Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

kuşluca

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4
  • Katılım

  • Son Ziyaret

kuşluca tarafından postalanan herşey

  1. İhsan TOPÇU 30 Ağustos 1948 tarihinde Sürmene'nin Kuşluca köyünde doğdu. İlk ve ortaokulu Trabzon'da, liseyi Kilis'te 1965 yılında bitirdi. Aynı yıl girdiği İ. Ü. Hukuk Fakültesi'nden 1967 yılında kendi isteğiyle ayrıldı. 1967 yılında girdiği İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü 1971 yılında bitirdi. 13 Ocak 1972 tarihinde Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı. 29 Nisan 1972'de evlendi. Birkaç aftan yararlandıysa da 1989 yılında devam süresini doldurduğundan İ. Ü. Hukuk Fakültesi 3. sınıfından ayrılmak zorunda kaldı. Değişik liselerde ve Kocaeli Eğitim Enstitüsü'nde edebiyat öğretmenliği, kısa aralıklarla da yöneticilik yaptı. 7 Mart 1994 tarihinde Kocaeli Üniversitesi'nde Türk Dili okutmanı olarak göreve başladı. 19 Ekim 1994 tarihinde Türk Dili Bölüm Başkanlığına atandı. 30 Mart 1995 tarihinde Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi'ni, o zamanki adıyla Şiir Okulu'nu kurdu. 22 Ağustos 1996 tarihinde Şiir Okulu Müdürlüğüne atandı. Türk Dili Bölüm Başkanlığı ve Şiir Okulu Müdürlüğü görevlerini 22 Aralık 1998 tarihine kadar sürdürdü. 23 Aralık 1998 tarihinde Kocaeli Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğüne atandı, bu görevinden kendi isteğiyle 7 Mayıs 1999'da ayrıldı. 24 Ocak 2002 tarihinde Şiir Etkinlikleri Birim Müdürlüğüne yeniden atandı, 17 Ocak 2006 tarihinde meslekte 35. yılında emekli oldu. Kocaeli Üniversitesi’nde ücretli olarak Türk dili derslerine giriyor. İlk şiiri 1964 yılında Kilis Hududeli gazetesinde yayımlandı. Bugüne dek, Üçüncü Mevki Duygular (1969), Yarınsız Sayfaları Yırtıyorum (1975), Arayış Yol Arıyor (1990), Gökyüzünü Yitiren Kuş (1994), O Yitik Kıpırtı (1996), Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzluk Veren Gül (2003) adlı şiir kitapları yayımlandı. Kocaeli Günümüz Şiiri Antolojisi’ni hazırladı (2005) Gökyüzünü Yitiren Kuş adlı şiir dosyasıyla, 1992 yılında, İsveç'te uluslararası boyutta düzenlenen bir yarışmada Hümanist Enternasyonal Şiir Onursal Ödülü'nü, Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzveren Gül’le 2004 Ş. Avni Ölez Şiir Emeği Ödülü’nü aldı. Şiir ve düzyazıları Cumhuriyet Kitap, Papirüs, Eski, Berfin Bahar, Düşlem, Güney, Ilgaz, Ozanca, Çağdaş Türk Dili, Damla, İnsancıl, Kıyı, Karşı, Türk Dili Dergisi, Poetikus, Şiir Ülkesi, Yaşasın Edebiyat, Pencere, Damar, Agora ve Güzel Yazılar’da yayımlandı. Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi'nin yayın organı olan Gökyüzü adlı şiir dergisinin, çıkış yılı olan 1996'dan 2005 yılına dek yayın yönetmenliğini yaptı. Sözleri ve ezgisi kendisinin olan Atatürk Oratoryosu adlı bir çalışması var. Evli ve iki çocuk babası olan Topçu, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Edebiyatçılar Derneği üyesidir. I. Bölüm YAŞAM AVUÇLARIMIZDA SONSUZVEREN GÜL XXI. YÜZYIL İÇİN BİR YÜREĞİ ONARMA DÜŞÜ sönmüş yanardağların kırık dökük ağzı yüreğim bak ben geldim onarmaya seni bilinmedik bir gezegende çıplak ve sözcüksüz canlılar arasında yeni bir ruh giyindim serin sabah sularıyla her gün yıkanan bak ben geldim yüreğim onarmaya seni ilkel doğallıklar kılcal damarlarımda KAYGAN SÖZCÜKLER ÜSTÜNE DENGELİ BİR DÜŞÜŞ SONRASI insan nasıl düşebilir dengesini yitirmeden işte ben öyle düştüm o bildik sözcükleriniz üstüne o bıkkınlık veren anlamlarınız üstüne önce çölümdünüz bataklığım oldunuz sonra şimdi sümüksü yosunlarsınız pis kokulu yüzüme gözüme bulaştınız her şey olup gün kemiriyordu ruhumu bitecektim çıkışsız inlerdeydi zaman intihar insansızlıktı yerim değildi sen bir yolsun dedim kendime sen bir yolsun tanı kendini kıvrıl dağların üstünden patika ol GEÇ KALMANIN BÖYLESİ yelkenliyi götüren rüzgârı sevdim hep sevdim / uzaklar yurdumdu hep gece kılıklı başkentlerden ölüm kokuları sindi üstüme gizli tuttum utancımı çiçeklerin yanından geçemez oldum yalnızım suçluyum ezik yasak sevişmelerde kaldı düşlerim acının kaynağından yangın akıyor üstüme üstüme yıkılıyor bentler ölü eliyim artık kelebekler konmuyor parmaklarıma ıssız ve kıpırtısız bir gün gibi kendime de insana da geciktim YAŞAM AVUÇLARIMIZDA SONSUZVEREN GÜL aklı başında bir ok taşıyor beni bir yerlere dokunmak istiyorum anlamak gizliyor kendini saniyenin tarihinde dolaşıyor en büyülü sözcüğü hız yakıyor genzimi başlangıçtan önceki son kokusu bir ok taşıyor beni o tanımsız hızıyla çarpacak önce düş-yerlere yıkıp onaracak engin maviliğinde olacağız çocukların yaşam avuçlarımızda sonsuzveren gül BİRAHANEDE KOŞAN ATLAR – sarıkamışlı recep bakırköy’de yatıyor şimdi ne bu şiirin yazıldığını biliyor ne de kendisine adandığını – birkaç numarası silik piyangodur masasında umudunun en pembe noktası yarış bültenleri düşlerini emzirirken dördüncü birasıyla hipodromdan daha hızlı koşuyor ekranda atlar hem taburesinde cokey hem de uçan halısına pist arıyor – ey hayat onar insanı yarım dua oluyor dilinde yinelenen cinnetini erteliyor üç numaralı tay ŞİİRİM AKREP KUYRUKLARINDA “Bahar kal e mi.” Bilal Kayabay nasıl bahar kalırım ozanım ipek dokunuşluydu ses ve anlam sözcükler sokulgan ve doğurgandı yeni pencereler açıyorduk kendimize yasalar ceset üretiyordu / görüyorduk yeniden kuruyorduk dünyayı düşlerimizde her şey olabilirdi hiçbir şey de biz hiçbir şeyi seçtik şiirim akrep kuyruklarında nasıl bahar kalırım ozanım yaşam pamuk ipliğinden ince yasalar da kendimden korkuyorum beni bağışla ŞİİR EYLEMLE BULUŞSUN – ey ozan ne zaman katılacaksın yaşama – gün ağarmıştır kan ve sömürü şaha kalkacak birazdan o doymayan sonsuz vahşi kuyu yine insana saldıracak gece yarısıdır sözü incitmeme mevsimi yani hayat nelerin toplamıdır söyle sevgilim sözcüklerüstü sokul içime bedeninle anlat evrenin gizlerini götüren su ol bent yıkan ırmak eksilt yüreğimin bin yaşını gün ağarmıştır ey çok renkliliğin anayurdu sözcüksüz doğa dilsiz düşünürü varlığın sen sığındığım ışık müziğin ve çok sesliliğin ilkel tanrısı ey gücün ve kavganın kaynağı sığınağım ol beynimi de yüreğimi de birlikte emzir sonra sal bu insan vahşetinin üstüne şiir eylemle buluşsun AH BENİM O ESKİ YÜZÜM her saniye kaynağını çoğaltarak acı su oluyor utanç yüreklerimizi yakıp çiçeklerimizi çürütüyor da yüzüm taşlar altında kalıyor sen kokuşmuş ruhunu öneriyorsun sabaha gün ağarıyor harflerinde kalıyorsun sözcüklerin üstelik beynini tüketen çıbanlarından irinler akıtıyorsun güne seni siliyorum yaşamımdan yeniden tanışmak istiyorum o direngen yüzümle yola koyuluyorum dünya yurdum oluyor bütün taşları kaldırıyorum tek tek o karşı yüzümü arıyorum o aydınlık yüzümü eski bir aynada kalmıştır belki yüreğim ah yüreğim yüreğim yol yorgunu SANA SIĞINIYORUM EY İNSAN gün kemiriyor anlamı yaşamı anlamak tükeniyor dünya kemiriyor çocukların geleceğini varlık da mutluluk da tükeniyor bense hâlâ içini doldurmaya çalışıyorum boşun bir türlü kendime yetemiyorum gün kemiriyor kendisini doğurgan gün tükeniyor kent kemiriyor dışlaşmayı sokakla tanışmak tükeniyor bense şiirimi yaşamsal kılmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum bu kimliksiz çürümelerde gün kemiriyor yüreklerimizi yanardağ yüreklerimiz tükeniyor ozanlar kemiriyor gerçeğin bıçak yüzünü yaşamdan beslenen şiirler tükeniyor bense sana sığınıyorum ey insan tükenişe inat kucakla beni KAYGI yaşam bütün sözcüklerini yaşlı ağaçların kargalar barındıran dallarına çekiyor bir ömür boyu denize düşen bir damla tatlı suyu mu aradık yoksa zamandan hızlı eskiyor her şey her şey sonsuz buz olacak bu hızla içimizi burkuyor derin şiirlere ulaşamamanın kırılgan kaygısı UĞUR’UM YİĞİDİM ASLANIM karanlığın karşısına çıkıp da karanfiller takıyorsun sözüne uzaklara yürüyorsun yiğidim sesin ne de yakışıyor yüzüne çağdaşlığa adım adım yürürken hainlerin işine bak kardeşim anadolu alanlara taşınmış ankara’nın yaşına bak kardeşim ufkumuza zift perdeler inerken mumcu’muzun öldüğüne inanma gönüllere bayrak olmuş uğur’um ülkem o’nsuz kaldığına inanma karanlığın karşısına çıkıp da karanfiller takıyorsun sözüne uzaklara yürüyorsun yiğidim sesin ne de yakışıyor yüzüne II. Bölüm İKİLİKLER şiirin o uzun yolculuğunda ah nasıl buluşabilirim her sözcüğün belleğiyle BUNALIM İKİLİKLERİ 1. kuşkusuz yıkar engellerini yüksekten akan su nasıl taşıyabilirim kendimi kaynağıma 2. sınırlarını aşarak bilimin nasıl dönüştürebilirim gülü anında gül bahçesine 3. sanki içlerine sinmiş tarih nasıl öğrenebilirim duvarların saklı dilini 4. son nefesimi vermeye az kala nasıl takılabilirim masum bir kelebeğin ardına 5. en gelişmiş laboratuvarlara götürerek zamanı nasıl çoğaltabilirim bir saniyenin ömrünü 6. sorular çocuklarındı en çok / yanılmışım nasıl azaltabilirim onları yaşlandıkça 7. bir şey var bir türlü çözemediğim nasıl kaldırabilirim hayatla aramdan zamanı 8. kör olası yanlışlarımın da nasıl anlatabilirim doğrularım kadar önemli olduğunu 9. çocuklarımın ve eşimin tutkusunu bile bile nasıl fırlatabilirim pencereden televizyonu 10. olacağı buydu demeden nasıl yok edebilirim yok etmeden dünyayı 11. ey yaşam kırık anlar toplamım nasıl barıştırabilirim beynimle yüreğimi 12. kılları çok sevdiğimden değil ki sakalım nasıl inandırabilirim kendimi eskidiğine yüzümün 13. düşlerim benim sonsuza dokunan sorularım nasıl koşabilirim önünüzde ah nasıl 14. gençliğimde günah saydıklarımdan bazılarının nasıl söyleyebilirim aslında güzel şeyler olduğunu 15. dönüşsüz yollarım çıkmaz mağaralarım nasıl soluklanabilirim günsüzlüğümde 16. sivri kayalıklı uçurumlara takılı kaldım nasıl tırmanabilirim kanayan yerlerimle ŞİİR ÜSTÜNE İKİLİKLER 1. şiir gözüm dağlarca’dır rahatlıkla derim de nasıl haykırabilirim şiir körüm devlet diye 2. yaşamlarını damıtarak şiir biriktiren genç ozanlara nasıl anlatabilirim anı da biriktirmeleri gerektiğini 3. kaç şiir okuduysanız sayısının nasıl gösterebilirim yüzünüze vurduğunu 4. şiirin o uzun yolculuğunda ah nasıl buluşabilirim her sözcüğün belleğiyle 5. biçim mağarasındaki içi boş sözlü ozanlara nasıl anımsatabilirim edebiyat tarihinin silgisini III. Bölüm DÖRTLEMELER eksiğin rahminden doğuyorum şimdi çocuk gülüşlerinde yeniden SONSUZ SORU taşın yüzüne soruyorum ağacın yüzüne de ne kadar yüzdür insanınki BİR SEVGİLİ bir sevgili istiyorum tüm yüzleri taşıyan tüm yüzleri yüreğinde barındıran SONUN ANLAMI doğumum bitmeyen çocukluğumun başlangıcı ölümüm işsizliğim yani BİR ÖLÜNÜN ANAHTARLARI daha mı çok üşür buzdağlarından bir ölünün boynu bükük anahtarları kolay alışır mı ki başka ellere çerçevelense de sahibinin fotoğrafları DÜŞÜNMEK bir ülke düşün / düşün ki içerdekiler dışardakilerden namuslu bir ülke düşün düşün ki al başına belayı VAR – YOK benim yoklarım vardır sizin varınız ne ki ANLAM KARŞISINDA UTANÇ artık rahatsız etmesek diyorum sözcükleri bir süre sussak oturup kalksak sözü kirletmeden sevişip uyusak ŞİİR DİLİNE DOĞRU bir şiir ermişine sorsam sözcükler bazen tanımazken kendini dizelerde yitmesi midir yoksa dilin büyülü gizi ŞİİRİN SON FOTOĞRAFI seksen sonrası ozanların toplu fotoğrafı önümde bu denli uzun kollar hiç görmedim ben kimin eli kimin cebinde anla anlayabilirsen KENDİME 50. YAŞ SÖYLEVİ (!) ne kimse öğretti sana ne de öğrenebildin yıllardır orana burana değdirip aşkı anlamından yoksun kaldın ne haber 50 YAŞ SIFIRLAMASI hem bacaksız seksekti sanki düşlerim hem de raysız tren eksiğin rahminden doğuyorum şimdi çocuk gülüşlerinde yeniden IV. Bölüm YANGININ VE IŞIĞIN DİLİYLE gittin çürüdü zaman denize aktı kentin sokakları GÜL, TEN VE DİKEN gözlerinin derinliğinde tarih öncesi zamanlar sesinde yayla rüzgârlarının serinliği dokunuş düşüncem güller açıyor teninde ben o güllerin ah dikenlerine tutunan asi bir tutsağınım sahi sen düşüncelerinin de düşlerinin de sahibi misin sor kendine bir demli çay içimi düşün sevişmek bir düş-mekân kazanmaktır aslında düşün ve kurgula evreni aşmayı birlikte ateşin ruhuyla beslenirken sevişmelerden daha geniş mekânların olmadığını düşün ve kurgula dokunuş düşüncem güller açıyor teninde ben o güllerin ah dikenlerine tutunan asi bir tutsağınım NASIL ANLATABİLİRDİM SANA sesini götürmeden kanyonlardan çavlanlara ruhuma değdirmeden yanağımda gezinen sıcaklığını elini avucumda büyütmeden nasıl anlatabilirdim sana anlatamadıklarımı acının tarlasında boy vermeden ekinlerim şiirin boyutlarıyla damıtmadan düşünce mabedimde kendimi masum sarı papatyaların dili olmadan nasıl anlatabilirdim sana anlatamadıklarımı “yokülke”mde varlığını resmetmeden zamana yüreğime konuk etmeden dantellenmiş gül bakışlı gözlerini ayrılıklarımıza ince dizeler düşürmeden nasıl anlatabilirdim sana anlatamadıklarımı BİR GÜN DÖNERSEN gittin gökyüzünü götürerek kentin közün de köpüğün de ömrünü bıraktın bana baktığım aynalarda yokum artık bir gün dönersen yüzümle dön gittin gideli yazısız yayımlanıyor gazeteler yeni bir dil tadıyorum kimsenin tatmadığı dört yöne koşuyorum aynı anda aynı hızla senin annen benim aslında gittin çürüdü zaman denize aktı kentin sokakları bir gün dönersen yaşamımla dön gece düşlerini de getir yanında YANGININ VE IŞIĞIN DİLİYLE her şey yok oluşu barındırırken içinde tenime dokunduğunda sesin yeniden var ediyorsun evreni bir bilsen nasıl da şiiri örtünüyor madde iki yanı küpe çiçekli yolumsun ruhuma doğru genişleyen günü damıtırken anlıyorum sen tüm sözcüklerden çoksun tanıdık hüzünleri anlat geceye yalnız karanlığa fısılda sarı papatyaların masumluğunu geceyi bölüştür ikimize odalar perdelerle örülü sokaklar maskelerle gökyüzünü anlıyorsan beni anlıyorsun demektir yangının ve ışığın dilini çöz ve gel özgürlük uçurumlar ister / yüreğine söyle YENİDEN SENİNLE – eşime – sil baştan deyip yeniden yazabilirim bu şiiri yeniden yeniden düşünebilirim zamanın kemiren aynasında ikimizi yarım yüzyılı deviren bedenimle sil baştan deyip nasıl yaşayabilirim yeniden yirmi yaş çılgınlığımla seni nasıl yaşayabilirim ah nasıl yeniden seninle yaşamımı güzelim seninle onarmak için yüreğimi GERÇEĞİN ŞİİR YÜZÜ bu kez anlamı zorluyor imgelemim sazlıkta kaybolan – nereden çıkarıyorum bunu – çıplak ayaklı götüren bakışlı kadın nedense üstündekileri tek tek göle fırlatıyor ben bu şiir karesinin ah neresine kendimi koysam taşımakta zorlandığım aklımı belleğimi açık kestane saçlarına takabilirim o şuhun seher yellerinde uçuşsun omuzlarına dokunarak bana kalan mı çok bu kareden benden giden mi SAPANCA GÖLÜ’NDE ZAMAN beni de aşar kendini de sapanca gölü’nde sabahlayan zaman şiire dönüştürür yüzündeki gizi bizi de aşar rengini de halesi saçlarımıza dökülen ay onarır kırık-dökük kalplerimizi günü de aşar yarını da seni öpmeye kışkırtan o an külün altından çıkarır közü beni de aşar seni de okyanuslar ötesine kanat çırpan aşk karanfiller döker gecenin yüzü V. Bölüm TRABZON SEVDALANMASI Hey gidi Fındık Ahmet’in motoru Okyanuslara açılmaktı sana dokunabilmek TRABZON SEVDALANMASI Gökyüzünde iki güneş gördüm ben Trabzon’da doğar batar birisi Denizinden dağlarına bir başka dünya Gönlümüzü tutsak etmiş Yeşiliyle mavisi Şimdi bir dal kırılır uzaklarda Var say ki bir karaymiş dalıdır Unutulmuş düşler dirilir bir bir Hep çocuk kalır bir yanımız Bir tutam düş kanatlarında Bütün martılar Yoroz’dan geçer Selam söyler eşe dosta Eski bir başkent ruhu dolaşır İçimin Uzun Sokaklarında Var say ki Bir Trabzon sokağındasın hayal meyal Yağız delikanlılar sarmış dört yanını Ahu bakışlı kızlarda o nazlı eda Yollara karışmış gençliğin Şu kırmızı kazaklı masum bakışlı Yere sert basan çocuk sensin Yıllar almış hızını Sönmüş mangal yüreğin Felek bırakmış bizi haburalara Bir hiç akşamında bunalırken gün Dursun Reis al demiri Vira uşaklar vira Bu özlem bu karanlıklar bitirecek bizi Zifiri katran üzerimiz O cennet kıyılara yali yali gidelim İstanbul Boğazı’ndan al bizi Karadeniz TRABZON YALNIZLIKLARI Hiç unutur muyum Siyah önlüğümü giydiğim o ilk günü Yağmur çamur vız gelir Her gün tırmanırdık Çömlekçi’den Arafilboy’a Ah benim parçası kalmayan tahta çantam Buz tutan yokuşlarda kızağımdın Hey gidi günler hey Belleğimin karanlık bir köşesinde sınıfta kalmış Çektiği sıradayaklarında Hep iki çubuk kullanırdı Sedat Bey Hiç unutmadık seni Horozşekerci amca Ne tatlı horozların vardı İlk resim öğretmenimiz sendin Çizdiğimiz horozlar Bir güzel ötmeye başladı senden sonra Ortahisar Trabzon’un ortası İki kardeştiler Bekir’le Ziya Bir yaramaza karşı Ertan Ağabey’in Kertenkele’si Şahap Bey’in Tilki’si bendim Rahmetli Safiye Hanım Teyze’nin Hakkı var üzerimde O güzelim mahallede ele avuca sığmaz “Ali kıran baş kesen”dim “Dayak Cennet’ten çıkmadır” derdi babam Kaç kez hapsetmiştir beni aç susuz Kaç kez sorgulanmadan atılmışım soğuk odaya Bir hüzün anıtıdır ablam Yaşlandıkça düşlerimde büyüyen Boncuk boncuk yaş o güzelim gözlerinde Nerede bir oda görsem şimdi Hep içeri ablam girer Bir dolu tepsi ellerinde Yorganımın altında dünya küçülürdü geceleri Mavi renkli bir cip’im olurdu üstü açık Buyur ederdim de hiç kırmazdı beni Nazlanmazdı mahallenin en güzeli Tüm arkadaşlarımı hem Bekir’i de Tek tek toplardım da evlerinden Neden mi Kadir’i almazdım aramıza Onların pleymut’u vardı kuyruklu Çocukluk bu ya Koltuğumda Hakimiyet gazeteleri Uzun Sokak’tan Atapark Taksim Parkı’ndan Çömlekçi Düşlerimde yarım kalmış dünyalar Kalepark’ta sakız satan çocuk ben – Golden ciklet var abiler Lion-Melba var Ortahisar’da şansını sına tablam – Boş yok boşa para yok Beş kuruşa şansını sına Çengelli iğne Cüzdan Siyah toka Sonra lise yılları Pantolonlar ütülü saçlar taralı Derken İstanbul Üniversitesi Dünkü uçarı çocuk bugün artık öğretmen Yıllar yılları kovalıyor biliyorum Yalnızlıkların hüzündür sonu Çocukluğumu verin bana n’olur Yeniden yaşamak istiyorum Trabzon’u Gurbette Trabzonsuz donuk yıllarım Yıl mıydınız takvim yaprakları mı Artık sığmaz oldum düşlerime Irmak ırmak özlemim aşar dağları Her gün dökülürüm Boztepe sırtlarından Karadeniz’e İLK AŞKLARDA KALDI MASUMLUĞUMUZ (Trabzon Sokaklarında İlk Aşklarımız) Küçük yaşta ne duygular tatmışım umulmadık Çok erken tanışmışım karasevdayla Trabzon Trabzon olalı ilk kez Naciye kokardı boydan boya Boyuma bosuma bakmadan Uzun Sokak’ta Parke yolları pembe düşlere boyardım Görebilmek için nar dudaklı sevgiliyi Şöyle bir kenardan Martılar kadar masum ve utangaçtım Gözler kulaklar Boztepe’de Eller sofradayken oruçlu Vah olsun iftara pide yetiştiremediğim günlere Kolay değil Naciye’nin okuldan çıkışı Rastlıyor o saatlere Mahallesine gidip tatil günleri Az mı beklerdim pencereye çıkışını Göz göze gelirdik bazen Kendimce bir anlam çıkarırdım Boşa çekmişim kürekleri Ortahisar’dan Arafilboy’a Sözlüymüş meğer dayısının oğluyla Odamın duvarları / hey odamın duvarları Nasıl da üzerime gelirdiniz Kendimi zor atardım dışarı Ganita’da sahili döverken Karadeniz Başka dünyalara uçardı yüreğimin sıkıntıları Kumral saçlı uzun boylu bir subay kızı Liseli ilk aşkımdı Ankaralı Semra Şimdi aradan çok sular geçti Atapark’ta kalpler çizip adını kazıdığımı Söylesem kızmazsın ya Ders çalışırken geceleri Kitap sayfalarına sığmazdın Hüzünlü güzellikler yaşatırdın okul yollarında Vallahi kimse bilmezdi benden başka Zil çalar çıkardık Sen sınıfta kalırdın Teneffüsler ne kadar da kısa gelirdi Zilden önce çalardı Hayri Bey düdüğünü Göz göze gelirdik ara sıra Sen Trabzon Lisesi gibi onurluydun Çillerin ne kadar da güzeldi Gözlerin bir çift manolya Kalemim sende kalmıştı bir keresinde İsteyememiştim cesaret edip de Sen de söylemedin Niçin geri vermemiştin ki Aklıma gelince merak ederim ya Yoksa bir şey mi vardı aramızda
  2. Teşekkür ederim, ancak verilen bilgi yazıda söz konusu olan şaire ait. Ben yazıyı kimin yazdığının belirtilmesini istemiştim. Ayrıca, yazının bitiş cümlesi yok. "...." işaretleriyle bitmiş yazı. Bir eksiklik var. İlginize tekrar teşekkür ederim.
  3. Yukarıdaki yazının devamını nasıl okuyabilirim? Ayrıca yazıyı kim yazmış? Lütfen yardımcı olur musunuz?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.