Eriyip giden karın hükmünde...
Çıplak dallara inen taneciklerinin, dokunduğu yere bembeyaz ve kalınca entariler biçtiği karın göz kamaştırıcı, şen şakrak manzarasında, kartopu oynayan mutlu ve mesut insanlardı onlar.
Bir kar yazısına bu cümlelerle başlayabiliriz pekala. Fakat şöyle de başlayabilirdik:
Yetim çaresizliklerine eş boşluktaki sobanın, soğuk ve kapkara sevimsizliğine iç geçirirken, nefeslerinin bu son sıcaklığını israf etmemek için, kat kat sarındıkları battaniyelerinin içine içine üflüyorlardı.
Başka türlü de olabilir girizgahımız. Ama herkes için yazamam ben bu yazıyı. Her yazdığımı alınmayın üstünüze.
Dışarıda yağan lapa lapa karı, geliştirilmiş ses sistemlerinin ahenginde “one more cup of coffee”yi dinlerken, aşırı ısınmış odanın bunaltıcı havasında, ince gömleğini çekiştirerek seyreden biriyle; televizyonda gösterilen Uludağ tatili haberinde, kayak yapanlara bakarak:
- Bu adamlar üşümüyor mu baba? Diyen çocuğa
- Zenginler üşümez oğlum, cevabını veren babaya aynı yazıyı yazdığımı söylersem, inanır mısınız bana?!
O çocuğun daha uzunca yıllar sürecek, zenginlikle üşümek arasındaki bağlantıyı çözememiş hayret ve hayranlığını veya kömüre geçiş iznini nazlıca veren dar bütçenin ısıtamadığı o evde kurulu uydu sistemleriyle seyredilen Memet Ali şovlarını, dans yarışmalarını, her akşam ayrı bir kalp çarpıntısıyla alıklaşılan bol olaylı çok talihli dizileri de açıklayamam.
Yine aynı evde gazetelerin, soba tutuşturulmak üzere şurdan burdan toplanıp biriktirildiği halde, neden büyük bir ısrarla okunmadığını anlasam anlatırdım elbet.
Varlığı aklın köşesinden bile geçmeyen o evdeki muhtemel kütüphaneden, aklımın köşesinden çıkmasa da bahsetmeyeceğim size.
Sonra, koca koca başka evlerdeki ciltleri fiyakalı kitapların, parlak cilalı ve gösterişli kitaplıklara müebbet hapsini, sahibini bir kerecik bile görememiş olmanın talihsizliği içinde, tozlarından arındırılmak bahanesiyle hizmetkarların tacizine uğrayıp, gözlerinin ferine uğramadan o raftan bu rafa nasıl seğirttiğini izah edebilir miyim?
En iyisi ben size yine kardan bahsedeyim. Mesela kardan kadın yapmakla kalmayıp, memelerini de büyükçe yapmanın muzipliği üzerine tasvirlerde bulunsam, kimilerine edepsiz gelse de içten içe güldürür değil mi sizi?
Sizi deyip de kendimi dışladığımı sanmayın. Ama ben’i içine katan bizi kullanarak, muhatabımın biz’in içine girmeyen bir karşı duruşla okuması da işime gelmez bu yazıyı. Hatta ileri götürüp tekilleştirmeliyim sözlerimi:
Sen, evet sen. Bütün bunları biliyorsun öyle değil mi? Suçlusun. Eğri cetvelle doğru ölçülmediği için, muhakkak sende de bir yanlış var. Kendinden başla yanlışları düzeltmeye.
“Her yazdığımı alınmayın üstünüze” dediğimi hatırlatan bakışlara sahip kaç kişi var acaba şu cümleye gelesiye. Siz söylemeden ben tahmin edeyim: Kitap okumayı, su gibi tuz gibi hayatının olmazsa olmazları arasına sokanlar da değil. (Çünkü kardan kadın yapmak kadar bulaşıcı bir modadır bestselleri okuyup, naylon entelektüel sohbetlerde caka satmak. Yine yanlış anlamayın. Onları da okuyun. Ama okuduğunu anlayıp analiz edemeyen insanın, on batman kitap yükü taşıyan eşekten farkı olmadığını da aklınızın bir köşesinde tutun.)
Kim peki onlar?: Okudukça ufku genişleyen, muhakeme gücü gelişmiş, dikkatli bir bakış açısına sahip kitap severler olabilir mi acaba?
Sahi. Nereden geldik kitap severlere?
Bu bir kar yazısıydı sözde. Eriyip giden karın kaderine teslim oldu konunun aslı. Çarçabuk başka mecralara aktı. Oysa Edip Cansever’in:
İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerinden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından.
Mısralarını ekleyeceğim, kardan yapılma lirik bir yazıydı benimkisi. Ama kim bilir belki de o zaman, “Sevgililer Günü” beyhûdeliğinde (Sevgilin yoktur demeyin ve unutmayın: Önyargılardır hataların babası.) sevgiliye gül vermek yerine -ki o günün şartlarında rahatlıkla alınabilir- kitap hediye etmenin neden adet olmadığına dair bir serzenişe dönüşebilirdi.
Muşamba barakalarda yatıp kalkan mevsimlik orman işçisinin bu yazıyı görme ihtimali ne kadardır bilmiyorum. Onun için değildi bu yazı. Karlar gibi eriyip giden zamanın boş anlarına aldanan ömrümüzün, kar sularının ekolojik bahtına benzemeyeceği âşikârken, ne yapmak lazım okumak için..?!
Önerilen Yorumlar
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.