Zıplanacak içerik

marti_name

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

marti_name tarafından postalanan herşey

  1. deli emin barakasına gelir: - Tuuba tuuba tuuba wallahi çok şahane isimdir tuuba ne güzel yaw yumuşak g si bile yoktur ehiiii!!!
  2. natalia yok anam seni kandırmışlar!!!nerde bu ışık ? ben neden göremiyom
  3. Türkçe bu nereye çeksen gidiyor
  4. marti_name şurada cevap verdi: marti_name başlık Güncel Konular
    "yaptıklarının bilincinde değiller" diyebilmek, bir çocuğun olabileceğinden çok daha saftorik olmayı gerektirir. eğer ki israil'de yaşıyorsan; her gün bir yerlerde bombalar ve füzeler patlıyorsa, yaşadığın ülke sürekli sağa sola bomba yağdırıyorsa, televizyonda çizgi film seyrederken araya pat diye "hayfa'da patlayan canlı bomba" başlığını taşıyan bir flaş haber giriyorsa; annen baban - dedelerin ve ninelerin, zamanında nazilerin musevilere nasıl büyük işkenceler yaptıklarını anlatıyorlarsa; baban doğum gününde erkek kardeşine hediye olarak oyuncak tabanca alıyorsa; eline gazlı kalem veren anaokul öğretmenin değil de bir askerse; savaşın, düşmanlığın, nefretin, silahların, bombaların gerçekte ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorsun demektir. kimse de kalkıp bombaların üstüne "sevgilerle" yazan çocukların o an aslında kolaj yapmakta olduklarını sandıklarını söylemesin. o dediğiniz bomba ağacı, o da malesef lübnan'da yetişmiyor..
  5. ardımda bırakıp gül çağrısını ayrılık anı bu sisli şarkıyı irmaklar gibi akıp uzun uzun terk ediyorum bu kenti ah ölüler gibi şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi sonsuz bir yangın gibi sevmesem öyle kolay çekip gitmek yaralı bir kuş gibi kumral bir çocuğun yaz öyküsü bu şarkılarla geçtim aranızdan yalnızlar gibi susup uzun uzun terk ediyorum bu kenti ah bir aşk gibi şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi sonsuz bir yangın gibi sevmesem öyle kolay çekip gitmek yaralı bir kuş gibi düşlüyorum bu kenti son bir aşk gibi
  6. Sevgili maryam elhamdulillah muslumanim dua etmek elbette yapılması gereken birşeydir.ama artık bu kendini bilmez,kendinden başkasını düşünmeyen ve düşünemediği için insanları çocukları öldürdükden sonra hiç bir vicdan azabı duymayan insanlara farklı şeyler gerekiyor.ne diim beddua etmek mi lazım bi yerleden bomba bulup bombalamalı mı ama artık birilerinin bişiler yapması lazım.savaş çözüm olamaz bugüne kadar olmamıştırda ama artık bunu istiyorlar.canları kan mı görmek istiyor bu adamların anlamıyorum!!!inan dün iş yerinde patronun bi tane arkadaşını fena bozdum.konu son olaylardan çıktı yok efendim Lübnan vs bi kaç ülke osmanlıya yanlış yapmışta onun bedelini ödüyormuş dayanamadım walla abi emin ol şuan oralarda ölen çocukların atalarının yediği b..klardan haberi yoktur dedim.gerçi patronada biraz ayıp oldu ama napiiim var mı böyle bi zihniyet yahu!!!
  7. nedense doğuyu çok merak etmişimdir.mesela şuan gitmek istediğim 3 ülke var italya,küba ve irlanda...imkanım yok ama olsa oralardan önce Mardine gitmek isterim
  8. işte benim koçum pitbulların yüz karasıdır kendisi.adı Albay saldırganlığı yoktur çoook oyuncu
  9. İpek'in Yolculuğu.mp3
  10. marti_name şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    İSRAİL,LÜBNANI 7 GÜNDÜR BOMBALIYOR!KAN OLUK OLUK AKIYOR.İSRAİLLİ KÜÇÜK KIZ SİYAH-BEYAZ DÜNYA SAVAŞI FİLMLERİNDE GÖRDÜĞÜ GİBİ BOMBALARIN ÜSTÜNE ‘İSRAİLDEN SEVGİLERLE’YAZIYOR.O BOMBALARIN MİNİK BEDENİNİ YAKTIĞI KÜÇÜK KIZ İSE HAYATTA KALMA SAVAŞI VERİYOR!!! BEYRUT YERLE BİR:Lübnan da yuvalanan aşırı dinci terör örgütü Hizbullahı yok etme için Lübnanı 7 gündür bombalıyor.bugüne kadar çoğu çocuk 190 sivil öldü.ortadoğunun Parisi başkent Beyrut 1975-1990 arasındaki iç savaş sonrasında aldığı o korkunç görüntüye yeniden büründü.tamir edilen binalar yerle bir oldu.kentin alt yapısı tamamen çöktü… İSRAİLİ DURDURAN YOK:İsrail dün ilkez Lübnan ordusunuda hedef aldı.kışlaya atılan bomba 11 askeri öldürdü.7 gündür asker sivil İsrailli Lübnanlı olmak üzere ölenlerin sayısı 2307’e ulaştı.savaş giderek hız kazanırken taraflar ateşkese yanaşmıyor.başta Amerika olmak üzere dünya ortadoğunun ortasındaki savaşı seyrediyor.israile dur diyenin olmaması savaşın daha da süreceğinin işareti BOMBAYI OYUNCAK SANDI:Savaşın en ağır faturası her zaman ki gibi çocuklara çıkıyor.işte 2 foto işte 2 kız çocuğu.israilli olanı siyah beyaz dünya savaşı filmlerinde göründüğü gibi lübnana atılacak bombaların üzerine kan kokan yazılar yazıyor:İSRAİLDEN SEVGİLERLER!!!! Lübnanlı olanıysa yaşıtı ve komşusu kızın üstüne yazı yazdığı bombaların minicik bedeninde yaraların acısını yaşıyor!!!
  11. 40 yılı aşkın bir süredir okurlarıyla dertleşen, onlara destek olmaya çalışan Güzin Ablamız, 17.07.2006 sabahı hayata gözlerini yumdu. Kendisine Allahtan bol rahmet, geride kalanlarına sabır diliyoruz. Hayat bazen nehir gibidir, hep aynı sabır ve inatla akar Bazen kendisine uzanmış yaprakları ve dalları okşar Çiçekler yeşertir büyütür nazlı fidanları Hayat verir tabiatın vazgeçilmez goncalarına İşte sende böyleydin sevgili Güzin Abla Bazen en güzel soframız, en güzel tebessümlü yüzümüzdün sen Güzin Abla Söyle şimdi nehir nakışlı sevdam, Yoksa sende mi gittin? Nur içinde yat Sevgili Güzin Ablam, nur içinde...
  12. bir kıyıdan baktım dünyaya ellerimde tuz, avcumda sedef bir mavilik, bir açıklık özgürlük hasreti yüreğime vuruyor nerede, nerede insanlar? dünyayı güzellik kurtaracak bir insan sevmekle başlayacak herşey o üzüntü birden gelir yağmurlu havalarda yeniden kurarım dünyayı ben kederlerle kimseler aşık değil mi bu şehirde dünyayı güzellik kurtaracak bir insanı sevmekle başlayacak herşey hava, martılar, ışıklı şehir sarhoş ediyor beni yosun kokusu hilesiz kucaklamak istiyorum dünyayı, şehri ve seni dünyayı güzellik kurtaracak bir insan sevmekle başlayacak herşey ..."
  13. buştursungitsin
  14. kopyasını buşa da göndermek lazım
  15. düşsokağı /// ölümler
  16. Bugün Farklı Bir Havadayım.Rüyamda Hayatımın Aşkını Gördüm...Kendisine Bir Türlü Açılamama Rağmen Kendisinden Cevap alamamama Rağmen Onu Çook seviyorum. Senin o Gözlerin Var ya Herşeyi Bitirdi Hani O Verdiğin Sözler... Bu Şarkı Beni 7 Bitirdi...Grup Koridor Sağolsun dinledikçe Kendimden Geçiyorum.... Hain bir gün kalkıp da onu özledim demiştim ya... işte o gün bugündür.Hayat Anlam taşıyor onu Rüyamda Görünce.Peki onu Gerçekten Görecek Olsam Ne Olur Acaba bana... Ayaklarım Birbirine dolanıyor Heryerde Onu Arıyor Gözlerim...İşte Gene Öyle Bir Gün.Kimi görsem o sanıyorum.Özlüyorum Sesini Duymasam da Kendisini...Artık Onsuz Yapamıyorum. Kendime de kızmıyor değilim hani...bana Bir Söz mü Verdi? ya da Umut mu? Verdiği Sadece Arkadaşça Sevigsiydi Ve bunu Kötüyew kullandım... Senin de Kalbin Kırdığım için özür dilerim. Sensiz Geçmiyor işte günler. Herşeyi birşeye bağlamak birşeyleri feda etmeye bağlıdır. Ben Hayatımı Sana Bağladım Hayatımı Feda Ediyorum Senin Uğruna... Birgün seni ne kadar Sevdiğimi anlayacaksın ama geç olacak. Hayat ne demektir diye sor bi kendine. Hayat Kendini Sevmektir.. Hayat Karşındakini Sevmektir... Ve Hayat Sevdiğinden kopmadan yaşamaktır... senin O Gözlerin Beni Kendimden Aldı... Seni Çooooooooooooooooooooook Seviyorum ve Özlüyorum...İstesem de Ulaşamıyorum... Sana Ulaşsam bile Seninle Yüzleşmek Korkutuyor beni.. Senin Gözlerinin içine Bakıp Seni seviyorum demek...Aslında bu Daha Çok Korkutuyor beni.Çükü Seninle Yüzleşince Sana Olan sevgimimn Biteceğini Düşünüyorum... En iyisi Seninle Konuşmamak ve gözlerinle konuşmamak...Seni Herzaman Uzaktan İzleyeceğim ve Kesinlikle senin olmayacağım...
  17. marti_name şurada bir başlık gönderdi: Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
    Köstekli saatin zincirini yakalayıp ani bir hareketle çekti. Saat dokuza yaklaşıyordu. “Şu sıralar gelir,” diye düşünürken bembeyaz saçlarını, sağ elinin parmaklarıyla geriye doğru taradı. Gür sakalları, bu seyrek saçlarla tam bir tezat oluşturuyordu. İri burnu, çıkık elmacık kemikleriyle keskin yüz hatları vardı. Hafif çekik, mavi gözleri artık pek görmüyordu. Bu küçücük gözler, kahverengi, kalın çerçeveli gözlüğünü taktığında irileşiyordu. Hafifçe kamburdu. Titreyen elleriyle bastonunu tutar, başını öne uzatarak ayaklarını yerde sürüye sürüye, yavaş adımlarla yürürdü. Ömrünün kırk yılını paylaştığı hayat arkadaşını kaybettiği gün, iki davetsiz misafir kapısına dayanmıştı. Biri özlem... Diğeri yalnızlık... İki sıkı dost olup, Afgan Dede’ nin yıllarını doldurdular. Yetmiş yıllık hayatından yanına kalan; çileli ömrünün iziymişçesine duran alnındaki derin çizgiler; bir de bu ikisi: düşman bir yalnızlık, dinmeyen bir özlem... Ruhunda yılların attığı derin çiziklerle; Bir garip... bir yalnız adamdı Afgan Dede. O gün alışık olduğundan erken kalkmıştı. İçinde tarifsiz bir heyecan, balkona çıktı. Korkuluğa sıkıca tutunup, sokağa bakarken karşıdaki dört katlı binadan, telaşlı adımlarla çıkmakta olan Nesrin Hanım’ ın gülücüğüne içten olmayan bir karşılık verdi. Gözleri sokağın caddeye açıldığı çizgiye kilitlendi. “Birazdan gelir,” diye düşünüyordu ki mavi şapkasıyla, büyük çantasından tanıdı onu. Mavi şapkalı adam, inadına yapar gibi, yavaş adımlarla kaldırımdan yürüyordu. Afgan Dede’ ye kalsa koşarak gelmeliydi... “Koşarak, bir çırpıda gel... Kapımı çal artık...” Yaşlı adam, ondan gözlerini ayırmadı. Yavaş adımlarla, kapısını çalmadan geçtiğinde “belki döner” diyerek bir süre ardından baktı. Sonra hayal kırıklığıyla içeriye girdi. Beş katlı apartmanların arasındaki, küçük bir ev ancak bu kadar aydınlık olabilirdi. Evin iç karartıcı, boğucu havası yetmezmiş gibi, bir de daha koltuğa oturur oturmaz onunla yüzyüze geldi. Odanın her yanında, acımasızca, "duvarlara bak, bomboşlar hala," diye çığlıklar atıyordu. En sonunda dayanamadı yaşlı adam, tehditkar bir edayla karşısındaki duvarı işaret ederek, "hepsini buraya asacağım. O zaman önce bu çığlıklarını kesecek sonra evimi terk edeceksin," dedi. Baktığı her yerde onu görüyordu. Onun yüzündendi bu çökmüş hali, bu boş vermişliği... Dile kolay on yılı aşkın süredir hayatındaydı. Evinin her bir köşesindeydi, yaşamının her bir anında... Üstelik kendi varlığının verdiği acı yetmezmiş gibi, bir de bu küçücük evde “özlemi” büyütüyordu... Bir yandan kendisi çoğalıyor bir yandan da özlemi besliyordu. Küçücük bir evde yaşadılar... hiç dost olamadılar. Yıllarca düşmanca gözlerle süzdüler birbirlerini. Bir tek geceleri ayrıydılar. Afgan Dede, hava kararınca karanlığın koynuna sığınıyordu, uyuyordu; uyumaya çalışıyordu. Uykusunda ona dokunmuyordu, ne özlem ve ne de o... Oysa gündüzleri evde vakit geçmiyordu. Hele de beklerken... Hele de bugün. Bastonunu alıp dışarıya çıktı, onu önüne katarak. Evin biraz ilerisindeki, parka kadar yanyana yürüdüler. Bir banka oturdular. Afgan Dede, etrafına bakındı ama görmedi kimseyi; ne sarmaş dolaş bir kızla erkeği ne kahkahalar atarak önünden geçen gençleri ne de bastonuyla zar zor yürüyen yaşlı kadını... Yalnız o küçüğü fark etti. İki üç yaşlarındaki şirin kız çocuğu, bebeğinin saçlarını tarayarak yürüyordu. Arada bir dönüp, annesine bakıyor, onu görünce, gülümseyerek yoluna devam ediyordu. En son kucağına aldığında daha gülümsemeyi bile bilmeyen Goncası da böyle olmalıydı. Nasıl büyümüştü, nasıl tatlıydı kim bilir... Yakında gülümseyecek evimin boş duvarlarında, diye düşündü. Çevresine bu defa görerek baktı; genciyle yaşlısıyla insanlar, banklar, ağaçlar ve bir de o. "Sen hiç bırakmayacak mısın peşimi?" dedi. Yanıt alamadı. "Belki bu akşam gelir," diyerek kalktı, "eğer gelirse, hiç görmeyecek seni gözlerim. Oniki yıl önce hayatıma girdiğin hızla çekip gideceksin... " Eve döner dönmez telefona sarılıp Bahar' ı aradı. Halini hatırını bile sormadan, "kızım ne zaman yolladın? Gelmedi hala," dedi. Bahar, "Offf babacığım, bu sıralar çok yoğunum, unutmuşum. Ama bak söz yarın göndereceğim, iki gün sonra orada olur. Kusura bakma olur mu?" diye yanıt verdi. "Önemli değil," diyerek telefonu kapattı Afgan Dede. Bütün gece sessiz, hareketsiz oturdu. Postacı, Goncasının iki yaşındaki fotoğraflarıyla dolu zarfı fırlatıp gözden kaybolurken de hareketsizdi. Afgan Dede, bir daha uyanmamak üzere gözlerini kapattığında, on yılı aşkın zamandır yaşamına ortak ettiği, küçücük bir evde yıllarca dost olamadığı yalnızlığını ve onun büyüttüğü özlemi de yanında götürdü.
  18. Burnu bir karış havada, gözü yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde. Hele hele benim aşkımı yerden yere vurup, nasıl kırmıştı kalbimi zalim. Dudaklarından dökülen acı sözleri; öyle ki, bugün bile unutamadım. Ne tebessümdü o, zehirden beter. Her olayda içim paramparça, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu. Yorgun düşerdim onsuz geçen, onunla dolu, koyu siyah gecelerden. Pişmanlıktan kendime lanetler eder, sevgimi söylediğim günü düşündükçe, kaleme sarılıp yazardım ona nefretin aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı. Derdim ki; alın yazımdı, onbeşimin çocuksu aşkıydı. Nasıl da gülerdi canı istedi mi... En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir, ardından bir uçurumun kenarına yapayalnız bırakır giderdi. Ben çaresiz, ben yorgun, ben bıkkın bu sevdadan. Ah bilirdi o insafsız, diri diri yanardım o böyle yaptıkça... Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda; onda ne bulduğumu bugün bile bilemem. Ama o günlerde hayatımın amacı, varolma gibi gelirdi bana. Çocukluk mu, yoksa gençliğimin safça tutkusu muydu bu kölesiye bağlanış, içten içe kopan fırtınalar, bu delice yakarış? Kimbilir, belki de sevilmeye muhtaç bir kalbin bitmek bilmeyen kaprisi... Ondan hiçbir şey istememiştim. Sadece sevgi... Evet, şimdi yıllar sonra ben, onu düşünüyorum ilk defa kucağımda resimler, hatıralarla. Hava yine soğuk, yine kasvetli gözleri gözlerimde yine sevgi, derin yüreğimde. Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım, ağladım saatlerce. Bu onun \"ölüm yıldönümü\"dür. 17\'sinde toprakla kucaklaşan, o zalimin hikayesidir anlatılan. Bir melodidir kırık, umutsuz... Doldururken sensizlik o an odayı gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı. Bir feryat yankılanmıştı acı dolu tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda. Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu. Benim kadar çaresizdi her köşe. Kendi kendime konuşarak yaklaştım sırasına; \"Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin Dileğince nefret et, alay et duygularımla Kızmam sana Ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka. Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun. Herşeyini özledim... Allahım son defa göreyim yeter bana\" Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü ta ki, ölümün o sinsi kokusunu içimde duyana kadar. Hıçkıra hıçkıra ağladım, sıraya kazıdığın ismini öptüm. Sonra, ona ait birşeyler bulmak için aradım her köşeyi... Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa, rengi solmuş. Yazı, onun yazısı. Bir mektuptu, özenilerek yazılmış, belki de çok emek verilmiş her satırına... Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi. Korkakça, kaybolmasından korkarak, acıyla okudum her cümleyi kalbimde büyüyen bir özlemle... Hele hele o ilk satırı... Öyle ki, bugün bile unutamam, okudukça ağlarım. "İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş bir tanem, AFFET BENİ !!!..."
  19. Genç delikanlı uzun koridoru acele ile geçtikten sonra, yaklaşık bir yıldır kaldığı küçük bölmenin kapısını açtı ve içeri girdi. Oda çok karanlıktı. El yordamıyla masanın üzerindeki mumu yaktı ve sandalyeye oturduktan sonra birkaç dakika boyunca hiçbir şey yapmadı. Gözlerini kapadı ve eskiden, mutluluk içinde geçirdiği anılarını anımsadı. Yanaklarından süzülen göz yaşları omuzlarına damlıyor, giydiği kırmızı kazağı ıslatıyordu. Sonra birdenbire hareketlendi ve masanın çekmecesini açarak, bir kağıt birde kalem çıkardı. Mumu, kağıdı aydınlatacak kadar yakınına çekti ve kelemini mürekkebinin içine daldırdıktan sonra yazmaya başladı. Sevgili C..., Seni son gördüğüm günden bu yana tam yüz elli takvim yaprağı kopardım. Hayatım boyunca hiç bu kadar yalnız kaldığımı anımsamıyorum. Burada, ne derdimi anlatabileceğim bir arkadaşım, ne de yemeğimi paylaşabileceğim bir tek dostum bile yok. Günlerdir de sıcak bir yemek yediğimi hatırlamıyorum. Soğuk odamın loş karanlığında senin hayalinle ısınıyor, hayat buluyorum. Bu mektubu sana yazmaktaki amacım; ömrümün en mutsuz, şu son saniyelerinde dahi seni ne kadar sevdiğimi anlamanı sağlamaktır. Sen hayatımı anlamlandıran tek şeydin. Hiç kimsede bulamadığım ve yaşayamadığım derin duygular yaşadım senin varlığın sayesinde. Karşıma çıktığın o soğuk kış gecesinde, karanlık hayatımı aydınlattın ve bana sevgi denen o yüce duyguyu tattırdın, dokunulamayan, anlatılamayan, görülemeyen, sadece yaşanabilen o duyguyu. O günden bu yana hiç mutsuz olmadım, sen olmasan bile hayalin vardı yanımda, bu illet yerde kafayı yemememi sağlayan tek şey. Ne zamanki üşümeye başlasam, ellerimin titrediğini hissetsem, ellerini hayal edip onları sıkıca tutuyordum. Tıpkı bir kış gecesinde, sabahlara kadar yağan kar tanelerinin üstünde yürüdükten sonra, bir sokak lambasının loş ışığında otururken tuttuğum gibi. Her neyse göz yaşlarımla ıslattığım bu mektubu aldığın vakit ben zaten derin bir uykuya, hiç uyanmamak üzere dalmış olacağım. Ama seni hiç unutmayacağım, çünkü bir gün mutlaka yeniden karşılaşacağımızı çok iyi biliyorum ve seninde buna inanmanı istiyorum. İnan vaktim olsa satırlarıma bu kadar çabuk son vermezdim. Ama artık vaktim geldi, senin anlamlandırdığın şu kısacık ömrüm, Azrailin canımı alması ile son bulacak ve tüm anlamını yitirecek. Evet, şimdi vaktimin geldiğini belirten çanlarda vurulmaya başladı, elveda… Seni sonsuza dek sevecek olan H.... Delikanlı satırları bitirdiği zaman dışarıda vurulan çanların sesi kulakları sağır edecek kadar yüksek işitilmeye başlamıştı. Gözlerinden akan yaşları temizledi ve mektubu küçük bir zarfın içerisine yerleştirdikten sonra üzerine gideceği adresi yazdı ve masaya bıraktı. Bölmenin kapısı açıldı ve içeriye siyah elbiselere bürünmüş yaşlı bir adam girdi. İhtiyar yavaş adımlarla delikanlıya yaklaştı ve koluna girerek hadi oğlum dedi üzgünüm... Bu sözler H...nin işittiği son kelimelerdi...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.