Işık
Cezaevi isyanı tüm şiddetiyle sürüyordu. Mahkumlar ele geçirdikleri ana kapıdan girişi engellemiş, güvenlik güçleri direnişin en kuvvetli olduğu yerden, iş makınalarıyla deldikleri dış duvardan içeri gaz bombaları atıyordu birer birer. Delikten dışarıya cılız silah sesleri yükseldi. Tüm mücadele isyanın kalbine açılan bu dar delikte yoğunlaştı. Aynı anda farklı yerlerden başlatılan operasyonlardan yükselen dumanlarla görünmez haldeydi cezaevi. İçeride kargaşa büyüktü. Göz gözü görmüyor,
Ya da
Yosun kokusuna uyandım, sessiz ormanda!
Karaltılara bakındım, anlayamadım kim ya da ne!
Derinden gelen çatırtı, ya yüreğimdi ya da bir ağaç!
Silüetlerdi fısıldayan, ya gel diyen ya da gelme!
Kokundan güçle kalktım, dermansız bacaklarımda!
Her kara ağaçta aradım, ya yüzünü ya da hüznünü!
Belki seni gördüm, ya karanlıkta ya da bir dalda!
Silüetlerdi çağıran, ya koş diyen ya da koşma!
Güçlükle yorgun hızlandım, yağan yağmurda!
Koştum tüm gece kanattı, ya bir diken ya da sen
Kazazede
Şafak sökeli 14 saattir yüzüyordum. Kulaçlarım hiç durmamıştı. Alacakaranlık çökerken, kararan sulardan başka köpekbalığı saldırısı bekliyordum. İki saat önce kendini sevdiren yunus da yoktu bu sefer üstelik beni koruyacak. Karanlık suda sessizce durdum, derinleri delmeye çalışan gözlerle bakındım tekrar. Karaltı oradaydı. Daha emin yaklaştı bedenime bu kez. Hiç korkmadım neden bilinmez. Çoktan pes etmişti vücudum. Ne olacaksa olsun, belki kurtulurdum soğuktan, titremekten. Buruşmuş