hepsi senin için feriğim....
Ayrılmalıyız
Zamanlar fazlaydı paylaşmak için
Bir bakış yeterdi anlatmaya
Anlamaya yeterdi bir tek kelime
Alışmak sevmekten daha beterdi
Ve zamansız gelen yarınsız bir sevgi
Bi gün bi yerde ansızın biterdi
Biterdi hiç bitmeyecek sandığımız sevdalar
Çekip giderdi anılar,
Fotoğraflar yakardı kendi kendini;
Simsiyah, duman duman...
Artık, artık hiçbir vazoya sığmazdı ayrılığın çiçekleri
Sevişen geceler çekip giderdi
Susardı şarkılar, çalmazdı kemanlar
Şiirler yazmazdı bu kırık hikayeyi
Bu sevda bi gün bi yerde ansızın biterdi
Biliyorum; biterdi, biterdi...
Oysa ne kadar güzel başlamıştı herşey
İlk buluşmaların heyecanı, yetmeyen zamanlar
Kararan akşamlarla gelen ayrılma faslı
Eve uydurduğumuz yalanlar
Gözlerime dalıp dalıp gitmelerin
Salaş bir çay bahçesinde iki demli çay
Ve ucu ucuna eklediğimiz sigaralar;
Sevdamız gibi içimize çektiğimiz.
Bitmesin diye hayallerimiz
Hep o şarkıyı dinlemelerimiz.
Yine elimde resimlerimiz
Yarın hepsi acı tatlı anılar olacak hayatın ırmağında
Gidiyorum...
Sevdim seni, çok sevdim, hep böyle kalıcam
Senin mutluluğuna uzaktan bakıcam
Ayrılmalıyız artık, gitmeliyim bu yerden
Saadet diliyorum, saadet diliyorum sana beyaz güllerden.
Gidiyorum...
Gözüm arkada kalsada güçlüyüm
Güçlüyüm ayakta duracak kadar
Yarınlara bakacak, yeni sevdalara doğacak,
Ve bu aşkı vuracak kadar
Ben bu aşkı vuracak kadar güçlüyüm...
Şebnem Kısaparmak
Bir Gün Baksam Ki Gelmişsin
Bir gün baksam ki gelmişsin..
Bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar.
Gözlerinde bir bitmez,bir tükenmez güzellik
Saçlarında ilkbahar..
Bir gün baksam ki gelmişsin..
Gülüşünde taze serin bir rüzgar
Ellerin yine eskisi kadar güzel
Çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar..
Bir gün baksam ki gelmişsin..
Hasretin içimde sonsuzluk kadar.
Şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz.
Dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.
Bir gün baksam ki gelmişsin..
Ne yüzünde bir gölge,ne dilinde sitem var.
Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm
Benim olmuş dünyalar. . .
Yavuz Bülent Bakiler
Geri Gelen Mektup
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.
Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...
Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!
Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.
Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.
Mehtaplı yüzün melekleri'li kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...
Hüseyin Nihal Atsız
Senin Korkularını Benim İnceliğimi
Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.
O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
“bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,
“Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
“bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ”
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.
Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....
Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....
Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
Şükrü Erbaş
Kalbimden Sana Taç Mahal Yaptım
Sana ne verebilirdim?
Bülbülü versem,
Sabırsızdır, sitemlidir.
Gülü versem,
Gül yerinde güzeldir.
Yıldızlar mı?
Senin yanında sönük kalır.
Ay; yüreğindeki mehtabı kıskanır..
Bendeki sana bakarak,
Başladım mabedimi yapmaya.
Kalbinin temizliğini kullanarak,
Bembeyaz mermerler oluşturdum.
Gözlerinden aldığım parlaklıkla,
Mermerlerin içine, pırlanta koydum.
Sevmeye doyamadığım ruhunla,
Kubbe var oldu, tüm vakarıyla.
İnsanca yaşamaktaki azminle,
Minareler göklere uzandı, haşmetle.
Bana akan sıcaklığınla,
Duvarların her yerine,
'Seni seviyorum' yazdım.
Yüreğinden taşan sevginle,
Öyle bir bahçe oluştu ki,
Kaşmir´deki Shalimar´dan görkemli.
Şah Cihan görseydi,
Sana gıpta ederdi.
Mümtaz´a olan sevgisi,
Seninkinin yanında azmış derdi.
Üzgünüm canım..
İçimdeki seni,
Hiçbir kalıba sığdıramadım.
Yere, göğe koyamadım.
Kalbimden sana yakışır,
Taç Mahal yaptım.
Şahı sen, Sultanı benim.
Saltanatın ise,
Yüreğim...!
Nigar YILDIZ
0 Yorum
Önerilen Yorumlar
Gösterilecek hiç bir yorum yok