Bu toplumsal zeka denilen şey sanırım. İnsanı bireyselleştiren bir sistem içine girerken, biz hala toplumsalcı düşünüyoruz. Kendimizi karşımızdaki insana göre değerlendiriyoruz, kendimize mal olmayı değil topluma, sokaktaki teyzeme, amcama, bakkala, şuna buna mal eldiyoruz kendimizi.
Oysa ki kendi içinde belli yere gelememiş bir kişinin toplum içinde üstün bir rol oynaması imkansızdır. Eğer birşeyler yapılmak isteniyorsa, insan öncelikle onu kendi içinde yapmalı, tamamlamalı, hatta teste tabi tutmalıdır.
Sokakta yürürken dahi karşımıza çıkan bazı şeyler vardır. Hayatın bize örneklerini sunması gibi. Köşe başında toplanmış bir grup insan aralarında konuşur. "Şu şuymuş bu buymuş..." Ya da bir ebeveyn çoçuğunu ikna etmeye çalışırken "bak böyle yaparsan herkes sana güler..." diyerek, daha biran önce yetişme, bir noktaya erişme hevesinde olan bireyin önüne kocaman bir duvar örerler. Bir süre sonra insanın kendi beyni kaybolur yerine tüm toplumun beyni gelir. Attığı üç adımın hesabı bile bu beyin tarafından yapılır.
Hal böyle olunca ne romantizm kalır, ne özgür düşünce, ne sanat akımları için bir yol, ne de..... diye sayılabilecek milyon tane insana özgü davranış.
Erkeklik, kadınlık... Birinin baskın birinin silik, gizli olmasının tek sebebi de toplumsal zeka değil midir? Sen çocuğunu yetiştirirken bile bu baskın-silik karakterleri veriyorsan. Yapabilecek hiçbirşey yok. Toplumumuza baktığımızda erkek çocuk, toplum zekası sayesinde, "genel yapıcı", kız çocukları da "genel yaptırmayıcı" olunca aslında bir olması gereken iki taraf bir anda kutuplaşıyor, uzaklaşıyor. Bunlara rağmen arada birkaç kişi çıkıp eşitliği sağlamaya kalkışınca, erkekse "layt erkek" kadınsa "eşi,eşrafı belli olmayan" oluyor.
Kendi düşüncelerimizi hayata aktamamız gerekiyor yoksa, biz neciyiz ki? Niye yaşıyoruz ki?