marti_name tarafından postalanan herşey
-
HATATTAN KESİTLER...
- HATATTAN KESİTLER...
- YÜZÜNÜ GÜNEŞE VER...
- SİYAH BEYAZ BULUNTULAR...
- En sadık dostlarımız...
- HATATTAN KESİTLER...
- SİYAH BEYAZ BULUNTULAR...
- insan !
- HATATTAN KESİTLER...
- Son model toyota
- KİM 500 Bin İster 2. Versiyon
indirsen ne olacak kazan kazan elde bişi yok- Özledim...
Bu şehrin... Güzel çocukların insanı coşturan kahkahaları. Uyanır uyanmaz okunan Turgut Uyar şiirleri. Bebek Kahve’deki İstanbul’un en pahalı tostları ve Özcan’ın laf atmaları... Ağır ağır pişmiş karnıyarık, yanında cacıkla pilav. Boğaz’da bir sağa bir sola kayarak giden güzelim Boğaz vapurları. Ali Baba Köftecisi. Taksim Meydanı, Sıraselviler Caddesi, Sarayburnu, Kalamış sahili... Sahaflar. Eminönü güvercinleri. Fatih Köprüsü’nün Avrupa girişi. Beşiktaş pazarı. Sonbahar balıkları. Mangerie’deki mükellef kahvaltılar. Truman Capote, Anna Gavalda, Isabel Allende, Oktay Rifat kitapları. Selim İleri burukluğu. Köz mısırın yerini bıraktığı köz kestane. Nişantaşı çiçekçileri. Bostancı’dan görünen Adalar. Adalar’dan el sallayan uzun ışıklar. Ortaköy kokoreççileri. Şapkası yana kaymış yorgun trafik polisleri. Bitirim dolmuşçular, bezgin taksi şoförleri. Levent ve Maslak gökdelenleri. Okul servisleri. Tek yönden girip çıkılmaz delik deşik arka sokakları. Sardunya saksılı Armutlu evleri. Dantel perdeli Suadiye pencereleri. Kedi iriliğindeki yaygaracı martıları. Martılara gıcık olan miskin kedileri. Kavrulmuş leblebi, buzlu badem ve taze ceviz içi... Banklarda unutulmuş mizah dergileri. Ağlamaktan yüzü Gazi Mahallesi kederine bürünmüş yaşlı kadınları. Rüzgârda savrulan sarı, kızıl, kara saçlarıyla genç kızları. Motorla uçup giden kuryeleri. Okul çıkışı ceketi fora etmiş liselileri. Arnavutköy ve Kadıköy manavları... Yazdan kışa, kıştan bahara renk değiştiren büyük bahçeleri. Park ve bahçeler müdürlüğü. İstanbul Belediyesi. Aşkın kemoterapisi nikâh daireleri. Banka şubeleri. Seyyar satıcıları. Gazete bayileri. Velhasıl, bu şehrin özlediğin ne varsa her bir parçası adına... Hoş geldin!- Halk mutlu değilse kimse mutlu olamaz!
Yolum iki günlüğüne Ege’deki Patmos Adası’na düştü. 12 havariden Aziz Yuhanna’nın bir mağaraya çekilerek İncil’deki “Mahşer” bölümünü yazdığı ada bu. Bu yüzden bütün Hristiyan dünyasınca kutsal bir mekân olarak kabul ediliyor ve güneş-deniz olanaklarının yanı sıra bu özelliğiyle de turist çekiyor. Birçok Ege adası gibi yeşilin az olduğu, kurak ama nefis koylarla çevrelenmiş bir ada. İster istemez Türkiye ile karşılaştırmalar yapıyorsunuz ve dikkatinizi en çok ne çekiyor biliyor musunuz: Ucuzluk! Bu turistik adada her şey son derece ucuz. Limana yakın güzel ve tarihi kahvedeki fiyatlar, Bodrum Havaalanı’ndaki kahve fiyatlarının beşte biri. Biliyorsunuz; Selahattin Duman bizdeki fiyatlara isyan eden yazılar yazıyor. Son derece haklı. Patmos Adası’nda lokantalar, bizimkilerin yanında sudan ucuz. Esnaf tok gözlü. Sizi kazıklamaya çalışmıyor. Adayı dolaştırmasını istediğiniz taksi şoförleri, pazarlık ederken söylediği fiyatın bile altında para alıyor. Çünkü biraz sohbet edince tanıdık kategorisine giriyorsunuz. Yalnız adada değil, Yunanistan’daki en ünlü lokantalardan birisi Benetos. Bir Yunan şefle Amerikalı eşinin işlettiği bu lokanta ve o yemek kalitesi bizde olsa fiyatlardan kimse yanına yaklaşamaz. Oysa burada yemeğin sonunda “Acaba yanlış mı görüyorum?” dedirtecek kadar ucuz bir hesap geliyor. Bütün bunları niye anlatıyorum biliyor musunuz? Patmos’u övmek için değil, bizdeki garip duruma dikkat çekmek için. Türkiye’de her şeyin fiyatı kelimenin tam anlamıyla çıldırdı. Dünyanın en kötü yollarında, dünyanın en pahalı benzinini doldurduğumuz dünyanın en pahalı otomobilleriyle yolları tıkıyoruz. Lokanta, kahve, yol, okul, otopark, hastane ücretleri dünya standartlarının üstünde. Bu parayı ancak 5-6 milyon insan harcayabiliyor. Geri kalan 60 milyonu aşkın insan yarı aç yarı tok. Karnını doyurursa şükrediyor. Bu da orta sınıfı yok ediyor ve halk içindeki uçurumu derinleştiriyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki bir ülkede demokrasinin güvencesi orta sınıftır. Ve halk mutlu olmadan uzun vadede kimse mutlu olamaz. Sendikalaşmayı yok eden, emek kesimini bastıran ve muhalif sesleri çeşitli yöntemlerle kısan rejim ağababaları bunu da düşünse iyi olur. Yoksa şairin dediği gibi bir süre sonra “Elde zulmetmeye ahali kalmayacak.” Zülfü Livaneli- Yan gelip yatma yerleri
Yan gelip yatma yerleri Aslında konu eskidi bile. Eskimekle kalmadı yerini büyük bir hızla yeni incilere bıraktı. Yan gelip yatma ile ilgili pek çok yazı yazıldı ama ben de bir iki ek yapmadan duramadım. Başbakanımız son derece haklı. Askeriye tabii ki yan gelip yatma yeri değildir (en azından, kıymetlimin anlattıklarına bakılırsa orada pek yan geldirmiyorlar adamı). Ayrıca ikinci sözü de son derece doğru: Makamlar da yatma yeri olamaz. İster sultanıyegâh olsun, isterse hicaz; makamlarımız o kadar hüzünlü, öyle içlidir ki hep, dinlerken hemen ayağa kalkmak, hayatın o dikey kederini yaşamak istersiniz. Başbakanlığın yan gelip yatma yeri olmadığı konusunda da Sayın Başbakan’la yüzde yüz hemfikiriz. Hem Ankara’nın yol ve düşünce trafiği malum; o kadar gürültü içinde yatılır mı hiç? “Orada yatılmaz, burada yatılmaz. O zaman biz nerede yan geleceğiz kardeşim?” diyenler olabilir... Birkaç öneri sunmak isterim; Mesela, ağaç gölgeleri (Bir klasiktir. Dünyanın ne kadar güzel bir yer olduğunu düşünürsünüz yatarken). Sanat çevreleri (İsteseniz yıllarca hiçbir iş yapmadan ödenek alabilir, aynı fikirleri papağan gibi tekrarlayarak entelektüel ortamlarda başarıyla salınabilirsiniz. Yatmanın en büyük kazancı çeneye güç vermesidir. Yatmadan üretenler kim için çalışıyor ki sahi?) Gazete köşeleri (Üç beş klişe cümleyi döndürüp dolaştırıp tekrarlar, arada da gündemdeki birileri ya da toplumun sevip, saygı duyduğu birilerine hakaret ederseniz tadından yenmez. Hele bir de pervasız ve cahilseniz, sizden iyisi yok. Yürürsünüz valla). İnternet siteleri (Üretmeden tüketmeyi şiar edinmiş genç kardeşlerimiz için icabında yumuşacık bir yatak işlevi görür bu siteler. Arkadaşlarımız pijamalarını giyer -bazen giymez, hiç değişmez- sabaha kadar o site senin bu site benim dolaşırlar. Arada gerçek isimlerini yazmaya mecbur olmadıkları forumlara girip ona buna çamur atmayı da ihmal etmezler tabii). Parlamento ve Uluslararası Kongreler (Takdir edersiniz ki benim gibi bir “yeni yetmenin” fikir beyan etmesine bile hacet yok; sayın vekillerimiz sık sık uyuklarken yakalanıyorlar çünkü. Eh, tempo yoğun tabii, arada dinlenmek gerekiyor). Yorgancı dükkânları (Aslında bu konuda biraz kararsızım. Artık yorgancı dükkânları da yok zaten. Ama fena bir seçenek olmadı sanki). Demek ki neymiş? Başbakanımızın sözlerinden alınıp gücenmeye gerek yokmuş. İnsan yatmayı kafaya koymaya görsün; gözünden hiçbir müsait yer kaçmaz vallahi.- Aşk gider, acısı kalır...
acı kalmışsa bi parçada aşkta kalmıştır.ateş olmayan yerden duman çıkmaz.acı hissediyorsan bi yerlerde bişi illa ki vardır...- Bombayı Yılmaz Erdoğan patlattı
tşkler- hayret verici fotoğraflar
paralar güsel dubai towers gibi- İftarda sigara ‘balyoz’ etkisi yapıyor
Ramazanda tutulan oruç nedeniyle gün boyu nikotin almayan vücuda, iftarla birlikte üst üste yakılan sigarayla nikotin yüklenmesi normal günlerdeki içicilikten daha fazla zarar veriyor. ADANA - Türk Kanser Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Tuncer, iftarı bile sigara ile açan aşırı tiryakilerin olduğunu, önemli bölümünün de iftarı açtıktan hemen sonra gün boyu nikotinsiz kalmanın acısını çıkarırcasına üst üste sigara içtiğini ifade ederek şunları söyledi: “Gün boyu nikotin almayan vücuda yapılan nikotin yüklemesi ‘balyoz’ etkisi yaratıyor. Çünkü, gün boyu aç kalan vücutta kan şekeri önemli ölçüde düşüyor, bunun üzerine bir de hızla verilen nikotin ve diğer zararlı maddeler eklenince sert bir cisimle vurulmuş gibi baş dönmesine neden oluyor.” Prof. Dr. İlhan Tuncer, iftarda sigara içimiyle gün içinde değerleri düşmüş olan nikotin ve diğer maddelerin yoğunluklarının hızla artmasının tüm damar sisteminin dengesini de bozduğuna dikkati çekerek “Bu durum, kalp rahatsızlığı olanlarda kalp krizine kadar varan olumsuz sonuçlara zemin hazırlayabiliyor. Bunun yanı sıra beyin damarlarını da tıkayan nikotin, nörolojik rahatsızlıkları da tetikliyor” dedi. “BİR KEZ DENEYİN” Tuncer, tiryakilerin, ramazanı sigarayı bırakmak için bir başlangıç noktası olarak değerlendirmeleri gerektiğini belirterek “Bir kez deneyin... Zaten gün boyu nikotin almayan vücut, iftardan sonra da alınmadığında gün geçtikçe alışacaktır. Sigaranın bırakıldığı ilk günlerde nikotinin yokluğu vücutta hissedilir, ancak ilerleyen günlerde bu etkiler yok olur” dedi. Tiryakilere iftardan sonra sigara yakmak yerine kuruyemiş yemeyi, meyve suyu içmeyi ya da sakız çiğnemeyi öneren Tuncer, “Sigara tiryakileri, bu alışkanlıklarından vazgeçemiyorlarsa en azından iftar sonrası bol sıvı tüketmeli” dedi. Tuncer, sigara tiryakilerinin ramazanda bir başka şikayetlerinin ise yoğun baş ağrıları olduğuna dikkati çekerek şunları söyledi: “Ramazanın ilk günlerinde ortaya çıkan baş ağrısı, genellikle kafeinin ve nikotinin eksikliğine bağlı olarak gelişir. Sabahları kahve ve sigara içmeye alışık olanlar özellikle bu şikayetleri daha yoğun yaşarlar. Bunun için ramazana bir iki hafta kala sigara ve kahve tüketimi azaltılmalıdır. Kolalı içeceklerden uzak durulmalıdır. İftardan sonra bol meyve çayı tercih edilebilir.”- 'Papa, Türkiye'ye gelme, ÖLDÜRÜLECEKSİN'
yanlış anladın sanırım...hadi en azından cezaevinde pc ve net olsa bunları yapar.ama cezaevlerimizde durum yasalara kurallara bakıldığı zaman resmen insanlar bitiyor orda. idealleri için yatanlar belki iyi niyetli gerçekten ihtiyacı olduğu için hırsızlık yapan insanlarda aynı cezaevlerinde kalmıyorlar mı ? onlara neden sağlanmıyor bu imkanlar. herifin herşeyden haberi olacak ve bunu bi radyoya bağlayacak tüm ülkede buna inanacak ?işte kızdığım nokta bu... elbette çok kötü cezaevlerimizin durumları.ben almanyada 9 yıl yatan biriyle tanıştım adamda hiç bi sağlık sorunu yok aksine gayet sağlıklı olması gerekende budur.- Bombayı Yılmaz Erdoğan patlattı
Bombayı Yılmaz Erdoğan patlattı Geçtiğimiz yıl ilk filmini çeken Ulaş İnaç’ın filmi ‘Türev’in nasıl olup da Altın Portakal’a ulaştığının epey spekülasyonu yapılmıştı. Yılmaz Erdoğan, ‘ayaküstü’ gerçekleştirdiği gösteride geçen yılın perdesini araladı. ANTALYA - Evvelki senenin Altın Portakal adayı, geçen senenin jüri üyesi Yılmaz Erdoğan, açılış gösterisinde, söz sanatı dairesinde ‘içini döktü’. Bunu da, festival başkanlarının ve açıkhava tiyatrosunu dolduran binlerce davetlinin huzurunda, onlara keyif vererek ve her ettiği kelamı onlara alkışlatarak yaptı. Elbette herkesin, ünlü komedyenin söylediklerine kendi getireceği bir yorum olacaktır; ama benim ilk aklıma gelen, festivalin ve festivalciliğin ulaştığı ‘muassır medeniyet’ derecesi oldu. Türkiye’de sinema festivallerinde çıkan olayları şöyle bir hatırladığımda, sahnede söyleği ustalıklı sözlerin ardından, bir veya birden çok kişinin Erdoğan’ın üzerine yürüyüp, ‘sille tokat’ sahneden alaşağı ettiği halüsinasyonu oluştu bende bir an. Ama hemen kendime geldim (hem de alkışlarla, alkışlarla…), en baştakinden en sondakine tüm izleyenler gülmekten kırılıyordu, avuçlar patlarcasına alkış yağıyordu sahneye. İşte o zaman ben, külahımı çıkarıp, saygıyla eğildim medeniyetin ve geniş gönüllülüğün önünde. Gerçi ara ara, sanki bana farklı bir kanal tahsis etmişler de, ben söylenenleri o mecradan alıyormuşum hissine de kapılmadım değil. [Şarlo’nun filmlerinin Rusya’da gözyaşları içinde seyredildiğini okumuştum vaktin bir yerinde; dünyanın geri kalanı ise gülerken koltuklarından düşüyordu aynı filmleri izlerken.] OSCAR ALMASI ALTIN PORTAKAL ALMASINDAN KOLAY Yine de Yılmaz Erdoğan’a benim tavsiyem, bundan sonraki filmleri için -artık katılmaya başladığı- Hollywood’daki festivalleri tırmalamaya devam etmesi. Bu gidişle, Oscar alması Altın Portakal almasından daha kolay olacak zannımca. Kuraldır; jüride yaşananlar jüride kalır. Bir nevi ‘omerta’ yasası (sessizlik yemini) işler. Dost sohbetlerinde edilen birkaç cümleyi, bunu dışında tutarak söylüyorum elbette. ERDOĞAN’IN ERKEN JÜBİLESİ Eğer, jüride kim ne yaptı, kim ne dedi, kimin tavrı neydi gibi konuları, kör kuyuya “Midas’ın kulakları eşek kulakları” dercesine, açıkhavada çığırırsanız, jürilik kariyerinizde erken jübile yaparsınız; Erdoğan’da olduğu gibi! Onun da çok umurundaydı… Her festivalde, festivali organize edenler, sonucu etkiler. Bunu, ‘jürinin kararlarına müdahale eder’ anlamında söylemiyorum; zaten jüri üyelerini seçerek bir yön çizilmiştir. Bu da doğaldır; ödüller, o jürilerin ödülleridir. Başka jüriler, başka birinciler üretir. Bu yarışmalar pek matematiğe gelmez; 100 metreyi en hızlı koşanı belirlemek denli kolay değildir. O yüzden, aynı filmlere değişik yarışmalardan farklı ödüller gelir. DARBE KIVAMINDA MÜDAHALE! Güvenilir bir kaynaktan aldığım duyuma göre, geçen sene, jürinin kararına dışarıdan (yani festivalden) hiç müdahale olmamış. Alkışlanacak bir olay; pek alışık olmadığımız kadar medenice bir duruş. Ama Erdoğan’ın aktardıklarından anlaşılan, müdahale ‘dış’tan değil, (beklenmeyen, belki de beklenen) ‘iç’ten olmuş; darbe kıvamında neredeyse! Jürinin kararları, başkanlığı üstlenmiş olan Ferzan Özpetek ve özellikle de Nuri Bilge Ceylan’ın etkili tutumlarıyla vücuda gelmiş. Özellikle Ceylan’ın ‘hızlı’ jüriliği, Erdoğan’ı ve diğerlerini dumura uğratmış. (Örneğin, efendiliğiyle tanınan Aytaç Arman, fırsat bulup da söze giremez hallere düşmüş.) Yarışma sonuçlarının ardından Ferzan Özpetek, Papa’ya, günah çıkarmaya gitmiş. (diyor Erdoğan, latife ederek.) BÖYLE SONUÇ HANGİ FESTİVALDE VAR? Sonuç, 5’er ödül kazanan iki yapım (Reha Erdem ve Kutluğ Ataman’ın filmleri), En İyi Film dalında verilen Altın Portakal ödülüne değer bulunmazken, senaryo, yönetmenlik, (paylaşılan bir En İyi Kadın Oyuncu ödülü hariç) oyunculuk, kurgu gibi ana dalların hiçbirinde ödüle değer bulunmayan ‘Türev’ prestijli heykelciğe ulaştı. Dünyanın herhangi bir festivalinde En İyi Film seçilip de başka birşey seçilmeyen bir başka film ben hatırlamıyorum; olduğunu da sanmıyorum. O filme de yazık, bir anlamda; kolsuz, bacaksız, başsız bir gövde! Neticede ‘Türev’in ne bir vizyon başarısı oldu, ne de herhangi bir dünya festivalinden ödülü. Davet edildiğini dahi sanmıyorum. Değerlendirme, festival büyüklerimizin… En İyi Film seçilmenin yalnızca prestiji olmadığının, aynı zamanda çok yüksek bir para ödülünü de beraberinde getirdiğinin altını çizmek gerekir. Bu ödül ki, herhangi bir sinemacının yeni proje finansmanına ilaç gibi gelir. Bu anlamda Erdem ve Ataman’ın yeni projelerinin bütçeleri de birer önemli darbe yemiş oldu SÖZ SIRASI REHA ERDEM’İN Şimdi de Reha Erdem Ulusal Uzun Metraj Film yarışma jürisinde, Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes ödüllü filmi ‘İklimler’ ise yarışmada. Diğer 8 filmin hepsi de iddialı; yani Nuri Bilge’nin işi hiç de kolay görünmüyor. Bakalım Altın Portakal, ağabey sözü dinleyecek mi? (Cannes’dan bahsediyorum; yanlış anlamayın.)- Dünyanın ilk hava yastıklı motosikleti
Dünyanın ilk hava yastıklı motosikletini Honda üretti Trafik sıkışıklığı, park sorunu, özgürlük hissi, biraz da heyecan merakı... İşte motosiklet tutkusu! Peki ya güvenlik? Motosiklet kazaları, yaralanma ve hatta ölümler ciddi boyutlara ulaşıp kask, dizlik ve sırtlıklar yetmeyince üretici firmalar otomobillerde kullanılan havayastığını motorlara da uyarladı. Dünyanın ilk havayastıklı motosikletini üreten Honda, 'Gold Wing' isimli motor serisiyle, çarpışma anında sürücünün başının darbe almasını engellemeyi hedefliyor. Ancak havayastığının, sürücünün yerinden fırlayarak düşmesi durumunda, motosikletlerde ne derece güvenlik sağlayacağı konusunda şüpheli olanlar da var.- Şişme Jet Ski'ye 750 ytl fiyat biçiyorlar
112 kez bakılmış .... biride tşk etmez mi- 'Papa, Türkiye'ye gelme, ÖLDÜRÜLECEKSİN'
ben anlamıyorum zaten bu cezaevleri nasıl yerlerdir böyle yaaa.imralıda bi radyodan herif koca örgütü yönlendirir herşeyden haberdar olur biri ona buna mektup yazar kaç diye bırakırlar kaçmaz hey allahım yaaa- İsrail'in Kürtleri nasıl eğittiğini izlemek ister misiniz?
İsrail'in Kürtleri nasıl eğittiğini izlemek ister misiniz? Bu habere tıklayın... İngiliz BBC televizyonu, İsrail ordusunda görev yapmış eski komandoların Kuzey Irak’taki Kürtlere verdiği eğitimin görüntülerini yayınladı. BBC'nin programında konuşan adı açıklanmayan eğitimci olarak tanıtılan eski bir İsrail askeri, eski İsrail özel kuvvetler askerlerinin 2004'te Türkiye üzerinden “iki grup Kürt askerini eğitmek için” Irak'a geçtiğini söyledi. Habere göre, eski İsrail askeri, İsrail askerlerinin Irak'taki Kürtleri Erbil kentindeki havaalanı için güvenlik gücü olarak görev yapmak üzere eğittiğini anlattı. Eski İsrail askerinin, ayrıca tüfeğin nasıl kullanılacağı ve kalabalıkta militanların nasıl vurulacağının da dahil olduğu “özel görevler” için Kuzey Irak'ta 100'den fazla peşmergeyi eğittiklerini söylediği kaydedildi. Habere göre, eski İsrail askeri, eğitilen Kürtler bilmese bile Kürt yetkililerinin eğitimi verenlerin İsrailliler olduğunu bildiğini düşündüğünü söyledi. Kendi görevinin büyük bir havaalanı projesi için Kürt güvenlik görevlileri yetiştirmek ve askeri eğitim vermek olduğunu ifade eden İsrailli, “nerede olduğunu, kendisinin kim olduğunu bilmesi ve her zaman kimliğinin açığa çıkma olasılığının bulunması nedeniyle günden güne gerginlik yaşadığını” da anlattı. Newsnight programında ayrıca, Interop olarak adlandırılan İsrail'in bir güvenlik şirketinin ve İsviçre olarak kayıtlı Kudo ve Colosium adındaki iki yan kuruluşun da Erbil havaalanındaki önde gelen sözleşmeli şirketlerden olduğunu söyledi. Öte yandan, BBC'nin Newsnight programında açıklama yapan İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mark Regev, İsrail'in hiçbir şirkete Irak'ta savunma görevi için izin vermediğini kaydetti. Regev, şirketlerin, polisin ihraç yasalarını ihlal ettiklerini tespit etmesi durumunda kovuşturmaya uğrayacaklarını söyledi. Kuzey Irak'taki bölgesel yönetim sözcülerinden Halid Salih de BBC'nin programındaki eski İsrail askerinin açıklamalarını yalanladı. Irak gazetelerinde daha önce de İsrail askerlerinin Kuzey Irak'ta Kürtlere askeri eğitim verdiği yönünde çıkan haberler, bölgedeki yetkililer tarafından yalanlanmıştı. izlemek için : http://news.bbc.co.uk/nolavconsole/ifs_new..._wm_5362148.stm- 'Papa, Türkiye'ye gelme, ÖLDÜRÜLECEKSİN'
'Papa, Türkiye'ye gelme, ÖLDÜRÜLECEKSİN' Mehmet Ali Ağca, şimdi de Papa 16. Benedict'e yazdığı mektupta Türkiye'de vurulacağını ima edip dünyaya manşet oldu: Ağca, Papa'ya yazdığı mektupta "Bu işleri bilen biri olarak söylüyorum, can güvenliğin tehlikede, Türkiye'ye gelme" diye uyardı Mehmet Ali Ağca, Kartal-Maltepe Cezaevi'nden Papa 16. Benedict'e yazdığı mektupta "Ben bu işleri bilen birisi olarak diyorum ki can güvenliğin tehlikede, sakın Türkiye'ye gelme!" dedi. Mehmet Ali Ağca Papa 16. Benedict'e kendi el yazısı ile yazdığı mesajda bizzat karşılayamayacağı için mazeret de bildirdi ve "seni karşılayamam çünkü cezaevindeyim" dedi. Almanya'nın en çok satan gazetelerinden Bild ile İtalyan Corriere Della Sera'nın da aralarında bulunduğu pek çok gazete Mehmet Ali Ağca'nın Papa Benedict'e yazdığı mektupta vurulacağını ima ettiği şeklinde haberlere yer verdi.Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.
Account
Navigation
- HATATTAN KESİTLER...