İstanbul Meyhaneleri ve Meyhane Hayatı
Bu Şehr-i İstanbul
İstanbul’un eski meyhaneleri ve meyhane hayatı da son derece renkli ve cümbüşlü bir manzara gösterirdi.
Bugün yerlerinde beton yığınları yükselen İstanbul meyhaneleri, keyif ehli akşamcıların toplandıkları birer ihvan yurdu idi. Buralardaki meyhane hayatı, edebi sohbet kurulu yaran dernekleri, neş’eyi bulup aşka geliverince döktürülen sololu, korolu mısralarda ve nağmelerde meyhane edebiyatı ve musiki ile son derece renkli ve cümbüşlü bir manzara gösterirdi. “Mirim, canım efendim”li kaynaşmalar… Hikmet savuran mı dersiniz, Bektaşi fıkrası anlatanlar mı?
“Efendim, adamın birinin bir çocuğu olmuş. Çocuk hikmet-i Hüda eyri büyrü, kambur, çolak, ağzı bir yanda, burnu bir yanda, evlere şenlik bir ucube-i hilkat. (Bir acayip yaratık.)
Adamcağız , göstermedik hekim, okutmadık hoca bırakmamış, fakat nafile, çare yok, çocuk yine eyri büyrü. Adam çaresiz dolaşıp durur, kimi görse derdini döker, medet umar. Bir gün adamın biri:
Yahu der, çocuğu bir kere de falan yerde ki Bektaşi Babasına götür, olur da nefesi iyi gelir.
Adam çaresiz almış çocuğu, o falan yerdeki Bektaşi Babası’na varmış:
baba, demiş ne olursa senden olur, şu masuma bir nefes ediver.
Bektaşi babası bakmış, şöyle bir çoğu evirmiş çevirmiş:
Evlat, demiş, sen bu çocuğu falan yerdeki falan zatın türbesine götür, türbenin duvarına bir iyice işet…
Adam, Bektaşi Babası’nın lafını kesmiş:
Aman Baba, demiş, Evliya Türbesi’ne işenir mi hafazanallah insan çarpılır.
Bektaşi Babası sinsice gülmüş:
İyi ya evlat, demiş, sağlam insan çarpılırsa, bu oğlancık da düzelir”.
Meyhane sohbetinin doyum olmayan demleri vardır:
Efendim, bu mübarek, şişede olduğu gibi durmaz, “akcinli” demişler, zihne keşayiş (açıklık) verir.
Haaa!.. Azizim efendim, “akcinli” dediniz de aklıma geliverdi. Türk Galip Hasan Paşa’nın bir divanı vardır, adı aklımda yanlış kalmadıysa, “Mutayyebat-ı Türkiye” olacak. Şair, bu divanı Kastamonu’da Vali iken yazmış, koyu bir Kastamonu şivesiyle. Bir müstezad’ının hatırımda kalan mısraları şöyledir:
İstangbula get olmanğa bak sen de bi kıatüp
Emmada acayüp
Akcinli yudup gavşak olup oynama zıpzıp
Ağır ol goözünü gırp
İstakratoza bak hele Himmet gımırayyo
Emma da vıcayyo
Himmet’in ağzından uzun uzun İstanbul’u anlatır.
Bunlar, herze azizim. Nedim’in o tatlı, o şuh edası nerede? Mübalağanın tatlılığı, şiiriyeti, ahengi nerede?
Bu şehr-i Stanbul ki bir misl-ü bahadır
Bir sengine yakpare Acem mülkü fedadır
Haydi, içelim… Nedim-i şuride dilinin aşkına içelim dostlar.
Kadehler kalkar ve böylece sohbet koyulaştıkça koyulaşır.
Bir ara, şair geçinenlerden biri, kadehini kaldırıp, bütün meyhanedekilerin duyacağı yüksek bir sesle söyler:
İçelim ab-ı hayatı neş’e verir bedene
Mevlam rahmet eylesin rakıyı icad edene
Tekrar kadehler kalkar, şerefe içilir. Öteki masalardan birinden bir ses yükselir:
Artsın eksilmesin
Taşsın dökülmesin
Allah kimseyi
Meyhanesiz memlekete düşürmesin
Gülüşmeler ve köşedeki masada demlenenlerden biri:
İnayet buyurun mirim efendim, sizin şu vecizeyi bir kağıda yazıp meyhanemizin duvarına asalım, ne dersiniz?
Meyhaneciye seslenir:
Barba Apostol, bir kağıt var mı?
Meyhanecinin getirdiği kağıda, kıyak bir sülüs yazı ile yazar:
İçelim ab-ı hayatı neş’e verir bedene
Mevlam rahmet eylesin rakıyı icad edene
Şimdi yerinde yeller esen İstanbul’un eski Balıkpazarı meyhanelerinden Barba Apostol’un meyhanesinde duvarda asılı bir levhadan yazdığım deyişlerdir.
Kaynak: Sadi Yaver Ataman: Türk İstanbul.
Önerilen Yorumlar
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.