
yash
Φ Yeni Üyeler-
İçerik Sayısı
3 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
yash tarafından postalanan herşey
-
2. abdülhamit ulu hakan mıydı yoksa kızıl sultan m
yash şurada cevap verdi: Unarm başlık Türk Tarihi
Dediğinde haklılık payı olmasına rağman bu şekilde insanları yönlendirmek de hatalara neden olur. Eğer o topraklar devletleştirilmeseydi yine de dünya harbi sırasında korunamayacağı için elden çıkacaktı. Son cümlem şahsi yorumum olmasına rağmen bu konuyu tartışmayacağım. Ama İbraniler bir şekilde o toprakları alacaktı. Han bu işlemi geciktirdi ve bedelini hem yaşadığı dönemlerde(ki pek çok arkadaş o dönemlerde onun hakkında yazılan ve çirkin ithamlar içeren yazılara dayanarak onu anlatmaya çalışıyor, büyük hatalar yapıyorlar,,bu eleştiriler dış güçler tarafından büyük organizasyonlarla yönlendirilmiştir, araştırınız,,ve hatta bazı eleştirmenler onun tahttan indirilmesinden sonra yaptıkları hataları farkedeceklerdir), hem de günümüzde ona atledilen cümlelerle ve Selanik esaretiyle ödemiş ve ödemektedir. -
2. abdülhamit ulu hakan mıydı yoksa kızıl sultan m
yash şurada cevap verdi: Unarm başlık Türk Tarihi
Yalnız düşünce kalıpları ve dünya görüşü dar olan bir yöneticidir. Abdülhamit'i göklere çıkarırcasına öven kişilerin Atatürk ve Cumhuriyet fikrini benimseyememiş oldukları kesindir. ...diye düşünen arkadaşlara cevap niteliğinde şu kısa olayı açıklamakta fayda vardır.. 'İçeriye girdiğimde Padişah, salonun ortasındaki büyük masanın başında en büyük ölçekli, Kipert Paftası denilen haritanın başındaydı. Harita üzerine Japon ve Rus bayrakları iğnelerle yerleştirilmişti.Böylece Rus-Japon savaşında kimin hangi toprakları elinde tuttuğu takip ediliyor, gelen haberlere göre bayraklar yer değiştiriyordu. Abdülhamid, bizi bu masanın sağ ve solundaki yaldızlı koltuklara oturttu ve Paşa’ya bayrakların doğru yerlere yerleştirilip yerleştirilmediğini sordu.’ Özetleyerek aktardığımız bu cümleler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı Rauf Orbay’a ait. O zamanlar henüz 20’li yaşlarında genç bir bahriyeli subay olan Rauf Bey kadar, yaverlik ve tercümanlığını yaptığı Amerikalı amiral Bagnam Paşa da şaşkındır Sultan’ın Rus-Japon savaşına duyduğu bu derin alaka karşısında. Yıldız Sarayı’na kapanmış bir despot olarak gördüğü Sultan’ın, dünya ahvalini, özellikle de Japonların Mançurya’daki ilerleyişlerini böylesine yakından takip edişi karşısında hayret duygularını gizleyemeyen Bagnam, Abdülhamid’in çözülmesi çok zor bir bilmece olduğunu söyleyecekti genç bahriyeliye. Lakin yukarıdaki manzarayı görenlerin pek bir anlam veremedikleri derin ilginin, Abdülhamid’in şehzadelik demlerine uzanan renkli bir mazisi vardır. Abdülhamid’in tahta çıkmasına henüz 4 yıl vardır (1872). Bir gün biraderi (sonradan “V. Murad” adıyla tahta çıkacak olan) Murad Efendi’yle görüşürken eline “Hadika” gazetesi tutuşturulan Sultan Hamid’in dikkati, Paris’te düzenlenen bir sergiye Japonya diye bir ülkenin katılacağı haberine mıhlanır. Japonlar Avrupa’ya ilk ciddi çıkarmayı bu sergide yapacaklardır. Doğulu bir halkın ilerleme yolunda aldığı bu hızlı mesafeden etkilenen Abdülhamid, Zincirlikuyu’daki köşküne döner dönmez doktoru ve danışmanı Mavroyeni Bey’den Japonlar hakkında ayrıntılı bir rapor ister. Bundan sonra onun dünyasında Japonya, bir Doğulu halkın kendi inanç ve geleneklerini terk etmeden modernleşmeyi başarmasının modeli olacaktır. İlgi yelpazesini bilgilerle destekleyen Abdülhamid, Japonya’nın özellikle Rusya karşısında başarılı olacağını öngörmüş, çıkacak bir savaşta Rusları yenilgiye uğratabileceğini tahmin etmişti. O, Japonya’nın özellikle Rusya karşısında sadık ve dost bir müttefik olacağına inanıyordu. Bir ara Japonların Avrupa’ya görgü ve bilgilerini artırmaları için gönderdikleri 5 Samuray, dönüşte İstanbul’a uğrar. Ancak asıl fırsat, 1880’de ayağına gelir Sultan’ın. Gelen, İmparator Mikado’nun akrabası Prens Hebi’dir. Böylesine kıymetli bir misafir İstanbul’a gelir de, Sultan fırsatı kaçırır mı? Kendilerini izzet ü ikramla karşılatır, Beyoğlu’nda lüks bir otele yerleştirir ve heyete Yıldız Sarayı’nda parlak bir ziyafet verir. Tercümanlar vasıtasıyla Mikado ve Japonya hakkında bilgiler alır. İlgiden fevkalade memnun kalan Japonlar, iki ülke arasında ticarî ve siyasî münasebetler kurulmasını teklif ederler ve böylece Osmanlı Devleti ile Japonya arasında ilk bağlar kurulur. İlk teklifin Japonlardan gelmesine özen gösteren Abdülhamid’in isteği olmuş, şartları koyan taraf olma şansı doğmuştur. Başlangıçta Rusları ürkütmemek için siyasî değil, ticarî ilişkilere ağırlık vermeyi teklif eder ve İmparator ile şahsî bir dostluk kurmayı önemser. Böylece hem ilişki kurulmuş olacak, hem de Rusya’nın yıldırımlarını üzerine çekmemiş olacaktır. 1887’de altın bir fırsat çıkar karşısına. İmparatorun yeğeni Prens Akihito İstanbul’a gelecektir. Parlak bir karşılama töreni düzenlenen heyete Dolmabahçe Sarayı’nın bir dairesi tahsis edilir. Japon imparatoru, Abdülhamid’e özel bir mektup ile devletin en büyük nişanını göndermiştir. O zamana kadar Batılı ülkelerden hiçbirinin nişanını kabul etmemiş olan Sultan, Mikado’nun bu hediyesinden çok memnun kalır ve ressam Şeker Ahmed Paşa ve diğer dil bilen yaverlerini Prens’in mihmandarlığına tayin eder. Japon heyeti, o zamanlar hanedan üyeleri dışındakilerin girmesi yasak olan Hazine-i Hümayun’u dahi gezme imkânını bulur. Abdülhamid bu geziye nasıl mukabele edeceğini düşünür ve sonunda bulur: Japonya’ya bir gemi gönderecektir! İşte Osmanlı’nın mesajını Güneydoğu Asya ve Japonya’ya götürecek olan “misyoner” gemimiz Ertuğrul’un hazin macerası böyle başlar. Uzakdoğu Müslümanlarının moral kaynağı olan Ertuğrul, Süveyş Kanalı’ndan geçerek Yokohama limanına demirler ve Tuğamiral Osman Bey İmparator’u ziyaretle Sultan’ın hediyelerini takdim eder. Japonya ayaktadır. Halk limanda toplanır, halk sokaklarda tezahürat yapar, halk evlerinde ağırlar misafirlerini. Hele bir Cuma günü gemi mürettebatının bir meydanlıkta namaz kılmaları halkı iyice meraklandırır. Ne var ki, yaşlı Ertuğrul gemisinin dönüş yolunda uğradığı feci kaza, İstanbul’da olduğundan daha büyük bir yara açar Japon halkının kalbinde. Günlerce yas ilan edilir, yardım kampanyaları açılır, imparatorun eşi dahi kendi elleriyle yaralı olarak kurtulan askerlerimize üst baş dikmek için seferber olur. Tam 581 seçme denizcimizi kaybettiğimiz Ertuğrul faciası, Türk-Japon dostluğunun, halklar arasında bir sempati dalgasının kabarmasına vesile olmuş ve bu dostluk bugüne kadar kesintisiz olarak yaşamıştır. Belki Ertuğrul şehitleri bugün eskisi kadar hatırlanmıyor ama ülkemizde Japonlara, Japonya’da da ülkemize duyulan sempati Koizumi’nin sıcak ziyaretinde de anlaşılacağı üzere, eksilmeden devam ediyor. (Son gelen haberlere göre Başbakan Juniçiro Koizumi Japonya’daki Türk Okulları’nın yöneticilerini Çırağan Sarayı’nda kabul etmiştir.) Bu nadir görülen sivil sempati dalgasının arkasındaki mimarların Sultan Abdülhamid ve İmparator Mikado olduğunu da biz hatırlatalım istedik. -
2. abdülhamit ulu hakan mıydı yoksa kızıl sultan m
yash şurada cevap verdi: Unarm başlık Türk Tarihi
II. Abdülhamit Han; Devletin her geçen gün zayıfladığının farkındaydı ve büyük devletlerin Osmanlı'yı paylaşma plânları karşısında ciddi tedbirler almalıydı ve de aldı: Osmanlı'nın kendi gücü ile bu devletlerle mücadele ederek dağılmayı engellemesi mümkün değildi. O hâlde bu devletlerin zaaflarından faydalanarak onları birbirine düşürerek zayıflamalarını sağlayacak, Islâmcı bir siyaset takip edecek ve Hilafet makamınında etkisiyle Müslüman nüfusu bir arada tutmaya çalışacaktı. İngiliz Kor.Am. Sir Henry Woods hatıratlarında şöyle demektedir: "Bana göre Sultan Abdülhamit, gelmiş geçmiş Osmanlı padişahları arasında en müstesna mevkiî işgâl edenlerden biridir... Eğer Sultan Abdülhamit Han olmasaydı, devleti akıllı idare etmeseydi, devlet çoktan yıkılmış olurdu... "Sultan Abdülhamit Han düşürülmeseydi, birinci cihan savaşı çıkmayacaktı. Aksini farz etsek bile Sultan, Türkiye'yi tarafsız bırakacak ve hârpten sonra hiç yıpranmamış bir Türkiye, yıpranmış devletler arasında sivrilecekti..." Ali Rıza Bey Ittihad ve Terakkici olmakla beraber, bir ara Ittihadı Terakki'yi dağılmaktan kurtaran, II. Abdülhamit' in birinci düşmanlarından olmasına rağmen, daha sonra yayınlanan hatıratlarında: II Abdülhamit Han'a karşı haksızlık yapıldığını O'nun övgüye lâyık bir şahsiyet olduğunu yazmıştır. Aynı durum Abdülhamit Han'ın devrilmesinde baş rol oynayan ve adları vatanperverlikle anılan Tal'at, Enver, Cemâl Paşalar içinde geçerlidir. Bu paşalar da Sultan'a haksızlık yapıldığı noktasında hemfikir olmuşlardır. Fakat iş işten geçmiştir artık. Bu önce devirip de sonra pişman olanlar hem dürüst hem de vatanperver insanlardı; buradan anlaşılıyor ki; bu meziyetler devletin yıkılmasını engellemiyor. Bu meziyetlerin yanında başka meziyetlerinde bulunması gerekiyor. II Abdülhamit'in tahttan indirilmesi Müslüman Türk Devleti tarihinin en büyük kara lekelerinden biridir. Ittihatçılardan oluşan meclis, Abdülhamit' in tahttan indirilmesine karar verince bu kararın Sultan'a tebliği için dört kişi görevlendirilir. Selânik milletvekili Yahudi Emanuel Karaso ve Senatör Ermeni Aram bu heyette bulunmaktadır. Otuz üç yıllık saltanatı süresince devleti yıkmak isteyen dış güçler ve onların iç işbirlikçileri Sultan'ın tahttan inmesini tebliğ ediyordu. Devleti yıkmak için her türlü faaliyetin içinde yer alan bu iki şahsın sultana Hâl'ini bildirmesi çok acı, ama çok acıdır. Abdülhamit Han hatıratlarında der ki: -Tahttan uzaklaştırılmam, servetime el konulması ve bir çok eza cefaya uğramam bir yana, bu iki vatan haininin karşıma çıkarak seni tahttan indirdik demeleri beni kahretmiştir. İşte bu sebeptendir ki; bu ******* komploya sebep ve alet olanlar Abdülhamit'in bedduasını almıştır. Hiç bir tanesinin sonu iyi olmamıştır, ihanetin bedelini çok ağır bir şekilde ödemişlerdir. Yaklaşık üç yüzyıldır, vatan toprakları üzerinde esen batılılaşma ve batı hayranlığı rüzgârlarının neticesinde bir çok felâketle karşılaştık. Millet olarak başımıza ne geldiyse batılılaşmanın neticesinde geldi fakât bir türlü akıllanmadık ve tarihi vakalardan ders alamadık. Devleti en zor şartlarda 33 yıl başarı ile idare eden Abdülhamit Hanın bu başarısı karşısında uğradığı zulüm bugün bile devam etmektedir. Iktidarı döneminde özellikle Ermeni ve Yahudi komitacıları tarafından Kızıl Sultan diye adlandırılan Abdülhamit'e bugün de bazı çevreler Kızıl Sultan diye bakmaktadır. Ulu Hakan Abdülhamit Han'ı dinleyelim: Bana en çok dokunan, bu Mason taslağı Yahudi'nin hâl (tahttan indirme) kararını tebliğ edişi olmuştur. Yıldıza gelen mebus heyetinde Emanuel Karaso'yu hiç unutamıyorum. Bu sûretle Makam-ı Hilafete hakaret edilmiştir. Yahudilerin Hz. Peygamber zamanından beri Sadr-ı İslama ve Makam-ı Hilafete karşı duydukları kin ve nefret cümlenin malûmudur. Ben Osmanlı tahtında iken Siyonistlik davası için bir gün huzuruma, beynelminel Yahudi teşkilatının kurucusu Teodor Hertzel ile hahambaşı gelmişlerdi. Bunları Yıldız Sarayında kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim. Her ikisi, Yahudiler için bir yurt dileğindeydiler. Bunun için de Kudüs'ü gösteriyorlardı. Hattâ utanmadan Teodor Hertzel: -Zat-ı Haşmetpenahilerine arzederim ki, Kudüs için bir kaç milyon altın tensip buyurursanız, derhâl takdime amadeyiz, demez mi? Kan beynime çıkmıştı. Düşün ki, Makam-ı Saltanatımıza bu iki Yahudi rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı. -Terkedin burayı, vatan parayla satılmaz, diye bağırmıştım. Işte bundan sonra Yahudiler, bana düşman olmuşlardı. Şimdi burada, Selanikte çektiklerim, Yahudilere yurt göstermeyişimin cezasıdır. Kısaca hayatı şöyledir; Çok hoşgörülü bir ortamda büyüdü. Kültür derslerinin yanında musiki dersleri aldı ve piyano çalmayı öğrendi. Bekarlığı sırasında çok serbest bir hayat yaşayan Sultan İkinci Abdülhamid, evlendikten sonra tüm boş zamanını ailesiyle, çocuklarıyla geçirmeye başladı. Sultan İkinci Abdülhamid, yıkılmak üzere olan Osmanlı İmparatorluğunu 33 yıl ayakta tutmayı başarmış büyük bir padişahtır. Dindar bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid ibadetlerini aksatmazdı. Hayırsever ve cömert bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid, sıradan bir vatandaş gibi yaşardı. Yunan seferi sırasında, kendisine hazinede yeterli para bulunmadığı söylenince, atalarından kalma şahsi servetinden masrafları karşılamış, devletten beş kuruş almamıştı. Boş vakitlerini marangozhanede geçirir, harika eşyalar yapar, bunları sattırır ve parasını fakire fukaraya dağıttırırdı. Son derece şefkatli bir insan olan Sultan İkinci Abdülhamid`in kendisini öldürmek isteyenleri bağışlaması(inanmayanlar temmuz 1905 te ona yapılmış olan, büyük bir organizasyon gerektiren suikasti araştırabilirler, göreceklerdir gerçekleri..), dünya siyaset tarihinde görülmemiş bir olaydır. Sultan İkinci Abdülhamid, kültüre önem vermiş ve eğitim konusunda hizmet verecek birçok mekan yaptırmıştır. Üniversiteler, Güzel Sanatlar Akademisi, Ticaret ve Ziraat Okulları kuran Sultan İkinci Abdülhamid, ilk ve orta dereceli okullar, dilsiz ve kör okulları, kız meslek okulları da yaptırmıştır. Vilayetlere liseler, kazalara ortaokullar kurmakla beraber, ilkokulları köylere kadar ulaştırdı. İstanbul`da Şişli Etfal Hastahanesini ve Darülaceze`yi kendi şahsi parasıyla yaptırdı. Hamidiye adı verilen nefis içme suyunu borularla İstanbul`a getirtti. Karayollarını Anadolu içlerine kadar uzatan Sultan İkinci Abdülhamid, Bağdat`a ve Medine`ye kadar da demiryolları döşetmiştir. Büyük şehirlere atlı tramvay hatları döşetti. (alıntıdır...) (yukarıdaki yazıya da aynı zamanda bir cevaptır, tarihi araştırmak konusunda iddialı konuşmak kolaydır, kişileri yumuşak ve dönerli sandalyelerin üstünde oturarak eleştirmek de kolaydır. lakin size kurulmuş bir kumasta patlayan bir bombanın bıraktığı onlarca ölü ve yaralı insanın var olduğu bir sahnede dimdik ayakta kalabilmek, sonra buradayım yaşıyorum dercesine hiç alışılmadık biçimde at arabasının iplerini avuçlayıp oturmadan sürmek ise ancak Abdülhamit Han gibilerinin yapabileceği meziyetlerdir.Ümit ederim ki herkes bir gün onu saygıyla anacak. Tarih çok ilginçtir ki 1890'larda herkesin(ingilizler dahil) saygıyla adını ağzına aldığı bir kişiyi 2006'da tekrar bunların yaşanabilmesi ümidiyle anmaya çalışırız.. saygılarımla..)