Zıplanacak içerik

seREnaDE

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

seREnaDE tarafından postalanan herşey

  1. seREnaDE şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Saddam Hüseyin’in mahkemesi 20-21 Aralık tarihlerinde yapılmıştır. Önceki duruşmada olduğu gibi bu duruşmada da ilginç hadiseler yaşanmıştır. Mahkeme sırasında Saddam, Amerikalılar tarafından işkence gördüğünü ve vücudunda işkence izlerinin bulunduğunu dile getirmiştir. Dikkatleri çeken bir olaysa, Saddam’ın önceki duruşmalardaki yorgun görüntüsünün aksine, yargılamanın yedi saat sürmesine rağmen, canlı bir şekilde mahkemenin seyrini takip etmesidir. Saddam Hüseyin duruşmada birçok kez yargıca karşı çıkmıştır. Namaz vaktinin gelmesi nedeniyle mahkemeye ara verme isteği reddedilince, yargıcı eleştirerek, “ABD tarafından yazılan anayasada bile devletin resmî dininin İslam olduğunu” hatırlatmıştır. Saddam’ın dikkatleri çeken müdahalelerini şöyle özetlemek mümkündür: “Bir sanığın suçu ispat edilene kadar suçsuz sayılmaktadır. Gelin görün, Amerikan demokrasisi altında yaşadığımız odaları. Ne güneş var ne de ışık...El-Duceyil’de (1982) gerçekleşen olaylar 25 yıl önce üçüncü dünya ülkelerinden birinde yaşanmıştır. Bugün ise bizlere Amerikalılar tarafından neler yapılıyor. Saddam Hüseyin dahil olmak üzere herhangi bir sanığın dövülmediği ve vücudunda izlerinin bulunmadığı söylenebilir mi?”. Yargıç, Saddam’ın sözlerini keserken, Saddam’ın cevabı “Bırak konuşayım. Ben okul öğrencisi değilim. Hoşuna gitmeyecek şekilde konuşturtma beni...Evet dövüldüm ve Amerikalılardan şikayetçi değilim” şeklinde olmuştur. Ayrıca Saddam, Amerika’nın demokrasisini eleştirerek, Baba Bush ve oğluna, Bağdat şivesine özel deyimlerle ağır şekilde sövmüştür. Saddam, kıyafetinin Amerikalılar tarafından parçalandığını ve kızının kendisine hediye ettiği saatini çaldıklarını dile getirdi. Mahkemedeki gelişmeler konusunda dikkatleri çeken bir başka olay, şahitlik yapan bir kişinin El-Duceyil’de yaşanan olayları nitelendirmesidir. Söz konusu şahit, El-Duceyil bölgesinde helikopterlerin anormal bir şekilde hareket ettiğini mahkemeye bildirmiştir. Oysa söz konusu şahidin El-Duceyil olayları sırasında sadece sekiz yaşında olduğu bildirilmiştir. Ayrıca diğer şahitler de ifadelerini verirken, yargıcın önünde bulunan dosyada bilgilerin bulunduğunu sıkça dile getirmişlerdir. Dolayısıyla mahkemedeki avukatlar, şahitlerin yargıçla beraber çalıştığı ve yargıca özel dosyanın içeriği hakkında bilgilere sahip olma ihtimaline dikkat çekmişlerdir. Söz konusu şahitlerin, Kürt olan Rizgar adlı yargıç ile rahat bir şekilde diyalog kurmaları da bir başka önemli nokta olmuştur.
  2. seREnaDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    günün anlam ve önemine uygun oldu ya kendi açımdan tabii yalnız çok soğuk burası
  3. seREnaDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Türk Tarihi
    arkadaşım bu sorulara kişisel cvplar mı vericez öncelikle... buyrun ben başliim. 1)atalarım karamanoğlullarıdır.oğuzların afşar boyuna mensubum 2)afşarlar,anadolunun türkleşmesinde kayı ve kınık boyu ile birlikte önemli yer tutarlar. 3)osmanlı soyu yoktur osmanlı hanedanı vardır,1922 de resmen sona ermiştir.osmanlı bir milleti ifade etmediğinden soy mensubiyeti de söz konusu olamaz 4)tarihi günümüz şartlarına göre değil yaşanan günü şartlarına göre değerlendirmeliyiz aksi taktirde hata yapmış oluruz... dedelerim kabullenmiş olsalar balkanlara sürülmezlerdi. 5)600 yılın 200 yılı karaman da,400 yılı sürgündeydi dedelerim 6)atatürk osmanlı paşasıdır ama fikri dönüşümü bizi ilgilendirir 7) soruyu anlamadım 8)ewt 9)sorunun cvbını siz vermişsiniz...( kimsenin mutlak bir monarşiye geri dönmeyi isteyeceğine ihtimal vermiyorum) cevaplarım tamamen şahsidir...konunun genellenmesi ile alakası yoktur
  4. yahudi(musevi) kelimelerini aynı manada kullanmıştım....
  5. seREnaDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Türk Tarihi
    Osmanlı devletinde arapça ilim dili,Farsça edebiyat dili Osmanlıca resmi dil olarak kabul edilmiştir.arapça ve Farsça medrese vasıtasıyla ön plana geçer ve hakimiyet kurarlar. Artık eğitim Arapça ve Farsça dillerinde yapılmaktadır. Fatih medresesi ve süleymaniye medresesi bu eğitim kurumlarının başında gelmektedir. Ana dili Türkçe olan aydın medrese de Arapça ve Farsça dillerini de öğreniyordu. Sonuçta bu üç dilin karışımından ibaret olan Osmanlıca dediğimiz hem yazı dili hem resmi dil ortaya çıktı. Temiz Türkçe halk ve ordu dili olarak konuşulmaya devam etti. Arapça ve farsçanın medresedeki hakimiyeti türkçenin gelişmesini engelledi. Bu durum 1924 yılına kadar devam etti Medresedeki eğitim sisteminin çökmesi ve batılılaşma ile birlikte, Osmanlı devleti 19.yy da yeni arayışlara yöneldi. Bunun sonucu yeni eğitim kurumları kurulması yoluna gidildi. Bunların başında devletin kurduğu resmi okullar ile,yabancı devletlerin kurduğu misyoner okulları ve azınlık okulları gelmektedir. Devletin resmi okullarından bazılarında eğitim dili Fransızca olurken,misyonerler vasıtasıyla İngilizlerin,İtalyanların,amerikanın kurduğu okullarda da yabancı dilde eğitim yapılmaya başlandı. Eğitiminin kaliteli olması, mezunlarının iş bulabilmesi gibi çeşitli nedenlerle yabancı okulların cazip hale gelmesiyle zengin türk ve Müslüman aileleri de çocuklarını bu okullara göndermeye başladılar. Zaten asırla boyu Arapça ve farsçanın saldırısına ma’ruz kalan Türkçe,bu kez yabancı okullar vasıtasıyla Fransızca ve ingilizcenin istilasıyla karşıkarşıya kalmış OSMANLIDA TÜRKÇEDEN BAŞKA HER DİL MAKBULMUŞ ARKADAŞIM... MADEM BİLİM DİLİ TÜRKÇEYDİ BEN NEDEN OKUYAMIYORUM HER ARŞİV VESİKASINI... YAZIKKİ OSMANLI ANADOLU TÜRKMENLERİNİ GÖZARDI ETMİŞ VE SADECE HANEDANINA SAHİP ÇIKMAK ADINA, TÜRKÇEYİ DE HARCAMIŞTIR... DİĞER TARAFTAN BU ÇOK ULUSLU DEVLETLERİN KADERİDİR... OSMANLI TÜRK DÜŞMANIYDI DEMEK ÇOK AĞIR BİR İTHAMDIR AMA OSMANLI TÜRKÜ,TÜRKLÜĞÜ VE TÜRKÇEYİ HEP SAKLAMIŞTIR... NEDEN? VARLIĞINI DEVAM ETTİRMEK İÇİN!!! YENİÇERİLER MESLEĞİ ASKERLİK OLANLARDIR... VE OSMANLI KANUNLARINA GÖRE MÜLK EDİNME,AİLE KURMA HAKLARI YOKTUR...PADİŞAHIN ÖZEL ASKERLERİDİRLER YANİ PADİŞAHIN KÖLELERİDİR(KAPIKULU).PADİŞAHA VE BAB-I ALİ YE BU DERECE YAKIN OLDUKLARINDAN TÜRK SOYUNDAN GELMELERİ VE NORMAL VATANDAŞ OLMALARI OSMANLI HANEDANI İÇİN TEHLİKEDİR. ORDU İÇİNDE NUFUZ SAHİBİ OLUP,İSYAN ÇIKARARAK HANEDANI ORTADAN KALDIRMA VE KENDİ HANEDANLARINI KURMA RİSKİ VARDIR. O YÜZDEN DE DEVŞİRMELER ARASINDAN SEÇİLMİŞLERDİR,TEK BAŞINA,KİMSESİZ SADECE PADİŞAHA VE DEVLETE BAĞLI İTAATKAR BİR ORDU( DURAKLAMA DÖNEMİNE KADAR) HAREM İÇİN DE DURUM BÖYLEDİR. PADİŞAH ANNELERİ TÜRK AİLELERİN KIZLARI OLURSA O AİLELERİN OSMANLI MİRASI ÜZERİNDE SÖZ HAKKI OLACAĞI KORKUSU HAREM UYGULAMASINA YOL AÇMIŞTIR.( ASİMİLE EDİLMİŞ,KİMSESİZ,KÖLE KADINLAR)
  6. YAHUDİLİK İSRAİLOĞLULLARININ YANİ İBRANİLERİN BENİMSEDİĞİ DİNDİR. YAHUDİLİK TE DİĞER İLAHİ DİNLER GİBİ BAŞLANGIÇTA EVRENSEL AMAÇLARLA DOĞMUŞSA DA,İSRAİLOĞULLARI BU DİNİN KENDİLERİNE GÖNDERİLDİĞİNE VE KENDİLERİNİN ÜSTÜN VE DİĞER İNSANLARDAN FARKLI BİR IRK OLDUKLARINA İNANMIŞLARDIR. DİNLERİNİ YAYMAK VE İNSANLARA DUYURMAK İÇİN ÇABA HARCAMAMIŞLAR AKSİNE YAHUDİLİK DİNİNİN SADECE KENDİLERİNE ÖZEL OLDUĞUNU DÜŞÜNEREK DİNİ İBRANİ OLMAKLA ÖZDEŞLEŞTİRMİŞLERDİR. BU YÜZDEN DÜNYADA YAHUDİ DİNİNİ BENİMSEMİŞ İNSANLARIN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU İBRANİDİR... BU DURUMUN İBRANİLER AÇISINDAN BİR OLUMLU BİR OLUMSUZ SONUCU VARDIR. OLUMLU TARAFI; DİN ONLARDA MİLLİ BİR KİMLİK HALİNE GELMİŞ VE BİRLİK DUYGULARINI GÜÇLENDİRMİŞTİR OLUMSUZ TARAFI İSE,YAHUDİLİK SADECE BİR MİLLETİN DİNİ İNANCI OLARAK KALMIŞ,EVRENSEL BİR DİN OLAMAMIŞTIR.
  7. seREnaDE şurada cevap verdi: seREnaDE başlık İzmir
    izmir için yapılan yakıştırmaların gündemde olduğu bir dönemde sanırım bu şiir gerekli msjları iletiyor ilgililere ellerine sağlık sedat ....
  8. ARKADAŞIM BENİM DE KASTETİĞİM (RESMİ BELGE DERKEN) POLİSİN KİMLİĞİ YADA NEDEN KİMLİK SORDUĞUNU AÇIKLAMASIDIR. ANCAK SİZDEN KİMLİK İSTEYEN POLİSE ÖNCE BEN SİZİN KİMLİĞİNİZİ GÖREBİLİRMİYİM DEYİNCE, ADAM ÖCÜ GÖRMÜŞ GİBİ BAKIYOR NASIL YANİ DİYE VE DİREKT SÜPHELİ GİBİ GÖRÜYOR SENİ...
  9. Bu günkü Hisar camii çevresinde kurulan eski kent çekirdeğinin Ceneviz kolonisi olması daha sonraları ise seferad Yahudilerinin gelip yerleştiği bugünkü Konak çevresi nedeniyle İzmir’in merkezi yıllar boyunca Gavur İzmir olarak adlandırılmıştır. Çarşının ve limanın merkezde yer alması nedeniyle bölgenin alışveriş ve ticaret mekanı uzun yıllar “gavur İzmir” diye adlandırılan bu bölge olmuştur. İşgal yaşamış, kurtuluş savaşı ve mübadele ile gayrimüslim nüfusunu büyük oranda yitirmiş olmasına karşın bazı özelliklerini yitirmemiştir. Kimilerine göre gavurluk diye adlandırılsa da, ülkemizin batılı yüzü olmuştur, İzmir. Vatanseverdir, İzmirliler. İstanbul yönetimi mütareke imzalayıp teslim olurken onlar kurtuluş savaşının ilk kurşunu niyetine kendi insanını sürer namluya. Dönemin yönetimi için kabul edilmez bir başkaldırıdır, gavurluktur İzmirlinin bu yaptığı. Demokrattır, İzmirliler. 1985 Yılında yapılan referandumda ülke ortalamasının büyük oranda aksine siyasi yasakların kalkması yönünde oy kullanarak ülkemizde demokrasinin yara almasının önüne geçtiğinin bilincindedir. Kimilerine göre ise, yapmıştır yine gavurluğunu
  10. umulmadık sorunlara yol açabilecek bir uygulama bence... ama değil parmak izi,resmi belge olmaksızın kimlik sorma yetkisi bile yok polisin herhangi bir kimlik kontrolü sırasında hangimizin aklına gelmiştir resmi bir belge yada izin belgesi istemek
  11. LİBERALİZM , HAYATIN BÜTÜN YÖNLERİNİ İÇİNE ALAN,TOPLUMSAL SORUNLARA ÇÖZÜM BULDUĞUNA İNANAN, GENİŞ VE BÜTÜNCÜL BİR FELSEFEDİR.BU BAKIMDAN LİBERALİZMİ SADECE EKONOMİK YADA SADECE POLİTİK AÇIDAN ELE ALMAK YANLIŞTIR.LİBERALİZM: 1) POLİTİK BİR FELSEFEDİR.POLİTİK LİBERALİZM, HÜRRİYET VE EŞİTLİK İLKESİNİ KENDİSİNE ESAS ALMIŞTIR.ANCAK HÜRRİYET VE EŞİTLİK HUKUKİDİR.DEVLETİN HİÇ BİR ŞEYE MÜDAHALE ETMESİNİ İSTEMEZ... FERTLERE AYIRDIĞI SAHA DEVLETİN GİRMESİNİ REDDEDER... İŞTE EŞİTLİK VE HÜRRİYET İLKESİ İLE DOĞAN LİBERALİZM BU NOKTADA "GÜÇLÜ FERT,ZENGİN FERT,PATRON,İŞÇİ,VB." ŞEKİLLERDE EŞİTSİZLİĞE DÖNÜŞÜR. 2) FERDİYETÇİDİR.FERT HERŞEYİN ÜZERİNDEDİR.DEVLET BİREYDEN SONRA GELİR.( KLASİK DÖNEMDE BU DURUM DAHA BELİRGİNDİR VE DEVLETE İHTİYAÇ DUYULMAYAN GEREKSİZ BİR KURUM GÖZÜYLE BAKILMAKTADIR,ÖZGÜRLÜKLERİN BU YOLLA MÜMKÜN OLDUĞUNA İNANILMAKTADIR,YENİ DÖNEMDE İSE DEVLET BİREYSEL İLİŞKİLERİ DÜZENLEYEN KURUM VASFI KAZANMIŞ VE ÖNCEKİ DÖNEME GÖRE ÖNEMİ ARTTIRILMIŞTIR. 3) LİBERALİZM E GÖRE TARİH TOPLUMLARIN DEĞİL,FERTLERİN ÜRÜNÜDÜR.. 4) RASYONALİSTTİR.( ÖNYARGILARA,OTORİTEYE,GELENEKLERE,DOGMALARA KARŞIDIR.) 5)AMCI OTORİTEYİ ZAYIF TUTMAKTIR.SINIRLAMA YÖNTEMİ "GÜÇLER AYRILIĞI" İLKESİDİR. 6) EKONOMİK LİBERALİZMDE MÜLK EDİNME,TEŞEBBÜS HÜRRİYETİ, HER TÜRLÜ TİCARİ HÜRRİYET ESASTIR.(SERBEST PİYASA) 7) ADEM-İ MERKEZİYETÇİDİR. İDEOLOJİLERİN İLKE DÜZEYİNDE VE SOSYOLOJİK DÜZEYDE İKİ YÜZÜ VARDIR. LİBERALİZMİ NERDE GÖRMEK İSTEDİĞİNİZ BAKTIĞINIZ YERE GÖRE DEĞİŞİR.
  12. seREnaDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE YURT DIŞINA GÖÇ EDEN ERMENİLER VE ERMENİ DİASPORASININ OLUŞUMU Yüzyıllardır Osmanlı tebaası olan Ermeniler, Türklerle ve diğer Osmanlı vatandaşlarıyla barış ve huzur içerisinde yaşamışlardır. Fakat XVIII. Yüzyıldan itibaren Avrupa'da meydana gelen, siyasi sosyal ve ekonomik süreci ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sömürgecilik düşüncesi sonucunda dönemin gelişmiş büyük devletleri, menfaatleri doğrultusunda Osmanlı uyruğunda bulunan Hıristiyan unsurlarla ilgilenmeye başlamışlardır. Bu ilginin yoğunlaştığı bölge, Asya'ya açılan kapı olması sebebiyle Osmanlı Doğu Anadolu'su ve güney vilayetleri idi. Dolayısıyla burada yaşayan gayrimüslim unsurlardı. Bunlar da bölgedeki Ermeniler, Suriye Lübnan ve diğer bölgelerde yaşayan Hıristiyan unsurlardı. Özellikle Ermeniler, Anadolu'nun orta kesimlerinden doğuya doğru hatta Çukurova bölgesi gibi Akdeniz'e sınır, Ortadoğu'ya, körfezlere ve doğu ticaret yollarına hakim bölgelerde yaygın olarak yaşamaları sebebiyle daha çok ilgi çekiyordu. İşte bu özel konumları sebebiyle Ermeniler ve Ermeni meselesi XVIII. yüzyıldan itibaren özellikle Rusya, Fransa ve İngiltere tarafından Şark Meselesi'nin bir parçası olarak, Hıristiyan Osmanlı vatandaşlarının haklarını korumak bahanesiyle sıkça gündeme getirilmeye başlanmıştır. XIX. yüzyılın başlarından itibaren bu devletlere Amerika Birleşik Devletleri de eklenmiştir. Ermenilerle ilgilenen batılı devletlerin ilginç olan ortak noktaları, her devletin Ermenilere kendi mezheplerini kabul ettirerek yanlarına çekme gayretleridir. Bu açıdan Osmanlı Ermenileriyle ilk ilgilenen, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de siyasi ve ekonomik çıkarlarını temin, hatta sürekli kılmak isteyen, Rusya ve İngiltere'nin bölgede bulunmasını veya onların güdümünde bir Ermenistan kurulmasını menfaatlerine aykırı bulan Fransa olmuştur. Bu amaçla Fransa Ermeniler arasında Katolik mezhebinin yayılması için propagandalarına başlamıştır. Kanuni döneminde kazandığı kapitülasyonlarla papanın siyasi ve dini nüfuzunu birleştiren Fransa, Osmanlı Ermenilerini kendisine bağlamaya çalışarak ve onları Katolikleştirerek, Osmanlı Devleti içerisinde kendisine bağlı bir müttefik meydana getirmiş oluyordu. Başlangıçta sadece İstanbul Ermenileri üzerinde yürütülen propaganda, daha sonra Anadolu'nun her tarafına özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Suriye ve Lübnan bölgesine kaydırılmıştır. Böylece Fransa, diğer Avrupa devletleriyle arasındaki rekabette Ermenilerden faydalanarak avantaj sağlamak niyetindeydi. Fransa'nın bu Katolikleştirme politikaları sonucu çok sayıda Ermeni Katolik mezhebine girmiştir. Fransa, Katolikleşen Ermenilerin Fransa kralını kurtarıcı olarak göreceklerini ve bir çoğu banker olan bu Ermenilerin Osmanlı devlet kademelerindeki nüfuzlarını Fransa lehinde kullanabileceklerini düşünmüştür. Bu amaçla Katolik Ermenilere her türlü yardımda bulunmuş ve onların Fransa'da sanat ve ticaret eğitimlerini kolaylaştırmıştır. 1810 yılında Paris'te eğitim veren Doğu Dilleri Okulu'nda Ermenice kürsüsü kurdurmuştur. Aslında bu politikalarıyla Fransa, misyonerlerinin faaliyetleri ve papalığın da desteği ile Ermeni toplumunu, Gregoriyen ve Katolik olarak ikiye ayırmıştır. Sultan II Mahmut da 6 Ocak 1930 tarihinde yayınladığı fermanla, Katolik Ermeni cemaatinin ayrı bir millet olduğunu kabul etmiştir. Ermeni meselesinin 93 Harbi'nden sonra uluslararası boyut kazanması üzerine Ermeniler, Doğu Anadolu'da bir devlet kurmak hayaliyle başta Fransa olmak üzere Avrupa devletleri ve Amerika ile daha sıkı ilişkiler kurmaya ve o ülkelerde siyasi faaliyetlere başlamışlardır. Katolik misyonerlerin XIX. Yüzyılın başlarından itibaren Anadolu'dan Paris'e gönderdikleri, özellikle maddi durumu iyi olmayan öğrenciler ve birkaç iş adamından oluşan küçük bir Ermeni toplumu Paris, Marsilya ve Lyon'a yerleşmişlerdi. Fransa'daki Ermeni toplumunun Osmanlı aleyhine faaliyetlerinin ilk adımı 1880 yılından itibaren Marsilya'da Mıgırdıç Portakalyan tarafından atılmıştır. İstanbul doğumlu bir Ermeni olan Portakalyan, 1870 yılında Van'da bir okul açarak okulu Ermeni ihtilal faaliyetleri için bir merkez haline getirmiştir. Ayrıca 1878 yılında Teoloji Koleji açmış, kolejin politik faaliyetlere karışması üzerine Portakalyan, tutuklanacağını anlayınca Fransa'ya kaçarak Fransız vatandaşlığına girmiştir. Bu hadisenin hemen ardından Portakalyan, Marsilya'da bir basımevi ve Ermeni Birliği adında bir dernek kurarak 1885'te L'Armenie adında bir gazete çıkarmıştır. Bu gazete Ermeni davasını Batı kamuoyunda tanıtmada oldukça etkili olmuştur. Portakalyan'ın bu faaliyetlerinden önce Marsilya'daki Ermeniler bir derneğe sahip değillerdi. Kiliselerine bağlı bir lokalde haftada iki defa toplanan ve İstanbul'da yayınlanan bazı Ermeni gazetelerini takip eden 50 kişi civarında bir topluluktu. Ermenilerin Fransa'da basın yayın yoluyla yaptıkları Ermeni halkını bilinçlendirme faaliyetlerinin yanında, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti'nin Doğu Anadolu'da Ermeniler lehine Berlin Antlaşması'nda yapmayı kabul ettiği ıslahatları yapması için müdahalelerde bulunmaları yönünde telkinlerde bulundukları görülüyordu. Yurt dışında bulunan Ermeniler Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerini mitingler ve konferanslar şeklinde artırarak devam ettirirlerken, Osmanlı Devleti'ndeki örgütleriyle de irtibata geçerek, Avrupa devletlerinin dikkatlerini üzerlerine çekmek için, Erzurum, Kumkapı, Merzifon, Zeytun vs. gibi yerlerde terör eylemleri yapıyorlardı. Ermeniler, Osmanlı sınırlarında çıkarılan eylemleri çarpıtarak, Türklerin kendilerini yok ettikleri asılsız propagandalarıyla batı kamuoyunu kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlardı. Onların bu yöndeki propagandalarına inanan Fransız halkı, bazı devlet adamları ve bir kısım aydınlar, Ermeniler lehine faaliyetlerini artırmışlar, Batı kamuoyunda ''Zavallı Ermeni'' ''Katil Türk'' imajının yerleşmesinde önemli rol oynamışlardır. 1909 Adana Ermeni olayları gibi pek çok hadiseyi bahane ederek Paris ve diğer Fransız şehirlerinde protesto mitingleri düzenlemişler, 1912-13 yıllarında Osmanlı Hükümetinin yapmaya söz verdiği ıslahatları bir an evvel gerçekleştirmesi için Osmanlı Devleti'ne baskı yapmaları için Bogos Nubar Paşa önderliğinde propaganda faaliyetlerine başlamış, ıslahatları gerçekleştirmek için Avrupa devletlerini bölgeye davet etme cüretini ve cesaretini bile göstermişlerdir. Fransa'dan başka Osmanlı Ermenileriyle yakından ilgilenen ve onlara kapılarını açan bir diğer ülke de Rusya olmuştur. Çarlık Rusya'sı geleneksel sıcak denizlere inme politikasının önünde büyük bir engel olarak gördüğü Osmanlı Devleti'ni yıkabilmek için Doğu Anadolu'daki Osmanlı Ermenilerini ve İran'daki Ermenileri kullanmaya başlamıştır. Çar I. Petro, Doğu ticaretinden rahatça faydalanabilmek için daha XVIII. yüzyılda Ermenilerden istifade etmeyi düşünmüş ve onlara kendi ülkesine geldikleri takdirde dini siyasi her türlü imkanları tanıyacağı yönünde vaatlerde bulunarak, Ermenilerin Rusya'ya bağlanması ve ondan destek beklemesini sağlamıştır. Özellikle de Rusya'nın 20 Haziran 1804 tarihinde İran ile yaptığı savaşı kazanarak İran'ın bölgedeki otoritesini kırdıktan sonra, Ermenilerle aralarında mezhep ve ırk farkı olmasına rağmen Ruslara meyletmeye başladığı görülür. Ermenilerin Kafkasya'da sempatisini kazanan Ruslar, yüzyıllardır Osmanlı-İran arasında ihtilaflara neden olsa da Türk nüfusunun çoğunlukta bulunduğu (% 73) Revan Hanlığı'nın Ermenistan Vilayeti şekline dönüştürülmesi politikasını uygulamaya başladılar. Bu politika çerçevesinde Rus İncil Cemiyeti, 1815'te Petersburg'da 15000 Ermenice İncil bastırdı. Bu emellerini hemen hemen tamamı Türkçe konuşan Osmanlı Ermenilerine de ulaştırabilmek için 1822 yılında Türkçe İncil bastırıp Ermenilere dağıttı. Bir taraftan dini propagandaya devam eden Rusya diğer yandan da Kafkaslardan güneye doğru yayılmasına devam ediyordu. Bu ilerlemesi sonucunda Ermenilerin kutsal şehri olan Eçmiyazin şehrinin de bulunduğu Revan bölgesini ele geçirdi. Rusya'nın bu yayılmasına karşı koyamayan İran ile Rusya arasında 5 Mart 1828 yılında imzalanan Türkmençay Antlaşması Ermeniler için de bir dönüm noktası olmuştur. Başlangıçta bağımsız bir Ermenistan olarak ilan edilen bölge, kısa süre sonra Rusya tarafından ilhak edilmiştir. İran'la yapılan savaşta Ermeniler Ruslara öncülük ve kılavuzluk ettiler. Özellikle Türkmençay Anlaşması'nın imzalanmasının ardından etrafta bulunan ve bölge sınırları dışında kalan Ermeniler gönüllü veya bazen zorla mal-mülklerini satarak Revan bölgesine göçürülmüşlerdir. Böylece Çar I. Nikola Revan Hanlığı'nı Ermenistan Vilayeti'ne çevirme yönünde önemli bir adım atmış oluyordu. Rusya, bu faaliyetleriyle Doğu ve Batı Türklüğünün irtibatını kesmiş oluyordu. Rusya'da Ermeni diasporasının ortaya çıkması işte bu olaylar sonrası görülür. Yaşadıkları bölgede mezhep ırk ve inanç farkı olmasına rağmen tek Hıristiyan olan Rusya'dan başka yakınlaşacakları devlet olmayan Ermeniler, kiliselerinin de tesiriyle Rusya'ya çeşitli sebeplerle göç etme ve yerleşme haklarını elde ettiler. Ermeni gençlerinin bir çoğuna Rusya'daki üniversitelerde okuma hakkı tanındı. Bu üniversitelerde yetişen gençlerden bazıları da Rus devletinin idari ve askeri kadrolarına atandılar. Ayrıca Ruslar saygın ilim kurumlarından olan Petersburg'daki İmparatorluk İlimler Akademisi'nde Ermeni tarihi ve Edebiyatı üzerine metin ve tercümeler yayınlamaya başlayarak Ermeni aydın sınıfının da yetişmesine ve onların kültürel kimliklerini geliştirmelerine yardımcı oluyorlardı. Böylece Osmanlı Ermenilerine de ulaşarak Osmanlı Devleti'ni içten vuracak bir güce kavuşmayı amaçlıyorlardı. Ruslar bu amaçlarında da başarılı olduklarını 1828-29 Osmanlı-Rus Harbinde gördüler. Çünkü ordularındaki Ermeni subaylar ve idari kadrolar, bu savaşta Osmanlı Ermenileriyle karşı karşıya geldiler, onların Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtılmalarında etkin görev aldılar. Üstelik savaşın sonunda imzalanan Edirne Antlaşması'na konulan bir madde ile -İran'da olduğu gibi- Rusya'ya göç etmek isteyen Ermeni ve diğer Hıristiyan unsurlara izin verilmesi yönünde şartlar ileri sürüldü. Bunun sonucunda da 1830 yılında Rusya'ya oldukça fazla sayıda Ermeni'nin göç ettiği görüldü. Rusya ayrıca egemenliği altına giren Ermenilerin inanç serbestisini tanıdığını 1836 yılında resmen bildirerek, dini merkez olan Eçmiyazin'i Osmanlı Ermenileri dahil bütün Ermeni milletinin cazibe merkezi haline gelmesini amaçlıyordu. Böylece Rusya, Gregoryen Ermenilerini yanına çekerek Doğu Anadolu'da emelleri olan İngiltere, Amerika gibi ülkelerin bölgedeki faaliyetlerini engellemeye çalışıyordu. Rus Çarı, ülkesinde yaşayan ve emrinde çalışan Ermeniler vasıtasıyla Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için önemli bir faaliyet daha göstermişti ki bu da, 1877-78 Osmanlı Rus Harbi sırasında, bölgede yaşayan Rus yanlısı Ermenilere silah, araç, gereç sağlayarak Rus ordusunun bölgedeki faaliyetlerini kolaylaştırmış olacaktı. Kaldı ki 93 Harbi sonrası imzalanan Ayastefanos Antlaşması'nda Osmanlı Ermenileri ile ilgili bir maddenin bulunması, Ermeni meselesinin ilk kez uluslararası bir antlaşmada yer almasını sağlamış oluyordu. Ermenilerin din ve mezheplerine karışmıyormuş gibi görünen Rusya yavaş yavaş onları Ortodokslaştırma planı uyguluyordu. Yukarıda Fransızların politikalarında değindiğimiz gibi her devlet bölge ahalisine kendi mezhebini kabul ettirme peşinde idi. Ruslar aslında özellikle Osmanlı Ermenilerini kendi nüfuzuna alarak Doğu Anadolu'nun ardından Adana ve Çukurova'ya inmeyi planlıyorlardı. Ermeniler de Rusya'nın bu politikasına alet olarak kendilerine Çukurova'dan başlayıp bütün Doğu Anadolu'yu kapsayan bir devlet kuracağına inanıyordu. Bu arada bazı Ermeni grupları Rusya hakimiyetindeki Kafkas topraklarına göç ediyorlardı. Doğu Anadolu bölgesi ile yakından ilgilenen ve Hamidiye alaylarının kurulmasından memnun olmayan Rusya, bölgedeki Ermenileri göçe teşvik ediyordu. Rusya'nın amacı, Osmanlı Devleti'nin aşiretleri silahlandırarak Ermenilere saldırmaları sonucu Ermeniler Rusya'ya iltica etmeye mecbur kalıyorlarmış gibi bir hava yaratarak Avrupa'nın dikkatini bölgenin üzerine çekmek idi. Rusların bu emel ve faaliyetlerini Ermeni gazeteleri de sürekli işleyerek Ermeniler arasında ve Avrupa kamuoyunda Rusların politikalarını destekler mahiyette propaganda yapıyorlardı. Aslında bu şartlar altında Ermeniler Osmanlı idaresinden gerçekten memnun kalmamış olsalardı Rusya'ya göçenlerin sayısının oldukça fazla olması gerekirdi. Rusya da zaten Kafkasya'ya kitlesel bir Ermeni göçünü istemiyordu. Hatta bazı Ermeni gurupların bazen Rus yetkililer tarafından geri çevrildikleri de görülmüştü. Doğu Anadolu'da Ermenilerin bulunduğu Osmanlı vilayetlerinin Birinci Dünya Savaşı'na kadar Rusya'nın elinde bulunması, Osmanlı Ermenileri ile Kafkas Ermenilerinin bir bütün olarak kaynaşmaları ve beraber hareket etmeleri imkanını sağlamıştı. Hatta bölgede Osmanlı Devleti aleyhine faaliyet gösterip yakalananlar üzerinde Rus pasaportu çıkması, bu pasaportların el altından komite üyelerine dağıtılması, hem Rusya'nın bölgedeki faaliyetlerini göstermesi hem de Osmanlı Devletinin kapitülasyonlar sebebiyle bu gibilere bir şey yapamaması, içine düştüğü zor durumu göstermesi bakımından önemliydi. Kaldı ki bunun sonucu Birinci Dünya Harbi öncesinde ve harp süresince Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapmaları, Osmanlı Devleti'ne ihanete varan terör ve isyan faaliyetlerinde bulunmaları ve sonucunda Osmanlı Hükümetinin Tehcir yasasını çıkararak uygulamak zorunda kaldığı bilinen bir gerçektir. Ermeni diasporasının oluştuğu ve faaliyetlerini günümüze kadar sürdürdüğü bir diğer ülke de Amerika Birleşik Devletleri (ABD)dir. Ancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Amerika'da bir Ermeni varlığı yoktu. Ermeniler XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yavaş yavaş Amerika'ya göç etmeye başladılar. Osmanlı Devleti'nden Amerika'ya yönelik Ermeni göçünü, Anadolu'ya 1820'li yıllarda gelen Amerikalı misyonerler başlattılar. 1830'dan itibaren İstanbul'u kendilerine merkez edinen Amerikan misyonerleri, Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar gidip Ermeniler adına bir eğitim seferberliği başlattılar. Bu eğitim sonucu Ermeni gençlerinde Amerika'yı görme arzusu uyandı. İşte Amerika'ya göç eden Ermenilerin ilk grubunu, eğitimlerini sürdürmek amacıyla Amerika'ya giden bu öğrenciler teşkil etmekteydi. Eğitimini tamamlayanlardan bir kısmı Amerika'ya yerleşti. Amerikan pasaportu ile dönenlerden din eğitimi almış olanlar Protestan kilisesinde, hukuk, tıp ve eczacılık eğitimi görenler ise İstanbul'da serbest olarak çalışmaya başladılar. Amerika'ya giden ikinci Ermeni grubunu küçük esnaf, sanatkar ve köylü sınıfı oluşturmaktaydı. Bunlar daha çok tarım ve sanayi alanındaki gelişmeler sonucu büyük miktarda iş gücüne ihtiyacı alan Amerika'nın isteklerine uygundu. Ancak bu göçmenler daha çok misyonerlerin yoğun olarak faaliyet gösterdikleri yerlerde ikamet edenlerdendi. Önce bekarlar gitmiş daha sonra yakınlarını götürmüşlerdir. Üçüncü grubu ise isyanlar sonucu Anadolu'yu terk edenler oluşturmaktaydı. 1890 yılından itibaren Anadolu'da meydana gelen başarısız isyan hareketleri sonucu Ermeni ahalisinin desteğini alamayan zengin şehirli tüccarlar ve ihtilalci dernek üyeleridir. Ayrıca bu grup İran, Mısır, Avrupa'daki diğer ülkelere de göç etmişlerdir. Amerika'ya göçen Ermenilerin faaliyetleri sonucunda 1894 tarihinde ilk defa Amerika Senatosunda Ermeni sorunu gündeme gelmişti. Amerika, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde açtığı okullar vasıtasıyla Anadolu'daki Ermenileri Protestan mezhebine çekmeye başlamıştı. Bunu daha ileri götürerek 1895 yılında Sivas ve Erzurum'da Amerikan konsolosluğu açıldı. Bu dönemde Ermeni Hınçak ve Taşnak komiteleri Anadolu'da kanlı eylemlere başladılar. 1896 yılından sonra özellikle Amerikan misyonerlerin faaliyetlerinin yoğun olduğu Harput, Merzifon gibi önemli merkezlerde yaşayan Ermeni nüfusunun yarıdan fazlası Amerika'ya göç etti. Dikkat çekici olan nokta Osmanlı'dan göçen Ermenilerin bazılarının, Amerikan pasaportu alarak geri dönmeleri ve kanlı eylemlere karışmalarıdır. Osmanlı Devleti bu gibi kimseleri yakalayıp tutukladığı, cezalandırmak istediği zaman Amerikan makamları müdahale ederek kendi vatandaşı olduğu iddiasıyla bu Ermenileri resmen himaye etmişti. Osmanlı topraklarında Amerika desteğiyle Ermenilerin karıştığı bu gelişmeler yaşanırken, 1880 tarihinden itibaren Amerika basınında sistematik biçimde Ermeni propagandası yapılıyordu. Türklerin Ermenilere baskı yaptığı ve katliamlar yaptığı iddiaları sürekli gündeme getirilerek Osmanlı Hükümeti devamlı suçlanıyordu. Sonuç olarak, bütün büyük Avrupa devletleri ve Amerika, Osmanlı Ermenilerine kendi menfaatleri doğrultusunda müdahalelerde bulunmuş, misyonerleri vasıtasıyla kendi mezheplerine çekmek şeklinde aslında Ermenileri mezhep olarak bölmüşlerdir. Ermeniler de bu ülkelerin misyonerleri aracılığı ile o ülkelere göç emiş, büyük ölçüde eğitim görme bahanesiyle gitmiş, daha sonra bazı ailelerin de göçtüğü görülmüştür. Bütün büyük devletlere göç eden Ermeniler kendilerine kucak açan ülke yetkililerinin de desteğiyle organize olarak örgütler kurmuşlar, hatta bu örgütlerin şubelerini Anadolu'da açacak kadar ileri gitmişlerdir. Yine ülke dışına giden Ermeniler yaşadıkları ülkelerde askeri ve idari açıdan eğitimlerini tamamlayarak önemli noktalara gelmiş, hatta o ülkelerin Osmanlı Devleti'ne karşı izledikleri politikalara yön verecek kadar ileri gitmişlerdi. Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı coğrafya üzerinde emelleri olan büyük devletler de buradaki Ermeni yandaşlarından da istifade ederek bölge üzerindeki politikalarını gerçekleştirme imkanlarını aramışlardır. Neticede, Ermeniler Osmanlı'dan ayrılıp bağımsız devlet kurma hayallerini gerçekleştirebilmek için göç edip yerleşerek diaspora oluşturdukları ülkeleri, bu ülkeler de Ortadoğu ve Osmanlı coğrafyasındaki politikalarını gerçekleştirmede taşeron olarak Ermenileri kullanmışlardı... türkiyenin bence çok değerli tarihçilerinden,sevgili hocamın makalesidir....
  13. seREnaDE şurada bir başlık gönderdi: Türk Tarihi
    1963 yılının Aralık ayı, tarihimizdeki büyük üzüntülerimizden biri olan Kıbrıs’ta Kanlı Noel’i bizlere hatırlatır. Kanlı Noel nedir? Kanlı Noel’in ardında yatan sebep nedir? 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti; adada yaşayan Türklerin ve Rumların bir arada, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak toplanması ile oluşturulmuştu.Devletin kurulmasından sonra Türk ve Rum liderliği; vergi toplama, kamu hizmetlerine katılma oranını belirleme, silahlı kuvvetleri oluşturma ve belediyelerin sınırlarını tespit etme gibi konularda karşı karşıya gelmişti.İşte bu meselelerin çözümü için çalışma ve tartışmaların devam ettiği bir sırada Makarios, işleri daha da karıştıran 13 maddelik bir paket ile 1960 Anayasasını değiştirmeye çalıştı. Anayasada Türklerin haklarını garanti altına alan maddeleri ortadan kaldırmayı hedefleyen 30 Kasım 1963 tarihli paket, Rumların Türk tarafını eşit bir ortak olarak görmek istemediğinin de açık bir kanıtıydı. Makarios’un Türk halkını azınlık statüsüne düşüren ve Kıbrıs’ın yönetiminde Türkleri etkisiz hale getirmek isteyen önerilerinden bazıları şunlardır: · Cumhurbaşkanı Yardımcının veto hakkı kaldırılsın. · Devlet memuriyetlikleri, güvenlik kuvvetleri ve ordudaki Türk ve Rumların oranı, Kıbrıs nüfusunun gerçek etnik dağılımına göre düzenlensin. · Kamu hizmetleri komisyonunun üye sayısı 10’dan 5’e düşürülsün. · Kamu hizmetleri komisyonunun bütün kararları basit çoğunluğun oyuyla alınsın. · Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi kendini feshetsin. Kasım ayının son günü Türk toplumunun lideri Dr. Fazıl Küçük e önerilen 13 maddelik paket, anayasa ile Türk toplumuna verilen hakların iptal edilmesi ile aynı anlama geldiğinden Makarios’un önerisi kabul edilmedi. Bu olay, Adanın siyaset arenasında Türk ve Rum taraflarının ilk ciddi mücadelesiydi. Rum basını Aralık ayı boyunca Türkleri karalayan ve Enosis’çi Rumları kışkırtan yazılar neşretmeye başladı. 21 Aralık 1963 akşamı Akritas Planı’nın silahlı eylem safhası faaliyete geçirildi.Rum kesiminde bulunan Lefkoşe Hastansinde yatan 25 Türk hasta boazları kesilerek öldürüldü.23 Aralık günü Lefkoşe’nin Türk kesimi kuşatıldı.Küçük Kaymaklı’da , Ayvasıl’da büyük katliamlar yapıldı.Rum kuvvetlerinin silahlı saldırıları neticesinde yüzlerce Türk şehit oldu.103 Türk köyü yakılıp yıkıldı ve binlerce Türk evlerinden kaçmak zorunda bırakıldı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasının üzerinden yalnızca 3 yıl sonra Rumlar niyetlerini belli etmiş, “Silah Zoru ile Derhal Enosis” fikri uygulanmaya başlamıştı
  14. seREnaDE şurada cevap verdi: bozan başlık Politika Bilimi
    STALİN DÖNEMİ 1924 TE BAŞLIYOR DİYE HATIRLIYORUM AYRICA DOĞRULUĞU MUALLAK OLAN YADA ŞU AŞAMADA SÖZKONUSU EDİLMESİNE GEREK OLMAYAN BİR KONU( MERAK ETTİM HANGİ GAZETEYMİŞ) ABD NİN ROBOT ORDU PROJESİ Nİ KONUŞALIM BENCE.... Amerikan Savunma Bakanlığı, ağır silahlı robotları savaş alanına taşımayı amaçlayan bir program geliştiriyor.
  15. seREnaDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    1991 Sonrası Türkiye - Ermenistan İlişkilerinden Kısa Notlar Türkiye, Ermenistan'ın yıllardan beri dünya kamuoyunda Türkiye aleyhine yürüttüğü karalama kampanyalarına ve bu karalama kampanyalarına karşı Türk kamuoyunun duyduğu rahatsızlığa rağmen, 1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden birisi olmuş, Ermenistan ile ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi düşüncesiyle hareket etmiş, hatta Karadeniz'e kıyısı olmamasına rağmen 1993 yılında Ermenistan Türkiye tarafından (dış güdümlü olarak) Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'ne kurucu üye olarak davet edilmiştir. Bu dönemde enerji sıkıntısı çeken Ermenistan'a kendi elektrik ağından elektrik sağlayan Türkiye, Ermenistan Cumhuriyeti'nin sergilediği olumsuz tavırlara rağmen sınır ticaretine izin vermiştir. Bunun karşılığında Türkiye Ermenistan'dan (sözde) soykırım iddialarından vazgeçmesini, Azerbaycan topraklarından çekilmesini, Gürcistan Cumhuriyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti'yle olduğu gibi doğal olarak sınır antlaşmasını yenilemesini gündeme getirmiş, ancak Ermenistan olumsuz tavır sergilemiştir. Ermenistan, söz konusu taleplerinden vazgeçmek yerine Türkiye'ye karşı olumsuz tavrını iyice yoğunlaştırmış ve Türk-Ermeni ilişkilerini gergin bir noktaya sürüklemiştir. Doğusunda Azerbaycan, batısında Türkiye, güneyinde Gürcistan ile önemli sorunlar yaşayan Ermenistan, kendi içerisinde de ciddi ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Sadece ekonomik ilişkiler açısından bakıldığında, Ermenistan ile Türkiye arasında ikili ticari ilişkilerde Türkiye'nin önemli bir çıkarının olmayacağı görülecektir. Türkiye'nin yıllardır doğrudan olmasa bile dolaylı olarak Gürcistan ve İran üzerinden Ermenistan'la ticari faaliyetleri devam etmektedir. İki ülke arasında 40-45 milyon Dolarlık bir ticaret hacminin olduğu gayri resmi söylentiler arasındadır. Ermenistan'ın her yıl Türkiye'den dolaylı olarak 40 milyon Dolarlık ithalat, 1-1,5 milyon Dolarlık ihracat yaptığı belirtilmektedir. Bazılarına göre ise söz konusu rakam 90 milyon Dolardır. Türk - Ermeni İş Geliştirme Konseyi ve bazı çıkar gruplarınca Ermenistan ile iyi ilişkiler kurulması halinde iki ülke arasındaki ticaret hacminin 350-400 milyon Doları bulacağı ifade edilmektedir. Mevcut rakamlar, Ermenistan'ın ekonomik potansiyeli göz önüne alınınca imkansız olarak değerlendirilmektedir. Nüfusu Ermenistan nüfusunun neredeyse iki katı, kişi başına düşen milli geliri Ermenistan'la hemen hemen eşit düzeyde ve tüketim alışkanlıkları benzer olan Gürcistan'la Türkiye'nin gerçekleştirmiş olduğu ticari ilişkilerde ticaret hacmi 2000 yılında en yüksek seviyeye, 286 milyon Dolara ulaşmıştır. Söz konusu rakam Azerbaycan ile olan ticaretin bir kısmını oluştururken Ermenistan'la da dolaylı ticareti içermektedir. Ayrıca, bu rakamın yaklaşık yarısını ihracat, yarısını ise ithalat oluşturmaktadır. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda en iyi ihtimalle olası bir Ermenistan - Türkiye ticaretinde rakam 100-150 milyon Doları geçmeyecektir.
  16. seREnaDE şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Türk Halk - Özgün - Protest Müzik
    işte türkü böyle söylenir dedirten adam.... yüreğine sağlık erkan ogur'un atatürk'e ithaf ederek seslendirdiği selanik türküsü bülbülüm altın kafeste bülbülüm altın kafeste aman öter aheste aheste ötme bülbül yarim hasta aman ah neyleyim şu gönlüme hasret kaldım sevdiğime ben sana aldanamam yarim, ben sana dayanamam. bülbülleri har aldatır aman aşıkları yar ağlatır ben feleğe neylemişim aman beni her bahar aldatır ben sana aldanamam yarim, ben sana dayanamam.
  17. merhaba arkadaşım hoşgeldinn.. kimsenin bi derdi sıkıntısı yok herhalde,anlatacak bişeyleri yok herhalde
  18. AYNI COĞRAFYADA AYNI ÜLKEDE YAŞIYORUZ,GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ BUGUN DE VE UMUYORUM BARIŞ İÇİNDE GELECEKTE DE... OLAYI IRKÇILIK BOYUTUNA TAŞIMAK,YADA KARŞILIKLI SUÇLAMALAR ( SİZ BÖYLE YAPTINIZ BİZ BÖYLEYİZ) BİZE YARAR SAĞLAMAZ ... VATAN SEVERLİK BU DEĞİL... BİRBİRİNİ PROVAKATÖR OLMAKLA SUÇLUYOR HERKES NEDEN SINIRLARIMIZIN ÖTESİNE BAKMIYORUZ HİÇ... ÇOK KLASİK OLACAK BELKİ AMA İNSAN OLABİLMEK EN BÜYÜK MEZİYET DEĞİLMİ... BU ÜLKENİN YILLARINA MAL OLMUŞ BİR "TERÖR" ÖRGÜTÜ VAR ORTADA BUNU YADSIYAMAZ KİMSE... AMA BU BİZE OLAYI GENELLEME HAKKI VERMEZ... BİZ KİMİZ SİZ KİMSİNİZ... NEDEN BÖYLE BİR BÖLÜNMÜŞLÜK İÇİNDEYİZ... ORTADA TERÖR VARSA BUNUN ZARARI BİZE Mİ SİZE Mİ!!! BUNUN ZARARI YAŞADIĞIMIZ ÜLKEYE.... BİRARADA YAŞAYAMAMAMIZ İÇİN ABD VE AVRUPA SEFERBER OLMUŞ BİZDE ÇANAK TUTUYORUZ... AKSİNİ DÜŞÜNEN ZATEN BİZDEN DEĞİL.....
  19. eline sağlık CYRANO yüklem doğru yerde özne( hatta özneler) biraz muallak
  20. sermaye sahibi hesabına çalışan hükümet yada devlet.... buna bir örnekte benden,ama anladığım yerden osmanlı'dan..... SENED-İ İTTİFAK Ikinci Mahmud devrinde 1808'de ayan ile hükümet arasinda yapilan sözlesme. On sekizinci asra girerken askerî teskilâtin bozulmasi neticesinde, devletin merkezî otoritesi zayiflamisti. Devlet, mültezimlerin reayayi ezmeleri sonunda, vergi toplama isini mahallî esrafa devretme siyâsetini gütmüs, bu da ayanlarin ortaya çikmasina sebeb olmustu. Yerli halk arasindan veya disardan gelip halka söz geçirebilecek durumdaki kimselerden meydana gelen ayanlarin nüfuzlari zamanla artti. Yeniçeri ve timar sisteminin bozulmasi sebebiyle, ihtiyâç duydugu askeri te'min edemeyen devlet de, ayanlarin nüfuzundan istifâde yoluna gitti. yani osmanlı devlet sistemi ilk defa 19.yy da ağaların( derebeylerin,özel teşebbüsün,sermaye patronlarının) varlığını resmen kabul etti. bu gelişme anayasalcılığın başlangıcı olarak yorumlansada demokrasi tarihimiz için.... aslında günümüze kadar gelen sorunlar yığınının başlangıcı değilmidir... Merkeziyetçi politik tezi savunanlara göre ise, bu belge "eşkıyalığın meşrulaştırılması"dır!
  21. ENFLASYON HESABINI TOPRAKTAKİ ÜRETİCİNİN MALINDAN YAPARSAN DÜŞTÜ TABİİ... HAZIR TOPRAĞI VAR YA,DURUP DURURKEN DE ÜRÜN VERİYOR O TOPRAK,DÜŞÜR FİYATLARI( HER NEDENSE HABERLERDE FALAN DA ENFLASYON SÖZKONUSU OLUNCA PAZARDAKİ SEBZE-MEYVE GÖSTERİLİR) SONRA ELEKTRİĞE ZAM,MAZOTA ZAM... ENFLASYON DÜŞMÜŞMÜŞ... MADE İN TURKEY DOĞRU SÖYLÜYOR,ÜRETİCİNİN KAFASINA DÜŞÜYOR BU ENFLASYON DENEN ŞEY
  22. KESİNLİKLE KATILIYORUM... BİRŞEY YAPMAK GEREKMİYOR, YÜRÜTMEK İÇİN ÇABA HARCAMAK TA GEREKMİYOR BENCE... ASIL ÇABA HARCANMASI GEREKEN NOKTA AŞKIN BİTTİĞİ ZAMAN...
  23. Bu yönetim, ekmekten suya kadar katma değer alır, ilaçtan vergi keserken, pırlanta, elmas, yakut, incide yüzde 18 olan KDV’yi bir kalemde sıfırlamış, yani kaldırmıştı! zenginin vergisini indire indire bir şey bırakmayan bu “adaletli parti” yönetiminde dolaylı vergiler yüzde 67’den yüzde 73’e çıktı. Bu bir dünya rekoruydu. Dolaylı vergileri kim ödüyordu? Ekmeği, suyu, kalemi defteri alan halk. Zenginden alınan vergiyi düşüren bu adaletli yönetim vergi konusunda başka ne yapıyordu? yetmedii, attığımız her adımın bir vergisi var.. Bunun adı da adalet oluyor! Hangi adalet? Bunun adı; adaletsizlik vergisi. Bunun adı; zenginin, ezenin adaleti! Bunlar yamyam adaletinin temsilcileri! objektif bir karşılaştırma yapacak olursak; osmanlı devletinin 19.yy da düzenlediği tahrir( temettuat) defterlerinde bütün sayısal veriler bulunmaktadır... ne kadar malın varsa verdiğin vergi onunla doğru orantılıdır.. binlerce mal dökümü ile karşılaştım...( bazı meslek grupları hariç) her vatandaş malı oranında vergiye tabi tutulmuş ve bundan da taviz verilmemiş... aklıma geldi bu konuyu görünce,sadece bir karşılaştırma
  24. almanyada soykirim yapti ve bugun kabul etmekte peki biz neden bazi seyleri kabul edemiyoruz? demiş arkadaş... almanya "daaa" yani biz de yaptık kabul edelim kapansın konu demektir bu ,ben bunu anlıyorum... diğer örnekleri bunun için verdim,o zaman diğerlerini de kabul edelim... temiz olsun... abd bayrağına bir yıldız daha iliştiririz sonra da... başta ermeni meselesi olmak üzere bütün bu dayatmalar , bazen avrupa bazen de abd tarafından aleyhimize kullanılan kozlardır... türkler ve ermeniler öyle bir durumda ki,herhangi bir ülkenin meclisinden çıkacak ermeni soykırımı ile ilgili haberler belirleyiciymiş gibi bir hale geldik.. soykırım kelimesi kullanılacak mı kullanılmayack mı bu kararı meclisler, yada dedelerinden duyarak gelip buraya yazanlar veremez arşiv belgeleri zaten durumu ortaya koymaktadır bu arada konu başlıktan uzaklaştı... orhan pamuk konusuna gelince; bir yazar olarak çok beğendiğimi söyleyemem( obenim edebiyat bilgimdeki eksiklikten olabilir,beni aştı) söyeldiklerinden ziyade, bu sözleri nerde, nezaman ve kimin isteği üzerine söylediği önemli bence inanılmaz bir gaflet diyorum ama olayın bu boyutlara gelmesini yada vatan haini damgasını "o kadar da uzun boylu değil" diyerek değerlendirmek istiyorum
  25. ASALIMMI???? BENCE İNSANLAR HER DUYDUKLARINA İNANMASALAR,AZCIK OKUYUP ARAŞTIRSALAR,HER KONUYA DA ATLAMASALAR BİLİR BİLMEZ ASMAYA GEREK KALMAZ ARKADAŞIM... KİMSEYİ ASIP KESMEDEN DE YAPILIR ELBET BİŞEYLER...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.