İhsan TOPÇU
30 Ağustos 1948 tarihinde Sürmene'nin Kuşluca köyünde doğdu. İlk ve ortaokulu Trabzon'da, liseyi Kilis'te 1965 yılında bitirdi. Aynı yıl girdiği İ. Ü. Hukuk Fakültesi'nden 1967 yılında kendi isteğiyle ayrıldı. 1967 yılında girdiği İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü 1971 yılında bitirdi. 13 Ocak 1972 tarihinde Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı. 29 Nisan 1972'de evlendi. Birkaç aftan yararlandıysa da 1989 yılında devam süresini doldurduğundan İ. Ü. Hukuk Fakültesi 3. sınıfından ayrılmak zorunda kaldı.
Değişik liselerde ve Kocaeli Eğitim Enstitüsü'nde edebiyat öğretmenliği, kısa aralıklarla da yöneticilik yaptı. 7 Mart 1994 tarihinde Kocaeli Üniversitesi'nde Türk Dili okutmanı olarak göreve başladı. 19 Ekim 1994 tarihinde Türk Dili Bölüm Başkanlığına atandı. 30 Mart 1995 tarihinde Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi'ni, o zamanki adıyla Şiir Okulu'nu kurdu. 22 Ağustos 1996 tarihinde Şiir Okulu Müdürlüğüne atandı. Türk Dili Bölüm Başkanlığı ve Şiir Okulu Müdürlüğü görevlerini 22 Aralık 1998 tarihine kadar sürdürdü. 23 Aralık 1998 tarihinde Kocaeli Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğüne atandı, bu görevinden kendi isteğiyle 7 Mayıs 1999'da ayrıldı. 24 Ocak 2002 tarihinde Şiir Etkinlikleri Birim Müdürlüğüne yeniden atandı, 17 Ocak 2006 tarihinde meslekte 35. yılında emekli oldu. Kocaeli Üniversitesi’nde ücretli olarak Türk dili derslerine giriyor.
İlk şiiri 1964 yılında Kilis Hududeli gazetesinde yayımlandı. Bugüne dek, Üçüncü Mevki Duygular (1969), Yarınsız Sayfaları Yırtıyorum (1975), Arayış Yol Arıyor (1990), Gökyüzünü Yitiren Kuş (1994), O Yitik Kıpırtı (1996), Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzluk Veren Gül (2003) adlı şiir kitapları yayımlandı.
Kocaeli Günümüz Şiiri Antolojisi’ni hazırladı (2005)
Gökyüzünü Yitiren Kuş adlı şiir dosyasıyla, 1992 yılında, İsveç'te uluslararası boyutta düzenlenen bir yarışmada Hümanist Enternasyonal Şiir Onursal Ödülü'nü, Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzveren Gül’le 2004 Ş. Avni Ölez Şiir Emeği Ödülü’nü aldı.
Şiir ve düzyazıları Cumhuriyet Kitap, Papirüs, Eski, Berfin Bahar, Düşlem, Güney, Ilgaz, Ozanca, Çağdaş Türk Dili, Damla, İnsancıl, Kıyı, Karşı, Türk Dili Dergisi, Poetikus, Şiir Ülkesi, Yaşasın Edebiyat, Pencere, Damar, Agora ve Güzel Yazılar’da yayımlandı.
Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi'nin yayın organı olan Gökyüzü adlı şiir dergisinin, çıkış yılı olan 1996'dan 2005 yılına dek yayın yönetmenliğini yaptı.
Sözleri ve ezgisi kendisinin olan Atatürk Oratoryosu adlı bir çalışması var.
Evli ve iki çocuk babası olan Topçu, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Edebiyatçılar Derneği üyesidir.
I. Bölüm
YAŞAM AVUÇLARIMIZDA SONSUZVEREN GÜL
XXI. YÜZYIL İÇİN
BİR YÜREĞİ ONARMA DÜŞÜ
sönmüş yanardağların
kırık dökük ağzı
yüreğim
bak ben geldim
onarmaya seni
bilinmedik bir gezegende
çıplak ve sözcüksüz canlılar arasında
yeni bir ruh giyindim
serin sabah sularıyla her gün yıkanan
bak ben geldim yüreğim
onarmaya seni
ilkel doğallıklar kılcal damarlarımda
KAYGAN SÖZCÜKLER ÜSTÜNE
DENGELİ BİR DÜŞÜŞ SONRASI
insan nasıl düşebilir dengesini yitirmeden
işte ben öyle düştüm o bildik sözcükleriniz üstüne
o bıkkınlık veren anlamlarınız üstüne
önce çölümdünüz bataklığım oldunuz sonra
şimdi sümüksü yosunlarsınız pis kokulu
yüzüme gözüme bulaştınız her şey olup
gün kemiriyordu ruhumu bitecektim
çıkışsız inlerdeydi zaman
intihar insansızlıktı yerim değildi
sen bir yolsun dedim kendime
sen bir yolsun tanı kendini
kıvrıl dağların üstünden patika ol
GEÇ KALMANIN BÖYLESİ
yelkenliyi götüren rüzgârı sevdim
hep sevdim / uzaklar yurdumdu hep
gece kılıklı başkentlerden
ölüm kokuları sindi üstüme
gizli tuttum utancımı
çiçeklerin yanından geçemez oldum
yalnızım suçluyum ezik
yasak sevişmelerde kaldı düşlerim
acının kaynağından yangın akıyor
üstüme üstüme yıkılıyor bentler
ölü eliyim artık
kelebekler konmuyor parmaklarıma
ıssız ve kıpırtısız bir gün gibi
kendime de insana da geciktim
YAŞAM AVUÇLARIMIZDA
SONSUZVEREN GÜL
aklı başında bir ok
taşıyor beni bir yerlere
dokunmak istiyorum anlamak
gizliyor kendini
saniyenin tarihinde dolaşıyor
en büyülü sözcüğü hız
yakıyor genzimi
başlangıçtan önceki son kokusu
bir ok taşıyor beni
o tanımsız hızıyla
çarpacak önce düş-yerlere
yıkıp onaracak
engin maviliğinde olacağız çocukların
yaşam avuçlarımızda sonsuzveren gül
BİRAHANEDE KOŞAN ATLAR
– sarıkamışlı recep bakırköy’de yatıyor şimdi
ne bu şiirin yazıldığını biliyor
ne de kendisine adandığını –
birkaç numarası silik piyangodur masasında
umudunun en pembe noktası yarış bültenleri
düşlerini emzirirken dördüncü birasıyla
hipodromdan daha hızlı koşuyor
ekranda atlar
hem taburesinde cokey
hem de uçan halısına pist arıyor
– ey hayat onar insanı
yarım dua oluyor dilinde yinelenen
cinnetini erteliyor üç numaralı tay
ŞİİRİM AKREP KUYRUKLARINDA
“Bahar kal e mi.”
Bilal Kayabay
nasıl bahar kalırım ozanım
ipek dokunuşluydu ses ve anlam
sözcükler sokulgan ve doğurgandı
yeni pencereler açıyorduk kendimize
yasalar ceset üretiyordu / görüyorduk
yeniden kuruyorduk dünyayı düşlerimizde
her şey olabilirdi
hiçbir şey de
biz hiçbir şeyi seçtik
şiirim akrep kuyruklarında
nasıl bahar kalırım ozanım
yaşam pamuk ipliğinden ince
yasalar da
kendimden korkuyorum
beni bağışla
ŞİİR EYLEMLE BULUŞSUN
– ey ozan
ne zaman katılacaksın yaşama –
gün ağarmıştır
kan ve sömürü
şaha kalkacak birazdan
o doymayan sonsuz vahşi kuyu
yine insana saldıracak
gece yarısıdır
sözü incitmeme mevsimi yani
hayat nelerin toplamıdır söyle sevgilim
sözcüklerüstü sokul içime
bedeninle anlat evrenin gizlerini
götüren su ol
bent yıkan ırmak
eksilt yüreğimin bin yaşını
gün ağarmıştır
ey çok renkliliğin anayurdu
sözcüksüz doğa
dilsiz düşünürü varlığın
sen sığındığım ışık
müziğin ve çok sesliliğin ilkel tanrısı
ey gücün ve kavganın kaynağı
sığınağım ol
beynimi de yüreğimi de birlikte emzir
sonra sal bu insan vahşetinin üstüne
şiir eylemle buluşsun
AH BENİM O ESKİ YÜZÜM
her saniye
kaynağını çoğaltarak
acı su oluyor utanç
yüreklerimizi yakıp
çiçeklerimizi çürütüyor da
yüzüm taşlar altında kalıyor
sen
kokuşmuş ruhunu öneriyorsun sabaha
gün ağarıyor
harflerinde kalıyorsun sözcüklerin
üstelik
beynini tüketen çıbanlarından
irinler akıtıyorsun güne
seni siliyorum yaşamımdan
yeniden tanışmak istiyorum
o direngen yüzümle
yola koyuluyorum
dünya yurdum oluyor
bütün taşları kaldırıyorum tek tek
o karşı yüzümü arıyorum
o aydınlık yüzümü
eski bir aynada kalmıştır belki
yüreğim ah yüreğim
yüreğim yol yorgunu
SANA SIĞINIYORUM EY İNSAN
gün kemiriyor anlamı
yaşamı anlamak tükeniyor
dünya kemiriyor çocukların geleceğini
varlık da mutluluk da tükeniyor
bense
hâlâ içini doldurmaya çalışıyorum boşun
bir türlü kendime yetemiyorum
gün kemiriyor kendisini
doğurgan gün tükeniyor
kent kemiriyor dışlaşmayı
sokakla tanışmak tükeniyor
bense
şiirimi yaşamsal kılmaktan başka
hiçbir şey yapamıyorum bu kimliksiz çürümelerde
gün kemiriyor yüreklerimizi
yanardağ yüreklerimiz tükeniyor
ozanlar kemiriyor gerçeğin bıçak yüzünü
yaşamdan beslenen şiirler tükeniyor
bense
sana sığınıyorum ey insan
tükenişe inat kucakla beni
KAYGI
yaşam
bütün sözcüklerini
yaşlı ağaçların
kargalar barındıran dallarına çekiyor
bir ömür boyu
denize düşen bir damla tatlı suyu
mu
aradık yoksa
zamandan hızlı eskiyor her şey
her
şey
sonsuz buz olacak bu hızla
içimizi burkuyor
derin şiirlere ulaşamamanın
kırılgan kaygısı
UĞUR’UM YİĞİDİM ASLANIM
karanlığın karşısına çıkıp da
karanfiller takıyorsun sözüne
uzaklara yürüyorsun yiğidim
sesin ne de yakışıyor yüzüne
çağdaşlığa adım adım yürürken
hainlerin işine bak kardeşim
anadolu alanlara taşınmış
ankara’nın yaşına bak kardeşim
ufkumuza zift perdeler inerken
mumcu’muzun öldüğüne inanma
gönüllere bayrak olmuş uğur’um
ülkem o’nsuz kaldığına inanma
karanlığın karşısına çıkıp da
karanfiller takıyorsun sözüne
uzaklara yürüyorsun yiğidim
sesin ne de yakışıyor yüzüne
II. Bölüm
İKİLİKLER
şiirin o uzun yolculuğunda ah
nasıl buluşabilirim her sözcüğün belleğiyle
BUNALIM İKİLİKLERİ
1.
kuşkusuz yıkar engellerini yüksekten akan su
nasıl taşıyabilirim kendimi kaynağıma
2.
sınırlarını aşarak bilimin
nasıl dönüştürebilirim gülü anında gül bahçesine
3.
sanki içlerine sinmiş tarih
nasıl öğrenebilirim duvarların saklı dilini
4.
son nefesimi vermeye az kala
nasıl takılabilirim masum bir kelebeğin ardına
5.
en gelişmiş laboratuvarlara götürerek zamanı
nasıl çoğaltabilirim bir saniyenin ömrünü
6.
sorular çocuklarındı en çok / yanılmışım
nasıl azaltabilirim onları yaşlandıkça
7.
bir şey var bir türlü çözemediğim
nasıl kaldırabilirim hayatla aramdan zamanı
8.
kör olası yanlışlarımın da
nasıl anlatabilirim doğrularım kadar önemli olduğunu
9.
çocuklarımın ve eşimin tutkusunu bile bile
nasıl fırlatabilirim pencereden televizyonu
10.
olacağı buydu demeden
nasıl yok edebilirim yok etmeden dünyayı
11.
ey yaşam kırık anlar toplamım
nasıl barıştırabilirim beynimle yüreğimi
12.
kılları çok sevdiğimden değil ki sakalım
nasıl inandırabilirim kendimi eskidiğine yüzümün
13.
düşlerim benim sonsuza dokunan sorularım
nasıl koşabilirim önünüzde ah nasıl
14.
gençliğimde günah saydıklarımdan bazılarının
nasıl söyleyebilirim aslında güzel şeyler olduğunu
15.
dönüşsüz yollarım çıkmaz mağaralarım
nasıl soluklanabilirim günsüzlüğümde
16.
sivri kayalıklı uçurumlara takılı kaldım
nasıl tırmanabilirim kanayan yerlerimle
ŞİİR ÜSTÜNE İKİLİKLER
1.
şiir gözüm dağlarca’dır rahatlıkla derim de
nasıl haykırabilirim şiir körüm devlet diye
2.
yaşamlarını damıtarak şiir biriktiren genç ozanlara
nasıl anlatabilirim anı da biriktirmeleri gerektiğini
3.
kaç şiir okuduysanız sayısının
nasıl gösterebilirim yüzünüze vurduğunu
4.
şiirin o uzun yolculuğunda ah
nasıl buluşabilirim her sözcüğün belleğiyle
5.
biçim mağarasındaki içi boş sözlü ozanlara
nasıl anımsatabilirim edebiyat tarihinin silgisini
III. Bölüm
DÖRTLEMELER
eksiğin rahminden doğuyorum şimdi
çocuk gülüşlerinde yeniden
SONSUZ SORU
taşın yüzüne soruyorum
ağacın yüzüne de
ne kadar yüzdür
insanınki
BİR SEVGİLİ
bir sevgili istiyorum
tüm yüzleri taşıyan
tüm yüzleri
yüreğinde barındıran
SONUN ANLAMI
doğumum
bitmeyen çocukluğumun başlangıcı
ölümüm
işsizliğim yani
BİR ÖLÜNÜN ANAHTARLARI
daha mı çok üşür buzdağlarından
bir ölünün boynu bükük anahtarları
kolay alışır mı ki başka ellere
çerçevelense de sahibinin fotoğrafları
DÜŞÜNMEK
bir ülke düşün / düşün ki
içerdekiler dışardakilerden namuslu
bir ülke düşün
düşün ki al başına belayı
VAR – YOK
benim
yoklarım vardır
sizin
varınız ne ki
ANLAM KARŞISINDA UTANÇ
artık rahatsız etmesek diyorum sözcükleri
bir süre sussak
oturup kalksak sözü kirletmeden
sevişip uyusak
ŞİİR DİLİNE DOĞRU
bir şiir ermişine sorsam
sözcükler bazen tanımazken kendini
dizelerde yitmesi midir yoksa
dilin büyülü gizi
ŞİİRİN SON FOTOĞRAFI
seksen sonrası ozanların toplu fotoğrafı önümde
bu denli uzun kollar hiç görmedim ben
kimin eli kimin cebinde
anla anlayabilirsen
KENDİME 50. YAŞ SÖYLEVİ (!)
ne kimse öğretti sana
ne de öğrenebildin yıllardır
orana burana değdirip aşkı
anlamından yoksun kaldın ne haber
50 YAŞ SIFIRLAMASI
hem bacaksız seksekti sanki düşlerim
hem de raysız tren
eksiğin rahminden doğuyorum şimdi
çocuk gülüşlerinde yeniden
IV. Bölüm
YANGININ VE IŞIĞIN DİLİYLE
gittin çürüdü zaman
denize aktı kentin sokakları
GÜL, TEN VE DİKEN
gözlerinin derinliğinde tarih öncesi zamanlar
sesinde yayla rüzgârlarının serinliği
dokunuş düşüncem güller açıyor teninde
ben o güllerin ah
dikenlerine tutunan asi bir tutsağınım
sahi sen
düşüncelerinin de düşlerinin de sahibi misin
sor kendine
bir demli çay içimi düşün
sevişmek bir düş-mekân kazanmaktır aslında
düşün
ve kurgula evreni aşmayı
birlikte ateşin ruhuyla beslenirken
sevişmelerden daha geniş mekânların olmadığını
düşün ve kurgula
dokunuş düşüncem güller açıyor teninde
ben o güllerin ah
dikenlerine tutunan asi bir tutsağınım
NASIL ANLATABİLİRDİM SANA
sesini götürmeden kanyonlardan çavlanlara
ruhuma değdirmeden
yanağımda gezinen sıcaklığını
elini avucumda büyütmeden
nasıl anlatabilirdim sana anlatamadıklarımı
acının tarlasında boy vermeden ekinlerim
şiirin boyutlarıyla damıtmadan
düşünce mabedimde kendimi
masum sarı papatyaların dili olmadan
nasıl anlatabilirdim sana anlatamadıklarımı
“yokülke”mde varlığını resmetmeden zamana
yüreğime konuk etmeden
dantellenmiş gül bakışlı gözlerini
ayrılıklarımıza ince dizeler düşürmeden
nasıl anlatabilirdim sana anlatamadıklarımı
BİR GÜN DÖNERSEN
gittin gökyüzünü götürerek kentin
közün de köpüğün de ömrünü bıraktın bana
baktığım aynalarda yokum artık
bir gün dönersen yüzümle dön
gittin gideli yazısız yayımlanıyor gazeteler
yeni bir dil tadıyorum kimsenin tatmadığı
dört yöne koşuyorum aynı anda aynı hızla
senin annen benim aslında
gittin çürüdü zaman
denize aktı kentin sokakları
bir gün dönersen yaşamımla dön
gece düşlerini de getir yanında
YANGININ VE IŞIĞIN DİLİYLE
her şey yok oluşu barındırırken içinde
tenime dokunduğunda sesin
yeniden var ediyorsun evreni
bir bilsen nasıl da şiiri örtünüyor madde
iki yanı küpe çiçekli yolumsun
ruhuma doğru genişleyen
günü damıtırken anlıyorum
sen tüm sözcüklerden çoksun
tanıdık hüzünleri anlat geceye
yalnız karanlığa fısılda
sarı papatyaların masumluğunu
geceyi bölüştür ikimize
odalar perdelerle örülü sokaklar maskelerle
gökyüzünü anlıyorsan beni anlıyorsun demektir
yangının ve ışığın dilini çöz ve gel
özgürlük uçurumlar ister / yüreğine söyle
YENİDEN SENİNLE
– eşime –
sil baştan deyip
yeniden yazabilirim bu şiiri
yeniden yeniden düşünebilirim
zamanın kemiren aynasında ikimizi
yarım yüzyılı deviren bedenimle
sil baştan deyip
nasıl yaşayabilirim yeniden
yirmi yaş çılgınlığımla seni
nasıl yaşayabilirim ah nasıl
yeniden seninle yaşamımı
güzelim seninle
onarmak için yüreğimi
GERÇEĞİN ŞİİR YÜZÜ
bu kez anlamı zorluyor imgelemim
sazlıkta kaybolan – nereden çıkarıyorum bunu –
çıplak ayaklı götüren bakışlı kadın
nedense üstündekileri tek tek göle fırlatıyor
ben bu şiir karesinin ah
neresine kendimi koysam
taşımakta zorlandığım aklımı belleğimi
açık kestane saçlarına takabilirim
o şuhun
seher yellerinde uçuşsun omuzlarına dokunarak
bana kalan mı çok bu kareden
benden giden mi
SAPANCA GÖLÜ’NDE ZAMAN
beni de aşar kendini de
sapanca gölü’nde sabahlayan zaman
şiire dönüştürür yüzündeki gizi
bizi de aşar rengini de
halesi saçlarımıza dökülen ay
onarır kırık-dökük kalplerimizi
günü de aşar yarını da
seni öpmeye kışkırtan o an
külün altından çıkarır közü
beni de aşar seni de
okyanuslar ötesine kanat çırpan aşk
karanfiller döker gecenin yüzü
V. Bölüm
TRABZON SEVDALANMASI
Hey gidi Fındık Ahmet’in motoru
Okyanuslara açılmaktı sana dokunabilmek
TRABZON SEVDALANMASI
Gökyüzünde iki güneş gördüm ben
Trabzon’da doğar batar birisi
Denizinden dağlarına bir başka dünya
Gönlümüzü tutsak etmiş
Yeşiliyle mavisi
Şimdi bir dal kırılır uzaklarda
Var say ki bir karaymiş dalıdır
Unutulmuş düşler dirilir bir bir
Hep çocuk kalır bir yanımız
Bir tutam düş kanatlarında
Bütün martılar Yoroz’dan geçer
Selam söyler eşe dosta
Eski bir başkent ruhu dolaşır
İçimin Uzun Sokaklarında
Var say ki
Bir Trabzon sokağındasın hayal meyal
Yağız delikanlılar sarmış dört yanını
Ahu bakışlı kızlarda o nazlı eda
Yollara karışmış gençliğin
Şu kırmızı kazaklı masum bakışlı
Yere sert basan çocuk sensin
Yıllar almış hızını
Sönmüş mangal yüreğin
Felek bırakmış bizi haburalara
Bir hiç akşamında bunalırken gün
Dursun Reis al demiri
Vira uşaklar vira
Bu özlem bu karanlıklar bitirecek bizi
Zifiri katran üzerimiz
O cennet kıyılara yali yali gidelim
İstanbul Boğazı’ndan al bizi Karadeniz
TRABZON YALNIZLIKLARI
Hiç unutur muyum
Siyah önlüğümü giydiğim o ilk günü
Yağmur çamur vız gelir
Her gün tırmanırdık Çömlekçi’den Arafilboy’a
Ah benim parçası kalmayan tahta çantam
Buz tutan yokuşlarda kızağımdın
Hey gidi günler hey
Belleğimin karanlık bir köşesinde sınıfta kalmış
Çektiği sıradayaklarında
Hep iki çubuk kullanırdı Sedat Bey
Hiç unutmadık seni
Horozşekerci amca
Ne tatlı horozların vardı
İlk resim öğretmenimiz sendin
Çizdiğimiz horozlar
Bir güzel ötmeye başladı senden sonra
Ortahisar Trabzon’un ortası
İki kardeştiler Bekir’le Ziya
Bir yaramaza karşı
Ertan Ağabey’in Kertenkele’si
Şahap Bey’in Tilki’si bendim
Rahmetli Safiye Hanım Teyze’nin
Hakkı var üzerimde
O güzelim mahallede ele avuca sığmaz
“Ali kıran baş kesen”dim
“Dayak Cennet’ten çıkmadır” derdi babam
Kaç kez hapsetmiştir beni aç susuz
Kaç kez sorgulanmadan atılmışım soğuk odaya
Bir hüzün anıtıdır ablam
Yaşlandıkça düşlerimde büyüyen
Boncuk boncuk yaş o güzelim gözlerinde
Nerede bir oda görsem şimdi
Hep içeri ablam girer
Bir dolu tepsi ellerinde
Yorganımın altında dünya küçülürdü geceleri
Mavi renkli bir cip’im olurdu üstü açık
Buyur ederdim de hiç kırmazdı beni
Nazlanmazdı mahallenin en güzeli
Tüm arkadaşlarımı hem Bekir’i de
Tek tek toplardım da evlerinden
Neden mi Kadir’i almazdım aramıza
Onların pleymut’u vardı kuyruklu
Çocukluk bu ya
Koltuğumda Hakimiyet gazeteleri
Uzun Sokak’tan Atapark
Taksim Parkı’ndan Çömlekçi
Düşlerimde yarım kalmış dünyalar
Kalepark’ta sakız satan çocuk ben
– Golden ciklet var abiler
Lion-Melba var
Ortahisar’da şansını sına tablam
– Boş yok boşa para yok
Beş kuruşa şansını sına
Çengelli iğne
Cüzdan
Siyah toka
Sonra lise yılları
Pantolonlar ütülü saçlar taralı
Derken İstanbul Üniversitesi
Dünkü uçarı çocuk bugün artık öğretmen
Yıllar yılları kovalıyor biliyorum
Yalnızlıkların hüzündür sonu
Çocukluğumu verin bana n’olur
Yeniden yaşamak istiyorum Trabzon’u
Gurbette Trabzonsuz donuk yıllarım
Yıl mıydınız takvim yaprakları mı
Artık sığmaz oldum düşlerime
Irmak ırmak özlemim aşar dağları
Her gün dökülürüm
Boztepe sırtlarından Karadeniz’e
İLK AŞKLARDA KALDI MASUMLUĞUMUZ
(Trabzon Sokaklarında İlk Aşklarımız)
Küçük yaşta ne duygular tatmışım umulmadık
Çok erken tanışmışım karasevdayla
Trabzon Trabzon olalı ilk kez
Naciye kokardı boydan boya
Boyuma bosuma bakmadan Uzun Sokak’ta
Parke yolları pembe düşlere boyardım
Görebilmek için nar dudaklı sevgiliyi
Şöyle bir kenardan
Martılar kadar masum ve utangaçtım
Gözler kulaklar Boztepe’de
Eller sofradayken oruçlu
Vah olsun iftara pide yetiştiremediğim günlere
Kolay değil
Naciye’nin okuldan çıkışı
Rastlıyor o saatlere
Mahallesine gidip tatil günleri
Az mı beklerdim pencereye çıkışını
Göz göze gelirdik bazen
Kendimce bir anlam çıkarırdım
Boşa çekmişim kürekleri Ortahisar’dan Arafilboy’a
Sözlüymüş meğer dayısının oğluyla
Odamın duvarları / hey odamın duvarları
Nasıl da üzerime gelirdiniz
Kendimi zor atardım dışarı
Ganita’da sahili döverken Karadeniz
Başka dünyalara uçardı yüreğimin sıkıntıları
Kumral saçlı uzun boylu bir subay kızı
Liseli ilk aşkımdı Ankaralı Semra
Şimdi aradan çok sular geçti
Atapark’ta kalpler çizip adını kazıdığımı
Söylesem kızmazsın ya
Ders çalışırken geceleri
Kitap sayfalarına sığmazdın
Hüzünlü güzellikler yaşatırdın okul yollarında
Vallahi kimse bilmezdi benden başka
Zil çalar çıkardık
Sen sınıfta kalırdın
Teneffüsler ne kadar da kısa gelirdi
Zilden önce çalardı Hayri Bey düdüğünü
Göz göze gelirdik ara sıra
Sen Trabzon Lisesi gibi onurluydun
Çillerin ne kadar da güzeldi
Gözlerin bir çift manolya
Kalemim sende kalmıştı bir keresinde
İsteyememiştim cesaret edip de
Sen de söylemedin
Niçin geri vermemiştin ki
Aklıma gelince merak ederim ya
Yoksa bir şey mi vardı aramızda