Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

AsilRuh

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3
  • Katılım

  • Son Ziyaret

AsilRuh - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İçerik Başlatan
  • İlk İleti
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. AsilRuh

    Nasıl Bir Sendika

    KÖLELEŞMEK YERİNE ÖZGÜRLEŞMEK Her bireyin, her birimin nasıl görevleri var ise Sendikanın da çok önemli bir görevi vardır. Sendika eğitir, insanca yaşam mücadelesi verir, bireylere haklarını öğretir, sorunları çözer veya en azından çözüm yolu gösterir, sorunların kaynağını gösterir, bilimin önemini anlatır, toplumu örgütler, temel hak ve hürriyetlerin önemini topluma benimsetir, demokrasinin önemini kavratır, özgür bir birey yaratmak için çabalar, ücret ve maaş artışlarında güçlü bir ses çıkartır, güç oluşturmak için insanların bölünmelerden korur ve tek çatı altında ayrımlara müsaade etmeden birleştirir, sosyal hukuk devleti için mücadele eder. Eğitimli ve üreten bir sendikal hareketin çözüme ulaşması çok basittir. Değişime açık ilerici ve esnek bir kafa ile yönetilen sendikalar sorunları temelinde çözüme kavuşturur. Memur ve işçilerin çalıştığı ortamlardaki sorunların çoğu aynıdır. Bu ortak noktada mücadele için birleşip tek ses olmak var iken gruplara bölünüp zayıflamak çağ dışı bir harekettir. Ortak noktalarda buluşup cinsiyet, mezhep, köken ve siyasi tabakadan uzaklaşıp temel hak ve hürriyetler çerçevesinde birleşmek, birlikte hareket etmek gerekir. Sonuçta bizler farklı olabiliriz, bu farklılık bize yasalar doğrultusunda farklımı yansıyor. Yasalar farklılıklara göremi işliyor? Maaşlarımız farklı düşünüyoruz diye farklımı ödeniyor? Oysaki tek amaç kapitalizme karşı güçlü bir duruş sergileyip, mücadele başlatmaktır.. Yakınmakla, isyan etmekle sorunlar bitmez. Direnmeyi öğreneceğiz, haklarımızı koruyacağız, demokrasinin önemini kavrayacağız. Özgürlük diyorsak ,özgürlüğe giden yolda bunlardan vazgeçemeyiz. Baskıları püskürtmenin tek yolu özgürlüktür. Köleleşmek yerine özgürleşmek tek yoldur. Bütün farklılıkları bir kenara bırakıp haklarımız için mücadele etmek, direnmek ve hakkımız olanı almamız gerekir. Haklarımızı almak içinde güçlenmek yani birlikte hareket etmemiz gerekir. Gelişmeyen demokrasi yapılarda özgürlükler servet sahiplerinin ve patronlarındır. Kölelik de geriye kalanlarındır. Sesimizi güçlendirirsek işte o zaman devlet her şeyi bizden beklemez. Artık işverene dönebilir. Alamadığı borçlarını tahsis eder, vergilerini düzenler ve görmezden geldiği usulsüzlüklerine son verir. Kamu sektöründe ücret ve maaş artışlarına ve iyi çalışma koşullarına karşı olan IMF’ nin de dayatmaları karşısında her yaptırımı işçi ve memura uygulamaktan vazgeçer. Zamanı geldiğinde de IMF’ yi elinin tersiyle iter. Zarar görmekten bıktığı dış sermayeyi zarara uğratır Sendikaların siyasi partilerle ilişkisi elbette olacak olmalıda. Ancak siyasi partilerle ilişkilerinde sınırlar çizecek. Öyle ki muhalefetini her zaman yapabilmeli. Çıkarları doğrultusunda siyasi partilerle yakınlaşma sağlandığında köleleşme başlar. Kendi dilini unutup parti propagandasına malzeme olur. Öyle an gelir ki ne söylenirse yapar hale gelir. Sus denir susarlar, konuş derler konuşurlar artık uzaktan kumanda mekanizmasına kendilerini kaptırmışlardır. Böyle çalışan temsil edilmez, sendikanın asli görevi hak ve özgürlükleri benimseyerek çalışanların helal haklarını savunmaktır. Bir partinin arkasına takılması sendikal hareketi böldüğü gibi demokrasiyi de ortadan kaldırır. Siyasi görüşmeleri çalışanların ücretlerinin artması, kesintilerin azaltılması, çalışma sürelerinin düzeltilmesi, iyi çalışma ortamlarının sağlanması gibi konular da olmalı. Siyasi arenaya çıkarken gücünü hissettirebilmeli ve çalışanların çıkarları doğrultusunda hareket edebilmeli. Çalışanların sömürülmemesi, ezilmemesi, insanca yaşaya bilmesi için önce kendisinin bağımsız olması gerekir. Kendi içlerinde de anti-demokratik davranışlardan kaçınılmalı, her türlü sese açık olmalı. Aynı zamanda sadece belirli meslekten gruptan olana değil kavradığı bütün kitleye açık ve şeffaf olmalı. Kendi içindeki demokrasi kavramını oluşturmalı, temelini eşitliklerle doldurmalıdır. Amaç çalışanları denetim altında tutup, iktidarların güdümünde olan sendikalar zaman içerisinde kaybolup gitmeye mahkumlardır. Sendika üyelerinin eşit haklara sahip olması, yönetimin tabanla ilişkilerinin sıcak olması, üyeler arası dayanışma sağlanması, herkese ifade özgürlüğü tanınması başarı için kaçınılmazlardandır. Bunun sonucundan oluşan güven başarı ile birebir ilişkilidir. Kendi içinde güven unsurunu sağlayamayan sivil toplum örgütleri sürekli iç hesaplaşmalar yaşayıp, kendi sorunlarıyla uğraşmaktan toplumun sorunlarıyla ilgilenmeye fırsat bulamamaktadır. Güven kaybının yarattığı rahatsızlık ile kendi üyeleri arasında huzursuzluk artacak ve ilişkiler kısıtlanacak hatta bitme noktasına gelecektir. İşte bu nedenle sendikal oluşumda “güven” en önemli ve asla göz ardı edilmeyecek değerlerden biridir. Mevcut sendikalarda görülen en büyük adaletsizlik, sendikaları birer aile şirketi gibi kullanmaktır. Yönetimin yaptığı usulsüz davranışlar sonucunda belirli isimler her zaman yönetimde görev alarak yıllarca haksızlık yapmışlardır. Kendi içlerinde muhalifleri sindirici politikalar geliştirip, gerekirse bu insanları iş başından uzaklaştırmaya kadar yeltenmişlerdir. Diğer üyelerin hiçbir görüşüne başvurmadan gelirleri istedikleri gibi kullanmışlardır. Hiçbir zaman kendi içlerinde oto kontrol mekanizmasının çalışmasına izin vermemiş, denetim mekanizmalarını da kendine hizmet eder hale getirmişlerdir. Yani sendikal demokrasinin gerçekleşmesi ve kuvvetlenmesi içi çaba sarf etmek bir tarafa o yönde eğilimleri olanları da pasifize etmişlerdir. Kendilerine olan güvenle birlikte toplumun genelinin sendikal faaliyetlere uzak kalmasına neden olmuşlardır. Oysaki en alttan en üste herkesle fikir alışverişi yapılmalı, düşüncelere getirilen kısıtlamalar kaldırılmalı ve saygı duyulmalı. Tüm üyeler arasında dayanışmayı pekiştirmeli ve güven duygusunu hat safaya çıkartmalı. Onların yaşamlarını kolaylaştıracak, sosyal hayatlarını geliştirecek ve eğitimlerini artıracak aktiviteler gerçekleştirmelidirler. Sendikanın önemini ve anlayışını kavramaları için toplantılar düzenleyip, sendikasız bir hayatın zorluklarını gösterecek seminerler düzenlemek gerekmektedir. Demokrasinin herkes için olduğunu anlatmalı ve mücadelenin onlarsız olamayacağını iyice kavratmak ve göstermek önemlidir. www.ogretmensen.org
  2. Hoşgeldiniz!... YÖK BİR UCUBEDİR Üniversiteler yapısı gereği bilim üreten, gerçeğin peşinde koşan kurumlar olmalıdırlar. Sadece ders ve araştırma yapılan yerlerin üniversite diye adlandırılmaları doğru değildir. Üniversite üyesi, zihnindeki zihninde ki her türlü soruya cevap arar, bu amaçla o yalnızca gerçeğin peşindedir. Yegâne misyonu gerçeği açığa çıkarmak, gerçeğin üstünü örten perdeyi kaldırmak, yalanı teşhir etmektir. Bu amaçla, geçerli paradigmayı, geçerli kabulleri, peşin doğruları, resmi gerekçeleri, her türden tabuları sürekli sorgular. Gerçeği ararken hiçbir dayatmaya, hiçbir otoriteye, hiçbir yasağa itibar etmez. Üniversite üyesinin asli misyonu abu üretmek, yalana kılıf aramak değil, yalanın üzerine gitmektir. Üniversite üyesi, entelektüel bağımsızlığı konusunda kıskanç, tutarlı ve onurlu bir duruşu, haysiyetli bir tavrı göstermek zorundadır. Üniversite doğası gereği özerk olmak durumundadır. Özerk değilse üniversitede değildir. Özerk üniversite ise özerklik bilincine sahip olan insanların varlığını zorunlu kılar. Bilim insanı gerçekten bilim insanıysa, doğası ve misyonu gereği gerçeğin peşine düşüyorsa o yalnızca özgürlüklerin yanında yer alabilir. Üniversite üyesinin bir tek tarafı vardır o da gücü elinde bulunduranların baskı ve zorbalıklarına karşı, halkının düşünme, inanma ve bunları ifade ve yaşam hakkının ve özgürlüğünün yanında yer alma tavrıdır. Bu bilgiler ışığında, Türkiye üniversitelerine baktığımızda durum tam bir faciadır. Bağnaz resmi ideolojinin, MGK’nın ve benzeri cunta yapılandırması kurumların yönlendirdiği, tipik bir militer işleyiş ve yapıya sahip YÖK gibi bir ucubenin olduğu yerde üniversitelerin varlığından söz etmek mümkün değildir. Bizde MGK’nın brifingleriyle açıklamalar yapıp tavır üreten YÖK, gerçeğin peşine düşmek değil, gerçeğin peşine düşenlerin peşine düşüyor. Farklı, aykırı görüş ileri sürenleri bir engizisyon mantığıyla yargılayıp mahkum ediyorlar. Gerekçeleri de “bilimsel düşüncenin dışına çıktı, siyasallaştı” oluyor… Bu, koskoca bir yalan… Oysa asıl siyaset yapan, asıl siyasallaşan, bilimi katleden, bilimsel misyonlarına ihanet eden kendileridir. Cunta şeflerine fahri doktora ünvanı verebilecek kadar, cuntacıları önlerinde el pençe divan durup tebrik edebilecek kadar, “darbe isterükçülük” yapabilecek kadar, bilimden ve onun değerlerinden kopuk bir kara cübbeli güruhun bu ülkede; demokrasinin özgürlüklerin, hukukun üstünlüğünün yanında yer alabilmeleri, bu değerlerin gelişimi için onurlu bir duruş göstermeleri beklenebilir mi? Maalesef mevcut üniversiteler bir özerklik bilincine sahip olmadıkları gibi tam tersine özerklik düşmanıdırlar. Türkiye’de halen kendisini modern kurumlar ve söylemlerle gizleyip dayatmayı başaran yarı-totaliter bir rejim yapısı mevcuttur. Üniversite denilen kurumlarda bu yarı-totaliter rejimin bir parçası ve hizmetçisidir. Bilimsel hiçbir başarının altına imza atamayışlarını nasıl izah edebilirler? Halkın temsilcileri ne kafa tutmaları, milli iradeye karşı saygısız ve pervasız bir tutum içinde olmalarını nasıl açıklayabilirler? Kendi “güvenlikli odalarından” bakmayı alışkanlık etmiş, ayrıcalıklı, imtiyazlı bir sınıf olarak kendilerini görenler, milletin gözleriyle kendilerine bakmayı başarabilseler, ne kadar da kof ve zavallılık içinde olduklarını görürler. Özgürlük ve demokrasi düşmanı olmanın, halkın temsilcilerine ve milli iradeye karşı saygısız ve fütursuz olmanın Yüce Milletin gözünde ki değeri ne olabilir, acaba? Binlerce onurlu ve şerefli bilim adamını “evrensel değerlerde bilim üretmek için mi” üniversitelerden uzaklaştırdılar. En kaliteli bilim adamalarını engizisyon mantığıyla yargılayıp, resmi ideolojiden farklı düşünüyorlar diye atmak hangi bilimsel gerçekliğin bir ifadesi olabilir? Başörtüsü yasaklarıyla, katsayı zulümleriyle halkın çocuklarını üniversitelerden atmak, önleri kesmek bilimsel tavrın değil ancak zorbalığın bir gereği olabilir. YÖK devletin ideolojik aygıtı olmaktan çıkarılmalı ve özerkleştirilmelidir. Bütün namuslu ve erdemli bilim adamlarını, bütün demokratik ve özgürlükçü sivil toplum örgütleri 12 Eylül ucubesine karşı onurlu bir mücadeleye çağırıyoruz. Oligarşik bürokrasiye, millete ve onun temsilcilerine ve milletin değerlerine saygı öğretmemiz ciddi bir özgürlük kazanımımız olacaktır. www.ogretmensen.org
  3. AsilRuh

    YÖK KALDIRILMALIMI ?

    Hoşgeldiniz!... YÖK BİR UCUBEDİR Üniversiteler yapısı gereği bilim üreten, gerçeğin peşinde koşan kurumlar olmalıdırlar. Sadece ders ve araştırma yapılan yerlerin üniversite diye adlandırılmaları doğru değildir. Üniversite üyesi, zihnindeki zihninde ki her türlü soruya cevap arar, bu amaçla o yalnızca gerçeğin peşindedir. Yegâne misyonu gerçeği açığa çıkarmak, gerçeğin üstünü örten perdeyi kaldırmak, yalanı teşhir etmektir. Bu amaçla, geçerli paradigmayı, geçerli kabulleri, peşin doğruları, resmi gerekçeleri, her türden tabuları sürekli sorgular. Gerçeği ararken hiçbir dayatmaya, hiçbir otoriteye, hiçbir yasağa itibar etmez. Üniversite üyesinin asli misyonu abu üretmek, yalana kılıf aramak değil, yalanın üzerine gitmektir. Üniversite üyesi, entelektüel bağımsızlığı konusunda kıskanç, tutarlı ve onurlu bir duruşu, haysiyetli bir tavrı göstermek zorundadır. Üniversite doğası gereği özerk olmak durumundadır. Özerk değilse üniversitede değildir. Özerk üniversite ise özerklik bilincine sahip olan insanların varlığını zorunlu kılar. Bilim insanı gerçekten bilim insanıysa, doğası ve misyonu gereği gerçeğin peşine düşüyorsa o yalnızca özgürlüklerin yanında yer alabilir. Üniversite üyesinin bir tek tarafı vardır o da gücü elinde bulunduranların baskı ve zorbalıklarına karşı, halkının düşünme, inanma ve bunları ifade ve yaşam hakkının ve özgürlüğünün yanında yer alma tavrıdır. Bu bilgiler ışığında, Türkiye üniversitelerine baktığımızda durum tam bir faciadır. Bağnaz resmi ideolojinin, MGK’nın ve benzeri cunta yapılandırması kurumların yönlendirdiği, tipik bir militer işleyiş ve yapıya sahip YÖK gibi bir ucubenin olduğu yerde üniversitelerin varlığından söz etmek mümkün değildir. Bizde MGK’nın brifingleriyle açıklamalar yapıp tavır üreten YÖK, gerçeğin peşine düşmek değil, gerçeğin peşine düşenlerin peşine düşüyor. Farklı, aykırı görüş ileri sürenleri bir engizisyon mantığıyla yargılayıp mahkum ediyorlar. Gerekçeleri de “bilimsel düşüncenin dışına çıktı, siyasallaştı” oluyor… Bu, koskoca bir yalan… Oysa asıl siyaset yapan, asıl siyasallaşan, bilimi katleden, bilimsel misyonlarına ihanet eden kendileridir. Cunta şeflerine fahri doktora ünvanı verebilecek kadar, cuntacıları önlerinde el pençe divan durup tebrik edebilecek kadar, “darbe isterükçülük” yapabilecek kadar, bilimden ve onun değerlerinden kopuk bir kara cübbeli güruhun bu ülkede; demokrasinin özgürlüklerin, hukukun üstünlüğünün yanında yer alabilmeleri, bu değerlerin gelişimi için onurlu bir duruş göstermeleri beklenebilir mi? Maalesef mevcut üniversiteler bir özerklik bilincine sahip olmadıkları gibi tam tersine özerklik düşmanıdırlar. Türkiye’de halen kendisini modern kurumlar ve söylemlerle gizleyip dayatmayı başaran yarı-totaliter bir rejim yapısı mevcuttur. Üniversite denilen kurumlarda bu yarı-totaliter rejimin bir parçası ve hizmetçisidir. Bilimsel hiçbir başarının altına imza atamayışlarını nasıl izah edebilirler? Halkın temsilcileri ne kafa tutmaları, milli iradeye karşı saygısız ve pervasız bir tutum içinde olmalarını nasıl açıklayabilirler? Kendi “güvenlikli odalarından” bakmayı alışkanlık etmiş, ayrıcalıklı, imtiyazlı bir sınıf olarak kendilerini görenler, milletin gözleriyle kendilerine bakmayı başarabilseler, ne kadar da kof ve zavallılık içinde olduklarını görürler. Özgürlük ve demokrasi düşmanı olmanın, halkın temsilcilerine ve milli iradeye karşı saygısız ve fütursuz olmanın Yüce Milletin gözünde ki değeri ne olabilir, acaba? Binlerce onurlu ve şerefli bilim adamını “evrensel değerlerde bilim üretmek için mi” üniversitelerden uzaklaştırdılar. En kaliteli bilim adamalarını engizisyon mantığıyla yargılayıp, resmi ideolojiden farklı düşünüyorlar diye atmak hangi bilimsel gerçekliğin bir ifadesi olabilir? Başörtüsü yasaklarıyla, katsayı zulümleriyle halkın çocuklarını üniversitelerden atmak, önleri kesmek bilimsel tavrın değil ancak zorbalığın bir gereği olabilir. YÖK devletin ideolojik aygıtı olmaktan çıkarılmalı ve özerkleştirilmelidir. Bütün namuslu ve erdemli bilim adamlarını, bütün demokratik ve özgürlükçü sivil toplum örgütleri 12 Eylül ucubesine karşı onurlu bir mücadeleye çağırıyoruz. Oligarşik bürokrasiye, millete ve onun temsilcilerine ve milletin değerlerine saygı öğretmemiz ciddi bir özgürlük kazanımımız olacaktır. www.ogretmensen.org
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.