Hazreti Peygamber'in vefatından sonra yalancı peygamber Müseylime üzerine yürüyen sahabe orduları Yemame'ye ulaştığında iki ordu arasında kıyasıya bir mücadele başlar. Hazreti Ebubekir tarafından görevlendirilen sahabelerin başında 'Allah'ın kılıcı' Halid ibni Velid, bulunmaktadır. Akşama doğru Müseylime, askerleriyle birlikte yüksek duvarlarla çevrili bir bahçeye sığınır. Ancak ölümden kurtulamaz. Müseylimetü'l Kezzab gailesi atlatılmıştır, ama Müslüman ordusu iki binden ziyade şehid vermiştir. Üstelik şehidler arasında en az 70 hafız-ı kurra da bulunmaktadır. Bu hadise üzerine Hazreti Ömer, Halife-i Müslimîn Ebubekir'e (r.anhüm) giderek kurraların şehadetinden duyduğu üzüntüyü ve böyle giderse bazı ayetlerin zayi olacağı hususundaki endişesini dile getirir. Kur'an ayetlerinin iki kapak arasında toplanmasını teklif eder. 23 senelik vahiy müddetince bir taraftan ezberlenen, bir taraftan da hurma dalları, ince taşlar, kürek kemikleri, deri, kumaş, tahta, çömlek parçaları gibi mevcut malzemeler üzerine kaydedilen ayetler, o zamana kadar bir araya toplanmamıştır. Fakat bazı sahabelerin kendileri için yazdıkları derlemeler vardır.
Hazreti Ebubekir, Resulullah'ın yapmadığı bir şeyi yapmaktan çekindiği için teklife ilk başlarda uzak kalır. Hazreti Ömer'in ısrarı devam edince vahiy katiplerinden, aynı zamanda da hafız olan Zeyd ibni Sabit'i çağırır. Zeyd (ra), Hazreti Ebubekir'in tavsiyesi üzerine (sanki kendisi Kur'an'ın Resulullah'ın vefatından önce Cebrail Aleyhisselam'la mukabele ettiği halini ezberden bilmiyormuş gibi) halka ilan eder, iki şahit eşliğinde getirilen yazılı ayetleri kayda geçirir. Böylece ashabın üzerinde ittifak ettiği tam bir mushaf meydana getirilir. Hazreti Ebubekir'in vefatından sonra bu mushaf, müminlerin annelerinden Hafsa validemizde (r.anhâ) emanet kalır.
Azerbaycan ve Ermenistan'ın fethi sırasında Şamlı ve Iraklı askerler arasında Kur'an okuyuş farklılıkları yüzünden ihtilaf çıkar. Bu sırada hilafet makamında Hazreti Osman (ra) bulunmaktadır. Hazreti Osman, yine Zeyd bin Sabit başkanlığında bir komisyon oluşturarak Hafsa validemizdeki mushaftan istifade yeni nüshalar hazırlatıp Mekke, Kûfe, Basra, Şam gibi büyük merkezlere gönderir. Bir nüshayı Medine'de muhafaza eder. Ashabın kendileri için derledikleri tam olmayan nüshaların ise ileride karışıklığa sebep olmaması için imha edilmesini ister. Günümüzde Topkapı Sarayı'nda, Türk ve İslam Eserleri Müze-si'nde, Kahire'de, Londra British Library'de, St. Petersburg'da, Paris Biblioetheque Natio-nale'de Hazreti Osman'a nisbet edilen mushaflar bulunuyor. Bunlardan bazılarının bizzat Hazreti Osman'ın okuduğu 'imam mushaf' olduğu ve şehadeti sırasında üzerine kanının aktığı iddia ediliyor. Kur'an tarihi, mushafların imlası ve kıraat ilmi açısından önem taşıyan, ancak muhafaza edildikleri yerlerde ilim adamlarının ulaşma imkanı çok fazla bulunmayan bu mushaflar, eski Diyanet İşleri Başkanı Dr. Tayyar Altıkulaç'ın gayretleri ile birer birer yayımlanarak İslâm âlemine arz ediliyor. Daha önce Topkapı mushafı İslam Tarih Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) tarafından, Türk ve İslam Eserleri Müzesi mushafı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından yayımlanmıştı. Son olarak da Kahire'de el-Meşhedü'l-Hüseynî'de muhafaza edilen Hazreti Osman mushafı IRCICA tarafından basıldı.
İki cilt halinde basılan eserde, Kûfî hatlı orijinal mushafın tıpkıbasımı, ayetlerin günümüz Arap yazısıyla okunuşları ve Hazreti Osman'a nisbet edilen diğer nüshalarla arasındaki imla farkları bir arada veriliyor. Giriş bölümünde de Arap yazısının gelişimi, ilk mushafın hazırlanması, Hazreti Osman mushafları ile Hazreti Ali'ye nisbet edilen mushaf nüshaları hakkında geniş bilgiler yer alıyor.
Tayyar Altıkulaç, 1969 yılında Kahire'ye gittiğinde el-Meşhedü'l-Hüseynî'de muhafaza edilen mushafı da görmek istemiş, ancak buna muvaffak olamamış. Yıllar sonra Topkapı mushafı üzerinde çalışmalara başladığında o dönemde IRCICA Genel Sekreteri olan Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Mısır hükümeti nezdinde yaptığı girişimlerle mushafın çekimlerine ulaşmış. Deri üzerine 57x68 cm ebadında, 80 kg ağırlığındaki mushaf, 1.087 varaktan ibaret. Tayyar Altıkulaç, kadim mushaflar üzerinde yaptığı incelemelerde hiçbirinin Hazreti Osman tarafından yazdırılan mushaflardan olmadığı, ancak onlardan çoğaltılan ilk nüshalar oldukları neticesine varmış. Altıkulaç, Kahire'deki mushafın da Hazreti Osman tarafından Kûfe'ye gönderilen mushaftan çoğaltıldığını söylüyor. Altıkulaç'a göre ilk kez harf harf ele alınıp incelenen Kahire mushafının en önemli özelliği, bugün okuduğumuz Kur'an-ı Kerim'in orjinalliği konusunda aynen Topkapı ve Türk ve İslâm Eserleri Müzesi mushafları gibi bütün insanlığa verdiği mesaj. Altıkulaç, "Bu mushaf da gösteriyor ki, Kur'an-ı Kerim sadece hafızların okuyuşları ile değil, gerçekten yazısı ile de korunmuştur ve on dört asır önce nazil olup yazıldığı gibi elimizdedir(yani su anki günümüz gelismis arap yazisiyla deyil orjinal haliyle). Bu mushaflar bu gerçeğin tartışmasız şahitleridir. Nübüvvet kaynağından çıktığı berraklığı ile bugünlere ulaşan ve bu niteliğinin sonsuz sayıda sesli ve yazılı şahitleriyle tüm insanlığın hep gündeminde olan bu mukaddes sisteme inananlara gıpta etmek, onların tükenmek bilmeyen hazlarına imrenmek tabiidir." diyor.
20. yüzyılın başlarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. "Statik (durağan) evren modeli" adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi. Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcının varlığını da reddediyordu. Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır. 21. yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir. Kuran-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101)Kuran'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Başta da belirttiğimiz gibi astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kuran'da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir.