bu konuya bir alıntı ile yaklaşmak istiyorum zannımca küreselleşmeyi en iyi açıklayan makale....
Küresel Yoksullar, Küresel Elitler:
Fransa Ekim’inden Cumhuriyet Okurlarına
Erinç Yeldan, 16 Kasım 2005
Dünya medyası 28 Ekim gecesi Paris’in yoksul varoşlarında yaşayan iki genç insanın polislerden kaçarken hayatını kaybetmesinin ardından patlak veren olayları izliyor. Fransa’nın sınırlarını da aşarak diğer Avrupa şehirlerine sıçrayan yoksulların ve dışlanmışların öfkesini her kesim kendince bir pay –ve deyim yerindeyse bir siyasi rant– çıkartarak değerlendirmeye çalışmakta. Fransa olayları, kimilerine göre “İslami değerlere yapılan saygısızlığa karşı bir direniş”, kimilerine göre ise “küreselleşmenin fırsatlarını değerlendiremeyen ve küreselleşmeyi iyi yönetemeyen ulusların çıkmazı” olarak görülmekte. Gene kimilerince, “lümpen serseriler ve ayak takımı” olarak adlandırılan bu grup, küresel elitlerin bir yapay fanus içindeki steril dünyalarını kirleten unsurlar olarak nitelendirilmekte.
Oysa Fransa’da bir ekim gecesi patlak veren olaylar ne tek başına Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin kişisel despotluğunun veya Fransız sivil faşizminin, ne de göçmen nüfusun kendi ana vatanlarında “küreselleşmenin nimetlerinden yararlanabilecek yeterli reformların yapılmamasının” bir sonucudur. 2005 Fransa Ekim’i her şeyden öte doğrudan doğruya küreselleşme olgusunun ta kendisidir!
İçinde bulunduğumuz (neoliberal) küreselleşme dalgası, spekülatif rantlarla büyüyen uluslararası finans sermayesi ile ulus-ötesi şirketlerin tekelci karlarını ve yatırımlarını güvenceye alan bir dünya görüşünü sergilemektedir. Söz konusu neoliberal küreselleşme, gezegenimizi alınıp satılacak bir ticari meta olarak değerlendirmekte ve bir yanda teknolojik atılımlar ve refah, diğer yandan da yoksulluk ve eşitsizlik üretmektedir.
Zira küreselleşmenin “nimetlerinden” faydalanan Avrupa’nın elit azınlıklarının tükettikleri “markaların” üretilmesi, ancak Avrupa’nın kayıt-dışı nakit ekonomisi içinde asgari geçimlik düzeyde ücretlerle ayakta kalmaya çalışan dışlanmış bir rezerv emek ordusunun varlığı ile mümkün olabilmektedir. Ulus-ötesi şirketlerin tekelci karları ile reel üretimden kopartılmış spekülatif finansal rantlar başka türlü nasıl yaratılabilecektir?
***
Dünyamız son 20 yıldır neoliberal küreselleşme altında hızla bir kutuplaşma içindedir. Örneğin Dünya Bankası ekonomistlerinden Branko Milanovic tarafından yapılan bir araştırmaya* göre, 1980-2002 arasında dünya ekonomilerinin nüfusla ağırlıklandırılmamış büyüme hızı ortalaması sadece yüzde 0.7 olmuştur. Bu ise bir önceki 20 senelik döneme (1960-80) görece yüzde 2’lik bir yavaşlamayı göstermektedir. Öte yandan Çin ve Hindistan gibi “kalabalık” ekonomilerin 1980-sonrasında çok hızlı büyümekte olduğu düşünülürse, yüzde 0.7’lik ortalamayı sağlamak için söz konusu dönemde bir çok ülkenin negatif büyüdüğü, yani daha da yoksullaştığı anlaşılmaktadır. Nitekim, Milanovic’in hesaplarına göre
son yirmi yılda toplam 1 milyar insan gerileyen (negatif büyüyen) ekonomilerde yaşamaktadır. Bu rakamın 400 milyonu Afrika ülkelerinde (Afrika nüfusunun yarısı); 140 milyonu Latin Amerika’da (kıtanın üçte biri); 100 milyonu da Asya ülkelerindendir. Dünyanın en yoksul coğrafyasını veren söz konusu gerileyen ekonomilerde fert başına gelir 272$ düzeyine anca ulaşmaktadır. Bu rakam ise ortalama bir Amerikan vatandaşının yıllık gelirinin sadece 120’de biridir.
Milanovic söz konusu çalışmasında bu olgunun temellerini açıklayabilmek için bir dizi kantitatif analiz yapmakta ve yoksul ülkelerin daha da küçülmesinin nedenlerinin “küreselleşmenin gecikmesine” bağlanamayacağı sonucuna ulaşmaktadır. Milanovic’in bulgularına göre, yoksul ülkeler, bugünün göreceli olarak gelişmiş orta-dereceli gelir düzeyine sahip ülkelerin yaptıkları reformları 10 sene evvel yapmış olsalar idi, büyüme hızları yılda sadece yüzde 0.01 daha fazla olabilirdi. Dolayısıyla, Milanovic’e göre yoksulluk ve dışlanmışlık küreselleşmenin “geciktirilmesinden” değil, bizzat kendisinden kaynaklanan bir olgu olarak görülmelidir.
***
Tekrar tekrar hatırlayalım: Paris’in (ve diğer metropollerin) ileri teknoloji ve teknik eğitim ile donatılmış olan küresel elitlerinin tüketmekte olduğu küresel markalar, kapitalizmin kendisine uygun bulduğu yörelerde, kendi dayattığı ücret ve çalışma koşullarında üretilmektedir. Dünyanın bir çok bölgesinde marjinalleşme, dışlanmışlık ve yoksulluk anlamına gelen bu süreç, neoliberal küreselleşmenin zıtlık ve çelişkilerini de gözler önüne seriyor. Söz konusu çelişkiler yumağı ile o kadar iç içeyiz ki bunun çoğu zaman farkında olmadığımızı düşünüyorum.
Yoksa örneğin gazetemiz Cumhuriyet’in 13 Kasım Pazar Eki’nin ön sayfasındaki “Hayalet Çocukların Ateşi” ve ikinci sayfasındaki “Şimdi Öteki Fransa Konuşuyor” başlıkları altında dünyanın yoksullarının sorunlarını bize aktaran incelemeler ile, 14. ve 15. sayfalardaki “Erkekler Bu Kış Da Şık” ya da “Yüzyılın Şıklığı Dolabınızda” başlıklı gizli reklamlarla dolu “şirket haberlerinin” sunulduğu küresel markaların bir arada olması başka nasıl açıklanabilir?
Cumhuriyet okurları söz konusu çelişki dünyasının gazeteleri aracılığıyla evlerine kadar girmekte olduğunun farkında mı?
*
saygılarımla...