marti_name tarafından postalanan herşey
-
İSTİKLAL CADDESİ
- Martılar Var Kalbimde
Londra daha bi kasabayken istanbul metropoldü!!!- martı_name
ben neymişim yaaaaa tşkler- İSTİKLAL CADDESİ
Sana sımsıkı sarılmak istiyordum... Bir kez görsem, bitirsem içimdeki özlemini bu kadar zor gelmeyecekti senden, sevginden vazgeçmek... Nasıl olsa alışkınım ya seni görmemeye, galiba böyle de başarabilirim... ‘Ama eğer hissedersen hayatından çekildiğimi bana sana geri dönmemem için şans dile ‘ Neler yazmak istiyorum sana bir bilsen, tek yapabildiğim yazmak olduğundan yine yazıyorum işte! Seni daha önce de yazmıştım ama bu kez bir daha yazmamak üzere, seni beynimde, içimde bitirerek yazıyorum, ya da bitirmek isteyerek... Ne kadar sürer bilmiyorum ama ben senden, sevginden vazgeçmek istiyorum. Yine senden habersiz... Ben seni severken de senden habersiz sevmiştim. Belki de kendimden bile habersiz. Dünyaları etrafında döndürmek isteyen bir kalbi bilerek isteyemezdim. Kendimden ve senden habersiz ‘HERŞEYİM’ olmuştun sen... Öyle ya sen bir taneydin; eşin benzerin yoktu yeryüzünde, yoktu senden daha güzel güleni. Yaşanmamış ve yaşamamış olsam bile sen özeldin. AŞK özeldi... ‘Yağmurda aşk başkadır’ diyenlere gülüyordum ama bende yağmurda üşüyen ellerini severek başladım seni sevmeye... Aralık’tı... İstiklal e hiç o kadar güzel yağmur yağmazdı... Önce aldırmadım seninle güzelleşen her şeye... Sonra tüm parfümeri dükkânlarını aşındırıp kokunu ararken anladım seni deli gibi özlediğimi... Ne kadar gerçeksen o kadar yalandın... Ve ben her seferinde en baştan başladım. Yeniden bir sondayım ama bu kez yeniden başlayacak gücüm yok. Ben senden vazgeçmek istiyorum! Herkes gibi biri olmanı ya da hiç kimse olmanı istiyorum. Sesini duymak için telefonlara sarılmaktan vazgeçmek, ismini duyduğumda içimin titreyip, gözlerimin dolmasından kurtulmak istiyorum. Senin benim için herhangi biri olman ne kadar zor bir bilsen... Zaten kolay ne vardı ki benim için? Sanki seni öldürmemle sevmem arasında hiç bir fark yoktu. Ve ben hep sevgim yüzünden cezalıydım. Hiç sonu olmayan bir yolda seninle yürümek, yeni çıkan filmleri birlikte izlemek, saatlerce sana sarılı kalmak, Sadece ama sadece bir kez olsun sana sarılıp uyumak, bir sabah gözlerimi açtığımda yanımda seni bulmak isterken, Sen sevgimle utanmamı sağladığın için galiba gerçekten ‘BİRTANEYDİN’! İşte bu yüzden imkânsızlığına hep inandım! Ben yalnız kalıp seni düşünmeyi deli gibi sever olduğumda, sen benim her şeyim olduğunda ben senin için hiç yoktum! Bu yüzden yalnızlıklarım, ağlamalarım, özlemlerim canını hiç acıtmadı. BENİM TARAFIMDAN SEVİLMEK BELKİ DE HAYATINDA ÖNEMSEYECEĞİN EN SON ŞEYDİ... Sen beni hiç sevmedin! Ben seni seviyorum dediğimde Seni Seviyordum! Ben seni özlüyorum dediğimde Seni Özlüyordum! Ben senin için ölürüm dediğimde ben senin özleminden zaten ölüyordum... Ve şimdi senin hayatından gidiyorum... Ne zaman aralıkta bir yağmur yağsa, ben İstiklal de olacağım, ne zaman bir parfümeriye girsem hala kokunu arıyor olacağım. Ben kaybettim... Sen kazandın! Artık sesimi duymayacaksın... Sana sımsıkı sarılmak istiyordum, kokunu içime yıllarca bana yetecek kadar çekerek sana sımsıkı sarılmak istiyordum... Gelmedin! Gelsen yapabilir miydim bilmiyorum... Ben artık gidiyorum... Eğer hayatından çekildiğimi hissedersen, bana sana geri dönmemem ve seni yeniden deliler gibi sevmemem için şans dile... Ve lütfen Aralık ta yağmur yağdığında İstiklal’e gelme...- Carmen ve İrlandalı kızın sohbeti
Cehennemin kapısındayım ben şimdi. Evet evet cehennem olmalı burası.Daha doğrusu içerisi. Şimdi ortada bir yerdeyim. Cennetten hiç haber yok. Nasıl bir yerdir? Neye benzer?Hiç anlatmıyorlar. Cehenneme gideceğim kesin. İçeri girmeden bir soluk dinlenmeye bıraktılar beni. Yaşamdayken de gerçek yaşamda ölümlülerin fanilerin arasında hep tekrarladılar bana ölümden sonra yerimin neresi olduğunu. Şaşırmadım cennet beklentimde hiç olmadı . Ben yaşarken cennetteydim zaten şimdi cehennem hakkım benim. Yaşarken cehennemin soğuğunu içinde bilenler için cennet hak olduğu gibi. Carmen arkadaşım benim. Bu kapıda bulduk biz birbirimizi. Benim gibi tutucu ve taşra adetleriyle büyümüş İrlandalı bir Kız için biraz fazla hoppa biri ama olsun. Oda yaşamını cennete çeviren biri. Karnında bir hançer var. Hınçla sonuna kadar sokulmuş bir hançer. Sevdiği, bir zamanlar sevdiği onu sevmekten hiç vazgeçmeyen adamın işi bu hançer. Bak dedi gördün mü? Ne hale getirdi beni. Daha yeni başlamıştı oysa yakışıklı matadorumla aşkımız. Daha cennete yeni adım atmıştık. Şimdi cehennem kapısında beklemekteyim.Gerçi biliyordum er geç buraya geleceğimi ama daha vardı, zamanım vardı. Sen nasıl geldin? dedi. Bilmiyorum, dedim. Bu rüyayı gören küçük kız hatırlamıyor sonumu. Bir önceki yazıda bilinçli olarak sildiğini sanıyor beyninin bu sonu. Kıyamıyor; yani kimseye kıyamadığı için öylece bırakıyor sonunu. Ama ben de sonun burası olduğunu biliyordum zaten en başından. O sadece nasıl geldiğimi yazmıyor. Biliyorum, dedi Carmen. Beni kısa anlatmış ama yazısında. Biraz kıskanç bir bakışla baktı yüzüme. Biz kadınlar cehennem kapısında da olsak çekişmekten, kıskanmaktan vazgeçmiyorduk demek birbirimizi. Bence, dedim o anlamış seni ve takdir ediyor senin gücünü. Bana sanki biraz acıyor ve anlamaya çalışıyor sevgili kocamı niçin o İngiliz yüzbaşıyla aldattığımı. Aşık olduğumu; ona ne kadar aşık olduğumu biliyor ama sevecen kocamı alt etmeye yetmiyor yine de bu bilgi. Bende beceremedim zaten onu alt etmeyi hiç. Aşk tan yanarken bile linç edilmeyi göze alırken bile bir yanım ona karşı utançtan hiç durmadan sızlıyordu. Belki onun için yüklendim babamın vatana ihanet suçunu o an dünyadaki bütün suçları yüklenebilirdim bu azabın bedelini ödeyebilmek için. Öğretmendi değil mi senin kocan, dedi Carmen. Evet dedim öğretmen benim öğretmenimdi. Sonra kocam oldu. Aslında hep öğretmenimdi benim öncede sonrada. Hep çocuk hissettirdi bana kendimi. İyi yada kötü davranışlarımla övgüsünü yada yergisini kazanacağım bir öğretmen. Kadın olmayı kendimi kadın hissetmeyi ne kadar istediğimi bilmedi hiç.... Ama o biliyordu. Düşmanımda olsa biliyordu. Anlatılacak bir bilgi değildi bu hissedilecek bir şeydi. Çünkü oda bir kadının erkeği olmak istiyordu. Sen neden mahvettin o adamı? dedim Carmen`e.Senin için dağlara çıktı onurlu askerliğini bıraktı bir hırsıza dönüştü. O kendini mahvetti , dedi. Ben bir şey yapmadım. Evet bende onu sevdim bende ona aşıktım. Ama o sahibim olmayı istedi. Senin kocan gibi beni sıradan bir şeye dönüştürmek istedi. Bunun yapamayacağımı, beceremeyeceğimi, kabul etmeyeceğimi anlamak istemedi. Sıradan bir şey değildi yaşadığımız yaşamın sıradanlığına terk edilemezdi. Bu hikayenin sonu örneğin evlilikle bitmezdi ben onun çamaşırlarını yıkayıp ona yemek pişiremezdim bol bol çocuk doğuramazdım. Ben böyle biri değildim olamazdım. Ayrılık ve yeni bir aşk kaçınılmazdı. Othello diye bir adamla karşılaştım buraya gelirken oda içeri girdi az önce. Masum karısını kıskançlığın öfkesine kapılıp öldürmüş. Romeo ve Jüliet` de öldüler. Hatta bazılarına garip gelen yanlış anlamalar silsilesine kapılarak. Anlasana, dedi. O sıradan insanlara bir umuduz biz. Bizim yaşamımız gibi bir yaşam sürmeyi isteyip ama yerlerinden kıpırdamaya acı çekmeye yanaşmayan o küçük insanlara umuduz biz. Aralarında biraz cesaretli olanlarda bize inanıp belki yanlış seçimler yapacaklar boş yere acı çekecekler yada aşk için ölüp öldürecekler ama bu hiçbir şey yapmadan hiç çabalamadan ölmek ve cennete gitmekten çok daha iyi. Hadi, dedi yolumuz uzun bu kapıdan da kendi isteğimizle girelim. Biz çalalım cehennemin kapısını açmalarını beklemeyelim.- Bozuk Para
_____ Kaldırıma oturmuş, ayakkabılarının ipini bağlıyordu İbrahim. _____“Hey kör!..” dedi Nuri. “Ne oturuyorsun burada?” _____“………….” _____“Dileniyordur oğlum.” dedi Sinan. Sesinde aşağılayıcı bir ton vardı. _____“Dileniyor musun lan?” diye yeniden sordu Nuri. Bir yandan da ayağı ile yerde oturan İbrahim’e tekme atıyordu. _____“………….” _____“Dilenmeyecekse Ankara’ya niye geldiler?..” _____“Bozukluğun varsa atsana önüne.” _____“Atmam.” dedi Sinan. “Ya, paramı geri vermezse.” _____“Çenesini kırarım onun.” dedi Nuri. Bir tekme daha attı. Eliyle İbrahim’in çenesini sıkıca kavradı ve sordu: _____“Sen beni tanıyor musun lan?!.” _____“…………...” _____“Nerden tanısın köylü? Üstelik de kör.” _____“Bana ‘Mafya Nuri’ derler. Mahallenin bütün çocukları beni tanır. Ona göre…” ____Sinan cebinden çıkardığı bozuk parayı İbrahim’in önüne attı. Betona düşen para bir, iki döndükten sonra ayağının yanında durdu. İbrahim, siyah gözlüklerinin arkasından uzak bir noktaya bakar gibi bakıyordu. _____“Alsana lan parayı!..” dedi Nuri. Elleri belinde, İbrahim’in başında aynı öfke ile bekliyordu. _____“Bizim gitmemizi bekliyor oğlum.” dedi Sinan. “Arkamızı dönüversek hemen kapar parayı, bunlar böyledir.” _____Tekmesini yeniledi Nuri. İbrahim’in yanıt vermemesi onu çıldırtıyordu. Bu kez öfkesi biraz daha belirgindi: _____“Parayı al dedim lan!.. Dilenci kör!..” _____Oturduğu yerden usulca kalktı İbrahim. Doğruldu. Nuri ve Sinan, İbrahim’in bu sessizce doğruluşundan endişelenmiş gibi birer adım geri çekildiler. İbrahim’den gelebilecek bir karşı koymaya hazırlanıyorlardı. Sinan yumruklarını sıkarak heyecanını bastırmak istiyor, ama dizlerinin titremesini engelleyemiyordu. Nuri ise, mahallede kendine biçilen ‘mafya’ rolüne bir leke getirtmemek için elinden gelen rahatlığını yüzüne yansıtıyordu. Nuri’nin bu rahatlığı karşısında Sinan’ın kendisine olan güveni ve saygısı biraz daha artıyordu. _____“Ben dilenci değilim!..” dedi İbrahim. “Bunu aklınıza sokun!..” _____İkisinin arasından yürüyerek uzaklaştı. İbrahim’in gidişiyle kendilerine olan güveni artan çocuklar arkasından bağırmayı sürdürüyordu: _____“Dilenci değilmiş… Külahıma anlat.” dedi Nuri. _____“Korktun mu .....?!. Kaçıyor musun?!.” diye bağırdı Sinan _____“........ ordan!..” dedi Nuri. “Hem kör, hem korkak.” _____“Bana bak oğlum” dedi Sinan. Sesinde bir şey açıklayacakmış gibi heyecan vardı. “Bu kör, numara yapıyor olmasın sakın. Baksana nasıl da yürüyor. Kör olsa, böyle mi yürür?” _____“Ben de şüphelendim.” dedi Nuri. Sinan’ın ortaya attığı her fikre sahip çıkıp, kendi fikriymiş gibi göstermeye çalışıyordu. Böylelikle, kendisinin biraz daha üstün ve zeki olduğunu her fırsatta ortaya koymaya çalışıyordu. _____“Ben niye öyle davrandım sanıyorsun. Bu işi çözeceğim. Hadi, bizim körü sessizce takip edelim. Bakalım n’apacak?” İbrahim’in peşine takıldılar. Uzaktan izliyorlardı. _____Üç ay olmuştu köyden geleli. Polatlı’nın bir köyünden gelmişlerdi Ankara’ya. Bir yakınının bulduğu kapıcılık işini yapacaktı babası. Köydeki yoksul kaderini değiştirecek, kendi çektiği yoklukları çocuklarına çektirmeyecek, okutup birer iş sahibi yapacaktı. Bu amaçla, köydeki birkaç parça verimsiz arazi satılmış, parası bankaya yatırılmıştı. _____Üç kardeşten ortancalarıydı İbrahim. 14 yaşındaydı. Bir yıl önce geçirdiği bir kaza sonucu bir gözünü kaybetmiş, yalnızca sağ gözüyle görüyordu. O’nu üzen; bir gözünün yokluğu değil, çevresindeki çocukların kendisiyle ve siyah gözlükleriyle sürekli dalga geçmesiydi. Ya dalga geçiyorlar, ya da acıyarak bakıyorlardı. Oysa İbrahim, kendisine acınmasını değil, normal bir insan gibi davranılmasını istiyordu. Siyah gözlüklerinin ve olmayan bir gözünün kendisine herhangi bir öncelik sağlamasını istemiyordu. O, hiçbir zaman engelini kullanan bir dilenci olmayacaktı. _____Büyük caddeyi dikkatle geçti. Kocaman mağazaların önünden vitrinlere baka baka yürüyor, iki mahalle ötedeki, halasının evine doğru ilerliyordu. _____Son yıldaki rahatsızlıklarından dolayı okuldan uzak kalmış, sekizinci sınıfı okuyamamıştı. Kuzeninden alacağı eski defter ve kitapları boş zamanlarında okuyacak, görmediği ders konuları hakkında az da olsa bilgiler edinecekti. Karşısında büyük bir okul gördü. Siyah üzerine sarı harflerle “Cumhuriyet İlköğretim Okulu” yazıyordu. Bahçe duvarının üzerine oturdu, oynayan çocukları izliyordu. Çocuklardan bazıları basketbol potasına top atıyor, bazıları el ele tutuşmuş bir oyun oynuyor, bazıları da birbirlerini kovalıyordu. _____İbrahim, kendini izlemekte olan Nuri ve Sinan’ın ayrımında değildi. Okulun cıvıltısıyla dalıp gitmişti. Köyünü, köyündeki arkadaşlarını, okulunu ve eski öğretmenini düşünüyordu. _____“Büyüyünce öğretmen olacağım” demişti bir gün öğretmenine. Başını okşamıştı öğretmeni. _____Birden içi cız etti. Garip bir acı duydu içinde. Bir gözü görmeyen birisi öğretmen olabilir miydi? Çok garip bir hüzün doldu içine. Kulaklarında bir uğultu duydu. Düşüncelerini yeniden toplamaya çalıştı. Neden olmasındı? Neden? Bir gözü gayet iyi görüyordu. Bu, öğretmenlik için yetmez miydi? Rahatladığını duyumsadı. _____Duvarın üzerine düşen bir bozuk para sesi duydu. İrkildi. Biraz önceki çocukların yine geldiklerini sandı. Dönüp baktığında orta yaşlı bir kadın gördü. Kadın dudaklarını kıpırdatarak besmeleye benzer bir şey mırıldandıktan sonra: _____“Allah kabul etsin.” deyip İbrahim’in yanından yürüyerek uzaklaştı. _____Çok sinirlenmişti. Bu kadın kimdi? Niçin onun önüne para atmıştı? _____“Ben bir dilenci değilim!..” diye kadının arkasından haykırmak istedi. Olmadı. Boğazı düğümlendi. Sesi çıkmadı. Önünde duran paraya baktı. Büyükçe bir paraydı. Parayı alıp almama konusunda kısa süreli bir gel-git yaşadı. Aldı. Oturduğu yerden kalktı. Elindeki parayı büyük bir öfkeyle okulun bahçesine doğru fırlattı. Yeniden yerine oturdu. Yüzünü ellerinin içine alarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. O sırada omzuna dokunan bir el duyumsadı. Başını kaldırdı, siyah gözlükleri altından akan gözyaşları hemen görünüyordu. _____“Bizi bağışla” dedi Nuri. “Bütün olanları gördük. Hata etmişiz, seni basit bir dilenci sandık.” _____“Boş verin” dedi İbrahim. “Ben unuttum bile.” _____“Bizimle arkadaş olur musun?” dedi Sinan. Elini İbrahim’e uzatarak. _____Oturduğu yerden kalktı İbrahim, elini Sinan’a uzattı. Sonra Nuri’ye. Üçü birlikte yürüyerek gittiler.- Kuyruklu Yıldız
Yağmur, esir aldığı şehri yeni serbest bırakmış, Güneş bulutların arasından çıkıp çıkmamakta kararsız ihtişamlı şehri izlemekteydi. O sabah penceresinden bakan insanlar güneşin bu çekingen tavrına rağmen günün iyi geçeceğini anlamışlardı. Mutluluk kimilerine sabahın erken saatlerinde kendini belli etmişti. Ama mutluluk zaman ve mekan farklı olduğunda hep var olmuyordu, öyle anlar vardı ki, ne sıcak ne soğuk ne güneş, acıya engel olamıyordu bu büyülü şehirde bile. Bu şehir öyle bir şehirdi ki o muhteşem görüntüsünün altında nice zindanlar saklıyordu. Nice aşklara mezar olmuş hikayelerin, baş kahramanıydı bu şehir. Bu şehir ki nice ülkelerin yıkılışına, nice hükümetlerin bitişine nice yuvaların ve aşkların yok oluşuna tanık ve neden olmuştu. O masum, kendine hayran bırakan görüntüsünün altında, sarayların kıskanç cariyelerini taşıyordu ruhunda. Hep o sevilecekti, hep ona hayran kalınacaktı, en güzel şarkılar onun için bestelenecek, şiirler onun için dile getirilecekti. Bu şehir İstanbul’du.........İstanbul, o gece kendisini uzun yıllardan sonra görmeye gelecek aşkına hazırlıyordu. En güzel şalını giymişti. Üstünde binlerce yıldız olan lacivert şalını. * uzun yıllardan sonra tekrar gelmişlerdi İstanbul’a, adam elindeki bavulu, yıllarca bir çok ayrılığa, nice kavuşmalara tanık olmuş, garın emektar yolunda sürmeye başladı, bir eli ile de yaşlı kadının elini sıkıca tutuyordu, Birlikte martıların sesinin geldiği yöne baktılar, her şey sanki yetmiş iki yıl önceki gibiydi. Deniz yine mavi, martılar yine üzerinde dans ediyorlardı. Gözleri birbirine değdi ikisinin. Bir damla yaş akıyordu yaşlı kadının yanağından, ama gülümsüyordu. Adam yavaşça eliyle kadının yanağından akan gözyaşını sildi, eli bir süre öylece kaldı kadının yanağında... Yolun kenarından yürüyerek denizi seyrettiler, bir an olsun elleri ellerinden ayrılmadı. Şu an düşünecekleri en son şeydi ayrılık. Yıllarca ülke ülke dolaşmışlar, aşklarının doğduğu şehrin ve bu şehrin beslediği anıların özlemi içinde yaşamışlardı. Hiç çocukları olmadı ama çocukları gibi sevdiler İstanbul’u, onca sene sadece bir kez geldiler. Uzun yola dayanamıyordu kadın, hem astımı vardı hem de artık diğer hastalıklarını önemsiz yapan bir hastalığı. Onlarca doktor gezdiler ama hepsinin söylediği aynıydı...... Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra gelebildiler sahildeki parka, yetmiş iki sene önce burada tanışmışlardı, ilk kez kalplerinin şu anki gibi attığını o zaman anlamışlardı. Adam ilerdeki saat kulesini gösterip, kulenin yanında , eski lunaparkın yerinde duran büyük binayı işaret etti. Saat kulesine bakarken kadını ilk kez masumca öptüğü geceyi hatırladı, birde ilk işe başladığı zamanı, bu saat yüzünden geç kalmıştı ilk iş randevusuna. Kadının gözü başka yerdeydi, ilerde sandallarla gezen insanlara bakıyordu, onlarda kaç kez geçmişlerdi bu sahilden sandallarla, sonra ileride mendil satan çocukları gördü, çocuklar insanların peşinden koşuyor, ağlıyor yalvarırcasına mendil satmaya çalışıyorlardı, bu çocuklar yoktu eskiden diye düşündü , içinde var olan ağrısı bir kat daha arttı. Değişmişti İstanbul, onlara aşklarını armağan eden şehir değildi sanki burası, kendileri gitgide yaşlanırken İstanbul gençleşmişti, daha alımlı daha süslü gözüküyordu sanki, ama yüzüne tonlarca boya sürülmüş, masumiyeti alınmış uzak doğu kızları gibi. Saatlerce bankta oturup her gördükleri şehir izlerinden bir anı çıkardılar, kah güldüler kah birlikte ağladılar, kadın adamın gözyaşını adam kadının gözyaşını sildi, yıllarca olduğu gibi. Adam doğduğu şehrin bu kadar değişmiş olduğuna üzülürken bu garip değişime tanık olmadığı içinde mutluydu. Kadın çantasından çıkardığı eski resme bakıp, sonra şöyle bir etrafına baktı. Onca yolu, onun için geldikleri şehir değildi burası. Değişmeyen her iz onları mutlu etmeye yetmişti yinede, bir ara yanlarına tavşanıyla bir adam geldi, fal baktırdılar tavşana, çıkan yazı pek onlara göre değildi, evlilik var diyordu ama yinede mutlu oldular bu değişmeyen eski anıya. Evliliklerinin tam yetmişinci yılında idiler, aşkı tatmalarının da yetmiş ikinci yılı. Yine tam bu günde tanışmışlardı, kuyruklu yıldızın İstanbul’u son ziyaretinde.... İstanbul en güzel kokusunu sürünmüş en güzel giysilerini giymişti o gece, dolunay başında bir taç gibi duruyordu bu cazibeli şehrin, yıldızlar bu tacın sanki taşlarıydı. Balıkçılar o gece balığın çok olacağını düşünüyorlardı ve denizin üzerine birer oyuncak kayık gibi yayılmışlardı sandallarıyla, sandallar yakamozları delerken, dalgalar kıyıya vuruyor , rüzgar bir nefes gibi okşuyordu İstanbul’u, sevgililer parklarda birbirlerine sarılmış geleceği düşünüyorlardı, umut dolu. Yetmiş iki sene önceki gibi.... Kadın, başını adamın omzuna koymuş eskiden kalma bir şarkı söylüyordu nihavend makamında, adam sessizce eşlik ediyordu kadına. Elleri birbirine kenetlemiş, aynı noktaya bakıyorlar aynı şeyleri düşünüyorlardı. Burada başlayan o aşk dolu hayatları bir film gibi geçiyordu gözlerinden, farklı ülkelerde yaşadıkları o mutlu günler onları yine başlangıca getirmişti. Yetmiş iki sene önce yıldızın İstanbul’dan geçtiği güne İstanbul ellerini uzattı sevgilisine, yıldız bir öpücük kondurup öylece kayıp gitti uzaklara, İstanbul yine aldanmıştı, elleri yine boşluğu yakaladı. Sanki onca bitirdiği hayatların öcünü alıyordu yıldız ondan, kayıp giderken uzaklara.... Gözleri yıldızı izledi öylece adamın, kadının gözleri kapalı, cansız elleri adamın avuçlarındaydı, adam bir öpücük kondurdu kadının aralık dudaklarına, bu gecenin son gece olduğu biliyorlardı, bir başlangıcın ve sonun olduğu içlerine doğmuştu sanki, onca yolu bu sonun bir başlangıç olabilmesi için gelmişlerdi. Onca sevgi dolu geçen hayatlarının sonunda ayrılığa da bir başlangıç gibi başlamak istiyorlardı.Adam sımsıkı sarıldı kadına. Yakında kavuşacaklarının vermiş olduğu mutlulukla gözünden akan gözyaşını sildi. Kadının söylediği o nihavend şarkı şimdi uzaklarda yankılanıyordu. Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu, hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu .......- Martılar Var Kalbimde
Sadece dört ay kalacağım sonra yine buradayım abartmana gerek yok, ne olur bu kadar uzatmayalım bu konuyu diyerek sustu kız.Delikanlı hiç konuşmuyordu ,sadece kalbinin sesini dinliyordu .Ağlamak geliyordu içinden ama onun yanında yapamazdı.Onun üzüldüğünü görmek onun da ağladığını görmekle daha da kötü olacaktı.Hem gelince en iyi hastanelerde çalışacağım.Her hemşirenin eline geçmez böyle bir fırsat ne olur artık susmayı bırak bir şeyler söyle.Ben sadece kendim için gitmiyorum uzaklara ikimiz için, düşlediğimiz hayaller için gidiyorum dedi kız. Delikanlı kızın o hüzünlü gözlerine bakıp, git dedi. Sen en iyisini bilirsin mutlu olacaksan git. Senin mutlu olman beni de mutlu eder. Hem ilerde kuracağımız hayat için gidiyorsun değil mi?, o hayat ki bizi birbirimize bağlayan, sadece ikimizin hayatı.Kısa süren hayatlara inat git. Bizim hayatımızın uzun olması için git..... İki gün olmuştu gideli. Onun özlemi göğsünde hissettiği ağrıdan daha kuvvetliydi. Doktora o gittikten sonra kematoropiye başlama sözü vermişti. Ama iki gün olmuştu hala gitmemişti hastaneye. Tedavisini, çalıştığı hastaneden başka hastanede yaptıracaktı. Kimsenin durumunu görmesini istemiyordu. Hayatında sadece O ve çalıştığı hastanedeki insanlar ve hastalar vardı. Kanser olduğunu öğrendiği gün nişanı vardı. Sanki böyle bir haberi beklermişçesine mutluluğunu bozmadı. Nişanda en mutlu kişi oydu. Sadece O’nun Amerika da burs kazandığını öğrendiği zaman yıkıldı.Çünkü biliyordu gideceğini onu hiçbir kuvvetin ,kanser olduğunu söylemesi dışında, durduramayacağını biliyordu. Onun o günkü mutluluğunu hala hatırlıyordu. Sanki uçacaktı, şimdi bir martı olmak isterdim dedi kız, sana her an uçmak için uzaklardan, beni çağırdığında, seni özlediğimde hemen yanında olmak için, duyduğu an karar vermişti zaten gitmeyi. Martılar o kadar uçamaz yarı yolda kalırlar dedi, ve özlediklerini belki de göremezler , Bir hayal işte hemencecik bozuyorsun beni. Mutluğumu çok görme lütfen ortak ol bana.Nasıl ortak olurdu ,döndüğünde belki de olmayacaktı yanında buna mı ortak olacaktı. Şimdi söylese gitmeyecekti biliyordu ama o mutluluk sihrini nasıl bozabilirdi. Nasıl onun eline verilen oyuncağı alıp onu acılara sürüklerdi. Söylemedi. Sadece git ve çabuk gel dedi. Öylece sarılıp kız kulesinin etrafında uçan martıları seyrettiler ..... Sessiz kalmak ayrılıklarda hep bir tarafı mutlu etmiştir diye düşündü. Şimdi mutlu olan bir kişi vardı ama o hayatta en çok mutlu olmasını istediği tek kişiydi. Bu sefer sessizlik amacına ulaşamayacaktı .Tedaviye başlayalı iki gün olmuştu. O gideli bir hafta. Her gün arıyordu ve her aradığında başka beyaz yalanlarla karşılıyordu onu. Yıllık izni yoktu ama doktor arkadaşı onun için bir şeyler ayarlamış ve iki aylık bir izin koparmıştı başhekimden. Hasta olduğunu sadece o biliyordu. Saçları dökülmüştü. En çok saçlarıyla oynardı eliyle tarar masaj yapardı. Şimdi birkaç cılız saçtan başka bir şey kalmamıştı kafasında. Çalışırken hastanede hep kemoteropi olan hastalar görürdü. Ne hissettiklerini hiç düşünmemişti. Belki duyarsızlıktı ama buna üzülmesine gerek yoktu artık, ne hissettiklerini çok iyi biliyordu şimdi. Boktan bir durumdu ne yediğinizin farkındasınız ne içtiğinizin her dakika miğde bulantısı, garip bir duygu. Ölüm sanki ensenizde soluyor. Martıların sesini yattığı yerden duyabiliyordu. Garipti, deniz kokusunu alamıyor ama denizin ve martıların sesini duyabiliyordu. İlaçlar koku alma duyusunu hafifletmişti. Belki de iyi olmuştu, yediği o garip yemeklerinde kokusunu almıyordu. Şimdi burada olsa onunda kokusunu alamayacaktı. O okyanus kokusuyla karışık gül kokusunu. Saatlerce uyuyordu, telefonu titreşime almış elinin altına koymuştu kazayla bir kere bakmasın O’nun telefonuna, tedavide aldığı acılardan daha fazlasını yaşardı biliyordu. Sonu olmadığını biliyordu bu tedavinin daha doğrusu kendisinin sonunun olduğunu biliyordu bu tedavinin. O şimdi uzaklarda hastalara nasıl yardım edeceğini öğreniyor kendisi ise bir hasta nasıl olur bunu görüyordu. Hastanede tanışmışlardı. Ayrılıklarının ve acılarının bir hastane odasında başlamasını istemiyordu. Onu tanıdığı an ve en son gördüğü an ile hatırlamak istiyordu. Sana resimlerimi gönderdim maillerine bakarsın demişti telefonda ama o kafasındaki tüm şifreleri unutmuş sadece onun adını hatırlıyordu.” Deniz” Martıların üzerinde dans ettiği balıkların can bulduğu deniz. Elinde olsa denize atılmasını isterdi naaşının, sanki onun içinde kalacakmış gibi. Ama toprakta olacaktı ,geldiğimiz yer değil mi zaten ........ Kimsecikler gelmiyordu ziyaretine ki zaten kimse bilmiyordu burada yattığını ara sıra doktor arkadaşı geliyor yanında bir saat duruyor sonra gidiyordu. Dışarıda da devam edebilirdi tedaviye ama onu bu halde biri görüp gerçeği ona söylerler diye düşünüp hastanede kalmayı tercih etmişti. Tam bir ay olmuştu o gideli ,koca bir ay, şimdiye kadar iki günden fazla ayrı kalmamışlardı. Her iki gün bir ay ederse tam on beş aydır ayrı idiler. Küçük bir arkadaşı vardı birde hastanede beş yaşında bir kız çocuğu, oda aynı tedaviyi görüyordu. Ara sıra yanına geliyor ona yaptığı resimleri gösteriyordu. Son geldiğinde ona denizin üzerinde uçan martıları yaptığı resmi hediye etmiş altına da “iyileşip senle deniz kenarında gezelim” yazmıştı. Adı onunda Denizdi. Rastlantılara inanmazdı pek ama sanki onun eksikliğini doldurmak için çıkmıştı karşısına bu küçük kız. Ona bakıp gelecekle ilgili hayaller kurmak istiyordu ama göremediği bir geleceği düşlemek içini tuhaf yapıyordu.Bir keresinde yanına gelip abi senin karın varmı? diye sormuş yoksa benimle evlenirmisin? demişti.O da hemencecik kabul etmişti bu garip evlilik teklifini, ertesi gün elinde bir gelin ve damat bulunan resimle gelmiş üstlerine adlarını yazmıştı. Deniz tedaviye iki ay dayanmıştı.Babasının kollarında can vermişti. Uzun yıllar ağlamadığını hatırladı onun öldüğü gün ağladığında. Her akşam dakikalarca konuşuyorlardı onunla, hiç konuşmadan onu dinliyor neden konuşmuyorsun dediğinde sen anlat burası aynı ,bıraktığın gibi değişen bir şey yok haberler sende diyordu.O da hemencecik devam ediyordu, o gün gördüğü yerleri anlatıyor kaldığı evin penceresinden özgürlük anıtının gözüktüğünü söylüyordu.Ama kız kulesini hiçbir şeye değişmem diyordu. Penceresinin özgürlük anıtını gören yerine kız kulesinin resmini yapıştırmış birde altına resimlerini koymuştu sanki İstanbul’ daymış gibi. İyi ki İstanbul’da değilsin diye düşündü iyi ki değilsin. İki gündür hiçbir şey yemiyordu yediği her şeyi çıkarıyordu. Sadece biraz meyve suyu içiyor birazda pirinç lapası yiyordu. Gözünü pencereye dikiyor ara sıra gelen martıları kaçırmak istemiyordu. Baş ucuna asmıştı küçük Deniz’in yaptığı resmi birde O’nun resmini. Daha mı duygusal olmuştu bilmiyordu ama artık ağlıyordu. Özlemine ,acısına artık dayanamıyordu. Onu görmeden gideceğini en başında biliyordu ,alıştırmıştı kendine bunu ama artık olmuyordu. Özlüyordu O’nu lezzetini artık alamadığı su gibi ekmek gibi, Kız Kulesinin üzerinde uçan martılar gibi. Martılar uzun zamandır gelmiyorlardı penceresine , denizin sesi yoktu artık, telefonun titreşimini de hissetmiyordu. İki gündür telefonunu şarja taktırmayı da unutmuştu.Onun sesini de duymuyordu artık duysa bile cevap veremezdi zaten. Ertesi gün Küçük Deniz geldi yanına, birde penceresine bir martı . Vakit gelmişti. Küçük Deniz elinden tuttu. Birlikte uçan martıyı takip ettiler mavi denizin üzerinden kız kulesini selamlayıp İstanbul’a veda ettiler . İstanbul bir hikayedir.Kahramanı çok yazarı çok. İstanbul bir bahanedir sevmeye, sevilmeye İstanbul bir martıdır.Yüreklerde uçan. Değerini bilen yok- Günün Türküsü
sözleri anonim olan bir adige şarkısı.kardeş türküler'in internet sayfasında yer alan sözlerinin türkçeye uyarlanmış hali ise şöyle: tatlı tebessümün bana ulaştığında göğsüm aydınlanıyor güneş gibi bir bakışın bana değdiğinde yüreğim kanatlanıp uçmak istiyor gerçek sevgi budur işte umutlardan kurulu budur işte gerçek sevgi çiçek demetlerinden yapılmış hayat dayanılmaz olduğunda katlanabiliyorum, sen yanımdaysan uzun yollara düşmüşsem eğer ulaşıyorum istediğim yere, sen uğurladıysan çerkezce sözleri de şöyledir: wuişkhıpe şabe woe kızeseptırem sibğegu tıgeow şıze peş'etı ne pleğu zako wa kızızfıpş'ırem bıbı şöeyığoy sigu zı ke'etı carı şu-ı lheğur zıfede şıpker ar guğe eş'ume yakheş'ıçığ carı şu-ılheğur zıfede şıpker ar keğağ'e beme yakheşıçığ siğaş-e mafe kin kısfıkhafeme psınce kısşekhu wo wukısgotıme siğegu çıje sızere tehaew si of kıs dekhu wo sıbğekuatemet- Şu an ne dinliyorsunuz
mercan dede healing prayer- ELİNİZİ VİCDANINIZA KOYUN VE SORUN: NEDEN?... (Türkiye'nin sadece yüzde 3'ü büyük 7 milyon nüfuslu İsrail ve çevresi 200 milyan arap ülkesi ve...)
- Emekçi Kadınlar
- Emekçi Kadınlar
- martı_name
Tşk ederim suheda- kıeık kanatlar
izlemek isteyip takip edemediğim bi dizi- Yedi Numara Dizisi
çok tşkler- Şu an ne dinliyorsunuz
sorma bana kimim nerden geldim buraya gözlerimdeki kırmızı bulutlar hangi günlerden sorma elbet olmuştur geçmişte açıklanamaz şeyler bağlardan çaldığım üzümleri yemişimdir yaslanıp mavi göğün göğsüne sorma bana kimim yaşım kaç, işim ne bana "seviyor musun" de başka bir şey sorma- Günün Türküsü
gurbete gidişimdir gonca gül derişimdir eğil eğil öpeyim belki son görüşümdür derelerde saz olur (hoydananay) gül açılır yaz olur (hoydananay) ben yarime gül demem (hoydananay) gülün ömrü az olur (hoydananay) bülbül yuvada inler (hoydananay) susar kalbini dinler (hoydananay) benim gönlümde sensin (hoydananay) senin gönlünde kimler (hoydananay)- Bir bebeğin öyküsü..
haklı olabilirsin frozen- martı_name
frozen- Ölemiyorum Bile
- Sende sevseydin beni
Tşkler- İKİ GÖZÜM
sorma bana kimim nerden geldim buraya gözlerimdeki kırmızı bulutlar hangi günlerden sorma elbet olmuştur geçmişte açıklanamaz şeyler bağlardan çaldığım üzümleri yemişimdir yaslanıp mavi göğün göğsüne sorma bana kimim yaşım kaç, işim ne bana "seviyor musun" de başka bir şey sorma- Günün Türküsü
elindedir baglama kara gozlum aglama o gunku sozlerimi cavur annene soyleme haydin de emmim dayim gurudu guyun suyun ben ablani alicem enisten olcem gayin hop diri diri dat diri dit diri dom ben yarimi seviyom sari cizme giyelim bizim dama girelim annen buban duyarsa tay bosanmıs diyelim hop diri diri dat diri dit diri dom ben yarimi seviyom- Şu an ne dinliyorsunuz
suat suna o lelli - Martılar Var Kalbimde
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.