaklarda övülen Maveraünnehirde o sırada Gök-Türk ordularına karşı koyacak bir kuvvet yok idi. Türk soylu bazı ailelerin idare ettiği şehir krallıkları 675lerden beri, nisbeten küçük kuvvetlerle ufak çapta teşebbüslere girişen Müslüman Arap kumandanlara (Abdullah b. Ziyad, Said b. Osman, Musa, Mühelleb vb.) başarı ile mukabele etmekte idiler. Yine Tonyukukun yüksek kumandasında olmak üzere, İnal Kagan ve Bilge taraflarından sevk ve idare edilen, o sene henüz 16 yaşındaki Kül Teginin de dahil bulunduğu Gök-Türk batı orduları grubu, Altaylar-Borçlu-Yarış Ovası Kavimler kapısı -Çu ve Talas havzaları- Karadağ kuzeyi üzerinden İnci (Seyhun=Sirderya) kıyılarına ulaştı ve nehri geçerek Maveraünnehirin Kızıl-kum çölüne daldı ve Güney istikametini aldı.
-
Batı Gök Türk Devleti <=GERi 582 yılında Doğu devleti ile resmen ilgisini kesen Tardu, her iki kanadı kendi idaresinde birleştirmek için gayret sarf ediyordu. Doğu hakanlığına baskı yapan Çinin Tülan hakana karşı kardeşi, Tuliyi tutarak iki kardeşi çarpıştırması üzerine Tardu Çine yürüdü. Kuzey Çinde başarılarla ilerlerken yukarıda adı geçen general-diplomat Çang Sun-şengin oyununa kurban oldu. Bu Çinli, Türk ordu efradı ve atlarının geçeceği yollardaki suları, pınarları zehirlemişti. Tardu böyle bir şeyin yapılacağını hatırına getirmediği için ağır zayiat ve telefat verdi. Çekilmek zorunda kaldı (600). Bu tarihe kadar Tardu Kağan batıda pek çok başarılar kazanmış, Hoten bölgesini imparatorluğa bağlamış, Şehinşah IV. Ormuzd Türk-zade (579-590) zamanında, BizansSasanî savaşlarında, İran iç-işlerine müdahale etmiş, bir Türk başbuğu Derbendi kuşatırken diğer bir Gök-Türk ordusu Herat, Budgis havalisine girmişti. Bu orduyu durduran ünlü Sasanî kumandanı Bahram Çupinin isyan edip Ormuzdı tahttan indirip oğlu Husrav Parvizi tahta çıkarması, Sasanî imparatorluğunu karıştırmış, Bizansın müdahalesi ile mağlup edilen Bahram sonunda hakana sığınmıştı. Böylece Tardunun bir yandan, kısa müddet için de olsa, her iki hakanlığı kendi idaresinde birleştirmesi (598e doğru), aynı zamanda İran üzerinde hakim bir durum kazanması, onun 598 yılında Bizans imparatoru Mauriacusa gönderdiği mektupta ifadesini bulmuş görünmektedir: Dünyanın yedi ırkının büyük şefi ve yedi ikliminin hükümdarı Hakandan Roma imparatoruna... Çin kaynaklarına göre de bu tarihte Tardu, Ötüken, kuzey-batı Moğolistan, Aral Gölü havalisi, Kaşgar, Maveraünnehir ve Merve kadar Horasan sahaları üzerinde hakim bulunmakta ve ulu hakan olarak Bilge Kağan ünvanını taşımakta idi. Fakat Tardu, Gök-Türk birliğini gerçekleştirmek için çok şiddetli davranmıştı. 601de Çin başkenti yakınlarında bir savaşta netice alamaması üzerine birçok Türk boyları ve yabancılar ayaklandılar. Tardu bunlarla başa çıkamadı ve Köke-naur havalisinde kayıplara karıştı (603). Tardunun sahneden çekilmesinden sonra, memlekette isyancıların sayısı arttı, nizam bozuldu. Doğu hakanlığında yeni bir kudret olarak beliren Şi-pi Kağana karşı, Tardunun torunu Suilerle işbirliğine kalktığı ve hatta ülkesini bırakarak Çin sarayında yaşamayı tercih ettiği için Şi-pi tarafından Çinlilerden teslim alınarak öldürüldü (619). Devlet meclisinin hakan ilan ettiği, Tardu soyundan Şi-Koei zamanında durum düzelmeğe başladı. Fakat asıl huzur, Tardunun küçük torunu olan Tong-Yabgu devrinde (619-630) görüldü. Çin kaynağı Tan-shuya göre akıllı ve cesur olan bu hakan mahir bir savaşçı ve şeçkin bir stratejist idi. Orhun, Tola ırmakları ile Aral Gölü arasında yayılmış bulunan Tölesleri kendine bağlamış, İranlıları mağlup etmiş, güneyde Kandahara kadar ilerlemişti. Ordusu birkaç yüz bin iyi yay kullanan süvarilerden kurulu idi. Merkezi Talas şehrinin 75 km. kadar güney doğusundaki ünlü Bin-yul (Bin-bulak= bin pınar) mevkiinde idi. Tang-shuya göre o zamana kadar batıda onun derecesinde kuvvetli olanı görülmemişti. Çin ile dostane münasebetler kurmuş olan Tong-Yabgu çağında Hindistana gitmek üzere Gök-Türk İmparatorluğunu bir baştan bir başa geçerek yolları, şehirleri, dinî ve kültürel hayatı hakkında çok alaka çekici bir bilgi veren, Çinli Budist rahip Hiuen-Tsang, Tong Yabguyu da ziyaret etmiştir. Gök-Türk İmparatorluğunun parlak bir devri yaşadığı yıllarda On-oklar ve Karluklar isyan ettiler. Bunları kendi mevkiini tehlikede zanneden Doğu hakanı Kara Kağan teşvik etmiş olmalıdır. Bir tartışma esnasında Tong-Yabgunun, hakanlığın batı kanadı başbuğu olan amcası Se-pi tarafından öldürülmesi (630) ülkeyi karıştırdı. On-oklardan Nu-şi-piler Se-piyi istemediklerinden kendileri hükümdar seçmeyi tercih ettilerse de, Tong-Yabgunun oğlu Se-Yabgu üzerinde birleşildi. Bu defa Töleslerin ayaklanması devletin Çine bağlanmasında birinci derecede amil oldu. 630 senesi büyük Gök-Türk tarihinin en karanlık yılıdır. Doğu devleti bu sene Çine boyun eğmişti. Batı hakanlığı da aynı tarihte aynı akibete uğradı. Bundan sonra Aşına soyundan bir sürü kağan, bazan aynı zamanda birkaç kağan Batı Gök-Türk gruplarının başında görülüyorsa da, bunlar aynı zamanda Çinin birer memuru durumunda idiler. Batı Gök-Türk ülkelerinin Çine ilhakı 658de tamamlandı. alıntı: www.turkintikambirligi.tr.cx
-
Doğu Gök Türk Devleti Gök-Türk devletinin parçalandığı, tâbi kütlelerin ayaklandığı, Türklerin Çine ilticaya başladıkları, Türk hükümdar âilesi mensuplarının birbirine düştüğü bu karışıklıkta İşbara öldü (587). Yerine geçen kardeşi Ye-hu ve arkasından Devlet Meclisince hâkan ilân edilen Tülan (588-600) zamanlarında durum düzelmedi. Meşhur Çang Sun-şeng, Gök-Türk hâkanlığını büsbütün çökertme yollarını gösteren raporlar hazırlıyarak imparatora takdim ediyor, elçi olarak geldiği Ötükende türlü hilelerle Türk hânedan üyelerini karşı karşıya getiriyordu. En büyük yardımcısı da, önce Ta-ponın sonra İşbaranın, nihayet Tülanın öldürülmesinden (600) sonra, Çinin muvafakatı ile tahta çıkarılan Ki-min (600-609)in karısı olan Çinli perses Tsien-kien idi. Ki-min, bu defa, Doğu hâkanlığını kendi idaresine almağa çalışan Tarduya karşı kullanılmakta idi. Bu Ki-min de imparator Yang-tiye gönderdiği bir mektupta Haşmetpenâhın âciz bir bendesi olduğunu, hattâ, vaktiyle İşbaranın bile reddettiği Türk kavmini Çinliler gibi yapmağa hazır olduğunu yazabiliyordu. Ancak, ölümünden sonra yerine geçen oğlu Şi-pi (Shih-pi, 609-619) Gök-Türk haysiyetini biraz kurtarabildi. Bir Çinli prenses ile evlenmekle beraber bunu, Çinin Gök-Türk iç-işlerine müdahalesini önleyen bir paravana olarak kullandı. 5-6 yıl içinde Doğu Hakanlığı topraklarındaki dağınıklığı giderdi, batıda Tibete kadar, doğu da Amur nehrine kadar tekrar itaat altına aldı (615). Durumdan telâşa düşen imparator, Türk hanedan azası arasında ihtilâf çıkarmağa dayanan değişmez Çin plânını yeniden tatbike başladı. Bu defa akıl hocası, hususî hile raporları hazırlayan ve batı için yazdığı eserler başlıca kaynaklardan sayılan elçi Pei-chü idi. Hâkanın küçük kardeşi Çi-ki-şada hâkanlık teklif edildi. Fakat milletinin perişanlığını ve Çin tahakkümünün rezaletlerini gören bu genç, teklifi, kendisine vaad edilen Çinli prensesle birlikte reddetti. Çinliler başka bir yol denediler. Gök-Türk kumandanlarından birini pusuya düşürerek öldürdükten sonra, Hâkana, onun muhalefet maksadı ile kendilerine müracaat ettiğini, fakat aradaki dostluktan dolayı ortadan kaldırılmasını uygun bulduklarını bildirdiler. Gaye Hâkan Şi-pi ile Gök-Türk şeflerinin arasını açmaktı. Hâkan bu oyuna da gelmedi. Son hâdisenin Çin-Türk anlaşmasını bozduğunu ileri sürerek yıllık haracı kesti, savaşa hazırlandı. Plânı, kuzey eyaletlerinde geziye çıkmış olan imparatoru baskın ile yakalamaktı. Fakat baskın haberi Ötükende bulunan ve yukarıda sıra ile üç hâkana zevcelik ettiğini söylediğimiz Çinli prenses tarafından, gizlice Çine ulaştırıldığı için, süratle geri dönmeğe çalışan imparator, takipçi Gök-Türk süvarileri tarafından Şan-side Yenmen (bugün Tai-hien) şehrinde kuşatıldı, Yesinden ağladığı rivayet edilen imparator Yang-tinin imdadına yine aynı prenses yetişti: Gök-Türk ülkesinde büyük bir isyan çıktığı söylentisini yayarak Türk ordusunun geri çekilmesini sağladı (615). Yan-tinin son durumu Çinde karışıklıklara sebebiyet verdi ve ona karşı muhalefet gittikçe arttı. Bu defa da Çin ileri gelenlerinin Gök-Türklere sığınmalarına şahit olunuyor ve Şi-pi Hâkan Çinlilerin siyasetini kendilerine karşı tekrarlıyordu. Çin sarayını yağmalayarak aldığı kıymetli eşyayı Gök-Türk Hâkanına sunan mülteci Liang Shi-tuyı, Şi-pi Çin Kağanı ilan ederek (617) kendisine bir kurt başlı sancak verdi. Liu Wu-chou adlı diğer bir kumandanı da Batı Çin Kağanı yaparak, Suilere karşı sefere çıkardı. Bunlar arasında, tarihî bakımdan en ehemmiyetlisi Çin umumi vâlilerinden Li-yüanı himayesine alıp desteklemesidir ki, antlaşma gereğince Türk ordularının yardımı ile Suileri iktidardan uzaklaştırdıktan sonra Chang-andaki imparatorluk servetini hakana takdim eden, ayrıca 30 bin top ipek ve yıllık vergi vermeyi taahhüt etmiş olan Li-yüan, Çinde 300 yıl kadar hüküm süren meşhur Tang sülalesini (618-906) kurmuş ve kendisi imparator olarak Kao-tsu ünvanını almıştır. Şi-piden sonra hakan olan Çu-lo (619-621) kardeşinin sert siyasetini takip ediyor ve Hakanlığa karşı tutumu kısa zamanda değişen Tang imparatoruna karşı Sui sülalesini canlandırmağa kararlı bulunuyordu. Fakat karısı Çinli Prenses İ-çing tarafından zehirlenerek öldürüldü. Hakan olan kardeşi Kara Kağan (621-630) kifayetli bir adam değildi. Hain prenses İ-çing ile evlenmiş, ağır dille yazdığı mektuplarla imparatoru tahrik etmişti. Karısının tesiri altında idi. Plansız, programsız, sadece cesarete dayanan askerî teşebbüslerinde bir iki defa mağlup oldu. Tutumu millete emniyetsizlik uyandırdı. Sir-Tarduşlar, Bayırkular, Uygurlar isyan ettiler (627). Vaktiyle Türk himayesine sığınmış olan bir çok Çinli Tang imparatorundan af dileyerek memleketine dönüyor, Ki-tanlar ve başka kavimler Çin ile temaslar arıyor ve sınır bölgelerinde Çine bağlanıyorlardı. İmparator Tai-tsung (627-649) Türklere vuracağı darbe için vaziyetin olgunlaşmasını bekliyordu. Hakan kuşattığı bir şehir önünde mağlup olarak çekilirken yakalandı, muhafaza altında Çin başkentine gönderildi (630). Tai-tsungun kendini Türklerin Gök-Kağanı ilan ettiği 630 senesi Doğu Gök-Türk istiklalinin sonu kabul edilmiştir. Hakanlığa bağlı kabileler ve yabancı topluluklar dağılıyor, Gök-Türk prensleri etraflarına kuvvet toplayabilecek kimseler olmadıklarından, herkes başının çaresine bakıyor, Türkler Çine sığınıyorlardı. Gerçi Aşına ailesinden kağanlar birbirini takip etmekte idi, fakat bunlar artık Çin sarayının emrinde, sadakat ziyaretleri yapan, hediyeler sunan, imparatorlardan türlü ünvanlar alan birer kukla idiler. Gök-Türklerin acıklı durumunu, Çin sarayında Türklere karşı ne yapılabileceği hususunda, İmparator huzurunda cereyan eden münakaşalardan anlamak mümkündür. Neticede kuzey Çinin Sed boyunda 6 eyalet bölgesinde Türklerin yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu suretle belki Türklerin Çinlileşeceği umuluyordu. Fakat 680e kadar geçen 50 yıl devamınca, Türk milleti kendini unutmadı, ilini, örf ve âdetlerini korudu, tarihin şanlı hatıralarını ruhunda yaşadı. Bu arada ufak çapta başkaldırmalar oluyordu. Mesela Aşına ailesinden bir prensin Altaylarda Türk hakanlığını ihya çalışması (646-649), yine Gök-Türk hükümdarları soyundan Tu-çinin on-okların başında kağan ilan edilerek, (676-678), Çine karşı Tibetlilerle ittifak etmesi... Çinliler tarafından şiddetle bastırılan bu hareketler arasından en çok hayret verici olan, 639 yılında Kür-şadın ihtilal teşebbüsüdür. Doğu Türk Devleti'ni yıkan ve kağan soyundan olanları başkentlerine götürüp bunlara kontrol altında tutabilecekleri görevler veren Çinliler, Türklerden tamamen kurtulmak için Türk halkını yok etmeyi, Çinlileştirmeyi düşündüler. Onun için Türklerin büyük bir bölümünü Çin Seddi boyuna yerleştiler. Fakat bu baskı Türklerin direncini arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Dillerine, örf ve âdetlerine sımsıkı sarıldılar, öç almak için bilendiler. Elli yıl süren esaret hayatında fırsat buldukça baş kaldırdılar. Bu baş kaldırmalardan biri Türk tarihinin altın sayfalarını oluşturur ve "Kür-Şad İhtilali" olarak anılır. Kür-Şad, eski Türk kağanlarından Çuluk'un küçük oğlu idi. Çin İmparatorunun saray muhafız kıtasında görevli bulunuyordu. O sırada Çin İmparatoru Tang sülalesinden Tay-Çung idi. Kür-Şad, otuz dokuz arkadaşı ile, Türk devletini diriltmek, esaretten kurtarmak için gizli bir ihtilal komitesi kurmuştu. Son derece vatansever, cesur, güçlü ve keskin nişancı olan kırk kişi bir darbe planı hazırladılar. İmparator Tay-Çung, bazen hükümdar kıyafetiyle bahçede, bazen de geceleri kıyafet değiştirerek şehirde tek başına dolaşmaya çıkardı. Onu yakalayıp Türk illerine kaçıracak, Çin sarayında esir bulunan Türk soyluları ve Çin işgalindeki Türk toprakları ile takas edeceklerdi. Sonra da bütün Türkleri ayaklandıracaklardı. 40 Türk genci için Çin imparatorunu kaçırmak zor değildi. Gizli komite o gece imparatorun saraydan çıkacağını haber almış, birbirlerine harekete geçeceklerini bildirmişlerdi. Kür-Şad'ın arkadaşları, görevlerini bırakarak kararlaştırılan yere geldiler. Fakat, o gece ansızın büyük bir fırtına patlak verdi ve imparator sarayından çıkmadı. Planı ertelemek tehlikeliydi. Çünkü görevden ayrıldıkları anlaşılacak, ihtilal hazırlığı duyulacaktı. Bu, bütün esir Türklerin kılıçtan geçirilmesine sebep olabilirdi. Onun için 40 Türk yiğidi, imparatorun çıkmasını beklemeden sarayı bastılar. Yüzlerce saray muhafızını öldürdüler. Ancak, kaçıp kurtulanların haber vermesi üzerine Çin ordusu saraya doldu. Bu durumda imparatoru kaçıramazlardı. Kür-Şad, sarayı terketmek, planın ikinci kısmını uygulamak, yani "saray ahırına hücum" emrini verdi. 40 yiğit ahırdaki muhafızları ve seyisleri de öldürerek atlara binip şehir dışına sürdüler. Fakat bütün bir ordu peşlerindeydi. Şehir yakınındaki Vey Irmağı'na gelince mecburen durdular.Derhal cephe alıp savaş durumuna geçtiler.Burada da yüzlerce Çin askerini öldürdüler. Ordu çok kalabalıktı. Türk yiğitleri kanlarının son damlasına kadar vuruşarak can verdiler. İhtilal başarılamadı ama, esir Türklerin gönlündeki hürriyet ateşi büyüdü büyüdü ve dalga dalga bütün Türk illerine dağıldı. Bu olay 639 yılında olmuştu. İhtilâl ateşi 41 yıl sönmeyecek ve 41. yılda bağımsızlıklarını kazanacaklardı. ALINTI: www.turkintikambirligi.tr.cx
-
Gök Türk Juan Juanların 551-552 yılındaki mağlubiyeti ile Orta Asyada, Türk adını ilk defa kullanan Gök Türk Devleti doğdu. Bu devletin ilk kağanının adı Orkun bengü taşlarında Bumın şeklinde geçmektedir. Gök Türk Devleti'nin merkezi doğudadır. İlk kağan Bumının devrin Çin kaynaklarındaki ünvanı İ-li ko-han (Türkçesi İl veya İlig ya da İl(l)ig Kağan) şeklinde geçmektedir. Aynı Çin kaynaklarında Schi-tien-mi Köl Tigin ile Bilge Kağan abidelerinde ise İs-te-mi şeklinde geçen Bumın Kağanın kardeşi ise, imparatorluğun batısında, merkez olan doğuya, bağlı bir yabgu (sonra kağan?) idi. 552 yılında Bumının ölümü üzerine Bumının oğulları sırayla kağan oldular. 552-553 yılları arasında Çin kaynaklarında Ko-lo Ko-han (Kara Kağan) şeklinde geçen oğlu, 553-572 yılları arasında Çin kaynaklarına Mu-han Ko-han Sogd kaynaklarında ise Mugan Gagan şeklinde geçen diğer oğlu, 572-581 yılları arasında ise Çin kaynaklarında Er-fu Ko-han Küçük Kağan ünvanı ile zikredilen Nie-tu Ko-han veya Sche-tu Ko-han, kağan olmuştur. Bu kağanın adı Sogd kaynaklarında Nuaar Gagan (belki Nivar Kağan) şeklinde geçmektedir. 581-587 yılları arasında da, Çin kaynaklarında Scha-polüe Ko-han (İşbara Kağan) adı ile geçen kağan tahtta idi. Hakanlığın batı kanadında ise, İsteminin 576 yılındaki ölümü üzerine, adı Çin kaynaklarında Tien-küe ve Ta-tau şeklinde geçen ve Türkçesi Tardu olarak kabul edilen yabgu rütbesindeki Tardu, babası İsteminin yerine, tahta geçti ve bir müddet sonra da bağımsızlığını ilan etti. Böylece Gök Türk Devleti, Doğu Gök Türk Devleti ve Batı Gök Türk Devleti olmak üzere ikiye ayrıldı. Doğu Gök Türk Devleti 630 yılında Çin hakimiyeti altına girmiştir. Birçok defa Çin hakimiyetinden kurtulmaya teşebbüs edilmiş, nihayet 682 yılındaki bir ayaklanma ile bu hakimiyetten kurtulunmuştur. 630-682 yılları arasında bu devreyi, fetret devri olarak tavsif edebiliriz. Bu fetret devrinden sonraki 682den 745e kadar olan ve Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk kitabelerinde anlatılan ikinci devreye ise İkinci Gök Türk Devleti devresi adını vereceğiz. Birinci Gök Türk Devleti Gök-Türklerin tarih sahnesine çıktıkları anlarda Juan-Juanlara tabi olarak, Altay dağlarında ananevi sanatları demircilikle uğraştıkları ve Juan-Juan Devletine silah imal ettikleri biliniyor. Fakat o zaman dahi dağınık değildiler. Çou-shu (Çin yıllığı, M. 550-557den)ya göre, Gök-Türk Devletinin kurucusu Bumin (Çincede Tu-men)in atası olarak gösterilen A-hien, Şad ünvanını (Bilge şad) taşıyor ve Buminden hemen önce gelen Tu-wa adlı başbuğ da Ta-ye-hu (Büyük Yabgu) olarak tanınıyordu. Demek ki Türk kütlesinin Juan-Juanlara bağlılığı fedaratif mâhiyette idi. Bumin daha M. 534 yılında kuzey Tabgaç (Wei) idarecileri ile siyâsî münasebet kurmuş, M. 542de akıncılarının başında Huang-ho nehri yakınlarında görünmüş ve M. 545de batı Tabgaç hükümdarının gönderdiği elçiyi imparatorluktan nezdimize heyet geldi, devletimiz bundan gurur duyar sözleri ile karşılamıştı. Gök-Türk hanlarından İşbara, 585'teki bir konuşmasında Gök-Türk devletinin 50 yıl önce kurulduğunu söylemiştir ki, bu da 535 tarihine düşer. Ancak Buminın 546da Juan-Juan devletine karşı bir Töles ayaklanmasını bastırdığı için, o devlet hükümdarı ile eş-değerde olduğunu göstermek maksadı ile, onun kızı ile evlenmek isteğinin kabaca reddedilmesi üzerine üst-üste vurduğu darbelerle Juan-Juan devletini çökertip arazisini tamamen işgal ettikten sonra resmen il-kagan unvanını alması ve böylece, merkezi, eski büyük Hun imparatorluğunun başkent bölgesi, Ötüken (Orhun ırmağının hemen batısında, ormanlık ve dağlık bir bölge) olmak üzere hakanlığı kurması 552 yılında olmuştur. Devletinin batı kanadını kuruluşta kendisi ile birlikte çalışan küçük kardeşi İstemiye,Yabgu ünvanını taşımak, dolayısıyla doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanımak üzere veren Bumin, devleti kurduğu yıl içinde öldü. İstemi Kağan batıda fetihlerine devam ederken, Ötükende iktidara gelen, Bumının oğlu Ko-lo (Kara?) ve bunun erken ölümü üzerine hakim olan, Buminin diğer oğlu Mu-kan (553-572) zamanında devlet, haşmetli çağına ulaştı. Heybetli görünüşü, parlak mavi gözleri, kudreti ve huşuneti Çin kaynaklarında belirtilen Mu-kan Kagan, son bir darbe ile Juan Juanları tarihe malettikten sonra (555), Ki-tanların ve Kırgızların ülkelerini Gök-Türk hakimiyetine bağladı. Çinde Batı Tabgaçlarının yerine geçen Chou hanedanı ile, yeni kurulan Tsi hanedanını baskı altına aldı. İsteminin harekatına karşı, Çinden yardım isteyen Ak-Hun-Eftalit devletine ve Maveraünnehir halkına Çin askerî desteğini önledi. 564de Şan-sideki Tsi başkenti Tsin-yangı muhasara etti ve kızı prenses Aşınayı Chou imparatoru ile evlendirdi (568). Kaynakların bildirdiğine göre, geniş ülkelere ve 100 bin kişilik bir orduya sahip Gök-Türk hakanını, Çin imparatoru akrabalık kurma yolu ile teskin etmiş oluyordu. Mu-kanın emrindeki kuvvet devletin doğu kanadının ordusu idi. İstemi (552-576) kumandasındaki öteki ordusu ise kendi bölgesinde hareket halinde idi. Kısa zamanda, Altayların batısını Issık Göl ve Tanrı Dağlarına kadar hakimiyetine alan İstemi, geniş çapta askerî ve siyasî faaliyetleri neticesinde temas kurduğu Sasanî İmparatorluğu ve Bizans gibi Ortaçağın en büyük iki devletini Gök-Türk politikası izinde yürütmek suretiyle, Türk hakanlığını bir dünya devleti payesine yükseltti. 561 yılında, Ak-Hun-Eftalitler üzerinde yaptığı ilk baskı tecrübesinden sonra, İpek transit ticaretini elinde tutan bu devlete karşı Sasanî İmparatorluğunu tabiî müttefiki olarak gören İstemi, Şehinşah Anuşirvan Adil ile antlaşma akdetti. Bu vesile ile kızı, Anuşirvan ile evlenerek İran sarayına imparatoriçe oldu. Müttefikler tarafından şıkıştırılan Ak-Hun-Eftalit devleti yıkıldı ve toprakları Ceyhun (Amu Derya) sınır olmak üzere iki imparatorluk arasında paylaşıldı (564). Maveraünnehir, Fergananın bir kısmı, Kaşgar, Hoten vb. Gök-Türklere intikal etti. Bu suretle İç Asya ipek kervan yolu üçüncü kere Türklerin eline geçmiş oluyordu. Ancak Anuşirvan bu bölüşümden, zaferdeki katkısına nisbetle arslan payını almış olmasına rağmen, pek memnun değildi, kervan yolunun Maveraünnehir güzergahını da ele geçirmek istiyordu. Bu maksatla, kendi ülkesinden Akdeniz limanlarına ve Bizansa yapılmakta olan ipek nakliyatını durdurdu. Böylece hem ipek ticaretinin ünlü kervancıları olup son taksimde Gök-Türklere bağlanan Sogd (Semerkant bölgesi) ahalisinin faaliyetini baltalayarak, huzursuzluk çıkartmak, hem de Türkleri ipek transit rüsumu (geçiş vergisi) gibi yüksek bir gelirden mahrum etmek düşüncesini uygulamaya koydu. İsteminin gönderdiği elçileri hile ile öldürttü. Uzlaşma ümidini kesen İstemi yönünü Bizansa döndürerek İstanbula Sogdlu ipek taciri ve diplomat Maniah başkanlığında bir heyet gönderdi (568). Tarihte bu, Orta Asyadan Doğu Romaya giden ilk resmî heyet idi. İpek meselesi Gök-Türkler kadar Bizansı da ilgilendirdiği için, hatta Sasanî aracılığından kurtulmak üzere, nakliyatı Hind Denizi yoluna çevirmek maksadı ile güney Arabistandaki Himyeri Devleti ile temaslar aramış olan Bizansta, İmparator II. Justinos, Türk elçilerini alaka ile karşılamış, İsteminin gönderdiği İskitçe (Türkçe) mektubu okutmuş ve Maniahın ağzından teşebbüsün ciddiliğini anlamıştı. Bir ittifak antlaşması yapmak üzere umumi vali Zemarkhos başkanlığında bir heyeti yola çıkardı (568 Ağustos başı). Türk elçileri ile birlikte Karadeniz-Kafkaslar-Hazar Denizi-Aral Gölü arasından Talas yolu ile Tanrı Dağlarında Ak-Dağda İstemi (Bizans kaynaklarında, Dizabulo, Dilzibulos, Silzioulos, Stembis: Al-Tabaride Sincibu)nin huzuruna gelen Bizans elçilerinin hatıralarında Gök-Türk hayatını, kudret ve ihtişamını gözler önüne sermesi bakımından pek kıymetli bir vesikadır. İstemi, Bizans ile işbirliği yaparak Anuşirvanı ipek yolunu açmağa zorlamak gayesini güden siyasetinde başarıya ulaşmış, 571 yılında Sasanî-Bizans çatışması başlamıştı. Fakat bu savaşa Gök-Türklerin katıldığına dair bir işaret yoktur. Ancak Anuşirvanın oğlu olup, Gök-Türk prensesinden doğduğu için Türk-zade diye anılan IV. Ormuzdun son yıllarında (579-590) müdahale edilmiştir. Bu geç kalışın sebebi, Gök-Türklerin fiili savaşa iştirak için tazyik eden Bizansın gönderdiği çeşitli elçilerden biri olan Valentinosu 576da Aral Gölü havalisindeki Türk bölgesinde karşılayan Türk-şadın sözlerinden anlaşılıyor. Bu Türk prensi Bizansı Gök-Türklerin affedilmez hasımları olan Avarları himaye etmekle ve kılıçla değil, atların ayakları altında karınca gibi ezilerek öldürülmeği hak eden bu kavme barınacak yer vermekle suçluyordu ki bu doğru idi. İsteminin siyasetinin diğer ve daha mühim bir neticesi de şu olmuştur: 19 yıl sürmüş olan (571-590) Sasanî-Bizans mücadelesinden sonra da iki imparatorluğun arası düzelmemiş, birbirini takip eden karşılıklı istilalarda nihayet İmparator Heraklaiousun Sasanî başkenti; Madain (Ktesiphon)e kadar uzanan seferleri (622-628) Sasanî İmparatorluğunun son mecalini de kırmıştır ki, Kuranda bile işaret olunan bu durum İslamiyetin kısa zamanda İranda hakimiyet kurmasını kolaylaştırmıştır. Mu-kanın yerine kardeşi Ta-po (Tapar?) geçti (572-581). Kudretli hakanlığın yeni hükümdarı, kendini tebrik etmek üzere hediyelerden başka 100 bin top ipek gönderen Chou İmparatoru ile, tebrik için çeşitli hediyelerle birlikte başkumandanını göndermek suretiyle hususî bir itina gösteren, Chouların rakibi, Tsi İmparatorluğuna oğullarım diye hitap ediyordu. Bu bütün kuzey Çinin Türk himayesine alındığını göstermekte idi. Ülkesinin genişliğinden dolayı hakanlığın doğrudan doğruya kendi idaresindeki kanadını ikiye ayırarak, doğusuna, kardeşi Ko-lonun oğlunu, batısına da küçük kardeşi Jo-tanı Han ünvanları ile tayin eden İstemi de esasen kendisinin yüksek hakimiyetini tanımakta olduğundan, ulu hakan durumuna yükselen Ta-po, bir Tsi prensesi ile evlenmek düşüncesine kapıldı ve ayrıca Türk topluluğu için zararlı cihetleri önceki devirlerde ileri görüşlü Türk idarecileri tarafından ortaya konulmuş olan Buda dinini, bir Budist misyoneri (Jnagoupta)nın telkinlerine kanarak, memlekette himayeye kalktı; bir Budist tapınağı ve bir Buda heykeli yaptırdı. Gök-Türk haşmeti çöküşe yüz tutmuş gibi idi. Ta-po dış siyasette de yanlış adımlar attı. Tsiler 575te Tchin hanedanı tarafından yıkıldığı zaman, oradan kaçarak kendisine sığınan bir Tsi prensini Çin kağanı ilan etti. Choularla arasının açılmasına sebep olan bu durum karşısında kalabalık bir ordu ile, Pekin bölgesine ilerleyen Ta-po kendisine yeni bir Çinli prenses vaad edilerek durduruldu (579). Ancak prensesin verilebilmesi için Chou hükümdarı, Çin Kağanı Tsi prensinin kendisine teslimini istiyordu. Bir av esnasında bu prensin Choular tarafından kaçırılmasına göz yumulması millet nazarında hakanın itibarını büsbütün sarstı. Gök-Türk birliği ve kültüründe mühim çatlakların belirdiği bu yıllarda diğer mühim bir hadise de İsteminin ölümü oldu (576). Resmi ünvanı Yabgu olması gerekirken (kendisine bağlı batı Gök-Türk halkı bazen Yabgu Türkleri diye anılıyordu), kitabelerde bile Kagan diye zikredilen bu büyük şahsiyetin ölümünü, yukarıda adı geçen Türk-şadın sözlerinden öğreniyoruz. Türk-şadı sinirlendiren hususlardan biri de, ölen atasının yas günlerinde Türklerin rahatsız edilmeleri idi. Yol hatıraları Gök-Türk hakanlığının batı bölgelerindeki kavimler bakımından çok mühim olan elçi Valentinosa hitaben yapılan bu konuşma ayrıca Türk fetihlerinin hem şeklini, hem felsefesini açıklamak itibariyle büyük değer taşımaktadır: Ben esirlerimiz olan Uar-Huni (Avar)lerin hangi yoldan Bizansa gittiklerini biliyorum. Dinyeperin, Meriçin nerede olduğunu, Tunanın nereye aktığını biliyorum. Gün doğusundan gün batısına kadar ülkeler bize diz çökmüştür. Alanları On-Ogurları görüyorsunuz. Bize karşı gelmek cesaretini gösterdiler, fakat ümidleri boşa çıktı. Romaya da geleceğiz. Gök-Türk sınırlarının Kafkasyanın kuzeyine kadar uzandığını ortaya koyan bu sözler Bizansı açık bir tehdit manasını ifade ediyordu. Ancak Türk-şad şaka yapmadığını gösterdi. Kırımda Bizansa ait ünlü Kerç Kalesi Türk kuvvetleri tarafından zapt edildiği zaman Doğu Roma elçileri henüz Gök-Türk topraklarında idiler (576). Bu, Gök-Türk Devleti'nin Mançurya sınırlarından Karadenize kadar uzanarak genişliğinin son haddine ulaştığı tarihtir. İstemiden sonra yerine geçen oğlu Tardu (576-603) (Çincesi Ta-teu, aslında bir unvan), cesareti ve savaş severliği ile babasına benzemekte idi ise de, ihtirası yüzünden, Ta-po Hakanın açmış olduğu ayrılık çizgisini büsbütün derinleştirdi. Çinliler, onun bu zaafından faydalandılar: Önce, hakanlığın kendine verilmemiş olmasından dolayı küskün olan Ta-lo-pieni (Mu-kanın oğlu) Ta-poya karşı kullanarak Tardunun yanına gitmesini telkin ettiler. Halbuki Mu-kan bile bu oğlunu tahta namzet göstermemiş idi, çünkü annesi asil (Türk soyundan ) değildi. Ulu hakan Ta-po 581 de ölürken, kendi oğlu yerine onun hakan olmasını arzu ettiği halde, danışma kurulu (Devlet meclisi) bunu kabul etmeyerek Ko-lonun oğlu İşbara (Çincede Şa-po-lüe)yi hakanlığa getirmişti. Çin, Gök-Türkler arasındaki anlaşmazlığı körüklemeğe devam ediyordu. Ta-lo-pien Batı Yabgusu Tardunun yanında, yeni ulu hakan ile mücadeleye hazırlanırken, İşbara da o sırada, Choular yerine iktidara gelerek, Çinde 350 yıldan beri ilk defa siyasî birlik tesis eden Sui hanedanı (581-618)ndan kendi ailesinin intikamını almak isteyen karısı, Chou prensesinin telkinlerine kapılarak, Çine kuvvet sevk ediyor, Sui imparatoru Ven-ti de eskiden beri Çin şehirlerinde ticaretle uğraşan ve dostluk münasebetleri çerçevesinde, imtiyazlara sahip 10 bin kadar Türkü Çinden uzaklaştırıyordu. Buna karşı İşbaranın ordusu ile Çine girmesi, Çin hile faaliyetinin yoğunlaşmasına yol açtı. Wen-ti derhal Tarduya altın kurt başlı bir sancak göndererek onu Gök-Türk ulu hakanı olarak selamladığını bildirdi. İhtirası alevlenen Tardu, Çine karşı ortak hareket teklif eden İşbaranın bu isteğini önce reddetti ve İşbara, Gök-Türkleri gayet iyi tanıdığı anlaşılan diplomat-general Çang Sun-şeng ile mücadele etmek ve bu Çinlinin Türk kumandanları arasına soktuğu nifak ile uğraşmak mecburiyetinde kalırken, Tardu, hakanlığın doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanımadığını ilan etti (582). Böylece imparatorluk resmen ikiye ayrılmış oldu. ALINTI: www.turkintikambirligi.tr.cx
-
1919'da İzmir'de başlayan Yunan işgali hızla ilerlemiş, 1921 yılında bütün Batı Anadolu'yu ve Trakya'yı içine alarak Ankara - Polatlı yakınlarına kadar yayılmıştı. Ulu Başbuğ Atatürk'ün önderliğinde gelişen Türkçü direniş hareketi de dağınık ve bıkkın olan Türk Milletini yavaş yavaş bir araya getirerek düzenli ordunun kurulmasıyla, Türk tarihinin en önemli meydan savaşlarından biri ve Türk Irkının kendi öz yurdunda Türkçü direnişin simgesi olan Sakarya savaşında verilen Tanrısal Türk direnişi, Yunanlıları Polatlı yakınlarından Eskişehir - Afyon istikametine kadar geri püskürtmüştür. 26 Ağustos 1922 günü Türk topçularının ateşi ile Türklerin kutlu Tanrısal direnişi başladı ve arkasından Piyadelerimizin kalkıştığı hücumla Yunan ordusu neye uğradığını şaşırdı 1 yıl uğraşarak hazırladığı savunma tesislerinin kısa bir zamanda aşıldığını görerek 27 Ağustos günü öğleye doğru geriye kaçmaya başladı. Ancak düşmanın gerisinde de Yüce Türk ordusu vardı. Kahraman Türk süvarileri, geçilemez olarak düşünüldüğü için tedbir alınmasına lüzum görülmeyen Ahır dağlarını beklenmedik bir şekilde ve büyük fedakarlık ve kahramanlıklarla aşarak Yunan ordusunun arkasını çevirdiler. 30 Ağustos 1922'de Türkçü direnişcilerin Türk topraklarını savunma azmi karşısında tutunamayan Yunan kuvvetlerinin bir kısmı, yeni atanan baş komutanları ile birlikte esir olmuş, bir kısmı korkakça geçtikleri yerleri yakıp yıkarak, sivil ve savunmasız kadın çoluk-çocuk demeden öldürerek İzmir'e doğru kaçmaya başladılar. O an Ulu Başbuğ Atatürk Yunan orduları Baş komutanı çapulcu general Hacıanesti'ye "...Hacıanesti ! Neredesin ? Gel de ordularını kurtar ! ..." diye bağırarak hak ettiği cevabı vermistir. Ulu Başbuğ Atatürk Türk ordularına "...Ordular ! İlk hedefiniz Akdeniz'dir . İleri !...". Bu emri alan Türk ordusu büyük bir heyecan ve coşkuyla İzmir'e doğru ilerlemekteydi. 9 Eylül 1922'de Türk ordusu İzmir'e girmiş ve 18 Eylül 1922'de esir olanların dışında Anadolu'da Yunan askeri kalmamış, kurtuluş gerçekleşmişti. Afyon, İzmir, Bursa Uşak... bütün Batı Anadolu 2 - 3 yıl katlandığı Yunan esaretinden, Yunan işgalinden Türk Irkının Tanrısal Türk direnişi ile kurtulmustur. Malazgirt Savaşı'yla Anadolu'nun kapılarını Türklere açan kahraman ordumuz; Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle de Anadolu topraklarının Türk yurdu olduğunu Tanrısal Türk direnişiyle düşmana ispatlamış ve Türk Milleti'nin iradesiyle GökTürkler döneminden sonra Türk adı taşıyan Türklük ve Türkçülük esasına dayalı bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu kutlu günde, Büyük Zaferi bize yaşatan Ulu Başbuğ Atatürk, silah arkadaşları ve bu Türk direnişinde savaşan Türkçü gazi ve şehitlerimizi en derin sevgi ve saygıyla anıyoruz. Yüce Türk Milleti'nin Zafer Bayramı kutlu olsun SAVAŞAN ATSIZ Kaynak: Türk İntikam Birliği Teşkilatı KAYNAK ALINTI: www.basbugataturk.tr.cx ++ALINTIDIR++
-
Başbuğ Atatürk'ün Türk Kadını Hakkında Düşüncesi
Emekli SUBAY şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
17 MART 1923 TARSUS: Türkçü Başbuğ Atatürk İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı. Milli Mücadele'deki çete giysili bir Türkçü kadın, Başbuğ Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu: - "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!" Başbuğ Atatürk onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan direnişçi olduğunu fısıldadılar. Gözlerinden iki damla yaş düşen Başbuğ Atatürk, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi: - "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın." Türkçü Başbuğ Atatürk Kurtuluş Savaşında Türkçü Türk Kadını Vapur ve motorlarla İnebolu'ya çıkarılan silah ve cephane Kastamonu üzerinden Ankara'ya, oradan da cepheye gönderiliyordu. 1921 yılı Aralık ayında birden bire bastıran kar yolları kaplamıştı.İnebolu'dan Kastamonu'ya hareket eden ve her nasılsa yolda kafileden geri kalmış genç bir kadın, fırtınalı bir gecede sabaha yağan kar altında yoluna devam etmişti. Cephane yüklü kağnısı ile yorgun argın bir halde ancak Kastamonu kışlası önüne kadar gelebilmiş, şehir'e girmek nasip olmadan kağnı arabası yol kenarında durmuştu. Arabanın yanına gidenlerin gördüğü manzara yürekler acısı idi. Bu Türkçü kadın, bu kıymetli yükü korumak için yorganlarını top mermilerini üzerine örtmüş kendisi de bir elinde üvendire kollarını açarak yorganın üzerine abanmış ve o durumda sabaha karşı donduğu anlaşılmıştır. Olay yerine gönderilen Cemil ve Rıfat çavuşlar, göz yaşları dökerek şehit'in üzerindeki karları süpürüp arabadan indirirken, yorganın altından birdenbire çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesi işitince şaşırdılar ve şehit anayı yana çekip yorganı kaldırınca gördükleri şaheser tablo şu olmuştu: Otlara sarılı top mermileri arasına yerleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulduğu ve müdahale üzerine uyanarak meme için ağlamaya başladığıdır. Cephanesi ve yavrusu uğruna kendisini feda eden bu kahraman Türkçü Türk anasının acıklı hikayesini bu vatan topraklarında yaşayan herkesin,özellikle genç nesillerin iyi değerlendirmesi gerekir. Derleme: Türk İntikam Birliği Teşkilatı KAYNAK ALINTI: www.basbugataturk.tr.cx ++ALINTIDIR++ -
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Savaşı Kutlu Olsun
Emekli SUBAY şurada cevap verdi: Emekli SUBAY başlık Güncel Konular
TAARRUZ PLANIMIZIN ANA ÇİZGİLERİ Efendiler, düşman ordusunun cephe ve teşkilât durumu ile, ona karşı Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup düzenlenmiş olduğunu söylemiştim. Öteden beri tasarlamış olduğumuz taarruz plânımızın ana çizgilerini de arz edeyim : Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverişli bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu bakımdan gerektiği gibi bizzat incelemeler yapmışlardı. Hareket ve taarruz plânımız çok önceden tespit edilmişti. Konya'ya gelmiş olan General Townshend'in isteği üzerine, kendisiyle görüşmek için, Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargâhı'nın bulunduğu Akşehir'e gittim. Savaş plânı üzerinde görüşürken Genelkurmay Başkanı'nın da katılmasını uygun bulduk. Ben, 24 Temmuzda Konya'ya gittim. 27'sinde tekrar Akşehir'e gelmişti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptığımız görüşme sonunda, tespit edilmiş olan plân gereğince taarruz etmek üzere, 15 Ağustosa kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına çalışmayı kararlaştırdık. 28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra yaptırıIan bir futbol maçını seyretmek bahanesiyle ordu komutanları ve bazı kolordu komutanları Akşehir'e çağrıldı. 28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanların taarruzla ilgili görüşlerini aldım. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı ile yeniden görüşerek tarruzun şeklini ve ayrıntılarını tespit ettik. Ankarara'dan çağırdığımız Millî Savunma Bakanı Kazım Paşa da 1 Ağustos 1922 öğleden sonra Eskişehir'e geldi. Ordu hazırlığının tamamlanmasında Millî Savunma Bakanlığı'na düşen işler tespit edildi. TAARRUZA HAZIRLIK EMRİ Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasını ve taarruzun bir an önce yapılmasını emrettikten sonra tekrar Ankara'ya döndüm. Batı Cephesi Komutanı, 6 Ağustos 1922'de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verdi. Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı Paşalar da Ankara'ya döndüler. Efendiler, taarruz için yeniden cepheye gitmeden önce, Ankara'da yapılması gereken bazı işler vardı. Daha taarruz emri verdiğimi Bakanlar Kurulu'na da açıkça bildirmemiştim. Artık onlara recmî olarak haber verme zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda iç ve dış durumlarla ordunun durumunu görüşüp tartıştıktan sonra, taarruz konusunda Bakanlar Kurulu ile görüş birliğine vardık. Önemli bir konu daha vardı. Muhalifler ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacağı yolundaki propagandalarına alabildiğine hız vermişlerdi. Gerçi, Meclis'te bu düşünce akımının bıraktığı yankılar, zaten düşmanlardan fazlasıyla gizlemek istediğim taarruz bakımından yararlıydı. Fakat bu olumsuz propaganda en yakın ve en inanmış kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye başlamış, onlarda da kararsızlıklar uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım taarruz konusunda ve altı yedi gün içinde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan güvenim hususunda aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli buldum. Bunu da yaptıktan sonra Ankara'dan ayrıldım. Genelkurmay Başkanı benden önce 13 Ağustos 1922'de cepheye gitmişti. Ben birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi belirli birkaç kişi dışında bütün Ankara'dan gizledim. Benim Ankara'dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hattâ gazetelerde benim Çankaya'da çay ziyafeti verdiğimi de ilân edeceklerdi. Bunu şüphesiz o vakitler işitmişsinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz Çölü üzerinden Konya'ya gittim. Konya'ya hareketimi telgrafla orada kimseye bildirmediğim gibi, Konya'ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya'da bulunduğumun da hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00'da Batı Cephesi Karargâhı'nda yani Akşehir'de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana tarruz için Cephe Komutanı'na emir verdim. 26 AĞUSTOS 1922 TAARRUZ EMRİ 20/21 Ağustos 1922 gecesi 1' inci ve 2' nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı'na o günvermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b.çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerdide benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı. 24 Ağustos 1922'de karargâhımızı Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk.Sabah saat 5.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı BAŞKOMUTAN SAVAŞI Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı verilmiştir),düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi.Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir'e doğru yol alırken ,diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı. ATEŞKES TEKLİFİ Efendiler, Başkomutan Savaşı'nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu,resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü,düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp,düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak, biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey'den, Ateşkes konusunda İstanbul'dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.Verdiğim cevap aynen şöyledir : Tel. Makama özel 5.9.1922 Bakanlar Kurulu Başkanlıgı Yüksek Katına Anadolu'daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye uğratılmıştır. Yunan ordusunun artık yeniden ciddî bir direnişte bulunmasına ihtimal yoktur. Anadoluiçin herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Ateşkes ancak Trakya için sözkonusu olabilir. Bu bakımdan Eylülün onuna kadar doğrudan doğruya Yunan Hükümeti veyahut Ingiltere vasıtasıyla, hükümetimize resmen başvurduğu takdirde, aşağıdaki şartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylülün onundan sonra yapılacak başvurmaya verilecek cevap başka türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrıca bildirilmelidir : 1- Ateşkes Anlaşması tarihinden başlayarak on beş gün içinde Trakya,1914 sınırlarına kadar kayıtsız şartsız Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin sivil memurlarına ve askerî kuvvetlerine teslim edilmiş bulunacaktır. 2 - Yunanistan'daki esirlerimiz on beş gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında bize teslim edilecektir. 3 - Yunan Hükûmeti, Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu'da yaptığı ve yapmakta olduğu tahribatı tamir etmeyi şimdiden taahhüt edecektir. Büyük Millet Meclisi Başkanı Başkomutan Mustafa Kemal ORDULARIMIZ İZMİR RIHTIMINDA İLK VERDİĞİM HEDEFE, AKDENİZ'E ULAŞTILAR Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir'deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922'de Kemalpaşa'da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa'da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe,, Akdeniz'e ulaşmış bulunuyorlardı. Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım. Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunıın başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur. Efendiler, işte şimdi diplomasi alanına geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulaşacağından ümitsiz oldukları için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme bağlama kanaat ve iddiasında olanları, dediklerini yapma hususunda biraz fazlaca bekletmiş oldum. Bununla birlikte, sonunda benim de diplomasi alanında ciddî olarak çaba harcadığımı görerek memnun olmaları gerekirdi. Böyle olup olmadığını göreceğiz. Ordularımız, İzmir ve Bursa'yı geri aldıktan sonra, Trakya'yı da Yunan ordusundan kurtarmak için İstanbul ve Çanakkale doğrultusunda yürüyüşlerine devam ederken, İngilizlerin o zamanki başbakanı bulunan Lloyd George, fiilen harbe karar vermiş bir tavırla ve yardımcı birlikler gönderilmesi isteğiyle dominyonlara müracaat etmiş. Yalnız, ondan sonra olup bitenlere bakılırsa LIoyd George'un isteğinin yerine getirilmediğini kabul etmek gerekir. İTİLAF DEVLETLERİNİN 23 EYLÜL 1922 TARİHLİ ATEŞKES TEKLİFİ Bu sıralarda, İstanbul'da Fransız Fevkalâde Komiseri bulunan General Pelle benimle görüşmek üzere İzmir'e geldi diye adlandırdığı bir bölgeye, ordularımızın girmemesinin yerinde olacağını tavsiye eti. Millî hükûmetimizin böyle bir bölge tanımadığını, Trakya'yı da kurtarmadıkça ordularımızın durdurulmasına imkân olmadığını söyledi. General Pelle, bana,Mösyö Franklin Bouillin 'un benimle görüşmek üzere gelmek istediğini bildiren, kendisine çekilmiş özel bir telgrafını gösterdi.Kendisini İzmir'de kabul edeceğimi söyledim. Mösyö Franklin Bouillon, bir Fransız harp gemisiyle İzmir'e geldi. Fransız Hükümeti adına ,İngiliz ve İtalyan Hükûmetlerinin de uygun görmeleri üzerine, benimle görüşmeler yapmaya geldiğini söyledi. Biz Franklin Bouillon'la görüşürken, İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanları imzasını taşıyan 23 Eylül 1922 tarihli bir nota geldi. Bu notada iki önemli nokta yer alıyordu. Bunlardan biri askerî harekâtın durdurulmasıyla diğeri de Barış Konferansı'yla ilgiliydi. Biz, Rumeli'de Doğu Trakya'yı millî sınırlarımıza kadar tamamen almadıkça askerî hareketten vazgeçemezdik. Ancak, yurdumuzun bu bölgesinden düşman birlikleri çıkarıldığı takdirde böyle bir harekete devam etmeye kendiliğinden gerek kalmayacaktı. Bu notada, Venedik veya başka bir şehirde toplanacak olan İngiliz, Fransız, İtâlyan, Japon, Romen,Sırp - Hırvat - Sloven Devleti ile Yunanistan'ın da çağrıIacağı bir konferansa, delegelerimizi göndermeyi kabul edip etmeyeceğimiz sorulmakla birlikte, görüşmeler sırasında Boğazlardaki tarafsız bölgelere bizden asker gönderilmemesi şartıyla, Edirne dahil olmak üzere Meriç'e kadar Trakya'nın bize iadesi ile ilgili talebimizin olumlu karşılanacağı bildiriliyordu. Notada, boğazlardan, azınlıklardan ve Milletler Cemiyeti'ne girmemizden de söz ediliyordu. Konferansın toplanmasından önce, Yunan birliklerinin, İtilâf Devletleri komutanlarının çizerkleri bir hattın gerisine çekilmesi için, İtilâf Devletleri'nin nüfuzunu kullanacağına söz verilmekte ve bu konuda görüşülmek üzere Mudanya veya İzmit'te bir toplantı yapılması teklif edilmekteydi.'' Başbuğ Atatürk (Nutuk) Afyonkarahisar Kocatepe’de verilen emirle başlayan Büyük Taarruz sonucu bozguna uğrayan düşman askerleri, büyük kayıplar vererek geri çekilmeye başladılar. İzmir’de düşmanın denize dökülmesinin ardından İtilaf Devletleri Türk direnişi karşısında bozguna uğradı ateşkes teklif etti. 26 Ağustos 1922 sabahı verilen Büyük Taarruz emri, Türklerin kaderini değiştirerek, yapılan anlaşmalar sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırlarının çizilmesini ve Türk hakimiyetinin tesis edilmesini sağlamıştır. Başbuğ Atatürk ve bu kutlu Türk direnişinde savaşan; sivil asker, kadın erkek, genç yaşlı bütün kahramanlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz. TÜRK İNTİKAM BİRLİĞİ TEŞKİLATI --ALINTI: www.basbugataturk.tr.cx -
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Savaşı Kutlu Olsun
Emekli SUBAY şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
15 Mayıs l919'da İzmir'de başlayan Yunan işgali hızla ilerlemiş 1921 yılında bütün Batı Anadolu'yu ve Trakya'yı içine alarak Ankara - Polatlı yakınlarına kadar yayılmıştı. Başbuğ Atatürk'ün liderliğinde gelişen Milli Mücadele hareketi de dağınık ve bıkkın olan Türk milletini yavaş yavaş bir araya getirmeyi başarmış, TBMM açılmış, düzenli orduya geçilmiş ve Türk tarihinin en önemli meydan savaşlarından biri olan ve Türk milletinin kendi öz yurdunda dirilişinin habercisi Sakarya savaşı ile Yunanlılar Polatlı yakınlarından Eskişehir - Afyon istikametine geri atılmışlardı. Türklerin toparlandığını ve güçlendiğini gören Yunanlılar ve onlara destek veren İngilizler Eskişehir - Afyon hattında kalmaya karar vermişler ve bu hattı Büyük taarruza kadar geçecek l yıllık zaman içersinde ellerindeki bütün teknik imkanlarla tahkim ve takviye etmişlerdi. Ne Yunanlılar, ne İngilizler ne de diğerleri Türklerden asla bir taarruz hareketi beklemiyorlardı. Türk aydınlarının, hatta Türk subaylarının çoğu Türk ordusunun bir taarruz harekatı yapamayacağı kanaatindeydiler. Türk ordusu, birkaç küçük deneme dışında 1683 Viyana bozgunundan beri hep savunmada kalınmış, taarruz adeta unutulmuştu. Ama her ihtimale karşı Yunanlılar söz konusu hatta tahkimat yaparak hem güvenliklerini hem de Batı Anadolu'daki kalıcılıklarını garanti altına almak istediler. Yunanlıların gerçekleştirdiği savunma tesislerini gezen ve kontrol eden İngiliz askeri Uzmanlar şu değerlendirmede bulunurlar : "...Türklerin bu savunma tesislerine saldırması, boyunlarını kemente uzatmaları demektir...; Türkler bu tesisleri 6 ayda geçebilirlerse 1 günde geçtik saysınlar...". Yunanlıların başkomutanı general Hacıanesti söz konusu tesisleri teftiş ettikten sonra İzmir'e dönüşünde basın mensuplarına Türk ordusunu ve Türk ordusunun başkomutanını küçümsediğini göstermek için şöyle yorum yapacaktır : "...Cepheden geliyorum. Her tarafı dolaştım. Mustafa Kemal adında bir komutana rastlamadım...". Sakarya savaşından sonra siyasi yollarla kurtuluşu gerçekleştirme çabalarına ağırlık veren Türk ordusu ve Başbuğ Atatürk ise, bu çabaların sonuçsuz kalması üzerine, 1683'ten beri büyük bir taarruza girmemiş olan ordumuzu Yunanlılara son darbeyi indirecek bir saldırı için hazırlamaya başladı. Temel yaklaşım şuydu : Yunanlıları ve İngilizleri şüphelendirmeden çok gizli bir şekilde ordumuz büyük bir taarruza hazırlanacak ve bu taarruzla kesin zafer kazanılarak Anadolu işgalden kurtarılacaktı. Taarruz planı büyük bir gizlilik içinde hazırlandı. Başbuğ Atatürk, Genelkurmay başkanı Fevzi Paşa, Batı cephesi komutanı İsmet Paşa ve Batı cephesindeki ordu komutanlarının dışında bu plandan haberdar olan yoktu. Gizliliğe tam anlamıyla riayet edildi. Ordumuz bu taarruz için personel, silah, cephane ve levazım açısından elden geldiğince ve yine gizli bir şekilde hazırlandı. Sakarya savaşından sonra geçen yaklaşık 1 yıllık süre bu hazırlıklarla geçmiştir. Taarruzun sıklet merkezi Afyon olacaktı. Dolaysıyla, diğer yerlerdeki, özellikle de Eskişehir civarındaki kuvvetlerimizin büyük bir kısmının Afyon bölgesine kaydırılması gerekiyordu. Bu çok zor bir işti. On binlerle ifade edebileceğimiz askeri birliklerimizi Yunan uçaklarından gizleyerek ve Yunan keşif kollarına göstermeden yüzlerce kilometre yürütecektik. Gündüzleri Yunan uçakların görmemesi mümkün değildi. Birlik aktarımı geceleri gerçekleştirildi. Yunan keşif kollarının ve gözcülerinin durumu fark etmemesi için de atların ayakları, arabaların tekerlekleri bezlerle, çuvallarla sarılarak ses çıkarmaları önlenmeye çalışıldı. Giden birlikleri gizlemek için, yerlerinde kalanlar çalı süpürgeleriyle toz bulutları yaparak olayı gizlemeye çalıştılar. Bu arada İstanbul Hükümeti temel politika olarak "tam teslimiyet" i seçmişti. Batılılara, özellikle İngilizlere tabi olur, onların her istediğini yerine getirirsek, onların devleti kurtaracağı kanaati vardı İstanbul'da. Bu millet, bu devlet artık savaşamaz, savaşsa da kazanamazdı. Dünya savaşında bitmiş, tükenmişti. O halde yapılması gereken galip devletlerin istediklerini yapmak, onlara boyun eğmekti. Bu durum ve şartlar altında Başbuğ Atatürk ve arkadaşları, bir yandan kurtuluş konusunda acele eden TBMM'yi teskin ederek, diğer yandan İngiliz ve Yunanlıları hem de dünya kamuoyunu şüphelendirmeden hazırlıklarını tamamladılar. Türk ordusunun asıl planı, baskın şeklindeki bir taarruzla Afyon cephesinde Yunan savunma tesislerini yarmak, Yunan ordusunun İzmir'le temasını kesip kuşatarak yok etmekti. TBMM taarruz hazırlıklarından haberdardı ama ne zaman ve nasıl taarruz edileceği konusunda hiçbir bilgiye sahip değildi. Başbuğ Atatürk Ankara basınına Çankaya köşkünde çay partileri verdiği ilanlarını verirken, aslında taarruz planlamasını tamamlamış ve Ankara'dan ayrılarak Konya -Akşehir üzerinden Afyon - Koca tepe sırtlarına varmıştı. Ve o tarihten itibaren Ankara'nın her yerle, bütün dünya ile telsiz, mektup gibi her türlü haberleşmesi yasaklanmıştı. Taarruzun sonuna kadar kimse net olarak ne olup bittiğini anlayamayacaktı. 26 Ağustos 1922 günü saat 05.30'da Türk topçularının ateşi ile Türklerin geciken Büyük Taarruzu başlayacak ve arkasından Piyadelerimizin kalkıştığı hücumla Yunan ordusu neye uğradığını şaşıracak ve 1 yıl uğraşarak hazırladığı savunma tesislerinin 30 saat gibi kısa bir zamanda aşıldığını görecek ve 27 Ağustos günü öğleye doğru geriye kaçmaya başlayacaktı. Ancak düşmanın gerisinde de Türk ordusu vardı. Fahrettin Paşanın kahraman süvarileri, geçilemez olarak düşünüldüğü için tedbir alınmasına lüzum görülmeyen Ahır dağlarını beklenmedik bir şekilde ve büyük fedakarlık ve kahramanlıklarla aşarak Yunan ordusunun arkasını çevireceklerdi. 30 Ağustos 1922'de Türkün kararlılığı ve vatanını savunma azmi karşısında tutunamayan Yunan kuvvetlerinin bir kısmı, yeni atanan baş komutanları ile birlikte esir olacak, bir kısmı da şuursuzca ve korkakça geçtikleri yerleri yakıp yıkarak, sivil ve savunmasız halkı kadın çoluk- çocuk demeden öldürerek İzmir'e doğru kaçmaya başlayacaklardı. İşte o zaman Başbuğ Atatürk hem Yunan orduları Baş komutanı küstah general Hacıanesti'ye "...Hacıanesti ! Neredesin ? Gel de ordularını kurtar ! ..." diye bağırarak hak ettiği cevabı verecekti. Başbuğ Atatürk Türk ordularına yeni hedefi de gösterecekti: "...Ordular ! İlk hedefiniz Akdeniz'dir . İleri !..." Ege'ye o yıllarda Akdeniz deniliyordu. Bu emri alan Türk ordusu büyük bir heyecan ve coşkuyla İzmir'e koşuyor, koşmuyor adeta uçuyordu. 9 Eylül 1922'de Türk ordusu İzmir'e girmiş ve 18 Eylül 1922'de esir olanların dışında Anadolu'da Yunan askeri kalmamış, kurtuluş gerçekleşmişti. Afyon, İzmir, Bursa Uşak... bütün Batı Anadolu 2 - 3 yıl katlandığı Yunan esaretinden, Yunan işgalinden kurtulmuştu. Başbuğ Atatürk: ''Ordumuz ihtiyaçlarını ve eksiklerini tamamlamak üzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarında taarruza karar vermiştim. Bu kararımı yalnız Cephe Komutanı ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı biliyorlardı. Bildirdiğim tarihlerde bir geziyi vesile ederek İzmit - Adapazarı yönüne hareket ettiğim zaman, Ankara'da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri'yle görüştükten sonra, o zaman Millî Savunma Bakanı bulunan Kazım Paşa Hazretleri'ni Sarıköy istasyonuna kadar birlikte götürerek, oraya davet ettiğim Cephe Komutanı İsmet Paşa Hazretleri'yle birlikte, taarruz için gerekli hazırlıkların sür'atle tamamlanması ile ilgili kararlar aldık. Efendiler, artık Büyük Taarruz'dan söz açma sırası geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düşman ordusu büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar - Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bölgesindeydi. Bu iki grup arasında yedek kuvvetleri vardı. Sağ kanadını, Menderes dolaylarında bulundurduğu kuvvetlerle, sol kanadını da İznik Gölü'nün kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düşman cephesi, Marmara'dan Menderes'e kadar uzanıyordu. Düşman ordusunun teşkilâtı, üç kolordu ve bazı müstakil birliklerin mevcudu da üç tümeni bulmaktaydı. Biz, Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teşkilâtlandırmış ve düzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye bağlı teşkilâtımız da vardı. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan başka üç tümenli bir süvari kolordumuz ve daha zayıf mevcutlu iki süvari tümenimiz vardı. Teşkilâtı biribirinden farklı olan iki düşman ordusu biribiriyle karşılaştırılırsa, her iki tarafın insan ve tüfek kuvvetleri, aşağı yukarı biribirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu, dünyanın hür ve kendisini destekleyen sanayiine dayandığı için, makineli tüfek, top, uçak, taşıt, cephâne ve teknik malzeme bakımından daha üstün durumdaydı. Diğer taraftan bizim ordumuz süvari sayısı yönünden daha üstün bulunuyordu. 1'İNCİ ORDU KOMUTANI ALİ İHSAN PAŞA'NIN YARATTIĞI DURUM Burada, sırası gelmişken bir noktayı belirtmeliyim. Ordularımızdan birinin, 2' nci Ordu'nun komutanı bugün Askerî Şûra üyelerinden olan Şevki Paşa Hazretleri idi. 1' inci Ordumuzun komutasını Malta'dan gelmiş olan İhsan Paşa 'ya vermiştik. İhsan Paşa 'nın, kendisini Divan-ı Harbe kadar götüren yersiz ve davranışlarından dolayı, ordu komutanlığından uzaklaştırılması gerekti. Gerçekten, Ali İhsan Paşa; ordunun disiplinini ve genel yönetimini bir çıkmaza sokacak şekilde hareket etti. Örnek olarak, ordusundaki ast komutanlarda, üst komutanlara karşı itaatsizlik edecek durumlar yarattı. Söz gelişi, ambarlarının mevcudunu günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek genel yiyecek sıkıntısının çekildiği bir sırada, ansızın ambarlarının boşaldığını ve açlık tehlikesi bulunduğunu bildirdi. Ast komutanları, üstlerine karşı itaatsizliğe ve görevlerini yapmamaya kışkırtma ve bu davranışları destekleme gibi tutumları yanında, ordunun emirlere uyma ve görev duygusuyla oynayacak kadar entrikacı bir yaratılışta olduğu kanaatini de uyandırdı. Ali İhsan Paşa 'nın bilinen, kendisine has özelliklerinden başlıcaları şunlardı : En küçük birliklere kadar bütün ordusuna, önemli önemsiz her işin ve her kararın ancak kendisi tarafından verileceğini telkin ederek bütün ordusunda yalnız kendisinin kudret sahibi olduğunu zannettirmek. Büyüklerinden daha üstün olduğunu herkese ispatlamak düşüncesine kapılmak. Gerek resmî iş gerek özel davranış bakımından büyüklerinin itibarlarını düşürmeye çalışmak. Savaş açısından tedbirde yerindelik ve sinirde sağlamlık yönleriyle kendisini deneme fırsatı bulunmamış olmakla birlikte, bu hususta anlaşılan karakteri şuydu : Herhangi bir başarısızlığı mutlaka astına veya üstüne yükleme yolunu her zaman düşünmesi. İhsan Paşa, yumuşak ve nazik davranışlardan çok, sert ve resmi davranışla iş yaptırmayı gerekli bulur. Ali İhsan Paşa 'nın huyu ve ahlâkı konusunda, kendisinin kurmay başkanı iken çekilmek zorunda kalan Yarbay Halit Bey'in (Sonradan Kastamonu Milletvekili olmuştur) Batı Cephesi Komutanlığı'na verdiği 20 Ocak 1922 tarihli resmî bir raporunun bazı bölümlerini olduğu gibi bilginize sunacağım. Halit Bey, Birinci Dünya Savaşı'nda, Irak'ta da Ali İhsan Paşa ile birlikte bulunmuştu. Sözünü ettiğim raporda şu cümleler vardır : " ---------------------------------------------------------- Komutanım Ali İhsan Paşa 'nın geldiği günden beri ast komutanların haysiyetini ve görev yapma isteğini kıracak davranışlar içinde bulunması ve yapılan yazışmalardan anlaşılmış olacağı üzere Cephe Komutanlığı'na karşı astlara hissettirecek derecede yakışıksız bir haberleşme kapısı açması, benlik kokusu hissedilen düşünce yarışına girişmesi, dünyanın değer verdiği ve saygı duyduğu cephe karargâhının nüfuzunu azaltmak istediğini anlatır bir davranış tarzını benimsemiş olması, beni ciddî olarak düşündürdü ve üzdü. Davranışlarını elimden geldiği kadar değiştirmeye çalıştım. Fakat yine büyük bir fark göremedim. .-----------------------------------------------------------Aklında yer etmiş bencillik hastalığı, ün yapma hırsı, aşırı kıskançlık ve sonsuz bir bencilliığin etkisiyle baş olmak istediği, davranışlarından ve ast komutanlar yaninda söyledigi biribirine düşürücü sözlerden anlaşılıyordu. 11' nci Tûmen Komutanı istifamı işittikten sonra, bana gizli bir konuşmada : Ali İhsan Paşa ' nın Malta'da iken kurtulması için Ferit Paşa ' ya mektuplar yazdığını ve İngiliz mandasını kabul etmek için kendi karşısında saatlerce açıktan açığa konuşmalar ve tartışmalar yaptığını söyledi. Ali İhsan Paşa 'nın davranışlarına bakarak, bu sözleri dikkat çekici buldum.." Astlardan gelen bazı evrakı cepheye, cepheden geleni astlara olduğu gibi göndererek karşılıklı güven duygularmı sarsma şeklindeki davranışlan da ayrıca dikkati çekmektedir. Söz gelişi : Şeyhelvan dağının düşman eline geçişi ile ilgili yazışmaların olduğu gibi 2 nci Kolordu'ya, 5 inci Kolordu'dan yazılan bazı raporların da aynen cepheye yazılması gibi. Buna rağmen, söz konusu olayın sorumluluğunu 5' inci Kolordu Komutanı'na yüklemesi ve kendisinden cepheye şikâyette bulunması âmirlik niteliği ile bağdaştırılamaz, Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlattığı hâtıraları arasında, Ateşkes Anlaşması tarihinden bir gün önce, Musul güneyinde, Şarkat'ta esir olan Dicle Grubu nun esirlik sebebini yalnız o zaman grup komutanı olan (Şimdi Doğu Cephesi nde Tümen Komutanı imiş) Yarbay İsmail Hakkı Bey' in üzerine atması da bu karakterinin delilidir. Dicle Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22 nci Alaylarla Avcı Alayından oluşmuştur. Bunlardan başka ayrıca 5' inci Tümen'den 13 ve 14' üncû Alaylar da parça parça esir verildi. Ateşkes Anlaşması'ndan bir gün önce 13.000 kişinin esir verilmesi, 50 kadar topun kaybı, gerçekte kendisinin şartlara ve duruma uygun olmayarak verdiği bir emir yüzündendir. İşte bu durum Musul ilinin kaybedilmesine yol açtı, Halbuki, ateşkes anlaşması yapılacağı belliydi. Gruba, Keyare mevziine çekilmek için direktif verilseydi, İngilizler gruba tesir etmek şöyle dursun yenemezlerdi bile. Bu gruba 5' inci Tûmen de katılabilirdi. Ateşkes anlaşması yapıldığı zaman, esir olan sekiz piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde kalırdı, Fakat sefil bir düşünce mantığa galebe çaImıştır. Hâtıralarında, Dicle boyundaki bütün başan ve Townshend' in esir alınması şerefi, kendisine mâledilmiştir.... , Her başarıyı kendisine aitmiş gibi gösteren yayınlar yaptırmaktan maksadı, kamuoyunu aldatarak şöhret ve mevki kazanmaktır. Ünlü adamlarm hâtıralarını yayınlamak, millette övünme duygularını canlı tutar ve gereklidir de, ancak, tarihin sorumlu tutacağı kimselerin hareketlerini övünülecek şeyler arasında saymak tarihi lekeler ve gelecek nesilleri yanlış düşüncelere sürükler. General Marshalli 'ın : Yanzı ölene kadar Musul'u terk ediniz; aksi halde savaş esirisiniz, emri aldığı zaman o büyüklük taslayan Paşa Hazretleri Sincar çölünü geçerek Nusaybin'egitmek için General Marshall'dan resmi bir yazı ile kendisini koruyacak iki zırhlı otomobil istedi ve bunların koruyuculuğunda Aşir Bey ' le (şimdiki Milli Savunma Bakanı Müsteşar Yardımcısı Aşir Paşa ' dır) beni Musul'da bırakarak Nusaybin'e gitti. Aşiretler arasında hükümetin manevi otoritesini de kırdı. Bu durumu görenlerin vicdanı sızladı. Zaho yoluyla, koruyucusuz gidebilirdi veya süvari alarak çölden geçebilirdi. Halep'te İngiliz generalinden şahsı için özel tren istedi ve yolda hakarete uğramaması için muhafız bulundurulmasını istemeyi de unutmadı. Gerektiğinde hayatının ve rahatının korunması için milli şerefi unutan paşa Hazretleri'nin ahlâkına örnek olmak üzere yukandaki olayları dile getirdim..... Eski komutanıma hoş görünmedim.Çünkü hırsına hizmet etmedim ve dalkavukluğunu yapmadım." Millete, Millî Ordu'yukuran ve millete zaferler kazandıranbüyük komutanlar gibiasil ruhlu, iyi niyetli kılavuzlar, komutanlar gerekir. Orduda birlik ve uyumun bozulmasına, görev aşkının zayıflamasına çalışanlar, dâhi de olsalar zararlı birer şahsiyettirIer. Ben, çekilen emekleri bildiğim, girişilen kutsal mücadelede başarıya ulaşmayı istediğim için, kötû niyetli olmadığıma ve çıkar gözetmediğime namusum ve mukaddesatım üzerine yemin ederek bunları anlatmaya cür'et ettim. İran'da, Kafkas a'da uzun süre yaverliğini yapan (şimdi Birinci Ordu harekat şube müdürü)Binbaşı C e m i l B e y son günlerde bana :" İyi ki Ali İhsan Paşa , Millî Mücadele'nin başlangıcında Anadolu'da bulunmadı. Malta'da bulunduğu iyi oldu. Aksi halde, hiç şüphe yok ki, aykırı bir yol tutardı dedi. Paşa'nın nasıl bir insan olduğunu çok iyi bilen C e m i l B e y , pek doğru söylemiştir... Ulu Tanrı'dan kış uykusuna yatmış yılana güneş göstermesin dileğinde bulunurum. Efendiler, Ali İhsan Paşa, Meclis'teki muhalifler grup ileri gelenleri ile de temas ve haberleşmelerde bulunuyordu. Kendisinin komutanlığına son verilerek, hakkında kanunî işleme devam edilmek üzere Millî Savunma Bakanlığı emrine verilmesini onayladığım. 18 Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı bulunan Rauf Bey'den, makina başında, İhsan Paşa ile ilgisini gösterir bir şifreli telgraf almıştım. Yeri gelince bu telgrafı da bilginize sunmuştum. O günlerde Adapazarı, İzmit taraflarında gezide bulunuyordum. Rauf Bey telgrafında diyordu ki : 1' inci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa' nın görevden alınarak Divan-ı Harbe verilmek üzere Konya'ya gönderildiğine dair Meclis çevrelerinde dedikodulara yol açan bir söylenti vardır. Efendiler, bir komutanın görevden alınması, göreve tayini veya askerî mahkemeye verilmesi işleminin üzerinden bir gün bile geçmeden, Meclis'çe dedikodu olabilecek bir söylenti haline gelmesi ve Meclis İkinci Başkanı'nın bu olayla, benden açıklama isteyecek kadar yakından ilgilenmesi dikkat çekici değil midir? Rauf Bey'e tarafından gereken cevap verildi.1' inci Ordu Komutanlığı bir süre vekâletle idare edildi. Fakat birinin asil olarak tayini gerekiyordu. Moskova Sefirliği'nden dönmüş olan Fuat Paşa'nın 1' inci Ordu Komutanlığı'nı kabul edip etmeyeceği konusunda düşüncesini almak istedim. Anladım ki, cephe komutanlığı yapmış olduğundan, cephe komutanının emrine girmek istemiyor. Millî Savunma Bakanı bulunan Kazım Paşa vasıtasıyla 1' inci Ordu Komutanlığı'nı, Refet Paşa'ya teklif ettirdim. Kabul etmemiş. Nihayet, o tarihlerde kayıtsız şartsız cephe emrine girerek görev yapacağını söyleyen ve açıkta bulunan Nurettin Paşa'yı 1' inci Ordu Komutanlığı'na getirdik.